8. Bölüm

Bölüm 8: N'oluyor Bana?

Sümeyra Akkılıç
belleofuranus

Okulun ilk gününden bunalmıştık. Dersler ağırlaşıyordu. Edebiyatı seviyorum, ama roman ağırlıklı. İlla farklı dersler de olacaktı, ama bazıları çok karmaşıktı. Bazen şey diyorum kendi kendime. "Keşke sadece kitaplarla ilgili bir bölüm olsaydı." Fantastikten klasiğe, korku ve gizemden romantik komediye kadar sadece kitaplar. Çok mu şey?

 

Toprak'la buluşacaktık. O da bana, benim için, aynı şeyi söyledi. Hatta farklı bir bölüm önerdi bana.

 

– Doğru Papatya, tam senlik. Ama senlik olan başka bir bölüm daha var.

 

– Neymiş o?

 

– Astroloji. (Güldük.) Bence köşeyi dönerdin.

 

– Doğru söylüyorsun. Olsa okurdum. Sen ne okurdun peki?

 

– Tahmin et.

 

– Sen özgürlüğüne düşkünsün, hayalin ne olursa onu yapardın. Spesifik bir şey yok. Zaten o spesifik olanı yapıyorsun.

 

– Evet, haklısın. Aslında küçükken etrafımdaki büyüklere özenip şirkette çalışmak isterdim. Büyüdükçe özgürlüğüme düşkünlüğümü fark ettim. Ama bir bölüm isterdim.

 

– Neymiş o?

 

– Astronot.

 

– (Güldüm.) Ohaa, cidden mi? Ben de küçükken isterdim, sonra subaylık istedim. En son buradayım.

 

– Sen subay olamazdın. Duygusal olarak çocukluktan eğitim alman gerekiyor. Çünkü çok hassassın.

 

– Doğru.

 

Toprak'la çok güzel sohbet ediyorduk, ama içimde huzursuzluk vardı, geçmek bilmeyen. Soğuk gibiydi. Önceden konuşurken daha çok gözlerime bakardı, şimdi ise daha çok etrafa bakıyor. Önceden daha içten gelirdi, şimdi soğuk geliyor. İlk tanıştığımız an aklıma geldi. Dalgınlığımı fark etmişti.

 

– Papatya? Sorun mu var? Daldın da.

 

– (Gülümseyerek) İlk tanıştığımız zaman aklıma geldi de bir an.

 

– Benim hakkımda ne düşünmüştün?

 

(2 yıl önce)

 

Kitap okumak için güzel bir kafeye gitmek istemiştim. Farklılık arıyordum. Gidip oturdum ilk bulduğum masaya. Kasanın dibindeydi. Sipariş verecektim, ama sıra pide kuyruğu gibiydi. İnsanlar içeceklerini alıp çıkarken şükrettim bu masayı bulduğuma. Gözüm kasadaydı. Nihayetinde fark edildim.

 

– Bir seferliğine sizin siparişinizi ayrıca hazırlayabiliriz.

 

– Efendim?

 

– Dakikalardır kasaya, düşmana bakar gibi bakıyorsunuz da.

 

– Sorun mu var?

 

– Yok, yani. Öyle demek istemedim. Özür dilerim. Sadece şakayla karışık sormak istemiştim.

 

– Önemli değil. Çok sıra var. Keşke biraz fazla olsa ilgilenen.

 

– Bugün biraz aksilik vardı, o yüzden az kişi var ilgilenen. Siparişiniz neydi?

 

– Kalsın, teşekkürler.

 

– Peki. (Bir süre sonra elinde bardakla geldi.) Ben iste...

 

– Lütfen kabul edin.

 

– Teşekkür ederim.

 

Kitabımı okuyordum. Dikkatim de pek bir dağınıktı. Nihayet kasa boş kalmıştı. Hem içeceği ödemek istedim hem de tatlı almak istedim.

 

– Tatlı olarak ne önerirsiniz?

 

– Latte kek. Çok hafiftir.

 

– Peki. Ondan olsun, bir de içecek.

 

– Bizden olsun lütfen.

 

– Yok. Cidden gerek yok. Teşekkür ederim.

 

– Peki. Buyrun. Bu arada...

 

– Evet?

 

– Toprak. Adım Toprak.

 

– (Tepsiyi masaya bırakıp) Papatya. Memnun oldum.

 

– Ben de.

 

Toprak işini bitirip bir masaya oturdu. Normalde hızlı yiyen ben kaplumbağa gibiydim. Ona bakmamalıydım. Fark etti, kahretmesin. Etrafa bakıyor gibi yapmalıydım. Yanıma geldi.

 

– Oturabilir miyim?

 

– Ah, tabi. (Konu değişmeliydim. Ona o anlamda bakmamıştım aslında. Sadece dikkatimi çekmişti. Biraz böyle bir huyum vardı maalesef. Yanlış anlamasın diye kafamı çevirmiştim, ama fark etmişti. Konuyu dağıttım.) Şirin bir kafe.

 

– Teşekkürler.

 

Dakikalarca sohbet etmiştik. Başta gergindim, ama enerjisini sevmiştim. Dikkatimi o anlamda çekmemişti, umarım o da öyle anlamamıştır. Yanlış anlamasını istemem, zaten bir sevdiğim var. Kavuşmayı beklediğim, sevgimi söyleyeceğim bir sevgili. Acaba Çınar'a sevgimi söyleyince nasıl olacak?

 

Eve gidince hayal kurmaya başladım. Seviyorum hayal kurmayı, onunla ilgili olan her şeyi seviyorum. Ne güzel olur. Sevgili olmuşuz, elimi tutmuş yolda yürüyoruz. Bana gerçekten ne hissediyor acaba? Belki o da benimle aynı hayalleri kuruyordur. Onun elini tutmak istiyorum, ona sarılmak istiyorum, gözleri bana gülsün istiyorum. Sevsin beni. Allah'ım n'olur, sevsin beni. Ben onu çok sevdim çünkü. Gözleri, gülüşü, bebek gibi yüzü, esprili oluşu, samimiyeti...

 

Story atmıştı, manzaranın önünde durmuş uzaklara bakıyordu. Asıl manzara oydu, farkında değildi. Arkaya da bir şarkı. Sezen Aksu - Kaybolan Yıllar. Bu şarkıyı niye attı ki? Ya biri içinse? Hayır, hayır. Kötü düşünmek yok. Onunla çok mutlu olacağım. Hem bu kadar kalp atışı, heyecanlanma... Boşuna mıydı? Boşuna mıydı onu görünce elimin ayağımın titremesi? Boşuna mıydı, onu görünce kalbimin hızlı hızlı çarpması? Onu görünce yüzüme yayılan o aptal gülümseme peki? Hayır. İnanıyordum. Bir gün o eli tutacaktım. Çınar'ın Papatya'sı olacaktım.

 

(Şu an)

 

– Ne tanışmaydı ama?

 

– Hahah, evet. Bu arada o verdiğin, ikram ettiğin kahve. Ben kahve sevmezdim.

 

– Ne?

 

– Ayıp olmasın diye diyemedim. Ama sonra kahveye alıştım.

 

– Sayemde. Peki benim hakkımda ne düşündün?

 

– Tuhaf, demiştim kendimce. Hatta bir ara sana baktım.

 

– Fark ettim. Ondan sonra gelebildim yanına. Sen muhtemelen sorgulamıştın kendince beni.

 

– Evet. Yanlış anladığını düşünüp konuyu değişmeye çalışmıştım, ahahahah. Biliyor musun? Sınırlarım vardır benim de.

 

– Nasıl?

 

– Arkadaş canlısıyım, kolay arkadaş olurum. Ama bu şekilde tanıştığım ve bu kadar hızlı güvendiğim daha önce olmadı.

 

– Senin o arkadaş canlısı olduğun ortam okuldakilerden ibaret aslında. O sınırı ben aştım. Dayanılmazım, kabul et.

 

– Sıpa. (Gülüştük.)

 

Saat çok geçti, beni eve bıraktı. Sarılasım geldi, yapamadım. Teşekkür edip iyi geceler diledim, eve çıktım. Ondan ayrılınca bir boşluk oluşmuştu. Ne vardı o da gelseydi? Onu özlediğimi hissettim. İlk tanışmamızı tekrar gözden geçirdim. O zamanki ruh hâlimi de tabii. Çınar'la ilgili ne hayaller kurmuştum. Nereden bilebilirdim ki o hayallerin başıma yıkılacağını? Sevgilisi olmak isterken hiçbir şeyi olmuştum. İlk başta ne de güzel aşk. Tatlı tatlı hayaller kuruyorsun, onu düşünüp mutlu oluyorsun, kalbinin ritmi değişiyor görünce, sırf onun için bazen aptal bir dersi bile dinlemeye giderken... Peki ya sonrası? Sonrası gelmemişti.

 

Demek ki olmaması gerekiyormuş, diye söylendim içimden. Geçti bitti. Peki ben niye tuhaf hissediyorum böyle. İçimde bir kıpırtı var. Sanki bir kelebek var kalbimde. Kozasında beklemiş de uzun süre, dışarı çıkmak istemiş gibi. Onun çırpıntısı. Bu kıpırtıyla beraber uyumaya çalışıyordum. Kıpırtı öylesine güçlüydü ki rüyama kadar girmişti.

 

Buz ile savaş hâlindeydim. Buz demek az kalır, buz dağıydı direkt bu gördüğüm. Yorulmuştum çarpışmaktan, ama aşmam gerekiyordu. Toprak oradaydı. Acaba o da aşmaya çalışıyor muydu? Yoksa sadece bekliyor muydu? Peki aşınca?

 

Ateş zihnimin sorularına cevap verdi anında. "O seni bekliyor."

 

"Neden gelmiyor? İstese gelmez miydi?"

 

"İstiyor, ama çok kötü bir sarsıntı oldu senden önce."

 

"Ne sarsıntısı?"

 

"Sarsıntı işte. Öyle bir sarsıntı ki, lavların içine düşecekti."

 

"Sonra?"

 

"Sonra buz dağı çıktı. Korudu onu lavlardan. Büyüdükçe büyüdü."

 

"Peki lav?"

 

"Seni bekliyor."

 

"Beni mi?"

 

"Lav lanetlemişti onu. Buz dağı lavı engelledi. Lav da lanetini sürdü. 'Bu buz dağını aşan olmadıkça o lanet kalkmayacak.' Sonrası bildiğin gibi."

 

"Ama onun da kalkması gerek. O istemezse ben aşamam." Susmuştu. "Bir şey de ateş. Susma."

 

"Elbet tek başına yapamazsın. Bunu fark edip harekete geçmesini dilemekten başka bir şey gelmez elimden."

 

"Ya fark ettiğinde ben kolyeyi atmış olursam?" Cevap vermedi. Uyandım.

 

Balkona çıktım usulca. Ağlamaya başlamıştım. Korkuyordum. Rüyalarım korkutuyordu, ama devam etmeye yemin etmiştim. Dönmeyecektim kararımdan. Toprak'a bahsetse miydim? Yok, mümkün değil. Hem ne tepki vereceğini bilemem. Belki gülüp geçer, hah? Bilemiyorum. En azından detaya inmeden, tabii kendisinden de bahsetmeden anlatsam yardımcı olabilir. Çözmeye çalıştığım oydu, ama bunu bilmemeliydi. Telefonu elime alıp yazdım. Sadece bir şeye ulaşmaya çalıştığımı, ama onun kendini sakladığını falan söyledim. Bana şunu dedi: "Ulaştığında da sana ait değilse gidecek. Ait olup olmadığı önemli." Bunun cevabını o vermeliydi. O bana mı aitti? Ama nasıl? Saçma düşünceleri kafamdan atmak için en büyük antidepresanımı kucakladım. Mia. Uyanıktı ve yemek bekliyordu benim sütlü kahvem. Ona arada böyle derdim, o da bakardı. Yarı beyaz yarı süt kahvesi rengindeydi tüyleri. Ona sarılıp düşüncelere daldım. Toprak'ı görmeye ihtiyacım vardı.

 

Seni göreceğim diyeydi tüm kalp çarpıntılarım. Zaman dururdu sanki sen gelince. Sen gelince açardı gönlümün çiçekleri.

 

♡ ✷

 

~~~~~~

 

Dersler, ödevler, sunumlar... Aşırı boğuluyorduk. Kızlarla plan yapmamız lazımdı. Asya sessizliği bozdu.

 

– Ya kızlar, ben çok sıkıldım.

 

– Sen mi, ben mi?

 

– Bir şeyler yapalım ya, otur otur, nereye kadar?

 

– AVM'ye mi gitsek acaba?

 

– Ayy, hiç AVM çekemem Gece.

 

– Parka gidelim mi?

 

– O da günlük rutin Papatya.

 

– İyi de ne yapacağız ki? Nereye gidebiliriz?

 

– Sahile mi insek?

 

– (Hava durumuna bakarak) Aaa. Hava yağışlı gösteriyormuş.

 

– (Nihayet Asya) Canlı müziğe gidelim bence. Nasıl fikir?

 

– (Bayıldım bu fikre.) Aslında o kadar iyi olur ki.

 

– Vallahi bana da uyar.

 

– Ee hadi hazırlanalım bari.

 

– Gece ya, şu sahildeki kafenin canlı müziğine baksana. Saat kaçta başlıyormuş?

 

– Kanka 19.00.

 

– (Ayağa kalkarak) Let's go!

 

Hazırlanmaya başladık. Hava biraz esintiliydi ve ne giyeceğimi asla bilmiyordum. Hep aynı renkleri giydiğim için farklı bir şeyler seçmek istedim. Altıma yine siyah kumaş eteğimi giyecektim, bu sefer geniş etekliyi. Üstüme de kahverengi, kare yaka bluzumu giymeye karar verdim. Altın rengi takılarımı taktım. Yine yüzüklerin efendisi olmuştum. Saçlarımı açık bıraktım, hiçbir şekilde tokat atmak istememiştim. Kahverengi bir rimel ve kiremit rengi bir ruj ile hazırdım. Allığımı bile rujumla yapmıştım, çok güzel duruyordu. Zaten biz kızlar yapıyoruz çoğu kez. Bazen rujumuz allık, allığımız ruj veya far oluyor. Çok yönlü makyaj malzemeleri.

 

Nihayet hazırdık. Biz çıktığımızda yağmur hafif hafif çiseliyordu. Şanslıydık, tam biz kafeye vardığımızda sağanak başladı. Sahneye iki kişi çıktı; bir erkek, bir kadın. Kadının sesi aşağı şekilde tizdi. Allah'tan adamın sesi güzeldi. Adamın sesi bayağı bir güzeldi. O şarkı söylerken farklı alemlere gitmişti aklım. Şarkı zihnimde yankılanırken, düşünceler de etrafta şekilleniyordu sanki. Yirmi7 - Muhtemel Aşk

 

Muhtemelen aşk

Of

Muhtemel aşk için

Virane oldum

Bir anı aşk ömrüme

Divane oldu

...

 

Kalbimde bir yük vardı. Toprak'ı özlemiştim. Çocuğu göresim geliyor sürekli. Kalbim... Değil onun adı geçince, o aklıma düşünce bile kıpırtılar oluşuyordu. Artık kalbime yabancıydım. Neden böyle hissettiğimi bile anlamıyordum. Çok anlamsız. Kim bilir, belki de sarsıcı rüyalarımdı sebep. Ah... O düşler ki, içimde depremler oluyordu. Yüreğim bir yangın yeriydi. Sanki bir fırtına kopmuş da alevlendirdikçe alevlendiriyordu kalbimi. Gözlerim boşluğa dalmıştı. Kızlar fark etti. Lavaboya gitmem gerektiğini söyledim. Gece peşimden geldi.

 

– Kankam, n'oldu güzelim?

 

– Kanka... Toprak.

 

– Ne oldu?

 

– Bilmiyorum Gece. Bilmiyorum. Ya gördüğüm rüyaları ona söyledim, ama detay vermedim. Kendisiyle ilgili olduğunu da demedim. Bana yalnızca 'bir şey sana aitse sana gelir' tarzı bir şeyler söyledi. Konu oydu. Sorduğum oydu. Toprak bana mı ait? Ne alaka? Bizim aramızda bir şey yok ki.

 

– Belki de bunun haberini veriyordur. Senin bir şeyleri görmeni istiyordur. Ya da geleceği söylüyordur dediğim gibi.

 

– Offf. Bilmiyorum Gece. Kafam toz duman içinde.

 

– Papatya?

 

– Efendim?

 

– Sen bir şey hissediyor musun?

 

– Ne gibi? Ona mı?

 

– Hmhm.

 

– Hayır. Gerçekten hayır. Çünkü saçma.

 

– Neden saçma olsun ki bebeğim? Birini sevmek saçmalık mı?

 

– Ama ben daha... Çınar'ı kastediyorum. Doğru, sevgisi yok artık içimde, yine de birini sevmek için erken.

 

– Onu unuttun Papatya.

 

– Kesinlikle. Yine de, birini unuttuktan hemen sonra aşk mümkün mü?

 

– Niye olmasın? Karşındaki insana bağlı. Onun enerjisine bağlı. Sonuçta unutmuşsun. Yoksa hayata devam edilir mi?

 

– Edilmez. Henüz unuttum ama.

 

– Hayır bebeğim. Çok oldu. Sadece ona olan bitmiş sevgine tutunuyorsun. Korkacak bir şey yok. Birini unutunca başkasını sevmek şart mı?

 

– Değil tabii.

 

– Sen de sevmezsin kimseyi. Toprak'ı da sevmezsin.

 

– Ya seversem?

 

– Bunu soruyorsan...

 

– Sevmem demektir. Sevgi netlik sonuçta. (Konuyu kapama ihtiyacı duydum aniden.) Neyse, gidelim kızların yanına. Çok beklettik.

 

– Olur canım. Çok üzme kendini ama. Akışına bırak. Bir şeyleri akışına bırakmazsan, sen kendin koparsın o akıştan. Tamam mı?

 

– Hmhm. Teşekkür ederim bir tanem.

 

– Ne demek güzelim benim. Hadi gel.

 

Kızların yanına gittik. Ne olduğunu sordular. "Sonra konuşuruz," dedim. Şu an aşırı sesten anlayamazdık birbirimizi. Tekrardan kadın sahneye çıktı. Hava almak istediğimi söyledim. Kumsal'la çıktık çünkü ikimiz de bayılmak üzereydik sesinden. Diğerlerimiz daha dayanıklıydı. Kabul, ses güzel, ancak böyle tiz bir sese her şarkıyı söyleyip, üstüne bir de sesi inceltmeye çalışmak nedir? Zaten incecik. Çatalı tabağa sürerler de ses çıkar ya, şarkının sonunu hep o rahatsız edici sesle bitiriyor.

 

Asya mesaj attı. "İçeri gelebilirsiniz, adam çıktı sahneye." Nihayet. Adamın sesi çok güzeldi. Rock söylüyordu ve sesine de tam oturmuştu bu tarz. Beklenmedik şekilde tarz değiştirdi ve Sezen Aksu söylemeye başladı. Kaybolan Yıllar.

 

Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler

Şimdi bana seninle bir ömür vaat etseler

Şimdi bana "Yeniden ister misin" deseler

Tek bir söz bile söylemeye hakkım yok

...

 

Bu şarkı nereden... Ah, tabii ya. Çınar. Sezen Aksu tabii ki de bilirim, bu şarkıyı da elbet biliyorum. Aksi mümkün değil. Lakin, bazı şarkılar bazı anılar oluşturur, iyi veya kötü. Onlarla bağdaştırırız. Bu nadide eseri her ne kadar bilsem de, o gün o story'i gördüğümde aklıma bir başka kazınmıştı. Aslında olay şu: Bir şeyin, bir şeyle veya birisiyle ayrıca anlamlı hâle gelmesi. Örneğin, o story'i attığında çok etkilenmiştim. Tam da aşkımı açmak istediğim zamanlardı. Bu şarkı o an demek. Birini unutabiliriz, hiçbir şey hissetmeyebiliriz. Birileri veya bir şeyler bir anlam ifade etmeyebilir. Buna rağmen, ilişkilendirilmiş şeyleri, ki bu bazen bir kitap alıntısı, bazen de bir şarkı sözü, hatırlamamız normal. Demek değildir ki, hâlâ kalbimizde kırıntılar var. Gerçekten birini sevmişse bir insan o olayı unutmaz. Kişiyi değil, sevgiyi. Tabii, illa başkasını sevebilir, gerçekten başkasına aşık olabilir. Sadece kendini unutmaz. Mesela ilk aşklar unutulmaz. Çünkü ilk kez biri sana böyle hissettirmiştir. İlk kez birini görünce elin ayağına dolanmıştır. Kalbin birini görünce hızla çarpmaya başlamıştır ilk defa. O misal.

 

Çıkışta kafamı toparlamıştım. Şu an hiçbir şey düşünmeyecektim, aksi takdirde kafam iyice karışacaktı. Karar verdim, her şeyi sessize almaya. Lakin, 'her şey' olduğunu bilmediğim o 'her şey' buna izin vermeyecek gibiydi. Mesaj attı. "Buluşalım mı?" "Olur." "Eve geleyim mi?" "Arkadaki parkta buluşalım mı? Kızlar pek müsait değil." "Peki." Kızlar cidden aşırı yorgundu, sormama gerek bile yoktu çünkü dağılacaklardı eve gidince.

 

– Hoş geldin. Şemsiyen nerede?

 

– Hoş bulduk. Üşendim ya.

 

– Bravo Papatya. Sonra da hasta oluyorsun.

 

– (Güldüm.) Yağmur zaten çok yağmıyor. Yağsa da evdeyim artık. Hem senin şemsiyen nerede? İnce de giyinmişsin.

 

– Unuttum. Boşluğuma geldi.

 

– Bir de bana dersin. Bir dakika ver bana. (Kumsal'ı aradım. Durumu anlattım. Balkona geçebilirdik.) Gidiyoruz.

 

– Nereye?

 

– Eve. Kızlar müsait şu an. Biz balkona geçeceğiz. Buraya kadar gelmişsin, hava da soğuk. Sinmiyor içime. Benim yüzümden sen hasta olacaksın.

 

– Yok, zahmet vermeyeyim.

 

– İnat etme.

 

– Hayır Papatya.

 

– Tamam. Bari yürüyelim. Üşüme sen de.

 

Biraz yürüyüp sohbet ettik. Gergindim ve bunu fark etmişti. Neyim olduğunu sorduğunda bir şey olmadığını söyledim. Ona diyemezdim ya. Hele ki, neler olduğunu ben bile bilmezken. Sonra eve geçtim.

 

– Niye gelmediniz?

 

– İstemedi.

 

– Senin neyin var bebeğim?

 

Oturdum kızlara anlattım olanı biteni. En son şunu dedi Melek: "Hak etmeyene hak etmediği kadar değer verirsen ilk sana döner sırtını, yaslanmak için. Yaslanıp rahat rahat başka yöne bakmak için." Haklıydı sonuna kadar. Masal ortamı şakayla, şarkıyla böldü.

 

– Gizli saklı buluşmalar...

 

– Özgün - Sadece Arkadaşız

 

– Şarkıyı da biliyoruz.

 

– Konuyu da kapatıyoruz. Ayrıca gizli saklı bir şey yok.

 

– Olmasın zaten. Aşk ayıp mı?

 

Dayanamayıp ben de katıldım gülmelerine. Tabii bu uğraşmaları ufak bir yastık savaşı çıkarmıştı evde. Bayağı ufak, aşırı yorgunduk.

 

~~~~~~

 

Fazlasıyla monotondu hayat. Sıkılmıştım. Garip bir şekilde kızların sesi çıkmıyordu. Bugün 27 Ekim. Doğum günümdü. Acaba unuttular mı? Yok ya, plan yapmışlardır. Unutmazlar ki.

 

– Hadi Asya.

 

– Tamam.

 

– Nereye kızlar?

 

– İşimiz var Papatya'm. Kargo işlerimizi halledeceğiz.

 

– Peki.

 

– Bir şey mi oldu?

 

– Yoo. Öyle sordum. (Unutmuşlar.)

 

Bir baktım Gece çıkıyor. Rüzgar'la olacakmış tüm gün. İyi de, ben? Asya ve Melek zaten çıktılar. Masal ve Kumsal da film izliyorlardı. Ciddi anlamda unuttular. (1 new message - from Toprak)

 

– Selam, müsait misin?

 

– Selam. Hmhm.

 

– Buluşalım mı?

 

– Olurrr.

 

– 1 saat sonra, kafede. (Emojiyle onayladım.)

 

Hazırlanmaya başladım hemen. Bordo elbisemi çektim dolaptan ve üstüme geçirdim hemen. Topuklu botumu tercih etmiştim. Ve siyah çantamla siyah pançom. Bordo tonu makyaj yapmıştım. Altın rengi takılarımı taktım. Neticede bugün benim doğum günüm. Ayrıca giyinmek istedim. Toprak hatırlar mı? Nereden hatırlayacak ki gerçi?

 

Kafeye gitmek üzere yola çıktım. Geldiğimde Toprak kapıdaydı. Onu görünce kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. Ne alaka ya? Hayırrr. Ortama odaklanmam gerek. Uzaklara dalmıştı. Yanına gittim hemen.

 

– Selam.

 

– P...Papatya?

 

– Ta kendisi.

 

– Hoş geldin Papatya.

 

– Hoş bulduk. Kapıda karşılıyorsun beni, hahahaha.

 

– Çok komik. Hmm, halı da serecektim de, bulamadım.

 

– Bak yaa.

 

– Çok güzel olmuşsun bu arada.

 

– Teşekkür ederim.

 

– Hadi geçelim.

 

Her zamanki masamıza değil, başka bir masaya geçmek istedi. Oysa boştu masamız. Üstelemedim pek de. Süslerin içinden geçtim. Bir de ne göreyim?

 

– Sürpriz! İyi ki doğdun Papatya, iyi ki doğdun Papatya... (Şoka girmiştim. Öyle bakakaldım. Sonra kızlara sarıldım. Gözlerim dolmuştu.)

 

– Off, ne diyeceğimi bilemedim. Hahahaha. Teşekkür ederim. Hepinize. Ayy, unuttunuz sanmıştım.

 

– Asla. Hadi üfle.

 

– Dilek tut önce. (Dileğim o rüyada mutlu sona ulaşmaktı. Toprak'a ulaşmaktı. Çünkü ancak o zaman anlardım sebebini düşlerimin.)

 

Pasta kestikten sonra hediyeleri açtım hemen. Çok güzel şeyler almışlardı. Rüzgar ve Mehmet kitap almıştı. Biliyorlar, zaafım var bunlara. Zaten okuyacak kitap da kalmamıştı. Miraç çok güzel bir ayna almıştı. Not yazmış bir de: "Bu güzel yüze baktıkça beni hatırla." Gidip sıkıca sarıldım. Kızlarım harika hediyeler almışlardı. Bayılmıştım hepsine. Yalnız Masal'ın hediyesi çok mantıklıydı, hahaha. Kitap lambası aşırı iyi fikirmiş. Gece olunca kitaba mandalla takıp okumak çok iyi fikir. Aşırı beğenmiştim. Çok eğlendik o gün. Çok mutlu olmuştum. Millet dans ederken Toprak beni kenara çekti.

 

– Bu da benim hediyem. İçeride veremedim, bir an.

 

– (Hemen açtım.) Toprak. Bu çok güzel. Teşekkür ederim. (Sarıldım bir an şaşırıp.) Ay, pardon. Şey... Mutlu oldum. Çok fazla. Böyle bir defter arıyordum. Şifreli kilit bir de.

 

– Evet. Beğenmene sevindim.

 

– Bayıldım. Gerçi ben peri alfabesi kullanıyorum, fakat bayağı iyi.

 

– Peri alfabesi mi?

 

– Hmhm. Yazdıklarımı kimse anlamasın diye, farklı bir alfabe kullanıyordum. Tabii bu ekstra iyi oldu çünkü yine de yazmaya çekindiğim şeyler vardı.

 

– Anladım.

 

– Hadi gel, bizimkilerin yanına gidelim.

 

Yorucu, bir o kadar da eğlenceli partinin ardından eve gelip kendimi yatağa atmak gibisi yoktu. Toprak'ın verdiği defterle bakışıyordum. Bana, mutlulukla yazmamı söylemişti. Ben de öyle ummuştum. Lakin gün gelecek, ben ona gözyaşlarımı da yazacaktım ve en çok onu yazacaktım. Hatta sadece onu.

 

Yine bir düş buluşması. Yine bir zihin sarayı. İçinde gömülü ben. Kurtulmak gerek. Ama nasıl? Buz dağı çok güçlüydü. Yorulmuştum. Ateş iyice havaya karışıyordu. Parça parça sönüyordu, buz dağı da eriyordu. İkisi de hasar almıştı, biri fazlaca ama. "Yeter! Gücüm kalmadı." "Pes edemeyiz," dedi ateş. "Bize söz verdin," dediler kolyenin ruhları. "Toprak nerede? Neden gelmiyor?" Buz dağı dile geldi. "Beni aşmanın kolay olacağını söylememiştim. Lanetlendim. Ancak sen aşarsan lanet kalkar." "Aşmak istediğimi kim söyledi." "İstiyorsun. Ama düşeceksin de. Buna hazır ol." "Niye Toprak bir şey yapmaz ki?" "Yapmadığını kim söyledi? Farkında olmaz bazen insan, ama hareket halindedir."

 

Yeter artık. Neden böyle oluyor? Neden bu düşler? Gerçek neydi, yalan hangisiydi? Toprak cidden uğraşıyor muydu? Ya ben? Bana ne oluyordu? Gün geçtikçe içimdeki kıpırtı artıyordu, sancılarım da beraberinde geliyordu. Balkona çıkıp hava almak istedim. Oturdum mindere, kulaklığı takıp şarkı dinlemeye başladım. Kıraç - Taş Duvarlar

 

Zerda yare bir sevdam var yolunu şaşmış

Şaşmış ama deli olmamış yalan olmamış

Şaşmış ama deli olmamış yalan olmamış

Deli öfkem, kara sevdam, hangisi galip?

Nerde gerçek, nerde yalan bilen söylesin

Yalan diyen yalan olsun, yüzü gülmesin

Zerda'm yerin yanım olsun, kimse bilmesin

...

 

Story atasım geldi. Toprak cevap verdi.

 

– Seni de uyku tutmadı galiba, hah?

 

– Hayır. Aslında rüyadan dolayı.

 

– Bana bahsettiğin rüya mı?

 

– Evet. Çok tuhaf.

 

– Bir anlayana mı sorsan?

 

– Ya büyüsü bozulursa? İstemiyorum bunu.

 

– Senin olan zaten sana gelir ki.

 

– Ya o istemezse?

 

– İster. Şimdi değilse de sonra. Bunu düşünme, uykundan olmaya değmez. Belki de okuduğun bir şeyin etkisi falandır. O da olabilir. Ama sen inanmak istediğin için devam ediyordur. Bilinçaltının bir oyunu yani.

 

– Diyorsun?

 

– Aynen öyle.

 

– Anladım. Sen niye uyanıksın?

 

– Uyku tutmadı beni. Şarkı dinliyorum.

 

– İyiymiş. (Acaba bana atar mıydı şarkıyı? Normalde hep atardı.)

 

– Neyse, sana iyi geceler?

 

– İyi geceler.

 

Neden sohbetten çıktı ki? Yapmazdı böyle. Sen Okulun ilk gününden bunalmıştık. Dersler ağırlaşıyordu. Edebiyatı seviyorum, ama roman ağırlıklı. İlla farklı dersler de olacaktı, ama bazıları çok karmaşıktı. Bazen şey diyorum kendi kendime. "Keşke sadece kitaplarla ilgili bir bölüm olsaydı." Fantastikten klasiğe, korku ve gizemden romantik komediye kadar sadece kitaplar. Çok mu şey?

 

 

Toprak'la yazışıyorduk. O da bana, benim için, aynı şeyi söyledi. Hatta farklı bir bölüm önerdi bana.

 

– Doğru Papatya, tam senlik. Ama senlik olan başka bir bölüm daha var.

 

– Neymiş o?

 

– Astroloji. (Güldük.) Bence köşeyi dönerdin.

 

– Doğru söylüyorsun. Olsa okurdum. Sen ne okurdun peki?

 

– Tahmin et.

 

– Sen özgürlüğüne düşkünsün, hayalin ne olursa onu yapardın. Spesifik bir şey yok. Zaten o spesifik olanı yapıyorsun.

 

– Evet, haklısın. Aslında küçükken etrafımdaki büyüklere özenip şirkette çalışmak isterdim. Büyüdükçe özgürlüğüme düşkünlüğümü fark ettim. Ama bir bölüm isterdim.

 

– Neymiş o?

 

– Astronot.

 

– (Güldüm.) Ohaa, cidden mi? Ben de küçükken isterdim, sonra subaylık istedim. En son buradayım.

 

– Sen subay olamazdın. Duygusal olarak çocukluktan eğitim alman gerekiyor. Çünkü çok hassassın.

 

– Doğru.

 

Toprak'la çok güzel sohbet ediyorduk, ama içimde huzursuzluk vardı, geçmek bilmeyen. Soğuk gibiydi. Önceden konuşurken daha çok gözlerime bakardı, şimdi ise daha çok etrafa bakıyor. Önceden daha içten gelirdi, şimdi soğuk geliyor. İlk tanıştığımız an aklıma geldi. Dalgınlığımı fark etmişti.

 

– Papatya? Sorun mu var? Görüldü attın da.

 

– (Gülümseyerek) İlk tanıştığımız zaman aklıma geldi de bir an.

 

– Benim hakkımda ne düşünmüştün?

 

(2 yıl önce)

 

Kitap okumak için güzel bir kafeye gitmek istemiştim. Farklılık arıyordum. Gidip oturdum ilk bulduğum masaya. Kasanın dibindeydi. Sipariş verecektim, ama sıra pide kuyruğu gibiydi. İnsanlar içeceklerini alıp çıkarken şükrettim bu masayı bulduğuma. Gözüm kasadaydı. Nihayetinde fark edildim.

 

– Bir seferliğine sizin siparişinizi ayrıca hazırlayabiliriz.

 

– Efendim?

 

– Dakikalardır kasaya, düşmana bakar gibi bakıyorsunuz da.

 

– Sorun mu var?

 

– Yok, yani. Öyle demek istemedim. Özür dilerim. Sadece şakayla karışık sormak istemiştim.

 

– Önemli değil. Çok sıra var. Keşke biraz fazla olsa ilgilenen.

 

– Bugün biraz aksilik vardı, o yüzden az kişi var ilgilenen. Siparişiniz neydi?

 

– Kalsın, teşekkürler.

 

– Peki. (Bir süre sonra elinde bardakla geldi.) Ben iste...

 

– Lütfen kabul edin.

 

– Teşekkür ederim.

 

Kitabımı okuyordum. Dikkatim de pek bir dağınıktı. Nihayet kasa boş kalmıştı. Hem içeceği ödemek istedim hem de tatlı almak istedim.

 

– Tatlı olarak ne önerirsiniz?

 

– Latte kek. Çok hafiftir.

 

– Peki. Ondan olsun, bir de içecek.

 

– Bizden olsun lütfen.

 

– Yok. Cidden gerek yok. Teşekkür ederim.

 

– Peki. Buyurun. Bu arada...

 

– Evet?

 

– Toprak. Adım Toprak.

 

– (Tepsiyi masaya bırakıp) Papatya. Memnun oldum.

 

– Ben de.

 

Toprak işini bitirip bir masaya oturdu. Normalde hızlı yiyen ben kaplumbağa gibiydim. Ona bakmamalıydım. Fark etti, kahretmesin. Etrafa bakıyor gibi yapmalıydım. Yanıma geldi.

 

– Oturabilir miyim?

 

– Ah, tabi. (Konu değişmeliydim. Ona o anlamda bakmamıştım aslında. Sadece dikkatimi çekmişti. Biraz böyle bir huyum vardı maalesef. Yanlış anlamasın diye kafamı çevirmiştim, ama fark etmişti. Konuyu dağıttım.) Şirin bir kafe.

 

– Teşekkürler.

 

Dakikalarca sohbet etmiştik. Başta gergindim, ama enerjisini sevmiştim. Dikkatimi o anlamda çekmemişti, umarım o da öyle anlamamıştır. Yanlış anlamasını istemem, zaten bir sevdiğim var. Kavuşmayı beklediğim, sevgimi söyleyeceğim bir sevgili. Acaba Çınar'a sevgimi söyleyince nasıl olacak?

 

Eve gidince hayal kurmaya başladım. Seviyorum hayal kurmayı, onunla ilgili olan her şeyi seviyorum. Ne güzel olur. Sevgili olmuşuz, elimi tutmuş yolda yürüyoruz. Bana gerçekten ne hissediyor acaba? Belki o da benimle aynı hayalleri kuruyordur. Onun elini tutmak istiyorum, ona sarılmak istiyorum, gözleri bana gülsün istiyorum. Sevsin beni. Allah'ım n'olur, sevsin beni. Ben onu çok sevdim çünkü. Gözleri, gülüşü, bebek gibi yüzü, esprili oluşu, samimiyeti...

 

Story atmıştı, manzaranın önünde durmuş uzaklara bakıyordu. Asıl manzara oydu, farkında değildi. Arkaya da bir şarkı. Sezen Aksu - Kaybolan Yıllar. Bu şarkıyı niye attı ki? Ya biri içinse? Hayır, hayır. Kötü düşünmek yok. Onunla çok mutlu olacağım. Hem bu kadar kalp atışı, heyecanlanma... Boşuna mıydı? Boşuna mıydı onu görünce elimin ayağımın titremesi? Boşuna mıydı, onu görünce kalbimin hızlı hızlı çarpması? Onu görünce yüzüme yayılan o aptal gülümseme peki? Hayır. İnanıyordum. Bir gün o eli tutacaktım. Çınar'ın Papatya'sı olacaktım.

 

(Şu an)

 

– Ne tanışmaydı ama?

 

– Hahah, evet. Bu arada o verdiğin, ikram ettiğin kahve. Ben kahve sevmezdim.

 

– Ne?

 

– Ayıp olmasın diye diyemedim. Ama sonra kahveye alıştım.

 

– Sayemde. Peki benim hakkımda ne düşündün?

 

– Tuhaf, demiştim kendimce. Hatta bir ara sana baktım.

 

– Fark ettim. Ondan sonra gelebildim yanına. Sen muhtemelen sorgulamıştın kendince beni.

 

– Evet. Yanlış anladığını düşünüp konuyu değişmeye çalışmıştım, ahahahah. Biliyor musun? Sınırlarım vardır benim de.

 

– Nasıl?

 

– Arkadaş canlısıyım, kolay arkadaş olurum. Ama bu şekilde tanıştığım ve bu kadar hızlı güvendiğim birisi daha önce olmadı.

 

– Senin o arkadaş canlısı olduğun ortam okuldakilerden ibaret aslında. O sınırı ben aştım. Dayanılmazım, kabul et.

 

– Sıpa. (Gülüştük.)

 

Saat çok geçti, Dersiydi, kütüphanesiydi derken, zaman su gibi akıp geçmişti. Ne vardı Toprak da yanımda olsaydı şu an? Onu özlediğimi hissettim. İlk tanışmamızı tekrar gözden geçirdim. O zamanki ruh hâlimi de tabii. Çınar'la ilgili ne hayaller kurmuştum. Nereden bilebilirdim ki o hayallerin başıma yıkılacağını? Sevgilisi olmak isterken hiçbir şeyi olmuştum. İlk başta ne de güzel aşk. Tatlı tatlı hayaller kuruyorsun, onu düşünüp mutlu oluyorsun, kalbinin ritmi değişiyor görünce, sırf onun için bazen aptal bir dersi bile dinlemeye giderken... Peki ya sonrası? Sonrası gelmemişti.

 

Demek ki olmaması gerekiyormuş, diye söylendim içimden. Geçti bitti. Peki ben niye tuhaf hissediyorum böyle. İçimde bir kıpırtı var. Sanki bir kelebek var kalbimde. Kozasında beklemiş de uzun süre, dışarı çıkmak istemiş gibi. Onun çırpıntısı. Bu kıpırtıyla beraber uyumaya çalışıyordum. Kıpırtı öylesine güçlüydü ki rüyama kadar girmişti.

 

Buz ile savaş hâlindeydim. Buz demek az kalır, buz dağıydı direkt bu gördüğüm. Yorulmuştum çarpışmaktan, ama aşmam gerekiyordu. Toprak oradaydı. Acaba o da aşmaya çalışıyor muydu? Yoksa sadece bekliyor muydu? Peki aşınca?

 

Ateş zihnimin sorularına cevap verdi anında. "O seni bekliyor."

 

"Neden gelmiyor? İstese gelmez miydi?"

 

"İstiyor, ama çok kötü bir sarsıntı oldu senden önce."

 

"Ne sarsıntısı?"

 

"Sarsıntı işte. Öyle bir sarsıntı ki, lavların içine düşecekti."

 

"Sonra?"

 

"Sonra buz dağı çıktı. Korudu onu lavlardan. Büyüdükçe büyüdü."

 

"Peki lav?"

 

"Seni bekliyor."

 

"Beni mi?"

 

"Lav lanetlemişti onu. Buz dağı lavı engelledi. Lav da lanetini sürdü. 'Bu buz dağını aşan olmadıkça o lanet kalkmayacak.' Sonrası bildiğin gibi."

 

"Ama onun da kalkması gerek. O istemezse ben aşamam." Susmuştu. "Bir şey de ateş. Susma."

 

"Elbet tek başına yapamazsın. Bunu fark edip harekete geçmesini dilemekten başka bir şey gelmez elimden."

 

"Ya fark ettiğinde ben kolyeyi atmış olursam?" Cevap vermedi. Uyandım.

 

Balkona çıktım usulca. Ağlamaya başlamıştım. Korkuyordum. Rüyalarım korkutuyordu, ama devam etmeye yemin etmiştim. Dönmeyecektim kararımdan. Toprak'a bahsetse miydim? Yok, mümkün değil. Hem ne tepki vereceğini bilemem. Belki gülüp geçer, hah? Bilemiyorum. En azından detaya inmeden, tabii kendisinden de bahsetmeden anlatsam yardımcı olabilir. Çözmeye çalıştığım oydu, ama bunu bilmemeliydi. Telefonu elime alıp yazdım. Sadece bir şeye ulaşmaya çalıştığımı, ama onun kendini sakladığını falan söyledim. Bana şunu dedi: "Ulaştığında da sana ait değilse gidecek. Ait olup olmadığı önemli." Bunun cevabını o vermeliydi. O bana mı aitti? Ama nasıl? Saçma düşünceleri kafamdan atmak için en büyük antidepresanımı kucakladım. Mia. Uyanıktı ve yemek bekliyordu benim sütlü kahvem. Ona arada böyle derdim, o da bakardı. Yarı beyaz yarı süt kahvesi rengindeydi tüyleri. Ona sarılıp düşüncelere daldım. Toprak'ı görmeye ihtiyacım vardı.

 

Seni göreceğim diyeydi tüm kalp çarpıntılarım. Zaman dururdu sanki sen gelince. Sen gelince açardı gönlümün çiçekleri.

 

♡ ✷

 

~~~~~~

 

Dersler, ödevler, sunumlar... Aşırı boğuluyorduk. Kızlarla plan yapmamız lazımdı. Asya sessizliği bozdu.

 

– Ya kızlar, ben çok sıkıldım.

 

– Sen mi, ben mi?

 

– Bir şeyler yapalım ya, otur otur, nereye kadar?

 

– AVM'ye mi gitsek acaba?

 

– Ayy, hiç AVM çekemem Gece.

 

– Parka gidelim mi?

 

– O da günlük rutin Papatya.

 

– İyi de ne yapacağız ki? Nereye gidebiliriz?

 

– Sahile mi insek?

 

– (Hava durumuna bakarak) Aaa. Hava yağışlı gösteriyormuş.

 

– (Nihayet Asya) Canlı müziğe gidelim bence. Nasıl fikir?

 

– (Bayıldım bu fikre.) Aslında o kadar iyi olur ki.

 

– Vallahi bana da uyar.

 

– Ee hadi hazırlanalım bari.

 

– Gece ya, şu sahildeki kafenin canlı müziğine baksana. Saat kaçta başlıyormuş?

 

– Kanka 19.00.

 

– (Ayağa kalkarak) Let's go!

 

Hazırlanmaya başladık. Hava biraz esintiliydi ve ne giyeceğimi asla bilmiyordum. Hep aynı renkleri giydiğim için farklı bir şeyler seçmek istedim. Altıma yine siyah kumaş eteğimi giyecektim, bu sefer geniş etekliyi. Üstüme de kahverengi, kare yaka bluzumu giymeye karar verdim. Altın rengi takılarımı taktım. Yine yüzüklerin efendisi olmuştum. Saçlarımı açık bıraktım, hiçbir şekilde tokat atmak istememiştim. Kahverengi bir rimel ve kiremit rengi bir ruj ile hazırdım. Allığımı bile rujumla yapmıştım, çok güzel duruyordu. Zaten biz kızlar yapıyoruz çoğu kez. Bazen rujumuz allık, allığımız ruj veya far oluyor. Çok yönlü makyaj malzemeleri.

 

Nihayet hazırdık. Biz çıktığımızda yağmur hafif hafif çiseliyordu. Şanslıydık, tam biz kafeye vardığımızda sağanak başladı. Sahneye iki kişi çıktı; bir erkek, bir kadın. Kadının sesi aşağı şekilde tizdi. Allah'tan adamın sesi güzeldi. Adamın sesi bayağı bir güzeldi. O şarkı söylerken farklı alemlere gitmişti aklım. Şarkı zihnimde yankılanırken, düşünceler de etrafta şekilleniyordu sanki. Yirmi7 - Muhtemel Aşk

 

Muhtemelen aşk

Of

Muhtemel aşk için

Virane oldum

Bir anı aşk ömrüme

Divane oldu

...

 

Kalbimde bir yük vardı. Toprak'ı özlemiştim. Çocuğu göresim geliyor sürekli. Kalbim... Değil onun adı geçince, o aklıma düşünce bile kıpırtılar oluşuyordu. Artık kalbime yabancıydım. Neden böyle hissettiğimi bile anlamıyordum. Çok anlamsız. Kim bilir, belki de sarsıcı rüyalarımdı sebep. Ah... O düşler ki, içimde depremler oluyordu. Yüreğim bir yangın yeriydi. Sanki bir fırtına kopmuş da alevlendirdikçe alevlendiriyordu kalbimi. Gözlerim boşluğa dalmıştı. Kızlar fark etti. Lavaboya gitmem gerektiğini söyledim. Gece peşimden geldi.

 

– Kankam, n'oldu güzelim?

 

– Kanka... Toprak.

 

– Ne oldu?

 

– Bilmiyorum Gece. Bilmiyorum. Ya gördüğüm rüyaları ona söyledim, ama detay vermedim. Kendisiyle ilgili olduğunu da demedim. Bana yalnızca 'bir şey sana aitse sana gelir' tarzı bir şeyler söyledi. Konu oydu. Sorduğum oydu. Toprak bana mı ait? Ne alaka? Bizim aramızda bir şey yok ki.

 

– Belki de bunun haberini veriyordur. Senin bir şeyleri görmeni istiyordur. Ya da geleceği söylüyordur dediğim gibi.

 

– Offf. Bilmiyorum Gece. Kafam toz duman içinde.

 

– Papatya?

 

– Efendim?

 

– Sen bir şey hissediyor musun?

 

– Ne gibi? Ona mı?

 

– Hmhm.

 

– Hayır. Gerçekten hayır. Çünkü saçma.

 

– Neden saçma olsun ki bebeğim? Birini sevmek saçmalık mı?

 

– Ama ben daha... Çınar'ı kastediyorum. Doğru, sevgisi yok artık içimde, yine de birini sevmek için erken.

 

– Onu unuttun Papatya.

 

– Kesinlikle. Yine de, birini unuttuktan hemen sonra aşk mümkün mü?

 

– Niye olmasın? Karşındaki insana bağlı. Onun enerjisine bağlı. Sonuçta unutmuşsun. Yoksa hayata devam edilir mi?

 

– Edilmez. Henüz unuttum ama.

 

– Hayır bebeğim. Çok oldu. Sadece ona olan bitmiş sevgine tutunuyorsun. Korkacak bir şey yok. Birisini zaten seveceksin.

 

– Orası öyle tabii.

 

– İnanıyorum. Prensin de seni arıyor bir yerlerde

 

– Diyorsun?

 

– Öyle tabii.

 

– (Konuyu kapama ihtiyacı duydum aniden.) Neyse, gidelim kızların yanına. Çok beklettik.

 

– Olur canım. Çok üzme kendini ama. Akışına bırak. Bir şeyleri akışına bırakmazsan, sen kendin koparsın o akıştan. Tamam mı?

 

– Hmhm. Teşekkür ederim bir tanem.

 

– Ne demek güzelim benim. Hadi gel.

 

Kızların yanına gittik. Ne olduğunu sordular. "Sonra konuşuruz," dedim. Şu an aşırı sesten anlayamazdık birbirimizi. Tekrardan kadın sahneye çıktı. Hava almak istediğimi söyledim. Kumsal'la çıktık çünkü ikimiz de bayılmak üzereydik sesinden. Diğerlerimiz daha dayanıklıydı. Kabul, ses güzel, ancak böyle tiz bir sese her şarkıyı söyleyip, üstüne bir de sesi inceltmeye çalışmak nedir? Zaten incecik. Çatalı tabağa sürerler de ses çıkar ya, şarkının sonunu hep o rahatsız edici sesle bitiriyor.

 

Asya mesaj attı. "İçeri gelebilirsiniz, adam çıktı sahneye." Nihayet. Adamın sesi çok güzeldi. Rock söylüyordu ve sesine de tam oturmuştu bu tarz. Beklenmedik şekilde tarz değiştirdi ve Sezen Aksu söylemeye başladı. Kaybolan Yıllar.

 

Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler

Şimdi bana seninle bir ömür vaat etseler

Şimdi bana "Yeniden ister misin" deseler

Tek bir söz bile söylemeye hakkım yok

...

 

Bu şarkı nereden... Ah, tabii ya. Çınar. Sezen Aksu tabii ki de bilirim, bu şarkıyı da elbet biliyorum. Aksi mümkün değil. Lakin, bazı şarkılar bazı anılar oluşturur, iyi veya kötü. Onlarla bağdaştırırız. Bu nadide eseri her ne kadar bilsem de, o gün o story'i gördüğümde aklıma bir başka kazınmıştı. Aslında olay şu: Bir şeyin, bir şeyle veya birisiyle ayrıca anlamlı hâle gelmesi. Örneğin, o story'i attığında çok etkilenmiştim. Tam da aşkımı açmak istediğim zamanlardı. Bu şarkı o an demek. Birini unutabiliriz, hiçbir şey hissetmeyebiliriz. Birileri veya bir şeyler bir anlam ifade etmeyebilir. Buna rağmen, ilişkilendirilmiş şeyleri, ki bu bazen bir kitap alıntısı, bazen de bir şarkı sözü, hatırlamamız normal. Demek değildir ki, hâlâ kalbimizde kırıntılar var. Gerçekten birini sevmişse bir insan o olayı unutmaz. Kişiyi değil, sevgiyi. Tabii, illa başkasını sevebilir, gerçekten başkasına aşık olabilir. Sadece kendini unutmaz. Mesela ilk aşklar unutulmaz. Çünkü ilk kez biri sana böyle hissettirmiştir. İlk kez birini görünce elin ayağına dolanmıştır. Kalbin birini görünce hızla çarpmaya başlamıştır ilk defa. O misal.

 

Çıkışta kafamı toparlamıştım. Şu an hiçbir şey düşünmeyecektim, aksi takdirde kafam iyice karışacaktı. Karar verdim, her şeyi sessize almaya. Lakin, 'her şey' olduğunu bilmediğim o 'her şey' buna izin vermeyecek gibiydi. Mesaj attı. "Buluşalım mı?" "Olur." "Eve geleyim mi?" "Arkadaki parkta buluşalım mı? Kızlar pek müsait değil." "Peki." Kızlar cidden aşırı yorgundu, sormama gerek bile yoktu çünkü dağılacaklardı eve gidince.

 

– Hoş geldin. Şemsiyen nerede?

 

– Hoş bulduk. Üşendim ya.

 

– Bravo Papatya. Sonra da hasta oluyorsun.

 

– (Güldüm.) Yağmur zaten çok yağmıyor. Yağsa da evdeyim artık. Hem senin şemsiyen nerede? İnce de giyinmişsin.

 

– Unuttum. Boşluğuma geldi.

 

– Bir de bana dersin. Bir dakika ver bana. (Kumsal'ı arayıp durumu anlattım. Balkona geçebilirdik.) Gidiyoruz.

 

– Nereye?

 

– Eve. Kızlar müsait şu an. Biz balkona geçeceğiz. Buraya kadar gelmişsin, hava da soğuk. Sinmiyor içime. Benim yüzümden sen hasta olacaksın.

 

– Yok, zahmet vermeyeyim.

 

– İnat etme.

 

– Hayır Papatya.

 

– Tamam. Bari yürüyelim. Üşüme sen de.

 

Biraz yürüyüp sohbet ettik. Gergindim ve bunu fark etmişti. Neyim olduğunu sorduğunda bir şey olmadığını söyledim. Ona diyemezdim ya. Hele ki, neler olduğunu ben bile bilmezken. Sonra eve geçtim.

 

– Niye gelmediniz?

 

– İstemedi.

 

– Senin neyin var bebeğim?

 

Oturdum kızlara anlattım olanı biteni. En son şunu dedi Melek: "Hak etmeyene hak etmediği kadar değer verirsen ilk sana döner sırtını, yaslanmak için. Yaslanıp rahat rahat başka yöne bakmak için." Haklıydı sonuna kadar. Masal ortamı şakayla, şarkıyla böldü.

 

– Gizli saklı buluşmalar...

 

– Özgün - Sadece Arkadaşız

 

– Şarkıyı da biliyoruz.

 

– Konuyu da kapatıyoruz. Ayrıca gizli saklı bir şey yok.

 

– Olmasın zaten. Aşk ayıp mı?

 

Dayanamayıp ben de katıldım gülmelerine. Tabii bu uğraşmaları ufak bir yastık savaşı çıkarmıştı evde. Bayağı ufak, aşırı yorgunduk.

 

~~~~~~

 

Fazlasıyla monotondu hayat. Sıkılmıştım. Garip bir şekilde kızların sesi çıkmıyordu. Bugün 27 Ekim. Doğum günümdü. Acaba unuttular mı? Yok ya, plan yapmışlardır. Unutmazlar ki.

 

– Hadi Asya.

 

– Tamam.

 

– Nereye kızlar?

 

– İşimiz var Papatya'm. Kargo işlerimizi halledeceğiz.

 

– Peki.

 

– Bir şey mi oldu?

 

– Yoo. Öyle sordum. (Unutmuşlar.)

 

Bir baktım Gece çıkıyor. Rüzgar'la olacakmış tüm gün. İyi de, ben? Asya ve Melek zaten çıktılar. Masal ve Kumsal da film izliyorlardı. Ciddi anlamda unuttular. (1 new message - from Toprak)

 

– Selam, müsait misin?

 

– Selam. Hmhm.

 

– Buluşalım mı?

 

– Olurrr.

 

– 1 saat sonra, kafede. (Emojiyle onayladım.)

 

Hazırlanmaya başladım hemen. Bordo elbisemi çektim dolaptan ve üstüme geçirdim hemen. Topuklu botumu tercih etmiştim. Ve siyah çantamla siyah pançom. Bordo tonu makyaj yapmıştım. Altın rengi takılarımı taktım. Neticede bugün benim doğum günüm. Ayrıca giyinmek istedim. Toprak hatırlar mı? Nereden hatırlayacak ki gerçi?

 

Kafeye gitmek üzere yola çıktım. Geldiğimde Toprak kapıdaydı. Onu görünce kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. Ne alaka ya? Hayırrr. Ortama odaklanmam gerek. Uzaklara dalmıştı. Yanına gittim hemen.

 

– Selam.

 

– P...Papatya?

 

– Ta kendisi.

 

– Hoş geldin Papatya.

 

– Hoş bulduk. Kapıda karşılıyorsun beni, hahahaha.

 

– Çok komik. Hmm, halı da serecektim de, bulamadım.

 

– Bak yaa.

 

– Çok güzel olmuşsun bu arada.

 

– Teşekkür ederim.

 

– Hadi geçelim.

 

Her zamanki masamıza değil, başka bir masaya geçmek istedi. Oysa boştu masamız. Üstelemedim pek de. Süslerin içinden geçtim. Bir de ne göreyim?

 

– Sürpriz! İyi ki doğdun Papatya, iyi ki doğdun Papatya... (Şoka girmiştim. Öyle bakakaldım. Sonra kızlara sarıldım. Gözlerim dolmuştu.)

 

– Off, ne diyeceğimi bilemedim. Hahahaha. Teşekkür ederim. Hepinize. Ayy, unuttunuz sanmıştım.

 

– Asla. Hadi üfle.

 

– Dilek tut önce. (Dileğim o rüyada mutlu sona ulaşmaktı. Toprak'a ulaşmaktı. Çünkü ancak o zaman anlardım sebebini düşlerimin.)

 

Pasta kestikten sonra hediyeleri açtım hemen. Çok güzel şeyler almışlardı. Rüzgar ve Mehmet kitap almıştı. Biliyorlar, zaafım var bunlara. Zaten okuyacak kitap da kalmamıştı. Miraç çok güzel bir ayna almıştı. Not yazmış bir de: "Bu güzel yüze baktıkça beni hatırla." Gidip sıkıca sarıldım. Kızlarım harika hediyeler almışlardı. Bayılmıştım hepsine. Yalnız Masal'ın hediyesi çok mantıklıydı, hahaha. Kitap lambası aşırı iyi fikirmiş. Gece olunca kitaba mandalla takıp okumak çok iyi fikir. Aşırı beğenmiştim. Çok eğlendik o gün. Çok mutlu olmuştum. Millet dans ederken Toprak beni kenara çekti.

 

– Bu da benim hediyem. İçeride veremedim, bir an.

 

– (Hemen açtım.) Toprak. Bu çok güzel. Teşekkür ederim. (Sarıldım bir an şaşırıp.) Ay, pardon. Şey... Mutlu oldum. Çok fazla. Böyle bir defter arıyordum. Şifreli kilit bir de.

 

– Evet. Beğenmene sevindim.

 

– Bayıldım. Gerçi ben peri alfabesi kullanıyorum, fakat bayağı iyi.

 

– Peri alfabesi mi?

 

– Hmhm. Yazdıklarımı kimse anlamasın diye, farklı bir alfabe kullanıyordum. Tabii bu ekstra iyi oldu çünkü yine de yazmaya çekindiğim şeyler vardı.

 

– Anladım.

 

– Hadi gel, bizimkilerin yanına gidelim.

 

Yorucu, bir o kadar da eğlenceli partinin ardından eve gelip kendimi yatağa atmak gibisi yoktu. Toprak'ın verdiği defterle bakışıyordum. Bana, mutlulukla yazmamı söylemişti. Ben de öyle ummuştum. Lakin gün gelecek, ben ona gözyaşlarımı da yazacaktım ve en çok onu yazacaktım. Hatta sadece onu.

Yine bir düş buluşması. Yine bir zihin sarayı. İçinde gömülü ben. Kurtulmak gerek. Ama nasıl? Buz dağı çok güçlüydü. Yorulmuştum. Ateş iyice havaya karışıyordu. Parça parça sönüyordu, buz dağı da eriyordu. İkisi de hasar almıştı, biri fazlaca ama. "Yeter! Gücüm kalmadı." "Pes edemeyiz," dedi ateş. "Bize söz verdin," dediler kolyenin ruhları. "Toprak nerede? Neden gelmiyor?" Buz dağı dile geldi. "Beni aşmanın kolay olacağını söylememiştim. Lanetlendim. Ancak sen aşarsan lanet kalkar." "Aşmak istediğimi kim söyledi." "İstiyorsun. Ama düşeceksin de. Buna hazır ol." "Niye Toprak bir şey yapmaz ki?" "Yapmadığını kim söyledi? Farkında olmaz bazen insan, ama hareket halindedir."

Yeter artık. Neden böyle oluyor? Neden bu düşler? Gerçek neydi, yalan hangisiydi? Toprak cidden uğraşıyor muydu? Ya ben? Bana ne oluyordu? Gün geçtikçe içimdeki kıpırtı artıyordu, sancılarım da beraberinde geliyordu. Balkona çıkıp hava almak istedim. Oturdum mindere, kulaklığı takıp şarkı dinlemeye başladım. Kıraç - Taş Duvarlar

Zerda yare bir sevdam var yolunu şaşmış

Şaşmış ama deli olmamış yalan olmamış

Şaşmış ama deli olmamış yalan olmamış

Deli öfkem, kara sevdam, hangisi galip?

Nerde gerçek, nerde yalan bilen söylesin

Yalan diyen yalan olsun, yüzü gülmesin

Zerda'm yerin yanım olsun, kimse bilmesin

...

Story atasım geldi. Toprak cevap verdi.

– Seni de uyku tutmadı galiba, hah?

– Hayır. Aslında rüyadan dolayı.

– Bana bahsettiğin rüya mı?

– Evet. Çok tuhaf.

– Bir anlayana mı sorsan?

– Ya büyüsü bozulursa? İstemiyorum bunu.

– Senin olan zaten sana gelir ki.

– Ya o istemezse?

– İster. Şimdi değilse de sonra. Bunu düşünme, uykundan olmaya değmez. Belki de okuduğun bir şeyin etkisi falandır. O da olabilir. Ama sen inanmak istediğin için devam ediyordur. Bilinçaltının bir oyunu yani.

– Diyorsun?

– Aynen öyle.

– Anladım. Sen niye uyanıksın?

– Uyku tutmadı beni. Şarkı dinliyorum.

– İyiymiş. (Acaba bana atar mıydı şarkıyı? Normalde hep atardı.)

– Neyse, sana iyi geceler?

– İyi geceler.

Neden sohbetten çıktı ki? Yapmazdı böyle. Sen kimsin Toprak? Sen benim hayatımda neredeydin? Ya da ben ne demektim senin için?

Kendi zihin sarayıma gömülmüşüm. Batmışım dibe kadar. Gel, kurtar beni. Çok karanlık. Korkuyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 02.04.2025 12:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş