27. Bölüm

Yirmi Beşinci Bölüm

Bgm
begumozturuk

Bölüm şarkısı ballarım; Sarkopenya - Yol Yok

 

Müge Adal

 

Ne kadar kaçarsak kaçalım, o gün geldiğinde yaptıklarımızla yüzleşmek zorunda kalacaktık.

Çünkü sırlarımıza susan, yalanlarımızı pembeleştiren ve oyunlarımızı masumlaştıran mumlar bizim için yanmayı bırakmıştı. İren’in verdiği son nefes mumlardan birini ebediyen söndürmüş, soluk ışığında itiraf ettiklerimizi de beraberinde özgür bırakmıştı.

Tek bir kuralı vardı çünkü küçük oyunumuzun. Birimiz dahi oynamaktan sıkılırsa oyun sona erer, sırlar özgür kalırdı.

Aden’in sertçe çarptığı kapı evin dört bir duvarını sallarken destek almak istercesine tutundum masaya. Oyun bitmişti, biliyordum. İren’in cansız bedenini gördüğüm ilk andan beri biliyordum. O oyundan çıkmıştı ve biz mumların gölgesine sakladığımız sırlarımızla yapayalnız kalmıştık.

Yüreğime korku düştü. Korkuyordum, en az o gün kadar korkuyordum… Ama kendim için değil, onun için korkuyordum. Aden’in tehditler savurduğu noktadan bakışlarını dahi çekememiş o çocuk için, her geçen gün gözlerindeki ışığı biraz daha kaybeden o adam için, Barış için korkuyorum.

Ona ne olacaktı? Aden o gün yaşanılanları, kardeşinin katilinin Barış olduğunu hatırladığında ne olacaktı?

Hapse mi girecekti?

Üzerinde zaten bir soruşturma vardı. Buna yenisi eklendiğinde gözler üzerine dönecek, baş şüpheli olacaktı. İren’in davasında hiçbir suçu yokken belki sırf bu yüzden bile yargılanacaktı.

Midem acıyla burkuldu, mümkün olsaydı eğer o gün yapmaya cesaret edemediğimi yapar, Barış’ın elini tutardım. Bana en çok ihtiyacı olduğu anda uzaktan bir yabancıymış gibi izlemez, yanında olduğumu hissettirirdim.

Elim koluna doğru uzandı. Küçük bir temas, küçük bir tebessüm. Yıllar önce yapmam gereken şey, ihtiyaç tek duyduğu şey.

Parmaklarım havada asılı kaldı. İçimde bir yerlerde onun üzerine titreyen küçük kız çocuğu nefes almaya devam etse de ona özgürce ona dokunabilecek kadar özel hissetmiyordum kendimi.

Gözlerimi kaçırdım, parmaklarım avucumun içine doğru kıvrıldı. Biz bazı şeyler için geç kalmıştık, çok geç kalmıştık.

“Terk ettim onu…” Mırıldanmayı andıran sesiyle birlikte Savaş’a doğru döndü bakışlarım, histerik bir şekilde devam etti, Savaş. “Ben onu, kardeşinin cenazesinde terk ettim.”

Burukça yatırdım kafamı omzuma doğru. Aden, onun öfkesinden korkup da kaçtığından beri öyle berbat bir haldeydi ki içim acımıştı. Uğruna kendini feda edeceği kadın ilk defa bugün korkuyla gözlerini yummuş, ondan korunmak istercesine titreyen ellerini kaldırmıştı.

Aden, bugün ilk defa Savaş’ın ona zarar verebileceğine inanmıştı.

“Acısını yaşamasına bile izin vermedim.” Acıyla yumdu gözlerini. “Bana en çok ihtiyaç duyduğu anda ben onu kimsesiz bıraktım…”

“Savaş…” dedim, anlayışla. Kendini suçlu hissetmemeliydi. Yaptıkları için gurur da duymamalıydı belki ama zorunda olduğunu unutmamalıydı. “Yapmak zorundaydın, yapmak zorundaydık.”

Duymazlıktan geldi beni, Savaş. Dalgın bakışlarını Barış’a doğru çevirdi ve sordu sakince. “Neden?”

Cevap vermedi, Barış. Hissiz bakışlarını bir saniyeliğine bile çevirmedi Savaş’a. Transtaydı sanki. Duymuyordu bizi, görmüyordu, yanındaki varlığımızı hissetmiyordu.

Savaş’ın daha fazla Barış’ın üstüne gelmesini engellemek adına fısıldadım. “Yapma, Savaş. Hapse girmesine izin veremezdik.”

“Seçenekler hiçbir zaman düşündüğün kadar masum değildi, Müge.” Bana söylüyordu ama gözleri hala Barış’ın üzerindeydi. “İki seçeneğim vardı.” Dedi, suratını acıyla buruşturmadan hemen önce. “Ya Aden’i kendi isteğimle o adam ile bırakacaktım ya da… ya da kana kan dökülecekti.”

Dehşetle aralanan dudaklarımı avucumun içiyle kapattım, duyduklarımı idrak etmek için kendime biraz zaman tanıdım ama aklım almıyordu. Aden’in babası karşılığında bunu nasıl istemişti Savaştan? Nasıl kana kan demişti?

Göğsüme keskin bir ağrı saplandı, bulanıklaşan görüşüm tokat yemişcesine irkilen Barış’a doğru kaydı. “Ne?”

“Bir gün olsun sormadın ama yaşa diye yaptım, kardeşim.” Dedi Savaş oturduğu yerden doğrulurken. “Sen yaşa diye, kendimden vazgeçtim. Sen yaşa diye, canımdan çok sevdiğim kadını o adamın eline bıraktım. Sen yaşa diye…” devam etmedi, Savaş. Fakat Barış’a öyle bir baktı ki Barış anladı cümlesinin devamını.

“Ama buraya kadar, Barış. Benden buraya kadar, kardeşim. Daha fazla sır yok, daha fazla yalan yok.” Barış’ın tam karşısında durdu Savaş’ın adımları. “Dediğin gibi yoruldum, yorulduk arık.” Barış omuzlarını dikleştirdi, kızaran bakışlarını kardeşinin gözlerine dikti. En az Savaş kadar kararlı bakıyordu bakışları, kardeşinin dudaklarından çıkacak her kelime koşulsuz tamamdı gözlerinde.

“Önce benden duyacak.”

“Ne?”

Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. Barış benim aksime oldukça rahat bir tavırla tamam dercesine kafasını aşağı indirdiğinde “Hayır.” Dedim afallayarak. “Hayır, Savaş. Hayır! Söyleyemezsin! Söyleyemeyiz! Zaten çok su aktı o mevzunun üstünden, konu kapandı. Ne diye geçmişi deşiyorsun? Aden bile hatırlamıyor o gün ne olduğunu, yok sayalım işte bizde. Yaşanmamış kabul edelim.”

“Eğer senden şikayetçi olmak istemezse İren’in davası sonuçlanır sonuçlanmaz İstanbul’a dönceksin. Seninle karşılaşma ihtimali olan hiçbir yerde bulunmayacaksın, Aden’in karşısına çıkmayacaksın. İsterse de… zorluk çıkarmayacak suçunu itiraf edeceksin, cezanı hukuk verecek.”

Barış kafasını tekrar onaylarcasına salladığında dehşete düştüm. Aklımı kaçırmak üzereydim. Bunu nasıl kabul edebilirdi, neden itiraz etmiyordu? Adının bir cinayet soruşturmasında geçecek olması ne demekti biliyor muydu?

Hayatını mahvedecekti.

Üzerinden yıllar geçmiş bir kaza yüzünden geleceğini mahvedecekti.

“Saçmalamayın…” İnanamıyordum. İkisinin de tek yolun bu olduğunu düşünmesine inanamıyordum. “Savaş…” dedim üzerimdeki şaşkınlığı atamadan. “Yapma… Prosedürleri biliyorsun. Üzerinde zaten bir cinayet soruşturması var. Aden şikayetçi olursa sadece Ali Asaf’ın dosyasında yargılanmayacak. İren’in cinayetinde de baş şüpheli olacak. Hem de hiçbir suçu yokken…”

Alaycı gülümsemesi dudaklarında yayıldı Savaş’ın. “Hiçbir suçu olmadığına nasıl bu kadar eminsin, Müge? Bu adam daha birkaç yıl önce birinin ölümüne sebep olmadı mı?”

Mavi bakışlarına yansıyan kırgınlığı gizleyemedi, Barış. “İren’i benim öldürdüğümü mü düşünüyorsun?” Yapmadım, demedi. İnkâr etmedi. Sadece sordu… ama öyle bir sordu ki Savaş’ın dudaklarından çıkacak tek kelime kendine olan inancını alıp götürecekti.

Savaş’ın bir ‘Evet’i Barış’ın tüm inandıklarını yerle bir edecekti.

Buna izin veremezdim. Savaş’ın sırf canı yandı diye, onun canını yakmasına izin veremezdim. “Aden’i kaybedişinin tüm sorumluluğunu Barış’a yıkamazsın, Savaş. Seçimi yapan sendin, Barış’ı sen seçtin.” Gözlerim kısa bir anlığına Barış’a kaydı, ses tonum kanlanmış mavileriyle göz göze geldiğim an yumuşadı. “Her ne kadar pişman gibi gözüksen de bunun için sana teşekkür ederim. O gün olduğun adam için sana minnettarım ama…”

Barış’ın gözlerinden geçen sis bulutlarıyla dişlerimi sıktığımda en az Savaş kadar acımasızlaşabileceğimden bir haberdim. “Ama bugün olduğun adam…” Öfkeli bakışlarım tekrar Savaş’a döndü. “Üzgünüm, Savaş ama bunca yıl babasından kaçmış bir kızın şimdi gelip babasına sığınmasını istiyorsun. Duygularını anlıyorum, hatta senin adına üzülüyorum da ama… ama sen anlamıyorsun. Aranızdaki engel sırlar değil, geçmişiniz değil. Engel sensin, Savaş. Senin dönüştüğün adam…”

Tek bir cümle…

Tek bir cümle dağ gibi duran omuzları devirmiş, öfkeli bakışları söndürmüştü.

Savaş tek bir cümlemle darmadağın olmuştu. “Tamam…” dedi, Barış durmamı istercesine ama ben durmadım. “O yüzden Efe’nin yanında huzurlu hissediyor, o yüzden Efe ile…”

“Müge, yeter!” Savaş öfkeyle dişlerini sıkıp gözlerini yumduğunda dudaklarımı birbirine bastırıp duraksadım. Fikirlerini değiştirmede ne kadar etkili olmuştum, bilmiyordum ama canını istediğimden daha fazla yakmayı başarabilmiştim.

Savaş yüzüme dahi bakmadan salonu terk ettiğinde Barış arkasından gitmek için yeltendi. Aceleyle yakaladım kolunu. “Bırak yalnız kalsın.”

Evin kapısı ikinci defa sertçe kapandığında yorgunlukla gözlerini yumdu, Barış. “Düzeltmeye çalıştıkça elime yüzüme bulaştırıyorum. Sonu olmayan bir döngüye hapsolmuş gibiyim, ruhumu özgür bırakamıyorum.”

Ne diyeceğimi bilemez bir şekilde ona doğru bir adım yaklaştığımda “Tek bir dilek hakkı…” dedi, Barış yalvarır gibi. “Tek bir dilek hakkım olsa o gün Asaf yerine ölmüş olmayı dilerdim.”

Gözlerimi yumup acısını kalbimde hissetmeden hemen önce histerik bir şekilde salladım kafamı iki yana. O kazada ölseydi ben… bende ölürdüm…

Hayat zihnimize kazıdığımız bazı anıların hesabını sormak için kısaydı, çok kısaydı. Ona öfkeliydim. Verdiği sözleri tutmadığı, korkak gibi davrandığı için ona çok öfkeliydim ama ya o şu an burada olmasaydı düşüncesi beni mahvediyordu.

Savaş’ın dudaklarından çıkacak tek kelime onu sonsuza kadar benden alabilirdi. Kazada onu kaybedebilirdim. O şu an burada olmayabilirdi. Ben gökyüzünün yıldızlarla süslendiği her gece onun mezarına elimde çiçeklerle gidiyor olabilirdim.

Acıyla yutkundum. Kaza günü dolu gözleriyle bana ihtiyacı olduğunu haykırırken yanına gitmeye cesaret edememiş, ihtiyacı olan küçücük bir temastan bile kaçınmıştım.

Çünkü korkmuştum.

İnsanlar bazen kaldıramayacağını düşündüğü sorumluluklardan korkar, kaçardı.

Bende o gün farkında olmadan kaçmıştım ondan, aynı Barış’ın o kazadan sonra benden kaçtığı gibi.

Artık anlıyordum onu.

Savaşmamıştık o gün ikimizde. Tek taraflı değildi hata. Biz, biz olmayı becerememiştik sadece.

Kapalı gözlerini fırsat bildim, aramızdaki mesafeyi hızlıca kapattım. Belki bir kitap ikinci defa okunmaz ama aynı ruhlar başka bir kitapta farklı bedenlerde mutlu bir son yazabilirdi.

Parmaklarımın ucuna çıkıp kollarımı omzuna doladım. Barış afallayarak ellerini iki yana açtı. Tenime dokunmuyor, sarılışıma karşılık vermiyordu. “Tek bir dilek hakkı…” diye tekrarladım onun gibi. “Tek bir dilek hakkım olsaydı eğer dileğinin kabul olmamasını dilerdim.”

Elim hafif dalgalı sarı saçlarının arasında dolaşırken “Kazaydı, Barış…” diye fısıldadım kulağına doğru. “Bilerek yapmadın. Sen bir kuşa bile kıyamazsın.” Çocukken mahalledeki bazı evlerin çatılarına kuşlar gelmesin diye dikenli tel yapıldığını öğrendiğimiz gün geldi aklıma, dudaklarım buruk bir tebessümle kıvrıldı. Biz o gün tüm evlerin çatılarına tırmanmış, o telleri sökmüştük.

Barış böyle bir çocuktu işte. Kimseyi incitemez, zarar veremezdi. O gün olanlar sadece kazadan ibaretti.

“Buna gerçekten inanıyor musun?” Yüzümü buruşturdum acıyla. Bunu nasıl sorabilirdi bana? “İnanıyorum tabi ki.” Dedim, ondan hafifçe ayrılıp topuklarımın üzerine basarak. “Çünkü tanıyorum seni.” Mavi gözlerine baktım kendimden emin bir şekilde. “Burayı biliyorum.” İşaret parmağım hızla çarpan kalbinin üzerindeydi. “Bir zamanlar bulunduğum yerleri iyi gözlemlerim. Mesleki deformasyon işte, iyi bir gözlemciyim.”

Ukalaca gülümsediğim dudaklarıma kaydı Barış’ın yoğun bakışları. “Barış…” ismini söyledim tek nefeste. “Bilmeni istiyorum… Hiçbir şey için pişman değilim. Tekrar on yedi yaşıma dönebilseydim eğer yine senin için susardım.” Gözlerinin derinliğinde kaybolmak istercesine uzun uzun baktım. “Yıldızlar şahidim ki susardım.”

“Sende sus…” Yalvarırcasına çıkan sesimle kapandı gözlerim. “Sende sus, Barış. Kendin için susmayı beceremiyorsan bile en azından senin için susmuş o genç kız için sus.” Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp devamını getirdim içimden. Benim için sus.

Alnını alnıma dayadı, Barış. Verdiği nefesi burnuma dokundu. “O kız için her şeyi yaparım, Müge.” Burnunu burnuma sürtüp hafifçe kaldırdı kafamı. Artık nefesi dudaklarıma iz bırakıyordu.

“Yıldızlar şahidim ki yaparım.”

 

 

🕯️

 

Hello ballarımmmm 🍯💛

 

Biraz geciktim, üzgünüm😿 Kendimi çok iyi hissetmediğim için kafamı kaldırıp da yazacak zaman bulamadım pek ama umarım siz iyisinizdir🫶🏻

 

Bölüme gelecek olursak da aslında bu bölümü 20 Mart’ta benim Müge’min doğduğu günde yayınlayacaktım ama maalesef ki hayat bazen sizin yaptığınız planları umursamadan akışını sürdürüyor…

 

Her neyse…

 

Bu kurguyu ilk yazmaya başladığım zamanlar aynı kadro, aynı acılarla bambaşka bir hikâye vardı aslında kafamda. Müge ve Barış bambaşka bir halindeydi. Hiç ayrılmamış, birbirlerini hiç bırakmamışlardı. İlk defa hür irademle yazdığım bir çiftim gerçekten mutluydu ve işte tamda o zamanlarda Müge karakterine ruh veren canım arkadaşım kendi Barış’ını buldu.

 

Manifest mi dersiniz aldım, verdim, geri teptim döngüsü mü dersiniz bilmiyorum ama benim Müge’m kendi Barış’ını getirdiğinde ben şok olmuştum. Hayat şaşırtır hep zaten akımlarındaki gibi kal gelmişti. Tabi zamanla tutturduğum tek isim macleşmesi olmadığını öğrenecektim ama ilkim gariptir ki onlar olmuştu.

 

🧿 Şuraya kocaman bir nazar boncuğu bırakıyorum. Canım çiftim Allah sizi benim yazdıklarımdan korusun. Biliyorsunuz, yazıyorum ama dualarım başka. Sizi ayrı seviyorum💚🍀

 

Neyseeee… Geçte olsa iyi ki doğdu benim Müge’m🥰 İyi doğdu da bana yazacak konular çıktı🙃 Unutmadan bir dip not geçiyim. ‘Evet, ne kadar dramlı aşk hayatı yazarsam yazıyım başrol kızlarımın en yakın arkadaşlarına her zaman seni manifestliyeceğim balım benim’🤭🤭🤭

 

Hahahahahhahahahhahaha

 

Neyse ballarım🍯, geçte olsa sonunda buluşabildik. Haftalar sonra bu satırlara yazıyor olmak iyi hissettirdi, özleşmişiz :)

 

Bir sonraki bölüme kadar kendinize cici bakın olur mu?🤗 Özel manifest istiyorsanız bana ulaşmayı unutmayın :)))

 

Bölümü beğendiyseniz yıldızları parlatın🌟 ve satır sonlarında benimle buluşuuunnn🌥️

 

 

Bölüm : 09.04.2025 00:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...