
Sabahın ilk ışıklarında herkes çoktan uyanmıştı. Bir ara banyodayken, salondan gelen gülüşmeleri duyar gibi oldum. Bir kaç haftadır kimsenin yüzü gülmüyordu. Birilerinin gülebildiğini duymak bana iyi hissettirmişti. Çok uzun zamandır hiçbir yere ait hissetmemiştim aslında. Belki de Aslan’ın bana söylediği gibi burası benim evim olabilirdi. İçerideki gülüşmelerin sahibi insanlar ailem olabilirdi. Ben onlara ait olabilir miydim? Yaşadığım hayat bana daima aksini yaşattı. Kimin kapısını çalarsam çalayım, sonunda hep yalnız bırakıldım. Yine yalnız kalsam da sorun değildi. Ancak benim için bu kadar çabalayan insanların hiç birinin zarar görmesine göz yumamazdım.
Bora’nın söylediklerini düşündüm. Uygar Bey’in bana söylediklerini yalnızca o duymuştu ama daha sonra Aslan ile konuşmuş muydu? Aslan’dan bir şeyler saklamak bana iyi hissettirmiyordu. Bir de Aysema vardı elbette. Aysema ve Bora çok yakınlardı. Belki de Bora onunla konuşmuştu. Ama Bora böyle biri de değildi, sanırım. Aslında hala Bora’nın tam anlamı ile aramızda neden bulunduğunu bilmiyordum.
“Güzelim, uyanmışsın.” Aslan, yüzünde kocaman bir gülümseme ile banyo kapısından içeriye doğru girdi. Aynadaki yansımamın arkasına geçip, kollarını belime doladı.Çenesini kulağımın üzerine doğru yaslayıp, o da yansımama doğru baktı.
“Bende tam içeriye gelecektim,” dedim.
Saçlarımı öptü. Gözlerimi kapatıp iç çektim. Daha sonra bende kollarımı, belimdeki kollarına doladım. Elleri yine soğuktu. “Bir şeye mi gerildin?” diye sordum merakla. Gerildiğinde elleri soğuk oluyordu.
Yeniden gülümsedi. “İyisin, yanımdasın ve yanındayım. Bence artık gerilecek çok derdim kalmadı.”
Sesindeki rahatlamayı anlamak zor değildi. “Her şey çok hızlı gelişiyor, korkuyorum,” diye itiraf ettim.
Geriye doğru çekilip, beni kendine doğru döndürdü. Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdıktan sonra, bana doğru uzanarak alnımdan öptü. Ilık dudakları bir süre alnımda asılı kaldı. Sonra tekrar geriye doğru çekilerek, yüzümü incelemeye başladı. Telaşsız bakışları nefesimi keserken, bakışlarımı kaçırdım. Bana uzun uzun baktığında utanıyordum. Yanaklarım ısınmaya başladı. Hafifçe alt dudağımı ısırdım.
Soğuk parmak uçları ile hafifçe çenemi tutup, yukarıya doğru kaldırdı. Yeniden göz göze geldiğimizde, gülümsüyordu. “Hadi kahvaltıya geçelim,” dedi sakince. Haylaz bakışları kısa bir süre dudaklarımda oyalandıktan sonra banyodan çıktı.
Kalp atışlarımın hızını duymazdan gelerek, onu takip ettim. Salona girdiğimizde Aysema ve Bora çoktan kahvaltıyı hazırlamış, masaya oturmuşlardı. Aslan’ın yanına doğru geçtim. Oturacağım sırada Aslan, sandalyemi geriye çekip, oturmama yardımcı oldu. Teşekkür ettikten sonra saçlarımı düzelttim. Gergindim.
“Gecen nasıl geçti, Leyla?”
Şok geçirmiş bir yüz ifadesi ile Aysema’ya baktım. “Hayır…” diye geveledim. “Düşündüğünüz gibi birşey olmadı. Yani şey…”
Bora, birden kahkaha atmaya başladı. Aysema ise gülüyordu ama daha fazla gülmemek içinde direniyordu. Aslan, bakışlarını ellerinin altına saklamış, kıvrılmış dudak kenarlarını gizlemeye çalışıyordu. Utancımdan kıpkırmızı olduğuma emindim. Yüzüm, kulaklarım ve avuç içlerim yanıyordu.
“Yeter, kesin sesinizi,” dedi, Aslan sakince. Yüzünde sakin bir gülümseme vardı az öncekinin aksine.
Bora, kendini kontrol altına almaya zorlanırken, Aysema’nın gülücükleri sakin bir gülümsemeye dönüştü.
“Aslında ben soruyu yanlış sordum, canım. Özür dilerim.” Aysema’nın yüzüne doğru bakarken gülümsüyordum. Aslında dişlerimi sıktığımı saklamaya çalışıyordum da diyebilirdim buna.
“Herkes dinlenmiş, buna çok sevindim,” dedi Bora, ağzına koca bir parça omlet koyarken. “Leyla, Aslan sana üniversite anılarımızdan bahsetti mi hiç?” Yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı.
“Kafan gövdene ağır gelmesin,” diye tehdit etti Aslan, Bora’yı. Ancak gülümsüyordu. Ağzına bir zeytin attı ve çiğnemeye başladı. Aysema ve ben sessizce kahvaltımızı ederken onları izliyorduk.
“Sen bakma bu adamın böyle uslu, efendi durduğuna. Lise yıllarında da üniversite zamanlarında da çok vukuatı oldu.”
Şaşkınlıkla bir Bora’ya bir Aslan’a baktım. Aslan’ın çenesi gerildi ama gülümsemeye devam ediyordu.
“Bir kız arkadaşı vardı, neydi onun adı?” Parmağın yukarıya doğru şıklattı.
“Meral,” diye yanıtladı, Aysema. Ağzındaki lokmayı çiğnerken gülümsemeye devam ediyordu.
“Evet! Meral denen hatun kişisi yüzünden karakola düştük. O gün altı, yedi kişiyi mi ne dövmüştük.”
Bora’yı daha dikkatli dinlemeye başladım ve o bunu fark etti. Yüzündeki gülümseme genişlerken, çayından büyük bir yudum aldı. Dilinin demirden olduğunu düşündüm.
“Gevezelik etmeyi bıraksan mı artık?” dedi, Aslan bıkkınca. Ama hala yüzündeki gülümseme duruyordu.
“Şimdi kız arkadaşının geçmişini bilmesi lazım,” dediği anda bakışlarımı tabağıma indirdim. Bu adam sürekli beni utandırıyordu. Daha aramızda konuşamadığımız onlarca şey vardı zaten.
“O konuda haklısın tabii,” diye onayladı, Aslan Bora’yı.
Birden bakışlarımı kaldırıp, Aslan’ın yüzüne baktım. Şaşkınlığımı gizleyebilecek durumda değildim. Aslan ise muzip bir ifade ile gülümsüyordu. Yine yanaklarımın ısındığını hissetmeye başladım.
“Bu adam bir sürü nane yemesine rağmen okulu yine de derece ile bitirdi inanır mısın Leyla?”
Bora’ya kaçamak bakışlar atıyordum. Utancımdan kimsenin yüzüne bakamıyordum.
“Ben birsem sen ikiydin, sen beşsen ben altıydım.” Aslan’ın sesinde gurur vardı.
“Her zaman bir adım arkandayım, her zaman bir adım arkamdasın.” Bora, bunu söylerken ses tonu ciddileşti. İkisi kısa bir an göz göze baktılar. Bakışlarında minnet vardı. Belki de daha fazlası. Düşündüğümden çok daha yakındılar.
“Öpüşecek misiniz?” Aysema’nın cümlesinden sonra dudaklarımdan kahkaha fırlayıp gitti. Kendimi tutamadığım için utanmıştım ama Aysema beni çok boş bir anımda yakalamıştı. Birden tüm masada kahkahalar yükselmeye başladı. Bir ara Bora’nın ellerini yumruk yaparak kendini durdurmaya çalıştığını bile gördüm.
Aysema, Bora’nın omzuna doğru cılız bir yumruk attı. Bora’da tabağındaki zeytini iki parmağının arasına alarak Aysema’yı alnının ortasından vurdu. Aysema’nın kahkahası daha da yükselirken, Aslan ile onları izliyorduk. Bizde gülüyorduk elbette. Ama onlar daha da eğleniyordu.
Masada sohbet etmeye devam ederken, aklıma yanımızdaki kadın geldi. Sanırım Aslan’ın asistanıydı. O burada yoktu. Bir ara dağ evinde gözlerimi açtığım sırada onu baçucumda gördüğümü anımsadım. Elinde bir havlu ile alnımı siliyor, nemli gözlerle yüzüme bakıyordu.
“Hani biri daha vardı… Gül Hanım sanırım, adını doğru hatırlamıyor olabilirim. O nerede?” diye sordum.
“Dün ayrıldı o evden. Bizim için bir kaç düzenleme yapacak. Daha sonra aramıza katılacak. Belki bir süre bizimle bu evde kalmak zorunda olabilir. Senin için sakıncası var mı?”
Aslan’ın sorusu ile mahcubiyet duydum. Hayatımda ilk defa fikrim soruluyordu. “Elbette hayır, ne haddime,” dedim utanarak.
Aslan, masanın üzerinde duran elimi tuttu ve yüzüme baktı. “Burası senin evin. Bizim evimiz.”
Gözlerim dolarken, bakışlarımı kaçırdım. Aysema ve Bora bizi izliyordu. Bora’nın yüzünde duygu yoktu ama gurur vardı. Sanki. Aysema ise hayranlıkla bize bakıyordu. Mutluydu.
Bende Aslan’ın elini tuttum. “Teşekkür ederim,” dedim önce. Sonra bakışlarımı tek tek herkesin üzerinden gezdirmeye başladım. “Hayatımın bu noktaya geleceğini hiç düşünmemiştim. İlk defa yarın için umudum var. Sanki… Bir ailem var. Siz varsınız. Size borcum çok büyük. Nasıl öderim, bilemiyorum. Ama hepinize ayrı ayrı minnet duyduğumu bilmenizi isterim. Özellikle Aysema, sayende hayattayım. Tabii babanıza da minnetim büyük,” dedikten sonra kısa bir an Bora ile göz göze geldik. Çenesi gerildi. Görmezden geldim. Aslan ve Aysema olanları bilmiyordu, anladım. Bunu bir müsait zamanda Bora ile konuşmalıydım.
“Herşeyi düzene koyacağız, Leyla. Bizde hayatımızın bu hale geleceğini bilemezdik. Ancak bir amacımız var. En önemlisi, Aslan iyi olduğu sürece bende iyiyim. Bizde iyiyiz. Ve artık sende iyi olduğun sürece…” Aysema’nın şevkat dolu sesini dinlemek ninni dinlemek gibiydi. Daima güven veriyordu.
Aslan, eğilip Aysema’yı saçlarından öptü. Daha sonra eğilip, beni de saçlarımdan öpmesini beklemiyordum. Duraksadım. Gülümsemek ve elini daha sıkı tutmak dışında tepki veremedim. Sol yanağımdan bir damla yaş süzüldü. Kimse anlamadan elimin tersi ile sildim. Bora ile göz göze geldik. Bir tek o görmüştü. Bakışlarını tabağına indirdi. Bora’nın bu kadar dikkatli bir adam olması bazen ürkütücü olabiliyordu. Yine de aldırış etmedim.
Kapının zili sessizliği böldü. Bora, ayaklanarak kapıyı açmaya gitti. Hemen sonrasında salona giren adamla göz göze geldim. Gözlerim yuvasından çıkacak gibi oldu ve refleks ile iç çektim. Aniden elimle ağzımı kapattım.
Herkes aynı anda salonun kapısına doğru baktı. Aslan, birden olduğu yerden fırladı. Salon kapısında duran Murat Gürsoy’un yüzünün ortasına yumruk indirmesi ile Bora’nın Aslan’a sarılıp, geri çekmesi bir oldu. Aysema, küçük bir çığlık atıp, yanıma doğru koştu. İkimizde masanın arkasındaki duvara doğru yaslanıp, korkuyla birbirimize sarıldık.
“Aslan yapma!” diye haykırdım.
Aslan’ın boğazından büyük bir hırıltı çıktı. “Bırak lan beni! Bırak!” Bora’yı kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Murat, yerden kalkıp, geriye doğru sendeledi.
O sırada içeriye iki tane adam girdi. Her ikisi de iri yarıydı. Birden Bora ile Aslan’ın üzerine atıldılar. Herşey çok hızlı gelişti. Bora, üzerine gelen adamı görür görmez eğildi ve adamı üzerine alıp, orta sehpanın üzerine fırlattı. O sırada Aslan, diğer adamın burnuna doğru yumruk attı. Kemiğin kırılma sesi midemi alt üst ederken, korku ve panik dizlerimin titremesine neden oluyordu. Murat Gürsoy, kanayan burnunu tutarken bize doğru döndü. Yüzünden kusulacak kadar iğrenç bir gülümseme belirdi. İçeriye giren adamlardan biri Murat Gürsoy’un üzerine doğru savruldu. Hemen ardından Bora, Murat Gürsoy’un üzerine doğru koşturdu ve savurduğu yumruğunu Murat’ın yanağına oturttu. Murat, acı ile inlerken diğer adam Bora’nın arkasından sarıldı. Aslan, adamın ensesine doğru sarılıp, Bora’yı kurtardı. O sırada Bora diğer adamı altına almış, yüzüne doğru üst üste yumruk indirmeye başlamıştı bile. Tüm bunlar saniyeler belki dakikalar sürmüştü ama bana yıllar gibi geliyordu. Aslan’ın veya Bora’nın incinmesinden, zarar görmesinden çok korkuyordum.
“Yeter artık! Durun!” diye haykırdım. Kimse beni duymadı.
Aysema, kolumdan çekip, beni salonun kapısına doğru sürüklemeye başladı. Aysema’nın gücüne bile karşı koyacak kadar gücüm yoktu. Korku ve panik dört bir yanımı sarmış, beni etkisiz hale getirmişti.
“Yürü Leyla, yürü!” Aysema, beni çekiştirmeye devam etti. Salon kapısının yanına devrilmiş olan Murat’a, yanından geçerken Aysema bir tekme salladı. Murat yine acı ile bağırıken, Aysema beni sürükleyerek evden dışarı çıkardı.
Verandanın merdivenlerini çıkarken, bir kadının sesini duydum. “Aysema, neler oluyor? İyi misiniz?” Kadının sesi panik doluydu.
“Gül, geri dön! Gül, çabuk geri dön. Gitmeliyiz hadi!”
Karşımdaki kadına doğru baktım ama o çoktan bana arkasını dönmüş, gri bir arabanın üstüne doğru koşuyordu. Aysema, arka yolcu kapısını açıp, beni içeriye itti. Hemen ardından şöför kapısını açıp, içeriye girdi. Ön yolcu kapısından da Gül olduğunu anladığım kadın girdi. Aysema, birden gazı kökledi. Araba, büyük bir haykırış ile hareket etmeye başlayınca, geriye doğru savruldum. Dengemi bulabilmek için koltuklara tırnaklarımı geçirdim.
Aslan, geride kalmıştı. Aslan, geride kalmıştı!
“Aslan’ı bırakamayız, Aysema!” diye haykırdım. Panikle arka camdan, geride kalan eve doğru baktım. Gözyaşlarım gözlerime hücum ederken, kulaklarım uğuldamaya başladı. “Aysema dur! Aslan’ı bırakamam!”
“Onlar başının çaresine bakacak,” diye bağırdı Aysema. Ağlıyordu.
“Sakinleşin artık!” Gül’ün sesi ikimizi de bastırdı. “Aysema, şehir dışına doğru sür arabayı. Yeni bir yer tuttum ben. Sakin olun. Bora Bey, eve çoktan adam çağırmıştı zaten. İyi olacaklar, söz veriyorum!”
“Aslan’ı bırakamam,” diyerek ağlarken, ellerimle yüzümü kapadım. Ona zarar gelmesindense ölürdüm, daha iyiydi.
“Leyla, sakin ol, lütfen. Her şey düzelecek.” Gül’ün telkin eden ses tonu beni sakinleştiremedi. Hıçkırıklarımı kontrol edemiyordum. Panikten kalp krizi geçirecektim.
&&&
Toprak bir yola yöneldik. Arabanın altına vuran taşların sesi içeride büyük gürültüye sebep oluyordu. Başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Göz kapaklarımın bile sızladığını hissediyordum. Yaklaşık iki saattir yoldaydık. Bir ara Aysema ile Gül yer değiştirdi. Aysema da en az benim kadar dağılmıştı. Gül, yol boyunca sessiz kalmaya devam etti. Arada bir nasıl olduğumuzu sormak dışında konuşmamaya gayret ediyordu. Belki o da bizim kadar şoktaydı, emin değildim. Gerçi, bu yaşananlar onun için sürpriz olmamalıydı. Sonuçta Bora, çoktan Gül ile B planı hazırlamıştı. Belki bu planın içinde Aslan’da vardı. Bilmiyordum.
Aslan’ı düşününce yine kalbim sıkıştı. Nefesim kesilirken, acıyla inledim. Başına bir şey geldiyse, kendimi öldürecektim. Kendimle birlikte herkesin hayatını maf etmiştim. Yine.
Arabada çalan bir telefon sesi duyuldu. Hemen ardından Gül’ün, yanıtladığını fark ettim.
“Tabii, Aslan Bey. O halde sizi yarın bekliyor olacağız.”
“Aslan mı?” diyerek, öne doğru atıldım.
“Seninle konuşmak istiyor, Leyla.” Gül, telefonu bana doğru uzattı.
Telefonu elime alır almaz, “İyi misin?” diye sordum. Yine hıçkırıklarım beni ele geçirdi ve telefonun diğer ucundaki Aslan’ı duymamı zorlaştırıyordu.
“Sakin ol, güzelim. Biz iyiyiz, ben iyiyim.” Derin, derin soluyordu.
Gözyaşlarımı, elimin tersi ile sildikten sonra, “Neredesin, ne zaman geleceksin?” diye sordum. Hemen yanında olacağım demesini umuyordum.
“Bu gece yanınıza gelemeyiz ancak yarın akşama doğru yanında olacağım. Söz veriyorum, bebeğim.” Yıkılan umutlarımın altında ezilirken, konuşamadım. Ne halde olduğunu bilmiyordum. Kiminle olduğunu bilmiyordum. Aslan içinde Bora içinde endişeleniyordum.
“Aysema ve Gül yanında olacak. Birbirinize dikkat edin, tamam mı?”
Burnumu çektikten sonra, “Yanına gelemez miyim?” diye sordum. Kırılmıştım.
“Güvende ve iyi olduğunuzu bilmek zorundayım. Sadece bir gün sonra yanında olacağım,” diye söz verdi. Çaresizce kabullendim. Dikkatini dağıtmamalıydım. Aklı bende kalmamalıydı. Ama kendini daha fazla tehlikeye atmasını istemiyordum.
“Belki de vazgeçmeliyiz,” diye mırıldandım. Süzülen gözyaşlarımı artık umursamıyordum.
Aslan, bir süre konuşmadı. Daha sonra, “İnan bana, ölmek daha kolay olurdu güzelim,” dedi.
Sıkışan kalbimin üzerine götürdüm elimi. Yüreğim sancıyordu ve ne yapabileceğimi bilmiyordum. Tüm bu insanların başına gelenlerden ben sorumluydum. Vicdan azabı boğazıma yapışan iki el gibiydi. Nefes aldırmıyordu.
“Kapatmak zorundayım.”
“Tamam,” diyebildim sadece. Kısa bir sessizlik oldu ve ardından telefonun kapanma sesi geldi.
Derin bir nefes aldım, ağlarken. Omuzlarımın üzerine yine aynı yük binmişti. Başımı kaldıracak gücüm yoktu. Alnım zonkluyordu. Göğüs kafesim sıkışıyor, sanki kaburgalarım tek tek kırılıyordu. Mutlu olmama ramak kalmıştı. Şimdi ise tüm kötü ihtimaller etrafımda kol geziyordu.
Telefonu, Gül’e doğru uzattım. Gül, araba kullandığından, telefona Aysema uzandı. Göz göze geldik. Gözleri kan çanağına dönmüştü.
Duraksadı, “İyi olacağız, iyi olacaklar,” dedi. Yine gülümsüyordu ama bu defa gözlerinde çektiği acı vardı. Aslan ve Bora için benden daha fazla endişeliydi. Elbette öyle olacaktı. Bencilce düşündüğüm için kendime kızdım. Benim canım böyle yanıyorsa, Aysema azap çekiyor demekti.
Elimi Aysema’nın omzuna doğru koyup, hafifçe sıvazladım. Yine gülümsedi ve biraz daha rahatlamış gibiydi. İkimizinde yanakları sırılsıklamdı. Neye, hangi sıra ile ağlayacağımızı bilemiyorduk.
Önce fren sesi kulaklarımı yırttı. Ardından, arabanın savrulmasıyla sola doğru bende savruldum. Bende dahil, hepimizin çığlıkları birbirine girdi. Daha şok içinden çıkıp, panik olamadan bir kez daha savruldum. Bu defa iki koltuğun arasından cama doğruydu. Ön tarafa doğru bedenim bir tüymüş gibi yine savrulurken, gözlerimi kapattım. Tok bir ses, ardından da kırılan cam sesleri kulaklarıma çalındı. Başımda çok şiddetli bir ağrı hissettim. Yüzüm, sıcak bir sıvı ile boyanmıştı. Demir tadı damağıma yayılmaya başladı. Bacaklarımı hissetmiyordum. Nasıl bir zeminde olduğumu da bilmiyordum. Yüzümdeki sıcak sıvı ve başımdaki ağrı dışında hiçbir şeyi hissetmiyordum. Sadece sessizlik vardı. Gözlerimi açamadım. Başımdaki ağrı öyle şiddetliydi ki göz kapağımı oynatmam bile alnıma sanki bıçak saplıyordu. Nefes almakta güçlük çekmeye başladım. Göğsümü bile hissetmiyordum. Boğulur gibi oldum. Hareket edemiyordum, nefes alma çabam sonuç vermiyordu.
Panik yoktu. Ses yoktu. Acı yoktu. Sadece başımdaki ağrı vardı. Bedenimin başka hiçbir yanını hissetmiyordum. Göremiyordum da duyamıyordum da.
Belki ölmüştüm, belki ölüyordum.
“Sonunda…” diye geçirdim içimden. Bu zamana kadar ne yaşamayı ne de ölmeyi becerememiştim zaten. Belki de yolun sonu gelmişti. Ölmek böyle birşey miydi?
Ölüm, huzurlu ve kolaydı.
Yaşamaktı zor olan. Ama yaşamanın da güzel olduğuna inanmıştım kısa bir süre de olsa.
Aslan…
Ben gittiğimde daha iyi olacaktı. Belki biraz üzülecekti ama atlatırdı. Aysema da öyle. Belki de hayatlarına bensiz devam etmeleri daha doğruydu. Aslında bunun belkisi yoktu. Zaten böyleydi. Ama ilk defa aidiyet duygusuna yenilmiştim. Belki de ilk defa bencillik etmiştim. Sonunda da herkes benim yüzümden zarar görmüştü.
İşte şimdi olması gereken oluyordu.
Benim, yeryüzünde olmamam gerekiyordu.
Zihnimde gülümsedim. Sonra Aslan’ın o güzel, köşeli yüzünü gözümün önüne getirdim. Zihnimdeki gülümseme daha da genişledi.
Sen, benim hayatımdaki ilk ve tek inancımsın, diye fısıldadım kendi kendime. Yaşıyor olsaydım, gözlerim dolardı. Tam gözlerinin içine baktım. Gözbebeklerinin beyazını sarmalamış olan kılcal damarlarına. Onları bile kıskandım. Kirpiklerinin ucuna serpilmiş gibi duran sarılıklara göz gezdirdim sonra. Aslan’ın aydınlığı kendiydi. Kirpikleri bile olmaya razı olurdum aslında.
Tüm bunları bilmesini çok isterdim.
Yarım kalan duygularım beni incitirken, zihnimdeki gülümsemem silindi.
Veda etmeliydim.
Belki başka bir hayatta, diye geçirdim yine içimden. Belki başka bir hayatta…
Devam edecek…
İnstagram : begibooks
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |