25. Bölüm

Yirmi Üçüncü Bölüm

Bgm
begumozturuk

Her seçim bir vazgeçiştir.

Müge, parmaklarının ucunda tuttuğu flaş belleği döndürürken gözlerini kısmış, dört bir yanı polis şeritleriyle çevrelenmiş evi dikkatle incelemişti.

Eski dostunun öldürüldüğü ev, birkaç kilometre uzağındaydı. O, ondan istenileni yapmış aynı bir katil gibi olay mahaline geri dönmüştü.

Ürperdiğini hissetti, Müge. Aldığı mesaj ile birlikte öyle hızlı kararlar almıştı ki buraya gelene kadar tuzağa çekilebiliyor olma ihtimali düşmemişti hiç aklına.

Panikleyerek telefonunu çıkarttı ve gelen mesajları tekrar okudu.

05xx xxx xxxx: Çok takipçi kaybettin, haber kuşu! Ama dert etme, sana izleyicilerini tekrar ekran başına toplayabileceğin ve aynı zaman da İren Angı davasını o narin parmaklarında yönetebileceğin bir fırsat sunacağım.

Gelen mesajı ilk okuduğunda bir izleyicisinin onunla dalga geçtiğini düşünmüştü, Müge.

Kimsin sen?
Ne istiyorsun?

05xx xxx xxxx: Takipçi. Bana böyle hitap edebilirsin.

05xx xxx xxxx: İstediğim şey ise mutluluğun, mutluluğumuz.

05xx xxx xxxx: Çıkar ilişkilerini severim ve sana da ikimizde mutlu ayrılacağı bir alışveriş öneriyorum.

Ne saçmalıyorsun sen?

Numaramı nereden buldun?

05xx xxx xxxx: İrenden aldım :)

05xx xxx xxxx: Korkma, korkma. Hortlamadı. Hala ölü. Sadece giderken telefonunu düşürmüş. Bende ne yapacağımı bilemeyerek sana yazmak istedim.

05xx xxx xxxx: Belki takipçilerinin yani bizlerin güvenini tekrar kazanmada yardımcı olabilir diye düşündüm.

Uzun bir süre sessiz kalmıştı bu mesajdan sonra, Müge. Karşısındaki kişinin ona vaat ettiği şeye gerçekten çok ihtiyacı vardı.

Tülay’ın davasında fena battıktan sonra bir de üzerine eski dostunun katili olmakta suçlanması onu elde ettiği her şeyin gerisine atmıştı.

Sosyal medyada çok takipçi kaybetmişti, yetmemiş linç kampanyasına kurban gitmişti ve günlerdir tırnaklarını kazıyarak elde ettiği grafiğin çöküşünü izliyordu.

Ve şimdi hiç tanımadığı bir numara ona kaybettiği başarısını geri kazanabileceğini söylüyordu.

Peki ya ne karşılığında?

Karşılığı?
diye sordu, Müge anlık bir merakla. Karşılığında ne istiyorsun?

05xx xxx xxxx: Sevdim seni, haber kuşu :) İşte şimdi benim dilinden konuşmaya başladın.

05xx xxx xxxx: Karşılığım küçük bir şey, endişelenme. Senden sadece bana ait olan bir şeyi geri getirmeni istiyorum.

05xx xxx xxxx: O şu an Barış’ın elinde. Nereye sakladığını bilmiyorum ama İren’in telefonu karşılığında senden istediğim şey ucuna kırmızı bir ip bağlanmış bir flaş bellek.

Müge şu an parmaklarının ucunda olan flaş belleğe bakarken, bu flaş belleği alabilmek için Savaş’ın evine gizlice girdiğini, Barış’ın kaldığı odayı talan ettiğini hatırladı.

Aynı bir hırsız gibi.

Zihnine düşen yakıştırmayla yüzünü buruşturdu, Müge. Yaptıklarını kendisine hiç yakıştırmıyordu ama söz konusu kariyeriydi.

Aslında sadece kariyerimde değildi, diye mırıldandı Müge kendini rahatlatmak istercesine. Eğer İren’in telefonuna ulaşırsa kendisi de dahil olmak üzere arkadaşlarını da aklayabilirdi, o telefonda katili bulabilirdi.

Kendini avuttuğunun farkına varmadan rahat bir nefes verdi, Müge. Her seçim bir vazgeçişti ve Müge de içinde ne olduğunu bile bilmediği bu flaş belleği bir yabancıya teslim ederken vazgeçiyordu.

Kendisi için, Barıştan vazgeçiyordu.

İlk defa Barış’ı değil de kendisini seçiyordu.

Müge görüş açısına giren siyah bir pikapla bacağının altına gizlediği silaha doğru uzandı. Savaş Bilgin’in evinden aldığı tek şey bu küçük bellek değildi, tabi ki,

Kendisini korumak zorunda kalırsa diye ufak bir şey daha almıştı. Fakat bunu geri yerine koyacaktı, ödünçtü sadece.

Ters yönden gelen siyah pikap Müge’nin aracının hemen yanında durdu. Film kaplı camını açtı, Müge kuşkuyla kıstı gözlerini.

Mesajlaştığı kişi gözlerinin önündeydi artık. İri bir bedene, kalıplı bir yapıya sahip adam yalnızca kahverengi gözlerinin gözüktüğü bir kar maskesi takıyordu. Üzerinde ise teninin tek bir noktasının bile gözükmediği siyah bir kapşonlu vardı.

Tanınmamak için ustaca gizlenmişti. Lakin adamın gözünden kaçan ama Müge’nin dikkatini çeken bir detay vardı.

Adamın boynundaki zincirin ucundaki pusula yakasına sıkışmıştı. Muhtemelen kolyesini Müge’nin yanına gelmeden hemen önce yakasının içine gizlemeye çalışmıştı ama pek de başarılı olamamış gibi gözüküyordu.

Müge de yabancının yaptığı gibi camını indirirken silahı sıkıca tuttu. Yanlış herhangi bir hareketinde gerekirse adamı indirecek, canını kurtaracaktı.

“Geleceğini biliyordum.” dedi adam kendinden emin bir sesle.

Görüntüsü kadar kaba bir sese sahip, diye geçirdi Müge yüzüne yalancı bir gülümseme kondururken. Ardından flaş belleği havaya kaldırıp “Telefon?” diye sordu.

Adam da Müge gibi kaldırdı, telefonu havaya. Müge o an adamın parmak izi bırakmamak için giydiği eldivenleri fark etti ve hazırlıksız geldiği için lanetler okudu kendine.

Eldiven ya da telefona parmak izi bırakması engelleyecek herhangi bir peçete yoktu yanında. Hızlıca düşündü, Müge.

Telefonla işi bittikten sonra temizleyebilirdi izlerini ya da denize atıp izlerin kendi kendine kaybolmasını sağlayabilirdi ya da…

En iyi ihtimalle telefonla işi bittikten sonra parmak izinin bulunmayacağı bir hale getirebilirdi. Hem böylelikle ne telefon bırakacaktı arkasında ne de onu işlemediği bir suç yüzünden dört duvar arasında çürütecek bir kanıt.

“Ekrandakinden daha güzelsin.” Dedi adam iltifattan uzak bir tavırla. Bunu Müge’yi etkilemekten ziyade kendini ikna etmek için söylüyormuş gibiydi.

“Kar maskeni çıkartacaksan kahve içebiliriz.” Dedi, Müge flaş belleği adama doğru uzatırken. Sesi alay doluydu, adamın onu ciddiye alacağını hiç düşünmemişti.

Lakin adam onu ciddiye almıştı. Müge’ye doğru telefonu uzatırken “Bu teklifini düşüneceğim.” Dedi, onaylarcasına. Şaşkınlıkla havalandı Müge’nin kaşları. “Kahve sevmem ama bir sonraki buluşmamıza gizlenmeden gelirim belki.”

Belleği adamın eline tutuşturup telefonu aldı, Müge. “Bir sonra diye bir şey yok. Tek seferlik bir alışverişti bu!”

Adam kar maskesinin ardından kibirle gülümsedi. “Buna ben karar veririm, haber kuşu.”

Ürperdiğini hissetti, Müge. Adamın sesindeki kararlık hiç hoşuna gitmemişti ve biraz daha burada tek başına kalmak istemiyordu.

İren’in telefonunu yan koltuğa fırlatırken hızlıca el frenini indirip bastı gaza, Müge. Adam ise aynasından izledi Müge’nin gidişini.

Müge son süratle sokağı döndüğünde kar maskesini çıkardı genç adam. Hızlıca telefonunu açtı, son aramalarındaki tek kişiyi aradı.

Aracını döndürüp Müge’nin aracının gittiği yöne doğru sürerken kibirli bir gülümseme oturdu dudaklarına.

Müge bilmese de o biliyordu ki bu onların son görüşmeleri olmayacaktı. Çünkü Müge bu değiş tokuşu gerçekleştirerek kendi de dahil arkadaşlarının başına çok büyük bir bela açmıştı.

Telefon açıldı, karşı taraftan ses bile beklemeden konuştu, genç adam. “Görev başarılı. Kuş artık kafeste!”

Aden Karaca

Beni affedebilir miydi?

Soğuk hastane koridorunda elimde kocaman bir papatya buketiyle dokuz numaralı odaya doğru ilerlerken adımlarım ağırlaştı.

O affetse bile, ben kendimi affedebilir miydim peki?

Alaycı bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. Affedilmeye layık mıydım ki ben?
Değildim.

Hiçbir zaman da olmamıştım.

Odanın kapısının önüne geldiğimde duraksadı adımlarım. Zihnim çiçekleri burada bırakıp hayatlarından sessiz sedasız çıkmam gerektiğini haykırsa da onu görmeden gidemeyeceğimi biliyordum.

Evet, gidecektim. Onun ve Selin’in hayatını daha fazla berbat etmeyecek ve gidecektim.

Bazen daha fazla acı, daha fazla huzursuzluk vermemek için gitmek gerekirdi. Doğru olan buydu ve biliyordum ki, böylesi onlar için daha iyi olacaktı. Onlar bensiz daha mutlu olacaktı.

Kapıyı tıklatıp yavaşça açtım. Vedalaşmayacaktım Efe’yle. Hoş, vedalar konusunda iyi de değildim zaten. Bu yüzden sadece geçmiş olsun diyecek, Efe’nin iyi olduğunu görecek ve gidecektim.

“Gelebilirsin.” Eda’nın kıkırdayan sesini duyduğumda yüzüme yerleştirmeye çalıştığım küçük tebessümle içeriye doğru bir adım attım.

Beni görür görmez kaşlarını çattı, Eda. “Senin ne işin var burada?” Cevapsız kalarak yutkundum. Eda oturduğu koltuktan kalkıp üzerime doğru ilerledi. “Neden geldin? Çık dışarı, çabuk!”

Adımlarım geriye doğru döndüğünde “Dur!” dedi, Efe. Gözlerimi yumdum, adımlarım duraksadı. Gitmem gerekiyordu, biliyordum. Durursam araları bozulacaktı, benim yüzümden kavga bile edeceklerdi belki.

Biliyordum… Biliyordum ama yine de gidemiyordum.

“Dur…” diye tekrarladı Eda hayal kırıklığıyla. Bağırmadı, öfkelenmedi. Ağır adımlarla odadan dışarı çıktı ve kapıyı kapattı arkasından.

Acıyla buruşturdum yüzümü. Ben varsam o yoktu ve bunu Efe’ye açıkça göstermişti. Neyse ki bu aralarını son bozuşum olacaktı. Efe’yi seçim yapmaktan kurtaracak, Eda’yı ebediyen mutlu edecektim.

Derin bir nefes alıp arkamı döndüğümde Efe’nin göğsündeki yarayı tutarak doğrulmaya çalıştığını gördüm. Adımlarım hızlandı. “Yardım etmemi ister misin?”

“Yok.” Dedi, Efe. “Nasılsınız? Selin nasıl?”

Göğsünün neredeyse dörtte üçünü kaplayan bir sargı beziyle hastanede yatağında yatıyorken hala bizi soruyordu. Yanağımın içini ısırdım acıyla.

Umarım ben gittikten sonra önceliklerinde biraz da olsun kendine de yer verirdi.

Çiçekleri masanın üzerine bırakırken “Bıraktığın gibiyiz.” Dedim yalnızca. “Sen nasılsın?”

Kötü görünüyordu. Yorgunluktan göz altları çökmüştü. Her hareketinde suratı acıyla buruşuyor, eli yarasına gidiyordu ama yine de iyiyim diyecekti değil mi?

“İyiyim.” Dedi, Efe beni yanıltmayarak.

Dudaklarımı birbirine bastırdım, göz bebeklerimi yakan yaşlara direndim ve “Özür dilerim…” dedim, fısıldayarak.

Onu bu hale ben getirmiştim. Benim yüzümden buradaydı, benim yüzümden acı çekiyordu.

“Sorun değil, gönlünü alırım ben onun.” Dedi, rahat bir tavırla Efe. Bahsettiğim şeyin Eda olmadığını biliyordu… Biliyordu da anlamazlıktan geliyordu beni.

Göğsünde oyalandı bakışlarım. “Özür dilerim…” dedim, tekrardan. Sesim ilkine kıyasla daha boğuktu.

“Neden?” diye sordu Efe kaşlarını çatarak. “Sen mi sıktın ki o kurşunu bana?”

Yere indirdim bakışlarımı, parmağımın ucunu sıktım. Silahı tutan ben değildim belki ama evet, ben sıkmıştım o kurşunu ona. Onu o eve getirerek, gitmek istediğinde gitmeyerek…

“Kaldır kafanı.” Dedi, Efe sinirlenerek. “Kimseye eğleyeceksin kafanı. Hele ki hiçbir suçun yoksa asla eğmeyeceksin.”

Bilinçsizce kaldırdım kafamı, bakışlarım tekrar çehresine döndüğünde yumuşadı sesi.

“Bak ben…” doğru kelimeleri seçebilmek için kısa bir anlığına duraksadı, Efe. “Kaderimizde ne yazıldığını bilemeyiz, Aden. Ben bir gün gitmek zorunda kalabilirim…” Kabullenmek istemeyerek salladım kafamı iki yana. O giderse bende giderdim. “Ve o gün siz… siz devam etmek zorundasınız.”

Sanki düşüncelerimi okumuş gibi devam edince afalladım. “Beni anlıyorsun, değil mi?”

Onu anlıyordum. Lakin istediği yanıtı veremiyordum. Gönül rahatlığa devam edeceğimi söyleyemiyordum.

“Peşimden gelemezsin, Aden.” Dedi, Efe net bir sesle. “İntikam peşine de düşemezsin. Silahı beni öldürene doğrultup da Selin’e sıkamazsın.” Gözlerimi yumdum, sözleri ayna tutuyordu sanki benliğime. Kaçtığım, görmezden geldiğim, nefret ettiğim benliğime.

“Evet, kızgınım sana. Çok kızgınım hem de” Pişmanlıkla gözlerimi açtığımda yarasını işaret ederek “ama bunun için değil.” Dedi, Efe. “Aklından geçirdiklerin için kızgınım sana. Yapmak üzere oldukların için kızgınım. Çünkü biliyorum ki ben şu an burada olmasaydım sen arkanda kimin kaldığına bile bakmayacaktın. Gelecektin peşimden…”

Doğruluğundan emin olduğu hiçbir şeyi inkâr etmedim, ona daha önce olmadığım kadar dürüsttüm bugün.

“Bir keresinde bana ‘Bazen bir insanın varlığına tutunmak, bütün umutları ayakta tutabilir.’ Demiştin. Hatırlıyor musun?” diye sordum, Efe’ye.

Bunu neden yapmak üzere olduğumu anlasın istiyordum, bana hak versin istiyordum.

“Ben umudumu kaybettiğimi sandım, Efe.” Umudum olmuştu Efe benim. Beni babadan kurtarmıştı, kimsesizliğime kimse olmuştu. Bana yaşama şansı vermişti.

“Öldüğünü sandım.” Gidişlere alışıktım aslında ben. En sevdiklerim tarafından hep terk edilmiş, yalnız bırakılmıştım.

Eğer o da gitseydi bunu da normalleştirir, hayatıma bir şekilde devam etmeye çalışırdım. Fakat normal bir gidiş değildi ki bu.

Alışamazdım, normalleştiremezdim. Ben bir kez daha kardeşimi toprağa veremezdim.

“Ben kardeşimi bir kez daha kaybettiğimi sandım… Dayanamazdım, Efe. O acıya tekrar dayanamazdım. Umduğun kadar güçlü değilim çünkü ben, hiçbir zaman da olamadım.”

Efe anlayışla yatırdı kafasını omzuna. Öyle bir bakmıştı ki bana anladığını sanmıştım beni, ona ilk defa kendimi bu kadar açıyordum ve o ilk defa anlıyordu beni.

“Peki…” dedi, Efe duraksayarak. “Selin güçlü mü?”

Bakışlarıma oturan hayal kırıklığını savuşturdum hızlıca. Bir gün ona kendimi yeterince açarsam gerçekten anlayacağına inanmıştım.

“Ölmüş annesini uyandırmaya çalışan, babasını arka koltuğunda oturduğu trafik kazasında kaybeden Selin güçlü mü?”

Kızmıyordu bana, bağırıp hesap sormuyordu. Ayna tutuyordu yalnızca, bencilliğime kocaman bir ayna tutuyordu.

Kalbim aksini iddia etse de kırılmamıştım sorusuna. Haklıydı çünkü. Bencillik etmiştim ben. Arkama bile bakmadan gitmek istemiştim. Arkamda bırakmak üzere olduğum en değerli insan aklıma bile gelmemişti o an.

Cevapsız bıraktım sorusunu, sessizliğimle hak verdim ona.

“Değil, dimi? Bence de değil. Benim gibi düşündüğünü, biliyorum ama anlamadığım bir şey var. Kimsesizliğin ne demek olduğunu bilmen sen, Selin’i kimsesiz bırakacak mıydın gerçekten?”

Sözleri delip geçti kalbimi. Güçsüzce gizledim yüzümü parmaklarımın ardına, engel olamadım dudaklarımdan dökülen hıçkırıklarıma. Çünkü biliyordum. Dile getirmeye cesaret edemesem de biliyordum, evetti sorusunun cevabı.

Kimsesizliğin ne olduğunu bilen ben, küçük bir kız çocuğunu kimsesiz bırakacaktım.

“Özür dilerim.” Dedim hıçkırıklarımın arasında.

“Dileme!” dedi, Efe sertçe. İlk defa yükseltmişti sesini bu kadar. “Dileme… Aç yüzünü, gözlerime bak.” İrkilerek çektim ellerimi yüzümden, buluğu bakışlarımı sabitledim gözlerine. Korkumu hissetmesi yumuşattı sesini. “Bir daha bunun için özür dilemeyeceksin benden. Çünkü gitmeyeceksin. Anladın mı beni? Ne olursa olsun gitmeyeceksin. Gün gelecek belki benden ölesiye nefret edeceksin…” Olumsuz anlamda salladım kafamı iki yana. Böyle bir şey asla olmazdı, ben ne ondan ne de Selinden nefret edemezdim. “Ama yine de gitmeyeceksin. Selin’i terk etmeyeceksin.”

İç çekerek histerik bir şekilde salladım kafamı. Gitmeyecektim. Selin’i terk etmeyecektim. Bir çocuğunun daha kimsesizliğin ne demek olduğunu öğrenmesine izin vermeyecektim.

“Söz mü?” diye sordu, Efe. Sanki söz verdiğimi duymazsa rahatlamayacaktı içi.

“Söz.” Dedim, net nefeste. “Söz veriyorum ama…” Tereddütle baktım Efe’nin yarasına. Yanlarında kalmaya devam ettiğim sürece iyi olacaklar mıydı ki?

Bana garantisini verebilir miydi bunun? Tabi ki veremezdi. Hayatlarında olmazsam her şey yoluna girer, mutlu mesut yaşarlar diye düşünmüştüm. Hatta kampüsteki öğrenci evlerine bile başvurmuştum.

Fakat şimdi gidip gitmemek konusunda tereddütlerim vardı. Çünkü gidersem arkamı döndüğüm Selin’in hissedeceği acıyı hatırlamıştım, dönüşebileceği enkazı hissetmiştim kalbimde.

“Aması yok.” Dedi, Efe tereddütlerime son vermek istercesine. “Aileyiz biz, Aden. Sen benim kardeşimsin, Selin’in ise Aden’isin.” Tek gözünü kısıp düşünüyormuş gibi yaptı, Efe. “Bu ne demek biliyor musun? Canı yandığında koştuğu ilk insansın, uyumadan önce duymak istediği tek sessin. ablasısın, en güvendiği, yanında huzur bulduğusun. Kısacası Aden’isin işte.”

Gözyaşlarımın ardından burukça güldüğümde devam etti, Efe.

“İyi günlerimiz olduğu kadar kötü günlerimiz de olacak tabi ki. Ne yapacağız, her kötü günümüzde birbirimize arkamızı dönüp gidecek miyiz?”

Olumsuz anlamda salladım kafamı. “Ama bir daha kötü günler yaşamayalım, olur mu?”

“Gel buraya…” Dediğini yaptım, yanaklarımdaki izleri elimin tersiyle silip yanına gittim. “Yemin ederim ki iki küçük kız çocuğu babası gibi hissediyorum.” Bileğimi tuttu, yatağının kenarına oturmamı sağladı ve tek eliyle bana sarılırken güldü.

Onun gibi güldüğümde “Sana yalan söylemeyeceğim.” Dedi Efe. “Yaşayacağız çünkü.”

“Allah korusun!” dedim kollarından kurtulurken. “Tamam belki bunun kadar olmayabilir ama yaşayacağız, ufaklık. Üzgünüm… ama önemli olan bu değil, önemli olan bu günlerden beraber çıkabilmemiz.”

Bakışlarına sanki buraya son kez vedalaşmaya geldiğimi biliyormuş gibi bir ifade oturdu. Garipseyerek çattım kaşlarımı.

“Çünkü aileler böyle yapar, Aden. Kalır, birbirleri için savaşırlar. Bu yüzden sende kalacaksın. Başvurunu da iptal edeceksin.”

Şaşkınlıkla aralandı dudaklarım. İyi de nasıl? Nasıl haberi olmuştu? Nereden biliyordu?

Yoksa…

Başvuruyu gönderdiğim sırada Savaş’ın salonun kapısından içeriye girdiğini hatırladım. Görmüş olabilir miydi? İyi de görse bile nasıl haber vermişti, ne zaman söylemişti?

“Savaş mı?” diye sordum emin olamayarak.

“Bak sen şuna…” dedi, Efe kızmak istercesine kaşlarını çatarken. Lakin yüzündeki geniş gülümsemesi engel oluyordu tüm ciddiyetine. “Savaş olmuş, savcımız. Çiçeğini çikolatasını alsın, gelsin istesin o zaman seni benden.”

“Hayır! Saçmalama! Yok öyle bir şey.” Öfkeyle kalktım oturduğum yerden. “Boşluğuma geldi, afalladım sadece. Gizli kapaklı çevirdiğim her işin götümde patlamasına sinirlendim, onu düşünürken de yanlışlıkla ismini telaffuz etmiş bulundum. Ne var yani bunda? Ne diye hemen saçma sapan imalar bulunuyorsun, anlamıyorum gerçekten.”

“Saçma sapan imalar?” dedi, Efe patlamamak için dudaklarını birbirine bastırırken.

“Evet saçma sapan imalar, Efe! Asla aramızda…” Bakışlarım birbirine bastırdığı dudaklarına kaydı, öfkeyle soludum. “Gülme!”

Daha sıkı bastırdı dudaklarını birbirine, Efe. “Efe, sinirimi bozuyorsun. Gülme!”

İnadıma yapar gibi patladı, Efe. Hunharca güldü adeta. “Gidiyorum ben, Efe! Sen tek başına kal odada delirmiş gibi gülmeye devam et, tamam mı?”

Hiddetle uzanmıştım ki odanın kapısına, ben daha dokunmadan açıldı kapı. “Oğlum…” Annesinin sesiyle kahkahaları sessizleşti, Efe’nin.

“Anne…”

Ayşe hanımın endişeli bakışları beni görmesiyle öfkeye büyüdü. “Senin yüzünden oldu, değil mi? Yine bela getirdin oğlumun başına. Rahat etmeyeceksin, değil mi? Oğlumun canını almadan rahat etmeyeceksin… değil mi?”

Sesiyle irkilerek eğdim bakışlarımı. Sevmezdi beni, bilirdim. Nefret ederdi benden.

Zaten sorsanız, sevmeyenlerin beni neden sevmediğini değil, sevenlerin beni neden sevdiğini anlamazdım.

Beni kendi annem sevmemişti beni, onlar mı sevecekti?

“Anne!” dedi, Efe acıyla. Yattığı yatakta hareketlilik oldu, muhtemelen annesi bana bir şey yapmasın diye ayaklanmaya çalışıyordu.

“Oğlum, dur!” Ayşe hanım Efe’ye doğru atıldığında donup kaldı bedenim. Ne kafamı kaldırıp da bakabildim onlara, ne de çıkabildim dışarı.

“Ah, oğlum… Canım oğlum…. Şu haline bak. Seni getirdiği şu hale bak!” Oğluna yumuşadı Ayşe Hanım’ın sesi. “Ne hale getirmiş seni?”

Ayşe hanımın ağlamaklı sesiyle “Anne yapma!” dedi, Efe.

“Ne yapmayayım, oğlum? Söyle bana ben daha ne yapmayayım? Ömrümden ömür gidiyor her gece benim. Bu musibet, başınıza yine ne bela açacak diye uyku uyuyamıyorum geceleri. Neden yaşatıyorsun oğlum sen bana bunları? Evinden barkından oldun, yetmedi torunumu benden aldın yanımda kalacak dedin. Ağzımı açmadım. Tamam dedim, oğlumun bir bildiği vardır dedim sustum ama dur artık oğlum. Dur! Benimki de can… Dayanamıyorum artık. Yapma oğlum, lütfen yapma. Bana bir evlat acısı daha yaşatma…”

Acıyla buruşturdum yüzümü, dayanamayarak attım dışarıya kendimi. Nefret ediyordum kendimden, yaktığım her can için nefret ediyordum kendimden.

Sadece sevdiklerime de değildi zararım, çevremde olan herkese dokunuyordu bir şekilde.

Dalgınca koridorda birkaç adım atmıştım ki kolumda hissettiğim acıyla duraksadı adımlarım. Bakışlarım saniyeler içerinde kolumu sıkıca kavrayan kişiye, Eda’ya döndü.

Kurtarmaya çalışmadım ama kolumu. Tenime saplanan tırnaklarının acısına izin verdim. Göğsümde hissettiğim acıyı hafifletmesine izin verdim.

“Bu sefer izin vermeyeceğim, Aden. Anlıyor musun beni? Bir kez daha canımdan çok sevdiğim o insanı öldürmene izin vermeyeceğim.”

Boş bakışlarım Eda’nın nefret dolu bakışlarında gezindi. “Ne saçmalıyorsun sen?”

‘Bir kez daha çok sevdiğim o insanı öldürmene izin vermeyeceğim’ de ne demekti?

Öfkesini anlıyordum. Efe’nin vurulmasında beni suçluyordu, bende kendimi suçluyordum.

Lakin ikimizde yeterince berbat bir durumdayken saçmalamasına gerek yoktu. Ben kimseyi öldürmemiştim.

Kolumu sertçe çekip kurtardım Eda’nın elinden. “Özür dilerim, Eda!” dedim, hiddetle. “Efe için özür dilerim ama emin ol ki böyle olmasını bende istemezdim.”

“Sadece Efe için mi?” Burnundan soludu, Eda. Çıldırmak üzereydim. Benden daha ne duymak istiyordu, anlamıyordum. Kim için özür bekliyordu benden, çözemiyordum.

“Başka kimin için dilememi istiyorsun, Eda?”

Afallayarak geriledi, Eda. “Ciddi misin sen? Hatırlamıyor musun gerçekten?”

“Neyi hatırlayacağım, Eda?” diye bağırdım en sonunda. “Ne istiyorsun benden? Söyle! Söyle de yapıyım, ne istiyorsun?”

“Hatırlamanı!” diye bağırdı, o da en az benim kadar gür bir sesle. “En yakın arkadaşımı benden nasıl aldığını hatırlamanı istiyorum. Ellerindeki kan izlerini görmeni, nasıl bir canavar olduğunla yüzleşmeni istiyorum.”

Etrafımızdan geçen insanların adımları duraksadı, bakışları üzerimizde yoğunlaştı. “Alçalt sesini!” dedim fısıldayarak. “En yakın arkadaşını falan almadım ben senin? Ne saçmalıyorsun sen?”

Alayla güldü, Eda. “Bu sana yaptığım son iyilik olacak, Aden! Canavarın yansımasıyla yüzleşebilmesi için aynayı son kez tutuşturacağım eline. O yüzden aç kulağını iyi dinle beni…”

“Ne oluyor?” Bize doğru ağır adımlarla ilerleyen Barış’ın sesi duraksattı Eda’nın cümlelerini.

“Tüh!” dedi, Eda Barış’a doğru bakarken. “Kurtardılar yine seni. Aynı o gün sarhoşlar yolunda kurtardıkları gibi…”

Kaşlarım şaşkınlık çatıldı. Sarhoşlar yolu, bizim ev ile İrenlerin evine giden kestirme yoldu. Fakat Eda nereden biliyordu ki bu yolu?

Barış yanımıza geldiğinde Eda’yı hafifçe iterek uzaklaştı benden. “Geri dur az…” Bileğimden tutup beni arkasına doğru çekiştirdi ardından. “Normalde kız kavgalarını severim ama üçüncüm senin düzeyinde değil, kendine uygun birini bul.”

Barış’ı duymazdan geldi, Eda. Kibirli gülümsemesiyle birkaç adım gerileyip “Aradığın cevaplar orada.” Dedi.

“Ne cevabı?” Bana döndü, Barış’ın bakışları. “Ne saçmalıyor bu?”

“Hiç…” dedim mırıldanırcasına. “Dediğin gibi… Saçmalıyor sadece.”

“Aman her neyse… Derdimiz başımızdan aşkın zaten.” Barış bileğimi bırakmayarak onunla beraber ilerlememi sağladığında omuzlarımın üzerinden arkama baktım.

Eda çoktan gözden kaybolmuştu. Fakat söyledikleri öyle yer etmişti ki zihnimde düşünmeden edemiyordum.

Hatırlamamı istemişti benden. Ellerimdeki kan izlerini görmemi, kim olduğumla yüzleşmemi…

Kimdim ben?

Ellerimde kimin izleri vardı benim?

Ben… Ben ne yapmıştım?

Sessizleşti zihnim. Sorularıma cevapsız kaldı, düşüncelerim sustu. Sonunu göremediğim bir boşluğa hızla düşüyordum sanki ve öyle hızlı düşüyordum ki yere çakılacağım zaman tek bir kemiğimin bile sağlam kalmayacaktı. Paramparça olacaktım.

“Civciv, İren davasıyla ilgili bomba bir şey bulmuş.” Dedi, arabanın geçmem için kapısını açarken Barış. Onu bekletmeden girdim içeriye.

Buraya beraber gelmiştik onunla. Bir saatten fazla kalırsam yanıma geleceğine dair nutuk atmıştı ben arabadan inerken, ondan gelip almış olmalıydı beni.

Kapımı kapatıp şoför koltuğuna geçti Barış. “Umarım hayırlı bir şeydir.”

“Umarım…” dedim, kemerimi takarken.

Kontağı çalıştırırken bana doğru döndü Barış’ın bakışları. “İyi misin sen? Durgunlaştın. Buraya gelirken daha enerjiktin sanki…”

“İyiyim…” dedim neşeli bir tonda. Hiçbir şey söylemeyecektim ona. Eda, Barış geldi diye susmuştu, bende susacaktım. Ne olduğunu gidip öğrenmeden önce hiç kimseye tek kelime etmeyecektim.

“Emin misin?” diye sordu, inanmayarak Barış.

“Bunu bir mum eşliğinde sormak ister misin?” Kinayeyle güldüm. “Cevabım değişmeyecek ama…” Barış gardını düşürüp gülümsedi. “Tamam… Tamam, inandım.”

Rahatlayarak arkamı yaslandığım sırada aracı hastane otoparkından çıkarttı, Barış. Nereye sürdüğünü bilmeden izledim yolu, Eda’nın sözleri kafamın içinde dört dönerken korudum sessizliğimi.

Sarhoşlar yolu… diye geçirdim içimden. Aradığım cevapları orada bulacağımı söylemişti, Eda. Bahsettiği yolu biliyordum, lakin görüntüsü bir türlü canlanmıyordu zihnimde.

Sanki hafızamda hiç var olmamıştı orası, sanki ben hiç geçmemiştim o yoldan.

Araç Savaş’ın evinin otoparkında durduğunda hızlıca indim, Müge’nin bulduğu şey her neyse bir an önce öğrenmeli ve gitmeliydim.

Kafayı yemeden hemen önce Akyaka’ya dönmem gerekiyordu. Madem sorularımın cevapları o yoldu, bende o yola gidecektim. Sonucu her ne olursa olsun hatırlayacaktım, hatırlamak zorundaydım.

Barış kapıyı açtığında topuklu botlarımı çıkartıp peşine takıldım. Adımları salona doğru döndü, kapıyı kapatıp onunla birlikte içeriye girdim

“Hoş geldin.” Savaş beni görmesiyle gülümseyerek doğruldu yaslandığı sandalyeden. Kabanımı çıkartırken gülümsemeye çalışıp hoş buldum dercesine salladım kafamı.

“Dökül, civciv.” Dedi, Barış koltukta Müge’nin yanına oturarak. Gözlerini devirdi, Müge. Oturduğu yerden kalktı ve Barış’ın karşısındaki koltuğa geçti. “Bana böyle demenden hiç hazzetmiyor…” Barış daha bitirmesine bile izin vermeden. “Civciv.” Dedi. “Civciv… Civciv ve civciv.”

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, Müge ve daha fazla uzatmamaya karar verip pantolonun cebinden bir telefon çıkarttı.

Kabanımı koltuğun kenarına bırakırken tanıdık telefon kabında oyalandı bakışlarım.

Has siktir…

Şaşkınlıkla büyüdü gözlerim. Benim aksime telefonun kime ait olduğunu anlamayan Savaş “Bu ne?” diye sordu.

Müge ise gururla gülümsedi. “Kurtuluş biletimiz. Yani…”

Onunla beraber mırıldandım farkında olmadan. “İren’in telefonu…”

 

🕯

Hellüüüü ballarıımmm🍯💛

Nasılsııınız?

Bölümü nasıl buldunuuuz?

Benim için biraz sancılı bir süreç oldu ama sonunda gelebildim, buluşabildik.🥹

Arkadaşım evleniyor da benim. Onun davetiyesine verdim önceliği, kafamda doluydu bir haftadır. Anca gelebildim o yüzden. Kusura bakmayın ballarım

Telefi edebilmesi için epey uzun tuttum bölümü ama umarım affettirebilmişimdir kendimi :(

Ayyy durun biraz bölüm hakkında konuşalım.

📱Ay sizce İren’in telefonunda ne bulacaklar?

🖇️Bir de Müge’nin teslim ettiği bellek vardı tabi… Sizde onun içinde ne vardı? Bu durum dönüp dolaşır götlerinde patlar mı :))))

Gülücüklere aldırmayın :)))))

Bir de her bölüm başına şarkı eklemeye devam etmeli miyim sizce? Öyle olunca daha mı iyi oluyor sizin için? Aydınlatın lütfen beni ballarım.

Eh tabi bölüm hoşunuza gittiyse yıldızları da aydınlatın🌟 ve satır sonlarında buluşun benimle🫶🏻 Çok çok öpüldünüz😘 Cici bakın he kendinize.🫂🫰🏻

Bölüm : 04.03.2025 02:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...