9. Bölüm

Bölüm 9 - Arzu

Sadece Begi
begibooks

Bir Kaç Gün Sonra…

Sabahın ilk ışıkları ile gözümü açtım. Aslan,ın güçlü kolları arasında uyumuştum dün gece. En son bana sarıldığı haldeydi hala. Kollarının arasından çıkmadan, sakince ona doğru döndüm. Pencereden süzülen solgun ışık yüzünün üzerine doğru düşüyordu. Öyle huzurlu görünüyordu ki… Onu uyandırmamayı umarak, elimi köşeli çenesinin etrafında gezdirdim. Daha sonra da parmak uçlarım saçlarına doğru gitti. Dalgalı saçlarından bir kaç bukle alnına doğru düşüyordu. Biçimli kaşlarının üzerine dökülen bir kaç tutam saçı, geriye doğru ittirdim. Huzurlu uykusunun bölünmesini istemiyordum.
Yüzüne bakmaya devam ettim. Sanki sonsuza dek onun yüzüne bakarak, böylece kalabilirdim. Düne kadar iki yabancıydık sadece. Şimdi ise sahip olduğum her şey oydu. O yoksa bende yoktum. Her bir zerrem ona dokunmak, ona sarılmak, onun kokusunu duymak için alev alev yanıyordu sanki. Yanımdayken bile özlüyorum cümlesini abartı zannederdim. Düşüncesi bile burnumu sızlatmaya yetiyordu. Bunca zaman çektiğim onca şeyin mükafatı Aslan’dı belki de. Ama ben kendim için aynı şeyi söyleyemezdim. Benim yüzümden haftalardır çektiklerini anlamaya gücüm yeter miydi, emin değilim. Aslan’a ve ailesine öyle çok borcum vardı ki altından kalkamayacaktım. Elimde onlara verebileceğim hiçbir şeyim yoktu. Sonsuza dek onlara olan borcumu ödeyemezdim.
Benim hayatımın tüm cezasına onlar ortak olmak zorunda mıydı ki gerçekten?
Çektiğim hiçbir acının sorumlusu onlar değildi. Aslan ise hiç değildi. Hiç biri bu yaşananları hak etmiyordu. Hayatımın tüm çamuru üstlerine sıçramıştı. Kendim ise balçık içindeydim aslında.
“Günaydın, güzelim.” Aslan’ın hala gözleri kapalıydı ama yüzünde geniş bir gülümseme vardı.
“Uyandırdım, özür dilerim,” dedim, mahcubiyetle.
Gözlerini açtı. Başımın üzerinden pencereye doğru bakmaya başladı. Yüzündeki gülümseme yavaşça silinirken, göz bebeklerine yine aynı karanlık oturdu. Bu halini tanımlayamıyordum. Aslan, aklında geçenleri kolay okunabilen bir adam değildi benim için. Daha sonra karanlık bakışlarını yüzüme doğru indirdi. Bakışları yumuşadı, gülümsemesi geri geldi.
“Ağrın mı var? Neden bu kadar erken uyandın?” Daha sonra eğilim, alnımdan öptü.
Elimi, yanağına koydum. “Hayır, aksine çok dinlenmiş uyandım.” Ağrılarım azalmış, yaralarımın çoğu iyileşmişti. Sadece morluklarım yerini daha çok yeşile bırakmıştı. Alnımdaki dikiş bile alınmıştı. Gerçekten iyi hissediyordum.
“Acıkmışsındır, gidip bir şeyler hazırlayayım.”
Olduğum yerde hızla doğruldum. “Hayır, olmaz!”, diye çıkıştım heyecanla. Aslan, şaşkın gözlerle bana bakıyordu. “Bu sabah kahvaltıyı ben hazırlamak istiyorum. İlk defa size kahvaltı hazırlayacağım.”
“Leyla…”
Durdum. Adım dudaklarından öyle bir dökülmüştü ki; beni yatağa çiviledi. Bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Dalgın bakışları, yüzümdeki her detayı inceliyordu. Dudaklarında yine gülümsemesi vardı ama daha buruktu. Gözlerinde hüzün vardı. Hayır, acıma duygusu değildi bu. Hüzündü.
“Gel buraya,” der demez, beni kollarının arasına doğru çekti ve dudaklarımız buluştu. Kaygan dili, telaşsızca ağzımın içinde dolaşırken, kollarımı boynuna doladım. Parmak uçlarımı saçlarının arasına daldırdım. Beni iyice kendine doğru çekip, bedenimi tamamen üzerine aldı. Avuçları, bel oyuntumda, sırtımda gezindikten hemen sonra kalçalarıma doğru indi. Bir eli ile kalçamı tutarken, diğer eli belime sarıldı. Dudaklarımdan hafif bir inilti çıkarken, kendime hakim olamadım. Çevik bir hareketle bedenlerimizin yerini değiştirdi. Ben altta o üstte kalmıştı. Yine tüm ağırlığını üzerime bırakmıyordu. Aynı şekilde yine bir avcu kalçamdayken, diğer kolu boynumun altındaydı bu defa. Telaşı yavaş yavaş azaldı, yerini küçük öpücüklere bıraktı. Hayatımda hiç arzu hissetmemiştim. Ama şu anda onun için yanıyordum. Beni daha da yakmasını, kül etmesini istiyordum. Tişörtünün yakasından tutup, kendime doğru çektiğimde, beni durdurmadı veya geri çekilmedi. Güçlü eli, kalçamı daha sert sıktı. Bacağımı yukarıya doğru kaldırıp, bir bacağının üzerine doğru geçirdim. Beni daha büyük bir tutkuyla öpmeye başladığında artık sadece ateşten ibarettim. Göğsümün tam ortasında büyük bir orman yanıyordu. Aynı zamanda tüm bedenimi sel götürüyor, rüzgar saçlarımı sağa sola savuruyordu sanki. Bedenimdeki her bir hücrem arzu ile titreşip, kan dolaşımımı alt üst ediyordu.
Aslan, yine yavaşladı. Yavaşlığı yerini tamamen sakinliğe bıraktığında nefes nefeseydi. O ana kadar kendiminde aynı durumda olduğunu fark etmemiştim. Neredeyse kendimden geçmiştim. Ancak kendime gelmem zaman alacaktı. Aslan, üzerimden çekilmedi. Yüzünü geriye doğru çekip, yüzüme doğru baktı. Gözlerinden alevler çıktığına yemin edebilirdim.
Kalçamdaki elini, yüzüme paralel olan her bölgemin üzerinden geçirerek, yüzüme doğru getirdi. Parmak uçlarını önce dudaklarımın üzerinde gezdirdi sonra da yanağımın. Daha sonra parmakları, saçlarımın arasında gezinmeye başladı.
Beklenti ile yüzüne bakıyordum. Aynı zamanda da çok utanıyordum. Ama utancım da dahil hiçbir duygum şu anda ona hissettiğim arzunun önüne geçebilecek güçte değildi.
“Seni ne kadar çok istediğimi bilemezsin,” dedi, sakince. Bakışları hala yüzümde geziniyordu. Gözlerinde aynı arzu vardı ama anlayamadığım bir kaç duygu daha gelip geçti yüzünden.
“Neden durdun?” Bu soruyu düşünmeden sorduğum için utancım katlandı. Yanaklarım az önce ısınmıştı ama şu anda yanıyordu. Alt dudağımı ısırdım.
Aslan’ın gülümsemesi genişledi. “Hala kaburganda kırıkların var. Hala bedeninin bazı yerlerinde morluklar var.” Parmak uçları önce çeneme, ardından göğsümün üst kısmına oradan da belime doğru indi. Üzerimdeki ince askılı bluz yukarıya doğru toplanmıştı. Avuç içlerinin yeniden tenime değmesiyle bedenimde yine aynı arzu canlandı.
“Bunun olmasını istiyorum ama biraz daha iyileşmeni bekleyeceğim. Canını yakmak istemiyorum.”
Haklıydı. Daha şimdiden kaburgamda sevimsiz bir ağrı başlamıştı bile. “Anlıyorum.”
Dudaklarımdan öptü. “Daha çok zamanımız var, güven bana.”
Duraksadım. İçim burkuldu. Gerçekten zamanımız var mıydı emin değildim. Aslan’a güveniyordum ama kendi talihime güvenim yoktu. Son haftalarda yaşadıklarımıza bakınca çokta haksız sayılmazdım. Ama kalbim Aslan’a inanmak istiyordu ve öyle de yaptı.
“Daha çok zamanımız var,” diye tekrarladım.
“Şimdi sen sevgiline kahvaltı hazırlayacaksın öyle mi?” Muzipçe gülümsedi. “Bak emin misin? Hastanelik olmayalım?”
Hafifçe omzuna vurdum ve gülmeye başladım. “Bunu söylediğine utanacaksın, haberin olsun,” diyerek meydan okudum.
Burnumun ucundan öptü. “Yani bilemiyorum Leyla Hanım, buradaki hünerinizi aynı şekilde mutfakta da görmek isterim.”
“Edepsiz adam,” diye haykırırken, kahkaha atmaya başladım. Bir kaç saniye sonra Aslan’ın ışıl ışıl olmuş gözlerinin yüzüme hayranlıkla baktığını fark ettim.
“İlk defa kahkahanı duydum…” Gülümsedim. Uzun zaman sonra ilk defa kahkaha attığımı fark ettim.
“Duyduğum en güzel melodi, senin kahkahan.” Görüşüm bulanıklaştığında gözlerimin dolduğunu anladım. “Bunu ağlaman için söylemedim, güzelim.”
Yeniden gülümsedim. “Daha çok zamanımız var,” diyebildim sadece. Bunu, hayatımın her yeni günü kendime sürekli söyleyeceğime söz verdim. Hayatımda ilk defa yarın için heyecan duyuyordum.
“Daha çok zamanımız var, merak etme. Ben buradayım. Daima yanındayım. Karşıma kim çıkarsa çıksın, seni benden alamaz. Yoluma ne çıkarırlarsa çıkarsınlar, engel olamazlar. Senin yerin her zaman burası,” derken elini, her gece beni uyuttuğu omzuna doğru dokundurdu.
Burnum sızlıyordu ama bu defa acıdan değildi. Hissettiğim duyguların tarifi yoktu. Hayatımda ilk defa aidiyet duygusunu tadıyordum. Bir insanı evin gibi hissetmek böyle bir şeymiş demek ki diye geçirdim içimden.
Başımı yukarıya doğru kaldırıp, dudaklarından öptüm. Bana aynı sakinlikle yanıt verdi. Kolu belime dolandı ve kendine doğru çekti. Yine bedenim alev almaya başlamıştı. Ben bu hale geliyorsam o kim bilir ne haldedir diye düşünmeden edemedim.
Geri çekildiğinde ikimiz de nefes nefeseydik. “Beni biraz daha zorlarsan kendime hakim olamayabilirim, uyarıyorum.” Gülümsüyordu.
“Aslında belki de amacım budur?”
Kalçamın kenarına doğru hafif bir tokat attı. “Sen dua et kaburgalarındaki kırıklara…” Bakışları, göğsümün üst kısımlarında gezindi. Sonra dişlerini sıktı. Ama aynı zamanda gülümseye devam da ediyordu.
“O halde ben gideyim artık,” dedim. Yavaşça kollarının arasından kurtulmayı denedim. Bırakmadı. Üzerime doğru eğilip, göğsümün üst kısmına bana bir ömür sürmüş gibi gelen bir öpücük kondurdu. Sonra üzerimden geriye doğru çekildi. Kollarının arasından kurtulduğum için neredeyse üzülecektim.
“Gerçekten biraz daha oyalanırsan, Allah yarattı demem!” Yüzüne baktım. Çok ciddiyidi. Çenesi gerilmiş, omuzları diklemişti. Hala gülümsüyordu ama çok da zorlanıyordu. Her halinden belliydi.
“Gidiyorum,” diyerek yataktan çıktım. Hızlı adımlarla banyoya girdim. Ilık bir duşun ardından, giyinip, saçlarımı kuruttum. Banyodan çıktığımda, Aslan yatakta değildi.
Aşağıya indiğimde salonda oturan Bora ile karşılaştım. Berjere oturmuş, sigara içiyordu. Önünde kahve fincanı vardı. Zaten Bora da Aslan da kahve içmedikleri zaman diliminde sadece viski ve sigara içiyorlardı.
Arkasından yaklaşıp, “Günaydın,” dedim.
Bakışlarını yüzüme çevirdi. “Günaydın.”
“Sende erken uyanmışsın.”
“İki gündür çok iyi dinlendim.” Sigarasından bir nefes daha aldı.
Karşısındaki üçlü koltuğun ucuna oturdum. “Aslan’ı göremedim. En son odadaydı.”
“Markete gitti.”
“Neden yalnız gitmesine izin verdin?” Panikle ayağa fırladım. “Bora, neden yalnız gönderdin? Kalk, hadi kalk! Hemen arkasından gidelim. Bora hadi!”
“Bir sakin olsana sen,” dedi, sert bir dille. “Salak mıyım ben? Adamlarım peşinden gitti. Neden tek başına göndereyim?”
Bu kadar yüksek tepki verdiğim için duyduğum pişmanlıkla, kalktığım yerime oturdum. “Afedersin, Bora. Ben… Endişelendim.”
Sigarasını söndürürken yüzüme doğru baktı. “Özür dilerim, sana bağırmak istemedim. Endişelenmekte haklısın.”
Minnetle gülümsedim. “Herşey için çok teşekkür ederim, Bora. Sana olan minnetim çok büyük.”
Bana doğru eğildi, elleri ile ellerime uzandı ve tuttu. Göz göze geldiğimizde, sakince gülümsedi. “Aslan, benim kardeşim. Sende benim kız kardeşimsin. Onun için değerli olan kim var ise aynı orantıda benim için değerli. Ama bu seni üzmesin. Sen iyi bir kadınsın, Leyla. İnsanları tanımakta üstüme yoktur. O nedenle senin kalbini görüyorum. Aslan içinde çok mutluyum. Gerçekten hak ettiği senin gibi bir kadındı.”
Tüm bu söylediklerinden sonra gözlerim dolmuş, çoktan gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmaya başlamıştı. Bora, kalkıp, yanıma oturdu. Beni omzumdan çekip, başımı omzuna yasladı. Yüzüme değen kolyesinin soğuk zincirine aldırış etmeden, başımı omzuna gömdüm. Güçsüz kollarımla, sarıldım.
“Minnettarım,” diyebildim, hıçkırıklarımın arasından.
“Üzülme. Biz aileyiz. Bir arada olduğumuz sürece bize kimse dokunamaz.” Sesindeki güven ve huzur öylesine güzeldi ki kalbimi huzur kapladı. Sakinleşmeye başladım. Başımı omzundan çekip, yüzüne doğru baktım. Gözlerinden anlayış vardı. Genelde gözlerinden pek bir duydu okunmazdı ama şu anda ilk defa onu savunmasız görüyordum.
“Teşekkür ederim.”
“Uygar amcanın meselesini de Aslan’a anlattım, merak etme. Birlikte bir kaç çözüm düşündük. Konuşacağız.”

Bunu duyduğuma çok sevinmiştim. Aslan’dan ne olursa olsun bir şey saklamaktan hoşlanmyordum.
“Günaydın!” Aysema şakıyarak salona girdi. Bizi gördüğünde kısa bir an duraksadı. Sonra dudaklarını büzdü. “Bensiz aile saadeti mi yaşıyorsunuz? Çok kırıldım.” Kıkırdarken, yanımıza geldi ve diğer tarafıma oturdu. İnce kolları ile belime doğru sarıldı. “Unutma Leyla, en favori kardeşin benim!”
Sarılmasına, aynı şekilde karşılık verdim. “Hem de en en en olanı!” diye haykırdım. İkimizinde kahkahaları birbirine karıştı.
Hayatımda ilk defa huzur dolu bir evde, güvendiğim insanların arasında, sevdiğim insanların kollarındaydım. İçimde hala dinmeyen bir ateş, bir ızdırap vardı ama adını koyamıyordum. Belki de kaybetme korkusuydu. Bilemiyordum.
“Ben gidip, kahvaltı hazırlayayım.”
“Sana yardım edeyim,” derken, Aysema da benimle birlikte ayaklandı.
“Lütfen otur, size kendi ellerimle kahvaltı hazırlamak istiyorum.”
Aysema’nın yüzünde geniş bir gülümseme belirdi. Bora’nın belli belirsiz Aysema’ya bakışını gördüm. Bora’da gülümsüyordu ama sigara yaktığı için çok anlaşılmıyordu. “O zaman en azından bırak omleti Aslan yapsın. Bu işte çok iyidir!”
“Bundan söz etmiştin, hatırlıyorum. Bakarız o zaman,” dedikten sonra mutfağa geçtim.
Dolaptaki tüm kahvaltılıkları çıkarıp, tek tek düzenleyerek yemek masasına yerleştirdim. Daha sonra dolapta bulduğum milföy hamurlarından küçük kruvasanlar yaptım. Bir kısmının içine çikolata, bir kısmının da içine reçel koydum. Aysema, reçeli çok seviyordu. Ardından çay demledim. Daha sonra menemenin malzemelerini hazırladım. Tam o sırada içeriden Aslan’ın sesini duydum. Islak ellerimi kurulayarak, salona geçtim. Aslan, üzerindeki hırkasını çıkarıyordu.
“Seni çok merak ettim,” dedim, arkasından.
Omzunun üzerinden bana doğru baktı. Hırkasını çıkardıktan sonra bana doğru yaklaştı ve bir eli ile belime sarıldı. Ardından eli hafifçe kalçama doğru indi.
Dudaklarımdan birden, “Ayy,” diye bir haykırış fırladı. Utancımdan yerin dibine girsem iyiydi.
Bora, kahkaha atmaya başladı. Aslan’da aynı şekilde geriye doğru çekildi. Kahkaha atmıyordu belki ama kendini de zor tutuyordu. Aysema yoktu. Allah’tan yoktu…
Ne yapacağımı bilemeyerek mutfağa koştum. Yüzümü yıkadım, bir bardak su içtim ama sakinleşmekte zorlanıyordum. Utancım boyumu aşmıştı.
Aslan, arkamdan geldi.
“Çok ayıp, çok!”
Bana doğru yaklaştı, belime sarıldı ve beni birden kaldırıp, mutfak tezgahına oturttu. “Aslan, ne yapıyorsun? Biri göre…”
Dudaklarıma yapıştı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan, üzerime doğru yaslandı. Dudakları, yine aynı telaşla, dudaklarımın üzerinde gezinirken bedenim alev aldı. Arzu yine tüm sinir sistemimi ele geçirmişti. Çıldırmak üzereydim. Kollarımla boynuna sarılıp, kendime doğru çektim. Yine dudaklarımdan küçük bir inilti serbest kaldı ama bu defa aldırış etmedim. Yer, zaman veya mekan. Onunlayken hiç birinin önemi kalmıyordu. Şu anda tüm dünya yansa, güneş batıdan doğsa, İsa gökten inse umrumda değildi.
Şu anda sadece biz vardık…
Aslan, nefes nefese geriye doğru çekildi. Tekrar bana doğru eğilip, göğsümün açık kısmına ufak bir öpücük kondurdu. Sonra bluzumu hafifçe yukarıya doğru çekiştirdi. “Kıskanç değilimdir ama işte insan sakınıyor,” diye, mırıldandı gözlerini göğüslerimden ayırmadan.
Şok içinde yüzüne bakıyordum. Dağılmıştım. Perişan haldeydim. Gerçekten nerede olduğumuzu bile unutmuştum.
“Bundan sonra bana kur yaparken, etkisinin saatler hatta günlerce sürebileceğini hep hatırla.” Çapkınca gülümsedi.
Boş bir ifade ile yüzüne bakmaya devam ettim. Belimde tutup, beni tezgahtan indirdi. Tezgaha tutunup, dengemi korumaya çalıştım. Başım dönüyordu. Aslan, yüzümü ellerinin arasına alıp, gözlerimin içine baktı. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama Aslan’ı gülümsetiyordu.
“Çok güzelsin,” diye fısıldadı. “Çok ama çok güzelsin.”
“Te.. Teşekkür ederim.” Az önce tezgahın üzerinde arsızca sevişen ben değilmişim gibi Aslan’ın bu iltifatına yüzüm kızarmıştı.
“Sana yardım etmemi ister misin?”
Ellerini, ellerimin arasına aldım. “Hayır, sen git Bora ile otur. Ben kahvaltı hazır olunca seslenirim.”
Alnımdan öptü. “Tamam bebeğim.”
Mutfaktan çıkarken, arkasından bakakaldım. İç çektim. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki damarlarımda hissediyordum. Az önce yaşanılanları düşündüm.
Ona aşık olmuştum.
Ona sırılsıklam aşıktım.
Ben Leyla Turan, Aslan Demirkan’a delicesine aşıktım.

Devam Edecek…
İnstagram : Begibooks

Bölüm : 12.01.2025 04:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...