19. Bölüm

On Yedinci Bölüm

Begüm Öztürk
begumozturuk

‘Senin ait olduğun yer burası.’ Demişti, baba bir keresinde. Bodrumda soğuk zemininde yatıyor, hareket dahi edemeden dinliyordum onu. ‘Sen bu çöplüğe aitsin. Aynı lağım fareleri gibi!’

Burnumdan süzülen kan dudaklarıma dokunuyordu, metalik tadı damağımda hissettim. ‘Berbat bit haldesin!’

Bir gözüm açılamayacak kadar şişmişti, yanağımda elinin izi vardı, yediğim tokattan sonra çenem sızlamayı bir an olsun bırakmamıştı ve patlamış kaşımdan süzen kan burnumdakine karışıp tişörtüme damlıyordu.

Söylemese de olurdu, zaten biliyordum.

‘İğrenç görünüyorsun…’

Bir insana bir şeyi defalarca söylerseniz yanlış olduğunu düşünse bile bir yerden sonra size inanırdı. ‘Senden tiksiniyorum.’ Ona inanıyordum, çok uzun zamandır ona inanıyordum. Ben aynanın karşısında gördüğüm Aden’i sevmiyordum.

‘Biliyorum’ diye fısıldadım gayri ihtiyari. İçimden geçenleri dışa vurmak yaptığım en büyük aptallıklardan birisi olmuştu. Ona istediğini vermiştim, ona canımı yakabilmesi için fırsat tanımıştım.

‘Biliyorsun tabi.’ Demişti keyifle. ‘Sevgilin de bu yüzden terk etti çünkü seni. Yüzüne bakılamayacak kadar çirkin olduğun için, ucube olduğun için.’

Burnumun direği titredi, acısıyla inledim. Bilirdim baba hiçbir zaman verdiği fiziksel acıyla yetinmezdi, ruhumu da zedelemeye çalışırdı. ‘Herkes farkındaydı, benim ucube çocuğum… Herkes nasıl bir canavar olduğunun farkındaydı. Bu yüzden yalnız bıraktılar seni. Bu yüzden arkalarını döndüler sana.’

Ama bunu ilk defa başarabilmişti. Sözleriyle ilk defa ruhumu paramparça edebilmişti. ‘Kızma ama onlara. Ben bile senin gibi bir çocuğum olduğu için utanıyorken, utandıkları için kızma onlara. Aynanın karşısına geç ve kendine bir bak. Yetersizliğini, çirkinliğini bir kez olsun gör ve onlara hak ver.’

O günden sonra aynanın karşısına geçip kendime çok bakmıştım. Yüzümde her gün yeni bir kusur bulmuş, her gün kendimden biraz daha fazla nefret etmiştim.

Fakat babanın ruhumu incitmesine bir daha asla izin vermemiştim. İlaçlar etkisini kaybettikçe hatıralarım netleşiyordu zihnimde, hatırlıyordum.

O gün baba kapıyı arkasından çekip beni karanlıkta yalnız bıraktığında hissettiğim acı ile ağlayamamıştım bile.

Söyledikleri öyle çok derine işlemişti ki içimde gözlerimi kırpıştırıp güçlükle nefes alırken düşündüğüm tek şey, haklı olduğuydu.

Onlar gitmişti. Müge yüzüme bile bakamadan elime bir kutu sıkıştırmış, bana arkasını dönmüştü. Savaş ona en çok ihtiyacım olduğu gün elimi tutmayı bırakmıştı. Barış ve İren bir hoşça kal bile dememişti.

Onlar gitmişti.

Arkadaşlar böyle yapmazdı. Arkadaşlar yalnız bırakmazdı, arkadaşlar görmezden gelmezdi, arkadaşlar gitmezdi.

O gün istemeye istemeye yüzleşmiştim gerçeklerle. Geri döneceklerine olan inancım artık yoktu, kalbim nefretimin karanlığına gömülmüştü.

Selin’in saçlarına burnumu sürttüm, yayılan dalin kokusu ciğerlerime dolarken acıyla dişlerimi sıktım. Oysa onlar geri döndüğünde beni bulabilsinler diye o evden kaçmayı düşünmemiştim bile.

Ne kadar da aptaldım. Kendimi cezalandırmış, onları hak etmedikleri bir sevgiyle ödüllendirmiştim.

Ama artık görmezden gelemiyordum. Hatıralarım netleştikçe onlara olan öfkem, sevgimin önüne geçiyordu ve ben hiçbir şey olmamış gibi davranamıyordum.

Bakışlarım koridora doğru kaydı, şaşkınlıkla dudaklarımı büzdüm. Ne giden vardı ne gelen. Az önce İren’in telefonuna kendimi doktormuş gibi kaydedip Müge’nin her şeyi öğrenmesine vesile olduğumdan beri ortalık fazlasıyla sakindi.

Müge nerede, ne haldeydi bilmiyordum. Atlas’ı evden kovmuştu, İren ise Barış’ın öfkeli ruh halinin gazabına uğradığından beri ortalıkta görünmüyordu.

“Aden, bak bu Hawk Moth. Kötü adam yani ve aslında kim biliyor musun?”

“Kim?” diye sordum, ilgiyle. Eda, Efe ve Bahar ile salonda oturmuş Selin’in en sevdiği çizgi filmi, mucizevi uğur böceği ile kara kedi izliyorduk.

“Kara kedinin babası.” Dedi, Selin garipseyerek. Baba kavramının kötü adam olması fikri onu şaşırtmıştı. “Ya…” dedim, bozuntuya vermeden. “Öylemiymiş?”

Selin onaylarcasına kafasını salladı. Kollarımı daha sıkı bir şekilde omuzlarına sardım, onu göğsüme bastırdım.

Ömrü boyunca baba kavramının onda lekelenmeyeceğine emindim, o şanslıydı.

Keşke bende onun kadar şanslı olabilseydim.

Bazen Selin’i uyurken izliyor, düşünüyordum. O benim kanımdan, canımdan değildi ama onu öyle çok seviyordum ki kılına zarar gelse aklımı yitirirmişim gibi hissediyordum, onu gözümden sakınıyordum.

Sevmek için kan bağı gerekmezdi, biliyordum. Anlayamadığım şey Selin’i nasıl bu kadar çok sevdiğim değildi zaten, babanın neden beni hiç sevmemesiydi…

Ben Selin kadar güzel bir kız çocuğu değildim, farkındaydım ama bu bir babanın çocuğunu sevmemesi için yeterli bir sebep miydi?

Düşününce ona hiçbir zaman saygısızlık etmemiş, kötü davranmamıştım. Dışarıdan ona laf söz getirmemiştim. Hiçbir zaman ettiği hakaretleri hak edecek davranışlarda bulunmamıştım.

İşte tam da bu yüzden soruyordum bu soruyu kendi kendime.

Baba beni neden hiç sevememişti?

Gözlerimi kırpıştırdım. Hayatta bazen bazı sorular cevapsız kalmalıydı. Sevememişti işte. Belki kanı ısınmamıştı, belki gözü alışmamıştı ama sevememişti. Nedeninin bir önemi yoktu.

En azından sevgisini gösterip bildiğim bir şeyden mahrum bırakmamıştı beni.

Dalgın bakışlarım Baharda duraksadı. Odasına çekilmek yerine neden benimle aynı ortamda kalmayı tercih etmişti, anlamamıştım. Sabahtan beri burada bizimle oturuyor, telefonuyla uğraşıyordu.

Kafamı hafifçe eğdim, daha dikkatli baktım ve tam da o zaman huzursuzca kapatıp açtığı telefonunda oyalandığı bakışlarının ara ara benim telefonuma da döndüğünü fark ettim.

Dudaklarımda ukala bir gülümseme peydahlandı. Bahar burada kalmayı tercih etmiyordu, sadece gidemiyordu. Kıskançlık dürtüsü gitmesine izin vermiyordu. Çünkü ulaşamadığı sevgilisinin beni arayacağından şüpheleniyordu.

Uzanıp telefonumu sehpadan aldım, Bahar’ın bakışları anında bana döndü. Umursamazca İren’in oluşturduğu gruba girip Savaş’ı rehberime kaydettim.

Madem öyle düşünüyordu, onu haksız çıkarmak istemezdim.

Hala üzerimde olan bakışlarını dağıtabilmek için ona doğru döndüm, bakışlarını kaçırdı. Rehberime girip Savaş’ın telefonu çaldırırken beni izlemesi işime gelmezdi ama değil mi?

Savaş’ın numarasını sadece bir kez çaldırdım ve telefonu tekrar sehpanın üzerine bıraktım. Bahar ne yaptığımı anlamaya çalışarak huzursuzca olduğu yerde kıpırdandı, tam duruşunu biraz dikleştirip sehpaya doğru eğilmişti ki kafasındaki sorulara cevap niteliğinde telefonumun ekranı aydınlandı.

Selin ve Bahar merakla telefonuma baktı. “Savcı mı arıyor?” diye sordu, Selin. Bu ufaklığın okuma yazma bildiğine daha önce hiç bu kadar sevinmemiştim.

Yüzümde geniş bir sırıtış oluşurken Bahar’a baktım, sıktığı dişleri kasılan çenesinden kendini ele veriyor, hissettiği öfke al al olmuş yanaklarına vuruyordu.

Kahkaha atmamak için direndim. “Evet, bebeğim. Hemen konuşup geleceğim.”

Telefonumu aldım, sanki çok özel bir şey konuşacakmışız gibi koridora çıktım. Fakat telefonunu açmadım bile.

Onun rolü buraya kadardı, onunla işim bitmişti ama sanırım artık onun uğraşması gereken küçük bir sorunu vardı.

Gülümsememi bastırmak adına yanaklarımı dişledim. Neden bilmiyordum ama en çok onların ilişkisine zarar vermekten keyif alıyordum.

‘İren’in odasına gel!’

Savaş’ın ikinci araması da ekranıma düşerken bakışlarım Müge’nin bildirimde oyalandı.

Sanırım yüzleşme vakti gelmişti.

İçime tuhaf bir his yerleşti, gülümsemem silikleşti. Ne kelimenin tam anlamıyla huzurluydum ne de pişmandım. Bu yüzden hissettiğim bu tuhaf şeyi isimlendiremiyordum.

Ağır adımlarla merdivenlere yöneldim. Kızların arkadaşlığının sonunu getirmiştim. Biliyordum, bu saatten sonra toparlanamayacaklardı ama bu fikir Savaş’ın ilişkisini mahvetme düşüncesi kadar içimi kıpır kıpır etmiyordu.

Çok garipti. Müge’ye İren’in gerçek yüzünü ben göstermiştim ama zamanı geri alabilsem tekrar aynı şeyi yapabilir miydim, emin olamıyordum.

Savaş hakkında verdiğim acımasız kararları kızlar için verirken tereddüt ediyordum. Oysa onlarda canımı en az Savaş kadar yakmıştı. Neden böyle hissediyordum, anlamlandıramıyordum.

Telefon avcumda titredi, arayana bakmadan reddettim. Muhtemelen arayan Savaş’tı ve ben telefonu açana kadar da durmayacaktı.

İren’in kapısına vardığımda telefonumu tamamen kapattım ve aralık olan kapıdan usulca baktım.

Müge, İren’in çalışma masasına dayanmış ayağıyla ritim tutarken İren yatağında uzanmış, telefonuyla oynuyordu.

Hafifçe kapıyı ittirdim, kapı gıcırdayarak açıldı. Kızlar kafasını kaldırıp bana doğru baktı. “Sonunda geldin!” İren isyan edercesine doğruldu. “Sen gelene kadar hanımefendinin ağzından tek kelime alamadım da...”

Müge, İren’e iğrenircesine baktı, lakin İren fark etmedi. “Sorun ne?” diye sordum, anlamıyormuş gibi.

Müge’nin bakışları bana döndü, çehresine burukluk oturdu. “Uzun zamandır görüşmüyoruz. Birbirimizin hayatlarında bilmediğimiz çok şey olmuştur, diye düşündüm ve konuşalım istedim sadece.”

Gözlerimi kaçırdım. Evet, hayatımda bilmedikleri çok şey olmuştu ama bunları öğrenmeyi kaldırabilirler miydi ki? Hiç sanmıyordum.

Ama neyse ki Müge’nin dertleşme istediğinin altında yatan sebep boktan hayatımda ne olduğunu öğrenmek değildi, o sadece İren ile yüzleşmek istiyordu ve bunun için de beni kullanacaktı.

Sorun değildi, sorsaydı da anlatamazdım zaten.

“Anlamadığımızı sanıyor…” Dedi, İren gözlerini devirerek. “Bizim lanetimiz de bu işte, Müge. Birbirimizi çok iyi tanıyoruz… O yüzden lütfen açılışı geç ve ağzındaki baklayı çıkar. Ne bilmek istiyorsun, bizi neden buraya topladın?”

Müge, İren’in söylediklerini durgunca tekrarladı. “Birbirimizi çok iyi tanıyoruz…”

Elim boynuma gitti. Müge zemine sabitlediği bakışlarını kaldırıp da bize bakmıyor, kendi kendine mırıldanıyordu.

Kısa bir anlığına İren ile göz göze geldik. “İyi misin sen?” diye sordu, İren benden önce davranıp.

“Ay, affedersin.” Dedi, Müge kendine gelerek. “Dalmışım bir an… Sen birbirimizi çok iyi tanıyoruz deyince aklıma geçmişimiz geldi. Ne güzel dostlardık ama biz, değil mi?”

Kafamı hafifçe sağ sola salladım. Biz hiçbir zaman iyi dostlar olamamıştık.

“Hala öyleyiz, canımın içi.” Dedi, İren içtenlikle. Müge’nin ruhsuz bakışları İrende oyalandı. “Hala çok seviyorum, ben sizi. Çocukluğumun en güzel armağanısınız siz bana.”

Alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Müge’nin dudaklarında oluşan geniş gülümseme her saniye şiddetti arttırdı ve Müge delirmişçesine gülmeye başladı. “Hala çok mu seviyorsun İren bizi?” diye sordu, kahkahalarının arasından. “Bizi seviyormuş, Aden. Görüyor musun, bak?”

Tepki vermedim. İren ne olduğunu anlamayarak bana döndüğünde gözlerimi kaçırdım. “Ama en çok beni seviyor bence…” Müge’nin gülücükler saçan ifadesi saniyeler içinde buz gibi bir ifadeye büründü. “Değil mi, İren? En çok beni seviyorsun. Bu yüzden de gittin ve nişanlımla yattın. Değil mi?”

İren neye uğradığını şaşırarak doğrulduğunda Müge bana doğru döndü. İlk defa duyuyormuşum gibi ustaca oynadım. Şaşkınlıkla araladığım dudaklarımı elimle gizledim, adeta nefesimi tuttum.

“Yetmemiş bir de hamile kalmış, biliyor musun? Benim erkek arkadaşımdan… nişanlımdan ya… parmağımda yüzüğünü taşıdığım adamdan hamile kalmış…” Müge İren’e baktı, tükürürcesine konuştu. “Orospu!”

İren, Müge’nin hakaretiyle Müge’ye doğru atıldığında aralarına girdim. İren’i tuttum. “Bırak! Bırak, dokunma bana. Bir kere ya… Bir kere olsun önce bana gelirsin sanmıştım.” İren’in ne dediğini anlamayarak ellerimi üzerinden çektiğimde İren kırgınlıkla gülümsedi. “Biliyordum, Aden. Bizi dinlediğini biliyordum.”

Has siktir…

“Ama bekledim, biliyor musun? Müge’ye ötmeden önce en azından gelir bana neden diye sorarsın diye bekledim. Bir kez olsun Müge’yi değil de beni seçersin diye salak gibi bekledim. Ah… Ah ama sizin aranıza girmek ne mümkün! Siz iki dost, ben hep günah keçisi…”

Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi yumdum. “Biliyor muydun?” Müge’nin hayal kırıklığıyla sorduğu soru kulaklarımda çınladı. “Gerçekten biliyor muydun?”

Kahretsin!

“Nasıl ya… Nasıl sustun? Gözümün içine baka baka nasıl sustun?”

Müge’ye doğru döndüm. “Müge… düşündüğün gibi değil…” Müge ellerini iki yana sallayıp birkaç adım geriledi. Bu sefer darbeyi öyle beklemediği bir yerden yemişti ki sulanan gözlerini gizleme zahmetine bile girmiyordu.

“Dostumdun sen… Kardeşim derdim ya, sana…” Müge’nin yanağına bir damla yaş süzüldü. “Hadi bu kaltağın yolu buydu.” Sesi kontrolsüzce yükseldi. “Arsız köpek dünyada erkek yokmuşçasına burnunu değer verdiğimiz insanlara sürter, ilgi isterdi. Huyuydu bu ama sen…”

“Bana bir daha hakaret edersen…” İren öfkeyle soluduğunda Müge daha da çıldırdı. “Ne? Ne yaparsın yerden bitme!”

“Sakin olun!” diye uyardım ikisini de. Ağzımıza her geleni söyleyip sınırlarımızı aşabileceğim bir yerde değildik. Aşağıda küçük bir çocuk vardı, yabancı olduğumuz insanlar vardı.

Biz bize değildik.

Müge beni duymazdan geldi. “Şuna bak! Söylediklerimi hakaretten sayıyor bir de. Bunlar senin yaptığın şeyler, geri zekalı! Yaptıklarını unuttun sanırım ama ben unutmadım. Lisedeyken kim için yanıp tutuştuğun da hala aklımda. Hatırlatayım mı sana da? İster misin?”

“Kapa çeneni, Müge! Benim evimdesin. Misafir olduğunu unutma, sınırlarını da aşma!”

“Ah, affedersin! Minnet duymalıydım değil mi?” Müge elini göğsüne bastırıp hafifçe eğilerek prensesler gibi İren’i selamladı. “Beni evinize kabul ettiğiniz için size minnettarım kraliçem. Karşılık olarak size ahlaksızca çocuk peydahladığınız Atlas’ı sunmak isterim. Tabi eğer kabul ederseniz!”

“Müge!” Müge’nin buz gibi bakışları bana döndü. “Bağırma! Sorulacak bir hesabın var, farkındayım ama yüksek sesle söylediklerine dikkat et. Aşağıda bir çocuk var!”

“Pardon ya! Dostlarımdan bu kadar kalevi bir kazık yiyeceğimi beklemediğim için nasıl tepki vermeme gerektiğini bilemedim. Ne yapıyım sence, Aden? Nasıl sorayım hesabımı?”

Tahammülsüzçe nefesimi verdim. Bu böyle olmayacaktı, Müge sakinleşmeyecekti. “Bir dostum gitmiş nişanlımdan çocuk peydahlamış, diğeri bilmesine rağmen lanet olası çenesini kapalı tutmuş… Ne yapayım ben şimdi? Dostlarımdan nasıl…”

 

“Ne dostu be?” Daha fazla dayanamadım, hiddetle dişlerimin arasından fısıldadım. “Ne dostluğu? Sen bizi dost mu zannediyorsun, Müge? Yılda sonra tesadüfen bir araya geldik diye yine eskisi gibi dost mu olduk sanıyorsun?”

İçimdeki fırtına hiddetlendi, kelimeler dudağımdan kontrolsüzce döküldü. “Siz beni kardeşimin öldüğü günün yarını gitmediniz mi? Dostluk mu bu sence? O günden sonra bir kez olsun aradınız mı beni, evlerinize döndüğünüzde bir kez olsun uğradınız mı yanıma? Ya hepsini geçtim, hiç aklınıza geldim mi ben sizin ya?”

“Üniversiteler açıldı, Aden.” Dedi, Müge buz gibi bir sesle. “Savaş gibi keyfimizden gitmedik. Ayrıca döndüğümde de yoktun. Sırra kadem basmıştın!”

Histerik bir şekilde nefesimi verdim. Dört sene ya… Dört sene beklemiştim onları. Ne zaman dönmüşlerdi de bulamamışlardı beni?

“Ya bırak, yapsın drama kraliçeliğini. Özlemiştir, olayı buydu zaten.”

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı, bakışlarım İren’e döndü. “Drama kraliçeliği…” işaret parmağımı göğsüme bastırdım. “Ben?”

“Evet.” Dedi, İren kendinden emin bir sesle. “Sen… Olayın buydu ama senin. Ağlama modunu açtığında pek umursamazdık bu yüzden seni. Neydi o sürekli peş peşe kullandığın bahanelerin? Ah dur, birkaç tanesi geldi aklıma… Ben karanlıktan korkuyorum arkadaşlar, saat altıdan önce evlerime dağılalım.”

Şok içerinde dudaklarım aralandı. Bahane zannettiği şey babasından korkan bir çocuğun uydurduğu saçma sapan yalanlardı.

Evet korkardım, çok korkardım hem de ama karanlıktan değil. Karanlığa alışıktım ki ben, eve gitmek istememin sebebi bu değildi. Eğer eve babadan geç gidersem dayak yerdim, canımı çok yakardı. Ben karanlıktan değil, babadan korkardım.

“Bana dokunmayın. Dikkatli davranın, düştüm çok hassasım.” Yediği dayaklardan sonra çürüyen düşen bedeni normalden fazla hassas olurdu. Dokunuşları bile canı çok yanardı.

“Bugün çok mutsuzum, bana ilgi verin.” Onlarlarken mutsuz olmazdım aslında, ilgi de istemezdim. Sadece canım yandığı zamanlar koşuşturmalı oyunları oynayamazdım. Acı bedenimi yorardı, sürekli soluklanırdım.

“Ah bir de şey vardı! Kalma yapmayalım kızlar, ben kendi yatağımdan başka bir yerde yatamıyorum.” Yattığım yeri pek bilmezdim aslında. Bazen bodrumda uyuyakalırdım, bazen Asaf beni bodrumdan çıkartır koltuğa taşırdı, şanslıysam da odamda uyurdum.

“Ama bitmezdi dramaların, bencilliklerim. Her şeye hep bir bahanen vardı. Hem hiçbir şey yapmak istemezdin hem de sensiz yaptığımız her şey için bize küserdin! Drama kraliçesiydin işte!”

“Ne saçmalıyorsun sen ya?” diye sordum afallayarak. Aklım almıyordu, nasıl düşünebiliyordu böyle? Her şey gözlerinin önünde olmuyor muydu, ben hayal mi görüyordum?

Yanlarına yüzüm gözüm mosmor gittiğim günleri hatırlıyordum. Ben hatırlıyordum da o nasıl hatırlamıyordu?

Nasıl suçlardı beni? Hiç mi düşünmemişti, aklı başına geldiğinde bile mi düşünmemişti?

“Dalga mı geçiyorsun sen benimle?” Dudaklarıma dökülmek için dayanan çok fazla hakaret, çok fazla söz vardı ama ben yine de sakinliğimi korumaya çalıştım.

“Bildiğiniz halde üç maymunu oynadınız. Hepiniz! Kurtarmaya güçleri yetmez. Çocuğuz, çocuktuk dedim. Unuttum. Ben unuttum da sen yirmi altı yaşına gelmene rağmen geçmişe saplanmış bir vaziyette, gelmişsin karşıma bana elimden gelmeyen şeyler yüzünden hesap mı soruyorsun gerçekten? “

“Elinden gelmeyen şeyler?” Kibirle kafasını omzuna yatırdı, İren. “Pardon? Ne elinden gelmiyordu senin? Canın isteyince alırdın iznini, gelirdin Savaşların yazlık evine. Ah ama affedersin canın sevgilin isteyince her şeyin mümkün kılınabileceğini unutmuşum ben!”

“Elimde kalırsın, İren!” Sınırlarımı zorluyordu. Sanki çocukluğunu mahvetmişim gibi konuşuyordu, aklımı kaçırmak üzereydim.

“Aklım almıyor! Nasıl ya, nasıl böyle bir şeyden hesap sorabiliyorsun bana? Görmüyor muydun? Her gün yanınıza parçalanmış bir suratla geliyordum ben. Gözünün önündeydim, ya! Sakar bir çocukmuşum ya hani!” Bu sefer bakışlarımın hedefindeki Müge’ydi.

“Bir çocuk sakarlıkla gözünü nasıl morartabilir her gün… Ya onu da geçtim suratım da elinin izi kalıyordu ya adamın. Yaramazlık yaptığım için falan da değil, sizle geçirdiğim iki saatin hesabı soruluyordu bana. Kusura bakmayın…” Müge titreyen dudağını dişlerinin arasına alıp gözlerini benden kaçırdığında İren’e baktım bu defa.

“Babanın karşısına geçip de İren bu hafta sonu kaçamak istiyor, Savaşların yazlık evine gidecekmişiz demeye cesaret edemediğim için. Yediğim dayaklardan yattığım yeri bilmeme rağmen baba bugün Mügeler de kalınacakmış diyemediğim için. Gerçekten kusura bakmayın. Amma da bencillik etmişim, farkında olmadan nasıl da mahvetmişim çocukluğunuzu.”

İren dudaklarını hırsla araladı. Fakat kapının ardından gelen hareketlilikle hiçbir şey söylemeden sessizliğe gömüldü.

“Ne yapıyorsun sen orada? Kapı mı dinliyorsun?” Kapıdaki Edaydı.

“Şey ben… Savaş aradı az önce, Aden’i istedi telefona da…” Konuştuğu ise Bahardı.

“Sende kapıyı tıklatıp içeriye girmektense durup dinlemenin daha iyi olacağını düşündün sanırım.” Bahar sessizliğini korudu. “Hadi… Hadi, canım. Sen in, aşağıda bekle Aden’i.”

Eda, Bahar’ı kovdu ve kapıyı çalma zahmetine bile girmeden içeriye girdi. “Sesiniz aşağıdan duyuluyor! Son ses uğur böceği ve kara kedi izliyoruz biz, farkında mısınız?”

Müge ne Eda’yı ne de Bahar’ı umursamadı. Buz gibi sesiyle dişlerinin arasından konuştu. “Doğruları söylesene sen Aden’e. Bunca hırsının, kinin asıl sebebini... Bence artık öğrenmeye hakkı var.”

Anlamayarak Müge’ye baktım. İren sessizliğini korudu. “Pekâlâ, ben söylerim o zaman.”

“Kes sesini, Müge!”

Müge, İren’e aldırış etmedi. “Senin uğruna dostluğumuza ihanet ettiğin bu kız var ya, zamanında aynı şeyleri Savaş için de yapmıştı!”

Anlamayarak gözlerimi kırpıştırdım. Zamanında aynı şeyleri Savaş için de yapmıştı, ne demekti? İren ne yapmıştı?

İren, hiddetle Müge’nin üzerine atıldı. Neyse ki Eda ikisinin arasına girip İren’i uzaklaştırmayı başarmıştı.

“Ne yaptı?” diye sordum korkarak. Yüzleşmek üzere olduğum şey beni deli gibi korkutuyordu. Savaş ve İren’in arasında ne olmuştu?

“Sus, dedim sana! Sus!”

“Sen Savaş ile sevgiliyken her gece çıplak fotoğraflarını çekip Savaş’a atıyormuş bu ruh hastası.” Müge göğsüne dokundu, sesini inceltti. “Aden’den daha iyiyim, Savaş. Bize bir şans ver, Savaş. Sana istediğin her şeyi sunarım…”

Dudaklarım aralandı, göğsüme derin bir sızı girdi. Olduğum yerde donup kalırken Müge ile aramızdan uçup duvara çarpan vazoyu sanki ağır çekimde izledim.

“Aden!” Savaş’ın sesi kulaklarımda yankılandı, vazonun parçaları dört bir yana dağıldı.

Nasıl ya?

Nasıl yapardı bunu?

Uğultular kulaklarımı doldurdu, duyduğum son ses Savaşınki oldu. İren’in çıldırmış bir vaziyette Eda’yı atlatmaya çalıştığını, Barış arkasına gizlediği Müge’ye ulaşmaya çalıştığını görüyordum ama onları duyamıyordum.

Sanki onlar susuyor, zihnim uğultular halinde konuşuyordu. Elim göğsümden boğazıma dolandı. Sanki nefesim boğazımda takılı kalıyor, nefes alamıyordum.

Lanet olsun!

Panik atak geçiriyordum, sakinleştiricim… sakinleştiricimi almak zorundaydım. Gördüklerim gidip gelirken Savaş’ın bedeninin burnumun dibinde kadar girdiğini fark ettim.

Uyuşmuş çenemdeki parmaklarını karıncalanma hissiyatıyla hissettim, parmaklarına itaat ettim ve gözlerine baktım.

Konuşuyordu, bir şey anlatmaya çalışıyordu ama onu duyamıyordum. Göz kapaklarım ağır ağır açılıp kapanırken endişeli gözlerinden başka hiçbir şey göremiyordum.

Ayaklarım yerden kesildi, düştüğümü sandım ama yanılmıştım. Yerde değil, Savaş’ın kucağındaydım ve aceleci bir tavırla odadan dışarı çıkıyorduk.

Gözlerimi tamamen kapattım. Savaş’ın okyanusu andıran keskin kokusu burnuma doldu, nefes aldığımı hissettim. Hızla atan kalp atışlarını duydum, kafamı yasladığım göğsünün aceleyle inip kalktığını hissettim. Beni kendine bastırdı, omzumu ve bacaklarımı sıkıca tutan ellerinin varlığını hissettim.

Bu çok garipti. Daha ilacımı almamıştım ama ellerimdeki kontrolsüz titremeler durulduğunu hissedebiliyordum.

Bedenim yumuşak bir yere iniş yaptığında Savaş’ın “Lanet olsun, neredeler?” diye sorduğunu işittim. Ağır ağır gözlerimi açtım.

Odamdaydım ve Savaş oradan oraya koşuşturup çantalarımı karıştırıyordu.

Dudaklarımı güçlükle araladım. “Çantamı karıştırma!”

Savaş gülümseyerek nefesini verdi, gözlerimi açtığımı görmek onu rahatlatmıştı. Çantamı olduğu yere bıraktı ve aceleyle yatağın ucuna oturdu. “İyi misin?” Alnıma düşen saçlarıma dokundu, parmakları yavaşça çeneme indi. “Senin için yapabileceğim bir şey var mı?”

Ondan bir şey istemeyecektim. Sadece merak ediyordum. İren gerçekten böyle bir şey yapmış mıydı? Savaş o fotoğraflara gerçekten bakmış mıydı?

“Var.” Dedim fısıldayarak. Dışarıdan hala yoğun bir gürültü geliyordu, bu yüzden Savaş ne isteyeceğimi duyabilmek için üzerime doğru hafifçe eğildi. “Gerçekten… Gerçekten yaptı mı?”

“Neyi? Dedi, Savaş anlamayarak. “Kim?”

“İren…” dedim, duraksayarak. Kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Güçlükle konuşuyordum, dile getirmesi zordu. “Sen benim erkek arkadaşımken… İren… sana fotoğraf attı mı?”

Savaş afallayarak doğruldu, hayal kırıklığıyla gözlerimi yumdum. “Sen bunu nasıl…” Nasıl öğrendiğimi mi merak ediyordu gerçekten?

“Asıl sen bunu nasıl… Nasıl sakladın?” diye sordum gözlerimi açarken. Konuşurken sesim titremişti, beklemiyordum çünkü. Beni aldattığı için gittiğini hiç düşünmemiştim ki ben. “Ondan mı gittin?” diye sordum, kontrolsüzce iç çekerek. “İren ile ilişkiniz…”

“Sakın…” dedi, Savaş sert bir tonda. Yüzümü avuçlarının arasına alıp alnını alnıma dayadı. “Sakın… Sakın beni böyle aşağılık bir şeyle suçlama. Ben seni hiçbir zaman aldatmadım, Aden.”

“O zaman neden…” diye sordum, gözlerimi yumarken. “Anlamıyorum… Neden… Neden bahsetmedin o zaman?”

Kapalı göz kapağımdan yanağıma doğru bir yaş süzüldü. Savaş’ın dudakları yaşın üzerine kapandı. Gözyaşlarımı öperek siliyordu, çocukken yaptığı gibi…

İçim cız etti, dudaklarımı büzdüm. “Hatırlıyor musun, bir keresinde sana arkadaşların mı gerçekler mi diye sormuştum”

O günü hatırlıyordum. Müge’nin doğum gününe gidiyorduk ama Savaş benim kadar heyecanlı değildi. ‘Neden bu kadar durgunsun?’ diye sormuştum ona.

‘Durgun değilim, bugün biraz yoruldum sadece.’

‘Baban mı yine?’

Onaylarcasına kafasını sallamıştı ama bunu sorumu geçiştirmek için yapmıştı biliyordum. Hemen ardından adımlarımızı durdurmak için önüme geçmiş, ellerimi tutmuştu.

‘Bir gün senden bir seçim yapmanı isteseler, sonucunda sadece seçtiklerinle yaşamak zorunda kalacağını söyleseler arkadaşlarını mı seçerdin, gerçekleri mı?’ O zamanlar sorusunu her zamanki oyunlarımızdan biri sanmıştım.

Ve geniş bir gülümsemeyle ‘Biz yalancılarız, Savaş.’ demiştim. ‘Önümüzde yanan bir mum olmadığı sürece gerçeklere ihtiyaç duymayız. Hem ben sizin olmadığınız gerçekleri ne yapayım ki… Sizi seçerdim tabi ki, arkadaşlarımı seçerdim.’

Acıyla yüzümü buruşturdum. “Arkadaşlarını seçtin, Aden. Bizi seçtin.” Olumsuz anlamda kafamı salladığımda hıçkırıklarım dudaklarımdan döküldü.

Arkadaşlarımı seçmiştim, gerçeklerle yüzleşmek yerine arkadaşlarımı seçmiştim ben. Lanet olsun! Kızamıyordum ona. Çünkü biliyordum ki o gün İren’in gerçek yüzünü öğrensem de yine de arkadaşlarımı seçecektim.

Savaş gözlerimi öptü, yanağımda iz bırakan her yaşı teker teker öptü. Acıyla inledim. Bu iyi hissettirmiyordu, daha da canımı yakıyordu.

Elimi Savaş’ın göğsünün üzerine koyup ittirdim. “Git…”

“Gitmeyeceğim.” Dedi, bir çare bir tonda. Yana doğru dönüp yüzümü yastığıma gömdüm. Kalması zehirliydi, varlığı tehlikeliydi. “Git…” dedim yalvarırcasına. “Lütfen, sadece git…”

.

 

 

Gözlerimi loş ışıkla araladım, uyuyakalmıştım ve başım deli gibi zonkluyordu. Saat kaçtı, neden hala İren’in evindeydik?

Uzanıp komidindeki telefonumu aldım, saat 12’yi geçmişti. Ben ne zamandır uyuyordum? İyice sersemlemiştim, kollarımdan destek alarak doğrulduğumda yanımdaki ufaklığı fark ettim.

Efe, Selin’i yanıma yatırmıştı. Peki ya o ve Eda neredeydi?

Yavaşça yataktan kalktım, başımın ağrımasından nefret ediyordum!

Yere sürten kumaş parçalarını elimle kaldırdım. Üzerimde hala sabah giydiğim siyah kumaş pantolonum ve onunla takım bağcıklı üstüm vardı. Normalde takımın altına giydiğim sivri burun bordo topuklular kumaşın boyunu kaldırdığı için ayağıma takılmıyordu ama gecenin bir saatinde evin içinde topukluyla dolaşamazdım.

Eğilip paçalarımı bilek hizamda kıvırdım, şimdilik bu şekilde idare edebilirdim.

Kapıyı sessizce açtım, koridora çıktım. Koridor düşündüğüm kadar sessiz değildi. Aşağı kattan yayılan sessiz kahkahaları duyabiliyordum.

Nasıl yani? Bu kadar çabuk mu… barışmışlar mıydı yani?

Hızlı adımlarla merdivenlerden inmeye başlamıştım ki İren’in elinde koca bir şarap şişesiyle mahzenden çıktığını fark ettim.

 

Dipnot: Bu sahneyi yazarken Melanie Martinez- Pacify Her şarkısını dinledim. Hem de maddy and cassie editli olanını :)

 

“Vay! Prenses uyanmış, öpücüğünü almış demek ki.” Sarhoştu. Hem de haddinden fazla sarhoştu.

“Savaştan mı Efeden mi peki?” İren düşünür gibi yaptı, onu duymazlıktan geldim.

Aptal bir sarhoşla uğraşmayacaktım!

Yanından geçip gitmek için yeltendim. Lakin İren kolumu tuttu. “Gerçekleri duymak ister misin? Cesaret edebilir misin buna?”

Alayla güldüm. “Gerçekler mi? Önünde yanan bir mum olmadıkça dürüst olabilir misin ki sen?”

Kolumu İrenden kurtarabilmek adına elini hiddetle ittirdim. “Siktiğimin gerçeklerin de yalanlarında umurumda değil aslında. Neden, biliyor musun? Çünkü dudaklarından çıkacak hiçbir kelime sana duyduğum tiksintinin önüne geçemeyecek.”

Arkamı döndüm, gitmek için yeltenmiştim. Fakat İren’in dudaklarından çıkan iki kelime adımlarımı yere çivilemiş, gitmeme engel olmuştu.

“Sadece sevdim!” demişti, İren acı çekiyormuş gibi. “Lanet olsun ki sadece sevdim!”

“Sevdin mi?” diye sordum, kendime engel olamayarak. “Gerçekten mi? Aklımı yitireceğim, İren. Bir de karşıma geçmiş sadece sevdim diyorsun. Ya sorun tam olarak da bu! Sen benim olanı sevmişsin, onu arzulamışsın, o da seni arzulasın diye…” İğrenircesine suratımı buruşturdum.

“Ben vardım, ya ben. Sizin olabilmeniz için aranızdaki engel en yakın arkadaşlarından biriydi, bendim.”

İren ağlayarak dizlerinin üzerine çöktü. “Nasıl hissettirdiğini bilmiyorsun?” Acıyarak baktım ona, rezil bir haldeydi ve her geçen saniye gözümde kendini daha da küçük düşürüyordu. “Olmayacağını bilmene rağmen, gözünün önünde bir kızı hayalini kurduğun gibi sevdiğini görmene rağmen sevmenin, vazgeçmememin nasıl hissettirdiğini bilmiyorsun.” İren hıçkırıkları arasında duraksadı.

“Yaptıklarımla gurur mu duyuyorum sanıyorsun? Kendimi ne kadar boktan hissettiğimi tahmin bile edemezsin… Büyüyememenin, geçmişindeki acılara tutsak kalmanın ne kadar boktan hissettirdiğini tahmin bile edemezsin.”

Gözyaşlarını elinin tersiyle sildi, İren. “Hep kaybediyorum görmüyor musun? Hiç sevilmiyorum, değer görmüyorum, itilip kakılıyorum ama bir şekilde ayakta kalmaya çalışıyorum. Çünkü zorundayım. Ben düştüğümde elimden tutup kaldıracak kimse yok. Siz birbirinize sahiptiniz ama ben sizin içinizde hep yalnızım, yalnızdım!”

Dudaklarım şok içinde aralandı, o kadar güzel oynuyordu ki bilmesem inanırdım. “Delirdin mi sen? Ne zaman dışladık biz seni? Ne zaman yalnız bıraktık biz seni?” Üzerine doğru eğildim, fısıldadım. “Ya sen az kalsın bir kızın ölümüne sebep oluyordun…” Dişlerimi sıktım. “Birimiz… Birimiz sattı mı ya seni? Arkasını döndü mü sana?”

“Aden…”

Savaş’ın sesiyle irkilip biraz geriye çekildiğimde İren’in savruk kelimeleri dudaklarından döküldü. “Yine aynı şeyi yapıyorsun, yine beni suçlu ilan ediyorsun. Bazen insan duygularına engel olamıyor işte, ne yapayım… Nasıl engel olayım, bilmiyorum… Bilmiyorum ben, kalbimi mi sökeyim yerinden, kendimi mi öldüreyim… Ne yapayım ben, söyle bana…”

Kendini acındırdıkça sanki içimdeki öfkeyi daha da körüklüyordu. Sıktığım yumruklarımla tekrar üzerine doğru eğildiğimdim, o yapmadan ben yapmak istiyordum. Onu öldürmek istiyordum. “Öldür, İren! Kendini öldür ki bu dünyadan bir pislik eksilsin!”

Savaş beni gerisine alıp İren ile aramıza girdiğinde “O zaman affeder misiniz beni?” diye sordu İren küçük bir çocuk gibi.

“Hayır!” dedim bağırarak. “Ölsen değil ölsem bile affetmem artık seni!”

“Tamam, yeter bu kadar! İçeri geç, sen.” Bakışlarım Savaş’a döndü. İren ile yalnız kalmak için mi göndermek istiyordu beni? “Geleceğim, Aden. Bana sadece beş dakika ver…”

Bakışlarımı kaçırmadan elaya dönen gözlerine uzun uzun baktım. Kelimeler dudaklarımdan dökülmek için aceleci davranmasa da kalbim garip bir hisle kasıldı.

Bana beni hiç aldatmadığını söylemişti. Kalbim ona inanmak istiyordu, fakat hislerim bunun koca bir yalan olduğuna emindi.

“İstediğin kadar kalabilirsin.” Dedim, durularak. Öfkem hissettiğim hayal kırıklığıyla dinmişti. “Bu beni ilgilendirmiyor…” Bakışlarım içli içli ağlayan İren’e kaydı. “Uzun zamandır…”

 

 

🕯

Hellloooo ballarıımmmm 🍯💛

Bölüm biraz… tamam kabul baya bir gecikti ve bunun için çok üzgünüm 😔 ama İren öldürülmeden önceki son bölüm olduğu için bazı yüzleşmelerin havada kalmasını, bir sonraki bölüme kalıp uzamasını istemedim.

Evet, doğru duydunuz. Bu bölümden sonraki her bölüm artık günümüzde devam edecek ve İren Angıyla ne yazık ki vedalaşacağız. 🍾

Aynı zamanda hem bu hafta geç gelen bölümün hem de geçen hafta gelmeyen bölümün telafisi olarak çarşamba günü bir bölüm daha yayınlayacağım. 🙃

Bu bölüm ilk bölümde okuduğunuz sorgu ifadelerinin devamı niteliğinde olacak. Sorgulanan yalancılarımız değil, yalancılarımızı yakından tanıyan kişilerden birisi ya da ikisi olacak. Emin değilimmm. 👉🏻👈🏻

Ama bu şekilde birinci bölümde havada kalan olayı da noktalandırmış olacağımıza emindim.

🫶🏻 Konuşmayı kısa tutacağım, nasıl olsa bu hafta bir kez daha buluşacağıııız değil miii? 🫶🏻

Bölüm hoşunuza gittiyse yıldızları parlatmayı 🌟, satır sonlarında benimle buluşmayı unutmayın ballarım 🤗💕

Ha bir de artık cinayetten önceki son bölümde olduğumuz için son kez tahminlerinizi almak istiyorum…

🕊Sizce katil kim? Sizce İren Angı’yı kim öldürdü?

Bölüm : 14.01.2025 07:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...