3. Bölüm

3) KUTLAMA

Begüm Cesur
begumcesur

....

 

Yazarın gözünden:

 

Akay karşısındaki açık yeşil gözlere bakıyordu.

 

Sonradan bütün yüzünü keşfetme fırsatı bulduğunu fark edip yüzünün her kısmını incelemeye başladı

 

Sonradan bütün yüzünü keşfetme fırsatı bulduğunu fark edip yüzünün her kısmını incelemeye başladı. Aralarında komutan ve emir kulu ilişkisi olduğundan bu kadar yakın olmuyorlardı.

 

Keyfini bozan şeyin görüş açısına girmesi o noktaya odaklanmasını sağladı. Dudağındaki yara... İyileşmiş gibiydi ama tam olarak geçmemişti.

 

Dudağına baktığı sürede kendini sorgulayıp kendine 'Bu kızdan hoşlandın mı?' diye sordu ama cevabı pek de güzel değildi. 'Hayır.' kesin ve netti. Maalesef ki Akay komutanımız hiç yanılmazdı ve bu sefer de yanılmamıştı...

 

Bade'den hoşlanmamıştı ama ona acıyordu. Acımamaya çalışıyordu ama olmuyordu. Bir polis yada asker kendine acınmasını asla istemezdi. Akay ise Bade'nin hoşlanmadığı bir şeyi yapıyordu.

 

Bade'yi ilk gördüğünde biraz kızmıştı çünkü herkes onun sınırlarını bilmeliydi. O an ona kızmama şansı vardı, ona anlayışla yaklaşma şansı vardı ama bu sefer de diğerleri onun sınırlarının kolayca aşılıp ceza almadan kaçılabileceğini sanardı.

 

Dudağının köşesindeki yara onu sinirlendirmişti. Kadına şiddete tahammülü yoktu. Hele hele kendine şiddet uygulamasına göz yuman kadınlara asla. İstemsizce eli sıkılaştı.

 

Bade'nin onu izlediğinin farkındaydı ama nereye baktığını gizleme gereksinimi duymadı.

 

Akay sertçe yutkundu ve öksürdü. Ardından hızla Bade'den uzaklaştı. Bade de bu fırsatı aramışçasına Akay'dan uzaklaştı.

 

Aralarındaki sessizlik insanı geriyordu. Ama Akay bu sessizliği bozdu. "Gidelim mi?" dedi Bade'nin yüzüne bakmadan. Çünkü şuan etrafa bakmakla meşguldü. Birilerine böyle yakalanmak istemezdi.

 

Bade de düşünmeden hızlıca "Evet! Lütfen." dedi. O gözünü yerdeki otlara çevirmişti. Utancından ayağıyla toprağı kazıyordu. Kazıyordu derken fazla değil. Üstündeki çimlerin kopmasına sebep olacak kadar kazıyordu.

 

Elleri de tırnağının etrafındaki deriyi soymaya başladı. Onun alışkanlığıydı. Ciddi ciddi derisini soyuyordu. Hatta o kadar çok soyuyordu ki baş parmağının ilk boğumuna kadar kızarıklık vardı. Önceden daha çok soyardı ama sonra bunun için doktora gidip ilaç yazdırdıktan sonra yapmayı bırakmıştı.

 

Bunu tamamen bıraktığını sanıyordu. Çünkü yıllardır sadece en berbat senelerinde parmaklarını soymuştu. Ve bu alışkanlığı yeniden başlamıştı...

 

....

 

Bade:

 

"Kahretsin! kahretsin! Kahretsin!" dedim evde bin dört yüz kırk ikinci turumu atarken. Sedat abim evde değildi ve ben kafayı yiyordum.

 

"O sadece komutanın. Saçmala Bade!" dedim kendime. "1443." diye mırıldandım yeni tura başlarken.

 

Akay'la en son ki görüşmemizin üzerinden iki buçuk saat geçmişti ama etkisi geçmemişti. İkimiz de Fırat'ın yanına gidene kadar susmuştuk. Fırat sessizliğimizden bir şey olduğunu anlamıştı. Arabada ellerimi soymam da bunu kanıtlamıştı.

 

Şuanda bile ellerimi soyuyordum ve baş parmağımın tam ortası kanayınca küfrettim. Tabi bu soymaya devam etmeme engel değildi.

 

Bana yaptığı iyilikler karşısında içimde sadece iki duygu yaşamıştım; Minnet ve sinir... Şuan ise bu sayı üçe çıkmıştı, hatta dört.

 

Şuana kadar ki tüm iyiliklerinde sinirlenmiştim ama bu sefer sinirim kendimeydi. Komutanına aşık olan kendimeydi...

 

Artık onun bana yaptığı iyiliklere karşı minnet, sevgi, umut ve aşk besliyordum. Ve ben bunu istemiyordum.

 

Kapının sesini duyunca kapıya koşturdum. "Abi!" dedim ağlamaklı sesle. Şuana kadar ağlamamıştım ama Sedat'ı görmem sesimin titremesine sebep olmuştu.

 

Kapının üzerindeki anahtarı çıkarmadan boynuna atladım. İlk göz yaşım o an aktı. Şaşırmıştı. Kapıdan anahtarı çıkarmadan elini anahtardan çekti. Sırtıma koyup sıvazladı.

 

"Abim?" dedi şaşkınlıkla. "İyi misin? Bu kadar önemli olduğunu söyleseydin daha erken gelirdim." Yoldayken eve gelmesini söylemiştim ama işlerinin olduğunu söylemişti. Fırat abime ise bunu anlatamazdım.

 

"Değilim, iyi falan değilim." dedim ağlayarak. "Sakin ol. Ne oldu? Gel oturalım doğru düzgün konuşalım." dedi. Ben de ondan ayrılıp kapıyı kapatmasını bekledim.

 

Kapıyı kapatıp elimi tuttu. "Gel hadi." dedi yumuşacık bir sesle. Elimi tutmasının verdiği güçle kafamı sallayıp burnumu çektim. Odama getirip yatağıma oturttu. Kendisi tekerlekli sandalyeme oturup bana yaklaştırdı.

 

"Dur ben sana bir su getireyim." dedi ve ayaklandı. Yarım dakika falan sonra geri geldi.

 

Suyu elime doğru uzattı. Suyu aldım ama o parmaklarımdaki soyulmaları görmüştü. Benim yolmalarım öyle tırnak köşesindeki etleri yolma değildi. Ciddi manada parmağımın ilk boğumlarına kadar deri bırakmıyordum.

 

Suyu içmemi bekledi. Suyu içince hemen elimden alıp masaya koydu. Elimi tutup avuç içini yukarı kaldırdı. "Kızım delirdin mi? Yıllarca bunun izlerinin geçmesi için uğraşmıştın. O kadar önemli ne oldu?" dedi merakla yada endişeyle. Çözememiştim. Hiç bir şeyi anlayamıyordum.

 

"Abi ben aşık oldum." dedim ağlamaklı sesle. Kaşlarını çatıp gözlerini kıstı. "Ne?" dedi şaşkınlıkla. "Doğru duydun." dedim sol elimin parmağının derisini soyan sağ elime bakarak.

 

"Bu kadar tantana bundan mıydı?" dedi seslice ve hızlıca sandalyeden kalktı. Sandalye kalkışının hızıyla masama çarptı.

 

Ben de ayağa kalkıp abimin kolunu tuttum. "Abi gerçekten tahmin ettiğin gibi değil." dedim dudak bükerek. Kaşları daha da çatıldı.

 

Yerine yavaşça geri oturdu. "Ne yaptı sana şu aşık olduğun şerefsiz adam?" dedi. Akay'ın bir şey yaptığını sanıyordu. Yani daha aşık olduğum kişinin Akay olduğunu bilmiyordu ama neyse.

 

"Bir şey yapmadı." dedim o ise inanmadı. "O yüzden aşık oldun. Hiç bir şey yapmadığı için..." dedi ters ters. "Yapmadı, yapamaz da." dedim ama yine inanmadı. "Garantisi?" dedi garantisinin olmadığını belirterek.

 

"Garantisi var. Çünkü o komutanım! Sıkıntı da bu! Komutanıma aşık oldum. Daha aşka inanmazken en aşık olmamam gereken kişiye aşık oldum!" dedim bağırarak.

 

Gözleri bu sefer fal taşı gibi açılmıştı. "Ha?" dedi sesli bir şekilde. Şaşırdığı için sesi yüksek çıkıyordu. "Evet. Doğru duydun. Akay komutanıma aşık oldum. Ama bunu sakın Fırat'la Furkan Abime söyleme. Onların komutanı. Onlar duygularımı bilirlerse Akay komutana normalden daha değişik davranırlar. Bu onlara sıkıntı çıkarır ama sana çıkarmaz." dedim.

 

Hala şaşkındı. "Bir dakika." dedi ve başını sola çevirip güldü. Ama gülüşü sinirdendi. "Sen şimdi iyi bok yiyip komutanına aşık oldun, sonra aşık olduğun için sinirlendin, üstüne zorla bıraktığın parmak soyma alışkanlığına yeniden başladın, üstüne de bana 'Furkan abimlere söyleme.' diyorsun. Doğru anladım değil mi?" dedi sinirle.

 

Bakışımı yine ellerime çevirip sessizce "Evet." diye mırıldandım. Yine ayaklandı ama bu sefer sandalyem yere yapıştı.

 

Odamdan hızla çıkıp kapımı sertçe çarptı. Neye sinirlendiğini anlamamıştım ama bana kızmamak için yanımdan gittiğine emindim.

 

Bir kaç saat hiç konuşmadık. Hatta onun yanıma gittiğimde bulunduğu odayı değiştirdi.

 

Odamda yatağımın köşesine sinmiştim. Ellerimi soyuyordum.

 

Beni üzen, sinirlendiren şey aşık olmam değildi. Komutanıma aşık olmamdı. Ondan uzak durmalıydım. Kendimi kaptırma gibi bir gaflete düşersem mesleğim de sıkıntıya düşerdi.

 

Halbuki hayalim asker bir kocaydı...

 

Telefonuma gelen bildirim sesiyle telefona döndüm. Abim atmıştı. Malum kendileri bana sinirli olduğundan dolayı benle konuşamıyordu.

 

Sedat Abim

Yemeğe

 

Mesajı okuyunca odamdan çıkıp mutfağa girdim. Sürahiye su dolduruyordu. Yemekleri her zamanki gibi o yapmıştı. Ben çoğunlukla ya nöbette olurdum ya da gün boyu koşturduğum için yorgun olurdum.

 

Bana kıyamazdı ve yemeği kendi yapardı. Bana bir kere bile yaptırmamıştı. Hakan'la evlenene kadar... Hakan'la evlendikten sonra işim çok zorlaşmıştı. Hem işte suçluların peşinden koşuyor hem de ayyaş bir kocanın peşinden koşuyordum. Üstüne ev işlerine bir kere bile el attığını görmemiştim.

 

Ama müjdeli haberse bir hafta sonra mahkememizin olmasıydı.

 

Masaya oturup çorbamı içmeye başladım. Yani içmiyordum ama karıştırıyordum. Dudaklarım bükük şekilde abime döndüm. "Fırat abim bugün de mi nöbetteymiş." dedim. O ise konuşmak yerine baş salladı ve yerine oturdu.

 

"Hımm Peki." dedim üzgünce ve önemli işime geri döndüm. Çorba karıştırma işine...

 

Abime odaklandım. Bir süre sonra başını bana kaldırdı. Milli ne bakıyorsun baş hareketini yaptı. İyice dudaklarımı büzdüm.

 

Oflayıp göz devirdi. "Desene biz aşık olmamışız. O kadar berbat bir duygu mu?" dedi. Bu beni affettiğinin işaretiydi.

 

Hemen tebessüm ettim. "Canım abim eğer aşık olsaydın ben dedim diye bırakmazdın." dedim gülerek. "Yoo! Yine bırakırdım." dedi kendinden emin bir sesle.

 

Ağzıma çorbadan bir kaşık atıp "Eğer aşık olsan ben sevmedim diye bırakmaz bana sevdirmeye çalışırdın." dedim. Bir süre düşündü. Sonra "Mantıklı!" dedi. Kıkırdadım bu halimize.

 

Bir kaşık çorba daha almıştım ki karnıma saplanan ağrıyla duraksadım. Yutkunup çorbamı bıraktım. "Ben gidiyorum." dedim ve yavaşça ayağa kalktım.

 

O "Nereye?" derken ben mutfaktan çıkmıştım bile. Lavaboya girdiğimde gördüğüm görüntü hem şaşırttı hem şaşırtmadı. Adet olmam normaldi. Fazla duygusallaşmıştım. Beni şaşırtan şey benim adet olmamdı. Yani benim bilimsel olarak adet olmamam gerekiyordu. Abim mi yanlış anlamış acaba?

 

Yemeği pas geçip dolaptan çikolata aldım ve odama geçtim. Çikolata hep karın ağrımı geçirirdi. Yatağın köşesine geçip çikolatamı kaşıklamaya başladım. Bir kaç dakika sonra odamın kapısı tıklatılıp açıldı.

 

Abim omzunu kapıya yaslayıp ellerini göğsünde bağladı. Alaylı alaylı gülüyordu. Ters bir bakış atıp çikolatama geri döndüm.

 

Sırıtarak izlemeyi kesmedi. "Ne var?!" dedim sinirle. Kıkırdadı. "Sus be! Bunun neyi komik." dedim. Doktorum olduğundan regl olduğumu anlamaması imkansız ötesiydi.

 

"Komik değil ama sevindirici." dedi. 'Kesin' der gibi yüzümü ekşittim. "Gerçekten. Bu demek oluyor ki yumurtalık üretiyormuşsun." dedi. Ay ne mutlu bana! Kadınım ve yumurtalık üretmeme sevinmem gerekiyor!

 

"Gel de benim açımdan bak." dedim. Hemen gülen ifadesini sildi. "Yok almayayım. Ben o ağrıya dayanamam." dedi.

 

Biz kadınları en iyi Sedat anlardı. Kadın doktoru olduğundan ağrımızı tahmin edebiliyordu.

 

"O zaman sus ve çikolata al. Bu bitti." dedim çikolatanın boş olan içini gösterirken. Masum masum baktım. Bir bana bir de çikolataya baktı.

 

"Tamam." dedi ve omzunu kapıdan çekti. "Kontrole bitince gelirsin." dedi arkası dönük ilerlerken.

 

Kapının sesini duyunca "Şey de al!" diye bağırdım. Anladı ama anlamamazlıktan geldi. "Şey?" dedi. Güldüğünü buradan hissediyordum. "Bağırttırma bana!" dedim sinirli sinirli. "Tamam, tamam. Alırım." dedi ve kapının kapanma sesi geldi.

 

Fıtı fıtı koşup mutfağa girdim. Dolabın buzluk kısmını açtım. İçinde bir tane dondurma vardı ama gıcık abim yetişemediğim yere koymuştu.

 

Normalde boyum kısa değil ama bizim buzdolabının da maşallahı var. En üst rafına yetişebiliyordum ama aynı rafın en arkasına yetişemiyordum.

 

"Abi!" diye bağırdım. Yere oturup bağdaş kurdum. Buzluğun kapağını da kapatmadım. Yarım saat boyunca hareket etmeden çatık kaşlarla abimi bekledim. Yaklaşık 35 dakika sonra abim geldi.

 

Kapının kapanma sesini duyunca vücudumu dikleştirdim. Konuşma sesleri duydum ama yine de yerimden kıpırdamadım. Sesler yaklaştı. Daha da yaklaşınca Sedat abimin konuştuğunu anladım. Yanındaki ses çok garip geliyordu. Tanıdık ama bir o kadar yabancı...

 

Başka bir kapı açılma sesi duydum. Bu benim odamdı büyük ihtimalle çünkü mutfağın gerisinde lavabo, oturma odası ve benim odam vardı. Oturma odasının kapısı her daim açık kalırdı, lavaboya sohbet ederek girmeyeceklerine göre geriye sadece benim odam kalıyor.

 

Bir süre sessizlik oldu. Sonra buraya gelen adımlarını işittim. Gözlerimi kısıp gelmelerini bekledim. Umutlarım yanında arkadaşının olmamasıydı çünkü rezil rüsva olabilecek bir tipim vardı.

 

Bir kaç saniye sonra kapıda Sedat abim ve yorgun yorgun bakan Fırat belirdi. Başta şaşkın şaşkın baktılar sonrasında ise güldüler. Ama Fırat'ın sesi kısılmıştı. İfademi toplayıp ayaklandım.

 

"Sesine ne oldu senin?" dedim endişeyle. O anda gülüşü soldu. Yüzüne öfke yüklendi.

 

"Ne olacak?! Malın tekine gece gece intihar perileri gelmiş. Oraya gittim. Salak adam 3. kattan atlayınca gebereceğini sanıyor. Ona bağırmak zorunda kaldım. Gece gece megafon kullanmamamı söylediler. Neymiş 'Yakınında zaten. Sesini duyar.'" dedi sinirli sinirli.

 

Tebessüm ettim. "Kendini dizde sanıyor malak. Bir de eşimi getirmezseniz atlarım diyor. Tutacaksın ensesinden aşağı fırlatacaksın. Küfretmeyeceğim diyorum ama mümkün değil!" Sedat abimle ben Fırat'ın bu sinirine kahkaha attık.

 

"Eşini mi getirdiniz? Nasıl ikna ettiniz?" dedim alayla. "Ne getireceğiz be! Adam alkolikmiş. Karısını dövmeye kalkışmış, karısı da bunun kıçına vurmuş tekmeyi. Sivil iki polis gizlice adamın evine girdi. Balkondan yaka paça aldı. Şuanda nezarethanede." dedi gülerek.

 

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. İntihar etmeye kalkıştığı için nezarethaneye atamazlardı. "Merak etme. Adamı intihar etmeye kakıştığından değil karısını dövdüğünden nezarethaneye attım. Bir de polise zorluk çıkardığından. Birkaç gün nezarethanede misafirimiz. Sonrasında ise mahkemeye karısını dövdüğü için çıkacak. Kalan iş hakimde." dedi büyük bir huzurla.

 

Sedat abime dönüp kaşlarımı çattım. Bu halime güldü. Biz konuşurken dolabın kapağını kapattığını fark ettim.

 

"Ver şunu!" dedim ve elindeki poşeti hızla çektim. Giderken de "Sakın dondurmayı almaya boyumun yetmediğini sanma! Ben kendim ulaşmak istemedim." dedim ve odama girdim.

 

Çikolatamı yiyip huzurla uyudum.

 

....

 

Yazarın gözünden:

 

Fırat'la Bade'nin cezalarının bitmesine son bir kaç saat kalmıştı. 4. geceydi ve Bade yine uyuyordu.

 

Fırat'ın omzuna yaslanmış, bacak bacak üstüne atıp uykuya dalmıştı. Şuanda bulundukları büyük masada sadece ikisi vardı. Karşılarındaki tekli masada ise siber ekipten Melis vardı.

 

Fırat içinden yeni bir görev gelmemesini istiyordu çünkü nöbetteki diğer iki meslektaşları başka bir görevdeydi. İhbar gelirse iş Fırat'la Bade'ye kalacaktı. Fırat da Bade'nin uykusunun bölünmesini istemiyordu. 3 gündür bütün işleri Fırat'a bırakmamak için direnmişti ama bu gece haddinden fazla yorgundu.

 

Zaten mahkeme işleri de olduğundan sabahları izin alıp avukatıyla görüşüyordu. Bugün ise diğer sabahlardan daha yorucu geçmişti. Diğer günler sıradan konuşmaları oluyordu ama bu sefer darp raporu vesaire derken işleri uzamıştı.

 

Fırat ceketini kardeşinin üstüne örtmek için tamamen uyumasını bekliyordu. Şuanda örterse kardeşi derin olmayan uykusundan uyanırdı. Zaten Bade'nin uykusu asla derin olmazdı. Bir de daha uyuyalı on beş dakika olmuştu. Uyanması muhtemeldi.

 

Karşısındaki Melis'in ayaklandığını gören Fırat, içeri giren kişiye baktı. İçeri girenin Akay komutan olduğunu görünce ayağa kalkmayı hatta Bade'yi uyandırmayı düşündü. Bir komutanın önünde uyumak bir polise yakışmazdı.

 

Akay komutan Fırat'ın ayaklanmaya çalıştığını fark edince oturması için işaret verdi.

 

Bade'nin suratını daha görmemişti. Hatta o kızın Bade olduğunu ihtimal vermiyordu çünkü onun bildiği Bade'nin cezasının dün bittiğiydi.

 

Akay komutanın aynı çete hakkında başka bir görev hakkında Erdem Amir'e bilgi vermesi gerekiyordu.

 

Bir tane daha operasyon olacaktı ama bunda Bade olmayacaktı. Hem o gün mahkemesinin oluşu hem de yarasının daha yeni iyileşmesi buna engel olmuştu.

 

Akay komutan ilerleyip Bade'yi görünce kaşlarını şaşkınlıkla çattı. "Sizin cezanız dün bitmeliydi." dedi Fırat'a soru sorma amaçlı.

 

"Erdem amir cezamızı arttırdı komutanım." dedi fısıldarcasına. Akay'ın kaşları daha da çatıldı. "Cezamız?" dedi mız kısmına vurgu yaparak.

 

"Bade sayesinde ben de cezaya ortak oldum." dedi Fırat. Akay alayla tebessüm edip Bade'ye baktı.

 

Bade siyah, dar pantolon giymiş, üstüne de polis tişörtünü giymişti. Bade'nin pek de abartılı kalçaları var diyemezdik ama Akay'ın baktığı nokta da bu değildi zaten. Arka cebinden düşmek üzere olan fotoğrafa bakıyordu.

 

Tabi Fırat bunu bilmiyordu. Akay'ın baktığı noktayı görünce ceketini hızla üstünden çıkarıp Bade'nin üstüne örttü. Akay buna daha da güldü ve Fırat'a baktı.

 

Fırat'ın çatık kaşlarını görünce asıl girmesi gereken odaya döndü. Sırtı Fırat'a dönükken kapıyı çaldı.

 

Fırat'ın karşısındaki adam komutan olmasa ağzına yumruğu çakmıştı. Sinirleri bozulmuştu. Çenesi seğirdi.

 

Erdem Amirin odasının içinden "Gel!" diyen ses duyulunca Akay komutan Fırat'a baktı. Yanlış anlaşıldığının farkında bile olsa umursamıyordu. "Fotoğraf düştü. Yanında taşıdığına göre önemli biri." dedi ve odaya girdi.

 

Fırat birkaç saniye şaşkınlıkla durdu. Sonrasında ise aklına Mehmet amca geldi. Bade'nin babasıydı. Büyük ihtimalle Bade yanına onu da almıştı.

 

Bade'nin herkesten gizlediği bir alışkanlığıydı bu. Günü kötü veya yorucu geçti mi babasının fotoğrafını cebine koyardı. Eğer uyandığında huzursuz hissediyorsa da aynısını yapardı. Bu alışkanlıktan manevi abilerinin bile haberi yoktu.

 

Fırat fazla hareket etmeden yere baktı. Gerçekten de Mehmet amcanın fotoğrafı yere düşmüştü. Utançla fotoğrafı yerden alıp kendi cebine koydu. Bade uyanınca verecekti.

 

Zaten komutanını yanlış anlaması onu fazlasıyla utandırmıştı.

 

Yarım saat boyunca hiç bir hareketlenme olmadı. Melis'e nöbetteki diğer arkadaşlarını sorduğundaysa Melis'ten "Bulundukları noktaya yakın bir yerde gasp olayı olmuş. Ona gitmişler." cevabını almıştı.

 

Erdem amirin odasından Akay'la Erdem amir çıkınca Fırat bu sefer yavaşça ayağa kalktı. Bade'yi uyandırmadan ayağa kalkmaya başarmıştı ama telsizin sesi Bade'nin uykusunun aniden bölünmesine sebep oldu.

 

Bade telsizi hemen alıp ayağa kalktı. Akay komutanı görünce hayal olduğunu sandı ama umursamadan telsize döndü.

 

Fırat'la beraber telsizi dinledikten sonra Melis'e baktılar. Melis ayaktaydı ama bilgisayara doğru eğilmiş koordinatları Bade'ye yolluyordu.

 

"Fatih'te 20 kişilik silahlı çatışma çıkmış. Tam adresi yolladım. Hızlı olun. Yaralı varmış ve ambulans çatışmadan dolayı sokağa giremiyormuş. Sizinle birlikte gidecek iki ekip daha olacak ama sizin acil gitmeniz lazım. Onlar sizden birkaç dakika sonra varabilirlermiş." dedi aceleyle.

 

Akay'la Erdem amir Melis'i duymuşlardı. Bu her geceden biraz daha farklı bir olaydı. İstanbul'da her gece gasp, hırsızlık, kavga çıkıyordu ama 20 kişilik silahlı kavga her gece çıkmazdı.

 

Fırat'la Bade Erdem amire izin ister gibi baktı. "Hızlı olun!" dedi Erdem amir. Bu emir üstüne "Emredersiniz!" dediler ve koştura koştura karakoldan çıktılar.

 

.....

 

Çatışmayı elbette tek başlarımızaa durduramadık. Hatta çevik kuvvete gerek duyuldu. 1 saat içinde çatışma durduruldu ama daha ifadeleri alınacak, olay yerindeki kovanlar kanıt için toplanacak, yaralılardan ayrı ifade alınacak, olay yeri tanıklarından ayrı ifade alınacak, olay yerinin korunması sağlanacaktı...

 

Daha neler neler. Şükür ki benle Fırat'ın ifade alması gerekmiyordu. Onlar olay yeri inceleme işini bitirene kadar sokağa giriş çıkışları koruyacak ve görgü tanıklarından ufak bir kaç bilgi alacaktık.

 

Tüm İstanbul bu gece bu çatışmayla inlemişti. Anladıklarına göre husumetli 2 çete karşılaşmıştı.

 

Bu sene çetelerin arttığı açık açık belliydi. Bu bütün İstanbul'un canını sıkıyordu. Neyse ki çoğu küçük çeteydi. Birkaç operasyonda işleri bitecek kadar... Ama büyük olan birkaç çete polislerin operasyonuyla bitirilecek gibi değildi. Özel kuvvet gerekiyordu. Bu gece ki çete için de özel kuvvet işe el attı.

 

Biz geldikten 15-20 dakika sonra Akay komutan ve ekibi de gelmişti.

 

Ben şuanda bir tanığın ifadesini almakla meşguldüm. Ben sorular soruyor yanımdaki iki genç memur ise ifadesini not alıyordu. Fırat başkasının ifadesini alıyordu.

 

Çevik kuvvetten bir ekip burada kalıp sokağa girişleri kalkanlarıyla kapatmışlardı.

 

"Saat kaç civarı başladı demiştiniz?" diye sordum karşımdaki adama. "Gece. Gece 5'te. Birden silah sesleriyle uyandık. Korkuyla bir süre camdan dışarı bakmadık ama silah sesleri kesilmek yerine arttı." dedi endişeyle.

 

"O zaman çatışmayı başlatanı da görmediniz?" dedim. Kafasını aşağı yukarı salladı. "Evet görmedim. Ama nasıl görebilirdim ki? O an korkudan başka bir şey hissetmedim. Allah seni inandırsın ki öyle bir sesti ki kulaklarım beş dakika aralıksız çınladı. Öyle böyle bir ses değildi. Ardından silah sesleri artınca..." falan filan ıvır zıvır bir kaç soyut şey söyledi.

 

Açık konuşacağım; sivillerin böyle duygularını bize yarım saat dökmeleri hiç işimize yaramıyor hatta zamanımızı alıyorlardı. Tabii onlar da haklı. Çok korkuyorlar normal olarak. Onlara kızamam ama bize daha çok yardım etmeleri için kısa ama net cevap vermeleri gerekiyordu.

 

Karşımdaki 50 yaşlarındaki adamı dinlerken iki silah patladı. İkisi de dibimden geçtiğini anlamam için müneccim olmama gerek yoktu. Belimdeki silaha hemen el atıp arkamdaki ses gelen noktaya döndüm.

 

Bir adam omzundan vurulmuştu. Ve eğer yanlış anlamadıysam beni vurmaya çalışmıştı. Yada tanığı. Hiç bilemiyorum ama tanığın önünde ben vardım. Yani tanığı vurması için benim aradan çekilmem lazımdı.

 

Önüme dönüp onu vuranın kim olduğuna baktığımda vuranın Akay komutan olduğunu fark ettim. "Mermi birisine denk geldi mi?" diye sordu. Kimseden ses çıkmayınca azarlamaya başladı.

 

Malum şuan etrafım çevik kuvvet ve PÖH doluyken beni koruyan kişi aramızdaki en rütbeli olanımızdı. O vurana kadar çevik kuvvet ya da PÖH'lerin o adamı çoktan etkisiz hale getirmiş olması lazımdı.

 

"O adam bu sokağa nasıl giriş yaptı?! Kendini tanık gibi gösterdiyse neden yanında polis yok?! Neden üstü aranmadı?!" diye azarlamaya başladı. On beş dakika süren azarı insanı deli edebilirdi.

 

Tam sustu demişken. "Bir tanığı vursaydı kim hesap verecekti? Bade vurulsaydı kim, nasıl, hangi yüzle amirlerine hesap verecekti?! Meslektaşınız şehit düşse ne yapacaktınız?! HA?!" dedi daha sesli bir şekilde. Sokağı inletmişti. Bütün herkesin yüzü yere bakıyordu.

 

Akay biraz da olsa sakinleşince Furkan abim yanıma geldi. O da Akay'ın timden olduğundan buradaydı.

 

"İyi misin? Mermi dibinden geçti, bir yerine gelmedi değil mi?" deyip vücuduma baktı. Kan falan göremeyince rahatladı ama o da elimi fark etti. Elimi tutup parmaklarıma baktı. "Ellerin? Yine mi? Ne oldu?" dedi telaşla ama ben ona bakmıyordum. Ben sinirli sinirli sokakta tur atan Akay'a bakıyordum.

 

"Furkan komutanım, Akay komutan çok sinirli." dedim rütbeyle. İkimizin de yan yana olup işimizde olduğumuz an azdı. Ama o az zamanda dahi rütbedeydik. O benden üst rütbe olduğundan bana 'Bade' de derdi isterse. Ama ben 'Komutanım' hitabını eklemek zorundaydım.

 

Akay komutana baktı. "Evet. Gayet normal. Ben olsaydım ben de kızardım. Az bile kızdı. Bu kadar dikkatsiz olmamız başımıza iş açacak. Buna adım gibi eminim." dedi. Yanılmasını umut etmekten başka umudum yoktu.

 

"Sen onun yanına git bence yoksa birimizin kafasına sıkacak. Çok sinirli olduğu silahı kavramasından belli oluyor." dedim.

 

"Siz en son kavgalı değil miydiniz? Neden bu kadar önemsedin?" dedi Abim bizim en son ki AVM olayından sonra görüştüğümüzü bilmiyordu. Fırat ne olduğunu kavrayamamış, Sedat'a ise daha ayrıntılı anlatmamıştım.

 

"İşte tam da o yüzden. Zaten kavgalıyız, ilk önce benim kafama sıkar." dedim geçiştirerek. Çenemden hafifçe tutup kendisiyle göz göze getirdi. "Sen de bir haller var. Elleri soymalar, beni geçiştirmeler..." dedi düşünceli bir şekilde. Tek umudum anlamamasıydı.

 

"Kötü bir gün diyelim. Hem Sedat abime anlattım. Ona sorarsan kötü bir şey olmadığını sana anlatır." diyerek yalanıma Sedat'ı da ortak ettim.

 

O da Sedat deyince üst elemesi çünkü benim 3 abim de birbirlerine kendilerinden çok güveniyordu. Çünkü hepsinin alanı farklıydı. Eskiden de dediğim gibi eğer bir konuyu Fırat'a değil de Furkan abime anlattıysam ve Furkan abim de Fırat'a bu konu hakkında bilgi vermediyse Fırat o konuda yardımının gerekmediğini anlar ve sorgulamazdı. Eğer konu ciddiye binerse de illa aralarında bilgilendirme yaparlardı.

 

Hatta bence aralarında anlaşma bile yapmışlardı. Çünkü bir grup anca bu kadar güzel birbirine ayak uydurabilir.

 

Düşüncelerime Akay'a bakarken daldığımın farkında bile değildim. Abim bilerek önüme geçti. "Tamam ben geliyorum. Sen de işine dön!" dedi. Ben de rütbeden dolayı "Emredersiniz!" demek zorunda kaldım.

 

Az önce giden 50 yaşlarındaki adam baktım ama şuanda göremiyordum. Fırat'ın "Tamam amca. Teşekkr ederiz, sen işine dönebilirsin." diyen sesini duydum. O tarafa bakınca aradığım amcayı gördüm. Benim yerime o bakmıştı.

 

Bana bakınca göz göze geldim. Şımarık şımarık güldüm. Fırat şımarmamdan nefret ederdi. Ben de bu yönünden dolayı diğer iki abime şımarıklık yaptığımın iki katını Fırat'a yapıyordum.

 

Yüzünü ekşi tip yabıma yürüdü. Yanımdaki gence bakıp "Sen git. İfadeleri ben not alırım." dedi. Yanında olammı istiyordu. Ses etmedim.

 

Genç polis direkt "Ama komiserim bu sizin-" diyordu ki sözü kesildi. İfadeleri not alan kişi komiserler olmazdı ama Fırat almak istemişti. "Orasını ben bilirim." diye geçiştirdi. Polis de gitti.

 

Bana bakıp "Sen ifadeleri al ama daha dikkatli ol bu sefer. Akay komutana dua et." dedi.

 

Eğer vurulsaydım abim ler ne yapardı diye düşündüm de... Kalsın!

 

Fırat benim iyileşmemi beklerdi. Benim iyi olduğumun haberi gelirse beni polisliği bırakmam için ikna etmeye çalışır ben kabul etmeyince etrafımda çelik yelek gibi beni korurdu. Hatta koruma derken öyle böyle değil. Arkadaşlarımla buluşmaya bile benimle gelirdi. Eğer şehit düşseydim... Kafayı yerdi kısaca. Hayata küserdi çünkü onu bu hayatta tutan şey de sadece bendim.

 

Sedat abim Akay konusunu bildiğinden Akay'ı dövmeye kalkışırdı ve Akay da karşılık vermezdi çünkü bunda onun da suçu olurdu. Biz polisler yeri geldiğinde bize yapılana susmayı öğrenirdik. Sabırlı insanlardık.

 

Furkan abime gelirsek, o burayı cehenneme çevirmiş, özel harekat-çevik kuvvet demeden hepsinin ağzına sıçmıştı. En doğru tabiri buydu.

 

Ben de en sonunda bir gören tanığının ifadesini almaya başladım. Fırat adamın dediklerini not alıyordu.

 

Bütün tanıkların ifadeleri alınınca rahat bir nefes verdim. Eve gidip saatlerce uyumazsam en adi şerefsizim.

 

Bakışkarım Akay'a kaydı. Hala sinirliydi. Furkan abimi dinlemiyordu bile. Kulağıma onun sinirli sesi geldi. "...çeteleri çok arttı. Zaten çok sinirliyim bir de üstüne bunlar geliyorlar. Şu çete işleri ne ayak ya? Her önüne gelen mafya babası olmak istiyor. Fazla mı kurtlar vadisi izlemek bu piçler. İstanbul gibi bir yerde böyle davrandıklarına göre kurtlar vadisinin tüm bölümlerini ezbere biliyorlardır." dedi sinirli sinirli.

 

Ellerini saçına attı, saçlatının dibini hafifçe çekiştirip dudağını dişledi. Sinirlenince dudaklarını yiyordu. Bunu fark etmek zor değildi.

 

Bir anda tamamen bana dönünce onu izlediğimi fark etti. Siniri kısa bir an kalkıp yerine şaşkınlıkla oturdu. Ben de hemen gözlerimi kaçırıp Fırat'a saçma sapan şeyler dedim. Ne dediğimi ben bile duymamıştım ama Akay komutan duymuş gibiydi.

 

Ya sabır dercesine başını Furkan'a çevirdi. Bir şeyler fısıldadı Furkan'a. Furkan abim onu dinledikten sonra bana döndü. Gözlerini kısıp şüpheyle beni izledi. Bana bakarak Akay komutana bir şeyler söyledi ama anlamadım.

 

Yanaklarıma vuran ısıyı hissetmemem imkansızdı. Utandığımı hissediyordum ki aklıma utanmaz biri olduğum geldi.

 

Şımarık şınarık abime güldüm. Sinirli olmaya çalıştı ama beceremedi. Dudağının bir tarafı usulca havalandı. Ben de daha çok gülümsedim. İşaret dilinde 'Müsadenle ağzına sıçacağım, şımarmayı bırak.' dedi.

 

Daha çok güldüm. İşaret dilinin alfabesiyle 'Yav he-he' dedim. Bunu Akay komutandan anlamıştı çünkü harfler bariz bir şekilde belliydi. 'Sen ve bana kızmak? Güldürme beni.' dedim.

 

Tek kaşı imayla havaya kalktı. 'Önceden kızmadım mı? Şimdi de kızarım.' dedi. Evet bana önceden de kızmışlığı vardı ama o durumlar biraz farklıydı.

 

Lisede okuldan kaçıp sevgilimle konuştuğumda, abimin bütün donlarını odasına dağıtıp kadın olan bütün polis arkadaşlarını eve davet ettiğimde ve üniversitede bir profosöre yavşadığım için okuldan ceza aldığımda. Ama sonıncusu yanlış anlaşılmaydı.

 

'Onlarla bunları eşdeğer tutma istersen. ' dedim. Kafasını 'yani' dercesine salladı. Akay komutan bir Furkan'a bir benim hareket ettirdiğini ellerime baktı.

 

Sonra ise duyabileceğim bir ses tonunda "Oğlum sen işaret dili mı biliyorsun? Bana neden söylemedin lan?!" dedi abime şaşkın şaşkın. Abim gözlerini benden çekip Akay komutana güldü. Benim hala onları izlediğimi fark edince kafasını 'Haydi işine dön!' dercesine salladı. Elimi başıma götürüp asker selamı verdim. Sonrasında ise gülüp önüme döndüm.

 

Bir anda arkadan "Komutanım burada bir not var!" diyen bir PÖH sesi ilişti. Heybetli biriydi ama gençti. Yani benden gençti.

 

"Kim yazmış? Adı yazıyor mu?" dedi Furkan abim. "Evet. Adı... " dedi ve kağıttaki yazıyı okumaya çalıştı. Okuyamamış gibi gözleri kısıldı.

 

"Ad yazmış ama adını vermek yerine bir not daha bırakmış bu kısma." dedi o polis. "Getir vakayın şuraya!" dedi Furkan.

 

Geçen ki kız olmasından şüphelendiği bariz bir şekilde belliydi. Yazıyı okuyup bana işaret verdi. Yanına gidip yazıya baktım. Güzel ama aceleci bir şekilde yazıldığı belliydi.

 

Acele edin! Büyük bir baskın yapacaklarmış. Ne yapacaklarını bana söylemediler. Nerede bulunduğumu da bilmiyorum. Ama yolda orman dışında büyük bir askeriye var. Gizli bir yer olması gerek. Türklerin herhangi bir karargahıymış. Daha fazla bir şey bilmiyorum. Burada yardıma ihtiyacı olan fazlasıyla çocuk var.

 

Yazan;

 

Kara yorgan örtüldü, göz gözü görmez oldu.

Adımın bile karanlık olduğu bu yerde

Karanlığın içine gömüldüm.

 

Cevap ise çok kolaydı. Bu bilmecenin cevabı geceydi. Bulunabilmesi çok kolaydı ama önemli olan bilmece ki olup kendini açık açık belli etmemesiydi.

 

Ama bilmeceye 'Adımın bile karanlık olduğu bu yerde; karanlığın içine gömüldüm.' diye bir cümle eklemişti. Yardım istemiyordu ama yardım ediyordu. Amacı bulunduğu o karanlık yerden kurtulmak mıydı, başka bir şey miydi bilmiyordum.

 

Akay komutanla Furkan abime baktım. Furkan abim şüpheli ama bir o kadar güvenle, Akay komutan ise endişeyle kağıda bakıyordu.

 

"Kağıdı incelemeye alın. Parmak izi, DNA, yada bizim fark etmediğimiz ne varsa bulun!" dedi. Yanımıza olay yeri incelemeden bir adam gelip kağıdı elimizden aldı.

 

"Bu kadın neden onlarla? Onunla bir şekilde iletişime girmeliyiz. O demek istediğini söyleyebiliyor ama biz ona soru soramıyoruz. Ve anladığım kadarıyla kadın umudunu kesmiş. Çünkü kesmemiş olsaydı avm'de yanımdan kaçmaz, benim arkama sığınmaya çalışırdı. Bizim onu koruyamayacağımızı ya da korumayacağımızı sanıyor." dedi Furkan abim. Mantıklıydı ama eksikti.

 

"Ya da ellerinde bir koz var. Kadın o koz yüzünden onlara dönmek zorunda." dedim. Akay komutan bana katılır gibi başını salladı.

 

"Her neyse ne! O kadını onların elinden kurtaracağız! Bize yardım ediyor ve bizim yardımımıza ihtiyacı var. Bizim time bunun hakkında bilgilendirme yap Furkan. Gece'yi araştırsınlar. Ailesi nerede? Böyle bir çeteyle nasıl bağlantısı olabilir? Ellerinde koz varsa bu ne olabilir? Bütün sorularımın cevaplarını istiyorum!" dedi.

 

Furkan hemen "Emredersiniz komutanım!" dep uzaklaştı. Merakla meraklı Akay komutana baktım.

 

"Konutanım sizce bu kızda ne var? Kendini değil de o çocukları düş iniyor gibi. Şuana kadar hiç kendi yerini söylemedi ama ikidir çocuklarla alakalı bilgi veriyor." dedim düşünceli bir şekilde.

 

"Evet. Yardım istemiyor ama bu yardım etmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Bir Türk yardıma ihtiyacı olan birini sırt üstü bırakmaz. Hele hele bize yardım eden bir Türk'ü asla sırt üstü bırakmaz!" dedi. Sözlerine sonuna kadar katılıyordum.

 

"Bade sen de Fırat'la evinize gide bilirsiniz. Erdem amire bir bilgi vermem gerek, onu derken sizin haberinizi de veririm. Siz serbestsiniz şimdi. Burayı bizimkiler halleder." dedi.

 

Teşekkür eder gibi gülümsep Fırat'ın yanına gittim. "Gidebiliriz." dedim. "İzin aldın mı?" deyince onaylayan bir mırıltı çıkardım.

 

Rahatlamış gibi bir nefes verdi. Arabayla gitmemeye karar verdik çünkü ikimizde uykuluyduk. Bir otobüse bindik. Ben otobüste abime yaslanıp gözlerimi yumdum.

 

"Biz ne alakaydık ya?! Zaten 5 gündür nöbetteyiz. Bir de nöbetimizin süresi arttı amına koyayım!" dedi sitemli bir sesle.

 

"Harbi! 4 gecedir karakolda sürünüyorduk. Bir bu kalmıştı, o da oldu." dedim ben de.

 

Sinirli bir derin nefes verdi.

 

Karşımızdaki adam bize bakıp duruyordu. Daha doğrusu bana bakıp duruyordu. Bir vaka daha yaşamak istemediğimden uyuyor gibi yaptım.

 

Fırat adamın bakışlarını görmüştü ama yorgun yorgun olay çıkarmak istemiyor gibiydi. Ben de bir kavga çıkmasını istemediğimden sesimi çıkarmadım. Aslında Fırat'ın koluna bir kere işaret versem adamı yere fırlatırdı ama şuan bunu umursamayacaktım.

 

Adam canına susamış gibi "Sevgili misiniz?" diye sordu. Ben daha cevap veremeden Fırat sinirli bir şekilde "Kendisi karım!" dedi. Gülememek için dudaklarımı birbirine bastırdı.

 

Adamın morali bozulmuştu ama çaktırmadı. "Hımm anladım. Allah bir yastıkta boşatsın." dedi. Ahanda Fırat'ın pimini çekti.

 

Olaya ben el attım. Hızla başımı Fırat'ın omzundan çektim. "Abi saçmalama!" dedim ama bu sözüm Fırat'aydı.

 

"Biz seviyoruz birbirimizi ve bu seni hiiç alakadar etmez!" dedim. Birbirimizi sevdiğimiz doğruydu ama o manada sevmiyorduk. Yalan söylememiştim.

 

Adam göz devirince benim sinirler de tavana çıktı. "Abi durdur şu arabayı yoksa elimden bir kaza çıkacak!" diye bağırdım.

 

Ben mi hep en değişik adamlara geliyorum yoksa onlar mı itinayla beni buluyor?

 

Adam daha da hayran bir şekilde bana baktı. "Sen çıkaracaksan o kazaya da gireriz güzellik." dedi. Alayla güldüm. "Sen kendini ne sanıyorsun birader?" dedim sinirle.

 

Tüm otobüs halkı bizi izleyip susmakla uğraşıyordu. Otobüs şoförü yavaşladı. Durapa gelince de durdu. Otobüs durur durmaz kapının önünde geçtik. Tam kapı açılmış, inecek kendi saçımda bir nefes ve el hissettim.

 

Anında saçımdaki eli tutup ters çevirdim. Adamın burnuna kafa attım. Fırat bu ani olan şeylerin farkına varamamıştı.

 

"Sen ne sanıyorsun be?!" dedim bağırarak. Kafa attığımdan dolayı kıçının üstüne düşmüştü. Yere eğilip yakasını yakaladım. Arabadan fırlatıp peşinden indim.

 

O sende leyip ayakta durmaya çalışırken sırtına tekme attım. "Salak herif!" dedim ve telefonumu çıkardım. Bir tacizcinin dılarıda dolaşmasına izin veremezdim.

 

Osman'ı aradım. "Alo Osman. Acil sana attığım adrese gel. Burada bir tacizci var. Beni sözel taciz etti, cinsel taciz etmeye de kalkıştı. Ben şimdi yorgunum sen gerekli işlemleri hallet ben yarın kalan işleti hallederim." dedim.

 

Telefondan şaşkınlıkla nidası yükseldi. "Başkomiser ı'm iyi misiniz?" dedi. Ben ise gülüp "Ben iyiyim de bu piç değil." dedim ve Fırat'ın dövmekle meşgul olduğu adama baktım.

 

Bana bulaşmak en büyük hataydı.

 

Osman'ı beklemeye başladık. Aklıma yine aynı kişi geldi. Ne zaman unutabiliyorum ki?! Sürekli aklımı kurcalıyor.

 

Fırat telefonunda bir şeylerle uğraşıp bir anda bana seslendi. "Bade!" sesinde varız bir şekilde neşe vardı. "Başvurun kabul edilmiş, sınav tarihi de belli olmuş!" dedi seslice. Hemen telefonu elinden aldım. Cidden kazanmıştım ve bir hafta sonra eğitim için hazırlıklarım vesaire başlıyordu.

 

Sevinçle Fırat'a sarıldım.

 

...

 

Furkan:

 

Telefonuma gelen bildirimle Gece denen kadını araştırmayı bıraktım.

 

Fırat

Bade eğitime kabul edilmiş!

 

Ekranda gördüğüm şey sevinmeme sebep oldu. Bade bunu çok istiyordu. Hatırlarım çocukken bile bana derdi. Dilinden asker kelimesi düşmezdi. Hatta askerle evlenecem deyip dururdu.

 

Yanlış hatırlamıyorsam kızının adını Asena, oğlunun adını Börü koymak istiyordu. İkisininde anlamı kurttu. Birisi dişi kurt, birisi erkek kurt.

 

O zamanlar bu konuda baya istekliydi ama şimdi böyle hayaller kurmayı bırakmıştı.

 

Siz:

Aaa yemin et! Çok sevindim.

Bunu mutlaka kutlamalıyızzz

 

Mesajı yollayıp telefonu kapattım. İşime geri dönmek gerekiyordu.

 

Gece hakkında bulduklarım elle tutulur sayılabilecek türdendi.

 

Gece'nin soyadı sistemde hiçbir şekilde yazmıyordu. Bu tuhaftı. Bunu anca içeriden biri yapabilirdi.

 

Neyse. Onun haricinde kızın bir abisinin olduğunu ama daha doğduğu günden evlatlık verildiğini öğrenmiştim. Abisinin adı bilinmiyor. Ailesi Gece'nin önünde katledilmiş. Büyük ihtimalle bunda da çetenin eli vardı.

 

Bu çete sinirimi bozmuştu. Sürekli karşımıza çıkıp duruyordu.

 

Garip bir şekilde kız ölmeden evden kaçabilmiş. Orada bir yetimhaneye verilmiş. Bir kaç sene orada durmuş ama kız 2. sene sürekli yurttan kaçıyor ama geri geliyormuş. Daha da ayrıntıya ben girememiştim. Ama siberden bir arkadaş kalan bilgileri yarım saat içinde bana iletebilmişti.

 

O dosyayı da açıp göz gezdirdim.

Ad: Gece

Soyad: Bilgi yok.

 

Fotoğraf kısmında 15-16 yaşlarında bir kız vardı. Bu en son resmiyete girilen fotoğrafıymış. Sayfaları çevirdim.

 

Sayfayı okumam kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Yurda kendisinden yaşça büyük erkek sokmuş. Ve bunu defalarca yapmış ama her defasında aynı çocuğu sokmuş. En sonunda ise bir gece kaçmış. Geri gelir diye hemen polise haber verilmemiş ama kız bir daha geri gelmemiş.

 

Kulağımın dibinden gelen sesle irkildim. "Bence çete kaçırmış. Hatta içeri soktuğu adam da çete'nin elemanı." dedi Akay.

 

"Bence de. Kız 14 yaşında bir çetenin eline düşmüş. Ailesini de araştırdım ama çoğu bilgi silinmiş. Silen kişi iyi bir hacker olması gerek çünkü siber ekipler bile kimin sildiği hakkında bilgi bulamamış." dedim.

 

.....

 

Abimlerle eğitime giriş hakkı kazanmamı kutluyorduk. Annem ve kardeşimi de yanıma çağırmıştık. Cici babamı hiç sevmiyordum ama kız kardeşim 'babam da gelsin!' diyince mecbur o da gelmiş.

 

Yıllarca beni kendisine alıştırmaya çalıştı ama asla başaramadı. Kardeşim ondan olmasa annemin yanında olmasına da izin vermezdim. Annem benim rızam olmadan evlenmişti.

 

Ben babamın üstüne başka adam mı getireceksin dediğimde 'Senin için. Zaten babanla benim gibi olmayız, olamayız.' demişti. Olmadılar diyemem ama oldular desem de yalan olur.

 

Annem babamın üzüntüsünü de çekti

Hatta hala çekiyor ama yeni kocası da onu çok sevdiğinden eskisi gibi üzülmüyordu.

 

Kardeşim hevesli hevesli selfie çekti. Yaşı benden 6 yaş küçüktü. Daha yeni üniversiteye geçmişti.

 

"Aslı yeter ablam!" dedim ama beni dinlemeden bir fotoğraf daha çekti. Abimleri de güldürüyordu ama onlarla yakın değildi. Ablasının arkadaşları olarak görürdü.

 

Ailem abilerimden hoşlanmasa bile babam zamanında onları çok severdi. Hatta oğlu gibi görürdü. Fırat'la sadece birkaç sene tanışı kalmışlardı ama onu da çok severdi.

 

Furkan abim benim ortaokuldan kalma arkadaşımdı, Sedat abim de aynı şekilde ama Fırat'la lisede tanışmıştım. Furkan abimin arkadaşı olarak tanışmıştım ama kıs bir süre içinde onu da benimsemiştik.

 

Şuanda ise benim gerçek ailem olmuşlardı. Hatta bizim hepimizin ortak evi de vardı. Tabii oraya hep uğramazdık çünkü Furkan abim çoğunlukla eve gelemezdi. Fırat'la ben nöbette olurduk, Sedat abim hastaneye kendi evinden daha rahat giderdi... Ama yine de çoğu ortak vaktimiz orada geçerdi.

 

Sedat abim Aslı'ya ablanın sevgilisi var demişti abartarak. Aslı da bunu daha da abartıp çığlık atmıştı. Hatta zorla olanları anlattırmamı istemişti. Anlatırken anlattıklarıma "Ay çok romağntiğğğk!" deyip durmuştu.

 

Romantik dediği şeyler ise; Hakan'ı benim elimden kurtarması, onu dövmeye gittiğimde yanında polis olduğu için beni tutması, başım döndüğünde bana tost alması... falan filandı.

 

Tamam bazıları romantik olabilir ama ben romantiklik seven bir kadın değilim ki. Beni romantiklik yaparak kendine aşık edemez. Yada dur, etti bile... Sözlerimle bu kadar çok çelişmem normal değil.

 

"Abla gülümse!" diyen sesle kendime geldim. "Ablam şuan başka alemlerde güzellik." dedi Furkan abim. Furkan abim Aslı'ya güzellik derdi ama yaş farkı ondan fazla olduğu için kimse sıkıntı etmezdi.

 

"Demedi demeyin, kesin kendini kamuflaj içinde düşünüyor." dedi Sedat gülerek. Ben de "Aa nerden bildin?" dedim alayla. Hep beraber gür şekilde kahkaha attık.

 

Cici babamın "Kızım iyi misin?" demesiyle ortalığı buz kesti. "Kızım?" dedim sinirle. "Bana kızım deme! Benim tek bir tane babam var o da sen değilsin! Git kendi kızına kızım de, bana deme!" dedim ve masanın üzerindeki çantamı sertçe çekerek lokantanın arka tarafına ilerledim.

 

Kullanılmayan bir merdiven görünce oraya oturdum. Arkamdan adım sesleri duydum ama umursamadım. Gelen Furkan'dı. Kendine has yürüyüşünden tanımıştım. Omzuma dokundu.

 

"Oturabilirsin." dedim. Sessizce yanıma oturdu. Mini elbisemin eteklerini çekiştirdim.

 

Abim rahatsız olduğumu anlayıp ceketini uzattı

 

Abim rahatsız olduğumu anlayıp ceketini uzattı. Bacaklarımın üstüne kapatıp elini geri çekti. Bir süre susup çantamı sinirle yere bıraktım. Yere sert bıraktığımdan ses çıkmıştı.

 

Topuklu ayakkabım ayağımı rahatsız ettiğinden onu da çıkarıp çıplak ayakla kaldım

 

Topuklu ayakkabım ayağımı rahatsız ettiğinden onu da çıkarıp çıplak ayakla kaldım.

 

"Ben babam şehit düştü diyorum o salak adam inadına bana 'kızım' diyor! Sinirlenmekte haksız mıyım?!" dedim bağırarak. "Değilsin. Ama Mehmet Amca bunu istemezdi." dedi önüne bakarak.

 

Cebinden sigara çıkardı. Yakamayacaktı. Ben sigaradan nefret ederdim. Kokusuna dahi tahammülüm yoktu.

 

Bir süre daha sessiz kaldık. "Ben gidiyorum. Sen bizimkileri bir süre oyala. Ben varmışım gibi eğlenin." dedim ve ayağa kalktım.

 

O da bir şey demeden başını salladı. Ben sinirliyken başkasının konuşması beni sakinleştirmez, aksine sinirimin katlanmasına sebep olurdu. O da bunu biliyordu.

 

Ceketini abime uzattım. O ise ben eğilmeyeyim diye çantamı bana uzattı. Gülümseyip lokantadan çıktım.

 

Sokakta yavaş yavaş ilerlemeye başladım. Alkol almıştım ama sarhoş değildim. Hiçbir zaman sarhoş olacak kadar içmemişimdir de.

 

Yaya geç dinden yavaş yavaş ilerlerken kırmızı ışık yandı ama ben yavaş yürümeye devam ettim. Arabalar kornoya bastı ama ben yine umursamadım. Takı silah sesi duyana kadar.

 

Silah sesini duyduğum an koşmaya başladım. Kaldırıma çıkınca da ayakkabımı ayağımdan çıkarıp elime aldım.

 

Elbisemin eteği kısa olmasına rağmen koşmaya başladım.

 

Burası tekin bir yer değildi. Hatta dün gece çatışma çıkan yere de baya yakındı. Eminim silah sesini oradakiler de duymuştur.

 

Silahın patladığını tahmin ettiğim sokağın başına gelince durdum. Silahımı iyice kavradım ve kafamı hafifçe sokağa eğdim.

 

Bir şey göremeyince kafamı geri çektim. Kafamı geriye çekmemle kafamda bir silah namlusu hissetmem bir oldu. Durup derin bir nefes verdim. "Ne istiyorsun?!" dedim sessizce. "Biz kimseden bir şey istemeyiz! Bedel ödetiriz!" dedi arkamdaki ses. Ne bedeli? Ülkemi korumamın bedeli mi? Nah! Avcunuzu yalarsınız baby. Ben şehit düşsem yerime başkası gelecek çok beklersin.

 

Hem niye ağzını kapatmış? Sesinden ne yapabilirim ki? Elimde cihaz yok, olsa bile onun hakkında bilgi bende yok. Ağzını bir maskeyle kapatmıştı, büyük ihtimalle bez bir maske ama değişik kumaşlı. Sesi değiştirmesi için olanlardan.

 

Omzumda bir el hissetmemle kolumu hareket ettirmem bir oldu. "Dur!" dedi bana. Durmadım. "Sen de elimi üstümden çek pislik, orospu, şerefsiz..." diye saydırmaya başlamıştım ki adamın duraksadığını fark ettim.

 

Kendini toparlayıp "Adın ne?" diye sordu. Tabii ben söyler miyim? Asla! "Amına koyduğumun çocuğu. Oldu mu?" dedim. Omzumdaki eli sıkılaştı. "Şimdi bana doğru döneceksin ani bir hareketinde alnına yersin. Sen adını söylemezsen ben öğrenirim." dedi ve beni kendine doğru döndürmeye başladı. El beni fazla sıkı tutamıyordu. Sanki yakınımda değil gibi... Yoksa... Lan bunun elinde ağır silah var!

 

Hızlıca arkama döndüm. "Lan pi-" demeye meyletmişken sözümü yutturan şey gördüğüm kahverengi gözlerdi. Bu göz tanıdıktı. Ama kimdi? Karşımdaki kişi maskesini indirdi. Ve o anda maskenin asker maskesi olduğunu fark ettim.

 

Maskesini hızlı indirişinin ardından "Bade? Sen burada ne yapıyorsun?" dedi. "Buralarda bir yerdeydim, silah sesi duyunca... Hem Akay komutanım sizin burada ne işiniz var? Sizin ekip dünkü yerde sanıyordum." dedim.

 

"Yani sadece ben duymadım silah sesini. Peki neden burada kimse yok?" dedi arkamdaki sokağa bakarak.

 

Bana dönüp üstüme baktı. "Koşarken nasıl göründüğünün farkında değil misin? Bir kız neden bununla koşar ki?" dedi elbisemin açık bıraktığı noktaya bakarak. Koşmamdan dolayı yukarı çıkan eteğimi çekiştirdim.

 

Doğru söylüyordu. Hem eteğim yukarı çıkmıştı hem de koşarken her yerim görünmüştür. Ama bir dakika! Akay komutan beni koşarken de mi gördü?! "Komutanım?!" dedim şiddetle. Durdu ve yutkundu.. "Bağırma. Birisi varsa duyacak." dedi etrafa bakınarak.

 

"Hem ne komutanım?" dedi. Yanaklarımın kan kırmızısı hatta bordoya döndüğüne emindim. "Komutanım siz beni koşarken de mi gördünüz?" dedim yere bakarak. Utandığımı anlayıp "Görmedim sayıyorum ve sende görmemişim gibi düşünüyorsun. Tamam mı? Hem abartılacak bir şey yok. Fazla gözükmüyordu, sadece..." dedi ve durdu.

 

"Sadece?" dedim biraz daha kendime gelmeye çalışarak. "Sadecesi falan yok. Şuan buna takılı kalma. Silah sesi geldi ama bu sokakta kimse yok." dedi konuyu değiştirerek.

 

"Komutanım arkam dönükken size biraz küfrettim ama siz olduğunuzu bilmiyordum. Kusura bakmayın." dedim. Gerçekten de güzel küfretmiştim.

 

"Adamları kaçarken falan gördün mü?" dedi. Uzun uzun düşündüm. Hatta düşünmeye devam da edecektim ama karşımdaki adam hayra alamet değildi.

 

"Kaçıyor!" dedim ve Akay komutanı geçip koşmaya başladım. Silahlı bir adam bize doğru gelmişti ama Akay'ın polis olduğunu anladığı anda kaçmaya başlamıştı.

 

"Dur! Zorluk çıkarma! Kaçamazsın!" dedim ama adam koşmaya devam etti. Akay komutanı da arkamda hissediyordum ama o benim kadar hızlı değildi. Benim doğuştan koşma yeteneğim var desem yeridir.

 

Adam benden metrelerce önde başlamıştı ama yakalamak üzereydim. Adam koşmaya devam edince bacağının yakınına ateş ettim. Adam korkuyla arkasına bakıp koşmaya devam etti.

 

Adam sağa dönerken yavaşlamasını fırsat bulup daha da hızlandım. Tam köşeden döneceği esnada kolundan tutup yere düşürdüm.

 

Yüz üstü yatırı ellerini arkasında bağladım. Kahretsin ki kelepçem yanımda değildi. Dizimi adamın sırtına bastırıp hareket etmesini engelledim.

 

"Burada ne yapıyordun?" dedim sertçe. "Gece..." dedi ve soluklanmak için sustu. "Gece. Gece gönderdi beni." deyince duraksadım. Akay komutan soluk soluğa yanıma geldi.

 

"Gece yolladıysa ne diye bizden kaçıyorsun amına koyayım?" dedi Akay. Katılır gibi kafa salladım. "Polis değil misiniz siz?" dedi. Gece bize değil başkasına not yollamış olmalıydı.

 

"İşte tam da o yüzden. Bizden kaçamayacağınızı bilmeliydin." dedim kıvırmak adına. "Not nerede?" dedim. Israr edip sustu. Ben de üstünü aramaya başladım. Cebinde notu görünce elime aldım.

 

"Bade sen kalk. Ben hallederim." dedi. Haklıydı. Mini etekle durduğum pozisyona bak. Ayağa kalkıp eteğimi düzelttim. Akay komutan da anında adamın eline plastik kelepçe taktı.

 

"Üstünde bir şey var mı? Uğraştırma bizi!" dedi adama. Adam onaylamayan mırıltı çıkarmasına rağmen adamın üstüne aramaya başladı. Adamın üstünde bir şey bulamadı.

 

Polis sireni duyduğumda Akay komutanın polislere çoktan bildirdiğini fark ettim. Polisler arabadan inip adamı aldı. Arabaya bindirip gittiler ama bir kaçı burada kaldı. Benimle konuşmak için yaklaşmışlardı ki Akay komutan "O da polis. Sorulacak bir şey varsa ben cevaplarım." dedi.

 

Polisler de "Tamam komutanım." deyip onunla konuşmaya başladı. Ben de gidecektim. "Komutanım ben gidiyoru-" diyecekken sözümü kesti. "Sen kal Bade. Sana bir şeyler demem gerek." deyince yerime sindim.

 

Telefonumu elime alıp abimleri aradım. Hiç biri açmayınca tedirgin oldum. Tekrar tekrar aradım ama hiçbiri cevap veremedi. Daha da korktum. Kardeşimi falan da aradım ama o da cevap vermedi. Annemi aradım, tekrar Aslı'yı aradım, abimleri teker teker aradım ama hiçbiri cevap vermedi.

 

Tek aramadığım kişi cici babamdı. Onu ölsem aramazdım ama konu abimlerse ölmeye bile razıyım.

 

Cici babam Adem'i aradım. Birkaç çalıştan sonra açtı. "Alo! Kimsiniz?" dedi. Kinayeyle gülümsedim. Numaramı bile kaydetmemiş bir de kızım diyor. "Bade." dedim. O ise şaşırdığı bariz belliydi. O daha şoku atlatamadan "Abimler armalarıma cevap vermiyor. Neredeler biliyor musun?" dedim.

 

"Bilmiyorum. Ben abinlerin yanından ayrıldım. Aslı iyi miymiş? Halime iyi mi?" dedi. Halime'm annemin adıydı. Annemin adını onun ağzından duymak midemi bulandırıyordu.

 

Telefonu yüzüne kapattım. Akay komutana baktım. Hala polislerle konuşuyordu. Benim abimleri bulmam gerektiği için bir şey demeden yürümeye başladım. Sokaktan çıktım.

 

Akay komutana bir şey dememiştim ama gitmem gerekiyordu.

 

Omuzlarıma atılan bir şey hissedince üstümdeki şeyi yere fırlatıp arkamı döndüm. Akay komutanı görünce daha da irkildim. Ne ara gelmişti ve ben neden fark etmedim?

 

"Giy şunu. Böyle bir sokakta bunları giyinmek hiç akıllı bir kadının yapacağı şey değil." dedi. Haklıydı da. Yere düşen paltoya baktım. Tam eğilecekken Akay komutan yine durdurdu. "Aynı şekilde eğilmek de çok saçma!" dedi. Kendisi eğilip paltoyu üstüme attı.

 

Utanmıştım. Hem de çok utanmıştım. Gözlerimi onun üzerinden çekip önüme döndüm. Yanımda yürüyordu.

 

Palto onun kalçalarının hemen altında bitiyordu ama benim için aynı şey geçerli değildi. Baldırlarımın bir karış aşağısında bitmişti.

 

Kendimi toparlayıp açıklama yapmaya çalıştım. "Komutanım abimlere ulaşamadım da, siz de polislerle konuşuyordunuz, ben de haber vermeden gittim." dedim. Bana bakmadan. "Tam da o yüzden yanındayım. Gittiğiniz lokantada olay çıkmış. Abinler de olaya istemeden karışmışlar. Şuan karakoldalar. O yüzden ulaşamaman normal." dedi. Endişeyle Akay komutana baktım. "Kardeşim iyi mi? Bir şeyleri var mıymış?" dedim. Dilini damağına vurdu.

 

"Kardeşime de ulaşamadım. O iyi mi?" dedim. Bana baktı. Bakmaz olaydı. Gözleri neden bu kadar güzel ya?!

 

(bunun biraz, çok az daha koyusu)

 

(bunun biraz, çok az daha koyusu)

 

"Onu bilmem. Furkan bana sadece seni bulmamı söylemişti." dedi. Ne? Abim Akay'ın beni bulmasını mı istemişti? Çocuk muyum ben?! Yalnız dolaşamayacak kadar küçük müyüm sanki?!

 

"Seni Furkan abim mi yolladı yani?" dedim. Göz ucuyla bana bakıp tekrar önüne döndü. "Evet. Seni evine bırakmamı söyledi." dedi. Beni niye bir erkek evime bırakıyor? Ben kendim gidemiyor muyum? Dilime engel olamayıp "Doğru ya! Ben zaten 5 yaşında bir kız çocuğuyum ya, o yüzden yanımda bir erkek olmadan evime gidemiyorum." dedim sinirli sinirli.

 

"O abinle senin aranda. Beni karıştırma." dedi umursamaz bir tavırla. Harbiden bu niye bu kadar rahat? Sinirle ellerimi yolmaya başladım. "Yapma şunu!" dedi bir anda. Ani sözüyle irkilmeden edemedim. "Pardon." dedim masum masum.

 

Derin bir nefes verip gözlerini kapadı. "Parmağın kanıyor." dedi. E yani? dercesine bakış attım. "Beni kan tutuyor." dedi. Küçük (!) bir kahkaha patlattım. "Asker adamı kan tutmaz." dedim gülerek. "Ya tutuyorsa?" dedi. Biraz düşünür gibi yapıp tekrar güldüm. Bana dönüp bakışlarını gülüşüme takılınca susmak zorunda kaldım. Sesli bir şekilde yutkundum.

 

" Eğer tutsaydı koluma pansuman yapamazdın." dedim daha ciddi bir sesle. "Rahatsız oluyorum. Buna da 'Asker adam yapmaz/etmez' mi diyeceksin?" dedi. Bense sadece kafamı iki yana salladım.

 

Ellerimi soymayı bırakıp paltonun uzun gelen kollarını yukarı çekiştirdim. Geri inince oflayıp önüme döndüm.

 

Yolda sessiz sessiz yürürken Akay komutanın elini bileklerimde hissettim. Paltonun kolunu düzeltti. Ben boş boş göz kırpıştırdım o ise bana bakmadı bile. Diğer kolumu uzatmam için işaret verdi. Sessizce sol kolumu uzattım.

 

Onu da kıvırıp önüne döndü. Onun sakin olduğuna emindim ama ben kalp krizi falan geçirmekteydim. Gerçekten kalbim neden bu kadar hızlı atıyor? Bu havada neden terliyorum?

 

Bir süre sonra tekrardan konuşmaya başladık. "Eğitime hak kazanmışsın." dedi.

 

"Evet."

 

"Büyük ihtimalle bizim time gelirsin."

 

"Biraz da Furkan abime dert olurum."

 

"Sanmam."

 

"Neden?"

 

"Başını derde sokamayacak kadar yorulacaksın."

 

"O kadar zor diyorsun."

 

Onaylayan bir mırıltı çıkardı.

 

"18 hafta hızlı geçer mi?"

 

"18? Normalde 15 hafta. Terör bölgesinde mi çalışmak istiyorsun?"

 

"Aslında hayır. İstanbul'u bırakamam ama en fazla 18 hafta olacağından öyle dedim."

 

"Yani kişiye göre değişir. Zorlanıp zorlanmamak senin elinde."

 

"Nerede eğitim göreceğimiz veya kimlerin eğitim vereceği tahmini olarak ne zaman açıklanır?"

 

"Bizim elimize bir kaç güne ulaşır. Sana ne zaman bilgi verirler bilmem ama eğer bizim timden eğitim alacak olursan Furkan sana söyler diye tahmin ediyorum."

 

Bir süre daha eğitim hakkında konuştuk. Sonrasında karakola varmıştık bile. Ben hızlıca içeri girdim o ise arkamdan yürüdü. Merdivenden çıkıp ikinci kata geldik.

 

Kardeşimi görünce yanına koştum. Akay komutan daha fazla beni takip etmeyip koridorun köşesinde durdu.

 

"Aslı iyi misin?" dedim ve yüzünü ellerimin içine aldım. "İyiyim abla." dedi. Sedat yanımızdaydı. "Sedat abi ne oluyor? Bana doğru düzgün anlatır mısın?" dedim.

 

"Asıl sana ne oluyor?" dedi ve Akay komutana doğru baktı. "O piç niye burada?" diye fısıldadı. Üstümdeki paltoyu hızla çekip kendi ceketini çıkardı. "O piçin paltosunu aldım deme!" dedi. Bense masum masum baktım.

 

Paltoyu sıkıca tutup Akay'a doğru ilerledi. Paltoyu sertçe göğsüne attı. "Kardeşimin yanında ne işin var? Sadece bir tane ortak operasyona çıktınız Allah'tan. Şuna bak; Her gün kardeşimin etrafındasın!" dedi. Abilik damarı tutmuş.

 

"Abi! Abartma! Furkan abim demiş ona da." diye bağırdım ama beni umursamadı. Tam ilerleyecekken Aslı kolumu tuttu. Kulağıma doğru "Abla çok yakışıklı! Adı ne? O da mı polis? Seninle operasyona çıktığına göre evet." dedi. Ağzına sille çaktım.

 

"Doğru konuş! Abin yaşında o adam." dedim. O ise başka alemlerdeydi. "Benim abim yok ki." dedi. Ağzına daha sert çektim. Bu sefer göz göze gelmeyi başarmıştık. "Senden en az 7 yaş büyük. Saçmalama istersen." dedim ters ters. Harbiden Akay komutanın yaş kaç?

 

"7 yaş iyidir. 10'dan fazla olsa eyvallah ama 7 yaşçık o kadar da fazla değil." deyince kolunu tehditkar şekilde sıktım. "Gerizekalı! Akay komutan o." dedim. Gözleri fal taşı gibi açıldı "Nasıl yani? Bu adam benim müstakbel eniştem mi? Abla ya! Aşık olacak adam mı bulamadın? Sen bunu bana bırak, kendine başka adam bul. Ha ablacım?" dedi.

 

Göz devirip abimin yanına ilerledim. Kolunu tutup geri çekiştirdim. "Abi saçmalama istersen!" dedim ama o bana bakmak yerine Akay'a ölümcül bakışlar atmakla meşguldü. Abimin kulağına yaklaştım. "Abi anlayacak. Lütfen bırak. Bak eğer anlaşılırsa bir daha Akay komutanın yüzüne bakamam. Lütfen bırak." dedim yalvarırcasına.

 

Derin bir nefes verip Akay'dan uzaklaştı. Gülümseyip sarıldım. "Teşekkürler." dedim. Bana da ters bakış attı. Şu zamana kadar bir kere bile abime bir erkek gösterip 'Ben aşık oldum.' dememiştim. Bu ilk deneyimimdi ve çok kötü bir deneyimdi.

 

Ben şimdi abimin abilik tavırlarıyla mı uğraşayım yoksa kalbimin oyunuyla mı uğraşayım?

 

Bir kapıdan Furkan abimle Fırat çıkınca o yöne ilerledim. "Abi!" deyince bakışları bana döndü. İlk olarak Fırat'a baktım. "Neler olduğunu harfi harfine anlatmazsan kafanı kırarım." dedim. Sonra Furkan abime şefkatle baktım. Benim ona sarılmamı beklerken karnına yumruk attım. "Gerizekalı! Çocuk mu var karşında?!" dedim. Fırat beni belimden kavrayıp abimden uzaklaştırdı.

 

"Desene Akay seni bulmuş." dedi gülerek. Fırat beni tuttuğundan yumruk atamıyordum. Ben de tekme attım. "Gerizekalı! Salak! Aptal! Bıçaklasaydılar seni! Öldürseydiler! Geberip gitseydin piç!" dedim sinirle. O ise geniş geniş güldü. Akay'ı görünce beni umursamayıp onun yanına ilerledi.

 

Akay'a teşekkür etti ama Akay da ona kızgın gibiydi. O da omzuna yumruk attı. "Ne demek?! Çocuk bakıcısıyım ya ben! Görevimiz efendim! Dua et o benim karşıma çıktı yoksa ben onu aramayacaktım." dedi ve başını sinirle sağa çevirdi. "Adam için görevi bırakıp kız kardeşini arıyoruz amına koyayım." dedi. Yine dudağını dişledi.

 

Sinirlenmişti. Bariz belliydi. "Oğlum bir daha benden bunu isteme. Malum kardeşin sana sinirleniyor bana kızıyor!" dedi. Ben mi ona kızmıştım? "Yalan! Kuru iftira! Ben mi sana kızdım?" dedim bağırarak ve yanlarına ilerledim.

 

Karakoldan çıkmak için yürümeye başladık.

 

"Yok ben kendime küfrettim." dedi. Ona küfrettiğim hatta ana avrat düz gittiğim doğruydu ama o da arkamdan gelmeseydi.

 

"He ben kendi kafama silah dayadım ya, o yüzden sana küfrettim. Kafama M716 dayamasaydın Allah Allah!" dedim. Abim dehşetle Akay'a baktı. "Sen kardeşimin başına M716 mı dayadın?!" dedi.

 

Akay onu umursamadan bana cevap verdi. "Ben nereden bileyim senin olduğunu! Silah sesi duydum ve sen o sokakta cirit atıyordun." dedi. Abim bu sefer de bana baktı. "Çatışma mı oldu? Ve sen oraya mı gittin?!" dedi.

 

Ben de abimi umursamadım. "Ne yapaydım? Silah sesleri eşliğinde eve mi gideydim? İşim bu benim." dedim.

 

İmalı imalı güldü. "Hadi işin bu anladım da bari bu elbiseyle koşmasaydın." dedi. İşte bu noktada kızardığımı hissettim. Sustum. Haklı söze ne denirdi ki? Bu elbiseyle koşmam hataydı. Yırtmacım daha da açılabilirdi.

 

Abim konuya el attı. "Sana ne lan?! Sana mı soracak? Ne giyerse giyer, bu seni hiç alakadar etmez!" diye kızdı. Abim de haklıydı. Yine sustum.

 

"Bana sorsun diye bir şey demedim. Ama koşarken nasıl göründüğünün de farkında olsun." dedi. Abimin ince çizgilerinde dolaşmaya devam ediyordu. "Çok baktın herhalde! O ne giyerse giyecek, ne yaparsa yapacak, isterse sokaklarda çıplak dolaşacak ama ona kimse bakmayacak! Bakamaz! Koşmuşsa koşmuş, senin bakman hata!" dedi.

 

İşler kızışacaktı. "Lan benim ağzımdan baktım diye bir kelime çıktı mı? Merak etme, kardeşine hiç meraklı değilim! Ama sen kardeşinin etrafında dolaştırıyorsun beni! Eğer kıskanacaksan benden kardeşini korumamı isteme!" dedi.

 

Karakoldan çıkınca duraksadık. Hepimiz abimle Akay'ın kavgasını izlemeye başladı. Aslı Akay'ın fotoğrafını çekmeye çalışıyordu. Sinirliyken daha yakışıklı oluyordu. Aslı da bunu fark etmiş gibiydi.

 

Sedat abim gülümsüyordu. Fırat abim bana destek olmak ister gibi kolunu omzuma atmıştı. Annem Aslı için tedirgindi. Malum kızının psikolojisi falan bozulur. Mazallah! Aslı'ya verdiği değeri babamın emanetlerine göstermiyordu.

 

Babam anneme 'Ben şehit olursam Bade'ye ve abilerine her zaman destek ol. Onları her şeyden daha çok sev." demişti ama annemin abimleri evine bile almadığı zamanlar vardı.

 

Abimler kavga etmeye devam etti. "Sanki ben çok meraklıyım biricik kardeşimi bir adama emanet etmeye!" dedi. Biricik kardeşim dediği için sonra şımaracaktım ama şimdi kavgayı durdurmam lazımdı.

 

Aralarına girip abime doğru döndüm. "Abi sakin ol. Akay komutan bana yanlış bir şey yapmadı." dedim ılımlı bir sesle. "Yapamaz da zaten!" dedi. "Evet, yapamaz da. Sakin ol." dedim.

 

Arkamı dönüp Akay komutana baktım. Ben daha söze girmeden "Beni hiç sakinleştirmeye çalışma!" dedi ve bakışlarını benden çekti. Kafamı hafifçe sağa eğdim. "Komutanım bu kavgaya bir son mu versek acaba? Çünkü kaç yıllık arkadaşların bu kadar hararetli kavga etmesi hiç normal değil." dedim.

 

Yandan bir bakış atıp önüne döndü. Yürümeye başlayınca ben de yürümeye başladım. Bizim ardımızdan diğerleri de yürümeye başladı. Fırat elini omzuma atıp iki defa yavaşça vurdu. Bu 'Aferin' demekti.

 

Şımarık şımarık güldüm. Burnuma fiske vurup "Önüne dön, bir yere çarpacaksın." dedi.

 

Fırat'ın yanında çocuk gibiydim.

 

Akay komutan bir süre sonra yanımızdan ayrılıp görev yerine gitti. Biz de sohbet ede ede eve vardık.

 

.....

 

Diğer bölüm heyecan durakta olacak. Yeni karakterler gelecek, pöh eğitimi göreceksiniz! Allahım çok güzel olcak (inş)

 

diğer bölümde badenin yeni tim arkadaşları öğrenilcek. Onlarla tanışacaksınız. hepsi çok iyi. Favari adamımı diğer bölüm söylerim.

 

sizce nasıldı?

 

Sizce;

 

Bade aşkını abilerine anlatmalı mı anlatmamalı mı?

 

Akay komutana belli etmeli mi etmemeli mi

 

Gece'nin çeteyle ne bağı olabilir?

 

Gece Türkiye'ye yardım mı etmeye çalışıyor yoksa Türkiye'nin içine mi sızmaya çalışıyor?

 

Yada neden Türklere yardım etsin?

 

Diğer bölümde görüşmek üzere seviliyorsunuzzzz

 

<3 <3 <3

Bölüm : 26.11.2024 01:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Begüm Cesur / Komutan / 3) KUTLAMA
Begüm Cesur
Komutan

92 Okunma

23 Oy

0 Takip
3
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...