
DEVRAN ADAR SARAÇOĞLU;
Öfke, damarlarımda kan gibi dolaşıyordu. Yumruğumu sıktıkça parmak eklemlerim beyaza kesiyordu. Bedenim, aldığı her darbeden sonra yeniden ayağa kalkıyordu ama içimde bir şeyler yıkılıyordu.
Vera'nın sesi hâlâ kulaklarımdaydı. “Belki de aşk sandığım şey, sadece onun yaralarına dokunmaya cesaret edişimdi.”
Bunu gerçekten söylemiş miydi? Sahi, ben onun için neydim? Sadece iyileştirmeye çalıştığı bir adam mıydım? Aşk sandığım şey, onun merhameti miydi?
Rakibim sert bir hamleyle üzerime geldi, ani bir hamleyle yana çekildim. Yumruğunu boşa çıkarıp tam çenesine bir darbe indirdiğimde kalabalık çığlıklarla coştu. Ama ben hiçbirini duymuyordum. Tek duyduğum kendi içimde yankılanan koca bir sessizlikti.
Kafesin ortasında bir hayalet gibi dikiliyordum. Çevremdeki sesler, bağırışlar, kan ter içindeki adamlar… Hiçbiri umurumda değildi. Çünkü o an, en büyük kavgayı dışarıdaki rakibimle değil, içimde kopan fırtınayla veriyordum.
Son yumruğumla rakibim sendeledi ama yere düşmedi. Kan kokusu havaya karışırken göz göze geldik. Öfkemi görebiliyordu, belki de acımı… Fakat acı, dövüşte zayıflıktı. Bu yüzden gözlerimi kırpmadan ona baktım, sanki içimde hiçbir şey yokmuş gibi.
Kalabalık bağırıyor, bahisçilerin sesi kulaklarıma uğultu gibi geliyordu. Ama ben sadece önümü görüyordum. Rakibim tekrar üzerime atıldığında, darbesini son anda savuşturup sert bir hamleyle kaburgasına vurdum. Nefesi kesildi, geri çekildi.
Düşünme Adar. Sadece dövüş.
Ama zihnim susmuyordu.
Vera'nın sesi tekrar yankılandı:
"Belki de aşk sandığım şey, sadece onun yaralarına dokunmaya cesaret edişimdi."
Öfkem körüklenmiş gibiydi. Yumruğumu sıktım, bir adım attım ve hızla hamle yaparak adamın yüzüne indirdim. Başı arkaya savruldu, birkaç adım geriledi ve yere yığıldı.
Kalabalık coşkuyla bağırdı, ama ben onların zafer çığlıklarına değil, içimdeki sessiz çığlığa kulak kesildim.
Nefesim düzensizdi,Kazandım. Ama bu bir zafer miydi?
Ellerim hâlâ titriyordu. Kafesin dışına çıktım, üzerimdeki terli ve kan bulaşmış tişörtü çekip çıkardım. Seyircilerin sesi artık uğultudan ibaretti. Her dövüşte bir şeyler bırakıyordum geride ama bu gece... Daha fazla eksilmiş gibiydim.
Karmaşık düşüncelerle soyunma odasına girdim. Ellerimi yüzüme sürdüm, aynada kendime baktım. Gözlerimde öfke yoktu, hırs da yoktu. Sadece derin bir yorgunluk.
Duşun altına girdiğimde sıcak su tenime değdi ama içimdeki soğuğu ısıtamadı. Kir, kan ve her şeyi akıtır gibi yüzümü ovdum. Ama içimde biriken şeyi temizlemek bu kadar kolay değildi.
Sessizce giyindim. Siyah gömleğimi iliklerken saatime baktım. Vakit geçmişti ama benim için zamanın pek bir anlamı kalmamıştı.
Arabama atlayıp geceye karıştım.
Birkaç saat sonra mezarlığa vardığımda her şey sessizdi. Yıldızlar bile uzak ve soğuktu. Arabadan indim, ellerimi ceplerime sokup ağır adımlarla ilerledim.
Mezar taşının önünde durduğumda içimdeki fırtına biraz olsun duruldu.
"Anne..."
Sesim çıkmadı ama dudaklarım kıpırdadı. Eğilip toprağa dokundum. Soğuktu.
"Burada olmalıydın... Ama beni böyle görmemeliydin."
Ellerimi yumruk yaptım. Onu toprağa gömdüğüm gün gibi hissettim bir an. O zaman da çaresizdim, şimdi de.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Rüzgâr, geçmişi fısıldıyordu. Ama ben artık duymak istemiyordum.
Toprağın soğuğu avuçlarıma işlerken, içimde donmuş bir şeylerin kıpırdadığını hissettim. Ne zaman buraya gelsem, o an tekrar yaşanıyordu. Kan kokan o evin duvarları üzerime kapanıyor, annemin çığlıkları kulaklarımda yankılanıyordu.
"Beni bırakma!" Diye bağırıyordum çatlamış sesimle.
O an gözlerimi sımsıkı kapattım. Nefesim kesilir gibi oldu. Kaç yıl geçti? Kaç kere buraya geldim? Kaç kere içimdeki bu yangını söndürmeye çalıştım?
Ama sönmüyordu.
Herkes annemin ölümünü bir kaza sandı. Herkes sustu. Herkes izledi. Babam... O adam... Onun yüzünden şimdi buradaydım. Onun yüzünden dövüşerek hayatta kaldım. Onun yüzünden... içimdeki her şeyi susturdum.
Ama bugün ilk kez bir şeyler kırılıyordu. İçimde bastırdığım ne varsa, dışarı çıkmak istiyor gibiydi.
Kendi içimde verdiğim savaş yetmezmiş gibi, Vera’nın sesi de zihnime üşüştü.
"Biz karı kocayız, seni istemeyip de ne isteyeceğim?"
Gözlerimi açtım. O an Vera’nın yüzünü düşündüm. Bana dokunduğunda, gözlerimin içine baktığında, bana “benim” olduğumu hissettirdiği anları... Ama şimdi?
"Belki de aşk sandığım şey, sadece onun yaralarına dokunmaya cesaret edişimdi." Demişti...Esra onu çağırmasaydı belki de çoktan bütün benliğimizle birbirimizin olacaktık. Belki de o anlık içinde olduğu zevki düşündü. Belki de benim hislerimi test ediyordu. Belki de bunu sevgi sanıp, içimdeki boşluğu doldurduğunu düşündü.
Vera...
Beni sevmiyor muydu?
Sadece acıdığı için mi yanımdaydı?
Kalbimde tuhaf bir ağırlık hissettim. Yumruklarımı sıkıp mezar taşına döndüm.
"Biliyor musun anne? Hayatım boyunca bir tek sen beni gerçekten sevdin galiba. Bir tek sen…"
Sözlerim mezar taşına çarpıp geri dönüyordu. Toprak sessizdi, yıldızlar sessizdi. İçimde kopan fırtına dışında her şey susmuştu.
Toprağın soğuğu dizlerime kadar işledi ama umursamadım. Zaman burada farklı akıyordu. Şehirde sabaha kaç saat vardı bilmiyordum ama burada, annemin mezarının başında, geçmiş ve şimdi iç içeydi.
Gecenin sessizliği beni içine çekerken, mezar taşına yaslandım. Yüzümü ellerimin arasına aldım, başımı eğdim. Kaç saat geçti bilmiyorum. Belki de hiç kıpırdamadım. Sadece düşüncelerim hareket ediyordu.
Beni sevmiyor muydu?
Sadece acıdığı için mi yanımdaydı?
Yıllardır içimde taşıdığım sessizlik, şimdi boğazıma düğümlenmişti. Keşke... keşke onun peşinden inmeseydim. Keşke duymasaydım.
Ben onun her dokunuşuna inandım. Beni gördüğüne, hissettiğine, varlığıma değer verdiğine...
Ama belki de yanılmıştım.
Elimi mezar taşına koydum. “Anne,” dedim sessizce. “Beni en son ne zaman biri sevdi, hatırlıyor musun?”
Rüzgâr esti, mezarın yanındaki küçük dallar hafifçe sallandı.
"Ben hatırlamıyorum."
Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Yıldızlar parlıyordu. Gözlerimi kapadım. Bu gece buradaydım. Sabaha kadar...
Biraz daha yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.
Gece ilerledikçe soğuk kemiklerime işliyordu ama gitmeye niyetim yoktu. İçimde, annemin mezarına yaslanıp uyuyacak kadar büyük bir yorgunluk vardı. Ama gözlerim kapanmıyordu.
Düşüncelerim, geçmişin kapılarını tek tek açıyordu.
Konağın taş duvarları arasında geçen çocukluğumu düşündüm. Sessiz, köşeye itilmiş, bir bakışıyla dünyamı karartan bir babanın gölgesinde büyümüş bir çocuktum. Ne sevgi gördüm ne de korundum. Tek hatırladığım, annemin yorgun bakışlarıydı.
Beni severdi. Ama onu da susturmuşlardı.
Sonra onu elimden aldılar.
Parmaklarım yumruk oldu. Taşın soğuk yüzeyi avuçlarımda eziliyormuş gibi hissettim. Annemi benden alan adam, şimdi parmaklıkların ardında çürüyordu. Bunu düşündüğümde içimde bir zafer hissi uyanmıyordu. Rahatlamıyordum. Hatta... hiçbir şey hissetmiyordum.
Sadece Vera’nın sesi yankılanıyordu zihnimde.
"Belki de aşk sandığım şey, sadece onun yaralarına dokunmaya cesaret edişimdi. O ise bunu sevgi sanıp, içindeki boşluğu doldurduğumu düşündü. Ya aramızdaki aşk değilse?"
Beni sevdiğini söylememişti.
Ona dokunduğumda içimde her şeyi unutturacak bir ateş yanıyordu ama onun için neydi?
Acıdığı bir adam mıydım? Yoksa yaralarını sarmaya çalıştığı biri mi? Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sonra başımı kaldırıp mezar taşına baktım.
"Ben, birinin acıyacağı adam olmayacağım, anne."
Sesim sertti, içimdeki yaralı çocuğa değil, ona söylüyordum bunu.
Vera'ya.
Eğer benimle kalacaksa, gerçekten istediği için kalmalıydı.
Başka hiçbir sebep kabul etmezdim!
Geceyi annemin mezarının başında geçirmeye kararlıydım. Taşın üzerine yaslanmış, bir sigara yakmıştım ama içimdekini boğmaya yetmiyordu. Küller rüzgârla savrulurken gözlerim yan taraftaki küçük mezara kaydı.
Zar zor görülebilen, silinmeye yüz tutmuş harfleri parmaklarımla takip ettim.
Bebek Saraçoğlu...
Adı bile konulmadan doğar doğmaz hayata tutunamayan bir kız çocuğu… Kardeşim.
Elimi soğuk toprağın üzerine koydum.
“Ben geldim,” dedim kısık bir sesle.
Kimseyle konuşamazken, onlarla konuşabiliyordum.
"Sen de büyüseydin, buralar senin de mezarın olurdu, değil mi?" Dudaklarım acı bir tebessümle kıvrıldı. “Belki şanslıydın, küçük. Belki de en az acıyı sen çektin.”
Toprak soğuktu. İçim gibi.
“Biliyor musun, ben bazen hangimizin daha çok yaşadığını bilmiyorum. Sen mi… yoksa ben mi?”
Sessizlik bana cevap vermezdi, ama ben o sessizliği dinlemeyi öğrenmiştim.
Başımı mezar taşına yasladım, gözlerimi kapattım. Rüzgârın uğultusu gecenin sessizliğini yırtıyordu. Mezarlıkta üşümek garipti, ama ben üşümüyordum. İçimde zaten soğuk, keskin bir boşluk vardı.
Başımı mezar taşına yaslamış, nefes alıp verişlerimi dinliyordum. Arada bir toprağa parmaklarımı sürüyordum. Sanki bir şey hissedebilecekmişim gibi…
Kardeşimin mezar taşı soğuktu. Küçücüktü. Çocukluğumdan beri her gelişimde aynı şeyi düşünürdüm: O büyüseydi nasıl biri olurdu? Gülüşü anneme mi benzerdi, yoksa gözleri bana mı?
Elimi toprağın üzerine koydum.
“Biliyor musun, bazen nefret ediyorum benden beklenen her şeyden… Ama en çok da hayatta kalmaktan,” diye fısıldadım.
Gözlerimi sıkıca kapattım, ama olmadı. Zihnim susturamadığım fısıltılarla doluydu. Bana acıdığı için mi yanımda?
Vera’nın sesi kulaklarımda çınladı. Konakta duyduğum o kelimeler, onun kafasında dönüp duran o ihtimal… İçimi kemiren şüphe.
Benimle olduğu için pişman mıydı?
Bir şeyleri eksik mi yapıyordum?
Omuzlarım düşerken derin bir nefes aldım. Başımı kaldırıp annemin mezar taşına baktım. “Sence ben iyi biri miyim, anne?”
Gecenin içinde cevap yoktu. Yalnızca rüzgâr vardı. Dudaklarım titrerken neredeyse fısıltıdan hallice bir sesle konuştum:
"Ben onu pişman etmek için hiçbir şey yapmadım, anne...
Elimle toprağı sıktım, parmaklarım ıslak toprakta kaybolurken nefesimi tuttum.
"Onun beni sevmesini beklemedim, bana âşık olmasını da… Ama yine de içimde bir yerlerde bunu istedim galiba. Ve şimdi düşünüyorum da... Eğer o benimle olduğu için pişmansa, demek ki ben de her şeyi eksik yaptım."
Boğazımdaki düğüm gitgide sıkılaşıyordu. Göz kapaklarımın ardında Vera'nın yüzü belirdi. Onu mutlu etmek için çabaladığım, gözlerinde ışık görmek için uğraştığım her an zihnimde birer birer yankılandı.
"Onu pişman etmemek için elimden geleni yaptım… Ama yetmemiş demek ki."
Sessizlik içimi bıçak gibi keserken başımı dizlerime yasladım. Kendimi bildim bileli bu dünyada bir şeylere yetememek en büyük yükümdü.
Ve şimdi… Vera da mı bu yükün bir parçası olmuştu?
"Biliyor musun?" diye fısıldadım, sesim titriyordu. "Biz berdelle evlendik… Düğünsüz, davulsuz, zurnasız… O, gelinliğini bile kendi seçmedi. Bir başkasının karar verdiği bir hayata adım attı, benimle. Ellerinde kına bile yoktu, yüzünde buruk bir gülümsemeden başka bir şey de…"
Gözlerimi açtım, toprağa baktım. Mezar taşının gölgesi uzun ve yalnızdı. Tıpkı benim içimdeki boşluk gibi.
"Hep düşündüm," diye devam ettim, sesim daha da kısıldı. "Bir gün ona her şeyin en güzelini yaşatacağım. Bir düğün yapacağım, sırf onun için. O istediği gelinliği giysin diye, kahkahaları gerçekten gökyüzüne yükselsin diye. O mutlu olsun diye…
Dudaklarım titredi, utanmasam ağlayacaktım.
"Ama artık bilmiyorum, anne… Belki de çok geçtir. Belki de ben hiçbir zaman onun hayalini kurduğu adam olamayacağım."
Gece sessizdi ama içimde fırtınalar kopuyordu. Ve o fırtınanın içinde annemin sesini duymayı o kadar çok isterdim ki…
Her şey gibi, bu da kursağımda kalmıştı.
Mezarın soğuk taşına başımı yaslarken içimde koca bir boşluk yankılandı. Sanki ne söylesem toprağın altına karışıp kayboluyordu, cevap beklemiyordum ama yine de sustukça daha çok battım.
Elimi yavaşça mezarın yanındaki küçük taş levhaya götürdüm. Üzerindeki isme parmak uçlarımla dokundum, içimde bir şey düğümlendi.
"Sen buradayken ben nasıl tamamlanabilirim ki, küçük kız?" diye fısıldadım. "Hiçbir zaman göremediğim gözlerine bile hasretim."
Küçücük bir bebekti o… Yaşayamadı. Ben onun abisi olamadım. Kollarıma alamadım. Anamın gözyaşlarını silerken onu da koruyacağıma dair içimden yeminler ettim ama… Ama hiçbirine yetişemedim.
Parmaklarım toprağı kazır gibi bastırırken geceye bir nefes bıraktım.
"Anne, biliyor musun, onu bazen rüyamda görüyorum. Küçücük elleriyle bana dokunuyor, sonra kayboluyor. Hep kayboluyor."
Başımı kaldırıp karanlık gökyüzüne baktım. Orada bir yerde, annemin de, kız kardeşimin de olduğu bir yer vardı belki de. Ama ben buradaydım. Ve bu dünyada, içimde taşıdığım eksiklikle yaşamaya mahkûmdum.
Ve işte o an…
İlk defa gerçekten kendime sordum.
"Eğer ben Vera’nın yanında olamazsam… O da bir gün kaybolur mu?"
Toprak sustu. Cevap vermedi.
Ben de susmayı seçtim. Ama içimde bir şey biliyordum. Eğer Vera’yı kaybedersem… Onu geri döndüremezdim.
Ve ben, hayatım boyunca kaybettiklerimi geri döndüremedim.
Son kez, sarıldım iki toprak çıkıntısına. Mezar taşlarını derin derin öptüm sanki onları öpüyormuşum gibi. Ayağa kalktım. Ağır ağır yürürken bile titreyen bedenimi hissedebiliyordum.
Arabaya bindiğimde motoru çalıştırmadım. Ellerimi direksiyona dayayıp başımı öne eğdim. İçimde bir fırtına kopuyordu ama hiçbir yere varamıyordum.
Nereye gidecektim?
Eve mi? Konak dediğim o taş yığınının içinde nefes aldıkça nefessiz kaldığımı hissettiğim o yere mi?
Vera’ya mı?
Ne diyecektim ona? “Bana acıyorsan neden yanımdasın?”
Başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım.
Gece boyunca mezarın başında oturmuş, geçmişin hayaletleriyle konuşmuştum. Anneme, kendime, o adama hesap sormuştum. Ama hiçbir cevap almamıştım. Şimdi burada, bu arabada, kendimle baş başaydım ve yine hiçbir şey bilmiyordum.
İçimde bir sıkışma vardı. Yumruk atacak bir şey arıyordum. Patlayacak bir yer…
Ama sadece direksiyona sıkıca sarıldım.
Telefonu elime aldım. Birkaç cevapsız çağrı vardı ama Vera’dan hiçbir mesaj yoktu.
Gözlerim camdan dışarı kaydı.
Bir yer bulmalıydım.
Ama nereye gideceğimi bilmiyordum.
O gün bir otele yerleştim, sabaha kadar uyuyamadım. Ertesi gün de.
İki gün boyunca kendimden kaçtım.
Kendimden değil, içimdeki benden kaçmaya çalıştım.
İçinde bulunduğum arabayı çalıştırdım ve rastgele bir yola girdim.
Ama konağa değil, şehrin dışındaki dövüş yerine sürdüm.
İçimdeki öfke kaynıyordu. Bastırdıkça daha da büyüyordu. Kendimi frenlemek istiyordum, ama olmuyordu. Vera’nın sesi, Esra’nın sözleri, dedemin emirleri, babamın hayaleti—hepsi birbirine karışıyordu.
Arabayı sertçe park edip içeri girdim. Ağır sigara dumanı, ter ve metal kokusu yüzüme çarptı. Gürültü her zamanki gibi kulaklarımı doldurdu. Beni gören birkaç kişi başıyla selam verdi.
“Adar.”
Başımı kaldırdım. Karşımda Kemal vardı, burada dövüşleri organize eden adam. Beni şöyle bir süzdü, yüzümdeki yorgunluğu fark etmiş gibiydi.
“Ringe çıkacaksın.” Bu bir soru değildi. Emir gibiydi.
Normalde bu haldeyken dövüşmek istemezdim. Kafam berrak olmalıydı. Ama şu an tek ihtiyacım, içimdeki her şeyi susturacak kadar sert bir darbe yemek ya da birine vurmaktı.
Kemal başını ringe çevirdi. “Yeni biri var, yabancı. Kimse ona dayanamadı.”
Gözüm ringdeki adama kaydı. Uzun, kaslı ve sert bakışlıydı. Profesyonel dövüşçü gibi duruyordu.
Sadece başımı salladığımda içim içime sığmamaya yemin etmiş gibi, tekrardan sızladı.
**
Ringin ortasına yürüdüm. Kaslarım gergindi, nefesim derindi ama zihnim darmadağındı. Karşımda duran adam bana tepeden bakıyordu. Dövüş başlamadan önce gözleriyle beni tarttı. Bir anlığına gülümsedi. Küçümsediğini anlamak için uzman olmaya gerek yoktu.
Kemal aramıza girip ellerini kaldırdı. “Kuralları biliyorsunuz. Nakavt ya da pes edene kadar.”
Başımı hafifçe salladım. Rakibim de aynısını yaptı. Kemal elini indirdi.
Dövüş başladı.
Adam hızlıydı. Daha başlar başlamaz üzerime çullandı. Sol omzuma sert bir darbe yedim, arkasından karnıma bir tekme geldi. Geri çekildim, dişlerimi sıktım ama toparlanamadan yüzüme bir yumruk daha geldi.
Başım yana savruldu, ağzımın içi metalik bir tatla doldu. Dilimle dişlerimi kontrol ettim, biri biraz sarsılmıştı ama kırılmamıştı.
Öfkem kaynıyordu.
Ama bu iyi bir şeydi.
Öfkemin beni yönetmesine izin verirsem, kaybederdim.
Tekrar ayağımı sabitledim, gözlerimi rakibime diktim. Beni bitirdiğini sanıyordu.
Yanılmıştı.
Bileğimi kıvırıp ilk yumruğumu savurdum.
Yumruğum adamın çenesine sertçe çarptı. Başını geriye savurdu ama düşmedi. Sadece sendeledi. Bunu fırsat bilerek hızla üzerine yürüdüm, karnına sert bir kroşe geçirdim. Havası kesildi, bir anlığına nefesi boğazında düğümlendi ama toparlandı.
Geri çekildi. Gözleri değişti. İlk baştaki küçümseme yok olmuştu. Şimdi o da ciddiydi.
Bir hamleyle üzerime geldi, bu sefer ben gardımı aldım. Yumruklarını savuştururken içimde bir şeyler yanıyordu. Sinirim, çaresizliğim, sessiz çığlıklarım… Hepsi her darbemde dışarı taşıyordu.
Göğsüme sağlam bir yumruk yediğimde içim çekildi, ama yere düşmedim. Dizlerimi kırıp altına girdim ve karnına sert bir darbe attım. Arkasından çenesine dirseğimi geçirdim.
Adam yere kapaklandı.
Kan ter içinde nefes alırken, etrafımdaki sesleri duydum. Bağırışlar, küfürler, tezahüratlar… Ama hiçbiri umurumda değildi.
Kafamı kaldırdım.
Kendi iç savaşımı bitirebilmiş miydim?
Hayır.
Ama en azından o an için zihnim biraz daha sessizdi.
Adam yere kapaklandı ama kalkmaması gerektiğini düşünmek büyük bir hataydı. Yerden destek alarak hızla toparlandı, gözleri öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. Dişlerinin arasından bir tükürükle beraber kan aktığını gördüm.
Bu kez tereddüt etmeden üzerime geldi. Beklemediğim bir hızla gardımı düşürdüğüm anda kaburgama sert bir tekme yedim. Ağzımdan istemsiz bir nefes kaçtı, vücudum darbeyi sarsılarak kabul etti. Geri çekilmek istedim ama izin vermedi.
Bir yumruk daha.
Bu kez yüzümün sağ tarafına yediğim sert bir darbe ile başım yana savruldu. Tüm salon bir anlığına döndü, kulaklarım uğuldamaya başladı.
Ağzımın içi metalik bir tatla doldu. Dilimi diş etlerime değdirdiğimde kanın sıcaklığını hissettim.
Kendime gelmeye çalışırken, adamın dizini karnıma geçirdiğini fark ettim.
İki büklüm oldum. Hava ciğerlerimden çekilmiş gibi hissettim. Bir anlığına nefessiz kaldım.
Düşmemem gerektiğini biliyordum. Eğer yere düşersem, oradan kalkmam çok daha zor olurdu. Dişlerimi sıktım, dizlerimi kırarak dengemi sağladım.
İçimde kaynayan öfke, o an ağrıyı bastırdı.
Yavaşça doğruldum, gözlerimi ona kilitledim. O bana saldırmadan önce ilk adımı atan ben oldum.
Başını sert bir şekilde yere vurdu, parmaklarımın ucunda acıdan bir titreme hissettim ama dayanmalıydım. Yavaşça doğruldum, sanki her bir kasım ağır bir yük taşır gibi hissediyordum ama beynim bana sadece bir şey söylüyordu: Devam et.
Bütün vücudum sızlıyordu, kanımın akışı içimde bir çılgınca yankılanıyordu. Gözlerim, rakibimi görmek için odaklanmaya çalışırken kararmıştı. Her şey hızla dönüyordu ama bu dövüşü bitirememe lüksüm yoktu.
Adım attıkça yerin titrediğini hissettim. Adımlarım güçlüydü, sanki her bir adımda havada patlayan bir bomba gibiydi. Düşecek gibi oldum ama düşmedim. İçimde bir direnç vardı, öfke vardı.
Yavaşça, ama kararlı bir şekilde ona doğru adım attım, sol omzuma yerleşmiş olan ağrıyı hiçe sayarak.
Bir yumruk daha savurdu ama bu kez hiç beklemediği bir şekilde karşılık verdim. Yumruğum, her şeyimi ona geçirmeliydi.
Ellerim titremeye başlasa da o kadar yakınlaşmıştık ki... Sonunda hedefim netti.
Bir anlık dalgınlık… O kadar şeye rağmen ayakta kalmışken, bir anlık boşluk her şeyi değiştirdi.
Rakibim fark etti bunu. Yumruğu geldiğinde artık savunmaya geçecek gücüm kalmamıştı. Sert bir darbe çeneme oturdu, başım geriye savruldu, dünya bir anlığına sarsıldı ve bedenim kontrolsüzce yere kapaklandı.
Sol elim ringin soğuk zeminine yapıştı, göğsüm hızla inip kalkıyordu. Kalkmalıydım. Devam etmeliydim. Ama başımı kaldırdığımda gözlerim birini gördü.
Vera.
Bembeyaz bir elbise giymiş, yüzünde belirsiz bir ifade vardı. Ne öfkeliydi ne de üzgün. Sadece oradaydı, bana bakıyordu. Dudakları hafifçe kıpırdadı ama ne dediğini duyamadım.
Göz kapaklarım ağırlaştı, başımı biraz daha kaldırdım. Ve onu gördüm.
Annem.
Tıpkı son gördüğüm gibi, ince narin elleriyle bana bakıyordu. Ama bu sefer gözlerinde korku yoktu, acı yoktu. Sadece derin bir huzur vardı.
“kalk oğlum…”
Sesini duydum. Ya da duymak istedim.
Kanımın beynime hücum ettiğini hissettim. Parmaklarımı yavaşça yumruk yaptım. Bir kez daha düşmeyecektim.
Bedenimdeki her acıyı hiçe sayarak, yere dayalı elimle tüm gücümü kullanarak doğruldum. Ayaklarım yeniden yere sağlam basınca rakibimin hafif bir gülümsemeyle bana baktığını fark ettim.
Bir kez daha dövüşmek istediğimi sanıyordu.
Ama yanılıyordu.
Ona neyin ne olduğunu göstermek için sadece bir hamleye ihtiyacım vardı.
Güçlü bir nefes alıp, adımımı attım.
Ve yumruğumu, tüm geçmişimin, acılarımın ve içimde biriktirdiğim her şeyin ağırlığıyla savurdum.
Sert bir darbe.
Ve adam, hiç beklemediği bir şekilde yere serildi.
Ringin etrafındaki sesler bulanıklaştı. Herkes konuşuyor, bağırıyor, alkışlıyordu. Ama ben hiçbirini duymuyordum.
Gözlerimi kapattım.
Annemi son kez gördüm.
Ve Vera’yı…
Sonra gözlerimi açtım.
Kalkıp gitme zamanıydı.
Yerde birkaç saniye öylece kaldım. Bedenim titriyordu ama nedenini bilmiyordum. Öfkeden mi, yorgunluktan mı, yoksa içimde yankılanan o seslerden mi…
Derin bir nefes aldım, ciğerlerim yandı. Ağzımın kenarında kan tadı vardı. Bir elimle ringin kenarına dayandım ve ağır hareketlerle ayağa kalktım. Salonun ışıkları gözlerimi kamaştırıyordu, insanların homurtuları, bağırışları kulaklarımı dolduruyordu ama hiçbiri umurunda değildi.
Soyunma odasına gittim. Aynadaki yansımama göz ucuyla baktım. Kaşımın kenarından akan kan, dudaklarımın yarılması, boynumdaki morluklar… Ama hissetmiyordum. Hiçbirini.
Lavabonun kenarına yaslandım. Ellerimi soğuk seramiğe dayadım ve başımı öne eğdim. Birkaç saniye gözlerimi kapattım. Her şeyi susturmak istedim.
Ama yapamadım.
Üzerime geçirdiğim ilk gömleği ilikleyerek soyunma odasından çıktım. Kanım hâlâ durmamıştı ama umursamadım. Ellerimi bile yıkamadan dışarı çıktım.
Arabaya adım attım. Ellerim direksiyonun etrafında sıkıca dolaştı, parmaklarım o kadar gerildi ki tırnaklarım deri altına batıyordu. İçimdeki boşluk, her bir kilometreyle daha da büyüyordu. Ama bilerek, isteyerek gitmek zorundaydım.
Yol boyunca sabahın erken saatleriyle birlikte güneşin ışıkları yavaşça yeryüzünü aydınlatıyordu. Havanın serinliği yüzüme vuruyor, her şeyin geçici olduğunu hatırlatıyordu.
Bir an için hızımı arttırdım, arabamın motorunun sesi kulaklarımda yankı yaptı. Ama bu, beni rahatlatacak bir şey değildi. Sonunda, son derece yavaş ve isteksizce konağın yolunu tutmaya başladım. Her dönüş, her kavşak beni biraz daha içsel bir savaşa sokuyordu.
Yolda tek başıma ilerlerken ne düşündüğümü bile tam olarak anlayamıyordum. Bir yandan buraya dönmek zorundaydım, çünkü bilmem gereken bir şey vardı. Diğer yandan, bana her şeyin ne kadar ağır geldiğini hissettiren bir his vardı. Yine de yola devam ettim.
Konağa yaklaştıkça, her şey daha belirginleşiyordu. Arabamı konağın önüne park ettim. Yorgun bir halde arabadan inip, adımlarımı yerle sertçe buluşturarak kapıya doğru ilerledim. Ama içimde bir şey vardı, bir ağırlık, bir sıkıntı… Ne kadar hazırlanırsam hazırlanayım, bir şekilde yüzleşmek zorundaydım.
Vera, sanki gelmemi bekliyormuş gibi, hızla merdivenleri inerek yanıma koştu. Gözleri korku ve kaygıyla dolmuştu. Hiçbir şey söylemeden, sadece bedenimle adeta konuşarak, ona sarıldığımdan daha sıkı sarıldı. Kolları bana sarmalandığında, tüm yorgunluğum, acılarım, günlerdir içimde taşıdığım tüm karmaşa bir anlık geçici bir huzura dönüştü.
Elleri yaralarımda dolaşırken bir şeyler söylüyordu ama onu izlemekten onu duymuyordum. O kadar dinlendiriciydi ki, gözlerimi kapatmaya bile cesaret edemedim. Bir an, sadece onun bana sarılmasıyla her şeyin çözülebileceğini düşündüm.
"Ne yaptın kendine, neden yaptın bunu?" sesindeki titremeyi, endişeyi hissedebiliyordum. Ama benim ona verecek cevabım yoktu. Anlatamayacağım kadar çok şey vardı, ama bu yüzden hiç istemedim.
Beni kollarıyla daha sıkı tutarak, odama taşıdı. Yavaşça yerleştirirken, gözlerinin içindeki kaygı giderek büyüdü. Yatakta oturdum, başım hala bulanıktı ama onu görmek bile acımı hafifletiyordu.
Yaralarım canımı yakıyordu, her bir yara bir başka anıyı hatırlatıyor, bana her şeyi bir kez daha yaşatıyordu. Ama onun parmakları, sanki bu yaraların da üzerine dokunacak gibiydi. Kollarını kaldırırken, bir an olsun çekinmeden dokundu. Her bir hareketi, sanki kalbimi yerinden söküp yerine yeniden koyar gibi huzur veriyordu.
"Ne haldesin" dedi Vera, ellerimden tutarak, ellerini bile hissetmekten mutlu oluyordum. Ama onunla her şey daha bir anlamlıydı. "Hani bırakacaktın, dövüşmeyecektin!" dedi ve tekrar sarıldığında, içimden bir yerden, acıların yerini sevgi alıyordu.
Ve ben, o an, acı içinde ama Vera'nın varlığında, bir adım daha atabileceğimi fark ettim.
Gözlerindeki korku ve kaygıyı bir an olsun gizleyemeyerek beni yataktan kaldırmaya çalıştı. O kadar nazik ama bir o kadar da kararlıydı. "Gel," dedi, "banyoya götüreceğim seni."
Vücudumun her yeri ağrıyordu, ama onun her hareketi, bana güç veriyordu. Yavaşça doğruldum ve onun yardımlarıyla banyo odasına doğru yürüdük. O an, bir şeylerin değiştiğini hissettim, ona güvenmek, acımı ondan saklamamak istedim.
Vera, banyonun kapısını kapattı ve hemen ellerini benim üzerimde gezdirmeye başladı. Gömleğimi indirirken yutkunmamaya çalıştım ama olmadı. Eli pantolonuma gittiğinde onu durdurmaya bile mecalim kalmamıştı. Sadece baksırımla kalırken onun sıcak ellerinde kendimi tutmaya çalışıyordum. Her bir hareketinde sanki içimdeki acıyı okumaya çalışıyordu ama bir şey söylemeden önce, beni nazikçe suyun altına oturttu. O ılık suyun vücuduma dokunuşu, kanımı temizlemekten çok, ruhumun kirini temizliyormuş gibi hissettirdi. Vera elleriyle suyu nazikçe dökerken, yüzümde biriken kanı temizledi. Her bir damla, sanki kalbimden bir yük alıyormuş gibiydi.
O an, sadece gözlerimin ona odaklandığını fark ettim. Onun yüzüne bakarken, her şey silinmiş gibiydi. Vera'nın elleri, suyun soğukluğuna rağmen sıcak, huzurlu ve sakin bir şekilde hareket ediyordu. Yavaşça başımı eğdim, ona güvenerek, başka hiçbir düşünceye yer bırakmadan sadece onun varlığına odaklandım.
Vera, bir yandan elleriyle temizlerken bir yandan da "kendine bunu neden yaptın?" diye mırıldandı. Ama ben ona hiçbir şey söylemedim, sadece gözlerimle yanıt verdim. O an, bir anlığına susmak, acı çekmek yerine sadece ona güvenmek istedim. Bütün dünya dışarıda kaybolmuştu, sadece o vardı. Ve ben, onunla burada, bu anın içinde kalmak istedim.
Gözlerim onun gözlerinde kaybolmuştu. Her şey bir anda silikleşmiş, sadece ikimiz kalmıştık. Kolumdan tutarak onu kendime çektiğimde ikimiz de ıslanmaya başlamıştık. Su altında, bedenlerimiz birbirine bu kadar yakınken, sormak istediklerim vardı ama bir kelime bile edemedim. Bedenim, her şeyi söylüyordu; her dokunuşumda onu daha da kendime çekmek istiyordum. Ama bir şey vardı, bir boşluk, bir belirsizlik…
Bana acıyıp acımadığını öğrenmeliydim. Ama nasıl soracaktım? Konuşmak yerine, gözlerimle sormak zorundaydım. Hafifçe ona yaklaşıp, bedenimi ona doğru yasladım. Omzuna dokundum, parmaklarımda titreme vardı, ama bu soruyu sormak için tüm gücümü topladım.
"Gerçekten bana acıyor musun?" Dediğimde göz bebekleri küçüldü. Onunda ıslanan yüzünden akan mahçubiyeti görebiliyordum.
kafasını hafifçe eğdi, gözlerinde bir üzüntü vardı. "Hayır," dedi sonunda, ama sesindeki titreme, onu haksız çıkarıyor gibiydi. "Acımıyorum sana, Adar. Sen acınacak bir durumda değilsin, yanlış anladın beni. Esra patavatsızca bir şey söyledi, beni dinlemedin bile. Çekip gittin. İki gündür sana ulaşmaya çalıştım ama ulaşamadım. Neden gelmedin Adar, neden gittin? Oturup konuşmak varken neden gittin?"
Gözlerimdeki çaresizlik, onun her bir kelimesiyle daha da derinleşti. Beni izlediği her an, içimdeki tüm duvarlar birer birer çökmeye başladı. bana acımadığını söylemişti. Şimdi karşımda, bu kadar samimi ve kırılgan bir şekilde duruyordu. "Esra'nın söylediklerini dinlemedim," diye söyledim, hareketim, ne kadar çabalasam da sanki kayboluyordu. "O an seninle oturup konuşmak istemedim, Belki de seninle konuşmak, her şeyi daha karmaşık hale getirecekti. Ne hissettiğimi kendime bile anlatamamışken, seninle nasıl konuşacaktım?" Gözlerim, onun bakışlarına odaklanmıştı ama içimdeki fırtınanın etkisiyle kelimeler dökülmüyordu.
"kaybolmam gerekiyordu." Diyerek devam ettim. "kaybolmaya ihtiyacım vardı," dedim, kelimelerimi ararken. Her biri bir zincirin halkası gibiydi. Ve bir halkayı daha kırdım. "Bunu hak etmediğini biliyorum."
Gözlerindeki üzüntü beni parçalıyordu. O kadar derin, o kadar içten bir bakıştı ki, bir noktada kendimi kaybettim.
"Bir daha gitme..." dedi Vera, sesi titreyerek, adeta kırılacak bir cam gibi. Gözleri, kalbinin derinliklerinden fırlayan bir acıyı taşıyor, her kelimeyle bana bir duvar daha örüyordu. Ellerini, sanki bana yapışacakmış gibi uzatırken, içindeki tüm korkuları gözlerinde gördüm.
Yavaşça, gittiğimi düşündüğüm her anın aslında beni ne kadar kaybettiğimi anlamama sebep olduğunu fark ettim. Beni anlamadığını sanmıştım, ama o sadece sessizce beklemişti, bir adım atmamı, kararımı vermemi. Ve şimdi, ona karşı koyacak hiçbir şeyim yoktu.
Bir adım daha atmak, bana ne kadar acı verse de, onu kaybetmeye cesaretim yoktu. "Vera'm.." dedim, hareketlerimle ona fısıldar gibi. "Bir daha gitmem. biliyor musun ben belki de en çok seni kaybetmekten korkuyorum."
Ellerini tutarak, belki de tüm sessizliklerin ortasında, bir kez daha ne demek istediğimi onda bulmaya çalıştım.
Dudaklarım onunkilerle buluştuğunda, her şey bir an için durmuş gibiydi. Sadece onun sıcaklığı, solukları, kalp atışları vardı; beni sarhoş eden, her şeyin önünde duran bir gerçeklik. Gözlerim kapalıydı ama o anı, her santimini hissettim. Duygularım beni kavrayıp sarmışken, bir tek şey vardı kafamda: Onu kaybetmekten korkuyordum.
Elleri boynumdan yukarı doğru kıvrıldığında, benimkiler de ona sıkıca tutundu. Bir an için, zamanın durmuş olduğunu düşündüm. Yavaşça geri çekildim, ama gözlerimdeki bakış ona her şeyi anlatıyordu. İçimdeki bütün kırıklık, telaş, ve belki de pişmanlık ona gözlerimle söyleniyordu. Ne söyleyeceğimi bilemedim, ama ona verdiğim her bakış, duygularımı çok iyi açıklıyordu.
“Bir daha gitme...” dedi. Gözlerinde, o kadar çok şey vardı ki; korku, endişe, ama aynı zamanda güven arayışı da...
Bunu duyduğumda, kendimi tutamadım. Dudaklarım yeniden onunla buluştu. Bu sefer her şey daha derindi. Gerçekten her şeyden önce, bana ne kadar çok ihtiyaç duyduğunu anlıyordum. Ve ne kadar acıtsa da, ne kadar karmaşıklaşsa da, ona her şeyimi verebilirdim.
Bana göre küçük kalan bedenini kucakladım, ellerim beline sarıldı, onu kendime doğru çekerek bir adım daha yakın olmak istedim. Onun tenine duyduğum bu ilgi, sadece fiziksel değil, bir ihtiyaçtı. O kadar derin bir bağ vardı ki bu, kelimelerle anlatmak imkansızdı. Bütün vücudum ona sahip olma arzusuyla yanıyordu.
Elim hâlâ üzerimize boşalan suyun musluğunu bulduğunda hızla kapattım. Islak bedenlerimize rağmen onu kucağımdan indermeden, dudaklarımız birbirine yaslıyken ezberimde olan odaya hızla geçtim. Onu yatağa yaslarken, üzerine çıkarken, ve hatta üzendeki elbiselerini indirirken sanki her şey ağır çekime girmiş gibi yavaşlamıştı. "Seni istiyorum." Titrek sesi, beni derinden kavururken aynı hisleri onunla taşıyordum.
Bedeninden sıyırdığım elbiselerinin ardından sadece iç çamaşırlarıyla kalırken tarif edilemez bir duyguyla karşı karşıyaydım. Utangaç gözleri benden kaçarken gülümsemeden edemedim. "Üzerimizi örtsek olmaz mı?" Dediğini ikiletmedim. Yorganın altına ikimizi de alırken sanki bedenimdeki bütün yorgunluk uçup gitmişti. Ağrılarım hafiflemiş, yeniden hayat bulmuş gibiydim. Boynunu öpüp gerdanına inerken kısa iniltileri canıma okuyordu. Bacağını saran parmaklarım karıncalanırken kendimi ona doğru bastırdım. Tırnakları aynı anda sırtıma batarken ilk defa bir acının böyle zevk verdiğini görüyordum.
"Adar..." Adımı zevkle anarken resmen sesine bile hayran kalıyordum.
Onu incitmek istemeyerek emin olup olmadığını anlamak istercesine gözlerine baktım. "Gerçekten benimle olmak istiyor musun? Yoksa kendini bana kanıtla-"
"Kes sesini Devran! Seninle olmak istemesem şu raddeye de gelmezdik! Kendimi kanıtlamaya falan çalışmıyorum, kendi rızamla kocamla birliktelik yaşamak istiyorum!" Kelimeler kifayetsiz kalırken onun bu çıkışını beklemiyordum. Bana Devran demişti, hep yaptığı gibi... Sinirlenince Devran, sakinken Adar'dım onun için. O ise benim için her zaman Vera'dı. Benim Vera'm...
Gözlerinde anlık bir sinir görürken onu tekrar öpücüklerimle yatıştırmaya çalıştım. Tekrar parmakları enseme çıktığında, onu bir kez daha büyük ihtiyaçla karşıladım.
"DEVRAN!" konağın avlusundan yükselen ses aramıza çığ gibi düşerken gelen sesin kime ait olduğunu bulmaya çalışıyordum. "NERDESİN LAN, DEVRAN!" Vera bana kaygıyla bakarken yataktan doğrularak onun üzerini örttüm. "Neler oluyor Adar?" Korkan sesine rağmen soğuk kanlılıkla hızla dolaptan elime geçen ilk elbiseleri giyinmeye başladım. "DEVRAN!" Ali deli gibi ismimi sayıklarken Vera'nın yüzünü avuçlarımın arasına aldım ve küçük ama derin bir öpücük bıraktım dudağına. "Odadan çıkma, kapını kilitle ben gelene kadar, tamam mı?" Gözleri hâlâ korkuyla bakıyordu. "Sen nereye gideceksin, ne istiyor yine senden?" Başımı bir şey yok derecesine salladım ve yanından ayrılmak için harekete geçmiştim ki elimi tutarak beni durdurdu. "Ya sana bir şey yaparsa, gitme n'olur." Yutkundum.
"DEVRAN!" hâlâ gelen gürültüye rağmen onun elini öptüm ve gülümsedim. "Bir şey olmayacak, merak etme. Hemen geleceğim." Elimi ellerinin arasından çekmek vicdan azabı gibiydi. Onu arkamda bırakıp odadan çıkarken aklım hep bu odada kalacaktı.
Odadan çıkarken doğruca avluya baktığımda Ali elinde silahı ile haykırırcasına, delirmişcesine ismimi haykırıyordu. Merdivenlerden inerken arkasında duran Zelal yengem, Meryem halam, ve dedem duruyordu.
Ağır ağır inip son basamakta dururken onun öfke saçan gözleri beni buldu. "Babam yok!" Dedi yüzüme haykırarak. "Babam yok ve bunun sebebi sensin lan!" Dedem bile bana şüpheyle bakarken ellerinde bir kanıt aradım.
"Kanıtınız var mı?" Ellerimi kullanarak söylediğime halam tercümanlık ederek onlara seslendirdi.
"NE KANITI LAN, NE KANITI! SEN BİR ŞEY YAPTIN BABAMA! BAŞKA BİR AÇIKLAMASI YOK!"
"Neden benden şüpheleniyorsunuz ki? Asıl katil olan sizlersiniz. Sizden güçsüzleri öldürmek yine size yakışan bir şey, belki yine sizin içinizden biri öldürdü babanı?" Halam sesime ses olurken bir an sesi kısıldı. Dedemin gözleri kısılırken yaptığım imayı anlamamak için kıt olmak gerekirdi.
Onlar benim annemin, kardeşimin, ve çocukluğumun katilleriydi. Bu sindirebileceğim bir şey değildi.
"Kes lan sesini! Babam nerde! Ne yaptın babama!" Zelal yengem ağlarken gelini onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Esra uzakta bizi korkuyla izlerken koşar adımlarla yanımıza Serdar geldi.
"Ne bağırıyorsunuz oğlum, ne oluyor?"
"Babam yok!" Serdar anlamayan bakışlarla bize baktı. "Devran'ın ne suçu var burada? Ne oluyor?"
"Bu aileyi hiçbir zaman sevmedi! Babamı da, bizi de! Her zaman babamdan nefret etti! Evin kara kedisi, ondan bilmeyeceğim de kimden bileceğim!"
"Sevmek zorunda değil!" Serdar kardeş gibi beni korurken bir yandan da konduramadığını biliyordum. "Oğlum babanın çocuğa yapmadığı psikolojik şiddet kalmadı, sevmemesi normal değil mi! Hepinizin yaptığı dışlanmayı göremeyecek kadar kör müyüz! Yaptığınız çok güzelmiş gibi bir de bizi hiç sevmedi diyor ya! Ne yapsın! Boynunuza mı sarılsın!"
"Babam yok, en son onunla görmüşler!" Serdar bir an bana baktı ama yine de kötü düşünmemeye çalıştı. "Bunu görende sizden biridir! Yalan söylemediği ne belli!"
"Yeter!" Halam, dedemden güven alarak onların arasına girip sustururken deden bastonuyla ağır ağır yürüyerek önüme gelip durdu. "İçinde bitmeyen bir kin var, bunu biliyoruz." Bu sakladığım bir gerçek değildi zaten. "Amma, eğer ki bu kadar ileri gitmişsen..."
Eee, der gibi yüzüne baktım. Ellerimi ceplerime koyarak rahat bir pozisyon aldım ve onun ağzından çıkan sözleri sanki alaya alıyormuşum gibi kaşlarım havalandı.
"Neler olacağını ben bile kestiremem..." Hafifçe gülümsedim ve elimi cebimden çıkararak omzuna iki defa vurdum. Halamın gözlerine baktım ve o ne yapacağını anladığında geri dedeme baktım. "Siz ne yapacağınızı kestiremiyor olabilirsiniz ama ben kestiriyorum," kulaklarıma başka bir adım sesi iliştiğinde Vera'nın odadan çıktığını anlamıştım. "İçimdeki kin bu konağı da... Konağın içinde olanları da yakmaya yetecek kadar ..." Dedemin gözleri küçüldü. "Eğer biraz daha beni ve karımı rahatsız edecek bir durumun içine sokacak olursanız, o zaman o ateşi durduracak hiçbir şey olmaz, bilesiniz!" Hemen arkamda duran varlık kalbimi hızlandırmıştı. Sıkı bir nefes verdim. "Amcama her ne oldu bilmiyorum ama..." Gözlerim Ali'yi buldu. "Benim elimden olmasını çok isterdim." Halam son sözümü söylemekten çekinir gibiyken avluda duran herkese son kez baktım. Arkamı döndüğümde Vera'nın yüzünü gördüm. Elini tutarak merdivenleri tekrar çıkacakken şiddetli bir sese maruz kalmıştık. Hızla Vera'yı eğip kendime çekerken, ona siper olmuştum. Ali nihayet elindeki silahı kullanmıştı. Kısa bir çığlık ile bana sığınan kadını arkama alarak Ali'ye döndüm. Silahını bana doğrultmuş eli deli gibi titriyordu.
"Ali ne yapıyorsun indir o silahını!" Serdar ve halam aynı anda bağırırken Vera'nın elini bir dakika bırakmıyordum.
Gözleri neredeyse deli gibi parlıyordu, titreyen elindeki silahın namlusunu doğrudan bana doğrultmuştu. Sesi, öfke ve acının karışımıyla titriyordu. "Babamın başına sen bir şey getirdin!" diye bağırdı, ama onun sesi, öfkenin derinliklerinden yükseliyordu. Vera'yı arkama alıp korurken, kalbim hızlıca çarpmaya devam ediyordu.
Arkamda duran kadının elleri titreyerek benimkini sımsıkı kavrayıp, "Adar, lütfen dikkatli ol," dedi, sesi korku doluydu.
Ali'nin gözleri benden bir an olsun ayrılmadı, ama silahı hâlâ sabit tutamıyordu. Kafasında ne olduğunu anlamak çok zordu. "Ne yaptın babama!," dedi, gözleri bu sefer daha da kararmıştı. "Nerde babam!?" İçimden geriye doğru saymak istedim, ama gözlerimdeki sabır çoktan tükenmişti.
"Ali," dedi Serdar yavaşça, "Bunu çözmenin tek yolu bu değil." Ama titreyen ellerine rağmen silahı hâlâ bize doğrultuyordu.
Bir şeylerin kırılacağını hissediyordum.
Bir şeyler olacaktı ve bu his bana çoktan huzursuzluk vermeye başlamıştı bile.
"İndir o silahını!" Dedem sanki bunu hissetmiş gibi Ali'ye bağırdı. Zelal yenge oğlunun titreyen elini tutmaya çalıştı ama Ali geri çekildi. "Çekil!" Gözlerini kin bürümüştü. "Eminim ki bir şeyler biliyorsun!" Sustum. Sadece gözlerine baktım çünkü o benim için bir çocuktan farksızdı.
"İndir dedim o silahı oğul!" Dedem bir kez daha bağırınca Ali ona korkuyla baktı ama hemen indirmedi silahı. "Bir kaza çıkmadan indir silahı!" Ali yutkunarak silahı indirdi ama gözlerinde hâlâ bir alev vardı. "Al karını da ananı da, odanıza geçin, hayde!" Dedemin bağırması sanki onlarda büyük bir etki yaratmış gibi Zelal yengem ve karısı hilal, koluna girerek Ali'yi zorla yürütmeye çalıştı. Serdar onun elinden silahı çekip alırken hızla emniyetini kontrol etti. "Benamûs!" Dedi Serdar arkasından kısık sesle. Dedemin bakışları, yılların verdiği ağırlığı taşıyan bir öfkeyle bana saplandı. Sözlerinin derinliğiyle sanki her bir kelime ciğerlerimi yakıyordu. "Bundan sonra bu evde kimse silah taşımayacak!" diye bağırdı, sesi titreyerek titrek bir otoriteyle yankılandı. "Herkesin yeri belli, herkes kendi sınırlarında kalacak. Ali'nin, senin ve tüm bu kaosun artık son bulacak."
Bana doğru adım atarken, omuzlarına binen yükün, yaşadığı hayal kırıklığının da etkisiyle adımlarını güçsüz buluyordum. Gözlerimdeki ifade ne kadar soğuk olursa olsun, içimdeki karmaşa hiç bu kadar yoğun olmamıştı. Gözlerim, dedemin bakışlarında bir şeyler kaybettiğimi gösteriyordu.
"Amcanı görmediğine eminsin değil mi?" Kısa bir baş sallamayla onu onayladığımda başını yavaşça salladı. "İyi?" diye fısıldadığında ona nasıl karşılık vereceğimi kestiremedim. Gözleri kısa bir an arkama kaydı ama hemen sonra önüne dönerek hızlı adımlarla konağı terk etti. Serdar yanıma gelirken arkasından Esra da geliyordu. "Şerefsiz," dedi Serdar tekrar arkalarından. "Onca şeyden sonra hâlâ bizi sevmiyor diyor, adi!" Ona minnetle gülümseyerek omzunu sıktığımda Esra mahçup bir şekilde bana baktı. Arkamda varlığını belli eden Vera bir adım öne çıktı. "Şey..." Dedi Esra, sanırım o gün söylediği sözün mahçubiyetini yaşıyordu. "Devran abi... Ben özür dilerim..." Hakikaten nerdesin lan sen iki gündür?" Esra'yla cevap vermeye fırsat vermeden Serdar tekrar konuştu. Vera bir adım daha atarak, “Serdar...” dedi, sesi biraz daha sertleşerek. “Devran’ın neler yaşadığını anlamıyorsunuz. Bu kadar zorlayıcı olmanın kimseye faydası yok. Ben biliyorum onun nereye gittiğini...”
Bütün bu konuşmaların ortasında, bir şeyler değişiyordu. Vera beni anladığını gösteren konuşmasıyla Serdar'a yanıt verirken ben sözü havada kalmış esraya dönerek elimi göğsüme vurdum ve sıkıntı yok dercesine onu rahatlatmak amacıyla, gülümsedim.
"Peki..." Dedi Serdar pes etmişcesine. "Yenge hanım, sıkıntı yok derse bitmiştir." Eşinin elini tuttu. "O zaman bize, kısa bir müsade..."
"Ay, nereye gideceğiz Serdar?" Esra ona parlayan harelerle bakarken Serdar kocaman gülümsedi. "Gittiğimizde görürsün prensesim!" İkisi el ele tutuşarak konaktan ayrılırken Vera'nın dudaklarından kısa bir kıkırtı döküldü.
Gülüşü, o kadar içten ve huzurlu geliyordu ki, bir an her şeyin normale döneceğini düşündüm. Bu kadar karmaşanın arasında, o küçük kahkaha sanki bir işaret gibiydi. Onunla göz göze geldiğimde, kalbimdeki ağırlığın biraz olsun hafiflediğini fark ettim. Serdar ve Esra'nın arkasından bakarken, gözlerim Vera'dan başka bir yere kaymadı.
Yavaşça onun elini tuttum. Hissettiğim o sıcaklık, her şeyin geçebileceğini düşündürüyordu bana. Adımlarımız birbirine uyum sağladı, ne kadar zor olsa da birlikte yürüyorduk. Odamıza doğru ilerlerken, daha önce hissetmediğim bir huzur sardı etrafımı.
Vera, hafifçe başını eğip, “Bütün bu karışıklıkta, hala birlikte durabilmemiz iyi bir şey, değil mi?” dedi.
“Evet,” dedim, içimden geçenleri ona aktarmak için ne diyeceğimi dikkatle seçerek. "Sadece seninle her şey daha farklı." Gözleri beden dilimden kayıp gözlerime tırmandı.
Odaya girdiğimizde, kapıyı kapattım ve bir an sessizlikte kaybolduk. Ne Esra, ne Serdar, ne de dışarıdaki dünya... Sadece ben ve Vera kaldık. Bunu hissedebiliyordum; belki de yeniden başlamak için geç değilmiş gibi... bakışları, sanki bir şeyler söylemek istiyordu ama kelimeler ağzına gelmiyordu. Yavaşça yaklaştım, yüzünü inceledim. Gözleri hala bana tutkulu, ama aynı zamanda bir parça kırgın gibiydi.
“Beni mi bekledin?” diye sordum, geçen iki günden bahsederek. içimdeki soruları ona yönlendirmek istedim.
Başını hafifçe eğdi ve birkaç saniye sessiz kaldı. Sonra yavaşça, “Evet, her an geri dönmeni bekledim, ve bu bir işkence gibiydi,” dedi. Sözlerinde bir anlam vardı, içime işleyen bir anlam...
Bir adım daha atarak, ellerini tuttuğumda onu yakından hissettim. O anda her şey daha anlamlı oldu. İkimizin de içindeki belirsizlikler, o sessizlikte kayboluyordu. “Her şey yoluna girecek,” dedim, bir yudum derin nefes alarak. “Sana söz veriyorum.”
Gözlerini bana dikip bir süre sessiz kaldı. Sonra, bir gülümseme belirdi dudaklarında. “Sana güveniyorum,” dedi, ama sesindeki titreme, içindeki karışıklığı hala belli ediyordu. Yavaşça başını eğip, ellerimi sıkıca tutarak bana yaklaştı.
İçimdeki o soğuk kaybolmuştu, yerini bir sıcaklık almıştı. Birlikte, her ne olursa olsun, bugünü bir şekilde birlikte atlatacaktık. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını biliyordum. Ama bunu sadece birlikte yapabileceğimizi de.
Aramıza giren tekrar bir kapı sesi olurken sinirle gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim. Vera işin dalgasında kalarak güldüğünde yanağıma bir öpücük bırakarak yatağa oturdu. El mahkum kapıyı ben açarken halam telaşlı gözlerle odaya girdi. "Oğlum," dediğinde telaşı sesine de yansımıştı. Kapıyı kapatarak ona döndüm. "Ali çıldırmış, her yerde Agîr'ı arıyor! Gözleri senin üzerinde, nasıl olacak şimdi? Ne yapacaksın?" Sakin olması için elini tutup cam tarafında duran koltuğa oturttum. Hemen önüne çömeldiğimde bana bu zamana kadar yaptığı anneliği taçlandırmak ister gibi elini öptüm. "Merak etme," dedim kendi dilimle gözlerine bakıp söylerken. "Ben bir çaresini bulurum. İstediği kadar yaptığımı düşünsünler, ellerinde bir kanıt yok. Delil yok,"
Halamın yüzü gerildi, gözleri endişeyle kısıldı. “Delil olmasa bile herkes senin yaptığını düşünüyor, oğlum. Bu işler böyle yürümez, hele Ali’nin kafasına bir şey koydu mu, seni de yakmak için elinden geleni yapar.”
Başımı hafifçe eğdim, dudaklarımı birbirine bastırarak düşündüm. Haklıydı. Ali’nin gözü dönmüştü, bir şekilde Agîr’ı ararken eninde sonunda benimle yüzleşmek zorunda kalacaktı.
Halam, omzuma hafifçe vurarak beni kendime getirdi. “Bak, sen benim oğlumsun. Seni kaybetmek istemem, Devran. Bir yolunu bul, bu iş senin başına dert açacak. Göz göre göre ateşe yürüyorsun.”
İçim sıkışmıştı. Halamın ellerini avucumun arasına aldım, parmakları titriyordu. “Ben hallederim,” dedim. “Kimse bana bir şey yapamaz, hele Ali... O sadece bağırıp çağırır, ama bana dokunamaz.”
Halam başını iki yana sallayarak iç çekti. “Keşke senin kadar emin olabilsem." Ağlamaklı olurken Vera yataktan kalkıp yanına geldi. Onu teselli etmek için ister gibi omzuna dokunup "iyi misiniz?" Dedi.
Halam hızla toparlandı, ayağa kalktı ve Vera’ya sevgiyle baktı. “İyiyim kızım, ben gideyim, daha fazla şüphelenmesinler.” Sonra bana döndü ve elini omzuma koyarak hafifçe sıktı. “Dikkatli ol,” dedi sadece, gözlerinde binlerce kelime saklıydı.
O çıktıktan sonra Vera kapıyı kapatıp yanıma yaklaştı. “Ne olacak, Adar?”
Ayağa kalkıp halamın yerine oturdum, onu da kendime çekerken hemen yanıma oturdu. Kolumu etrafına atarak sırtından kendime çektim. "Halledemeyeceğim bir şey değil, sen düşünme bunu,"
kaşlarını çattı, gözlerimin içine baktı. “Sen hep böyle misin?”
“Nasıl?”
“Her şeyi tek başına çözeceğini sanan, kimseyi yanında istemeyen biri...”
Bunu duyduğumda içimde bir şeyler titredi. Ama ona cevap vermedim. Sadece elimi uzattım ve onun elini tuttum. Sessizlik içinde öylece durduk. Çünkü bazen, kelimeler her şeyi anlatmaya yetmezdi.
"Bilmem," dudaklarımı büzerken bakışları içimi delip geçiyordu.
Elini tutarken üzerime hafifçe çektim, ama o direnç gösterdi. Beni gözleriyle tarttı, yüzündeki ciddiyeti bozmadan elini geri çekmeye çalıştı. Ama ben bırakmadım.
"Adar, ciddiyim," dedi usulca, ama sesi kararlıydı. "Ali bu işin peşini bırakmaz. Sana zarar vermesinden korkuyorum."
Benimse aklım onun söylediği şeylerden çok, dudaklarının arasında çıkardığı o yumuşak seste, gözlerinin içindeki parıltıdaydı. Başımı hafifçe eğerek yüzüne yaklaştım. "Bu konuyu sonra konuşsak?" dedim, beden dilim farkında olmadan hızlanmıştı.
Vera gözlerini devirdi. "Hayır, tam da şimdi konuşacağız. Sen iki gündür ortada yoksun, biri gelip konağı basıyor, silahlar çekiliyor, senin umurunda olan tek şey bu mu?"
Bunu duyunca gülümsedim, hatta hafifçe güldüm. "Benim şu an tek umurumda olan şey sensin." Bunu söylerken diğer elimle belini kavrayarak kendime çektim, ama Vera anında ellerini göğsüme koyup beni durdurdu.
"Adar, hayır!" Gözlerini kısıp beni uyardı. "Ciddi bir şey konuşuyoruz, senin aklın nereye gidiyor?"
"Benim aklım hep sende," içtenlikle yanağını öptüm.
O ise pes etmiyordu. "Adar, bak, cidden... Ali gözünü karartmış durumda. Ne yapmayı düşünüyorsun?"
Kollarımı iki yana açarak hafifçe başımı salladım. "Benim için dert etmeyi bırak. Halledeceğim dedim."
Vera, bu cevaptan memnun olmayarak sinirle derin bir nefes aldı. "Sen ne kadar inatçısın, biliyor musun?"
Başımı sallayıp hafifçe gülümsedim. "Evet, ama sen benden daha inatçısın."
Vera tam bir şey söyleyecekken onu tekrar kendime çekip belinden kavradım. "Tamam, konuşmayı bir kenara bırakalım," dedim yalvarırcasına.
O ise kollarını göğsüme koyarak hafifçe itti. "Hayır, Adar!"
Kaşlarımı kaldırarak yüzüne baktım. "O zaman başka bir şey yapalım..."
Gözleri şüpheyle kısıldı. "Ne gibi?"
Beni daha fazla reddetmeyeceğini bildiğimden eğilip boynuna küçük bir öpücük kondurdum. "Mesela, Ali’yi ve bütün bu meseleleri unutup biraz sadece ikimiz olalım."
Vera derin bir nefes aldı, gözleriyle beni uyardı ama yanaklarına yayılan pembelik bana aslında düşündüğünden farklı hissettiğini gösteriyordu.
"Adar, odaklan."
"Odaklanıyorum," hafifçe gülerek. "Ama yanlış yere." Dediğimde iyice kızarıyordu.
"Kes şunu!" diye homurdandı.
Gülümsemem büyüdü. "O zaman, susayım mı?"
Vera, sinirle kollarını göğsünde bağladı. "Evet."
Başımı uzatıp dudaklarının kenarına kısa bir öpücük bıraktım. "Tamam, sustum."
Ama susmamıştım. Yine de Vera’nın konuyu değiştirmekte ne kadar kararlı olduğunu fark edince, sonunda pes etmiş gibi kollarımı kaldırdım. "Peki, tamam. Konuşalım."
Vera’nın gözleri şüpheyle kısıldı. "Gerçekten mi?"
Başımı salladım. "Evet. Ama yatakta konuşalım."
"Adar!"
Kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Tamam, tamam! Şimdi çok ciddiyim."
Vera, bana inanmamakla inanmak arasında gidip geliyordu. Ama gözlerinin içindeki o kıvılcım, aslında az önceki yakınlığımızdan etkilendiğini gösteriyordu. Sadece zaman meselesiydi. Ve ben beklemeye hazırdım.
Vera’nın dudakları hâlâ sımsıkı kapalıydı. Gözleri kararlılıkla bana bakıyordu ama içinde bir şeyler savaşıyordu, bunu hissediyordum. Elimi usulca belinden çekip parmaklarımı onun avucuna bıraktım. "Tamam, konuyu değiştirmeyeceğim," dedim içtenlikle. "Ne anlatmak istiyorsan, dinliyorum."
Vera gözlerini kaçırdı, derin bir nefes aldı. Gözleri bir an boşluğa daldı, sanki o an başka bir yerdeydi. Sonra sesi titrek bir şekilde döküldü dudaklarından:
"Annem çok severdi böyle şeyleri..."
Kaşlarımı hafifçe çattım. "Nasıl şeyleri?"
"Anlatmayı... Dinlenmeyi..." Omuzları hafifçe çöktü. "Beni dinlerdi hep. Hiç sıkılmadan. Ne kadar saçma bir şey anlatırsam anlatayım, yüzünde hep aynı gülümseme olurdu."
Sesi giderek daha yumuşak ve uzak bir hâl aldı. Sanki annesini anlatırken bile zihninde onun varlığını hissediyordu.
Derin bir nefes aldı, gözlerini kaçırdı. "Annem... Onu özlüyorum, Adar."
Başımı hafifçe yana eğdim, yüzünü daha iyi görebilmek için. "Gidip görebilirsin," dedim sakince.
İç geçirdi, dudaklarını ısırdı. "Öyle kolay değil."
Kaşlarımı çattım. "Nesi zor?"
Gözleri hızla bana döndü. İçinde hüzün ve özlem vardı. "Evlendiğimden beri görmedim onu. Beni bir kez bile aramadı. Ben de aramadım."
Sustu. Sanki içindekileri dile getirmek onu daha da kırıyordu. Ben de sustum. Bazen kelimelerden çok, sessizlik anlatırdı insanı.
Vera gözlerini kısarak boşluğa baktı. "Annem beni çok severdi, biliyor musun? Küçükken bile, nereye gitsem gözleri hep üzerimde olurdu. Ben büyüdükçe, üzerime daha çok titredi. En sevdiğim yemekleri yapar, sabahları saçımı örerdi. Hatta... Bazen beni işe giderken bile arardı, ‘Karnın aç mı? Üşüyor musun?’ diye sorardı. O zamanlar sinir olurdum."
Güldü ama gözleri doldu. "Ama şimdi... O ilgiyi ne kadar özlediğimi fark ettim."
Elini tuttum. "O da seni özlemiştir."
"Bilmiyorum..." Başını eğdi. "Evliliğimi kabullenemedi, haklı olarak. Abim ve babam zaten seslerini çıkarmadılar. Ama annem son anına kadar bir şeyler yapmayı çok istedi. Elinden gelse beni gökyüzüne gönderirdi... Onu en son düğünde gördüm. Beni en son gelinlik içinde gördü."
Sustu, gözleri dalıp gitti.
"Konuşmak ister misin?" diye sordum.
Omuzlarını silkti. "Bilmiyorum. Ona haksızlık yapmışım gibi hissediyorum."
Başımı iki yana salladım. "Saçmalama, Vera. O senin annen. Senin gitmeni bekliyor olabilir."Gözleriyle beni aradı, gerçekten inanıp inanmadığımı görmek ister gibi. Sonra yavaşça başını salladı.
"Onu görmelisin," dedim yumuşak ama kararlı bir hareketle. "Ne olursa olsun, o senin ailen. Kapısını çalmadan ne düşündüğünü bilemezsin."
Vera birkaç saniye düşündü, sonra sessizce başını salladı. "Belki..." diye fısıldadı. "Belki gidebilirim."
Gülümsedim. "Beraber gideriz istersen."
Gözleri büyüdü. "Sen de mi?"
"Elbette." Elini sıkıca tuttum. "Eğer yalnız gitmek istemezsen, yanında olurum."
Bir süre bana baktı, sonra gözlerini kaçırarak hafifçe gülümsedi. "Teşekkür ederim, Adar."
Başımı salladım. "Ne zaman istersen."
Sessizlik çöktü ama bu kez ağır değildi. Vera’nın içinde bir şeyler hafiflemiş gibiydi. Ama hâlâ bir adım atması gerekiyordu. Ben de yanında olacaktım.
Derin bir nefes aldı ve. "O zaman gidelim," dedi sessizce. Ama sesi kararlıydı.
Gözlerimi ondan ayırmadan başımı salladım. "Tamam. Giyin, ben de hazırlanayım."
Vera hızla ayağa kalktı, dolabın önüne geçti. Ne giyeceğini düşünürken parmakları askılarda gezindi. Hafifçe tereddüt ettiğini gördüm. Sonra klasik, zarif ama sade bir elbise çıkardı. Açık renkli, düz kesim bir elbiseydi. Ne fazla gösterişliydi ne de fazla sıradan. Tam Vera'ya yakışan türdendi.
Ben de dolaba yöneldim, hızlıca koyu renk bir gömlek ve pantolon aldım. Vera sessizce giyinirken ben de üzerimi değiştirip aynaya kısa bir bakış attım. Çok mu resmi giyinmeliydim? Sonra başımı salladım. Hayır, sonuçta bir ziyaret için gidiyorduk, iş görüşmesine değil.
Vera, aynada kendine son bir kez bakarken göz göze geldik. "Hazır mısın?" diye sordum. Saçlarını açarken eliyle şekil verdi ve bana döndü.
Derin bir nefes aldı, dudaklarını hafifçe ısırdı. "Bilmiyorum ama oraya gitmem gerekiyor."
Cevabı hoşuma gitti. Korkuyordu ama geri adım atmıyordu.
Ona yaklaşarak elini tuttum. "Yanındayım."
Sıcak bir şekilde elimi sıktı. "Biliyorum."
Sonra birlikte kapıya yöneldik. Konağın koridorlarından geçerken içimde garip bir huzursuzluk vardı. Vera’nın annesiyle yüzleşmeye hazır olup olmadığını bilmiyordum ama ne olursa olsun yanında olacaktım.
Tam avluya inmiş, dış kapıya doğru ilerliyorduk ki sert bir ses arkamızdan yankılandı.
"Nereye böyle?"
Adımlarımız istemsizce durdu. Vera’nın elini sıkıca tuttum ve yavaşça geriye döndüm. Yengem, Zelal avlunun ortasında kollarını göğsünde kavuşturmuş, sert bakışlarını Vera’ya dikmişti.
Vera hafifçe yutkundu ama sesini kararlı çıkarmaya çalıştı. "Annemin yanına gideceğim."
Zelal'ın bakışları iyice daraldı. Dudakları öfkeyle büzüldü. "Öyle mi?" dedi buz gibi bir sesle. Sonra gözlerini bana kaydırdı, ama asıl hedefi belliydi. Vera'ya bir adım yaklaşıp gözlerini dikti. "Henüz benim kızım, beni görmeye gelmedi. Sen de gidemezsin."
Vera bir an duraksadı, sanki ne diyeceğini bilemedi. Ama ben içten içe onun o an ne hissettiğini biliyordum. Bu, yine aynı şeydi. Berdel. Bir borç gibi, bir denge unsuru gibi görülmek.
Vera’nın elini sıktım, ona güç vermek istercesine. Ama o, gözlerini Zelal"den ayırmadan, sesi titremeden konuştu. "Gideceğim," dedi net bir şekilde. "Annem benim annem, senin kurallarına göre onu görmeyi bekleyemem."
Zelal kaşlarını kaldırdı, dudakları alaycı bir kıvrımla gerildi. "Benim kızım bekleyebilir ama, öyle mi?"
Vera bir şey söylemeye hazırlanıyordu ama bakışları bir hançer gibi üzerine saplandı. "Bu evlilik, iki aileyi ayakta tutmak için yapıldı," diye sertçe devam etti. "Hâlâ bunu anlamadıysan, gerçekten çok safmışsın gelin hanım."
Vera'nın yanımdaki duruşu sertleşti. Yutkundu ama pes etmeye niyeti yoktu. "Bu evlilik, annemi görmeme engel değil," dedi sessiz ama keskin bir sesle.
Hilal derin bir nefes aldı, başını yana eğerek güldü ama bu kahkahanın içinde sıcak bir şey yoktu. "Bunu sen mi söylüyorsun, yoksa kocan mı?" Gözlerini bana kaydırdı.
Bana meydan okuyordu.
Ama ben çoktan kararımı vermiştim. Başımı dimdik tutarak, Vera’nın elini bırakmadan ona doğru bir adım attığımda yutkunarak geriye doğru geriledi. "Ben söylüyorum," dedim sert bir hareketle. "Vera annesini görmek istiyor ve biz gidiyoruz." Beni anlamayacağını biliyordum ama hareketlerimden sinirimi anlayabilirdi.
Gözlerini bir an bile bizden ayırmadan durdu, dudaklarının arasından hafif bir ‘hıh’ sesi çıktı. Sonra başını iki yana salladı. "Sen bilirsin Devran," dedi son kez. "Ama bunun da bir bedeli olur, unutma."
Son bir bakış attıktan sonra hızla döndü ve konağın içine doğru yürüdü.
Vera derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. İçindeki fırtınayı hissetmemek mümkün değildi. Elini sıkıca tuttum. "Hadi," dedim yumuşak bir kafa hareketiyle.
Başını salladı ve birlikte kapıdan çıktık. Şimdi, gerçekten yoldaydık.
Araba konağın önünde durduğunda Vera’nın nefesi hızlandı. Onun ne kadar heyecanlı olduğunu hissedebiliyordum. Kapıyı açmadan önce elini sıktım, gözlerini bana çevirdi. "Sakin ol,"
Gözlerindeki parıltı, içinde kopan fırtınayı ele veriyordu. "Tamam," dedi ama elini elimden çekmedi.
Arabadan indiğimizde, kapıdan geçerek büyük avluya girdik. içeriden gelen sesler bir anlık sessizliğe büründü. Bizi gördüklerinde önce bir şaşkınlık oldu. Vera, gözleriyle annesini ararken kapının eşiğinde duran yorgun kadını gördü.
"Anne..." diye fısıldadı. Sonra hiçbir şey söylemeden, hiçbir şeye aldırmadan hızla ona doğru koştu.
Annesi, Vera’yı kollarına aldığında gözleri dolmuştu. "Kızım..." dedi boğuk bir sesle. "Seni çok özledim."
Vera, annesinin omzuna yüzünü gömerken sessizce hıçkırdı. Onları izlerken, bunun onun için ne kadar zor olduğunu düşündüm.
Arkamda bir hareketlenme hissedince başımı çevirdim. Adımlarını sağlam atan, gözleri keskin bakan biri yaklaşıyordu. Baran'ı ilk gördüğünde yüzünde sert bir ifade vardı ama yaklaştığında o sertlik biraz yumuşadı.
"Hoş geldin, Devran," dedi tok bir sesle.
Ben de başımı hafifçe eğerek elini sıktım.
Baran'la Çocukluktan beri birbirimizi tanıyorduk, onun gözlerindeki sorgulamayı hissetmemek mümkün değildi.
"Beklemiyorduk sizi," dedi hafif bir tebessümle. "Ama sürprizler iyidir."
Omuz silktim. "Vera annesini görmek istedi."
göz ucuyla Vera’ya baktı. "Bence de görmeliydi." Sonra başını yana eğerek ekledi, "gel biz sedire geçelim," dediğinde onu ikiletmedim. Avşin merdivenlerin yanından koşarak geldiğinde bana sıkıca sarıldı. "Hoşgeldin Devran abi," onun küçük bedenine elimi yasladım ve saçlarından öptüm. "Hoşbulduk küçüğüm." Gülümseyerek geri çekilirken gözleri Vera'ya kaydı. Yanımdan ayrılıp onun yanına giderken Baran'la tekrardan yukarı çıkmaya başladık. Sedire yaklaşırken babası Bahoz ağanın sert bakışları üzerimdeydi. Yanına yaklaştığında elini öpmek isteyerek elimi uzattım ama bastonu daha sıkı tuttu. "Baba," Baran onu uyarırcasına seslendiğinde sonunda elini istemeye istemeye bana uzatmıştı. Elini öpüp alnıma koyarken ondan çekinmediğimi göstermek amacıyla gözlerine onun sertliği kadar sert bir duyguyla bakıyordum.
Geçip otururken, Baran sohbet açarken, ve hatta Vera buraya gelene kadar çıtını çıkarmamıştı.
"Baba," Vera babasının elini öperken bende arkasından gelen annesinin elini öptüm. Annesi daha ılımlı bir yaklaşım sergilerken saçlarımı merhametle okşadı. "Hoşgeldin oğlum, hoşgeldiniz." Dediğinde başımla onu karşıladım.
Vera ile abisi selamlaşmadı. Bu dikkatimi çekmişti. Baran ona sarılmak istese de Vera pek sıcak bakmamıştı ona. Soğuk bir rüzgar aramızda eserken Avşi çaylarımızı getirip yanıma oturdu. Onu hep bir kız kardeş gibi görmüştüm. Konakta yalnızlığıma bir gek o iyi gelirdi. Şimdi ise büyümüş, evlenmişti. Bir kere daha zamanın nasıl geçtiğini sorguladım. Bir kere daha geçen zamana içimi titreten bir nefes bıraktım.
Akşam oluyordu. Kısa ve soğuk sohbetler dönüyordu. Yemekler yenirken bile asla kimseden fazladan bir laf çıkmıyordu. Vera yalnızca annesiyle konuşuyor, onun yanında duruyordu.
Aklıma Vera'yı kapısının önünde gördüğüm gece gelmişti.
Baran ve Avşin'in beraber arabaya bindirip evlerinin arkasına indirmiştim. Baran'a şehir dışına kaçmasını söylemiştim ama o bana uymarak evine gelmişti.
Karanlıkta arkasında iki adamla konağın aşağı yolunda yürüdüğünü gördüğümde onu burda görmeyi beklemediğim için arabaya binip gitmek yerine onun yanına gelmiştim. Baran'ın kardeşi olduğunu o an anlamıştım. Hayat bu ya, halamın da dediği gibi, birbirini seven iki kalp elbet bir gün buluşurdu. Elbet birgün kavuşurdu.
Onu sevmek bende imkansıza yakın bir şey gibiydi. İlk görüşte aşk benim için olanak bile olamazdı ama hayat yine bize oyununu oynamıştı. Onunla evliliğimiz her ne kadar bir musibetten de oluşsa bu onu sevmediğim, onunla mutlu olmayacağım anlamına gelmiyordu. Gecenin sonunda yine sadece annesine sarıldı. İkisininde gözleri dolmuş ağlıyorlardı. Herkesle vedalaştıktan sonra tekrar konağa gitmemiz gerekti. Vera gitmek istemiyor gibiydi ve bu benim için bir vicdan azabına dönüşmüştü. Arabaya binmesi için kapıyı açtığımda bende bindim. Kendi konağımıza dönerken onun kırgın haline iç çekerek baktım. Elini elimin arasına alıp sıcaklığını hissederken kırmızı ışıkta ilk duruşumuzda uzanıp dudağını öpmüştüm. Biraz olsun keyfi yerine gelirken yolu uzatarak bir kahvecinin yanında durdum. Hızla arabadan inip iki kahve ve yanına çikolata alırken çıkışta bir çiçekçi gördüm. Arabaya baktığımda Vera'nın beni sessizce beklediğini gördüm. Hemen çiçekçiden bir demet isterken çiçekçi pembe gülğn karşıdakine gönlüm senindir anlamını taşıdığını söylemişti. Kocaman bir demet yapmasını istediğimde hızla yapmaya başladı. Ücretini ödeyip arabaya doğru giderken kahveleri dökmemeye çalışıyordum. Kapıyı açıp kucağına gülleri bıraktığım da şaşkınlığını görebiliyordum. Kapıyı kapatıp yerleşirken kahveleri ve çikolataları arabanın önüne koydum.
"Adar bunlar çok güzel..." Sesine içim giderken "senden daha güzel değiller..." Dedim.
Gözlerini kaçırdı, ama yanaklarının pembeleşmesini görebiliyordum. Küçük bir tebessümle gülleri kokladı, sonra dikkatlice yanına koydu.
"Kahveyi dökmeden içebilecek miyiz sence?" diye sordu, kahveleri inceleyerek.
Omuz silktim. "Denemekten zarar gelmez."
Bardaklardan birini ona uzattım, o da temkinli bir şekilde aldı. Tam yudumlayacaktı ki duraksadı, gözleri bana kaydı.
"Adar..." dedi yumuşak bir sesle. "Bunu neden yaptın?"
Direksiyona yaslanarak ona döndüm. "Ne yaptım?"
"Kahve, çikolata, güller... Bunlar senin tarzın değil."
Kaşlarımı çattım. "Ne yani, adam gibi bir jest yapınca şüpheli mi oluyorum?"
Güldü. "Hayır, ama... Bilmiyorum, bu kadar özenli olman garip geldi."
Başımı yana eğerek onu izledim. "Seni mutlu görmek hoşuma gidiyor, Vera."
Sustu. Bir an için göz göze geldik ve içimde garip bir his oluştu. Gözleri ışıl ışıldı, ama içinde derin bir şeyler saklıydı.
Kahvesinden bir yudum alırken gözlerini kaçırdı. "Ben zaten mutluyum."
İç çekerek motoru çalıştırdım. "Öyle olsun bakalım."
Ama biliyordum. O mutluydu, evet... Ama hâlâ bir şey eksikti. O eksikliği bulmak benim işimdi.
Konağa doğru sürerken tekrardan ellerimiz birbirini buldu. Sıcak bir anın içindeyken konağın sokağına girdik fakat arabayı yavaşlatmak durumunda kaldım.
Polis arabalırının ışıkları sokağı aydınlatırken kısa bir yutkunma yaşadım.
Vera hemen dikleşti, ellerimiz birbirinden ayrıldı. Gözlerini endişeyle devriye arabalarına dikmişti.
"Adar... Burada ne işleri var?" Sesi tedirgindi.
Aracı biraz daha yavaşlatarak ileriye baktım. Konağın önünde üç polis aracı vardı, kapının önünde ise birkaç memur bekliyordu. İçimde kötü bir his oluştu.
"Bilmiyorum," dedim, başımı sallarken.
Arabayı kapıya çekip motoru durdurdum. Vera'nın eli koluma uzandı. "Belki de yanlış bir şeydir, belki de başka birine gelmişlerdir..."
Ama ikimiz de bunun gerçek olamayacağını biliyorduk. Konağın kapısı açıldı ve içeriden biri çıktı. Esra. Hızlı adımlarla bize doğru yürüyordu, yüzü gerilmişti.
Kapıyı açıp arabadan indim. "Ne oluyor Esra?"
Vera da arkamdan geldi, gergin bir şekilde yanımda durdu.
Esra gözlerini polis arabalarına kaydırdı, sonra bana döndü. "Ali," dedi dişlerinin arasından. "Ali, seni ihbar etti."
Vera'nın soluğu kesildi, ben ise yalnızca dişlerimi sıktım.
Nihayet içimdeki kötü hissin nedenini anlamıştım.
Yorum ve beğenileriniz için çok teşekkür ederim 🙏
Bu arada bir şey söylemem gerek, başlarda serdar evlenirken gelinin ismini Rojin koymuşum ama unutup son bölümlerde Esra yapmışım🤦 kusura bakmayın, aklınız da karışmasın dostlarım. Cemalin de ismini unutup Ali yaptım, sonra cemal Ali oldu, bozmadım. Aklımı çok kullanamıyorum arkiler kusura bakmayın skdjdjjd
Hikayeyi daha fazla okuyucuya ulaşsın diye paylaşıp, okutturun durırırırırırıtıınn🎉🦋
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |