Bugün Toprak'la koca bir gün geçirecektik, yalnız onun evinde. Beni eve davet etmişti. Güzelce hazırlanmaya başladım. Krem rengi tişörtümün altına yine aynı tonlarda şort etek giymiştim. Çoraplarım beyazdı ve çok da uzun değillerdi. Spor ayakkabılarımı tercih ettim. Zaten spor tarzda giyinmiştim çünkü oradan yürüyüşe gidecektik parka. Nihayet hazırdım. Evini bulmak biraz zor olmuştu.
– Hoş buldum. Bunlar sana. (Ev hediyesi olarak fincan getirmiştim. İkili. Artık Mahir'le içerlerdi.)
– Niye zahmet ettin? Teşekkürler.
– Olur mu öyle şey? Rica ederim.
– İyi anlamda mı, kötü anlamda mı?
– İyi. 2000'ler havası veriyor.
– Sen bir de benim odayı gör. Harry Potter posterleri, kasetler...
– Ahahaha, olur, ama önce şunun tadına bak.
Pasta yapmıştı. Biraz dağılmıştı, buna rağmen görünüşü hâlâ çok lezzetli duruyordu. Öyleydi de. Zaten şaşırmak saçma olurdu. Kafede farklı çeşitlerde tatlı satıyorlar, reçeteleri biliyordur az çok. Hatta söylemişti. Bu yediğim kek de aşırı güzeldi.
– Ellerine sağlık. Çok lezzetli. Tarifi versene?
– Gel bakalım. (Onu takip ettim. Sondaki odaydı.) Ohaa. Her yer Harry Potter evreni dolu. Maşallah yani.
– Her zaman. Bak, bu kasetler babamla annemin gençliğinden kalma. Şurada Orhan Gencebay var. Bu da Gülden Karaböcek.
– Ne güzeller. Benimkiler de çok kaset biriktirirdi. En çok da poster.
– Çok çok ünlü bir oyuncu sonuçta, normal. Yalnız ben Cüneyt Arkın'ı daha çok seviyordum. O adam doktor.
–Evet, hatta bir tane kötü anısı var maalesef. Onu anlatmıştı, sana anlatayım. Bir köye gidiyor, doğum yaptıracak ve adamlar çok geri kafalı. "Asla kadına dokunmayacaksın diyorlar."
– Kadına dokunmayacaksın mı? Ne alaka? O zaman nasıl doğum gerçekleşir ki?
– Bunu anlayamıyorlar maalesef. "Sen erkek doktorsun, kadına sakın dokunma," falan diyorlar ve silahla başında bekliyorlar. Muhtemelen bunlar ya kadın doktor bekliyordu, ya da kadın hemşire bekliyordu yanında. Sonra da, hem kadın ölüyor hem bebek.
– Ay ne kadar da kötü. Bunlar nasıl insanlar?
– O zaman öyleymiş Cüneyt Arkın'ın dediğine göre.
– Yaşadığım döneme şükrettim galiba.
Sezen Aksu - İçime Sinmiyor. Şarkı sözlerine içimizden eşlik ederken bir yandan dans ediyorduk.
Ne zaman ki güzel bir şey görürüm
...
Harika bir günden sonra eve geldim; aşırı mutlu değil, aşırı düşünceliydim. Boşluktaydım sanki. Mesaj yazdım. "Teşekkürler, güzel bir gündü." "Ben teşekkür ederim Papatya." Kapıya yaslandım, kızlar hemen etrafımda toplandı. Meraklı gözlerle bana bakıyorlardı.
– ARKADAŞIMIN evinden geldim. Date'ten değil.
– Yok, yakın arkadaşız. (Hiçbir zaman arkadaş olmamıştık, ama bunun farkında da olmamıştık.)
– Oturup sohbet ettik, şarkı dinledik.
– Dans ettiniz mi? Doğruyu söyle.
– Yaa off. Kanka yaaa. (Yüzümdeki gülümseme zaten bir cevaptı.)
– Şaka bir yana, neden bu kadar düşüncelisin bebek?
– Kanka. Çok tuhaf hissediyorum.
– Toprak'ta tuhaf bir şey var. Bazı konularda aşırı keskin. Aşk gibi. Tek o değil tabii. Ama bazen duvar var onda, duvarları var.
– Dikkat et işte. Duvarları olan insanlara gün gelir çarparsın. Ama o duvara karşı savunman hazırsa sıkıntı yok. (Bir gün anlayacaktım ne demek istediğini.)
Gece ve Asya yanıma, balkona geldiler. Pikelerini açıp yanıma oturdular. Bir şeyler anlatmamı bekliyorlardı.
– Kanka, sen demin bize anlattın gerçi, ama bir tuhafsın. Bize anlatabilirsin. İstersen.
– Bebeğim. Tabii ki de size anlatmak istiyorum, zaten size anlatırım bir bu kadar detayını. Başkasına değil, ama tuhaf. Mesela... Nasıl denir ki? Sadece aşk değil, bazı ufak tefek şeylerde de aşırı keskin ve asla aşılmalarına izin vermiyor. Sanki onlar aşmak istesem, altında kalacakmışım gibi hissediyorum. Gördüğünüz gibi, konuşuyoruz sürekli ve yakınız. Bazen de aksi gibi içine gömülüyor, ne olursa olsun bir şey anlatmıyor. Hatta bir ara tartıştık ufaktan. Çok fazla durgundu ve ben ona sebebini sorunca, bir anda bana soğuk yapmaya başladı. Ondan sonra ben de uzaklaştım istemeye istemeye. Sonradan da özür diledi, "Sorunlarım var, sana yansıtmak istememiştim," tarzı şeyler söyledi. Fakat sıkıntı o değil. Sıkıntı, her şeyini bana anlatırken o bazı şeyleri anlatmaması.
– Papatya, bazen sen de bir şey anlatmıyorsun bize. Anlatamıyorsun daha doğrusu. Sen demiyor muydun, "Bazı şeyler anlatılmıyor," diye?
– Doğru diyorsun da... Ne bileyim ya. Zaten o konuyu çoktan kapattık. Dediğim gibi, konu onun duvarları. Ve tabii ki, benim saçma rüyalarım.
– Bence o rüyaları unutmaya çalış çünkü çok tuhaflar, anlamını çözene kadar sen yorulursun.
– Gece haklı Papatya. Rüyalarının tabii ki de anlamını öğrenmek isteyebilirsin, ama kendini kaybedip onların hepsi gerçekmiş gibi davranma. Mesela doğru olduğunu hissediyorsan sen, zaten doğrudur. Yine de git ve bunun anlamını araştır. Araştırırken de kendini yormamaya çalış.
Kızlar haklıydı ve ben çok yorgundum mental olarak. Bu konuyu bir kenara bırakmam lazımdı, zaten Toprak'la da şu an bir sıkıntım yoktu.
Final zamanı gelmişti, hiçbir şeye zamanımız yoktu. Sosyal hayatımız yine sıfırlanmıştı, çok fazla bunalıyorduk. Zar zor Toprak'la buluştuk, yaz tatilinde ne yapacağımızı konuşuyorduk. Şehirden uzaklaşmak istediğimi söylemiştim, suratı asılmıştı bunu duyduğunda.
– Keşke hemen gitmeseydin. Bir şeyler yapabilirdik.
– Maalesef, biletimi erkenden almıştım. Bir hafta köyde kalırım, oradan da giderim artık.
Vedalaştık, üç ay görüşemeyecektik.
~~~~
Nihayet tatil başlamıştı. Mia'yı alıp köye gitmiştim, ilk hafta evdeydim. Hatta bir hafta fazladan kaldım çünkü uzağa gidecektim. Ama bir yanım İzmir'de kalmak istiyordu deli gibi. Akşam olunca Toprak mesaj attı. İşleri bitmişti, yıllık izine çıkıyormuş. Belki o da bir yerlere gidermiş. Niye ben bunu bu kadar üzülmüştüm ki? Zaten orada olmayacaktım.
Sabah erkenden yola çıktım, ama Bodrum'a değil. İzmir'e. Toprak da yoktu orada. En azından öyle düşünüyordum. Yine de evine gitmek istedim, bir ihtimal. Neden böyle bir şey yapmıştım, anlamadım doğrusu. Düşüncelerimin sebeplerini bir kenara bırakıp sadece hareket etmeye koyuldum. Evine gittiğimde kapıyı açan olmadı maalesef ve gittiğini düşünmüştüm. Tam arkamı döndüm, gidiyordum ki, burun buruna geldik.
– Gittin sanmıştım. Ben de tam gidiyordum.
– İzmir'de olmayacağını düşünmüştüm.
– Bilmiyorum, bir çeşit gidemedim işte. Ya sen?
Kafeye geçtik. Onun da işleri vardı orada, biraz oturup sohbet ettik, vakit geçirdik sakin bir şekilde. Evde gibiydim onun yanındayken. Beni eve bırakıp kafeye döndü. Aslında eve geçecekti, ama işi çıktı. Mesai yoğundu yarın için. İyi ki gitmemiştim, iyi ki gitmemişti. Sabah ise direkt olarak onun yanına gittim. Günlerimiz böyle beraber geçiyordu. Kahvaltıya çağırdı beni, kafeye. Oradan da çıkıp gezmeye gidecektik. En güzel mekâna: Saat Kulesi. Değil sık sık, her gün görsem dahi özlüyorum. Öyle de bir yer. Sahilde, bir bankta oturduk sonunda.
– Bu da bize farklı bir tatil mi oldu?
– (Gülerek) Aynen, bayağı farklı oldu.
Eve gidince kendimi yatağa attım hemen ve Mia’yı kucağıma aldım. Huzurla uyudum, ama huzur bulamadım.
Karanlık ormanda yürümeye devam ediyordum, ama bu sefer yanında birisi vardı. Hatta yanımdan öte, bendeydi. Elimde kolyem, onunla beraber ilerliyordum. Ateşle beraber. Bir anda onun ruhu etrafı sardı, Toprak'ın. Tam ulaştığımı düşündüğüm an, tekrar buzun arkasına saklandı.
Uyandım, saat 07.00'dı. Ciddi anlamda rüyalarımda bir tuhaflık vardı, hepsi birbirinin devamıydı. Elbette farklı rüyalar da görüyordum. Bazıları onunla ilgili, bazıları alakasız. Ama bu rüya sürekli devam ediyordu. Düşüncelerimden sıyrılıp yataktan kalktım. Tam uyanıp kahvaltı hazırlamaya koyulmuştum ki, kapı çaldı. Gelen Toprak'tı.
– Toprak? Ne güzel bir sürpriz. Bugün yoğunsun diye biliyordum.
– Değişti o yoğunluk, başka güne. Bir davet vardı, ertelendi.
– Şanslısın çünkü uyuyor olsaydım, kolay kolay uyanmazdım. Hadi, geç. Kahvaltı yapıyordum ben de.
Bugün bir farklılık yapmak istiyorduk. Şanslıydık, Toprak konser bileti buldu. Çok eğlenceli, ama aşırı gürültülüydü. Evet, konsere gittiğimin farkındayım. Fakat uzun bir süre olmuştu ben bu gürültüyü duymayalı. Hâliyle, ilk başta değişik geldi. Tabii sonra ortama alıştım çünkü içindeki deli kadın ortaya çıktı. Çıkışta doğruca eve geldik, ayaklarım çok fazla ağrıyordu.
– Ah, şu topuklular çok canımı acıtıyor.
– Keşke düz taban bir şey giyseydin.
– Kombinime uymayacaktı o zaman.
– Bazen siz kadınları anlayamıyorum.
– Emin ol, bazen biz de bizi anlamıyoruz.
– Bak mesela bize; ya kundura, ya spor ayakkabı.
– Kundura ne kadar komik bir isim.
Tatil böyle geçip gidiyordu. Bir ara film izlemeye karar verdik bizde. Aslında Toprak belgesel izlemek istemişti. İkimizin de istediği olmadı sonunda. Elektrikler gitti. Korkmuştum ve Toprak'a seslendim. Karanlıkta tek kalmak... Düşünemiyorum bile nokta Allah'tan Toprak buradaydı. Yoksa Mia'yı da alıp arkama bakmadan evden kaçardım.
– Papatya. Sence gider miyim? Yüzün renk attı, gel, tut şu feneri. Ben geliyorum.
– Tamam. Umm... Tut elimi, gel benimle, yardım et. Pikeleri alıp balkona geçelim. Hem hava da güzel, camı açarız. Olur mu?
Mia'nın en sevdiği oyuncağı, pelüş Mickey Mouse, pikeleri alıp balkona geçtik. Mama ve su kabını da doldurup yanıma almayı ihmal etmedim. Yastıklar zaten oradaydı. Her şey tamamdı yani. Toprak beni sakinleştirdi. İkimizin de uykusu yoktu. Sabaha kadar sohbet ettik.
– Hep mi korkardın karanlıktan?
– Kendimi bildim bileli. Ya sen?
– İnsanım. Elbet var. Ama içimdeki karanlık daha fazla. (Bunu söylerken göz kırpıp hafifçe gülümsedi. Niye böyle diyordu?)
– Cevabını veremeyeceğim soruları sorma lütfen. (Sesi çok netti, sustum. Durgunlaştığımı fark edince yanıma oturdu.) İncitmek istemedim. Sadece... Üzgünüm.
– Anladım. Sorun değil. (Üstümü açtım.)
– Hahah, sen kışın da üşümüyordun. Yine sıcaklıyordun. Seni hiç boğazlı kazakla görmedim mesela.
Sabaha doğru uyuyakalmışız. Uyandığımda elektrikler gelmişti. Kahvaltı edip dışarı çıktık. Biraz gezdikten sonra eve geldim. Bir şey olursa onu aramamı, istediğim zaman yanına gelebileceğimi söyledi. Evde otururken içimde bir boşluk hissi oluştu. Onun evde olması hoşuma gidiyordu, ama şu an yoktu.
Akşam kızlar görüntülü aradılar. Olanları anlattım. Kumsal dayanamadı.
– Kankam. Kızma da, siz vallaha arkadaş değilsiniz. Ya sadece uzaktan. Yani arkadaş anlamında samimiyet yok. Aranızda enerji var Papatya. Flört gibisiniz.
– Kanka, Kumsal'a katılıyorum. Hatta sevgili gibisiniz.
– Arkadaşız kızlar. Sadece arkadaş. Zaten o çok... Farklı. Demiştim ya, bazı konularda çok katı ve duvarı aşmaya kalkana acımıyor gibi. Değişik.
– Papatya'm. Böylelerinden uzak dur bir tanem. Issız adam gibidir ve seni mahveder. Kalbini acıtır. (Bir şey demedim, diyemedim.)
Uzun zaman sonra farklı bir düşe düşmüştüm.
Farklı bir yerdeydim. Çok dünyadan bir yer bu sefer. Bir sahil kenarındaydım. Hava ılıktı, ama kasvetliydi fazlasıyla. Bir çiçekçi geldi. Bir demet, rengarenk çiçek verdi. Çok güzeldi, ancak elime alır almaz kaktüs gibi dikenler battı.
Sonra uyandım. Tekrar uyuduğumda şu benim seri şeklinde olan favori düş alemine dalmıştım. Burası benim zihin sarayım gibiydi artık. Eninde sonunda kendimi bu evrende buluyordum.
Ateşle beraber ilerledik, ancak buza fena çarptık. Ateş eritmek istedi, denedik, olmadı. Sonunda ateşle güçlerimizi gerçek anlamda birleştirdik. Epey hasar alıp erimişti, ama biz de zarar görmüştük. Benim vücudum, ateşten bağımsız gibi titrerken soğukluktan, ateşin gücü azalmıştı ve dumanlar havaya karışmıştı.
Korkuyla uyandım bu sefer. Elim boynuma gitti. Kolye arıyordum. Hayır, rüyaydı o kolye. Cidden rüyanın anlamını çözmek lazım. Ama çözmeyeceğim. Rüya kan ter içinde bıraksa da, aklımı başımdan alsa da çözmeyeceğim. Devamını her ne olursa olsun görmek istiyordum. Çözmeye çalışırsam büyüsü bozulabilirdi. Kararımı verdim. Devam edecektim yola. Belki de hiçbir şeydi. Belki de tekrar görmezdim. Umarım görürüm.
Ben bu kararı verdikten sonra ateşi gördüm içimde. Rüyada değilim şu an, ama o rüyamdaki ateş sanki içimde yanıyordu. Ve ben cesaretlendikçe o da bir yandan harlanıyordu, bir yandan dumanlarını göğe bırakıyordu sanki.
Seni bana getiren şey, şimdi de seni benden mi alacaktı? Buna izin verme, n'olur. Gitme.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
291 Okunma |
36 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |