17. Bölüm

On Beşinci Bölüm

Begüm Öztürk
begumozturuk

 

 

(Bilgilendirme: Birazdan okuyacağınız diyalog bu bölümden sonraki her bölümde olacaktır. '+' ile başlayan konuşmalar polis memuruna/ olayın savcısına, '-' ile başlayan konuşmalar ise bölümü onun anlatımıyla okuyacağınız şüphelilere aittir.)

 

 

23 Ocak 2025

 

 

- Aslına bakarsanız, biz sadece bir gün için anlaşmıştık. 18 Ocak sabahı veda kahvaltısından sonra dağılacaktık, herkes yoluna bakacaktı. Fakat birileri bu vedalaşmayı istemedi.

+ Araçlarınızın bozulmasından bahsediyorsunuz sanırım.

 

- Evet ve sizde bunu biliyorsanız araçlarımızı bozan ile görüştünüz. Bunu neden yapmış anlamıyorum, eğer o evden defolup gitmiş olsaydık İren hala hayatta olacaktı.

 

- Tabi onun istediği de İren’in hayatta kalması mıydı, emin olamıyorum.

+ İren Angı’yı öldürenin araçlarınızı bozan kişi olduğunu mu düşünüyorsunuz?

 

- Bunu bilmiyorum. Tek bildiğim şey bunu biz yapmadık ve iki gün boyunca neredeyse hiç tanımadığımız insanlar ile o evde konakladık. Atlas, Efe ya da ne hikmetse araçlarımızın bozulduğu sabah gelen Eda… Bunlar tabi gözümde olağan şüpheliler.

 

 

Barış Bilgin

 

18 Ocak 2025

 

(Cinayetten bir gün önce)

 

Hiçbir zaman kendi mutluluğu için çabalayan birisi olmamıştım. Bana dayatılan ne ise onu yapmış, takdir görmek için sürekli savaşmıştım.

Fakat dönüp arkama baktığımda galibiyetten çok feda görüyordum.

Oysa daha düne kadar feda ettiklerimden bir haberdim, neler kaybettiğimi bile bilmiyordum.

Bu yaşıma kadar babamı rol model alarak büyümüş, ağzında gevelediği aferini hak etmek için bambaşka birisi olmuştum.

Daha yedi yaşımdayken şımarıklığa yorduğu gülüşlerimi çehremden silmiş, istediği gibi oturmasını kalkmasını bilen bir beyefendiye dönüşmüştüm.

Ama bu tabi ki de istediği gibi bir evlat olmam için yeterli olmamıştı. Bu, sadece başlangıçtı. Daha sonrasında onu eğitim hayatımdaki başarımla da tatmin etmem gerecekti.

Hatırlıyorum da o zamanlar içimde bir umut vardı. Çocukluk işte… Bir gün beni de Savaş gibi benimser, sever sanıyordum.

Çünkü görüyordum, babam Savaş’ı aykırılıklarına rağmen da seviyordu.

Neyse ki çok geçmeden kendimi bu boktan umutla yaşamaktan kurtulmuştum. Çünkü anlamıştım, Savaş her zaman kusurlarıyla sevilmeye layık bir evlat olacaktı ama ben… ben olmayacaktım.

On dört yaşımıza girdiğimizde babam Savaş’ın başarısı fark etmişti, gözü sürekli onun üzerinde olduğu için bunu fark etmiş olması çok da garip değildi.

Bu saatten sonra yapmam gereken belliydi, ondan daha başarılı olmak zorundaydım.

Ama ufak bir sorunum vardı. Ben Savaş gibi dersi derste dinleyip, neredeyse hiç çalışmadan başarı elde eden bir çocuk değildim. Benim başarıyı elde etmem için köpek gibi çalışmam gerekiyordu.

Hayatımın tam olarak bu evresinde kontrolü kaybetmiş, Barış olmayı bırakmıştım. Çünkü benden Barış olmamı değil, başarılı olmamı istemişlerdi.

Sosyal hayatımı rafa kaldırdım. Kendimi kitaplara, derslere verdim. İnsanlar Savaş’ı tanıdı, Savaş’ı sevdi. Beni bilmediler, fark etmediler ama önemi yoktu. Ben başarmıştım, okul birinciliğini bir dönem olsun Savaş’a devretmemiştim.

Lakin içten içe biliyordum ki bunun sebebi benim çok çalışıyor olmam değildi. Aden’in çalışmadan geldiği sınavlarda Savaş’ın kâğıdını onunkiyle değiştirip sıfır almasıydı.

Şimdi düşününce çok aptalca geliyor ama ben o zamanlar Aden sınava çalışamasın diye dua ederek yatardım. Bilirdim çünkü Aden çalışamazsa Savaş puan olarak benden geriye düşerdi ve eğer ben en başarılısı olursan babam benim de saçlarımı Savaş’ın saçlarını sevdiği gibi severdi.

Kural basitti. Başarılı kalırsan sevilirsin, çabaların başarıya ulaşırsa takdir edilirsin.

Dört sene boyunca babamın takdirine layık oldum. Fakat olay üniversite tercihlerine gelince her şey değişti. Garip bir şekilde Savaştan iyi bir puan yapmış olmama rağmen tercihlerimizi ben belirlemedim. Savaş ne okumak istediğine karar verdi, bende peşinden onun istediği bölüme sürüklendim.

Oysa bana ne olmak istediğimi sorsalardı; babam gibi inşaat mühendisi olmak istediğimi söylerdim, babamın başında olduğu kurumun özel avukatı değil.

Ayaklarımın ucunda yatan Savaş’a baktım. Her şeye rağmen biliyordum ki o buna değerdi. Pişmanlık duyduğum çok şey vardı belki ama bu onlardan birisi değildi.

Hukuk okuyor olmak Savaş için önemliydi. Çünkü canından çok sevdiği kadının -benim mahvettiğim- hayatını bir tek bu şekilde kurtarabilirdi.

Canından çok sevdiği…

Yattığım yerden doğruldum, Savaş üç saat önceki pozisyonunda yatmaya devam ediyordu. Neredeyse hiç hareket etmemişti. Panikleyerek parmağımı Savaş’ın burnuna uzattım.

Lanet olsun, aklımı yitiyormuş gibi hissediyordum. O günden sonra her gece nefes alıp almadığını kontrol eder olmuştum. Nefes aldığını hissetmeden için rahat etmiyordu. Tekrardan onu kaybetmenin eşiğine gelecek olma düşüncesi beni iyice manyak etmişti.

Savaş’ın nefesi parmağıma dokundu, rahatlayarak elimi çektim.

Aşk, çok tehlikeli bir duyguydu. Kalbe düştüğü an insanı kor ateşlerde yalınayak yürütür, gözünün alamayacağı şeyleri yaptırdı.

Aynı bir zehir gibi tüm vücuduna yayılır, sen farkına bile varamadan seni içten içe tüketirdi.

Savaş tükenmişti, görebiliyordum. Lakin neden tükendiğini bile bile devam ettiğini de anlayabiliyordum.

Çünkü aşk öyle lanetli bir duyguydu ki kendini korumak için ördüğün o duvarları yıkar, sana ayna tutardı.

Yüzleşmekten kaçtığın her şey, o kadının diz çöktürecek gülümsemesiyle karşına dikilirdi. ‘Ben ne yapıyorum?’, ‘Ben kim için, ne için savaşıyorum?’ dedirtti.

Bunu nereden mi biliyorum?

Çünkü o göz alıcı gülümsemeyi gördüm, uçsuz bucaksız okyanusu andıran bakışlarında gizlediğim Barış ile beraber.

Onun gözlerine bakınca bakışlarında gizlenmiş o Barış olmak istedim ve o zaman onu neden kendimden uzaklaştırdığımı, bunca yıl neden peşine düşmediğimi daha iyi anladım.

Çünkü Müge bana, Barış’ı hatırlatıyordu. Olmak istediğim Barış’ı, bir tek onun yanında olabildiğim Barış’ı.

Her şey için çok mu geçti, bilmiyordum. O okyanustan kurtulup nasıl eskisi gibi olacağımı da bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı, o da artık korkup kaçmayacağımdı.

İlk defa kendim için savaşacaktım, ilk defa kendim için feda edecektim.

Anlık bir gazla doğrulduğumda kapının zil sesi tüm evde yankılandı. Boşluğuma geldi, ses ile adeta yerimden zıpladım. “Hay sikiyim!”

Neydi bu? Kâinatın tüm psişik güçleri bir araya gelip de bana Müge’nin yanına gitme mi demek istiyordu.

Hadi, lan!

Uğraşmam gereken bir nişanlısı zaten varken bir de doğaüstü şeylerle uğraşamazdım. Garipten duyduğuma inandığım sesi tam yok saymaya karar vermiştim ki kapı bir daha çaldı ve bu sefer duyan tek kişi ben değildim.

Savaş tek gözünü açtı, bana baktı. “Ne oluyor? Saat kaç?”

Tamam, daha sakin olmayı denemeliydim. Kâinat işini gücünü bırakmış benimle uğraşmaya karar vermemişti, kapı gerçekten çalıyordu.

Gözlerimi ovuşturdum. Yeni yeni aydınlanmış havanın ışıkları salona süzülüyordu, daha gözümü kapatıp da huzurlu bir uykuya bile yatamamıştım.

Uykusuzluktan ağrımaya başlayan başımı tuttum, gözlerim duvardaki saate kaydı. Saat daha sabahın yedisiydi amına koyayım!

Bu saatte hangi manyak gelirdi?

“Hiçbir fikrim yok.” Dedim, homurdanarak. İren bu saatte misafir kabul edecekse bize, daha doğrusu bana düzgün bir oda vermeliydi.

Sırf gencecik yaşımda bekar kalmayı tercih ediyorum diye salona mahkûm edilip koltuk tepelerinde süründürülmemeliydim de neyse…

“Neyse…” dedim Savaş’a. Vicdanlı olasım tutmuştu, yatmaya devam etmesine izin verdim. “Yat sen, ben bakarım.”

Savaş uyku sersemi olduğu yerde doğrulduğunda söve söve salondan çıktım. Misafirliğin bir adabı olmalıydı, sabahın yedisinde kimse kimsenin kapısına dayanmamalıydı. Kapı komşusu bile olsa…

Sonuçta komşu komşuyu da bir yere kadar idare ederdi ama değil mi? Gerçi geldiğimiz yolları düşünürsek gelen kişinin komşu olma olasılığı yoktu.

Kapının ardındaki sabırsız misafir ardı ardına iki kez zile bastı. Tahammülüm git gide tükeniyordu. Bana engel olması yetmemiş, Müge’yi benden önce uyandırmaya kafayı koymuştu.

Bu ne ama canım, alacaklı gibi!

Alacaklı…

İçime şüphe düştü, kapıyı açmadan deliğinden baktım. Kapının ardında elinde kocaman bir pasta kutusu tutan yirmilerinin ortasında genç bir kız vardı. Deri ceketi, dizinin üstünde biten çizmeleri ve garip havasıyla motorcu filmlerinden çıkmış gibi olsa da onu tanıyamıyordum.

Çünkü kış ayında olmamıza rağmen yüzünü gizleyecek büyüklükte bir güneş gözlüğü takıyor, sürekli arkasına dönüp bir şeyi kontrol ediyordu.

İçimdeki şüphe giderek büyüdü ama neyse ki bu tongaya düşmeyecek kadar çok gerilim filmi izlemiştim. Bilgi birikimime güveniyordum. Bu kızın çıtı pıtı görüntüsü bir tuzaktı ve bizi öldürmek isteyen bir seri katile çalışıyordu. Ya da seri katil oydu.

“İlgilenmiyoruz, bacım. Sağ olasın…” diye bağırdım kapının arkasından. O kutuda kesinlikle soluduğumuz an bizi derin bir uykuya yatıracak çok tehlikeli bir gaz vardı.

Derilerimizi rahatlıkla yüzebilmesi için önce bizi bayıltacaktı, daha sonra bizi kimsenin bulamayacağı mezbahanesine götürecek ve orada işimizi bitirecekti.

Kız kaşlarını çattı, gözlüğünü hafifçe indirip kapı deliğine doğru baktı. Eyvah, yeşil göz! Delikten hızlıca uzaktım. Elemtere fiş kem gözlere şiş!

Acilen toplanıp saklanmalıydık. Bu kızın gözü göz değildi ve şu an hepimiz farklı odalardayken onun için kolay lokmaydık. Arkamı dönüp geriye doğru bir adım attığımda Savaş miskin bir şekilde salondan çıktı, “Kimmiş?”

Sessiz olmasını işaret ederken Aden koridoru korkuyla döndü, hemen ardından da İren görüş açımı girdi. Geriye Müge, Bahar, Efe ve… Her neyse Atlas’ı yem edebilirdik.

Onlara doğru parmak ucunda ağır ağır ilerlerken “Kuşatıldık.” Dedim adeta fısıldayarak. Dişlerimin arasından konuşuyor, elimden geldiğinde sessiz olmaya çalışıyordum.

“Ne?” Aden korkuyla bir adım geriledi, Savaş’ın bakışları Aden’e doğru kaydı. “Kaç kişiler, bilmiyorum ama…”

“Ne saçmalıyorsun sen ya?” Savaş öfkeyle bağırıp bana doğru döndüğünde kapının ardındaki kız bizi duymuş olacak ki zile aralıksız basmaya başladı.

Aptal herif! “Ya!” İsyan edercesine ellerimi iki yana açtım. “Ya ben bilmiyor muyum buzağı gibi bağırmayı? Ne bağırıyorsun? Al işte, duydu bizi!” Savaş’ı görmezden gelerek kızlara döndüm.

İren ne olduğunu anlamayarak bana bakarken Aden korkuyla duvara sinmişti. Ah, canım Üçüncü’m korkma. Ben salak ikizime rağmen bizi yaşatacağım.

“Sığınabileceğimiz camsız bir oda var mı? Acilen güvenlik çemberi oluşturmamız lazım!” İren ne yapacağını bilmeyerek Savaş’a döndüğünde Savaş, Aden’e baktı. “Saçmalıyor.”

Hayır, saçmalamıyordum. O saçmaladığımı düşünerek her filmde mantıklı düşünen karaktere inanmadığı için ilk ölen olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu.

“İlk ölen mi olmak istiyorsun?” Sorumla Aden’in gözleri büyüdü, “O ne demek ya?”

Savaş beni dinlemedi, söylene söylene kapıya doğru ilerlemeye başladı. “Sikeceğim belanı, Barış. Bekle, sikeceğim.”

Lanet olası zekasını kullanan tek kişi ben iken bu asabiyetinin nedenini anlayamıyordum. Bu çocuk çok nankördü. Filmlerde de hep böyleleri yüzünden katil içeriye sızar ve saklanacağımız zaman vermeyeceğimiz kayıpları vermeye başlardık ama değil mi?

Savaş kendinden emin bir şekilde kapının kulpunu indirdiğinde İren ve Aden’i arkama aldım. Bizim filmimizde arkadaşları için kendini feda eden yakışıklı bendim. Zaten bana da böylesi yakışırdı.

Aden kafasını sırtıma gizledi, canım üçüncüm ikizimin ölüşünü görmek istemiyordu. Ona hak veriyordum, kan ve vahşet hassas bünyeler için zararlıydı.

Duruşumu dikleştirdim, Aden’e daha fazla alan tanıdım.

“Buyurun, kime gelmiştiniz?” Savaş’ın iri cüssesinden konuştuğu kızı göremiyordum. Şu an ikizime silah ya da bıçak çekiliyor olabilirdi.

Yüce gönlüm ona kıyamadı, ikiz bağı işte en olmayacak zamanlarda körükleniyordu. Lakin ona yardıma gitmeden önce planı kızlara anlatmalıydım, olur da geri dönemezsem onlar benim için de yaşamalıydı. “Ben Savaş’a doğru koştuğumda merdivenlerden çıkın ve diğerlerini…”

Sözlerimi Savaş’ın adını söyleyen küçük kız çocuğunun sesi kesti. Aden gizlendiği yerden çıktı, Savaş dizlerinin üzerine çöktü.

Kardeşimi bıçaklamışlardı!

Hiddetle kapıya doğru atıldığım Aden’in afallamış sesi kulaklarımı doldurdu, olduğum yerde donup kaldım. “Selin…”

Nasıl yani gelen Aden’in kızı ve bakıcısı mıydı? Bakışlarım garip giyimli kıza kaydı. Bu nasıl bakıcıydı böyle?

Küçük kız Savaş’a sarıldı, Savaş onu kucağına alıp doğruldu. “Teşekkür ederim, Savaşçım. Aden ile Ata’yı gördük. O iyileşecek.”

Savaş, Selin’e gülümserken Aden uyarıcı bir tonda “Selin, büyüklerine bu şekilde hitap edemezsin.” Dedi.

“İnanmıyorum, bu ufaklık senin kızın mı?” İren sevecen bir şekilde Selin’e yaklaştı, Selin Savaş’a daha sıkı sarıldı. “Ufaklık değilim. Ben büyüdüm.”

Ne yapacağımı, bilmiyordum. Savaş’ın kucağında aynı bakıcısı gibi giyinmiş küçük bir çocuk vardı ve bu çocuk Aden’e aitti.

Kulağa ne kadar da garip geliyordu. Aden’in bir çocuğu vardı, Aden anne olmuştu ve ben hem amca hem dayı olacağımı sanırken yalnızca dayı olmuştum.

Hareketsizliğimi fırsat bilen garip kız içerisinde bayıltıcı gaz olduğuna inandığım kutuyu elime sıkıştırdı. “Sakın, düşürme!”

Boş bakışlarım kutunun üzerindeki pencereye kaydı, içinde pudra şekeri serpiştirilmiş bir kek vardı. Gözlerimi yumdum, suratım ekşidi.

Belki de uzun bir süre ne korku ne de gerilim filmi izlememeliydim.

“Aden çok kötü bir rüya gördüm.” Selin, Aden’in kucağına geçti. “Sen yerde yatıyordun, babam yanındaydı. Sana sesleniyorduk ama bizi duymuyordun.”

Bakışlarım Savaş’ta oyalandı. Az önce Selin’e sergilediği içten gülümsemesinin yavaşça buruklaştığını gördüm. Üzülüyor gibi değil de sanki hayalini kurduğu bir manzarayı izlediğine inanıyormuş gibi bir ifadeydi bu. Onlara öyle bir bakıyordu ki sanki bu hikâyenin başrolü oydu ve Aden’in kucağındaki kendi kızıydı.

Dudağımın içini ısırdım. Onu böyle görmeye dayanamıyordum. Hem de onları bu hale getirip imkansızlaştıran benken.

“Ama Aden derin uyur, zaten.” Dedi, bakıcı. “Onu uyandırmak zordur.”

İnsanoğlu yaradılışı gereği garip bir varlıktı, en kötü hatıraları bile zamanla unutabiliyordu. Ben unutmamıştım ama hissettiğim vicdan azabıyla da yaşamayı zamanla öğrenmiştim.

Aden emin adımlarla salona ilerlerken Savaş hızlı davranıp yolunu kesti. “İçerisi dağınık.”

İçerisi dağınık değildi, yalnızca yataklar…

Ah tabi ya, Savaş salonda yattığı açığa çıkmasın istiyordu. Onu bu oyuna ben bulaştırmıştım. Aden’in güzel bir ilişki içerisinde olduğunu düşündüğüm için Savaş’a da hayali bir ilişki tablosu çizmiştim.

Tam Savaş’ı destekleyip içeriyi dağıttığımı söyleyecektim ki Aden aceleci davrandı. “Tamam sorun değil, toplarız. Sen sevgilinin yanına dön, uyanınca seni göremeyip endişelenmesin.”

Aden’in öfkeli bakışlarını iliklerime kadar hissettim. Ortam şu an buram buram kıskançlık kokuyordu…

Keyifle kıvrılan dudaklarımı birbirine bastırdım, Aden’in Bahar’ı görmeye hatta görmeyi geçtim ismini duymaya, varlığını hissetmeye bile tahammülü yoktu.

Ve içten içe biliyordum ki bu öfkesinin nedeni dün yaşanan olay değildi, Aden hala Savaş’ı köpek gibi kıskanıyordu.

Aden Savaş’ı geçmek için manevra yaptı, Savaş yine yolunu kesti. “Sorun değil, ikizim.” Dedim, rahatlıkla. İzin verelim ki, görsün hala kime ait olduğunu. “Geçsinler.”

Aden’in kaybettiğini düşünüp Savaş’ı kalbine gömmesi işimize gelmezdi, hala Savaş’ın ona ait olduğunu bilmeliydi. Ona ait olduğunu bilmeliydi ki kıskanmaya devam etmeliydi.

İnsan kendisine ait olduğunu düşündüğü şeyi önemser, kıskanırdı. Bu basit bir denklemdi.

Savaş ne yapmaya çalıştığımı anlamayarak geri çekildiğinde Aden ve peşinden ilerleyen kız salona girdi, İrende tam peşlerine takılıyordu ki elimdeki kutuyu eline sıkıştırdım.

Aden’in iki yatak gördüğündeki tepkisini kaçıramazdım!

Savaş’ı da sürükleyip içeriye girdim. “Burada neden iki yatak var?”

Ve bingo!

Aden tam da istediğim gibi otuz iki diş sırıtarak bize doğru döndü. Şimdi sıra yakalanmışız gibi anlaşılabilir bir yalan söylemekteydi. “Döne döne yatıyorum ben.”

Aklıma gelen en saçma şeyi söyledim, Aden’in eğlendiğini belli eden bakışları Savaş’a döndü. Savaş onu düşürdüğüm durumdan rahatsızdı, biliyordum ama bunu yapmak zorundaydım. Aden’in başka bir kızın yanında yatmadığını bilmesi gerekiyordu.

Savaş, Aden’in bakışlarından kaçıp boynunu kütletti.

“Savaşçım ve sevgilisi de mi sizin gibi ayrı odalarda yatıyor, Aden?” Gerçekten çocuktan al haberi! Afacan Aden’i öyle olmadık bir yerde patlatmıştı ki hunharca gülmemek için adete direniyordum.

“Selin!”

Savaş ukalaca gülümsedi, eğlenme sırası ona geçmişti. “Aden ile babanın ayrı odaları mı var?” Aden Selin’in konuşmasına fırsat tanımadan atıldı. “Yok! Yok öyle bir şey!” ama Selin durmadı. “Neden yalan söylüyorsun, Aden? Yalan kötü bir şey değil mi?”

Bu ufaklığı sevmiştim, onunla iyi anlaşacaktık!

Garip kız gülümsemesini bastırmak için elini dudaklarına siper etti. Bu durumdan en az bizim kadar keyif alıyordu. Bir bakıcı olarak bu çok cüretkâr bir davranıştı, kovulması an meselesiydi.

Aden gözlerini yumdu, pes edercesine güldü. “Kavga ettiğimiz zamanlardan bahsediyor.”

“Hayır, bahsetmiyor…” Aden daha fazla dayanamayıp Selin’in dudaklarını kapattığında kendime daha fazla engel olamadım, kahkahayı bastım. Abartmıyorum, hunharca güldüm.

“Çocuk aklı işte.” Savaş inanıyormuşçasına gülerek kafasını salladığında Aden’in yanakları kıpkırmızı olmuştu. “Barış gülme!” Dudaklarımı birbirine bastırıp hazır ola geçtim. Emir büyük yerdendi, sinirlenmiş bir Aden’e karşı savunmasızdım.

Fakat gözüm yaşarmıştı, dokunsalar patlardım. “Neyse biz gidelim, babayı uyandıralım!” Dişleri arasından konuştu, Aden. Selin ise kıkırdayarak dudaklarını örten ellerden kurtulmaya çalışıyordu.

“Bu arada…” dedi, Aden kapının eşiğinde durup. “Koltuktaki Eda.” Bakışları Edaya döndü, ses tonu yumuşadı. “Sarışın olan Barış, diğeri de savcı işte.”

“Savaş.” dedi, Aden’i düzelterek Savaş. “Sonunda tanışabildik, Savaş.” Eda Savaş’a dostane bir şekilde elini uzattı. “Seni son zamanlarda Selinden çok duyar olmuştum, sanırım ilk crushı sensin.”

“Öylemiymişim?” Savaş garipseyerek Eda’nın elini sıktığında araya girdim. “Niye şaşırdın ki bu kadar anasının kızı işte.”

Kırdığım potla dudağımın içini ısırdım. Lanet olsun, Selin konumuna düştüğüme inanamıyordum!

“Anlamadım?” dedi, Eda ama neyse ki sorusu içeriye giren İren ile havada kaldı. “Burada neden iki yatak var?” İren’in gözleri Savaş’a döndü. “Savaş dün gece burada mı yattın?”

Savaş daha fazla dayanamadı, pes etti. “Bahar ile tartıştık dün gece.”

Afalladı, İren. “Aden’in üzerine yürüdü diye mi?” Savaş’ın hala Aden’i önemsediğini bilmek pek hoşuna gitmemiş gibiydi. Suratı ekşitmiş, kaşlarını çatmıştı.

“Kim, Aden’in üzerine yürüdü ya?” diye sordu, Eda agresif bir tavırla. Eh o da haklıydı, kimse iş verenin hasar görmesini istemezdi.

“Hayır… Evet… Önemi yok, tartıştık işte.” Savaş kime cevap vereceğini şaşırdı, İren Eda’ya haddin olmayan konulara karışma gibisinden bakıyordu. Bu kadarı da ayıptı artık. İşçi diye resmen ezmeye çalışıyordu kızı.

“Kim?” diye sordu tekrardan üzerine bastıra bastıra Eda.

“Seni ilgilendirir mi ki?” İren’in kızı ezmesine daha fazla müsaade etmedim, tabi ki. İşçilerimizin yanındaydım. “Dün gece ufak bir tartışma yaşadılar alkolün etkisiyle. Kimse patronunun üzerine yürümedi, endişelenme lütfen.”

“Ne patronu ya?” Bu kız haddinden fazla öfkeyleydi. “Ne diyorsun sen?” Eda adeta üzerime yürüdüğünde korkuyla bir adım geriledim. Bu nasıl bir bakıcısıydı? Biricik yeğenime de böyle mi bakıyordu?

Savaş ikimizin arasına girdi. “Önemli bir durum yok. Kız arkadaşım kendinde değildi dün gece. Hepsi bu kadar.”

“Sahip çıksaydın keşke, şuurunu kaybedecek kadar içmeseydi o da.”

Savaş, Eda’yı haklı bulduğu için sessiz kalmayı tercih etti. Fakat İren durmadı. “Kimsin, necisin bilmiyoruz. Gelmiş evime racon kesiyorsun. Bu ne asabiyet! Kendine gel!”

“Kim olduğumu mu öğrenmek istiyorsun?” kızların git gide gerilen sohbeti Efe’nin gelişile son buldu. “Eda?”

Eda’nın tüm öfkesi dindi, yüzüne sevimli bir gülümseme yerleşti. “Günaydın.” Efe’yi görünce yüzünde güller açmıştı resmen kızın. Vay be…

Efe aynı içtenlikle karşılık vermedi ama kıza, çocuğu Aden’in kucağına bırakıp gözleriyle Eda’yı odadan çıkarttı. “Efe…” dedi, Aden arkalarından. ‘Yapma ‘der gibi. Lakin Efe ona aldırış etmedi, Eda ile birlikte dışarı çıktı.

“Bir sorun mu var?” İren’in sorusunu ufaklık cevapladı. “Babam geldiğimiz için kızdı.”

“Selin…” diye uyardı tekrar Aden. Bu ufaklığın bizim aksimize dürüst olması için yanan bir muma ihtiyacı yoktu. O temiz ve karanlıktan uzaktı. “Dışarıda fırtına var, sizin için endişelendi sadece.”

“Ama iyiyiz, Aden. Bizim için sevinmesi gerekmez mi?”

Kuşkuyla kaşlarımı çattım. Selin geldiğinden beri Aden’e ismiyle hitap ediyordu, hiç anne dememişti.

“Annene neden ismiyle hitap ediyorsun?” Aklımdan geçen soruyu dile getirdi, İren. Selin bu sefer temkinli davrandı. Aden’e baktı, Aden kaşlarını havalandırdığında ise sustu. Selin ilk defa sustu.

“Karnım acıktı.” Bakışları Savaş’a döndü, küçük kızın. “Burada siyah çikolata toplarından var mıdır, Savaşçım…” Ağzından bir şey kaçırmış gibi Aden’e baktı, “Savaş abi yani.”

Aden aferin dercesine Selin’in yanağına kocaman bir öpücük bıraktı.

“Favori kahvaltılık gevreğim olur kendisi. Sıcak süt ile mi tercih edersin soğuk mu?” İren, Selin’i kucağına almak için atıldı, Selin çekine çekine İren’in kucağına geçti. “Biz Aden ile sıcak sütlü seviyoruz.”

“Ah, bende!”

Aden gülümseyerek Selin’e el salladı. Fakat Selin ve İren mutfağa girdiği an gülümsemesi yüzünden silindi ve ince askılı atletinin üzerine koltuğun üzerinde gördüğü ilk hırkayı alıp koşarcasına dış kapıya doğru ilerledi.

Hırkayı aldığı yere baktım, hırka Savaş’a aitti. “Bahse girerim, anında fark edecek.” Savaş gülümseyerek omzunu silkti. “Kafası başka bir yerde, hemen anlamaz.”

Savaş’ın cümlesini bitirmesiyle Aden’in içeriye girip hırkayı bırakması bir oldu, Savaş’ın hırkasını bırakıp benimkini aldı ve tekrar gözden kayboldu.

Patlamamak için kendimi tuttum. Bir insan bu kadar çabuk göt olamazdı. “Keşke iddiaya girseydik!”

“Şımarma.” Dedi, Savaş hırkasını alırken. “Sinmiş mi bari kokusu?”

“Döverim seni, Barış. İşine bak!” Savaş odadan çıkıp üst kata yönelirken peşinden bağırdım. “İyice kokla, belki sinmiştir.”

 

 

 

🕯

 

Hellüü

 

Bir bölümün daha sonuna geldik ballarııımmm.

 

Nasılsınız?

 

Ben migrenden bayılmadan önce geldim. Dün atacaktım ama maalesef ki dayanamadım ağrıya :(

 

Kusura bakmayın ballarım gecikme için…

 

Aslında bu gecikmenin bir diğer sebebi de biraz Barış oldu. Kapalı kutu karakterim bir türlü onun dünyasına girmeme izin vermedi, silip silip değiştirmek zorunda kaldım çoğu şeyi.

 

Ama bu haliyle rahat bir nefes aldırdı. Kelimenin tam anlamıyla işte Barış bu dediimmm.

 

Umarım sizde benim kadar Barış’ı sevmişsinizdir <3

 

Çünkü ben kendisine bayılıyorum. Canpare karakteriim

 

Neyseeeğğğ

 

Bölüm hoşunuza gittiyse ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Yıldızları parlattın🌟ve yorumlarda benimle buluşun, ballarım.

 

Çok ama çok öpüldünüz💕

 

Önümüzdeki pazartesiye kadar kendinize cici bakın, unutmayın seviyorsunuz 🫠❤

Bölüm : 24.12.2024 20:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...