8. Bölüm

Bölüm 8 - Aşk

Sadece Begi
begibooks

 

KAZA GÜNÜ;

Onların yanına ulaştığımızda herşey için çok geç olduğunu anladım. Bilmediğim bir hastane koridorunda bir ileri iki geri gidip gelmek dışında elimden bir şey gelmiyordu. Düşünmekten delirecektim. Hayatım haftalardır tepe takla seyir ediyordu ve ben buna engel olamıyordum. Acı içindeydim. Kime, neye üzüleceğimi bilemez haldeydim. Çaresizdim. Hayatımın hiç bir evresinde de bu kadar çaresiz olduğumu hissetmemiştim. Demek ki böyle bir şeydi çaresizlik. Beyaz bir hastane koridorunda çaresizlik içinde sancımaktı. İçeriden çıkacak olan doktorun bir bakışı ile yerle bir olmaktı. Neyi beklediğimi bilmiyordum ki. Ölüm haberi mi? İyiler denmesini mi? Hangi cümle burada yaşadıklarımı telafi edebilirdi, bilemiyordum. Muhtemel her durumu hesaba kattığımızı sanmıştık ama yanılmıştık. Ben düne kadar, sakin bir hayat yaşayan bir adamdım. Benden fazlası yoktu hayatımda. Elbette birileri girip çıkıyordu hayatıma ama hiç biri de bana dokunmuyordu. Kimsenin derdi beni böylesine perişan etmemişti. Şimdi ise içeride yatan ikizimin, sevdiğim kadının ve bana yıllarca emek vermiş birinin hayatları hakkında fikir sahibi olmayı bekliyordum.
Bora, koridorun diğer köşesinde üst üste telefon görüşmeleri yapıyordu. Çok gergindi. Vücudu kaskatı kesilmişti. Ben yıkılmıştım ama o da benden geri kalır durumda değildi. Aysema ile yıllardır arkadaştılar. Uzun zamandır birbirilerini görmemişlerdi. Aralarında zaman zaman benim bile dikkatimi çeken bir bağ vardı ama ikisi de bunun adını koymamıştı bunca zaman. Bora, tehlikeli sayılabilecek hayatına herhangi bir kadını dahil etmemek üzere yaşıyordu. İlişkileri genelde gecelik veya eğlence odaklıydı. Bu zamana kadar bir kadına anlamlı baktığını da görmemiştim. Belki Aysema istinaydı ama adı yoktu işte. Belki de bu geç kalmışlığın acısını çekiyordu. Bilemiyordum.
Tüm bu kalkıştığım şeyler boyumu aşmıştı işte. Sonunda çuvallamıştım. Onları koruyacağıma söz vermemin üzerinden bir gün bile geçmemişken başlarına bunların gelmesi de benim acizliğimdi. Aptalın tekisin dedim kendi kendime. Sinirlenince koridordaki ikili koltuğa bir tekme savurdum. Bora, beni görmezden geldi. O da aynı şekilde benim gibi hissediyordu, emindim.
Dört duvarın içinde onca adamı yere sermiştik. İkimizde fiziksel olarak güçlü adamlardık. Bu zamana kadar bunu kendimize ispat edecek türlü konularla da karşı karşıya kalmıştık aslında. Ama gücümüz üç kadını korumaya yetmemişti. Bu da bizim ayıbımızdı. Nerede yanlış yaptığımızı düşünmemize gerek var mıydı, emin değildim. Onları hiç yalnız bırakmamalıydık. Murat Gürsoy'a bir kez daha bilendim. Bir defa daha karşıma çıktığında onu sağ bırakmayacağımdan korkuyordum. Bunu hak ediyordu. Yaşamak onun gibi birinin hakkı değildi. Döl isafının tekiydi. İçimdeki ateş büyüdükçe büyüdü, boğazımı yaktı. Tüm bedenim gerilmekten ağrıyordu. Ellerim yumruk atmaktan parçalanmıştı. Bora da bende darmadurman haldeydik. Bizi gören herkes dönüp bir defa daha bize bakıyordu. Haklılardı. Kazık kadar adamlardık ama yüzümüze bakılacak halimiz kalmamıştı. İkimizinde kaşı açılmış, boynumuz çizik doluydu. Saçlarımız darmadağındı. Neyse ki arabada yedek kıyafetler vardı da kaza haberinden hemen önce üzerimizi değiştirme fırsatı bulabilmiştik. Daha yola yeni çıkmışken kaza haberini aldık tabii. Arabayı öyle hızlı kullanmıştım ki belki bizde kaza yapabilirdik. Ancak o an düşünebildiğim tek şey, şu anda içeride yatmalarına sebep olduğum kadınlardı. Her birinin hayatımdaki yeri apayrıydı.
"Bir süreliğine şehir değiştireceğiz," diyerek, yanıma geldi Bora.
"Hayatta kalacakları bile muamma," dedim, sakin bir sesle. Söylediklerimi duymak omzuma bir ton daha ağırlık olarak çöktü.
"Bana baksana sen," dedi, Bora dikkatimi çekerek. Gözlerinden ateş çıkıyordu. "Bu kadınlar buradan sağ çıkacak. Sonra onları alıp, buradan uzaklaşacağız. Sonrası içinde planlarım var. Tüm bunların üstesinden geleceğiz." Bir elini omzuma attı ve beni kendine çekti. Kısa bir an sarıldık ama o kısa anda bile yüküm azaldı.
"Sağol", diye mırıldandım sadece.
Öfkeden deliriyordum ama olduğum yerden hareket bile edemiyordum. Sanki bacaklarıma beton dökmüşlerdi de olduğum yere çivilenmiştim. Bu kadar güçsüzlük bana göre değildi. Ben her zaman güçlü bir adamdım. Ben her zaman kendini bilen, savunan, istediğini elde eden ve mücadeleden vazgeçmeyen bir adamdım. Aysema, Gül veya Leyla bu halimi görse bana ne derlerdi ki ? Tüm bu çaba koridorun ortasına oturup, çocuk gibi ayaklarımı yere vurarak ağlamak için miydi? Elbette hayır. Yıkılacak bir şey yoktu. Elbette hayatta kalacaklardı. Aysema yine o şen ruhu ile beni saracak, Leyla yine kehribar gözleri ile gözlerimin içine bakıp, utancından yanakları kızaracak, Gül ise yine içtiğim kahveye kadar beni düşünecekti. Bunları yeniden elde edecektim. Başka yolu da yoktu. Her şeyi yoluna koyacaktım. Sonunda ödeyeceğim bedeller umrumda bile değildi.
"Bana sonrası için planlarını anlat," dedim birden Bora'ya.
Şaşkınlıkla yüzümü inceledi. Bu defa benim gözlerimin alev alev olduğuna emindim. "Önce buradan Trakya bölgesine gideceğiz, orada bir evim var."
"Sonra?"
"Bir süre orada kalacağız. Daha sonra ise bölüneceğiz. O sırada sen ve ben ailenin yanına dönüp, ortalığı karıştıracağız."
Alnımı kırıştırdım. "Hiç birinin yanından ayrılmam bundan sonra Bora, bunu unut!"
"Bak anlamıyorsun..."
"Sikerim lan anlamayı! Daha iki saat yanlarından ayrıldık şu geldikleri hale bir bak! Düşün bakalım kimin yüzünden!" Sesim öyle yüksek çıkmıştı ki, öyle öfkelenmiştim ki Bora'nın üzerine doğru yürüdüğümü sonradan fark ettim. Bir elim ise çoktan yakasına sarılmıştı. Bora, çenesi dik bir şekilde yüzüme bakıyordu. Yaşadığım duygu durumunu anladığından burnuma bir kafa atmamıştı tabii. Yoksa ikimizde birbirimizi çoktan alaşağı etmiştik. Daha önce tecrübe ettiğimiz şeylerdi.
Ameliyathanenin kapısı açıldı. İçeriden iki ayrı doktor yan yana çıktı ve yüzlerindeki maskeleri söktüler. Bora ile yanlarına doğru koştuk.
"Durum nedir?" diye sordum ama cevabını duymamak için geriye doğru koşup gitmek istiyordum.
İki doktor önce birbirlerine baktılar. İkisi de yorgundu ve gergindi. Daha çok gerildim.
"Leyla Hanım zaten bir süredir tedavi görüyormuş belli ki..." diye başladı sözlerine. Kalbim sıkıştı. Küçük bir adım geri çekildim. "Endişelenmeyin, durumu iyi," diye hızla konuşmaya devam etti aynı doktor. Sarsıldığımı anlamış olmalıydı.
Leyla'nın iyi olduğunu duyar duymaz hissettiğim rahatlama üzerimden binlerce kilo yük kaldırdı. Hemen ardından aynı kasvet üzerime bir kez daha çöktü. "Aysema..." diye mırıldandım.
"Aslında hepsi iyi, endişelenmeyin. Aysema Hanım, bacağından küçük bir operasyon geçirdi. Gül Hanım ise ikisinden daha iyi durumda."
Bora, iki adım geri çekildi ve ellerini yüzüne kapadı. Birden ikimizinde yüzüne aydınlık geldi. Hissetiğim rahatlamanın haddi hesabı yoktu. Öylesine iyi hissediyordum ki az önce yaşadığım çaresizlik anında yabancılaştı ve benden uzaklaştı. On dakika önceki adamla şimdiki adamın alakası yoktu. Yine içimdeki ses bunu yapanlara intikam yeminleri ediyor, her birinin kemiklerini kırmak için dakikaları sayıyordu. Dilime kan tadı geldi. Yine dişlerimi sıkarken ağzımın içinde bir yeri kesmiştim. Ne önemi vardı ki? İçeride yatan üç kadın, dümdüz olmuş bir arabanın içinden sağ çıkmışlardı. Gerisinin bir önemi yoktu.
Bugün bir şeyi daha öğrenmişim. Bu hayatta kaybetmek de kazanmak kadar mümkündü. Ancak ilk defa kazanmak istediğim biri veya bir şeyler için bu kadar ağır bedeller ödüyordum. Bunları unutamazdım. Asıl endişem ise sürekli hatırlamak zorunda kalacağımdı.

...


Kazadan üç gün sonra…

Leyla’nın yorgun düşmüş bedenine bakarken onu gördüğüm ilk gün aklıma geldi. Aynı savunmazsızlıkla, kaderinin tayin edilmesini dinliyordu başkalarının ağzından. Gözlerinde umutsuzluk vardı o gün. Bakışlarını yerden kaldıramıyordu çoğunlukla. O masada sadece bir kaç dakika geçirmiştik ama şimdi düşünüyorum da onun için saatler gibi geçmiş olmalıydı. Daha bilmediğim, haberdar olmadığım, korkarım ki anlamadığım ne acıları vardı, kim bilebilirdi. Anlaşılan o ki zaten eziyet dolu bir hayatı olmuştu. Üstelik bu eziyet hala da devam ediyordu.
Tüm bu başımıza gelenlerden nasıl kurtulacağımızı Bora ile uzun uzadıya planlamıştık. Tam her şeyi düzene koyacağız derken kaza nedeni ile tüm planımızı yeniden yaptık. Yine şehir merkezine uzak bir ev bulmuştu Gül. Yine yeğeni imdadımıza koşmuştu. Üçünü de hastaneden bu sabah çıkarmıştık. Herkes ufak tefek sıyrıklarla atlatmıştı kazayı ama yine Leyla en çok zarar gören olmuştu. Kaza anında kemeri takılı olmadığından ön camdan fırlamıştı. Cama çarpmanın etkisi ile alnının köşesi kesilmiş, sol omzunda ciddi ezilmeler meydana gelmişti. Neyse ki yine de genel durumu iyiydi. Bir kaç kaburgasında kırık olmasına rağmen bu kazayı ucuz atlatmış sayılırdı.
Yatağın ucundan kalkıp, Leyla’nın yanına doğru uzandım. Güneş neredeyse batmak üzereydi ama Leyle uyumaya devam ediyordu. Solgun teninin üzerine dağılmış gibi duran yara izlerine baktım. Alnının sol tarafı bandajlıydı. İçim sızladı. Her açıdan acı çekiyordu. Daha iyileşemeden başına gelmeyen kalmamıştı. Onu koruyacağıma söz vermiştim ama başaramamıştım. Hafifçe yanağına dokunmak için elimi kaldırdım. Ama dokunmaya bile kıyamadım. Onu uyandırmak istemiyordum. Hatta onu en huzurlu gördüğüm an hep uyuduğu zamanlardı.
Dudakları aralandı. Geriye doğru çekildim. Onu ürkütmek istemiyordum. Gözlerini araladı. Yorgun bakışları yüzümde gezindi. Sonra dudağının kenarları kıvrıldı. Bu sadece iki saniye kadar sürdü. Sonra acıyla inledi.
“İyi misin?” diye, sordum endişeyle.
Benden taraftaki kolunu yukarıya doğru kaldırdı. Cılız parmaklarını belli belirsiz sakallarımın arasında gezdirdi. Yeniden gülümsedi.
“Çok iyiyim,” dedi. Yorgundu.
Gülümseme sırası bendeydi. Sesini duymak iyi hissettiriyordu. Yüzüne doğru eğildim ve saçlarından öptüm. Ben daha geri çekilmeden, “Aslan,” diye fısıldadığını duydum. Aynı yakınlıkta yüzüne doğru baktım. Yorgun bakışlarını yüzümde gezdirirken hala gülümsüyordu. Kalp atışlarım hızlandı. Dayanamadım ve dudaklarımı, dudaklarına bastırırken buldum kendimi. Canını yakmamak için dikkat ediyordum ama kendimi tutmakta da çok zorlanıyordum. Elimle yanağını kavradım. Tüy tutarcasına dikkat ediyordum bir yandan. Kısa bir an daha onu öpmeyi sürdürdükten sonra geriye doğru çekildim ama yine ona çok yakın duruyordum. Elimi yanağından çekmedim. O da elini, elimin üzerine koydu.
“Ben iyiyim,” dedi.
“Daha da iyi olmanı sağlayacağım,” diye söz verdim.
“Şu andan daha iyi olamam ki.”
İçim burkuldu. Çektiği bu kadar acının içinde bile bu cümleleri kurabiliyordu.
“Birlikte uyuyabiliriz, istersen.”
“Her zaman mı?” diye sordu, beni şaşırtarak.
Gülümsedim. Kalbim ısındı. “Her zaman.” Eğilip, bir kez daha dudaklarından öptüm.
Örtünün altına girip, kollarımı bedenine sardım. Bedenini hafifçe kendime yasladım. Kaburgalarındaki hassasiyet yüzünden canını yakmaktan çekiniyordum. Ama o bunu çok umursuyor gibi değildi. İyice yanıma sokuldu. Üzerindeki koluma, kuvvetlice sarıldı. Sanki her an gidecekmişim gibi sımsıkı sarıldı bana. Bende en az onun kadar korkuyordum gitmesinden. Gitmesinden, başına bir şey gelmesinden, üzülmesinden, kırılmasından, canının yanmasından… Bir kez daha saçlarından öptüm.
“Biliyor musun, Aslan? Daha önce kimse ile uyumamıştım.”
“Hayatında kimse olmadı mı daha önce?” diye, sordum. Sonra pişman oldum. Ama artık çok geçti.
Kısa bir süre suskunlukla bekledi. O sırada çenemi başının üzerine doğru koydum, ağırlığımı vermemeye dikkat ederek.
“Annemi kaybettiğimde çok küçüktüm. Murat Gürsoy, bir süre sonra beni başka bir adama verdi.” Son cümlesinde şakağımda bir damar attığını hissettim. Zorlukla yutkunurken, dişlerimi sıkmaya başladım. “Sözde o adam bana bakacaktı ama öyle olmadı. Zor bir çocukluktu benim için. Tabii sonra göz önüne çıkmam gerekiyordu. Murat, beni yeniden yanına aldı. Lise zamanlarımdı. Aysema ile liseden tanışıyoruz aslında. Ama ben herkesten uzak kalmak zorundaydım. Bu nedenle çok istesem de Aysema ile yakınlık kuramadık.”
Anlatırken sesinde hiçbir duygu yoktu sanki. Belki de artık uyuşmuştu, bilemiyordum. Aslında yaşadığı hiçbir şeyi de bilmek istemiyordum. Anlatırken tekrar tekrar acı çekmesi benim de canımı yakıyordu. Ancak engel olmak da istemiyordum. Belki de ilk defa birine bunları anlatabiliyordu.
“Üniversiteye gitmeme izin vermediler. Bazı davetlere katılmak zorundaydım. Hatta bir kaç defa daha beni evlendirmeyi denediler. Her seferinde o adamın planları işledi. Ben sonuçlarına rağmen onun planlarını her zaman bozan taraftım.”
“Sonuçları derken?” diye sordum kendimi tutamayarak. Hemen ardından pişman oldum. Duyacaklarıma hazır olmadığımdan emindim ama artık çok geçti.
Belli belirsiz kıpırdadı. Başını hafifçe eğip, iyice göğsüme doğru sokuldu. Ona biraz daha sarıldım. Yeniden konuşuncaya dek bu sessizliği bölmeyecektim.
“Sonuçları önemli değildi. Sonra o gün sen çıktın karşıma. İnan bana aslında ümit etmiştim seninle evlenmeyi.” Duraksadı. Sonra devam etti. “Seni kurtuluşum olarak görmek istedim. Bunca zaman direnmek bana acı dışında bir şey vermemişti. Ama bu sefer belki bunu deneyebilirim diye düşündüm. Fakat bu defa rüzgar tersine döndü ve sen reddettin.”
“Tüm bunları bilseydim, o masadan seni almadan kalkmazdım,” dedim.
“Eğer öyle olsaydı…”
“Eğer öyle olsaydı, belki de seni, sana aşık olacak kadar tanıyamayacaktım, değil mi?”
Yine sessizlik… Utandığından emindim. Ama bu beni gülümsetiyordu. Benden utanmasını seviyordum.
“Sana aşık olmam bir sır değil artık, Leyla.” Saçlarının arasına doğru fısıldarken, kollarımın arasında ürperdiğini hissettim. Bu hoşuma gitti. Yine gülümsedim.
Hala yüzünü omzumdan ayırmıyordu. Kendince saklanıyordu. Dilediği kadar bu şekilde kalabilirdik. Hatta omzum kopana kadar bile.
Bir süre sonra yüzünü omzumdan çekti. Biraz geriye doğru gitti. Sonra bana doğru döndü. Baş ucundaki küçük yastığı alıp, iki göğsünün arasına doğru yerleştirdi. Bunu yaparken canı yandı ama bu onu durdurmadı. Sonra biraz daha bana doğru yaklaştı. Kehribar gözlerini, kısa bir süre yüzümde gezdirdi. O sırada bende ona doğru yaklaşıp, tekrar kolumu başının altına doğru uzattım. Aramızdaki tek engel, iki göğsünün arasına koyduğu yastıktı. Kaburgaları ağrıdığı için bunu yapmak zorundaydı. Hala ağrısı vardı, bunu yüzünden okuyabiliyordum ama umursamadı.
Yüzündeki gülümsemeye takıldı bakışlarım. Hafifçe yukarıya doğru kıvrılmış dudaklarında uzun süre oyalandım. Bunu fark ettiği anda yine yanakları kızardı ama bu defa bakışlarını kaçırmadı. Elini yüzüme doğru uzattı. Avucunun içini öptüm. Parmakları yine sakallarımın arasında gezinirken, tepki vermedim. Sadece güzel yüzünü incelemekle meşguldüm. Çok güzel bir kadındı. Buğday teni hala solgundu. Kehribar göz bebekleri ışıldıyordu yorgun bakışlarına rağmen. Sıcak eli, yüzümde gezindikçe sakinleşiyordum.
“Sana her şeyi anlatmak istiyorum,” diye fısıldadı. Az önce ışıldayan göz bebekleri göz yaşıyla doldu.
“Anlat, güzelim. İstediğin kadar anlat. Saatlerce, günlerce anlat. Eğer iyi hissedeceksen, anlat.”
“Annem öldükten sonra Murat beni başka bir adama verdi. Az önce de söz ettiğim gibi. Çocukluğuma dair bir tane bile güzel anım gelmiyor aklıma. Lise dönemimde ise Murat beni tekrar yanına aldı. Tabii insanlara bazı şeyleri açıklayamayacağımdan, herkesten uzak durmam gerekti.” Yine duraksadı. Gözyaşlarının bir kısmı yanaklarından süzülüp, yastığın kumaşına işledi. Üstündeki elimle, yanaklarını sildim. “Murat’ın bir kaç olayına yanlışlıkla şahit oldum. Bu nedenle beni öldürmeyi de denedi. Ama işte yaşayacağım varmış.”
Ürperdim. Kaburgamın üzerine bir ağırlık oturdu. Boğulacak gibi oldum ama Leyla’ya bunu belli etmedim. Korkmasını, çekinmesini istemiyordum. Anlatmaya devam etmesini istiyordum.
“Senden sonra beni tamamen gözden çıkardı. Artık beni ortadan kaldırmaya kararlıydı. Adamlarına beni evden aldırttı. Artık yolun sonuna geldiğime emindim. Hiç karşı koymadım. Beni bir yere götürdüler. Ormanlık bir alandı. Buraya kadarmış dedim. İnan bana hiç korkmadım. Çünkü, bu benim kurtuluşum olacaktı. Ama öyle olmadı. Bir süre sonra Murat Gürsoy da geldi. Artık tamamen karşı koymayı bırakmıştım.”
“Neye karşı koymayı bıraktın?” Buz kesmiştim.
“Tam baygınlık geçirirken bir kaç adam olduğumuz yere geldi.”
“Neye karşı koymayı bıraktın diye sordum sana, Leyla,” dedim, dişlerimi sıkarak. Gözlerimi gözlerine dikmiştim. Kehribar gözlerinde korku, endişe gibi bir sürü duygu gelip geçiyordu. Gözyaşları çoğaldı. Yavaş yavaş hıçkırıkları duyulmaya başladı. Onu yavaşça kendime doğru çektim. Yüzü yine çok yakınımdaydı.
“Sana dokundu mu?”
Yüzünü omzuma gömdü. Öyle şiddetli ağlamaya başladı ki paramparça oldum. Öfkeden deliye döndüm. Tüm vücudum kaskatı kesildi. Ona bunu sorduğuma pişman oldum. Öfkeden genzim yanıyordu.
“Özür dilerim, bebeğim. Kendime hakim olamadım. Özür dilerim, güzelim.” Saçlarından, alnından, yanaklarından, gözyaşlarından öptüm. Onu sakinleştirinceye kadar saçlarından öpmeye, yanaklarını okşamaya devam ettim. Dakikalar sonra sakinleşmişti. Daha fazla soru sormayacaktım. Onu daha fazla üzmek istemiyordum. Zaten cehennem olan hayatına daha fazla ateş eklemek istemiyordum.
Yaslandığı omzumdan yüzünü, yüzüme doğru kaldırdı. Göz göze geldik. Hala gözleri hemli burnunun ucu kırmızıydı. Bir insan hüzünlüyken bile güzel olabilir miydi?
“Söyle, sevgilim. Söyle, bebeğim. Söyle, güzelim.”
Dolu gözlerle yüzüme bakmaya devam etti. Sonra dudaklarını dudaklarıma yasladı. Tüm bedenini yavaşça yukarıya doğru kaldırıp, ağırlığının bir kısmını üstüme aldım. Ellerimi saçlarının arasına geçirdim. O da üzerimdeki elini çenem ile yanağımın üzerinde gezdirmeye başladı.
Az önce öfkeyle, nefretle yanan bedenim, yerini tutkuya bıraktı.
Alev alev yanıyordum. Arzudan, şehvetten ibarettim sanki. Burnuma dolan kokusu beni deli ediyordu. Hem canını yakmaktan korkuyordum hem de bildiğimden geri kalmıyordum. Belki de dakikalarca onu öpmeye devam ettim. İkimizde geri çekildiğimizde nefes nefeseydik. Saçları yüzüme doğru dökülürken, belli belirsiz gülümsediğini gördüm.
“Sana aşığım, Aslan Demirkan.”
“Sana aşığım. Senin için kendi hayatım dahil herkesin hayatını yakacak kadar, katil olacak kadar, uğruna ölümü bile sevecek kadar aşığım, güzelim.”
Evet aşıktım. Ona aşıktım ve bildiğim başka hiçbir şey kalmamıştı. Bu zamana kadar yaşadığım o temiz hayat artık çok geride kalmıştı. Belki bundan sonra ellerime kan bulaşacaktı. Belki çok canım yanacak belki de çok can yakacaktım. Hatta gerekirse can bile alacaktım ama ondan vazgeçmeyecektim. Vazgeçemezdim.
Daha bir kaç haftada başımıza gelmeyen kalmamıştı. Bir gece bile huzur içinde uyuyamamıştık. Tüm planlarım, iş hayatım alt üst olmuştu ama önemli değildi. Yeniden yapar, yeniden düzen kurardım. Ama artık Leyla’dan uzak kalamazdım. Onun iyi olduğundan emin olmadan huzur içinde geçirebileceğim bir saatim bile olamazdı bundan sonra. Onun, ailemin iyi olması için her şeyi yapacaktım. Kararlıydım.
Daha önce bunu Leyla’ya laf olsun diye söylememiştim. Gerçekten dudaklarının yukarıya doğru kıvrılması için bu dünyayı ateş altında bırakabilirdim. Bunu düşünürken içimde yükselen inanç beni bile şaşırttı.
“Birlikte uyuyalım mı?”
Düşüncelerimi bölen bu sorusu, az önce öfkeden zift tutan kalbimin çözülmesine neden oldu.
“Sen sorana kadar buna bu kadar ihtiyacım olduğunu fark etmemiştim,” diye itiraf ettim.
“Çok yorgunsun,” derken, ince parmaklarını yüzümde gezdirdi. Sonra bir kez daha yüzüme doğru uzanıp, dudaklarımdan öptü.
“Böyle yaparsan uykuyu ertelemek zorunda kalırım.”
“Ertelesene…”
Yüzüne baktım. Utancından ölüyordu ama yüzünde muzip gülümsemesi ile de meydan okuyordu.
“Kaburgaların kırık, ona güveniyorsun değil mi?”
Gülümsemesi genişledi. “Olabilir,” diye itiraf etti.
“Bugünlerinin tadını çıkar, önünde sonunda iyileşeceksin.”
Yine yüzü kızardı. Ama bu defa bakışlarını kaçırmadı. “Çok yorgunsun, hadi biraz dinlen.” Gözlerinden merhamet süzülüyordu. Bakışları derinleşti, duygulandı.
“Lütfen artık üzülme, bebeğim. İyiyiz, iyisin ve daha da iyi olacağız.”
“Buna inanmaya çok ihtiyacım var.”
“Bana inan.”
“Senden başka inanabileceğim kimsem yok,” diye fısıldadı. Gözlerindeki hayal kırıklıklarına baktım.
“Yaşadıkların için çok üzgünüm. Ancak keşke kelimesinin acizliği altında kalmayacağım. Sana iyi ihtimalli tüm belkileri yaşatmak için harcayacağım herşeyimi.”
Minnetle gülümsedi. Minnet duymasını değil bana inanmasını istiyordum. Başka bir isteğim yoktu.
“Hadi bakalım, biraz daha dinlenelim.” Tekrar onu kendime doğru çektim. Küçük yastığı hafifçe göğsüne doğru koydum. Sonra bedenini üstüme doğru yasladım. Anında başını omzuma koydu.
“Ağrın var mı?” diye sordum.
“Hayır, çok rahatım. Sen de rahat mısın?”
“Hiç olmadığım kadar.”
“İlk defa evimde hissediyorum.”
“Evet, burası senin evin,” diye fısıldadım, hafifçe omzuma vurarak. “Daima senin.”
“Daima benim…”
Uzun zaman sonra ilk defa huzur içinde gözlerimi kapattım. Hayatımda ilk defa aşık olduğum kadın ile uyumanın verdiği huzuru tattığımdan olsa gerek kısa süre sonra uyuya kaldım.


Devam Edecek…
İnstagram : Begibooks

Bölüm : 11.01.2025 05:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...