
bu sabah uyandığımda nefes nefeseydim sanki biri benim boğazıma yapışmış ta nefes alamıyormuşum gibiydi o kadar o kadar korkunç bir kabus görmüştüm ki en iyisi anlatmaya en başından başlayayım
(1 hafa önce)
“kızım hadi kalk artık laptop un başından sabah tan akşama kadar onun başından kalkmıyorsun kalk ta yemek ye”
“tamam anne şurayı yazdığımda hemen geliyorum”
Yeni bir kitap yazmaya başlamıştım bu benim 5. kitabımdı ve şu an çok güzel ilerliyor kafamda yavaş yavaş oturtmaya başladım, her zamanki gibi fantastik bir kitaptı bazı detaylarına ben bile hayran kalmıştım kitabın adı “AMORA” kitap benfeş diyarının lanetlenmesi başlıyor devamı sizede spoilir olmasın... evimiz biraz küçüktü benim odam oturma odası ve salondan ibaretti eşyalarımızın geneli beyaz ve samimiydi mutfağa girdiğimde annemin her zamanki gibi masayı donattığını gördüm
Sarmalar börekler havada uçuşuyordu mecaz anlamda değil gerçekten havada uçuşuyordu eve komşular gelmişti ve herkesin elinde birer tabak oradan oraya koşuşturuyorlardı herhalde gene gün yapıyorlardı annemin neden ısrarla beni çağırdığını anladım bu annemin değil komşularının ısrarıydı daha ben odaya girer girmez soru yağmuruna tutmuşlardı içlerinden biraz şişman olanı merakla
“kıız sen nezaman evlenecksin yokmu biri aysel teyzen bulsun sana birini”
“yok aysel teyzeciğim sağol ben şu an düşünmüyorum daha evlenmeyi” arkasından gözlerinin mavisiyle ön plana çıkan sarı saçlı bir teyze
“duyduğuma göre kitap yazıyormuşsun ne tür yazıyorsun” işte cevap veremeyeceğim soruların başında gelen sorulardan biri kesinlikle buydu geçiştirmek için ağzıma hemen bir sarma attım arkasında ağzından sarmanın yağları fışkıran bir teyze
“duyduğuma göre yazarlar çok kazanıyormuş anneni bir şu evden kurtaramadın mı paranla” işte bir yazarsan alacağın en çok soru buydu ne kadar kazanıyorsun
“melike teyzeciğim ben aldığım paranın yarısını kimsesiz çocuklara bağışlıyorum diğer yarısını da öğrencilere burs veriyorum kendime sadece geçinebileceğimiz kadar ayırıyorum”
“kız napacan, önce kendine bak bi ,taşın buradan” muhabbet daha uzayıp giderken ben yavaş yavaş sıvıştım ortadan hemen laptopun başına geçip hikaye mi yazmaya devam ettim
“Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken pireler berber iken Amora adında kimsenin bilmediği hayal bile edemediği güzellikte bir diyar varmış
Bu diyar taaa kaf dağının arkasında ki iki dağın arasındaymış burası sihirli varlıkların diyarıymış burada herkes dostluk mutluluk içinde yaşarmış ta ki o lanetli kara güne kadar o lanetli gün ne mi oldu hemen anlatıyorum aslında o gün her zamanki gibi herkesin mutlulukla yaşadığı günlerden biriymiş şimdi sizi Amora diyarının sarayına götürüyorum Amora diyarının prensesi daphne her zaman ki gibi erkenden kalkmış hazırlanıp odasında oturmuş berry nin dediklerini dinliyordu :
“daphne duyduklarına inanamayacksın karşı ülkenin prensi albert varya”
“evet, evet geçenlerde babam ziyaretine gitmişti”
“hah işte o, duyduğuma göre onların sihirleri artık yavaş yavaş silinmeye başlamış”
“aaa! Bu nasıl olur ömrüm boyunca hiç böyle bir şey duymadım”
“ evet evet bende hiç duymamıştım taa ki düne kadar babam anlattı daha önce de bir krallığın başına bu gelmiş”
“eee Sonra nolmuş?”
“sonra krallık yavaş yavaş yok olamaya başlamış ve yok olmuş düne kadar kimsenin aklına bile gelmiyormuş burası, kimse şu an orada neler olup bittiğini bilmiyor bile”
“yaa çok şaşırdım nolucak şimdi acaba”
“bende bilmiyorum”
“bekle ben bir babama sorup geliyorum”
“tamam daphne bekliyorum hızlı gel”
“tamammm””
Daha bir sayfa yazmıştım ki bir anda uyku bastırdı ve sandalyenin üzerinde uyuya kaldım normalde kolay kolay uyuyamazdım nasıl oldu anlamadım ve daha uykuya dalar dalmaz karşımda arkası dönük bir adam silüeti vardı adamın boyu 2 metre kadar vardı üzerinde ki deri ceketine rağmen kasları belli oluyordu saçları sapsarıydı aslında arkadan baktığında bile yakışıklı duruyordu ben bunları düşünürken o sert bir sesle
“o romanı yazmayı hemen bırakıyorsun” dedi ayy sesi ne kadar da güzeldi ne o ne dedi o romanı yazmayı bırakıyorsun mu dedi ne had le bana karışıyordu
“ne sana ne bundan ister yazarım ister yazmam bundan sana ne ki”
Aynı sert ve buyurgan sesiyle
“sana o romanı yazmayı hemen bırakıyorsun dedim yoksa başına geleceklerden ben sorumlu değilim” dedi ve o anda uyandım ben ne görmüştüm böyle ya uyandığımda nefes nefeseydim resmen nefes alamıyordum sanırım astım ım tutmuştu hemen ilacıma uzanım içtim kalkıp yatağıma geçtim sonra yatağımda hayal kurarken aklıma demin gördüğüm rüya geldi sahi ben demin ne gördüm o yakışıklılık neydi yaa neyse muhtemelen bilinçaltıydı hatta muhtemelen değil kesin bilinç altıydı -tabii o zamanlar bunun bir bilinçaltı olmadığını bilmiyordum-
Bunları düşünürken uyuya kalmışım sabah annemin sesiyle uyandım
“duru kızım hadi kalk yemek soğuyacak akşama kadar uyuyorsun kalk da bir alışverişe gidelim ya anne kız”
“ya anne tamam kalkıyorum birazdan” 5 dakika kadar daha yattıktan sonra annemin çenesine dayanamayıp kalktım hazırlanıp kahvaltıya geçtim kahvaltı dayken annem konuşmaya başladı şu an ne konuştuğunu anlamıyordum aklım tamamen gece gördüğüm kabusdaydı gerçi buna kabus mu yoksa rüya mı demeliydim bilmiyorum çünkü hayatım boyunca o kadar yakışıklı birini bir daha görür müyüm bilmiyorum acaba yazmaya devam etsem mi offf ben rüyalara inanmam ki hem inan sam bile birinin lafıyla kitabımı yazmayı bırakmam hemen laptop umun başına geçtim ve yazmaya başladım öyle bir heyecanla yazdım ki sanki gerçek bir hikayeyi yazıyordum tek sorun yazarken uykumun gelmesiydi şu an tekrardan uyumaktan o kadar korkuyordum ki ama sanırım daha fazla dayanamayacaktım yatağa kendimi zor attım ve uyur uyumaz gene aynı kabuslardan birini görmüştüm aynı adam o güzel sesine ters bir şekilde
“sana o kitabı yazma dedim aklın yerindeyse yazmazsın yoksa başına çok kötü şeyler gelecek” yani o güzel sesine daha çok aşk sözleri yakışırdı kesinlikle böyle olmamalıydı ama inat etmiştim o romanı yazıcam bilinçaltımın esiri olmayacaktım tam arkasını dönüyordu ki annemin sesini duydum
“kızım sen neden bu kadar uykucu oldun hadi kalk”
“tamam anne kalkıyorum” şimdi hiç annemin çenesini çekecek halim yoktu hemen kalktım ve yüzümü yıkadım saate baktığımda 12 ydi ben hiç bu kadar uyumazdım ve akşamda 19da yatmıştım ben sadece hastayken bu kadar uyurdum bundan sonraki beş günümde de aynı rüyalar ve aynı inatlaşmalarla geçti ve bugün yazdıktan sonra uyuduğumda artık bu rüyalardan çok sıkılmıştım gene arkası dönük bir şekilde x kişisini gördüğümde -adını hala bilmediğimden x kişisi diye bahsediyordum- gene klasik cümlelerini tekrarlayacak tı “bir daha o kitabı yazma” ay artık sıkıldım yeter onun konuşmasına müsaade etmeden
“ayy yeter artık ya her gün her gün aynı şeyleri söyleyip duruyorsun kim olduğunu da bilmiyorum yeter artık”
“ben seni çok uyarmıştım artık herşey için çok geç”
“ne için çok geç ya yeter artık söyleee”
Ben sözlerimi bitirince ağır ağır döndü ve o-o-o da ne hayır hayır sen olamazsın karşımda masmavi gözleriyle sapsarı saçları albert duruyordu ben kurguladığım için onu nerede görsem tanırdım ama ama bu nasıl olur bir yerde tavana bakarsan rüyadan uyanacağımı okumuştum kafamı kaldırdığımda gökyüzü benim mutsuzluğuma tezat bir şekilde masmaviydi aynı albert ın gözleri gibi ben bunları düşünürken
“boşuna uyanmaya çalışma artık herşey için çok geç olduğunu söylemiştim artık buraya mecbursun”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |