Bölüm şarkısı: James Arthur - Impossible
Cinayetten birkaç saat sonra
Daha önce hiçbirini öldürmek istemiş miydiniz?
Ve şimdi uzandığı zeminde kanıyla kocaman bir birikinti oluşturmuş arkadaşıma bakarken kendime sorduğum tek bir soru vardı.
İstediğim şeyi elde etme konusunda ne kadar ileri gidebilirdim?
Cevap veremiyordum, cevap veremiyordum çünkü hatırlamıyordum. Zihnimin içi bomboştu. Sanki dün gece yaşanılan her şey zihnimin karanlığına gömülmüş, yok olmuştu.
Yüzümü acıyla buruşturdum, bunun sebebi dissosiyatif amnezi olabilir miydi?
Zihnim travma sonrası beni korumak için unutturmuş olabilir miydi bana yaşanılanları, yaşattıklarımı?
Görüşümü bulanıklaştıran yaşlar yanağıma süzülürken dizlerimin üzerine çöküp bacaklarıma sarıldım. Onu ben öldürmüş olabilir miydim?
Hıçkırıklarım boğazımda düğümlendi, gözyaşlarımı sessizce akıttım. Aklım almıyordu. Geceye dair hiçbir şey hatırlamıyordum ama İren’in hareketsiz bedenine bakarken öyle bir vicdan azabı duyuyordum ki sanki… sanki zihnim unuttursa da kalbim hatırlatıyordu.
Hayır… Hayır, bunu yapmış olamazdım! Ben bir insana zarar vermiş olamazdım.
Titreyen avuçlarımın içiyle şakaklarıma baskı uyguladım, dün geceye dair ufacık bir anı hatırlamak istercesine gözlerimi yumdum. Lakin fayda etmedi, zihnimin karanlığına hiçbir renk gelmedi.
“Ha siktir!” gözlerim duvarın dibine çökmüş Müge’ye dehşetle bakan Atlas’ı buldu, bilinçsizce doğruldum. Onun burada ne işi vardı?
Korkuyla kendimi birkaç adım geri çektim, onları görebiliyordum ama onlar beni göremezdi.
Atlas’ın bakışları İren’e döndü. “Siktir… Siktir, ne yaptın sen Müge?”
Beni yatağımdan sıçratan, merdivenleri yuvarlanma pahasına hızlı hızlı indiren, İren’in bedenini bulmamı sağlayan o acı dolu çığlık sanki tekrar kulaklarımda çınladı.
Çığlığın sahibi Müge miydi yani?
Kafam karışmıştı. Müge, Atlas’ın suçlamasına itiraz bile etmeden İren’in cansız bedenini izliyordu. Şok olmuş gibiydi, adeta donup kalmıştı.
Anlayamıyordum. O İren’i nasıl bulmuştu? Atlas defolup gitmiş olmasına rağmen neden geri dönmüştü?
Atlas’ın ölüm tehditti zihnimin dört bir köşesinde yankılandı. Müge’nin İren’e attığı kar topu görünümlü taş aklıma geldi. İçin için suçladım onları. Kendimi aklamak istercesine suçladım. Lakin biliyordum. İren’in ölmesini ne kadar çok istediğimi unutmamıştım, hatırlıyordum…
“Cevap ver, lan!” Atlas’ın gür sesiyle yerimden sıçradım, ne yapacağımı bilemeyerek onlara doğru birkaç adım atmıştım ki çoraplarıma sızılan ıslaklıkla adımlarım olduğum yere kitlendi.
Çorabımı ıslatan yoğun sıvıya doğru döndüm yavaşça. Karların suyuna basıyor olmayı dilerdim ama bastığım şey eriyen karların oluşturduğu su birikintisi değildi, arkadaşımın kanıydı.
Dizlerim titredi, ayaklarımın altındaki zemin sarsıldı. Çok yakından bakıyordum artık ona. Ölmeden önce son çığlığını atmışçasına aralık kalan mor dudaklarını, feri gitmiş gözlerini çok yakından görüyordum artık.
Gülümsemiyordu dudakları, bomboş bakıyordu gözleri…
Gözleri açık gitmişti bu dünyadan, yaşayacağı çok şey olmasına rağmen gencecik yaşında göçüp gitmişti.
Göz kapaklarına doğru uzandı parmaklarım. Ölmeden önce katilini görmüştü gözleri, hala da onu görmeye devam ediyordu. Biliyordum, bunu yapmak zorundaydım. Onun ruhunu adı gibi özgür kılabilmek için gözlerini kapatmak zorundaydım.
Kirpiklerine dokundu parmaklarım, lakin göz kapaklarına dokunamadı. “Sakın! Sakın, dokunma!” Savaş’ın emredercesine dökülen sert sesine itaat ettim bilinçsizce. Havada asılı kaldı parmaklarım.
Donmuş gibiydim, hareket dahi edemiyordum. Kaskatı kesilmişti sanki bedenim. Ta ki Savaş’ın sıcak göğsünü sırtımda hissedene kadar. Kollarında gevşedi vücudum, tuttuğumun farkında olmadığım nefesim döküldü dudaklarımdan.
Savaş’ın çaresizce verdiği nefesi boynumda hissettim. “Tamam… Tamam, yok bir şey…” Asılı kalan kolumu göğsüme bastırdı, ellerini vücuduma sardı. Saniyeler içerisinde kolunu bacağımın altından geçirip beni kucağına almıştı.
Karşı koymadım ona, bırakmasını da istemedim. Tenin sıcaklığını hissetmeye öyle çok ihtiyacım vardı ki yanlış anlayıp beni bırakır diye az önce göğsüme dayadığı kollarımı bile hareket ettirememiştim.
“Siktir!” Savaş, hemen arkasından mutfakta çıktı Barış. “Ne oldu, abi burada? Ne oldu?” Savaş, Barış’ın sorusunu havada bıraktı. “Polisi ara!” Barış tepkisizçe İren’e bakmaya devam edince Savaş tekrarladı. “Polisi ara, Barış. Hemen polisi ara!”
Barış adeta sarsılarak kendine geldi, ceplerini yokladı ve nihayetinde telefonunu buldu. Savaş, barışîn polisi arayacağına emin olduktan sonra arkasını döndü ve bizi içeriye soktu.
Barış polisi arayacaktı ve polisler birkaç saat içerinde benim için geleceklerdi.
Karnım acıyla burkuldu, avcumun içini karnıma bastırdım. Bundan sonra ne olacaktı? Bana ne olacaktı? Ben ne yapacaktım?
Düşüncelerim hayali bir gölge misali boğazımı sıkarken Savaş beni masanın üzerine bıraktı, dokunuşlarını hissetmeyi bıraktığım yapayalnız kalmıştım sanki.
Zaten yalnızdım ama o olmadığında yapayalnız hissediyordum.
Parmaklarım birbirine dolandı, başlamadan bitmişti yine hikayemiz. Değil mi?
Yanaklarıma doğru bir damla yaş süzüldü, Savaş görmeden hızlıca sildim. Zaten beni bıraktığından beri hiç buluşmamıştı ki gözlerimiz, sanki bir şey arıyormuşçasına sürekli etrafınaydı onun bakışları.
Ne arıyordu? Kaçmamam için bileklerimi bağlayabileceği bir ip mi?
Huzursuzca yerimde kıpırdandım. Bilmiyordu bile… Saçmalama, Aden!
Savaş aradığı şeyi bulmuş gibi yanımdan ayrıldığında bakışlarım kapıya kaydı. Kaçmak için hala vaktim vardı. Fakat kaçsam ne olacaktı?
Yaşayabilecek miydim bu vicdan azabıyla?
Savaş kuzu figürlü ev ayakkabılarıyla tekrar karşıma geçtiğinde afalladım. Nasıl yani… Aradığı ev terlikleri miydi?
Diz çöktü, Savaş. Her hareketini büyük bir şaşkınlıkla seyrettim. Kan damlayan çoraplarıma uzanışını, onları çıkartıp ayağıma bulaşan kan lekelerini temizleyişini, kuzu figürlü ev ayakkabılarını giydirişini…
“Böyle durursan hasta olursun.”
Titreyen nefesim dudaklarımdan döküldü, ellerim masanın kenarını sıkıca kavradı. Bana bir bebekmişim gibi davranıyordu, ayaklarım üşümesin diye karşımda diz çöküyor ayakkabı giydiriyordu.
O, bir katile hak etmediği gibi davranıyordu.
Yaşlarım sessizce yanaklarıma süzüldüğünde bilmeye hakkı var, diye düşündüm.
Savaş doğrulup hırkasını çıkartmak için fermuarına uzandığında “Dur…” dedim, acı çekerek. Yapmamalıydı. Bana bu kadar iyi davranmamalıydı.
Ben katildim, benim ayaklarım değil ellerim kana bulanmıştı.
Dalgın bakışları bana döndü, gözyaşlarımı fark etti. “Aden?” Yüzümü ellerimle gizledim, yaptığım şeyden çok utanıyordum.
Kafamı göğsüne bastırdı, okyanusu andıran kokusu burnuma doldu. Kollarını omzuma sardı, sıcaklığı içimi ısıttı.
“Korkma… Ben buradayım.” Dedi, beni koruyacağıma yemin edercesine. Biliyordum, o yanımdayken hiçbir şeyin bana zarar veremeyeceğini biliyordum.
Ama o bilmiyordu. Kollarına kimi aldığını bilmiyordu. Korunması gereken değil, korkulması gereken olduğumu bilmiyordu.
“Ben yaptım.” Dedim, itiraf ederek. Lakin fısıltıyı andıran sesim sadece bana ulaşacak kadar cılızdı. “Anlamadım?” dedi, Savaş benden biraz uzaklaşarak.
Elimi yüzümden çektim. Bir kez olsun yaptıklarımın sorumluluğunu almak zorundaydım. Kafamı kaldırdım ve karanlık bir ormanı anımsatan gözlerine son örüşümmüş gibi uzun uzun baktım. “Ben yaptım. Onu ben öldürdüm.”
Savaş kaşlarını çattı, ne duyduğunu hazmetmeye çalışırcasına gözlerini kırpıştırdı ve en sonunda sakinlikle sordu. “Sana bunu düşündüren şey ne?”
Islanan yanaklarımı sildim, alt dudağım hala titrerken “Dissosiyatif amnezi…” dedim, iç çekerek.
“Ne?” dedi, anlamayarak. Dissosiyatif amnezinin kelime anlamını mı bilmiyordu? “Travmaya bağlı hafıza kaybı işte…”
“Anlamını biliyorum, Aden.” Dedi, bıyık altından gülerek. Ardından ellerini masaya dayanarak üzerime eğildi. Yüzümün her zerresinde gezindi bakışları, yaşlarımın iz bıraktığı yerlere dokundu parmakları.
Derin bir nefes alıp yumdum gözlerimi. Ruhum dokunuşlarını hissetmeye öyle muhtaçtı ki izin vermiştim yakınlığına.
Parmakları yanağımdan ıslanmış kirpiklerime dokundu, içim titredi. Kalbim deli gibi çarpıyordu, tenim teninin sıcaklığını istiyordu.
Bunu söylemek kendime ihanetti biliyordum ama hala onun yakınlığını istiyordum, onu istiyordum…
“Ben yaptım…” dedim, tekrar titreyen sesimle. Savaş’ın tenimdeki parmakları duraksadı, uzun bir süre hiçbir tepki vermedi, korkuyla gözümü açıp ona baktım.
“Böyle düşünmenin tek sebebi dün gece yaşanılanları hatırlamıyor oluşun mu?” komik bir tınıyı anımsattı sesi, dudakları gülmüyordu ama sesi sanki kahkaha atmıştı.
Afallayarak kafamı salladım. “Hatırlamıyorum… Zihnim sanki bunu…”
Savaş geniş tebessümünü gizleyebilmek adına alt dudağını dişlerinin arasına aldı, duraksadım. Gülüyordu…. Neden gülüyordu?
“Neden gülüyorsun?” Kaşlarımı çattım. “Ben sana ne anlatıyorum, sen ne yapıyorsun? Komik bir şey mi bu?” Histerik bir şekilde ağlamaya başladığımda masanın ucuna doğru kaydım, ona yakınlaştım. “Katil oldum diyorum, sana. Komik mi bu? Dört duvarda çürüyeceğim için mi gülüyorsun? Alacağım ceza mı eğlendiriyor seni?”
Öfkeyle masadan inmeye çalıştım. Lakin Savaş kendini bacaklarımın arasına yerleştirdi, inmemi engelledi.
“Gözünden akan her damla yaşa kurban olurum senin.” Göz kapaklarımdan öptü, Savaş. “Birincisi…” dedi, yaşlarımın izlerini temizlerken. “Gerçekten bunu sen yapmış olsaydın ceza almana izin vermez, seni kaçırırdım.” Yüzüne yerleştirdiği sevimli gülümsemesi hiç silinmezken baş parmağı yanağımdan alt dudağıma doğru kaydı.
Kontrolsüzce nefes verdim, dokunuşlarıyla beni mahvediyordu sanki, tenimde bıraktığı her dokunuşuna içim gidiyordu.
“İkincisi tüm gece boyunca benimleydin, bebeğim.” Bebeğim mi? Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken konuşmamam için parmağını dudaklarıma bastırdı. “Seni bir saniye olsun yalnız bırakmadım. Yanımdaydın… Yanımda uyudun, yanımda uyandın. Yani anlayacağın küçük kız sana bunu yapabileceğin zamanı vermedim.”
Savaş’ın bakışları içime işledi. Yanımda uyudun da ne demekti? Dün gece ne olmuştu? Aklıma gelen ihtimaller yanaklarımı yaktı, içim sıcaklığıyla kuruyan dudaklarımı ıslattım.
Savaş’ın bakışları ıslak dudaklarıma kaydı, yutkundu. “Ha son olarak bu amnezi değil, Aden. Sadece alkol…”
Gözlerimi kırpıştırdım. “Nasıl yani…” Alkollü olduğum için mi hatırlamıyordum olanları?
“Sarhoş olmuştun. Hiç susmayacak kadar hem de…” Kaşımı kuşkuyla çattım. Hiç susmayacak kadar derken ne demek istediğini düşünüyordum. Fakat Savaş ona inanmadığımı sanmıştı. “Bana inanmıyorsan üzerindekilere bak…”
Bakışlarım Savaş’ın talimatıyla üzerime indi. Üstümde siyah uzun bir tişört, altımda ise bana ait olmadığı metrelerce uzaklıktan belli olan bol bir eşofman vardı.
“Yoksa biz?” diye sordum büyük bir utançla. Birlikte mi olmuştuk?
Savaş geniş bir gülümsemeyle olumsuz anlamda kafasını salladı. “Maalesef”
Refleksle omzuna vurduğumda dilini dişlerinde gezdirerek gülümsedi. “O kadar sarhoştunuz ki bu havada havuza girmek istediniz. Sen ve Barış… Hangi birinize sahip çıkacağımı şaşırdım ve sen küçük kız kaşla göz arasında havuza atladın.”
Savaş anlattıkça hayal meyal kulaklarımın yaptığı basıncı, o buz gibi suyun tenime işleyişini hatırlar gibi oldum.
“Neyse ki hipotermi geçirmedin. Yanakların boşuna kızarmasın yani. Dün gece aklından geçen hiçbir şeyi yaşamadık. Üzerini bile ben değiştirmedim. Bahar sağ olsun o zamana kadar ayaktı, yardım etti.” Utançtan yerin dibine girebilirdim. Yanaklarımın ne kadar kızardığını düşünmek dahi istemiyordum.
“Yani, Aden… Sen hiç kimseyi öldürmedin. Öldüremezdin de zaten. Bilmiyor musun sen kendini, tanımıyor musun?”
Bana, benden daha çok inanıyordu. Dudaklarımda varla yok arası bir gülümseme yer ettiğinde Barış nefes nefese içeriye girdi.
“Aradım, ekip gönderiyorlar.” Barış’ın sesini duymasıyla yüzündeki gülümsemesi silikleşti Savaş’ın. Sanki az önce sadece ikimizin olduğu küçük bir dünyadaydık da o bu dünyadan zorla çekip çıkarılmış gibiydi.
Onaylarcasına salladı kafasını, hemen ardından da üzerindeki hırkayı çıkartıp elimi kaldırırken “Bu bölge, Manisa- Turgutlu’ya mı bağlı?” diye sordu Barış’a.
Küçük bir çocuğa montunu giydiren ebeveyni gibi giydiriyordu yine bana hırkasını. “Evet, sanırım…”
Düşünürcesine gözlerini kıstı, Savaş. Elleri fermuarın üzerindeydi, lakin bakışları Barıştaydı. Hipnotize olmuş gibi izliyordum onu. Hiçbir şey demeden, hiçbir şey yapamadan.
“Melek…” dedi, Savaş aklından geçenleri diline vurarak. Duyduğum isimle kaşlarımı çattım. O da kimdi?
“Bu bölgede çalışıyordu, yani sanırım…” Savaş fermuarımı çektikten sonra çenemi tuttu, dudaklarını alnıma dayadı. “Burada kal, Aden. Burada kal ki aklım sende kalmasın.” Sorarcasına baktı gözlerime. “Tamam mı?”
Onaylarcasına kafamı salladım, Savaş benden aldığı cevaba karşılık rahat bir nefes verdi ve Barış’ı da alıp bahçeye çıktı.
İçimde çocuksu bir heyecan canlanmıştı. Hatırlamadığım her anımda Savaş’ın yanında olduğumu bilmek içime su serpmişti. Artık emindim, gece yaşanılanları ömrümün sonuna kadar hatırlamasam bile ben katil değildim.
“O burada!” dedi, mutfağın kapısından telaşla giren Eda. Kim buradaydı, ne oluyordu?
Eda beni fark edince elinde tuttuğu telefonu gösterip “Telefonumun konumu buradan geliyor, Atlas burada.” Dedi açıklayarak. “Savcı nerede? Onu bulmam…” Camdan Savaş’ı ve Barış’ı gördü, Eda.
“Dur!” duymamıştı bile beni, kendimi öyle hızlı bir şekilde dışarı atmıştı ki durduramamıştım onu. Doğrulup masadan indiğimde Eda’nın bedeni kaskatı kesildi, gözleri İren’in cansız bedeninin olduğu yöne kitlendi.
Geç kalmıştım, Eda her şeyi görmüştü.
“İki dakikada nasıl kayboluyor bu kız anlamıyorum.” Peşinden Efe girdi mutfağa. “Günaydın, erkenci…”
Efe’nin bakışlarının baktığım yöne doğru döndüğünü hissettim. “Ne oluyor lan?” Efe hareket edipte Eda’nın yanına varamadan Eda’nın çığlıkları kulaklarımızı doldurdu.
Önce Efe’nin daha sonra da Bahar’ın korkuyla bahçeye çıkışını seyrettim. Neredeyse herkes bahçede toplanmış, İren’in cesedine bakarken ben içeri bekliyordum. Çünkü Savaş’a söz vermiştim.
“Aman, Allah’ım…” Bahar ürkek adımlarla Savaş’ın yanına doğru ilerledi, lakin telefonuyla konuşan Savaş onu fark etmemişti.
Huzursuzca kollarımı göğsümde birleştirdim. Savaş dün gece boyunca yanımdan ayrılmadıysa Bahar neredeydi? Nasıl izin vermişti sevgilisinin benimle olmasına? Hem de sevgilisini öptüğümü bile bile.
Bu işte bir gariplik vardı. Ya Savaş bana yalan söylüyordu ya da Savaş ve Bahar’ın düşündüğün gibi bir ilişkisi yoktu, hiç olmamıştı.
“Hanginiz yaptı bunu ona?” Dışarıda olduğunu sandığım Atlas’ın sesini mutfağın dört duvarında yankıladığında irkilerek arkamı döndüm.
Delirmiş bakışlarıyla üzerime doğru yürüyor, göğsüme doğrulttuğu silahı korkusuzca sıkı sıkıya tutuyordu.
“Savaş…” dedim sakince geriye doğru adımlarken. Telefonla görüştüğünü, biliyordum. Belki de göğsüme saplanacak kurşuna kadar beni fark etmeyecekti bile ama yine de ona seslenmiştim. Beni yalnızca onun kurtarabileceğine inanmıştım.
Sakince bir adım daha geriye atıp mutfağın balkon kapısından dışarıya çıktığımda omzumda hissettiğim kollarla rahat bir nefes verdim. Kim olduğunu görmesem de burnuma yayılan kokusundan, sahiplenici tutuşundan onun kim olduğunu tanırdım.
Savaş bedenimi çevirip sırtıyla bana siper olduğunda “İyi misin?” diye sordu. İyiydim, o olduğu sürece de iyi olacaktım.
Onaylarcasına salladım kafamı, Savaş’ın verdiği rahat nefes boynuma dokundu. “Şükürler olsun…”
“Sakin ol, Atlasçık.” Barış’ın kışkırtıcı sesiyle Savaş’ın gevşemiş kaslarının tekrar gerildiğini hissettim. “İndir silahını da erkek gibi tartışalım derdini.”
“Siktir git, lan!” Atlas’ın sesiyle irkildim. Öyle çok bağırmıştı ki görmesem de namlunun ucundakinin Barış olduğunu tahmin edebiliyordum.
“Arabamın torpido gözünde silahım var. Şimdi seninle yavaşça ilerleyeceğiz. Evin duvarına geldiğimizde seni bırakacağım ve sende koşarak arabama gideceksin. O silahı bana getirmene ihtiyacım var, Aden. Tamam mı?” Savaş ileriye doğru bir adım atmak için hazırlandığında kollarını sıkıca tutup onu durdurdum.
“Bizi fark ederse ne olacak? Arkan dönük… Namluyu sana doğrultup doğrultmadığını bile bilmiyoruz. Hayır… Hayır, savcı. Bunu yapmayacağım.”
“Benim için endişelenmen hoşuma gitti. Yeri ve zamanı olsa emin ol seni öperdim ama değil.” Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı, itirafıyla neye uğradığımı şaşırmıştım. “Şimdi bana o silahı getirmene ihtiyacım var. O yüzden karşı koyma ve ilerle Aden.”
Savaş rahatça ilerleyebilmek için topuklarımı yerden kesecek kadar beni havalandırdığında Atlas’ın öfkeli tınısını işittim. “Hanginiz yaptı lan bunu onlara? Hanginiz kıydı lan bebeğime?”
Parmak ucuna yükselip Savaş’ın ilerlemesini engelledim. Atlas’ın öfkeden gözü dönmüştü, ilerlediğimizi fark ederse korkunç şeyler yapabilirdi.
“Aden…” dedi, sabır dilermişçesine. “Yapmayacağım.” Dedim, dişlerimin arasından. “Çok istiyorsan beni bırakıp gidebilirsin ama ben gitmeyeceğim.”
“Gidemeyeceğimi bildiğinden bu kadar rahat konuşuyorsun değil mi?”
Fısıldayarak konuşmuyorduk, fısıldayarak tartışıyorduk.
“Yo… Alakası bile yok. Daha öncesinde gitmiştin, şimdi de gidebilirsin!” Savaş beni kendine bastırdı, kulağıma fısıldıyordu.
“Sırası mı şimdi? Burada mı tartışmak istiyorsun bunu?”
“Peki, savcı… Sen sırası geldiğinde söyle ben o zaman açıyım konuyu!”
Bir el silah sesi yükseldi. Savaş sanki mümkünmüş gibi daha da üzerime kapandı.
“İyi misin?” diye sordum korkuyla Savaş’a. “Evet. Sen?” Verdiği tek düze cevap beni tatmin etmemişti, iyi olduğunu görmeye ihtiyacım vardı.
Ellerim bedenimi saran kollarında dolaştı. “İyiyim, gerçekten iyiyim.”
“Kime diyorum lan ben? Cevap versenize oğlum!” Atlas iki kere daha ateş etti.
Savaş bu kargaşadan fırsat bilip birkaç adım uzağımızda donuk bir vaziyette İren’i izleyen Müge’nin yanına koştu ve onu tek eliyle kaldırıp ikimizi de arkasına aldı.
Ayakta durmakta güçlük çeken Müge’ye sıkıca sarıldım. Artık Savaş’ın bakışları Atlastaydı ve iki kolunu da geriye doğru uzatarak bizi koruyordu.
“Bilmiyoruz.” Dedi, Savaş soğukkanlılıkla. “Sadece sakin ol ve polislerin gelip olayı çözmesini bekle.”
“Oradan bakınca aptal gibi mi duruyorum?” diye sordu Atlas küfredercesine. “Savcı statünü kullanacaksın ve sevdiğin herkesi elini kolunu sallaya sallaya çıkartacaksın değil mi? Ondan aradın arkadaşlarını, ondan devreye sokmaya çalışıyorsun herkesi.”
Savaş’ın arkasından hafifçe çıktığımda Atlas’ın namlusunun Savaş’a doğru dönük olduğunu fark ettim. “Bak…” dedi, Efe araya girmek istercesine. “Yukarıda burada dönen şeyin ne olduğunu anlamayacak kadar küçük bir çocuk var. Lütfen… lütfen indir şunu.”
Selin aklıma gelince gözlerim Eda’yı aradı, lakin bulamadı. Efe mutfak kapısının hemen önünde duruyordu, acaba mı? Diye geçirdim içimden. Gerçekten yapmış olabilir miydi? Kaşla göz arasında Eda’yı güvenli alana almış olabilir miydi?
Rahatlayarak nefesimi verdim. Eda güvendeyse Selin de güvendeydi.
Atlas, Efe’yi duymazdan gelerek Savaş’a doğru bir adım attığında tekrardan nefesimi tutmuştum. “Kurban ben olacağım değil mi? Çok güçlü o babanız bana gelecek, içeriye beni tıktıracak. Hayatımı karartacaksınız değil mi benim?”
Yavuz Bilginden bahsediyordu. İyi de onu nasıl tanıyordu ki?
“Böyle bir şey olmayacak!” dedi, Savaş kendinden emin bir sesle. Lakin Atlas ikna olmamıştı. “Suçlu her kimse cezasını çekecek.”
Barış ve Efe, Atlas’ın arkasından yavaş adımlarla ilerlerken Savaş, Atlas’ın dikkatini dağıtmaya devam etti. “Ve sensen, sende çekeceksin!”
“Ben suçlu değilim.” Diye gürledi, Atlas. “Onu ben öldürmedim.”
“Ama tehdit ettin.” Dedim, Savaş’a yardımcı olmak isteyerek. “Onu, öldürmekle tehdit ettin.” Eğer onu kışkırtırsam namlunun ucu bana döner, hem Savaş kurtulur hem de Barış ve Efe, Atlas’ı kıskıvrak yakalar sanmıştım.
Lakin işler pek de sandığım gibi ilerlememişti. Atlas’ın bana doğrulttuğu namlu hiçbir şeyi değiştirmemişti. Çünkü Savaş namlunun ucunda kalmama müsaade etmeyerek tekrar önüme geçmişti.
Efe ise bana öyle çok öfkelenmişti ki sıktığı dişlerinin ardından işaret parmağını dudaklarına sabitlemiş, adete çenemi kapamamı söylemişti.
Ama nihayetinde Barış, Atlas’ın koluna atılmış, silah gökyüzüne kaldırılmıştı. Savaş kardeşine yardım etme isteğiyle onlara doğru atılırken Efe de silaha uzanmıştı.
Adata nefesimi tutarak tutmuştum hemen yanımdaki Müge’yi. Dördü de silaha uzanmışken yapılabilecek en ufak hatanın sonucunu düşünmek dahi istemiyordum.
Onlarda birini kaybedebilirdim.
Gözlerim İren’in cansız bedenine doğru döndü. Birini daha bu şekilde görmeye gücüm yoktu. Bir arkadaşımı daha kaybetmeye…
Devamını getiremedim, getiremedim çünkü kulaklarımı çınlatan patlama sesi düşüncelerimi bile susturmaya yetecek cinstendi. Gözlerimi yumdum, duyduğum son şeyin o patlama olmasını umut ederek. Fakat umduğum gibi olmamıştı. Hiçbir zamanda olmazdı, değil mi?
Sesi kulaklarımda çınladı, acısı içime işledi. Duyduğum son şey onun acı dolu çığlığıydı.
Duyduğum son şey onun sesiydi…
🕯
Hello ballarım
Nasılsınız?
Umarım iyisinizdir.🫂
Çünkü ben sanırım birazdan bayılazam.
Çok yorucu bir haftanın sonunda nihayet buluşabildik. Bölümün bu kadar geçe kalmasını inanın bende istemezdim. Lakin şu son birkaç gündür evde olmadığım için bölümün son okumasını bir türlü yapamamıştım ve okudukça içime sinmeyen yerler olduğu için atmaya kendimi bir türlü hazırlayamamıştım.
Ama evet, şu an her şey yolunda ve güzel olduğuna inanıyorum🕊
Beynim şu an pek çalışmadığı için lafı kısa keseceğim ve bir sonraki hafta buluşana kadar kendinize cici bakmanızı isteyeceğim
Çok çok öpüldünüz ballarım♥
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
536 Okunma |
59 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |