1. Bölüm

1) GECİKME

Begüm Cesur
begumcesur

Bugün de her zamanki gibi hastaneye gelmiştim. Hastaneye her hafta geliyordum. Eğer karakoldan daha fazla gittiğin bir yer var mı deseler hastane derdim.

 

Tedavim için bu gerekiyordu. Ben şu dünyadaki gelmiş geçmiş en bahtsız insan olabilirim. Neden mi? 4 çocuk hayalim varken kısır olmam, evlendiğim adam evlenince değişmesi, polislik kariyerimin asla bir adım öteye gidememesi...

 

Aslında kariyerimin ilerlemesine ben engel oluyorum. Hayalim PÖH olmaktı ama polis oldum ve buna alıştım. Ne yapalım? Neye niyet, neye kısmet. Ya da her neyse.

 

Ben Bade, adının anlamı aşk, şarap olan Bade ama aşkı yanlış kişilerde bulmuş bir Bade. Kendimi şarap içmiş, sarhoş olmuş ve o esnada sevgili yapmış gibi hissediyorum. Çünkü rüyadan uyandım.

 

Buradan çıkınca kocam Hakan'a ondan boşanmak istediğimi söyleyeceğim. Sonra ise PÖH'lerle irtibatta olduğumuz bir ortak operasyon için toplantıya gideceğim.

 

PÖH'ler arasında yüksek rütbe olmayan ama benden en az beş kat üst rütbede olan biri bizim 12 kişilik ekibe operasyonu anlatacak. Ekipte siber polis, narkotikten polis, çocuk şubeden polis olacağı için ekip kalabalık. Hepsi operasyona gitmeyecek ama arka plan için de hazırlık lazım.

 

''Bade?'' diyen doktorun sesiyle kendime geldim. ''Pardon Sedat Abi. Dalmışım. Siz devam edin.'' dedim doktoruma. Sedat Abi benim kadın hastalıkları doktorum. 16 yaşımdan beri tedavi görüyorum ve hala bir etki olmamıştı. Ama bu sefer öncekilerden olumlu konuştu.

 

''Hala hamile kalamazsın ama çok ufak da olsa ilerleme var. Umut vermek istemem ama 8 senedir tedavi görmene rağmen bu kadar ilerleme oldu. Yani hamile kalabilmen için bir bu kadar, hatta daha fazla zamana ihtiyacınız var. Ama bu sefer de yaşınız ilerlemiş olacak ve yine doğum yapamayacaksın.'' dedi Sedat abi.

 

Burukça bir tebessüm ettim. Bu sözlere hatta daha acılarına katlanmış biriydim. "Tamam. Teşekkür ederim. Başka bir şey var mı?" diye sordum acı dolu bir tebessümle. "Yok. Sadece ilaçlarını düzenli kullanmaya devam et. Geçmiş olsun." dedi Sedat Abim.

 

Ayağa kalktım. Son kez tebessüm edip arkamı döndüm. Her hafta bu oluyordu. Bana 'Hamile kalamayacaksın.' diyor, ben üzgünlüğümü saklamaya çalışıyor ama beceremiyordum. Her zamanki gibi gözümden bir damla göz yaşı aktı.

 

Odadan çıkınca kapıyı kapattım ve kapıya sırtımı yaslayıp gözlerimi yumdum. Birden bir kadının dilini damağına vurmasının sesini duydum. ''Cık cık cık. Çekilseniz mi acaba?" dedi. Gözlerimi açtığımda karşımda yaklaşık 6 aylık hamile bir kadını ve onun elini sevgiyle tutan muhtemelen kocası olan adamı gördüm.

 

"Pardon." dedim ve kapının önünden çekildim. "Tamam ama bizim de acelemiz var yani." dedi kadının yanındaki adam. "Özür dilerim." dedim arkalarından ve koşarak hastaneden çıktım.

 

Bir taksi önümde durdu. İçeriden dört yaşlarında bir erkek çocuğu ve elini tutan annesi çıktı. Annesi çocuğu zorla arabadan indirdi. "Hadi oğlum! İnsene! Bir de seninle mi uğraşacağım." dedi. Kadınla göz göze gelince gülümsedim. Arabadaki çocuğa baktım. "Ama bak anne üzülüyor. Hadi annenin sözünü dinle." dedim ve çocuğun saçlarını karıştırdım.

 

Çocuk benim sözümün üstüne arabadan indi. "Adı ne?" dedim annesine. " Mert." dedi. "Bu arada teşekkür ederim. Hiç sözümü dinlemiyor. Siz burada güvenlik falan mısınız?" dedi. Üstümde polis formam vardı. "Yok. Ben güvenlik değilim, polisim." dedim. Kadın gülümseyip gitti.

 

"Mert!" dedim ve arkasını dönüp bana bakan çocuğa el salladım. O da bana el salladı. Gülümseyip taksiye bindim. Evin adresini verdim.

 

Ev yakındı, on- on beş dakikaya eve vardım. Taksicinin parayı verip arabadan indim. Tam eve girecektim ki Hakan'ın evde olmadığını anladım. Arabamı almıştı. Nereye gitti ki acaba?

 

Telefondan Hakan'ı aradım. "Hakan sana önemli şeyler demem lazım. Acil! İki saat içinde karakola gitmem gerek ve sana önemli bir şey diyeceğim." dedim ama Hakan'dan net bir ses gelmiyordu. Alkol içmişti. "Bade? Sen neredesin" dedi ve "Bade!" diye bağırdı. Adım gibi eminim ki şuan sokaklarda gazeteyle saklanmış alkol şişesini kafasına dikiyor ve beni etrafta arıyordu.

 

"Hakan evdeyim. Arabam nerede? Arabada değilsin değil mi? Bak ceza yazmak zorunda bırakma beni." dedim bıkkın bir sesle. Mal adama alkollü araba sürmekten dolayı altı kere ceza yazmıştım üçünde kaza yapmıştı. Üç kere arabamı tamirciye vermek ve cezanın parasını ödemek zorunda kalmıştım. İşten de kovulmuştu.

 

Evliliğimizin ikinci ayı işsiz kaldı ve ben mallık yapıp onu o zaman terk etmedim. Geç bile kaldım ayrılmakta. Sekiz aydır evi ben yürütüyorum.

 

Şey de demiyorum: 'Bir eve erkek bakar' falan diye ama nasıl bir yuvaya kadın bakmakla yükümlüyse erkek de yükümlüdür. Ben hem eve para getiriyor, hem ev işi yapıyor, hem de beyefendinin borçlarını ödüyordum.

 

Bunlar da yetmezmiş gibi alkole de başladı. Sarhoşken beni dövmeye kalkıyordu. Tabii ben polis kadınım, beni dövemiyor ama ben bu adamla yaşadığım sürece hiç nazik, kırılgan bir kız olamayacak mıyım? Her an 'Beni ne zaman dövmeye çalışacak?' diye düşünmekten bıktım.

 

Yaklaşık yarım saat sonra eve geldi. Oturma odasına geçtik. Ev amerikan mutfak olduğu için oturma odasıyla mutfak birleşikti. Kendine gelmesi için kahve yapmaya başladım. Ocağın başında kahve yaparken bir anda arkamda o pis alkol kokusunu aldım.

 

Belime ellerini dolayıp yüzünü boynuma gömdü. Artık temaslarından rahatsız olduğum için ellerini üzerimden çektim.

 

Kahve fokurdamaya başlayınca altını kapatıp, kahveyi fincana döktüm. Eline tutuşturup koltuğa geçtim.

 

Kahvesini höpürdeterek içti. Bir süre sonra kendisine gelmeye başladığını fark ettim. Saate baktım: 12.28

 

Toplantı saat 13.00'da başlıyordu. Yaklaşık bir saatim kalmıştı ama gitme süresini eksiltince 35 dakika falan vaktim kalmıştı. Daha fazla bekleyemezdim.

 

"Hakan ben senden boşanacağım. Davamı bugün, yarın açacağım. İsteğim uzlaşmalı boşanma ama zorluk çıkarırsan umurumda olmaz." dedim açık açık. Bir kaç saniye durdu sonra ise kahkaha attı.

 

Ciddi ifademi görünce gülüşü soldu. "Bade ne saçmalıyorsun Allah aşkına? Benden boşanacaksın, benden." dedi baş parmağıyla kendini işaret ederek.

 

Acaba şaşıracak ne vardı? Evlenmeden önce çok iyi biriydi ama evlendikten sonra tanıyamadım. Hatta ben kısırım diye benimle evlenmez diyordum ama umurunda bile değil. Benim yerime bir erkekle evlense bile fark etmezdi. Cinsiyetimi sorsam 'Ben nereden bileyim?' derdi.

 

Hatta çoğu zaman beraber bile yatmıyorduk.

 

Arkadaş olarak iyi biri ama koca veya baba olabilecek biri değil. Beni zaten babam tanıştırmıştı. Görücü olarak gelmişti. Ben normalde görücü kabul etmiyordum ama babam 'Bir kere en azından konuş.' dediği için konuşmuştum. Bir süre sonra iş ciddiye bindi ve işte buralara geldik.

 

"Hakan lütfen uzatma. Ben kararımda eminim. Zaten günlerdir bunu düşünüyorum. İkimiz için de en iyisi bu." dedim ama o ayaklanmaya başladı. Ellerini arkasında bağladı ve ileri geri yürümeye başladı.

 

"Bade!" diye bağırdı bir an. Sakince ayağa kalktım. Birden arkasını dönüp bana baktı. "Bade!" dedi tekrardan. Bıkkın gözlerle baktım. "Efendim" dedim sakince.

 

Bir anda eliyle çenemi tuttu. Sıkıyordu ama ben normal bir kadın değildim. Canım acımamıştı. Korkmamıştım. "Efendim Hakan." dedim sıkılmış bir sesle.

 

Boş boş bakınca hazırlanmam gerektiğini hatırladım. "Hakan ben hazırlanacağım sen istersen dediklerimi sindir ben geliyorum." dedim ve arkamı dönerek kıyafet odasına gittim.

 

Temiz formamı giyip üzerimdeki pis formayı kirlilere bıraktım. Saçımı sıkıca at kuyruğu yapıp tel tokalarla sabitledim. Sıkı yaptığım saç, başımı ağrıtıyordu ama koşarsam açılmaması gerekiyordu. Sertleşmiş ellerime nemlendirici sürdüm.

 

Ellerim sürekli silah tutmamdan dolayı sertleşiyordu. Ayağa kalktım ve dolabın en üstünde duran kutuyu açtım. Kutuda polis eşyalarım vardı. Polis kimliğimi pantolonum arka cebine koydum. Sar9 tabancamı belimdeki yerine taktım. Bir tane yedek şarjörümü de dizimin aşağısında kalan cebime yerleştirdim.

 

Dudağıma, dudağımla neredeyse aynı tonda bir ruj sürüp aynaya son kez baktım. Hazırım ya. Hazırım, hazırım. Tekrar saate baktım:12.46 Hızlı olmazsam yetişemezdim.

 

Odadan çıkınca koridorda tur atan Hakan'ı gördüm. Kapının sesiyle direkt bana doğru hızlı adımlarla yürüdü. Çantamı almayı unuttuğum için odaya baktım. Tam arkamı dönecektim ki yanağımda bir el hissettim.

 

Hakan bana vurmuştu. Hem de çok sert bir şekilde. Bir an yüzüm omzumun üstünde kaldı. Ağzımda kan tadı hissettim. Elimi dudağıma götürünce dudağımın patladığını hissettim. O an gözümden bir damla yaş aktı ama elimin tersiyle o yaşı anında sildim.

 

Daha ben önüme bile dönemeden çenemi tuttu ve kafamı arkadaki duvara çarpmama sebep oldu. O an kendime geldim. Karnına yumruk attım. Yumruğumun sertliğiyle öne doru eğildi ama uzaklaşmadı. Bu sefer de diz çaktım. Sesli bir şekilde inledi.

 

Tam yanından geçeceğim esnada kolumdan yakalayıp tekrar duvara çarpmama sebep oldu. Pısırık pısırık kalacak halim yoktu. "Hakan! Bırak beni." dedim ve odaya girdim. Çapraz kol çantamı alıp odadan çıktım.

 

Hala yerindeydi. Evden çıkmaya çalıştığım an kapıya elini yerleştirdi. Geç kalacaktım ya! "Hakan geç kalıyorum." diye kızdım. O ise hala sinirli sinirli bana bakıyordu. Eline vurup kapıyı açıp koştum.

 

Arkamdan "Kaçma! Seni bulamam mı sanıyorsun?" dedi ama ben ondan kaçmıyordum. Sadece toplantıyı kaçırmak istemiyordum.

 

Evden uzaklaşıp hızlıca bir taksi durağını aradım. Beş dakika içinde geldi.

 

"Adliyeye lütfen." dedim ve telefonu açtım. 12.50 Ohh ucuz sıyırdım. Eğer beş dakika daha geç kalsaydım toplantıyı kaçırırdım. Aklıma gelen şeyle ofladım. Büyük ihtimalle trafiğe takılacaktık ve ben gecikecektim. Beş dakika falan geç kalacağım ya! Umarım emiri altında olacağımız komutan anlayışlı biridir.

 

Taksicinin sesiyle kendime geldim. "Abla iyi misin?" dedi dikiz aynasından bana bakarak. "İyiyim. Sadece önemli bir şeye geç kaldım da ondan ofladım." dedim. Yol boyunca sürücü kaçamak bakışlar attı ama ağzını bıçak açmadı.

 

Koşarak adliyeye giriş yaptım ama giriş kapısının önünde biri kolumu tuttu. Tekrar sağ yanağımda bir tokat hissettim. Hakan benden önce gelmiş ve beni beklemişti. Kolumu çok sıkıyordu. "Hakan bırak beni adliyedeyiz." dedim ama daha çok kolumu tuttu hatta saçıma yapıştı. Polisler bize bakmaya başladı.

 

Bir anda sol kolumu tutan başka bir el hissettim. Ama bu el beni nazikçe tutuyordu. Beni arkasına aldı. Beni koruyan kişi Fırat'tı. Fırat benim abim gibiydi. Benden 7-8 yaş büyük ama polislik yolunda beni yönlendiren kişi oydu.

 

"Ne yapıyorsun sen? Bade senin tapulu malın değil!" dedi bağırarak. Bizimki susar mı? "Evet tapulu malum. Benim soyadımı taşıyor, senin değil. Bu yüzden sana mı soracağım?" dedi.

 

Fırat'ın kolunu tutup çekiştirdim. Cüsseli biriydi. Hakan'a bir çaksa Tokat'a kadar yolu var. "Aynen koçum. Senin dediğinden." dedi ve genç bir polise gelmesi için işaret verdi. "Oğlum şu adam için soruşturma başlat. Nedeni ise: Görev başındaki bir memura vurmak ve kadına şiddet." dedi.

 

Kolunu daha sert çekiştirdim. "Fırat Abi tamam, boş ver sen onu." dedim ama Fırat beni dinlemedi. Genç polis zor da olsa Hakan'ı yanımdan uzaklaştırdı.

 

Fırat bana baktı. "Toplantıda olman lazımdı." dedi. "Hakan'a boşanmak istediğimi söyledim bırakmıyor." dedim ve yürümeye başladım. Fırat sağ tarafımda yürürken bir anda bana baktı. Çenemi nazikçe tuttu. "Dudağın patlamış." deyince çantamdan peçete çıkardım.

 

Çok fena bir haldeydim. "Toplantıya geç kaldım. Görüşürüz. Ben hallederim, teşekkürler." dedim ve koşmaya başladım. Asansörü bekleyemeyip 2 kat merdiven çıktım. Nefes nefese toplantı salonunun kapısını tıklatıp içeri girdim.

 

Bir komutan-büyük ihtimalle bize yapacağımız şeyleri anlatan komutan- bana baktı. Anında asker selamında durdum. Kaşları çatılmıştı ama göz teması kurmamaya çalıştım. "Adın ne senin?" dedi. Göz teması kurmadan, dik bir konumda "Bade DEMİR, Bursa, emret komutanım!" diye tekmil getirdim.

 

"Neden geç kaldın Bade! Operasyona da geç kalacak mısın?" bir bana bir saate baktı. "Hayır komutanım!" dedim gür sesle. bu sefer saate daha uzun baktı. "Kaç dakika geç kaldın biliyor musun?" dedi sinirli sinirli. "Bilmiyorum komutanım!" dedim.

 

Bu komutan haşatımı çıkaracak kesinlikle. "10 dakika. 10 dakika bir operasyonda 10 şehit demek. Peki sen on arkadaşını şehit mi vermek istiyorsun?" diye bağırdı. Dik duruşumu korumaya çalıştım. "Hayır komutanım!" dedim hızlıca.

 

"Neden geç kaldın?" diyordu. Sesinin tonu düşmesi gerekirken yükseliyordu. Buna cevap veremezdim. Vermem gerek ama vermemem de gerek. Bir üst seviyen sana bir şey dediyse cevapların anca 'Evet komutanım! Hayır komutanım! Emredersiniz komutanım! Emret komutanım!' olabilirdi. Ve bu soru açık uçlu bir soruydu.

 

"Söyle dedim!" diye haykırdı. Tüm salon bizim bu diyaloğumuzu dinliyor hatta görüyordu. Cevap vermekten başka şansım yoktu. "Gelmeden önce eşimle kavga ettim komutanım." dedim hala aynı noktaya bakarak. Geldiğimden beri komutanın alnına bakıyordum. Göz teması kurmaya götüm yemiyordu ama başka noktaya bakarak da saygısızlık yapamazdım.

 

"Operasyondan da önce eşinle mi kavga edeceksin?" diye bağırmaya devam etti. "Hayır komutanım!" dedim.

 

Adama ne kadar sinirlensem de haklıydı. Devlet işleri şakaya gelmezdi. "Geç yerine!" diye bağırdı. "Emredersiniz komutanım!" dedim ve yerime oturdum. Anlatmaya devam etti.

 

"Şimdi operasyona hazırlık saati 22.30 o anda herkes hazırlanmaya başlayacak. 23.30'da herkes hazır olacak ve yerini almış olacak." dedi ve benim oturduğum kısma baktı. "Anlaştık mı Bade?" dedi. Demedi demeyin bu adam operasyonu götümden çıkaracak.

 

Birden yanımdaki biri dudağımı silmeye başladı. Bir an irkilip eli sertçe tuttum. Sonradan Melis'i görünce rahatladım. Utançtan Melis'i bile fark etmemişim. "Hakan mı?" dedi sessizce. Evet anlamında kafamı salladım.

 

Derin bir nefes çekti. "Komutandan azar yedin bir de..." dedi üzgünce. "Yok komutan haklı. Böyle bir hata kabul edilemez. Bu arada komutanın adı neymiş?" dedim Melis'e.

 

"Kıdemli üsteğmen Akay ŞAHİN'miş. " dedi ve sustu. Pür dikkat Akay komutanı dinlemeye başladım.

 

....

 

"Toplantı bitmiştir." dedi Akay komutan ve üç saatlik toplantıyı sonlandırdı. Ben de Melis'le beraber lavaboya gittim.

 

"Bade komiserim avukat tuttunuz mu?" dedi Melis. Her ne kadar yakın olsak bile ben ondan üst seviyeydim. "Tuttum. Bu sabah hallettim." dedim ve dudağımı silmeye başladım. Canım acıyınca "Ah!" diye sessizce inledim. "Hee sabah demişken doktorunuz ne dedi?" diye sordu.

 

"Öncekilere göre daha iyi ama sonuç aynı." dedim umursamıyormuş gibi görünerek. "Hımm, tamam. Olsun siz üzülmeyin" dedi tebessüm ederek. Aslında o da benim için üzülüyordu ama ben daha da mutsuz olmayayım diye tebessüm ediyordu.

 

Bir anda telsizinden ses geldi.

 

Melis telsizi dinledi. "Plaka nedir?" büyük ihtimalle araç soruşturmasıydı. Melis siber polisti. Telsizi dinleyerek lavabodan çıktı. Ben de dudağımdaki kanı temizledikten sonra lavabodan çıktım.

 

Tam aşağıya inecekken kanıt odasından ses geldi. Nöbetçiler yoktu, lamba kapalıydı. Silahımı belimden çıkardım. Kapıyı bir kaç saniye dinledim ama tıkırtılar duymaya devam edince fevri bir şekilde kapıyı açtım ve silahımı havaya doğrulttum.

 

"Kimsin?" diye bağırdım. Dikkatlice lambaya uzandım. Işığı açtım ama açmaz olaydım. "Bade!" dedi Akay komutan.

 

"Pardon komutanım." dedim. Açıklama yapma gereği duydum. "İçeriden tıkırtılar duyunca bir de nöbetçiler olmayınca..." sözümü kesti. "Bade," deyince utançla sözünü kestim. Kendimi açıklayıp gitmek istiyordum. "Ben ses, lamba, nöbetçi, siz şey-" diye bir şeyler geveledim.

 

"Tamam Bade. Gördün içerideki benim. Şimdi o silahı üzerimden indir." dedi. Harbiden! Şaşkınlıkla silahı indirmemişim.

 

"Pardon komutanım." dedim ve silahı belime taktım. Dudağıma bakış attı.

 

Yaram aşırı derece belli oluyordu. Büyük ihtimalle onun da gözüne çarpmış olmalı.

 

"Kavga mı ettiniz yoksa kavga mı etti?" diye sordu aniden. "Efendim komutanım?" dedim anlamamış gibi çünkü anlamamıştım.

 

"Diyorum ki polis biri kavga etmiş olsa yüzü böyle olmazdı. Yüzün böyle olduğuna göre o vurmuş sen göz yummuşsun." dedi mala anlatır gibi.

 

"Aniden vurunca karşılık veremedim." dedim. Bakışlarım yere eğilmişti. "Aynen hep öyledir zaten." deyip odadan çıktı. Bir kaç saniye sonra ben de çıktım. Nöbetçiler bir bana bir de Akay komutana baktı.

 

"Komiserim, Akay Komutanla neden oradaydınız?" dedi sağda duran. "Size hesap mı vermem gerek? Hem siz neden nöbet yerinizi aynı anda bıraktınız? Bu geceki nöbet sizin!" diye kızıp gittim. Arkamdan "Emredersiniz komiserim!" dediklerini duydum.

 

Akay komutan sinirimi bozdu. Neymiş hep 'Aniden vurunca karşılık veremedim.' derlermiş. O, onların sorunu. Ben doğruyu söyledim. Sinirimi bozdu ya! Bir de bununla operasyona gideceğim.

 

.....

 

Operasyondan 3 saat önce:

 

Hazırlanma vakti gelmişti. Adliyenin bodrum katındaydık. Buradaki herkes mühimmatını hazırlıyordu. Tabi ki de en sevdiğim silah olan M416'yı alacaktım. M416'ım için STANAG şarjörleri 5.56x45mm NATO mermilerinden yedek aldım.

 

Hazırlanma vakti bitmek üzereydi. Birazdan yola çıkmak için arabalara binerdik. Operasyon 3 tane eş zamanlı operasyon olacağından çok önemliydi.

 

PKK'ye destek yollayan bir yasaklı madde satıcı çetesi öğrenilmişti. Çetede yok yok. Çocuk pazarlama desen var, yasaklı madde desen var, terörizm desen var, dolandırıcılık desen var... Daha neler neler.

 

6 arabayla gidecektik. Her bölgeye 2 araç. Ben çetenin banka kısmında görev alıyordum. Yani PKK'ye destek yolladıkları yerde olacaktım. Melis siber olarak yardım edecekti.

 

Bir anda içeri komutanlar girmeye başlayınca bütün polisler aynı anda asker selamına geçti. İçeriye beş komutan girdi. Üçü hariç kalan iki komutanı tanımıyordum. Akay komutan da operasyona gelecek olmalı ki hazırlanmıştı.

 

Büyük ihtimalle o diğer komutanlar kadar yüksek rütbe değildi. Çünkü toplantıdaki gibi rahat değildi.

 

"Araçlara geçiyoruz!" dedi yaşlı ama yaşını göstermeyecek kadar genç duran adam. Sonrasında ise odadan çıktı. Akay ise odada kaldı.

 

Komutan gidince Akay komutan bize bağırmaya başladı. "Hadi! Hadi! Hadi!" dedi. Arabalara koşmaya başladık. Araçların önünde dizildik. Bütün komutanlar bizi izliyorlardı. Akay komutan ileri geri yürürken konuşmaya başladı.

 

"Operasyon kurallarını biliyorsunuz! Operasyonunuz biter bitmez bana grup başkanları haber verecek. Adamları elinizden geldiğinizce sağ tutun. Çocuk ve siviller olabilir dikkat edeceksiniz! Bir sivile bile zarar gelirse işiniz son bulur!" dedi ve durdu.

 

"Haydi bismillah! Allah gazamızı mübarek eylesin. Herkes arabalara!" dedi ve komutanlarına selam verdi. Ben de arabaya binecektim. Burada en yüksek rütbelerden biri de bendim.

 

Ben aslında PÖH olabilirim, hatta hayalim de bu ama alıştım. Bu hayat şekline alıştım. Tabii bu sene PÖH olmak için başvuru yapmayı düşünüyorum.

 

Sol tarafta, önden ikinci koltuk benimdi. Yerime geçtim. Bir süre sonra Akay komutan tepemde bitti. O an anladım. Akay komutan yanımda oturuyordu. Ayağa kalktım ve geçmesi için yol açtım.

 

Yerine geçti ve camdan dışarıyı izlemeye başladı. Ben de yanına oturdum. Siyah maskemi boynuma indirdim. Bacaklarını kocaman açmış, oturuyordu. Bacaklarımı sığdıracak yer bulamadım.

 

Araba çalıştı ve yola çıktık. Sağ dizi, sol dizime değince hafifçe sağa döndüm. Bu hareketimin üzerine hatasını fark edip bacaklarını az da olsa kapattı. Ben de az da olsa rahatladım. "Eşin bugün seni karakolda mı dövdü?" diye sordu bir anda.

 

"Evet komutanım da ne oldu?" diye sorunca bana baktı ama sonra önüne döndü. "O pi-" dilini ısırarak küfrünü yuttu. " O kocan olacak adam bana sataştı." dedi.

 

"Nasıl?" dedim şaşkınlıkla. "Bir şey için amirinize bilgi veriyordum gözümün önünde genç bir polise vurmaya çalıştı. Ben de adam nasıl dövülürmüş öğrettim. Çocuğun dediğine polis olan eşini görev başında dövmeye çalışmış o da tutuklamış. Adam da o çocuğa patlamış. Ben de dedim gelmişken bir sorguya da girmeyeyim mi? Soyadının DEMİR olduğunu öğrenince seni de gelmeden önce kocanın dövdüğü aklıma gelince anladım. Bir de o yüzden dayak yedi." dedi bana bakmadan.

 

"Pardon komutanım. Özür dilerim." dedim mahcup bir sesle. "Valla bir polis kadının alkolik bir adamdan şiddete uğraması tuhafıma gitmedi değil." bu esnada bana baktı. "Hiç karşılık vermiyor musun? Ya da kendini savunmuyor musun?" diye sorunca zort gibi kaldım.

 

"Savunuyorum ama..." sözüm bitmeden sözümü kesti. "Ne ama? Bunu ilk defa yaptığını sanmıyorum. Meslektaşların şaşırmamış gibiydi." dedi. Mantıklıydı ve dikkatliydi. Bir askerden bir şeyi asla gizleyemezdin. Ve ben de gizleyemedim.

 

"Evet ilk değil ama hiç birinde bana zarar veremedi. O gün hariç..." o gün hariç dediğimde bugünden bahsetmiyordum. O günden bahsediyorum... O gün...

 

"O gün?" diye sordu. Tabi anlayacaktı. Sustum. Yalan söyleyemezdim ama doğruyu da itiraf edemedim.

 

Sustum, ben susunca o da sustu. Akay komutanla araçtan inene kadar bir daha hiç konuşmadık. Yarım saat sonra bizim operasyon bölgesine gelmiştik. Maskemi yüzüme çektim.

 

Evin krokisi elimizdeydi ve herkese belli bir bölge dağıtılmıştı. Önümüzdekiler inince ben de sessizce inmeye başladım. Akay komutan arkamdan ilerlemeye başladı.

 

Kapının sol tarafına geçtim. Akay komutan sağa geçti. Arkamızdakilere işaret ve orta parmağını birleştirerek arka tarafı işaret etti. Onlar da arka bölgeye geçtiler.

 

Yanımdaki asker kapının karşısına geçip silahını bıraktı. Bıraktı ama boynundaki askısı silahı tutuyordu.

 

Sert bir şekilde kapıya tekme atınca kapı açılıp duvara çarptı. Akay komutanla ben aynı anda içeri daldık. Sol birinci kapıdan içeri girdim. İçeride iki adam vardı. Silahları bir adım ötelerindeki masada duruyordu ve onlar para sayıyordu.

 

"Ellerinizi kaldırın! Ani bir hareketinizde alnınızın ortasına kurşun yersiniz." diye bağırdım. Ellerini kaldırdılar. İçeri iki erkek polis girdi. Belki de PÖH'lerdi. Bilmiyorum. Hepimiz siyah kazak, çelik yelek ve aynı pantolondan giymiştik.

 

"Alın şunları." dedim ve odadan çıktım. Odadan çıkınca "L1 temiz!" diye bağırdım. Sol taraftan başka bir erkek sesi geldi. "L3 de temiz!" Ardından başka bir kadın sesi. "K4 temiz!" dedi.

 

"M1 temiz!" diyen Akay komutanın sesini arkamda duydum. Arkama dönüp bakmadan Akay komutanla en sonda duran geniş odaya girdim. İçeride yere eğilmiş ikisi kız üç çocuk vardı. Arkalarında ise iki adam...

 

Birini alnının ortasından ben vurdum. Diğerini ise Akay komutan. Adamları vurur vurmaz Akay komutan çocuklara koşup arkalarını dönmesini sağladı. Bizden korkmalarını istemezdik. Biz ne kadar onları korumuş olsak da onlar adamları canice öldürdüğümüzü sanacaklardı.

 

Akay komutan çocukları arkasına aldı ve önlerine eğildi. "Mete burada 3 çocuk var. Gel al." diye seslendi. Ardında biri gelip çocukların elinden tutarak onları odadan çıkardı.

 

Son kez odanın temiz olup olmadığına bakacaktık. Akay komutan sol taraftan ben sağ taraftan odayı incelemeye, bir şeyler bulmaya çalıştık. Aradığımız şey bir silah, uyuşturucu, para gibi şeyler olabilirdi.

 

Yavaş yavaş incelerken sağ tarafta bir şey bulamadım. Kapının karşısında ki duvara ilerledim. Akay komutan da sol tarafı bitirmek üzereydi. Bu yüzden birbirimize bir adımlık mesafemiz vardı.

 

Kaşla göz arasında koltuğun arkasında biri çıktı. Akay komutanı hedef aldı. "Komutanım!" İki adım atarak Akay komutanı omzumla ittirdim." Akay komutan masaya çarparken ben bir el silah sıktım. O anda başka bir silah daha patladı.

 

Ben adamı kalbinden vurmuştum ama o da benim sol kolumu vurmuştu. Dişlerimi sıktım ama asla bağırmadım. Hatta inlemedim bile. Canım acıyordu ama belli etmeyecektim.

 

Dişlerimi çok sıkmış olacağım ki dişim sızladı, çenemden ses geldi. Sağ elimle vurulduğum yere elleyip elime baktım. Kan akıyordu. Çok fena kanıyordu.

 

Akay komutan dengesini sağladı ama masayla benim aramda ona fazla yer kalmamıştı. Dibimdeydi.

 

"İyi misin Bade?" dedi koluma bakarak ama sesinde endişe falan yoktu. Olmazdı da. Bir askerin, kardeşim dediği adamı şehit olurken izlemişliği olurdu. Ben sadece ufak bir yara almıştım.

 

"İyiyim komutanım." dedim ve odadan çıktım. Kolumu sağ kolumla sıktım. "Komutanım iyi misiniz?" dedi Osman. Osman bizim adliyedendi. "İyiyim Osman, iyiyim. Sadece ufak bir sıyırık." dedim ve "J bölgesi temiz!" diye de bağırmayı unutmadım.

 

Son kez odalara bakıp araca geçtim. Kolumu sıkıyordum ama içerideki mermiyi hissettiğimden dolayı fazla tampon yapamamıştım. Herkes araçlara binmeye başladı.

 

Akay komutan gelince ayağa kalkıp yer verdim. Yerine geçti ama bu sefer hafif sağa yani bana doğru dönük durdu. Yerime oturdum. Bir süre sessizce kolumu sıktım. Ayağa kalkan Osman'ı görünce "Osman ilk yardım çantasını getir." dedim. O da bana bakarak "Hemen getiriyorum." dedi.

 

Beş-altı dakika sonra anca gelebildi. "Komiserim başkası kullanıyordu anca aldım." diye açıklama yaptı. Elindeki çantayı uzattı. Elinden alıp tebessüm ettim. O da yanımdan uzaklaşıp yerine geçti.

 

Tek elimle fermuarı açmaya çalıştım ama zorlandım. Bir anda soldan bir el çantayı tuttu. O çantayı tutunca ben de fermuarı açabildim. Sonra ise elin sahibi olan Akay komutana baktım. Çantayı işaret etti.

 

"Kanaman çok. Hızlı ol derim." dedi. Ben de başımla onu onaylayıp çantaya döndüm. Sol tarafımdaki sıcak ıslaklığı hissediyordum. Üstümüz siyah olduğundan belli olmuyordu ama Akay komutana da kanımın bulaştığına adım gibi emindim. Sol tarafımda oturması onun şanssızlığıydı.

 

Gazlı bezi alıp koluma koymaya çalıştım ama yaraya tam olarak yapıştıramadım. Çıkarıp tekrar denedim ama yine olmadı. Kolumu yana kaldırsam sarabilirdim ama sol tarafımda Akay komutan vardı.

 

Oflayıp başımı sağa döndüm. Osman'ı gözümle aradım ama bulamadan kolumda bir kol hissettim.

 

Dirseğimin altından tutuyordu. Akay komutan kolumu 90 derecelik bir açıyla kendi dizine koydu. Şaşkınlıkla ona baktım ama ifademi sakladım. Bana bakmadan gazlı bezi sertçe çıkarıp çantaya attı.

 

Yara omzumun hemen altında olduğundan görebiliyordum. Giysimin bir karışlık kadar kısmı mermi yüzünden yırtılmıştı. Yırtığın altından yarayı gördüğümde düşündüğümden daha derin olduğunu fark ettim.

 

Akay komutan gazlı bezi bırakıp makası aldı. "Yırtıyorum." dedi. "Ha?" dedim şaşkınlıkla bir şey anlamamıştım. Bana bakınca sözümü düzelttim. "Yani efendim komutanım?" dedim. Bakışlarını 'Ha şöyle.' der gibi üzerimden indirdi.

 

"Giysinin üzerinden ne kadar pansuman yapabilirsin ki? Denemen hata." dedi Makasla yaramın birkaç parmak üstünden kesmeye başlarken. Sol kolum tamamıyla açığa çıktı. ''Mermiyi göremiyorum içinde mi?" dedi kolumdaki yaranın etrafına hafifçe dokunurken. "İçinde komutanım." diye kısaca cevap verdim.

 

"Tamam." diye fısıldadı ama sanki beni duymuyor gibiydi. Yaraya odaklanmış inceliyordu. Kolumu tutan sol kolunun başparmağıyla yaramın etrafını yavaşça okşadı. İçime aniden bir ürperti geldi.

 

"Tamam ben hallederim. Teşekkürler komutanım." dedim ve kolumu çekmeye çalıştım. Sözlerimle kendine geldi. Bir an inanmaz gibi baktı ama direkt ifadesini topladı. "Gördük." dedi ifadesiz kalmaya çalışarak.

 

Yaramı daha fazla incelemeden temiz bir gazlı bezle kanımı silmeye çalıştı ama başaramadı. Çok kan akıyordu. Yani bir polise çok gelmeyecek kadar az ama normal bir insana göre fazla kanıyordu.

 

Kanı durduramayacağını anlayınca sarmaya başladı. Arabaya bineli on iki dakika geçmişti.

 

"Biz burada iniyoruz." dedi ve ayağa kalktı. Kolumu tuttuğu için ben de kalkmak zorunda kaldım. "Komutanlara bilgiyi sen verirsin Osman. Biz hastaneye gidiyoruz." dedi. Beni hastaneye mi götürecek? Yok daha neler.

 

"Komutanım emir vermek gibi olmasın ama ben kendim giderim. İlla yanında biri olsun derseniz Osman gelsin." dedim hızlıca. "Emir vermek gibi olsun ama Osman yerinde kalacak. Ben geliyorum itirazın mı var?" dedi tehditkar bir sesle.

 

"Yok estağfirullah komutanım ama..." sözümü kesti. "O zaman sıkıntı yok." dedi ve arabayı süren kişiye baktı.

 

Telefonumun titreşimini hissettim. Telefonumu operasyondan dolayı sessize almıştım. Arayan doktorum Sedat Ağabeydi.

 

"Alo. Sedat Abi bir şey mi var?" diye sordum. Derin bir nefes alıp, verdi. Kötü bir haber verecekti anlamıştım. "Dosyanı incelerken yeni bir şey fark ettim. Hastaneye gelirsen sevinirim. Telefondan verebileceğim bir haber değil." dediğin an ben bir sarsıldım.

 

Bana telefondan neler neler demişti ama bu sefer demiyordu. Kendini hazırla Bade. Çok kötü şeyler olmuş.

 

Araba durunca sendeledim. Zaten ayakta duracak halim yoktu bir de araba durunca yere çöktüm. Bir dizimi yere koydum. Gözümden sessiz bir göz yaşı döküldü. Birden birinin koşarak yanıma gelip eğildiğini gördüm. Başımı kaldırdı.

 

Göz göze gelmemizi sağlayınca Merve'yi gördüm. Göz yaşımı sildi. "İyi misin? Değilsin. Ne oldu?" telefona baktı. "Sedat Bey aramış, ne dedi?" adını görmüştü.

 

Başımı evet anlamında salladım. Sarıldı. Karşılık vermek istedim ama ona bile güç bulamadım. "Tamam. Sakin ol. Ben de sizinle geleyim mi?" dedi. Ona sarılırken kafamı iki yana salladım. "Gelme. Hatta kimse gelmesin." uzaklaştım. "Lütfen." deyip ellerini tuttum. "Orası benim güçsüz olabildiğim tek yer. Başkasının beni güçsüz görmesine izin veremem."

 

"Bade iyi değilsin. Elin ayağın hatta vücudun titriyor. Yürüyecek halin yok. En azından bırak da ben geleyim." dedi yalvarır gibi. Kafamı iki yana sallayıp sertçe yüzümü sildim. Arabayı süren kişi "Komutanım diğer araç arayı açtı." dedi hızlı olun der gibi.

 

"Komutanım illa geleceksiniz değil mi?" dedim gücümü toplayarak. E yani der gibi başını sallayınca ayağa kalktım. "Merve ben iyiyim. Melis'e vurulduğumu söyle ama Sedat Bey kısmına girme." dedim ve araçtan indim.

 

Arkamdan Akay komutan da indi. "İyi misin?" dedi ama cevap vermedim. Sonrasında ise saygıdan cevap verdim. "İyiyim." dedim ona bakmadan.

 

Yakındaki hastaneye ilerleyince "Doktorum aradı, az ilerdeki hastaneye gitmem lazım. İstersen sen adliyeye git. Benimle gelmene gerek yok." dedim. Bir şey demedi ama yanımda yürümeye devam etti.

 

"Sıkıntı mı var? Telefonla konuştuktan sonra dengen bozuldu. Ağladı-" sözünü kestim. "Ağlamadım!" dedim sinirle. "Tamam. Ağlamadın ama kötüydün." dedi. Yine inkar ettim. "Kötü değildim." dedim.

 

"Tamam iyiydin ama bir sıkıntı var değil mi?" dedi. Sinirlenmişti ve biraz sesli konuşmuştu. "Yani evet ama önemli değil. Alıştım." dedim ona bakmadan.

 

Yakındaki hastaneye gelmek üzereydik ama ben diğer hastaneye gidecektim. Sedat Abi o hastanedeydi. "Oraya değil az ilerdeki hastaneye gideceğiz. Doktorum aradı." dedim ve sağa döndüm. O da benimle sağ sokağa daldı.

 

Sonrası ise sessizlikti. Hastaneye gelene kadar bir kelime konuşmadık. Hastaneye girince ise ilk olarak mermiyi çıkartmak için cerrahi bölüme doğru ilerledim. Akay komutan ise devamlı yanımda yürüdü.

 

Artık canım fazlasıyla acımaya başlamıştı. Yani acıyordu ama şimdi daha çok sızlıyordu. "Ah!" dedim ağzımın içinde. Dişlerimi sıktığımdan sesim yüksek çıkmıyordu. Koluma baktığımda bezin kan olduğunu hatta kanımı durduramadığından yaranın aşağısına kan aktığını gördüm.

 

Etrafta çocuklar falan olduğundan kolumu gizlemeye çalıştım. Cerrahi müdahale bölümünde upuzun bir sıra vardı. Biz bu tüm insanların arasında çelik yelekli, maskeli-ağızlarımızda takılı değildi ama boynumuzda duruyorlardı.- hatta tabancalı bir şekilde hastanedeydik.

 

Bir çocuk bana baktı ve annesine sokuldu. Ben de çocuğa benden korkmaması için tebessüm ettim ama annesi bana hiç yardımcı olmuyordu.

 

Çocuğu sağ alıp diğer tarafına yani benim gözükmediğim kısma aldı . "Oğlum sen ablaya bakma." dedi koluma bakarak. Gözlerinde acıma vardı. Bana acıyordu ama hiç minnet duygusu beslemedi. Ben onun çocuğu kaçırılmasın diye vurulurken o, çocuğunu benden koruma gereksinimi duyuyordu.

 

Akay komutan kolumu gizlemek adına kendini koluma siper etti. Büyük ihtimalle çocuğa bakışlarımı görmüştü ya da annesinin sözlerini duymuştu. Artık kolumu göremezlerdi ama o acı hala oradaydı. O mermi hala içerideydi.

 

"Hanımefendi siz benim sırama geçin isterseniz. Yaranız ağır gibi." dedi üç sıra önümdeki biri. Bunun üstüne sıradaki bir kaç kişi bana baktı."Aaa pardon. Fark etmemiştim. Önüme geçin." dedi hemen önümdeki bir kadın. Tebessüm ettim ve "Yok iyiyim. Sizin kolunuz da baya morarmış. Ben alışığım siz bana bakmayın." dedim.

 

Önden bir erkek "Hiç alışık olunur mu? Alışıksanız da alışmayın. Geçin önümüze. Hem siz bizim için mermi yemişsiniz biz size sıramızı versek fazla mı olur?" dedi minnetle.

 

Tebessüm edip dediklerini yaptım. Kısa bir süre sonra sıra bana geldi.

 

Cerrahi bölüm fazla büyük değildi. Kapısı ful açık kalan kaydırmalı bir kapıydı. Perdeyle odayı ikiye bölmüşler. İçeri girince sağ tarafta iki turuncu sedye duruyordu. Perdeyi geçince başka beyaz bir sedye var. Onun yanında yan duran bir dağınık masa-reçete falan yazmak için kullanılıyordu- Bir de sedyenin baş ucunda iğne falan olan masa var.

 

Beyaz sedyeye oturdum. Doktor sol tarafıma geçti. İlk önce bezi çıkardı sonrasında ise kanı silmeye başladı. "Ne oldu? Mermi mi?" dedi. Polis olduğumuzu anlamaması imkansızdı.

 

"Evet içinde hala bir mermi var." dedim sakince. Biraz inceledi sonra "Mermi ne kadar içeride bilmiyorum. Bu yüzden şuan mermiyi alamam. İlk önce merminin yerini bulmaya çalışacağım. Bu da narkoz gerektirebilir." dedi.

 

İşimin narkozla kalmasını istemiyordum. Koluma bir iğne vurdu. İğne vurduktan sonra koluma bakmamaya başladım. Kolumun uyuşmaya başladığını hissettim. Doktor bir süre kolumda bir şeyler inceledi.

 

Kolum uyuşuk olduğundan karıncalanma hariç hiç bir şey hissedemedim. Sonrasında ise "Mermi fazla dipte değil. Uyuşukken alabileceğim yakınlıkta. Narkoza gerek kalmaz." dedi ve elinden birkaç şeyi masaya bıraktı. Eline cımbız gibi bir şey alıp koluma yaklaştırdı. Sol elinde başka bir alet vardı ama görememiştim.

 

Kolumda aniden giriş yapan kesin bir sızıyla sessizce inledim. Dişlerimi sıktım, gözlerimi kapadım hatta sağ kolumla sedyenin kolunu sımsıkı tuttum. Şuan sedyeyi değil de birinin elini tutmuş olsaydım büyük ihtimalle el kemikleri paramparça olmuştu.

 

Gözlerimi öyle bir kapadım ki hiç açılmayacakmış gibi, dişlerimi öyle bir sıktım ki kırmak ister gibi, sedyeyi öyle sıkı tuttum ki sedyeyi kırmak ister gibi...

 

Belki şuan şey diyeceksiniz; 'Sen askersin. Neden bu kadar canın acıyor?' Aksine, askerlerin bir dakikalık acıları sizin ömrünüz boyunuzda çektiğiniz acıya bin basar. Ancak polisler, askerler bu acıya dayanmayı öğrenirler. Hiç bir asker acıya alışamaz, alışmamalı. Ama o acıya dayanırlar... Daima dayanırlar... Bizim için dayanırlar... Sizler için dayanırız...

 

Keskin acı yavaş yavaş dinmeye başlayınca gözlerimi araladım. Akay komutan ifadesizce doktorun yaptığı şeyi izliyordu. "Tamam. Şimdi son kez temizleyip dikeceğim." dedi doktor.

 

Sonrasında ise dikmeye başladı. Yine acıyordu ama toplu iğne etkisi bile bırakamamıştı. Bir süre hareketsiz kaldım. "6 dikiş," dedi Akay komutan. Koluma baktım. Bitmişti. Doktor bir beze ilaç sürmeye başladı. İlaç sürme işi bitince bezi koluma koydu ve kolumu sarmaya başladı.

 

Doktorun kolumdaki işi bitince reçete yazmaya gitti. Bilgisayarda bir şeyler yaptı. Bana bakıp "Kaç gün izin istersiniz? Ben yazacaktım ama.." derken sözünü böldüm. "İzne gerek yok." dedim hızlıca. "Ben de öyle düşünmüştüm." dedi doktor.

 

Sonra çıktı makinasından bir kağıt çıktı. Kağıdı alıp bana uzattı. "3 günlük rapor, antibiyotik ve ağrı kesici. Üç gün boyunca sağ kolunuza baskı yapmayın. Dikişler açılabilir yada kesik derinleşebilir." dedi doktor. Bana kaç gün izin istediğimi sormuştu ama benim dediğimi yapmamıştı.

 

Bir kağıda bir doktora baktım. Bir süre sonra aklına bir şey gelmiş gibi oldu. "Ha bir de her gün bir sağlık ocağına yada kendiniz pansuman yapın sonrasında ise dikişi tekrar kapatın." dedi umursamaz bir tavırla. Umursamadığı ben değildim, benim sözlerimdi. Benim sözlerimi umursamaması ise benim içindi. Her şeye rağmen tebessüm edip odadan çıktım.

 

"Doktorumla konuşurken de mi yanımda olacaksınız?" dedim ama o düşünmedi bile. "Evet." dedi bana bakmadan. Umursamadan gülümsemeye devam ettim. Israr etsem bile işe yaramayacak hatta daha da inatlaşacaktı.

 

Doktorun küçük bir hareketi bile beni çok mutlu etmişti. Gülümseyerek ilerlemişken gülümsememi solduracak kişiyi gördüm. Sedat Abiyi...

 

Bizim olduğumuz tarafa doğru ilerledi. Elindeki dosyaya baktığından beni fark etmemişti bile. Adımlarım durdu ama o durmadı.

 

Bir süre sonra başını kaldırdı. Beni gördü. "Bade!" diye bana seslendi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

 

"Merhaba ben de tam seni arıyordum." dedim gülümsemeye çalışırken. Koluma baktı." İyi misin? Operasyonda mıydın? Operasyonda olduğundan mı sana ulaşamadım?" dedi koluma ne olduğunu anlamaya çalışarak.

 

"Küçük bir mermi. Önemli değil." dedim ve sustum. O da sustu. Israr etse bile nasıl olduğunu anlatmayacağımı biliyordu. Akay komutana baktı.

 

"Ha doğru ya! Sizi tanıştırmadım." Akay komutana döndüm. "Akay komutanım, bu benim 11 yıllık doktorum Sedat Abi. Kendisi manevi abimdir." Sedat Abiye döndüm. "Sedat Abi, bu da komutanım Akay komutan." dedim.

 

"Memnun oldum." dedi Sedat Abi, Akay komutana el uzatarak. Akay komutansa cevap olarak elini sıktı. "Ben de çok doluydum, seni nasıl araya alacağımı düşünüyordum." dedi.

 

"Kantine gidelim mi? İçecek falan ısmarlarım." dedi. İçecek mi? Ismarlamak mı? Korkuma korku yüklendi. O kadar mı önemli bir şey diyecek ya?

 

"Tamam gidelim." dedim ifademi saklamaya çalışırken. Bir kaç adım attım ama Akay komutan bizimle ilerlemedi. "Komutanım? Gelmeyecek misiniz?" dedim şaşkınlıkla.

 

"Ben burada bekliyorum." dedi cevap olarak. Kurcalamadan kantine ilerledim. Sedat Abi oturunca konuşmaya başladı.

 

.....

 

Artık göz yaşlarımı saklamıyordum. Sedat Abi sandalyemin yanında eğilmiş beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

 

Ne mi dedi? Tıbbi bir şeyler dedi ama anladığım kadarıyla bir benzetme yaparak örneklendirebilirim.

 

Diyelim ki eskiden pasta malzemeleriniz var ama malzemeler orantılı değildi. Un normalden az, süt normalden fazlaydı gibi gibi. Ama şimdi direkt malzemen yok. Öyle diyeyim.

 

Yani eskiden rahimim yumurta hücresi üretiyordu sadece sağlıklı bir hücre değildi ama artık sağlıksız bir hücrem bile yoktu.

 

"Bak iyi tarafından düşün; belki de eskisi gibi üretir hem de sağlıklı üretir. Öyle bir ihtimal de var." dedi beni teselli etmek için.

 

Telefonumdan bildirim sesi gelince aklıma Akay komutan geldi. Onu unutmuştum. Yarım saattir beni bekliyor adam.

 

Hemen ayağa kalktım. Bu hareketimle Sedat Abi afalladı ama o da ayağa kalktı. "İyi misin?" dedi şaşkın bir ifadeyle. "Akay komutanı unuttuk. Gitmem gerek. Ve daha bugün halletmem gereken bir çok işim var." dedim ve elimin tersiyle yüzümü sildim.

 

Sağ kolumu sıktı ama acıtmayacak kadar yumuşak bir şekilde. Hafifçe sıvazladı. "Hakan konusu değil mi? İstersen sen bugün dinlen. Hem operasyondan çıktın, hem vurulmuşsun, hem de tedavin için gereken dozu bugün aldın." dedi gülümseyerek.

 

"Evet Hakan konusu. Dinlenmeme gerek yok. İyiyim ben. Hem kurşun da derinde değilmiş." dedim tebessümüne karşılık vererek. "O zaman ben bugün izin alayım. Seninle geleyim. Aklım sende kalır yoksa."

 

Karşı çıkmadım çünkü kararını vermişti bile. "Tamam. O zaman eve gitmeden önce Hakan'ın evden eşyalarımı da alalım. Sen varken laf bile atamaz." dedim. Kafasını hafifçe sol omzuna doğru indirdi ve kaldırdı. Gözünü yumdu. Bu 'olur' demekti.

 

Kocaman gülümseyip yürümeye başladım. İlk önce lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp kendimi toparlamam için süre tanıdım. Eskisi gibi görününce lavabodan çıktım.

 

Sedat Abi az ileride, sırtı kapıya dönük beni bekliyordu. Hızlıca yanına gittim. Sonrasında ise koluna girip çekiştirdim. "Eve gidince bana senin şu gizli tarifli tatlını yapsana." dedim tatlı tatlı. "Emriniz olur komiser hanım." dedi asker selamı verirken.

 

"Komiser değil, baş komiser. Hıh!" yaptım ve elimi kolundan çekip göğsümde birleştirdim. Sol elini sol omzuma koydu ve kendine doğru çekti. "Pardon baş komiserim." dedi baş komiserim kısmına vurgu yaparak.

 

"Yakında komutanım diyeceksin." dedim elimi beline sararken. "Ha?" dedi şaşkın şaşkın. Bir de aydınlanma yaşadı. "Yoksaaa... Sen ciddisin." dedi bana bakarak. Kafamı aşağı yukarı salladım. "Evet, ciddiyim. Haziran'ın 18'inde başvurular başlıyor."

 

"Ve sen kazanırsın. Çok iyi bir haber. Bunu hemen kutlamamız lazım." dedi sabırsızlıkla. "Dur bi, ilk önce sınavı geçeyim sonra kutlarız." dedim gülerek. Sınavı geçeceğime adım gibi emindim. Zaten 4 senelik meslek hayatımda PÖH'le ortak operasyonlara girmişliğim çoktu.

 

"Kazandığında amma fena kutlama yapacağım haberin olsun. 15 ay görüşemeyeceğiz. Güzel bir uğurlama yaparız." dedi hevesle. "Abartma. Sanki askere uğurluyorsun." dedim ve güldüm.

 

"Peki tedavin için gelebilecek misin? " dedi aniden. Bu soru bocalamama neden oldu. Hemen toparlanıp "Hayır. Gelmem. Zaten tedaviden de bir şey çıkmıyor. Bırakalım da zaman kaderimi belirlesin." dedim ve görüş açıma Akay komutan girdi.

 

Telefona bakıyordu. Yanına gidince Sedat Abi kolunu omzumdan indirdi. Biraz uzaklaştım. "Komutanım gidelim mi? Siz isterseniz direkt asliyeye geçin Sedat Abi benimle gelecek zaten." dedim ama sözümü dinlemeyeceğine adım gibi emindim.

 

"Telefona neden bakmadın?" dedi aniden. "Ne oldu ki komutanım?" dedim sorgulayan bir ifadeyle. "Uzun süre gelmeyince mesaj atmıştım." dedi ama numaramı nasıl buldu?

 

"Numaramı nereden buldunuz?" dedim ve tedirginlikle telefonu açtım. Harbiden bilinmeyen bir numara 'Nerede kaldın asker' yazmıştı. Asker ne alaka ya? Neyse daha mühim meselelerimiz var şuan.

 

"Hatırlatırım; PÖH'te çalışıyorum ve bir saat kadar önce seninle aynı operasyondaydım. Hatta emirlerimin altındaydın. Daha fazlasına gerek var mı?" dedi. "Yok." dedim çünkü yoktu.

 

"Sedat Abi sen kime haber vereceksen ver. Biz seni burada bekliyoruz." dedim. Sedat Abi de bizden uzaklaştı.

 

Akay komutan bana baktı ama ben ona bakmadım. "Hamile olduğun için mi kocandan boşanmıyorsun?" dedi aniden. Kafamı hızla çevirdim. "Ha? Ha-hamile mi? Ben mi? Ne zaman? Ne alaka? Nerede? Nasıl?" dedim şaşkınlıkla.

 

"Nasıl mı? Anlatayım mı şimdi bir de? Ya sabır! Doktorunun kadın hastalıkları ve doğum bölümünden çıktığını fark ettim." dedi bana bakmadan. Şaşkın şaşkın ona bakmaya devam ederken bir anda aklından geçenleri anladım.

 

"Yok daha neler?" dedim ve güldüm. "Ben ve hamile olmak ha?" daha da sesli güldüm. "Neredeee!" dedim içli içli. Bu sefer o bana şaşkın şaşkın baktı.

 

"Ne yani? Neden böyle dedin ki? Sanki 12 yaşındasın. Hatırlatırım kadınların hamile olması normal bir şey. Bu kadar abartmana gerek yok. Değilsen değilsin. Bu kadar şaşırmak fazla değil mi?" dedi ama bilmiyordu ki benim hormonlarım 12 yaşındaki bir ergenden bile daha fazla çocuksu. Başını önüne çevirdi.

 

Boğazıma yumru oturdu. "Özür dilerim komutanım. Aniden sorunca..." dedim ve devam ettirmedim

 

Sessizlik germeye başlamıştı. Neyse ki imdadıma Sedat Abi yetişti. Yanıma gelip "3 gün izin aldım." dedi. Neden o kadar fazla almış ki? Benim raporum zaten 3 gün. "3 günü de benim için almadın değil mi?" dedim şüpheyle.

 

"Senin için aldım. Sen evde olduğun sürece yanında duracağım." dedi itiraz istemez bir sesle. "Sen bilirsin ama ben 3 gün evde duramam. İşe giderim." dedim. Omuz silkti.

 

"Raporun üç gün ve ben üç gün başında duracağım." dedi ve "Hem vakit geçiririz. Ne zamandır doğru dürüst konuşamıyoruz." diye ekledi. Kesinlikle sabah onun yanında değildim. "Sedat abartma bence. Daha bu öğlen konuştuk." dedim göz devirirken.

 

Gecenin karanlığında yürüyorduk ama ne Akay komutanın ne de benim üstüm sokakta dolaşmaya müsaitti. Her geçen bize bakıyor ve irkiliyordu. Bazıları ise bize uzun uzun, hayran hayran bakıyordu. Benim sol kolum açık olduğundan kesin maymun gibi gözüküyordum.

 

"Acaba çelik yeleklerinizi çıkarsanız mı? Yani komutanlarım, ayıp etmek istemem ama herkes korkuyor." dedi Sedat Abi. "Abi çıkarıp ne yapalım gö-" kendimi susturmak adına dilimi ısırdım.

 

"Yani diyorum ki çıkarsak ne olacak. Götürecek yerimiz yok." diye düzelttim. Sedat Abi ise bu halime güldü. "Ay Akay komutanım siz hep Bade'nin yanında olun. Siz varken küfredemiyor, kahkaha atamıyor, laf çakamıyor, bana sataşamıyor, 'Sedat, bugün bir komut-" sözünü kestim. Çünkü devamında 'komutan gördüm, bir yakışıklı bir yakışıklı.' diyecekti.

 

"Sedat Abicim" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Hatırlatırım biz operasyondan çıktık. Silah sesleri başımızı falan ağrıttı. Bu yüzden sussak mı?" dedim tehditkar bir sesle. "Öyle olsun ama sözümü bitirseydim." dedi.

 

Hemen "Sakın!" diye bağırdım. Sessizce gülüp sustu. Eve gelmiştik. Yani eski evime. Yarın bütün eşyalarımı toparlayıp Sedat'ın yanına yerleşecektim. Orada odam da vardı.

 

Sedat benim olmayan abim gibiydi. Abi hissini onla hissettim ama öyle 'beni şefkatle okşuyor' falan diyemem. Dövmüyor da. Ama her abi gibi dalga geçme, rahatsız etme gibi özellikleri vardı. İşte tam bu yüzden onu abim gibi görüyordum.

 

Sedat benden 8 yaş büyüktü. Ben 24 yaşımdaydım o ise 32. Evlenmemişti. Hiç de umursamıyordu. İlla sevgilileri oldu ama çoğu bana dayanamadı.

 

Normalde ben onlara bir şey dedim mi azarlardı ama onlar bana bir şey dedi mi ayrılırdı. Beni üzen, hatta beni üzmemiş olsa bile bana bağırdıklarında, bana laf attıklarında, benden gizli Sedat'a bir şey dediklerinde bile Sedat sevgilisinden ayrılıyordu.

 

Mutlu olsam bile az da olsa vicdanım sızlıyordu. Aralarından Sedat'ı gerçekten seven yoktu ama yine de aklıma 'Ya sevdiyse?' sorusu geliyor üzülüyordum. Ama başka bir sevgili yapınca yine aynı şekilde davranıyordum.

 

"Bade girsene!" diyen sesle kendime geldim. "Bir şey mi oldu düşüncelisin?" dedi Sedat endişeyle. "Aklıma neden bekar kaldığın geldi." dedim ve gülümsedim o ise kısık sesle güldü. "Valla görümceleri inatçı çıktı. Ondan mıdır?" dedi içeri girerken.

 

"Bilmem. Kendisine sormalı?" dedim ama Sedat tek kardeşti. Yani beni saymazsak.

 

"Soralım bakalım." dedi ve bana döndü. "Çok mu inatçısın?" dedi bana. Gülümseyip başımı aşağı yukarı salladım.

 

Etrafa baktım. Her yer dağılmıştı. Yerdeki şeyler ise sadece benimdi. Bir an şokla durdum.

 

Bir an kulağım çınlamaya başladı. Bu adam ne yaptı böyle. Eşyalarımı kırmış, elbiselerimi, pantolonlarımı yırtmış, makyaj malzemelerimin içini çıkartmış, silahımı parçalarına ayırmış, mermilerim yerde...

 

Akay komutan koridorun sonunda içi boşalmış kutuya doğru koştu. İçindeki Türk bayrakları yere saçılmıştı. Akay komutanın ardından ben de oraya koştum.

 

Kutumda yaklaşık 20-30 tane farklı boy ve kumaşlarda Türk bayrağı vardı ve hepsi yere saçılmıştı.

 

Bayrakları öpüp alnıma koymaya başladım. Aynısı Akay komutan da yaptı. Bayrakları önce öpüyor sonra içimden özür diliyordum.

 

Sinirlenmeye başlamıştım. Bayrakları yere atmasaydı sinirlenmezdim ama bu suyu taşıracak o damlaydı.

 

"Öldüreceğim seni Hakan." dedim. Bayrakları kutuya katlamaya başladım. Bir süre sonra Sedat da gelip yardım etti.

 

"Öldüreceğim, öldüreceğim, öldüreceğim. Kimse seni benim elimden kurtaramaz Hakan." dedim kendi kendime.

 

"Ütüleri bozulmuş." dedim dudak büzerek. Katlama işi bitene kadar kimse konuşmadı. Bir kaç dakikaya tüm bayrakları katlamıştık zaten.

 

"Hadi salonu da toplayıp hemen buradan çıkalım." dedi Sedat. Ama ben hala bayrakların ütülerindeydim. "Benim bayrakları ütülemem lazım." dedim ama itiraz edeceğine adım gibi emindim.

 

"Bak, bayrakların böyle olmasını ben de istemem ama Hakan gelmeden evde çıkalım. Yoksa kavga çıkar. Aranızdan birine bir şey olacağına adım gibi eminim." dedi. "Ama..." sözümü Akay komutan böldü. "Aynen sen bayrakları ütüle. Benle Sedat abin hallederiz burayı. Üstünü de değiştirirsin." dedi devam etmeme izin vermeyerek.

 

Neşeyle gülüp odaya girdim. Ütüyü çıkarıp ütü masasına koydum. Bayrakları teker teker ütülemeye başladım. Ütü işi bitince kıyafetimi değiştirecektim ama dolabım boşalmıştı.

 

İçimden 'İnşAllah evden çıkmadan Hakan'la karşılaşırım ve elimde kalmadan medenice dövebilirim. Amin.' diye dua ettim.

 

Kapıyı açıp elimde kutuyla ilerledim. Şuan en sevdiği ve kayıp olan oyuncağını bulmuş çocuk gibiydim. Kutuyu kapının yanındaki dolabın üstüne bırakıp eşyaları toplamaya başladım.

 

Özel eşyalarım bile ortalıktaydı. Direkt özel eşyalarıma daldım. Ne Akay komutan ne de Sedat özel eşyalarıma yaklaşmamıştı. Hatta Akay komutan o eşyalara en uzak yerden toplamaya başlamıştı.

 

"Komutanım çok özür dilerim ya. Sabah kocamla uğraşmışsınız, gece benle uğraştınız, bir de kocamın dağıttığı eşyaları size toplatıyorum." dedim. Utanmaya başlamıştım. Akay komutan cevap vermek yerine derin bir nefes verdi.

 

"Bade, ben bu Hakan piçini öldürürüm. Bütün kıyafetlerini yırtmış." dedi Sedat yırtılan kıyafetlerime bakarak. "Kullanılacak halde olanları al kalanları burada kalsın. Dağıttığı pisliği kendisi toparlasın. Polis formamı da yırtmış. Ben bunun acısını alırım ama mermi ne alaka? Bari silahıma dokunmasaydı." dedim içli içli.

 

Akay komutan polis eşyalarımın olduğu tarafa ilerledi ve bir dosyayı eline aldı. Orada resmi belgelerde vardı. Girdiğim operasyon hakkında bilgiler, gizli bilgiler vardı. "Komutanım durun!" dedim aniden ve o tarafa koştum.

 

Belgelerin önüne, Akay komutanın karşısına dikildim. "Resmi belgeler var. Gizli." dedim ve elindeki dosyayı bırakmasını istedim. Karşı gelmeyerek dosyayı bıraktı. Gelmezdi de. Beni en iyi anlayacak kişi oydu.

 

Elime aldığımda dosyanın içine baktım. Fuhuş yapan bir çeteye yapılacak bir operasyon hakkında bilgiler vardı.

 

"Sedat Abi sen benim bıraktığım kısmı halletsene." dedim Sedat'a bakmadan. "Ben mi?" dedi Sedat Abi şaşkınlıkla. Özel eşyalarım olduğu için şaşırmıştı. "Evet abi, sen." dedim ve gözümle Akay komutanı işaret ettim. "Başka kim olacak?" dedim.

 

Susup eşyalarımı toplamaya başladı. Kısa bir süre sonra gereken her şeyi almıştık. Zaten çoğu kullanılmayacak haldeydi. Alışverişe gitmem gerekiyordu.

 

Kendime sağlam olan kıyafetlerimden alıp odaya gittim. Akay komutana pislik Hakan'ın kıyafetini verecektim. Sedat'ın kıyafetleri vardı ama onları geçen gün annemlere bırakmıştım.

 

Böyle olacağını tahmin etmiştim ama Türk bayraklarını yere atacağını sanmazdım. O kadar şerefsizmiş demek ki.

 

Siyah bir pantolon ve tişört çıkardım. Akay komutana uyar mıydı diye düşündüm ama fazla umursamayıp "Amaan! Olmazsa, olmaz bana ne?" dedim ve Akay komutana götürdüm. "Komutanım isterseniz bunları giyin. Dışarıda daha az dikkat çekeriz." dedim ve kıyafetleri uzattım.

 

Kıyafetleri alıp baktı. "Şurada değiştirebilirsiniz." dedim ve giysi odasını gösterdim. "Tamam." dedi ve odaya girdi. "Sedat Abi gel çıkalım. Kapının önünde bekleriz. Ayağıma bir şeyler batıp duruyor." dedim çorabıma batan şeyi çıkarırken.

 

Batan şeyi çıkarıp baktım. Üstündeki W harfini ve bordo rengini görünce "Olamaz! En sevdiğim rujum." diye bağırdım. "Bittin oğlum sen!" dedim Hakan karşımda varmış gibi.

 

Tam kapıyı açacağım esnada kapı aniden açıldı ve üstüme bir ağırlık çarptı. Hakan alkol almış ve ayakta duramayacak haldeydi. Boynuma kollarını dolamış ayakta durmaya çalıştı ama azrailine tutunmuştu.

 

Kapıya tekme atıp kapattım. Omuzlarından itekledim. "Şimdi elime düştün. Allah'ın sevgili kuluymuşum. Duam yarım saat içinde kabul oldu." dedim gülerek.

 

Yüzüne yumruk attım. "Lan sen kimsin ya? Kendini bir Türk bayrağını yere atabilecek kadar yüce mi sanıyorsun ha!" dedim ve karnına da yumruk attım. Geri geri sendeleyip kapıya çarptı.

 

Abim beni tutmaya çalıştı ama başaramadı. "Abi bırak. Hiç uğraşma elimden alamazsın. Hem sen de dövecektin. Dövsene!" dedim ve bir yumruk daha attım. Dudağı patlamıştı. O da bu sabah benim dudağımı patlatmıştı. Ödeştik.

 

Sedat Abi tutmaya çalıştı ama beceremedi. "Ben dövecektim. Sen adamı öldürüyorsun." dedi beni tutmaya çalışırken. Akay komutan odadan çıkmıştı. Keyifle beni izlemeye başladı. O da Hakan'a nefret beslemişti.

 

Keşke bana yardım etse de Hakan'ı daha az acıyla öldürsem.

 

Sedat Abim belimi tutmaya çalıştı ama kolunu itekledim. "Bade! Bade dur lütfen. Komutanım beni dinlemiyor siz deyin. Siz derseniz durmak zorunda kalır. Benim gücüm yetmiyor." dedi hala beni tutmaya çalışırken.

 

"Tutma beni Sedat. Altı üstü show habere 'Kocasını öldüren cani kadın polis.' diye manşetlerde adım geçer. Hem fena mı olur? Ünlü olurum. Kadınlar benden güç alarak kocalarını döverler, bana edit," yumruk attığımdan sözüm kesildi.

 

Hakan'ın yüzüne bir yumruk daha attım ve sözümü tamamladım. "edit yaparlar." dedim ve Hakan'ı öldüresiye dövmeye devam ettim.

 

"Bade dur." dedi Akay komutan. "Komutanım emrinize itaatsizlik yapmak istemem ama yapıyorum." dedim özür diler gibi ve bir yumruk daha attım.

 

"Bade dur!" dedi bu sefer bağırarak. Durmadım. "Bade dur dedim." dedi ama ben yine durmadım.

 

Adım gibi emindim bana ceza vereceklerdi. Emre itaatsizlik normalde ciddi bir meseledir ama Akay komutan bunu amirlerime söylemez diye tahmin ettim. Neye göre tahmin yürütüyorsan derseniz umut ediyorum diyebilirim anca.

 

"Bade sana dur demiştim!" diye bağırdı Akay komutan. ve belimden yakaladı. Beni kendine doğru çekti ve belime sıkıca sarıldı. "Emre itaatsizlik yaptığının da farkındasın. " dedi kızgınca.

 

Yine emre itaatsizlik yapmış olacaktım ama kaçmaya çalıştım. "Komutanım bırakın lütfen. İlk önce döveyim ki cezamı hak edeyim." dedim nefes nefese. Akay komutanın bileklerini tutup belimden uzaklaştırmaya çalıştım ama beni daha da kendine çekti.

 

"Bade dur. Bu bir emirdir! Ve bir daha emre itaatsizlik yapman dahilinde cezanı arttıracağım."

 

"Komutanım lütfen." dedim yalvarır gibi. Sustu ve çırpınmalarıma karşılık beni daha da kendine çekti. Temasımız çok üst seviyeye gelmişti. Gözlerimi fal taşı açacak kadar...

 

"Komutanım çok yakınız. Söz veriyorum uslu dur-" sustum ve düşündüm. "Tamam uslu durmam ama sizce şuan uslu mu duruyorum?" dedim çırpınarak.

 

Söze Hakan girdi. "Badeeeğ! Sani çok sevyom. Bırahma bani noğlurr!" dedi sarhoş ağzıyla. Akay komutanla aynı anda "Sen bir sus şerefsiz!" dedik. Hakan bana uzanıp bacağımı tutmaya çalıştı.

 

Akay komutan benim yerime koluna tekme attı. "Eğer çok yakınsak senin hareket etmen daha saçma değil mi? Sakinleşene kadar seni bırakmıyorum." dedi ve dudağını kulağıma yaklaştırdı.

 

"Tamam mı asker!" diye haykırdı. Kulağımı omzumla kapatıp. "Emredersiniz komutanım!" dedim ve uslu durmaya başladım.

 

Ellerimi bileğinden çektim. Derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

 

Yok! Beceremiyorum. Sakin falan olamıyorum. Ama bunu Akay komutana söylersem en az bir saat daha bu pozisyonda kalırdım. Zaten ceza verecekti. Ceza vereceğim dememişti ama 'Cezanı arttırırım.' demişti.

 

"Komutanım bir şey sorabilir miyim?" diye sordum sakince. Yada sakin olmaya çalışarak. "Ne cezası vereceksiniz?" dedim masum masum. Ama hiç de masum değildim. "Bilmem. Sen ne istersin? İstek ceza alınır." dedi 'Vesikalık fotoğraf çektirilir.' der gibi.

 

"Peki amirlerime söyleyecek misiniz?" dedim çünkü eğer amirlerimin haberi olursa resmiyete girme ihtimalleri vardı. PÖH sınavında da bu bana zorluk çıkarırdı.

 

"PÖH'e girmek istediğin için hayır." dedi. Bir dakika bunu nereden öğrendi? Daha başvurular bile başlamadı. "Siz nereden bi-" sözümü kesti. "Bir arkadaş seni bana anlatıyordu. Geçen gün seninle konuşurken gördüm. Yani seni tanımıyordum, adını bile bilmiyordum ama geçen gün gösterdi." dedi cevap olarak.

 

"Adı da Furkan." dedi bana hatırlatmak adına. "Aaa nasıl? Furkan Abimle arkadaş mısınız?" dedim şaşkınlıkla. "Evet. Benim timimde kendisi." dediğine daha da şaşırdım.

 

"Yemin edin!" dedim. Ama sonra aklıma komuta asker ilişkisinin içine ettiğimi fark ettim. "Yani gerçekten mi manasında komutanım." diye düzelttim öksürerek.

 

Sedat Abim bu halime gülüyordu. "Ne? Abilik yapsana ya! Seni abilikten reddediyorum çünkü gerçek bir abi benim bir erkekle bu pozisyonda durmama izin vermezdi!" diye bağırdım. O ise pişkin pişkin Akay komutana baktı.

 

"Komutanım bu hala susmuyor. Bakın bir pitbul gibi sinirli." dedi gülerek. "Hem ben senin abin değilim. Sen beni abin sayıyorsun ben de seni kız kardeşim. O yüzden beni değil kendi kararını reddetmen lazım ilk olarak." dedi pişkince.

 

.....

 

Akay Komutanın Bade'yi ilk gördüğü an;

 

Yeni bir operasyon yapılacaktı. Polislerle ortak bir operasyondu. 2 gün önce amirlerle plan için konuşacaktık ve o gün, bugündü.

 

Yolda yürürken Furkan'ı bir kadın polisle konuşurken gördüm. Furkan ilk önce kadını kısa bir süre dinledi. Sonrasında ise bir şeyler anlatmaya başladı.

 

Kadın Furkan'ı o kadar dikkatli dinliyordu ki cebinden not defteri çıkarıp not alacak diye düşündüm. O derece ciddiydiler.

 

Sonra kadın Furkan'a bir kelimelik bir şey dedi. Furkan ise uzun uzun konuştu.

 

Bir süre sonra kadın yine kısa bir şey söyledi ve sarıldılar.

 

Kadın gidince Furkan'ın yanına yürümeye başladım. Kadın merdivenden çıkarken arkasını dönüp "Görüşürüz. Çok teşekkür ederim." diye bağırdı el sallayarak.

 

Furkan'ın yanına gelince "Oooo senin yanında kadın olur muydu ya?" dedim büyük bir imayla.

 

Kadına el salladıktan sonra bana döndü. "Saçmalama!" diye kızdı. "O zaman o kız kim?" diye sordum. O ise göz devirdi. "Hani şu sana sürekli anlattığım 'Kız kardeşim olarak görebileceğim tek kişi.' dedim ya. Ha işte o kız." dedi azarlar gibi.

 

"Pardon. Çok kötü bir cümle oldu. Özür dilerim. Bilmiyordum. Bilseydim böyle demezdim ama bir daha beni iş başındayken azarlama. Şuan hala senin komutanınım." dedim karizmayı çizdirmemek adına.

 

Sonra ise beraber kahkaha atıp karakola ilerledik. "Adı ne?" diye sordum. O ise "Pek bi ilgini çekti." dedi imayla. "Kadınlar ilgimi çekmiyor." dedim ona bakmadan.

 

"Ha erkeklerden hoşlanıyorsun yani." dedi ama erkeklerden hoşlanmadığımı biliyordu. "Ya saçmalama. Biriyle evlenecek olsam o kişi kesinlikle erkek olmaz. İlgi alanım kadınlar ama ne evlenme ne sevgili edinme ne de tek gecelik ilişki düşünüyorum." dedim ciddi ciddi.

 

Harbi ben buna niye ciddi ciddi cevap verdim ki? "Adı Bade. İstersen seninle tanıştırayım." dedi dediklerimi umursamadan. "He aynen ondan." dedim. Bu dediğim 'Seni takmıyorum ne halt yersen ye ama bana bulaşma.' anlamındaydı. Evet 3 kelimeyle 9 kelimelik bir anlam ima ediyorum.

 

.....

 

Bir an Hakan önümde diz çöktü. "Badeeğ! Badeeğ! Lütfen affet baniiiğ." diye yalvardı. "Yav p-" küfretmeden önce kafamı omzumun üstünden Akay komutana çevirdim. "Komutanım, izninizle." dedim ve onay bekledim.

 

Onay gelince "Yav piç! Bir siktir ol git. Anlamıyor musun?" dedim bağırarak. Sonrasında ise daha büyük küfürler etmeye başladım.

 

"Yav ben senin doğduğun günün taa..." küfür. "Seni doğurup büyütürken asla pişman olmayan kişinin taa..." küfür. "Benimle tanışmak için rezervasyon yapmana izin çalışanın anasını, bacısını, dayısını, 7 ceddini ..." küfür. "Ananla babanın seni yaptığı günün gecesini ..." küfür. "Ananın seni düşürmediği her gün için seni ..." küfür. "Ananın seni doğurduğu gün için seni daha fazla ..." küfür.

 

Rahatlamıştım. "Ohh be!" dedim derin bir nefes vererek. Sedat'la Akay komutan ise şoktaydı. Sedat Abi "Ben bile bu kadarını beklemiyordum." dedi ağzı açık.

 

Hakan bir anda ayağa kalktı. "Seninle mi uğraşacağım ben!" diye bağırdı. Akay komutan beni aniden kendisiyle beraber arkaya döndürdü.

 

Bir anda Akay komutanın gövdesi yay gibi gerildi. O an anladım; Hakan bana yumruk atacaktı ve Akay komutan beni arkaya döndürerek korumuştu. Ve bunun ucu ona dokunmuştu. Sırtındaki yumruk daha uzaklaşmadan hızla sol elini belimden çekti ve sırtına uzandı.

 

Sonrasında beni bırakıp önüne döndü. O beni bırakınca Hakan'la Akay komutana baktım.

 

Akay komutan Hakan'ın elini çevirmişti. "Lan ben sana demedim mi? Bir daha bir kadına el kaldırırsan o elini kırarım diye!" dedi bağırarak. Ben şoktaydım.

 

Bir anda Hakan'ı yere fırlattı ve kapıyı açtı. Hakan sesli bir şekilde inledi. "Gelin! Daha fazla bu adamla muhatap olamayacağım." dedi bize bakmadan.

 

....

 

Yazar:

 

Heluuuu. Nasılız? İlk bölüm bu kadardı. 7900 kelime etti toplam. Elimden geldiğince uzun tutmaya çalıştım. Çünkü bu normal bir kitapta 14 sayfa ediyordu. Bir girişe göre fazla olabilir ama... Aması falan yok. Olmadı.

 

neyse sizce bölüm nasıldı.

 

Akay komutanın erkek karakter olduğunu anlamamak namümkün.

Peki Akay komutan hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Kitap asıl 2. bölüm başlayacak. 2 dane En önemli yan karakterimiz gelecek. Biri bu bölümde kısa bir sürede geçti.

8108 kelime

 

 

Bölüm : 26.11.2024 00:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Begüm Cesur / Komutan / 1) GECİKME
Begüm Cesur
Komutan

92 Okunma

23 Oy

0 Takip
3
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...