(Bilgilendirme: Birazdan okuyacağınız diyalog bu bölümden sonraki her bölümde olacaktır. '+' ile başlayan konuşmalar polis memuruna/ olayın savcısına, '-' ile başlayan konuşmalar ise bölümü onun anlatımıyla okuyacağınız şüphelilere aittir.)
23 Ocak 2025
-Bu söyleyeceklerim beni şüpheli konumuna düşürebilir. Fakat yine de yalan söylemek istemiyorum. Ben onlar gibi değilim.
+Anlamıyorum, Bahar Hanım. Daha açık olur musunuz?
-O gün o dağ evinde gitmememin tek sebebi Savaş değildi. Onlar beni tanımıyordu belki ama ben onları en başından beri tanıyordum, yaptıklarını ve yapabileceklerini de biliyordum.
- Onlar ego savaşları yüzünden genç bir kızı tekerlekli sandalyeye mahkûm etmiş insanlardı, onlar benim kuzenimi yaşarken öldürmüş insanlardı.
+ İntikam almak için mi oradaydınız yani? İtiraf etmek mi istiyorsunuz?
- Evet, intikam almayı çok istemiştim. Lakin hayır, orada kalmaya devam etmemin tek sebebi Savaştı. Gözüm kör olmuştu sanki. Onu yeni kazanmışken tekrar kaybetme düşüncesiyle de yapmamam gereken bir şey yapmıştım.
-Aslında tek gecelik olan tatillerinin uzamasına neden oldum. Savaş’ı kaybetmemek için zamana ihtiyacım vardı ve bende bu yüzden araçlarının lastiklerini patlatıp gitmelerine engel oldum.
Bahar İlhan
17 Ocak 2025
(Cinayetten iki gün önce)
Neden burada olduğumu, amacımı unutmuştum. İçlerine girdiğin an bırak intikamını, kim olduğunu bile unuttururlar sana, demişlerdi. İnanmamıştım, beni yolumdan saptıramazlar sanmıştım.
Lakin öyle güzel oynuyorlar, öyle güzel görünüyorlardı ki çürümüş ruhlarının yayılan kokuyu zamanla almamaya, onları herkes gibi kusursuz görmeye başlamıştım.
Göz ucuyla telefonda görüntülü konuşan Aden ve Efe’ye baktım. L koltuğun bir köşesinde oturuyor, yemekten sonra arayan kızlarıyla konuşuyorlardı.
Daha doğrusu Efe konuşuyor, Aden dolu gözlerle ekranı izliyordu. Ne kadar da garipti. Büyümüş, bir kız çocuğu annesi olmuştu.
Sanki karma, sakat bıraktıkları kızları için acıdan gebermiş o annenin intikamını almaya yemin etmişti.
“Bu gece Eda ablamla uyuyacağım.” İçimi sıcacık eden kız çocuğunun sesiyle dişlerimi sıktım. “O beni korur, biliyorum ama…”
Yaşattıklarını yaşamalarını istiyordum. Fakat vicdanım bu kadarına el vermiyordu. Bunun için duacı olamıyordum. “Ama yine de korkuyorum işte.” Hiçbir günahsız can annesinin zalimliği yüzünden kaldıramayacağı bir acıyla sınanmamalıydı. “Keşke burada olsanız…”
Aden yanağına süzülen yaşı hızlıca elinin tersiyle sildi. Kalbine yansıyan acıyı gizlemekte teyzem kadar başarılı değildi. Oysa teyzem içi kan ağlasa da kuzenimin yanında hep gülümser, acısını her zaman kalbine gömerdi.
Bakışlarım telaşla odaya giren Barış’a kaydı. “Dur ben sana numarasını vereceğim.” Barış’ın buraya gelirken arabada bahsettiği davayı hatırladım, babasından gizli aldığı bir davası vardı.
Haksız yere zan altında bırakılan bir kadın için adaleti sağlamaya çalışıyordu. Oysaki zamanında diğerleriyle bir olmuş, kuzenimin davasında yalancı şahitlik yapmıştı.
Hayal kırklığı oturdu bakışlarıma, en çok onlara konduramıyordum. Kendini adalete adamış iki kardeş nasıl yapmıştı bunu benim canıma, canımdan bir parçama.
Oysa onu tanıdığım, daha doğrusu tanıdığımı sandığım ilk zamanlar evimde gibi hissetmiştim kendimi. Öyle sakin, öyle sıcaktı bakışları.
Kayıp anneannesi için kafayı yemek üzere olan beni bile kendime getirmişti. Cesaret vermişti, güçlü olmayı öğretmişti bana.
Onun yanında olmadığım her saniye içimde fırtınalar kopuyordu ama onu gördüğümde büyüsüne kapılıyor, yatışıyordum işte.
Aşk bu demek miydi, bilmiyordum.
Hayatımın bu evresine kadar sevmek nedir, öğrenmemiştim. Sevgi beraberinde asla yapmayacağım dediğin şeyleri yapmayı mı getiriyordu, onu da bilmiyordum.
Tek bildiğim sevdiğim adam istiyor diye çocukça bir oyuna dahil olduğumdu. Nedenini bile sormadan kabul etmiştim, sevgiliymiş gibi davranma oyununu.
Gerçek olmasını umduğum oyunun fikri bile ısıtmaya yetmişti kalbimi. Hoş başka bir şey isteseydi de kıramazdım onu, kabul ederdim yine.
Peki ya, o istiyor diye intikamımdan vazgeçebilir miydim?
Cevapsız olduğum tek soru buydu. Bu soruyu henüz kendime sormaya hazır hissetmiyordum. Çünkü bir uçta yanında ilk defa huzuru hissettiğim bir adam, diğer bir uçta da her geçen gün öldüğüne birebir şahit olduğum canımdan bir parça vardı.
Sıkıntılı bir nefes verdiğimde Savaş’ın bakışları bana döndü. Hemen yanımda telefonuyla ilgileniyordu. “Canın mı sıkıldı?”
Gülümsedim. “Sorun yok, iyiyim.” Savaş emin olamayarak tek kaşını kaldırdı. Bakışları içimi okuyordu sanki, nefes alışverişimden bile anlıyordu canımın sıkkın olduğunu.
“Bu Tülin cinayetindeki katil…” dedi, Müge kendini Savaş’ın diğer yanına atarken. Telefonunda yazılarla dolu bir kâğıdın resmi açıkmış, Savaş’a doğru uzatmıştı. “Mum izleriyle bir alakası olmadığını söylemiş.”
Aden ve Efe’nin bakışları Müge’ye döndü. Lakin Müge onları fark etmemiş, kafasını Savaş’ın omzuna dayayarak konuşmaya devam etmişti. “Bu nasıl mümkün olabiliyor? Kim bıraktı o zaman o izleri?”
Görseldeki belgeyi parmağı ile yakınlaştırdı, Müge. “Baksana, izleri duyunca afallamış kadın resmen.”
Ne kadar da ilgiliydi o kadının katiline karşı. Sadece katiline de değil gerçi, öldürülen o kadına, işlenen o cinayete, kısacası her şeye…
Onu araştırmıştım, yaptığı işi gördüğümde ise resmen dehşete düşmüştüm. Katilleri araştırıyordu. Cinayet mahallerini geziyor, aklınca şüphelileri buluyordu.
Bir katilin başka katilleri arayıp açığa çıkarması ne kadar etikti ki?
Bence konuyu uzaklarda aramasına gerek yoktu. O da en az diğer katiller gibi bloğunda yer alabilirdi.
Merakla bekliyordum. Hayatını çaldıkları, hayalleriyle beraber yaşama istediğini öldürdükleri kuzenimin cinayetini bloğunda işlemek zorunda kalacağı o günü merakla bekliyordum.
Yaptıracaktım… Elbet bir gün bunu Müge’ye yaptıracaktım!
Bakışlarım Savaş’ın omzuna yatan Müge’de oyalanırken göğsüm garip bir hisle kasıldı. Neydi bu, ona duyduğum nefret mi yoksa kıskançlık mı?
Efe homurdanarak oturduğu yerden kalktı, Aden mahcup bir ifadeyle kafasını eğdi. Gözleriyle özür dilemişti Efeden.
“Nereden buldun ifadelerin görüntülerini?” Savaş, Müge’nin telefonunu elinden almaya çalıştı. Müge hızlı bir hareketle son anda telefonunu kurtardı ve kafasını nihayet Savaş’ın omzundan çekti. “Muhbirimi ele veremem, sayın savcım.”
“Müge!” Savaş tekrar atıldı, Müge şımarık bir çocuk gibi koltuğun üzerine çıktı, telefonunu havalandırdı. “Tek bir şartla. Bilgiye karşı, bilgi.”
Savaş ne istiyorsun dercesine baktı, Mügeye. “Mum izini bırakan kişi kimmiş?”
“Pekâlâ.” Dedi, Müge telefonunu cebine sıkıştırırken. Koltuktan prenses edasıyla indi ve Savaş’a sahte bir hüzünle baktı. “Bilgi yoksa, ispiyonlamak da yok. Üzgünüm, savcım.”
“Bu yaptığın suç, farkında mısın?” dedi, Savaş hiddetle. Onu tanıdığım zamanki soğuk bakışları yine çehresine oturdu, oysaki arkadaşlarıylayken daha sıcak bakardı.
“Ne yapmış yine?” Telefonu kapatan Barış tüm ilgisini bize doğru verdi. Sesindeki siteme dayanarak sürekli böyle saçma şeylerin Müge’nin başının altından çıktığına emin olmuştum.
“Aslında teknik olarak bu durum onu bağlamaz.” Aden bilmiş bir edayla omuzlarını silkti, gülümsedi. “Bildiğiniz üzere ifade tutanaklarını Müge almadı, ya da onları gizlice birine ulaştırmadı. Yani Müge’nin yaptığı tek şey arkadaşının gizlice ona ulaştırdığı tutanaklara bakmak oldu. Üzgünüm, savcım ama bu durum yalnızca muhbiri bağlar, Müge’yi değil.”
Müge, Aden’e ‘İşte benim kızım’ dercesine baktı. Yetmedi büyük bir ukalalıkla kafasını hafifçe yatırarak onu Savaş’a işaret etti. “Çok doğru. Ben sadece güzel gözlerime hâkim olamadım, gözüm kaydı baktım yani. Ne var ki bunda?”
Savaş hiçbir şey söylemeden Aden’e gülümsedi. Öyle içten, öyle güzel gülümsemişti ki yanağında oluşan çukuru fark etmiştim. Gamzesi olduğunu bilmiyordum, daha önce gamzesini çıkartacak kadar gülümsediğine hiç şahit olmamıştım.
Durgunca izlediğim adam yanağının içini ısırarak gözlerini kaçırdı, arkasına yaslandı. Gizlemeye çalıştığı gülümsemesi hala dudaklarında varlığını korumaya devam ederken Aden’in alt dudağını ıslatıp dişlerinin arasına aldığına şahit oldum.
Nasıl bakabiliyordu benim yanımdaki adama böyle? Savaş nasıl izin verebiliyordu buna? Niye Müge’ye sergilediği tutum ile bildirmiyordu bu kıza da haddini?
Ona karşı boynu kıldan inceymiş gibi aldığı cevap ile köşesine sinmişti resmen. Ama iyi de neden...
Güçlükle döndürdüğüm nefesim boğazımda takılı kaldı. Zihnim beni yüzleştirmeye itercesine restoranda tuvalete gittikten sonra beceriksizce silmeye çalıştığı kırmızı izler ile yanımıza gelen Savaş’ı hatırlattı.
Bu doğru olabilir miydi, gerçekten?
Aden o gün kırmızı bir ruj sürmüştü. Evet, hatta restorandan kaçarcasına da gitmişti ama… Ama onlar arkadaş değiller miydi?
Şok içerinde aralanan dudaklarım kapının girişinde gördüğüm Efe ile kapandı. Bu eğer doğruysa, Aden Savaş’ı gerçekten öptüyse… En az benim kadar Efe’nin de öğrenmeye hakkı vardı.
Lakin ona hemen söylemek salaklık olurdu, bana inanmazdı. Hatta durum Savaş’ın kulağına gider ve Savaş böyle bir şey yaptığım için belki de beni hayatının dışına çıkartırdı.
Hayır… Hayır, buna izin veremezdim. Hayatından çıkmayacaktım, onun kaybetmeyecektim.
Hem yanılıyor da olabilirdim. Arkadaştı onlar, hepsi arkadaştı. Sadece arkadaş…
İçim içimi yiyordu. Kafamın içi Aden’in Savaş’ı öptüğü düşüncesi ile dolup taşarken İren ve Atlas ardı ardına salona girdiler.
Bunu öğrenmek zorundaydım, bir şekilde öğrenmek zorundaydım!
Gözlerim arkadaş gruplarında dolaştı, çocukken oynadığımız oyun aklıma düştü.
“Ne dersiniz ’Doğruluk mu, cesaretlilik mi’ mi oynasak?” diye sordum, sahte bir heyecanla. Eğer Aden doğruluğu seçerse eşine hiç ihanet edip etmediğini sorabilirdim. Ya da cesarette onu kendimle bir odaya kapatabilir ve onu sıkıştırabilirdim.
Of, ne saçmalıyordum ben böyle? İliklerime kadar hissettiğim kıskançlıkla kontrolü kalbime vermiş, olmadığım biri gibi davranmaya başlamıştım.
Müge olabilir aslında dercesine dudaklarını büzdüğünde, Atlas kayıtsızca omuzlarını silkti. Aden ise düşünüyormuşçasına Efe’ye baktı. Neyi düşünüyordu, yaptıklarının ortaya çıkabileceğini mi?
Bunu yapmadan önce düşünmeliydi, yaptıktan sonra değil! Bakışlarım Savaş’a döndü. Bana değil, Aden’e bakıyordu.
“Aslında onun yerine…” İren dudağının kenarını dişlerinin arasına alıp kütüphanesinde duran şamdanı aldı. “Yalancılar ve Mumları mı oynasak?”
Bahsettiği oyunun ne olduğunu bilmiyordum, ismine yabancıydım.
İren, üzerinde beş adet mumu olan antika şamdanı orta sehpaya bıraktı. Oyun şamdanla mı oynanıyordu, anlayamamıştım. Nasıl bir oyundu bu böyle?
“O nasıl bir şey?” diye sordum, merakıma yenik düşüp.
“Bizim uydurduğumuz bir şey.” Dedi, Savaş buz gibi bir sesle. Bakışlarım ona doğru döndü, hatta diğerlerine.
Savaş’ın bakışları şamdanın üzerinde yoğunlaşırken Aden’in beti benzi atmış, Müge buz kesmişti. Yalancılar ve Mumları oyununu oynama fikri onları germişti. İyi de neden, nasıl oynanıyordu ki bu oyun?
“Çok merak ettim.” Dedim, ilgiyle. Onları bu hale getiren oyun ilgimi çekmeye başlamıştı. “Oynayalım…” Bakışlarım Savaş’a döndü. Son kararı her zaman sevgilisine bırakan o kız gibi “Oynayalım mı?” diye sordum.
Savaş tepkisizliğini korurken Barış omuz silkti. “Oynayalım.”
İren neşeyle şakıdı. “Perdeleri kapatıp ışıkları söndürün o zaman.” İren, Barış’ın önündeki çakmağı alıp mumları yakarken Barış ve Efe kalkıp hem ışıkları hem de perdeleri kapattı.
Oda kısa bir süre sonra karanlığa gömülmüş, cılız mumların ışığı ile aydınlanmaya başlamıştı. Ortam, birazdan ruhani varlıkları çağıracakmışız gibi gergin bir havaya bürünmüştü. Ürperdim. Tüm bunlara gerçekten gerek var mıydı?
“Kurallar basit. Mum elinde olan oyuncu yalnızca sorusunu soracağı kişinin duyabileceği şekilde sorusunu sorar. Sorunun yanıtı olumlu ise mumlar üflenmez, sır yanmaya devam eden mumların şahitliğinde o iki kişi arasında ebediyete gömülür. Olumsuz ise mumlar söndürülür ve soruyu soran kişi sorduğu soru ile birlikte neden böyle bir soru sorduğunu diğer oyunculara açıklar. Açıklaması diğer oyunculara mantıklı gelirde mumu üflemeyen kişinin yalan söylediği -oy birliği ile- düşünülürse yalan söyleyen kişinin o iki kişi arasında kalacak diye bahsettiğim tüm sırları anlatılmaya başlanır. Kulağa karmaşık gelebilir. Bu yüzden bence oynayarak öğrenmeniz daha mantıklı.”
Bu, küçük sırlarını öğrenebileceğim bir oyun muydu yani?
İştahla atıldım. “Yani şüphelendiğim bir şeyi soracağım ve doğruluğu garanti bir yanıt mı alacağım?” İren onaylarcasına kafasını salladı. “Mumların ışığı altında kimse yalan söylemez, emin olabilirsin.”
“Etkilendim. Bir sırayla gitmiyorsa eğer başlamaktan onur duyarım.”
İren keyifle şamdanı önüme doğru ittirdi. “Sorun kimeyse şamdanı ona yakınlaştır, üflemesi kolay olsun.”
“Pekâlâ.” Dedim, şamdanı alıp oturduğum yerden kalkarken. Bu oyunu şimdiden sevmeye başlamıştım. Şamdanı Aden’in önüne bıraktım.
Aden kuşkuyla gözlerini kıstı, şaşırmıştı. Benden böyle bir hamle beklemiyordu, diğer herkes gibi. Üzerimde hissettiğim bakışları umursamadan kulağına doğru eğilip elim ile siper yaptım. “Yemekte…” dedim kısık bir sesle. “Savaş’ı öptün. Değil mi?” Savaş’ın dudaklarında izi kalan kırmızı ruj gözlerimin önüne geldi, yüzümü buruşturdum.
“Doğruyla üfleyecek mi yani?” diye sordum, Aden’den uzaklaşırken. Aden sertçe yutkundu, bakışları Savaş’a döndü.
Bu kaçamak bakışı bile bana istediğim cevabı fazlasıyla vermişti. O kız Aden’di. Savaş’ı sevgili olduğunu bile bile öpmüştü, hem de evli olmasına rağmen.
“Doğruysa üflemeyecek.” Diye düzeltti İren beni. Sıkışan göğsüm ufacık umut kırıntılarına tutundu, üflesin istiyordum. Mumları söndürmesine ihtiyacım vardı, yanlış bir anlaşılma olduğunu kanıtlamasına ihtiyacım vardı.
Kalbime kıskançlık tohumları ekilirken Aden berjere kollarını dayadı. Gözlerine oturan meydan okuma hırsıyla bana döndü, dudakları ukalaca kıvrıldı.
“Doğru yani.” Dedim, hayretle.
Yanındaki adama, telefonun bir ucundaki kızına rağmen bana meydan okuyordu.
“Artık bu ikinizin küçük sırrı.” Dedi, İren açıklayarak. “Soru sorulan bir sonraki tur soru sorabilir ya da hakkını birine devredebilir. Aden?”
Yüzümde kibirli bir gülümseme oluştu, kollarımı göğsümde birleştirdim. Meydan okumasını kabul ediyordum.
Benimle savaşmak istiyordu. Lakin unuttuğu çok büyük bir şey vardı, istediği adam benim yanımdaydı. Yani en azından o öyle biliyordu.
Umursamazca Savaş’ın yanına geri döndüm, kalçamı bacağına sürtüp kolunun altına girdim. Bu hareketim onu rahatsız etti, kaçırdığı gözleri ilk galibiyetim oldu.
Aden şamdanı eline alıp bize bakmamaya gayret ederek İren’e doğru uzattı. “Açılışı yapalım, değil mi?”
Aden oturduğu yerden kalktı, Christian Louboutin ayakkabıları yere değdiği an siyah kumaş pantolonunu düzeltti ve üzerindeki göğüs uçları dışında tüm vücudunu saran dantel parçasını hafifçe çekiştirerek mükemmel vücudunu göz önüne çıkardı.
İddialıydı, hem de haddinden fazla iddialıydı.
Dudağımın içini ısırdım. Üzerimde ilk iki düğmesi dışında tüm düğmeleri ilikli beyaz bir gömlek, altımda dar bir jean vardı.
Onun aksine öyle hanım hanımcık öyle kibar duruyordum ki kendimi silik bir karaktermişim gibi hissettim.
Elim düğmelerime gitti. Aden, İren’in kulağına eğilip de sorusunu sorana kadar dantelli iç çamaşırımın hafifçe gözükmesini sağlayarak birkaç düğmemi daha açtım.
“Ne sordun ona?” Savaş’ın sesi sıcak nefesiyle birlikte tenime çarptı, ürperdim. Dudakları kulağıma çok yakındı, yeni çıkmaya başlamış sakalları neredeyse tenime sürtecekti.
Kendimi toparlamaya çalıştım. “Bu aramızda sırmış.” Sesim kilometrelerce koşmuş gibi nefes nefeseydi. “Söylemem bu yüzden.”
“Hey!” İren, Savaş’a doğru bağırdı. “Kuralları biliyorsun, sıkıştırma kızı!” Hemen ardından da mumları üflemeyeceğini belirten bir ifade ile Aden’e gülümsedi.
Savaş’ın sıcak nefesi tenimden uzaklaştı, beklentiyle yanan vücudum hayal kırıklığına uğradı. İren yüzünden yalnızca yakınlığını değil, temasını da kaybetmiştim. Savaş aramıza biraz mesafe koyarak koltukta kaymış, benden uzaklaşmıştı.
Kırgınlıkla arkama yaslandım ve akışı bozmadan devam eden oyunu sessizce izlemeye başladım.
Oyun İrenden Atlas’a, Atlastan Barış’a, Barış’tan Müge’ye ve Müge’den Efe’ye hiç bozulmadan devam etti. Mumlar hiç sönmedi, soruların her birine evet cevabı alındı.
Ta ki Efe, Savaş’a soru sorana kadar. Savaş duyduğu soru ile hiç düşünmeden üfledi mumları. “Bırakmadım.”
Karanlık olan oda kısa bir süre sonra İren’in mumları yakmasıyla tekrar aydınlandı. “Ne sordun?”
Efe, İren’i duymazlıktan geldi. “Yalan söylediğine adım kadar eminim. Yine de söylemem gerekiyor mu ne sorduğumu?”
“Kurallar böyle, söyle!” dedi kesin bir yargıyla Barış. Efe’nin ne sorduğunu en az onun kadar merak etmiştim. Savaş, neyi bırakmamıştı?
“Peki, daha önce sana inanan birini hiç yarı yolda bıraktın mı diye sordum. O da bırakmadığını söyledi.”
“Neden böyle düşündün ki?” diye sordu, İren.
Efe omuz silkti. “Arkadaşlığınızın bitme sebebini biliyorum. Bence bu sorunun cevabı hepiniz için evet olmalıydı.”
Savaş’ın çenesi gerildi, öfkeyle dişlerini sıkmıştı. Ne yapmam gerektiğini bilemeyerek uzanıp elini tuttum. Her an Efe’nin üzerine atılabilecekmiş gibi duruyordu ve bu gerginliği bana da ulaşmıştı.
“Pekâlâ oylayalım o zaman.” Dedi, İren ve kendinden emin bir şekilde elini kaldırdı. “Ben bırakmadı, diyorum. Hatta bırakmadık!”
Aden’in gözlerine düşen hayal kırıklığıyla İren’e baktı. İren ise Aden’e bakamıyordu. Barışta elini kaldırdı. “Bırakmadı.”
Aden aynı kırgınlıkla Barış’a döndü, Barış’ta Aden’in bakışlarından kaçtı.
Müge omuz silkti. “Dürüst olun. Hepimiz ne döndüğünü biliyoruz. Bıraktı, işte! İsteyerek değil belki ama bıraktı.”
Kimse Müge’ye karşılık vermedi, gözler bana döndü. “Savaş kimseyi yarı yolda bırakmaz.” Dedim, elimi kaldırarak.
Aden bakışlarını yanan mumlara indirdi. Atlas, Müge’ye kolunu atıp “Nişanlım ne diyorsa doğrudur.” Dedi ve tarafını açıkça belli etti.
Efe’yi öldürmek istercesine bakan Savaş’ın bile yumuşamış bakışları Aden’e dönmüştü. Aden kimseyle göz teması kurmadan dudaklarını ıslattı.
Adeta fısıltıyı andıran bir sesle “Bıraktı.” Dedi. Yalan söylüyordu, Savaş asla birini yarı yolda bırakmazdı. Müge ile bir olmuş Savaş’ı zan altında bırakmaya çalışıyorlardı, ikisi de yalan söylüyordu.
“Neden seni bıraktığını düşünüyorsun?” Kendime engel olamadım, zihnimde yankılanalar dudaklarıma döküldü.
Aden’in bakışları bana döndü. Korkusuzca baktım, gözlerine. “Ne değerin var ki Savaşta, seni yarı yolda bırakacak?” Aden sorumla donup kalırken Savaş hiddetle bana döndü. “Bahar!”
“Bir saniye sevgilim, bu ikimiz arasında.” Savaş’ı büyük bir özgüvenle görmezden geldim. Sonucunu düşünmedim, kaybedebileceklerimi umursamadım. “Bir cevap verecek misin, artık? Sana çok basit bir şey soruyorum.” Sorumu tekrarladım. “Sevgilimin seni neden yarı yolda bıraktığını düşünüyorsun?”
Mantığım susmuş, kalbim eline aldığı megafon ile bas bas bağırmaya başlamıştı.
“Pekâlâ, bugünlük bu kadar yeter.” Barış oturduğu yerden kalktı, önce perdeleri daha sonra da ışıkları yaktı.
Aden ise hala suskundu. Kulağıma fısıldayan Savaş dışında herkes suskundu, hepsi köşesine çekilmiş aynı benim gibi Aden’in vereceği cevabı bekliyordu.
“Haddini aşıyorsun, Bahar. Sus…”
“Niye susuyorsun?” Savaş’ı duymazlıktan geldim, üstelemeye devam ettim. “Ne gizliyorsun da susuyorsun?”
Bir tek Savaş koruyordu onu. Oysa eskiden birine bulaştığında diğerlerini de alırdın karşına, birlik olurlardı sana karşı.
“Bilmediğin ve muhtemelen hiçbir zamanda öğrenemeyeceğin şeyler var, Bahar. Durman gereken yeri bil, saygı sınırlarını da aşma artık!” sakinliğini bozmadan konuştu Aden en sonunda.
Yapayalnızdı, bir sürü arkadaşı arasında kimsesizdi. Keyifle gülümsedim. Yalnızlığına güvendim, onu korumuyor oluşlarından güç aldım ve oturduğum yerden kalkarken “Bak sen ya…” diye mırıldandım. “Bana saygı sınırlarından bahsedene de bak sen…”
Aden’e doğru yönelmek istedim. Lakin Efe önünde dağ gibi durdu. Eski arkadaşları onun için kılını kıpırdatmazken eşi geçilemez bir duvar gibi önünde durup onu koruyordu.
Benim sevgilimle aldattığı eşi…
Hırsla doldu içim. Savaş’ın dudağına değen dudaklarını büzmek, saçlarını yolmak istiyordum. Birgün olsun bir karıncayı bile incitmemiş ben Aden’i paramparça etmek istiyordum.
Efe tehditkâr bir duruşla her adımım önüne geçmeye çalışınca Savaş oturduğu yerden kalktı, beni arkasına aldı.
Artık burun buruna olan Efe ve Savaştı.
Garipseyerek bir adım geri attım. Benim için endişelenmiş miydi? Savaş ilk defa benim için endişelenmişti. Hırsla dolan yüreğimin tüy gibi hafiflediğini hissettim, adeta duruldum.
Aden benim için öne atılan Savaş ve Efe’nin arasına girdi. O da anlamıştı, Savaş beni seçmişti. Ben bir kez daha kazanmıştım.
“Aramıza soktuğun insana bak! Yazık gerçekten.” Dedi, Aden hırsla. Kaybettiği savaşın acısıydı bu, ne dediği umurumda bile değildi. O da biliyordu, Savaş beni seçmişti.
Aden, Efe’yi peşinden sürükleyerek odadan dışarı çıktığında dudaklarım kıvrıldı. Hiçbir şeyin önemi yoktu artık. Bana alenen seviyesiz diyen Müge’nin bile.
“Bu seviyesizliğe daha fazla katlanamayacağım. Gel yatalım bizde.” Müge’nin bir böcekmişim gibi tiksinircesine baktığı bakışlarına şapşal bir gülümsemeyle karşılık verdim.
İçim içime sığmıyordu resmen. Biliyordum ama bizim için bir umut olabileceğini biliyordum.
“İyi geceler hepinize.” Dedi, İren beni göz ardı ederek. Arkadaşları benden nefret etmişti ama önemi yoktu işte. O sevse yeterdi bana.
İren de dışarı çıktığında “Ne yaptığını sanıyorsun, sen?” dedi Barış gür bir sesle. Cevap vermedim, gözlerim tam önünde duran Savaş’ın sırtındaydı. “Kime diyorum kızım?”
Barış dikkatimi çekmek için koluma dokunduğunda Savaş bir kez daha beni himayesi altına aldı. “Barış, bizi yalnız bırak.”
“Yalnız bırak dedim, Barış.” Gülümsemem büyüdü. Yine kapılmıştım büyüsüne. Barış kapıyı arkasından kapatıp bizi odada yalnız bırakana kadar da tüm kalbimde inanmıştım oysaki beni korumak istediğine.
“Ne sordun ona?” dedi, Savaş sakince koltuğa otururken. O an anladım, o beni değil Aden’i korumuştu. Hayal kırıklığıyla baktım ona. O bana bakmıyordu bile. Görmüyordu beni, yoktum onun için.
“Ne sordun ona?” diye irdeledi sorusunu, daha gür bir sesle. Sesiyle irkildim. “Restoranda öpüşüp öpüşmediğinizi.”
“Biliyordun yani…” Öyle sakindi ki sakinliğinden korktum.
“Ben…” Hiçbir şey söylememe müsaade etmeden bakışlarını gözlerime çevirdi. Tanımıyormuş gibi bakmıştı bana, hiç var olmamışım gibi. “Bak, Bahar. Neden böyle bir şeye kalkıştın, bilmiyorum ve emin ol umursamıyordum da. Kendini oynadığımız saçma oyuna kaptırdın ve kontrolden çıktın.”
Savaş oturduğu yerden doğruldu, kendimi ifade etmek istercesine dudaklarımı araladım. Lakin Savaş beni yine konuşturmadı. “Üzerine yürümeye çalıştığın o insan, benim için her şeyden çok değerli.”
Hislerimi okumak istercesine gözlerimin içine baktı, kabullenmek istemeyerek gözlerimi kaçırdım. “Kendimden bile… Ve sen az önce benim gözümden sakındığımı incittin.”
“Savaş, ben…” dedim, acıyla. Konuşmanın gidişatını tahmin edebiliyordum ve böyle bitsin istemiyordum. “Umurumda değil, Bahar. Neden yaptığın, neden bambaşka biriymiş gibi davrandığın, inan umurumda değil. Umurumda olan tek şey, o kadın.”
Göğsüme keskin bir bıçak saplandı, hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. “Senden özür dilemeni ya da kendini bir şekilde affettirmeni istemeyeceğim. Böyle bir talepte bulunmayacağım. Senden tek istediğim yarın buradan defolup gittiğimizde birbirimizi hiç tanımamışız gibi hayatlarınızı devam ettirmemiz.”
“Hayır… Hayır, Savaş. Lütfen beni bir dinle. Lütfen.” Savaş koluna dokunan ellerimden tiksiniyormuşçasına uzaklaştı. “Savaş ne olur, yapma!”
🕯
Ay helloooooo
Nabıyorsunuuuuzzz? Gelin bir sarılalım özleştiiiik 🫂
Ben yine ağır hasarlıyım da. Omzumu sakatladım bu sabah ama tabi bu buluşmamıza engel olamadı ballarım. Ben yine buradayııımm
Her neyse… Bölümü nasıl buldunuz? 🫣
👉🏻👈🏻Aramıza hoş geldin Bahar diyebilir miyiz?
Bence deriz ya, Bahar da kurguya yeni bir soluk sonuçta. Hikâyeyi bir de ondan dinlemek lazımmmm.
Hem Aden ve Savaş’ın imkânsız aşkını daha da imkansızlaştırmak hoşuma gitmiyor desem vallahi çarpılırım HABXHABSAHHAHA 🙃
Neyse bölüm hoşunuza gittiyse yıldızları parlatmayı 🌟, satır sonlarında benimle buluşmayı unutmayın bal küplerim 🍯💛
Bir sonraki pazartesi tekrar buluşuncaya kadar kendinize cici bakın, ÖPÜÜLDÜÜÜNÜÜÜZZ 🤗💕
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
536 Okunma |
59 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |