9. Bölüm

Bölüm 9: Hoş Geldin Aşk

Sümeyra Akkılıç
belleofuranus

Bir bahçedeydim. Karanlık orman yoktu. Güneşin ısıttığı, çimenlerin yemyeşil olduğu, rengarenk çiçekleri olan bir bahçe. Sanki bir masal diyarındaydım. Her yer cıvıl cıvıldı, etrafta kuş sesleri vardı. Sadece masallarda olur sanıyordum böyle yerler. Üstümde beyaz bir elbise, saçımda papatyalar, yürüyordum. Hava çok güzeldi. Gökyüzünün kokusu doldu burnuma. Yürümeye devam ettim. Bir koza gördüm. İçinde bir kelebek çıkmaya çalışıyor. Görseniz, nasıl da kıpır kıpır, ah... Ama biraz fazla hassas gibi. O kadar narin duruyordu ki...

Seslendi bana: "Yardım et."

"Nasıl?"

"Çıkar beni. Nefes alamıyorum."

"Çok zayıf görünüyorsun. Çıkarsan uçamayabilirsin."

"Bir şey olmaz. Nefes alamıyorum. Çıkmam gerek."

"Uçamazsın."

Zorla çıktı. Nefes almıştı nihayet, ancak bir süre sonra önüme düştü. Kanadı yaralıydı fazlasıyla.

Yorgun hissediyorum. Bu sefer farklı bir rüyaydı. Ne anlatmak istiyordu yine? Neyse, şu an daha önemli işlerim var. Toprak gibi. Acilen onu görmeliyim. Bu aptal rüyayla bağlantısı var mı, bilmiyorum. Tek bildiğim şey, direkt onu görmem gerek. Uyanır uyanmaz aklıma o geldi. Finaller de gelmişti. Artık pek zaman olmayacaktı. Ne yapsam diye düşünüyordum kara kara. Sonra kafe geldi aklıma. Hazırlanmaya başladım.

– Papatya?

– Günaydın Gece.

– Günaydın da, sen nereye sabah 07.30'da?

– Kafeye.

– Daha bir saatten fazla var açılmasına.

– Olsun.

– (Yanıma gelip elimi tutarak) Bak güzelim, anlıyorum seni, ama bu saatte olmaz. Üstelik bu saatte gittiğini o da bilmemeli.

– Neden ki?

– Nasıl fark etmezsin? Sen ona yaklaştıkça senden uzaklaşmaya başladı. Hep o yaklaştı, şimdi sen tam kendini bıraktın ona, ama uzaklaştı. Sakın güvenme ona. Sakın Papatya.

– Tamam. Bari kütüphaneye gideyim. Gece.

– Efendim?

– Ben sürekli onu görmek istiyorum. Neden?

– Cevap belli bebeğim. (Hayır, olamaz. Olmamalıydı.) Duygularını serbest bırak kanka. Bırakmasan da seninle gelecekler ki. Korkunca bir şey olmuyor.

– Ya aynı şeyi... Off, hayır ya!

– Hayır. Olmayacak. Akışta kal ve duygularını serbest bırak. Ama dikkatli ol. Bırak da, ilk adımı o atsın.

– Tamam. (İkimiz de bu 'tamam'ın olmayacağını biliyorduk.)

Dışarıya çıktım. Eve sığamıyordum. İçimdeki kıpırtılar, mideme giren sancılar ve aptal düşler. Sebep ortadaydı. Kozadan çıkmaya çalışan kelebek benim kalbimdi, duygularımdı. Aşkımdı. Artık kabul etmiştim.

Toprak'tan çıt çıkmıyordu. Gerçekten de ben ona yaklaştıkça uzaklaşmıştı. Niçin? Bana yaklaşan oydu. Madem aşka karşı, maden kaçacak, o hâlde neden bana gelir gibi yaptı?

Eve gittim hemen çünkü acilen bir meditasyona ihtiyacım vardı. Yatağa oturdum, gözlerimi kapattım, hayal ettim. Bir yanımda melek, diğer yanımdaysa şeytan. Kavga hâlindeler.

"Toprak ile konuş."

"Hayır. Kötü sonuçlar doğurur."

"Net olmalı."

"Üzülür."

"En azından bir kere üzülür."

"Onu kaybeder."

"O kaybeder."

"Belki sevecek."

"Sevecek olsa severdi. Sevseydi."

"Sevmek zorunda mı şıp diye?"

"Sevmeli."

"Sevmemek suç mu?"

"Sever gibi yapmak suç."

"Her insanda vardır gelgit."

"Medcezir denizin işidir."

"Ona zaman tanıyalım."

"Onu geride bırakalım."

Gözlerimi açtım. Offf, kafam şişti. Bir insanın bu hâlde bile nasıl zihni yorulup şişer? Sorsan meditasyon huzurdur. Bana o bile işlemiyor şu an. Madem araftayım, ona göre karar veririm ben de: Konuşacağım onunla, davranışına göre hareket ederim artık. İçimdeki Annabelle de sussun artık.

Annabelle benim favori kitap karakterlerimden. Bir de onun Jay'i var ki... Av serisinin esas kızı. Annabelle, ailesinin kaybı sonrası aniden Hiddenfield kasabasına taşınır. Oradaki tuhaflıkları hemen fark eder. Kendisi avdır, farkında değildir ve peşinde avcılar vardır. Asteria içindeki kötü gücün adı. Annabelle ise onun adı, ama iki farklı insan gibi. Anna mantıklı davranırken Belle daha duygusal. Tek beden, iki ruh.

Kafeye vardığımda Toprak öylece oturuyordu. Beni görünce çok şaşırdı. Kalbim hızlı hızlı atmaya başlamıştı bile.

– Hoş geldin Papatya.

– Hoş buldum. Nasılsın?

– İyi, sen?

– İyi benden de.

– Gel, oturalım şöyle.

Oturup sohbet etmeye başladık. Şaşırtıcı şekilde ilgileniyordu benimle. Manevî olarak. Sustuğu anlarda bile enerjisini üstümde hissediyordum. Finallerden sonra halı saha yapacakmış bizimkilerle.

– Ne güzel, alışmışsın bizimkilere.

– Evet, iyi insanlar. Hele ki Rüzgar. Miraç'ı bi' sevemedim, o kadar.

– Oha! Dünyanın en tatlı insanlarındandır.

– İyi çocuk, aynen. (Hani sevememiştin?)

– Bu arada finallerden sonra yemek yiyip oyun oynayacakmışız. Davet ettiler.

– Ne? Daha ben henüz duydum. Net değildi.

– Netleşti. Pazar günü, 17.00.

– Ee benimkiler seninkiler olmuş. (Güldü. Öyle güzeldi ki o gülüş, dudağımı ısırmakla yetindim şükür. Eriye de bilirdim. Ne diyorum ben ya?)

Eve gidince kapıya yaslanıp düşünmeye başladım. Kızlar oturmuş, harıl harıl çalışıyorlardı. Benim sıfat-ül eşgâlimi görünce yanıma geldiler. Gece ve Kumsal direk söze girdiler.

– Papatyam, yoksa...

– Kabul ediyorum.

– Aşıksınnn, dırım dırım.

– Ayy, evet. Kabul. Aşık oldum. Ben Toprak'a aşık oldum.

– Kankam, çok sevindim. İnşallah mutlu olduğunuz günleri de görürüz.

– Teşekkür ederim Masal'ım.

– Nasıl hissediyorsun?

– Kelebek. Kozasına sığmayıp çıkan bir kelebek gibi. (Aklıma uçmaya çalışırken yere düşen kelebek geldi. Hayır, kötü düşünmenin manası yok.)

AŞIĞIM. TOPRAK'I SEVİYORUM. HOŞ GELDİN AŞK.

~~~~~~

Finaller hızla gelip geçmişti. Yarın buluşma vardı. Bizde toplanacaktık ve deli gibi eğlenecektik. Şimdiden aşırı heyecanlıydım. Tabii bu heyecana Toprak'ın heyecanı da eklenince tavan yapıyordu. Kendimde değildim. Duş almaya karar verdim. Güzel bir banyo sonrası saçlarımı kremleyip mandalla sardım çünkü maşa yapmak daha zordu. Kızlar beni balkona çağırdı.

– Efendim bebekler?

– Gel aşkım. Biraz oturalım. Bu ne böyle, ya okul ya başka bir şey. Kız gecesi yapamadık.

– Kumsal haklı. Uzun zaman oldu. Bi' yapalım artık.

– (Gülerek) iyi, yapalım bakalım.

Kız gecelerini zaten biliyorsunuz, her türlü şey konuşulur. Sadece bugün tek konumuz aşktı. Önce Asya başladı eteğindeki taşları dökmeye.

– Kanka. (İç çekerek) Çocuğun biriyle buluştum. Görseniz, nasıl övünüyor kendisiyle. Aşırı havalı. Hem ilk buluşmaya geç geldi, hem de ben konuşurken sürekli telefonda.

– (Meraklı bir şekilde sordum.) Mesajlaşmalar nasıldı?

– Gayet normal. Bir de, diğer buluşmayı soruyor. Sanırsın ben randevu vermek için varım.

– Instagram’dan mı tanıştınız?

– Kafede Melek. Orada çalışıyor.

Aklım bir anlığına Toprak'la ilk tanışmamıza gitti. Zaten aklım hep ondaydı, var mı ötesi? Off, nereden çıktı bu aşk? Neden bu kadar güçlü? Kızların gülüşmeleri ile düşüncelerimden sıyrıldım. Etrafa boş boş baktığım için kolayca tespit edildim.

– Papatya?

– Kumsal?

– Papatya? Hadi, anlat.

– Ne anlatayım? Arkadaşıma aşık oldum.

– Bak güzelim, doğru, arkadaştınız, ama isim olarak sadece. Yok aktivite, yol beraber zaman geçirme... Geç bunları. Sizin aranızda en başından beri bir çekim vardı. Bu çekim insanlar tarafından fark ediliyordu. Bu tarz bir arkadaşlığın aşka dönmesi normal.

– (Gece araya girerek) Katılıyorum. İnsanlar arkadaş olur Papatya. Bu normal. Yoksa nasıl tanışacak çoğu insan? Birine aşık olduk diye tüm arkadaşlara mı olacağız?

– Ayrıca, (Masal araya girdi.) Önemli olan davranışlar. Aşık olmayan, ancak öyle davranan, sınırını aşan o kadar insan var. Arkadaşız deyip sınırsız davranıyor. Ya da hayatında biri oluyor insanların, ama o, hayatındaki kişiye saygısızlık yapıyor. Bu onların sorunu. Toprak'ın hayatında biri yok. Sen de sınırı aşıp geniş davranan biri asla değilsin. O zaman?

– Haklısınız da... Ya o beni hep arkadaş olarak görürse? O bana arkadaşlık ederken benim farklı düşünmem... Ya hayatına biri girerse?

– Kötü düşünmek yok Papatya. Ayrıca o da seni arkadaş olarak görmüyor, belli. Ancak ilişki istemeyebilir. Bazıları tuhaf. Sen demedin mi, 'duvarları var' diye? Bazen o duvarlarım altında kalır insanlar. Dikkat et. Bu çocuğa hâlâ ısınamadım.

– Bilmiyorum Asya'm. Neden bu kadar güçlü duygularım, onu da anlamıyorum. Henüz aşığım.

– Henüz değilsin. Henüz fark ettin.

Doğruydu. Gerçek anlamda aşık olmuştum uzun zamandır, bana bunu yeni kabul etmiştim. Neden? Bir kere sevilmemiştim, bir kere reddedilmiştim. Suç bende değildi. Çınar'da da değildi. Sevmemişti ve zorunda değildi. Ancak anlamıştım, tek taraflı aşk ne de zor. Aşk her zaman güzeldir. Acı olsa dahi güzeldir. Bir kalbiniz olduğunu hatırlarsınız, aşık kalp bile bir farklı atar. Tabii, kötü yönleri de var. Ben Toprak'tan kaçmıştım. Sonunda kabul etmiştim duygularımı. Ya sonum o kelebek gibi olursa? Ya düşüp de kırarsan kanadı mı? Ateş ve buz dağı peki? Onlar ne yapacaklardı? Onları hep koruyacağıma söz verdiğim kolye ruhları peki? Kızlarla sohbet edip, eteğimizdeki taşları döktük, gülüşüp eğlendik de. Yataklara gittiğimizde ise yalnız değildim. Ben ve düşüncelerim, ben ve hayallerim, ben ve aşkım. Zihnimin içinde kasırgalar, ortasında ise ben. Gökte kara bulutlar, yerde sarsıntılar. Susturup zihnimi daldım uykuya zorla. Cevap lazımdı, eteğimdeki taşları gerçek anlamda dökmem lazımdı. Düşlerime sığındım.

Etraf cıvıl cıvıl yine. Ateş neredeydi? Burada o olmalıydı? Benim burada değil, karanlık ormanda olmam gerekirdi. O neredeydi? Kelebek. Önümde yaralı, çırpınıyordu. Elime aldım.

"Yardım et."

Gözyaşları mı onlar? "Çok mu acıyor?"

"Çok."

"Çıkmamalıydın kozadan."

"Elimde değildi peri kızı. Çok küçüktü, ölebilirdim."

"Senin için ne yapabilirim?"

"Yaramı sar. Merhem. Çiçeğin içinde."

"Hangi çiçek? Hey! Kelebek. Ölme, hayır." Bayılmıştı acıdan. Sonra kolyemin boynumda olduğunu fark ettim, benimleydi. Ya ateş? Buz dağı?

Kolyeye dokundum. "Yardım et. Ne yapacağımı bilmiyorum."

" Biz buradayız. Kelebeği kurtar, aksi hâlde..."

"Aksi hâlde ne? Hey! Hey! Ateş. Neredesin?" Güneş o an fena hâlde ısıttı, sonra çekti ışıklarını kenara. Anladım, ateşti o. Yine beraberdik, farklı şekillerde.

~~~~~~

Erkenden kalkıp hazırlanmaya başladım. Normalde özenen biriyim, ama bu defa ayrıca özendiğim biri vardı.

– Ne saçma!

– Neymiş saçma olan?

– Toprak'a özenmem. Hâlâ arkadaşız. Fakat içimden özenmek geliyor.

– Bebeğim, insan sevdiğine özenir. Ondan dolayı değil, kalbindeki sevgiden. Sen bizim için süslenince amacın onaylanmak mı?

– Hayır. Ama...

– Aması yok. İçinden geldiği gibi olsun.

– İçimden bağırarak şarkı söylemek geliyor. İçimden oyuncak bebekler gibi süslenmek geliyor. Dans etmek istiyorum. (Göz göze geldik ve aynı anda:) Aşk böyle bir şey mi? Hahahaha.

Evdeydi bu buluşma. O yüzden omuz dekolteli beyaz yün elbisemi giydim. Evde giydiğim bir elbiseydi zaten. Çok rahattı ve sıcak tutuyordu. Altına beyaz ve diz altı çoraplarımı giydim. Son olarak pandalı panduflarım. Tamamdım. Klasik ev hâlim. Ben pijama sevmem, pijamayla oturuyorsam ya ağır depresyondayımdır (Bayağı ağır bir olay yaşamışımdır, Allah esirgesin.) ya da hastayımdır. Spor tarz zaten pek sevmem. Giysem de tayt veya şort etek. Eşofman da giymem. Farklı bir tarzım vardır yani evde bile. Saçlarımı taç örük yaptı Asya. Hafif bir rimel ve pembe bir ruj ile hazırdım. Ev hâlim işte. Saçlarım ve makyajım ayrı tabii. İçimden gelmişti. Hıhı, içimden. Hahahaha.

Nihayet misafirler geldi, biraz dinlendikten sonra yemeğe geçtik. Miraç'la deli gibi hızlı yiyorduk. Bana kemik uzattı.

– Ladese var mısın?

– Hayır tabii ki de, ahahaha.

– Korkma bu kadar güzelim, hadi ama.

– Ben şansıma güvenmiyorum.

– Korkak Papatya, korkak Papatya.

– (Rüzgar kahkaha atarak) Miraç sus, Papatya seni yiyecek.

– Peki. Nesine? Dur, ben karar vereceğim. Tatlısına? Aklımda hain planlar var.

– Zehir zıkkım değilse bana uyar.

Kaybettim tabii. Onu pastaneye götürecektim.

– Mekân seç, bana layık olsun.

– (Kahkaha atarak) Tam bir sıpasın.

Yemekler yendi, gülünüp eğlenildi. Tam o sırada elektrikler gitti. Sessiz sinema fikrini ortaya attım. Aşırı eğlenmiştik. Sonrasında biraz sessizleştim. Toprak beni fazlasıyla heyecanlandırıyordu. O anlatırken dalmış onu izliyordum, Kumsal dürttü beni. Oyundan sıkılınca sohbete devam ettik. Kızlar balkona doğru gittik. Erkekler kanepede maç muhabbeti yapadursun, biz de onları çekiştiriyorduk sessiz sessiz. Naz ve Yiğit gözden kayboldu bir ara. Bir baktık mum ışığı önünde sarılıyorlar. Çok tatlılardı, Naz sevinç çığlıkları atıyordu. Bir şeyler oluyordu. Ne kutlaması bu?

Yanımıza geldiler. Naz parmağını gösterdi. Dayanamayıp tepki gösterdim. "Oha, ay pardon. Hahaha, tebrikler." Hepimiz tebrik ettik onları. Evlilik teklifinden de anlaşıldığı üzere ilk düğün çiftimiz Yiğit ve Naz olacaktı. Çok sevinmiştim onlar adına. Bir ara Toprak'la göz göze geldik. Onunla göz göze geldik. Ah, hayır kalbim şu an olmaz. Yüzüme aptal bir gülümseme yayılıyordu ki, engelledim hemen. Dudaklarımı yemeye başlamıştım, aşırı şekilde bastırdım gülüşümü saklamak için.

Muhabbete devam ederken Naz'ı da yanımıza çektik. Erkekler bu sefer de siyaset konuşuyordu. Ah, bu erkekler. Miraç kenara geçmişti. Mesajlaşıyor gibiydi. Dayanamadım ve rahatsız etmeye gittim, kızları bırakıp.

– Kiminle flört ediyorsun bakayım?

– Kimlerle, demek istedin galiba.

– Ne?

– Hahaha, şaka şaka. Var bir şeyler bizde de.

– Hmm?

– Hmhm.

– Ee, yarın alayım ifadeni. (İşaret parmağımı kolunda gezdirdim.) Zaten benim de sana anlatacaklarım var.

– Mevzu ne?

– Şşş. (Parmağımı kolundan çekip kalbinin üstüne bıraktım.) Anladın mı?

– Tamam. Yarın konuşuruz.

– Olur. (Koluna girip ona yaslandım. Bu sırada Toprak ile göz göze geldik tekrar.) Oyy, içim gidiyor bu çocuğa.

– N'oldu?

– Yarın.

– Peki.

Güzel bir gün geçirmiştik, şimdi vedalaşma vaktiydi. Toprak bayağı değişikti. Dayanamayıp mesaj attım akşamına.

– Nasıldı?

– Gayet eğlendik bence. Sence?

– Bence de öyle. Pek konuşamadık da, bir ara bana bir şey sorar gibiydin. (Değildi, göz göze gelmemizi kastetmiştim.)

– Yok. Önemli bir şey yok. Zaten etrafın kalabalıktı.

– Benim mi?

– Hmhm. Miraç’laydın da hep. (Acaba beni kıskandı mı? Seviyor muydu yoksa o da?)

Konuşmayı bitirdik, elektrik geldi sonunda. Şarjım sıfırdı neredeyse.

Derin bir okyanustayım sevgilim. Kayboluyorum, çırpındıkça batıyorum. Tut ellerimden.

~~~~~~

Saat 12.30 ve biz Miraç'la pasta yemeye gidiyoruz. Benim, kaybedeceğimi bilerek girdiğim ladesin bir sonucu olarak pastaneye gidiyoruz. Hazırlanıp çabucak çıktım evden, çıkmaz olaydım. Tam bir saat bekledim beyefendiyi. Sonunda geldiğinde hafif gerilmiştim.

– Dur. Kızmadan önce dinle.

– Neyi?

– Telefona dalmışım.

– Ne? (Sesim biraz yüksek çıktığı için yan masadakiler bakmıştı, ama umurumda değildi.) Bu nasıl bahane?

– Ama sebepleri var. Anlatmaya geldim.

– (İç çekerek) Peki. Ne istersin?

– (Menüyü dikkatlice inceleyerek) Şu frambuazlı pastadan alırım. Sen? Sormam hata. Çikolatalı.

– Hmhm.

Sipariş hazırlanırken biz konuşmaya başlamıştık bile, aşırı sabırsızdık.

– Papatya'm? Aşık mıyız?

– (Heyecanlı bir şekilde) Evet.

– (Miraç gülmüştü.) Öyle bir dedin ki, sanırsın bana aşıksın.

– (Dur şununla eğleneyim.) Evet. Öyle. (Gülüyorduk. Tutamadım gülmemi.) Miraç ya, sana aşkımı itiraf ediyorum, senin yaptığına bak. Ciddiyim. (En son oflamaya başladığım için ciddileşti.) Utandırma ya. Bakma öyle, gülesim geliyor, heyecanlanıyorum.

– Papatya. Sen ne diyorsun? Ne aşkı?

– Niye sevgimi küçümsedin? Olamaz mı? Seviyorum seni Miraç. Çok etkiliyorsun beni. (Kabul ediyorum, uzattım. Ama onun da inanması lazımdı. Yanına oturup yanağına elimi koydum, bir elim de elindeydi. Rengi değişmişti. Dayanamayıp kahkaha attım.

– Sen çatlaksın. Cidden çatlaksın.

– Sen de fazla inatsın. Seni inandırmasam sonuna kadar devam ederdim.

–Ya ispat etmeni isteyip 'öp beni' deseydim. (Kalakaldım öylece.)

– Hehe.

– Sensin hehe, delisin sen. Geç yerine de ciddi ciddi anlat, nasıl aşık olduğunu Toprak'a.

– Hah?

– Ne hah? Anlat hadi. Belli oluyor Papatya. O da sana karşı boş değil, merak etme. Biz yan yanayken gözleriyle beni yiyor, ancak yanına gelmiyor. Korkak adamlardan hayır gelmez.

Toprak'tan konuştuk. Her şeyi, tüm davranışlarını anlattım. Analizleri sonucu, ona yüz vermemem gerektiğine karar verdi. Kızlar da dikkatli olmamı söylemişlerdi. Gerginliğimi hissedip yanıma oturdu.

– Bak çatlak kankam, o çocuk iyi biri. Fakat biraz o adım atmalı. Yaranı deşmek istemem, ama unutma: Çınar sana hiçbir adım atmadan attın sen. Tabii ki de sevgini bilsin, ama incitmesine izin verme.

– Haklısın. Denerim. (İkimiz de benim duygularımın ön planda olduğunu biliyorduk. Hele ki söz konusu Toprak ise. Sıradan biri değildi, ilk aşktan bile farklıydı. Fazlasıyla yakındık onunla.) Bakalım ya. Ee, sen anlat azıcık da. Sen kime vuruldun?

– Elif Buse.

– O kim?

– Instagram’dan tanıştığım bir kız. O gruptan değil. Haklıymışsın. O gruplara girenlerden olmazmış. Ben gruptan çıktığım gün keşfette geziniyordum. Bir aile piknik fotoğrafı gördüm. Orada dikkatimi çekti. Hesabını buldum, istek attım derken flört etmeye başladık.

– Ne yaptın, ne ettin, internetten buldun, hah?

– Öyle. Kızı tanıdıkça etkilenmem arttı. Sonunda da sevgili olduk. Daha iki günlük.

– Yaa, sevindim senin adına. Miraç. Hep mutlu olursun umarım.

– Sen de bir tanem.

Çayımızı içerken Miraç'a mesaj geldi. Onun mutluluğu beni de mutlu ediyordu. O mesaja dalmışken ben Toprak'ı düşündüm. Gerçekten korkak adamdan olmazdı. Korkaktan olmazdı. Peki o korkuyor diye vazgeçsem olur muydu ki bunun adı aşk? Miraç, saniyeler içinde nereye daldığımı sordu. Cevap vermedim, vermem de gerekmiyordu. Biliyordu. Ah, aşk. Ne de yorucusun ama!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 02.04.2025 12:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...