
Keyifli okumalar canlarım!
Oy+yorumu unutmazsanız sevinirim.
İnstagram: ber.enust
Yapayalnız Karan. Hep yapayalnız kalacak olan Karan.
Nasıl oluyor bilmiyorum. Yemin ederim bilmiyorum ama bunu düşündüğümü biliyor. Gözlerine bakıp da hayal kırıklığını göremeyeceğim kimse yok ve ben bunu onda da görüyorum. Ayna karşısında bu ifadeye binlerce kere şahit oldum. Onları tanıyabiliyorum
“Zaten birini sevmek için o kalbin fazla karanlıktı… Eminim o da senin karanlığına olan nefretinden bırakıp gitti seni.”
Hayır, bunu dememeliydim.
Bedenimi bin parçaya ayırmak daha kolay birinin kalbini kırmaktansa. Acıyor diye acıtmaya çalışmamalıydım. Ben bu değildim. Korkaktım. Ürkektim. Çokça uyumsuz ve huysuzdum ama kötü biri değildim. Biri kalbime bıçak saplasa o bıçağın onun için değerli mi olup olmadığını düşünürdüm. Üzülür mü sonra diye düşünürdüm. Ben acımla baş edip üzülsem de olurdu. Bence birini kırmak bir kağıdı yırtmak kadar kolay olmamalıydı.
Karan bana baktı. Küçük bir iç çekti. Bunu gören bir tek bendim. Hafif aralık dudakları ve kalkıp inen göğüs kafesi onu ele verdi. Çok küçük bir açıyla kafasını yana yatırdı bana bakarken fakat başkası onun dik başlı ve vurdumduymaz biri olduğunu sanarken ben bana tek bir bakışıyla ne demek istediğini anladım.
‘Sakin ol,’ diyordu bana. ‘Halledeceğim,’
Bu saatten sonra neyi halledecekti? Saatlerdir burada neler yaşadığımı bilmiyordu.
Tek kaşımı kaldırdım sorgularcasına. Ona olan güveninimin artık olduğunu zannediyorsa çok yanılıyordu. Benim kardeşimde kişilik bozukluğu vardı. Ben kimseye güvenmemeyi kardeşime güvenemezken öğrenmiştim. İlk defa güvenmek istemiştim ve o da başımda patlamıştı.
Karan bir anda kaşlarını çattı ve büyük bir otoriteyle kafasını masanın etrafında toplanmış beş adama çevirdi. Kafasını benden değil de onlardan tarafa doğru çevirirken sadece benim göreceğim şekilde iki yana salladığından kesinlikte emindim. Beni reddetmişti. Ağzımı bile açmamıştım ama tam da bu kadar kötü düşüncenin üzerine bunu yapması azıcık da olsa içimi rahatlatmıştı.
“Karan!” dedi esmer olan neredeyse cıvıldayarak. “Hoşgeldin kardeşim!”
Ciddi değildi. Kesinle rol yapıyordu. Bundan burada olan onlarca adamın da hepsi farkındaydı. O yapmacık ifadesini tek bir yumruğumla dağıtmak istiyor, muhtemelen ondan tarafa hep iğrenerek bakıyordum.
Karan, “Luzumu yok,” dedi tek bir duygu barındırmayan tınısıyla. “Tek bir el demiştik.”
“Bana burada ne olduğunu anlatacak mı birisi artık?”
Dayanamayıp araya girdim ve haddinden fazla yüksek çıkan sesimin ardından tüm odak tekrar bana döndü. Esmer olan adamın bağırışı beni yerimde sıçratırken muhtemelen silahını çıkarmak için eli beline gitti ve o an fark ettim Karan’ın çoktan silahını çıkardığını. Ondan daha hızlı nasıl davrandığını o an sorgulamadım.
“Sen karışma!”
“Ona sesini yükseltme!”
İkisinin neredeyse aynı anda yükselen demirden sert sesleri bulunduğumuz odayı doldururken etrafımızdaki herkesin buz kestiğinin farkındaydım ama şöyle bir gerçekte vardı… Diğerlerinin verdiği bu tepki esmer adam için değildi. Karan içindi. Karan’ın bu sert çıkışı, benim için belindeki silaha danışması, bana bağıran bu saygıdan yoksun adamın bile şaşırmasına sebep olmuştu. Bu değişikti.
“Sana ne oluyor birader?” dedi mahalle ağzıyla. “Tapulu malın mı?”
Buna bir cevap vermedi fakat hiç beklemediğim bir şekilde gösterdi.
Karan boşta kalan elini cebine sokarken büyük bir ağırlıkla benim dahil beş kişinin olduğu masaya doğru adımladı. Her adımında çıkan tok ses bedenimi ürpertiyordu, onun bana bir zarar vermeyeceğine inanan tarafıma sırtımı dayamak istiyordum. Esmer adam ise her adımda daha da gerildi fakat belli etmemek için büyük bir gayret gösterdi. Karan yanımda durdu. Bana bakmadı. Suratım düştü fakat bozuntuya vermedim. Arkamda kalıp masada oturan sarışın adamın attığı değişik kahkahasını duydum sonra. Bunu sorgulamadım. Buradaki herkesin deli olduğunu biliyordum çünkü tam şu an da Karan saniyeler önce belinden çıkardığı silahını masanın tam ortasına bıraktı. Arkamda oturan sarı adam hariç kimseden çıt çıkmıyordu. Sanki en ufak bir şey olursa Karan’ın yapabileceklerinden korkuyorlardı.
“Oyun mu istiyorsun?” dedi Karan sadece sertçe. “Eğer istediğin buysa biliyorsun. Çok iyi oynarım.”
Daha kimse Karan’ın lafının üzerine nefes bile alamamışken tam karşımda oturan kızıl gözlü adamın oturduğu sandalye geriye doğru devrildi ve çokta sağlam olmayan parke zeminin kırılmasına sebep oldu. Bu onun pek de umurunda değildi çünkü tam şu an sadece siyah ceketini hızlıca giymeye çalışıyordu.
“Al kızı da başına çal!” dedi kapıya doğru koşarcasına giderken. “Başımda hiç dert yokmuş gibi bir de bu deliyle uğraşamam.”
Karan ondan tarafa bile dönmedi fakat ne olduğunu bildiği için alayla dudakları büzüldü. Ne kadar alaylı da olsa şu an herkes onun ne kadar sinirli olduğunu biliyordu fakat ben de dahil neden bu kadar sinirli olduğunu bilmiyordu.
Masaya koydu silahı bir kere çevirirken, “Kaldı üç,” diye söylendi ağzının içinde fakat herkes onu duydu. “Başka çıkmak isteyen varsa kapı açıkken çıksın beyler,”
Neden dört kişi varken üç kişinin var olduğunu söylediğini anlamamıştım ama iki kişinin daha ayaklandığını görebiliyor olmak rahat bir nefes almamı sağladı. Bunu yapmamla birlikte yan tarafımda duran Karan’ın kömür karası bakışları gözlerimi buldu. Gözleri çok güzeldi gerçekten. Bu kadar anlamlı gözleri varken nasıl bu kadar anlamsız baktığını hiç anlamayacaktım. Burada bu konumdayken bunu düşünmem ne kadar doğruydu bilmiyordum ama umarım gözlerinin güzel olduğunu ona söyleyebilirdim ve bunu yapan ilk kişi ben olurdum.
Kapıdan çıkmak üzere olan adamlardan birisi tam çıkmadan önce, “Kusura bakma kardeşim bilmiyorduk!” dedi ve o da kaçarcasına çıktı odadan.
“Neyi?” dedim kaşlarımı çatıp ilk önce giden adamın olduğu tarafa doğru bakıp yine Karan’dan tarafa doğru dönerken.
Karan soruma bir cevap vermeyecek sanıp rahatsızca yerimde kıpırdanırken bir anda, “Otur yerine hemen!” demesi beni korkuttu.
“Ne? Benim bir yerim yok ki!”
“Daha oyun oynayacaktık. Nereye hemen böyle kaçar gibi, Ruhi?” diyerek hiddetle arkasına döndü, ayağa kalkmak üzere olan esmer adamın omzunun üzerine elini koyup orayı var gücüyle sıkarak onu kalkmaya çalıştığı yere geri oturttu ve oturmasını istenilen kişinin ben olmadığımı anladım.
“B-ben bilmiyordum.”
Avuç içlerimi bir anda masaya vurup öne doğru atıldım ve siyah saçlarımın öne doğru savrulup sanki bana görünmez bir patika çizmesine izin verdim. Avuç içlerim sızladı fakat en ufak bir sızlanma bile çıkmadı dudaklarımdan. Moraracak ve acıdığını belli edecekti biliyordum ama ne olursa şu anda aralamam gereken şey dudaklarım değil içimde bir yerde saklanan vicdansızlığımdı. Annem küçükken hep ne kadar vicdan yoksunu olduğumu söylerdi belki de haklıydı.
“Daha açık olur musunuz?!” diye bağırdım avazım çıktığı kadar. “Nedir şu sizin bilmediğiniz ama Karan’ın bildiği mucizane şey! Söyleyin ben de bileyim!”
Onay ister gibi hala omzunu kavramış var gücüyle sıkan Karan’a doğru döndü.
“Soruyu ben sordum! Neden ona baktığını öğrenebilir miyim?”
Vahşi bir yırtıcı ya da kontrolünü kaybetmiş bir hayvan gibi önüme gelene saldırmak istiyordum ve içimde bir yerlerde istediğim kan dökme arzusunu durduramıyordum. Kalbimden döktükleri her göz yaşının hesabını onlardan o kadar kan alarak ödeşmek istiyordum. Bu korkunçtu. Korkunç biri olmuştum, pişman hissetmiyordum.
“Ben senin yenge olduğunu bilmiyordum!” Sorgularcasına etrafına baktı fakat kimseden bir onay ya da bir ret gelmedi. “Gerçekten bilmiyordum!”
Başım döndü kısa bir an. Yer ayaklarımın altından kayıyor gibi hissettim.
Demek istediği şeyi anlamıyordum. “O ne demek öyle?”
Konuşmak için ağzını açtı fakat Karan izin vermedi.
“Blackjack. Vazgeçtim. İki el oynuyoruz,” dedi Karan büyük masanın en başına, yani esmer adamın tam karşısına oturmak üzereyken. Tehlikeli bir şekilde dudakları kıvrıldı. “İki elin için.”
Söylediğini anlamadım ya da anlamak istemedim. Yan tarafımda kalmış sarışın adam kendini kaybetmiş gibi gülmeye başladı. Ona doğru döndüm içimde bir savaş verirken. Bu kadar gülünecek ne olduğunu sormak istiyordum. Ben de böyle gülmek istiyordum.
Ben ona bakınca o da bana baktı. “Neden gülüp duruyorsun?”
Güldü. Yine. “Sen neden gülmüyorsun?”
“Gülünecek bir şey mi var?”
“Yok mu?”
Biraz düşündüm. “Karan’ın seni adam yerine koymaması dışında mı?”
Alay ettiğim şeyi anladığında kaşlarını kaldırdı büyük bir zevk alırmış gibi. Ona baş kaldırmam hoşuna gitmişti. Tam anlamıyla bedenini de bana doğru çevirdi, kaslı kolunun birini sandalyenin sırtına yasladı.
“Aksine. Adam olduğum için beni yok saydı.”
“Neden bu masadasın o zaman? Utanmıyor musun kardeşin yaşındaki kadın için böyle bir masaya oturmaya?”
“Oturmadım. Çok sevdiğim birine küçük bir iyilik sadece. Borçlu kalmayı sevmem. Eminim bir daha karşılaşmayacağız.”
“Yaptığın bu küçük iyilik kim için?”
Havaya diktiği sarı saçlarının bir tutamı alnına doğru serildiğinde ona serseri bir hava kattı ve ben onun bunu bana asla söylemeyeceğini anladım. Bu kadar korkunç biriyken nasıl bu kadar çok gülüyordu anlamıyordum ama onu tehlikeli gösteren asıl özelliği de zaten buymuş gibi geliyordu bana.
“İsmim Kutar.”
Bön bön ona baktım. “Benim ki de Dalya?”
Öyle bir güldü ki sanki içi dışına çıkıyordu ama ben burada gülünecek ne var hala anlayamıyordum. Benim bir aptal olduğumu düşünüyor olmalıydı.
”Memnun oldum Dalya, umarım demek istediğimi bir gün anlarsın,” Karan’ı işaret etti. “Ya da çok ısrar edersen sana dayanamayacağını biliyorsun.”
Tek kaşım havalandı. “Karan bana neden dayanamasın ki?”
“Seni kurtarmaya geldi.”
Ben bana ihanet ettiğini sanarken o aslında en başından beri beni kurtarmayı düşünüyordu değil mi? “Evet, bu iki oldu. Gittikçe borçlanıyorum ona.”
“İki?”
“Gereksiz bir şey. Boş ver.”
“Bence de,” Hevesle masaya doğru döndü. “Bunu kaçırmak istemezsin! Seninkinin ellerine elveda de!”
“Ne?”
Ben baktığı yere baktım ve Karan’ın masaya doğru eğildiğini, bir deste kartı eline aldığını sonra da Kutar’a uzattığını gördüm. Bunların ikisi gece, gündüz gibiydi fakat garip bir şekilde iyi de anlaşıyor gibilerdi.
Kutar elde ettiği kartları büyük bir zevkle kararken bir şarkı mırıldanıyordu. Ne yaptıklarını asla anlamıyordum, dedikleri kelimeleri anlayamıyordum. Sanki aynı dili konuşmuyorduk.
“Ben bu sorunun cevabını çok iyi görebiliyorum ama senin söylemeni istiyorum. Sana hangi eliyle vurdu?”
Karan’ın sesiyle gerçek dünyaya geri döndüm ve bu soruyu neden sorduğunu anlayamadım. Esmer adam bana yalvarırcasına bakarken ben ondan tarafa bakmıyor, sadece Karan’a kitlenmiş öylece dikiliyordum. Karan’da aynı şekilde vurulduğundan dolayı muhtemelen moraran yanağıma bakıyordu.
“Hepsi bir oyun muydu?”
Benden daha sinirli olduğuna emindim ama benden daha fazla canı yanmış olamazdı. “Sana hangi eliyle vurdu, dedim!”
“Ne fark eder!” diye bağırdım gözlerime yaşlar akın ederken. “Günlerdir başıma gelmeyen kalmadı. İlk önce o baş belası kardeşin şimdi de değişik arkadaşların…”Olduğumuz odanın içini işaret ettim ona. “Her şey senin yüzündeyken sen yanağıma atılan bir tokadın hesabını mı soracaksın? Bir hesap sorulacaksa o hesabı kendine sormalısın çünkü yaşadığım çoğu şeyi senin yüzünden yaşadım!”
Bakışları yankılı bir çığlık gibiydi. Sanki canı canından çekiliyor, bedenindeki tüm kan kuruyordu söylediklerimle. Ben bir bıçaktım da o neden benim hedefimden tarafaydı? Düşmanımın olduğu yerde neden dostum vardı?
“Ya da bunu kendim halletmeliyim,” dedi, dediklerim ve acım onun için hiçbir şey ifade etmiyormuş gibi. Kutar’a döndü. “Kartları dağıt.”
Kutar sırıttı. Tıpkı Karan kadar acımazsızdı. “Zevkle!”
Kutar ilk önce kendine iki kart alırken sonra Karan’a ve Ruhi dedikleri esmer adama dağıtmıştı. Kutar aldığı iki kartı ters bir şekilde masaya bırakıp bir tanesi görünecek şekilde ters çevirdi ve sırıttı. Muhtemelen gelen kart hoşuna gitmişti. Yanlış bilmiyorsam eğer gelen kart kupa as’ıydı ve ben değerinin 1 ya da 11 olduğunu biliyordum. Kendileri işlerine hangisi geliyorsa onu seçiyorlardı.
Kutar, Ruhi’ye döndü ve yüzünü buruşturdu iğrenir gibi. “Hit mi stand mi?”
Ruhi’nin dudakları titriyor yalvarır gibi Karan’a, yardım dilenir gibi adamlarına bakıyordu. Alnından çenesine doğru bir ter damlası yol aldı ve istemeden dudaklarım kıvrıldı. Sahiden adamları neden ona yardımcı olamıyordu anlamıyordum. Karan’dan mı korkuyorlardı? O bu kadar tehlikeli birimiydi?
Neden böyle yaptığımı bilmeyerek, “Kutar sana hit mi stand mi diye sordu!” diyerek yükseldim ona doğru. “Korkaklığı bırak ve bir cevap ver! Birinin sorduğu bir soruya cevap alamamasından hiç hoşlanmam!”
Kutar ıslık çaldı bilindik kahkahasını atarken. “Bizim jenerasyona bu kadar çabuk uyum sağlayabileceğini hiç düşünmemiştim!”
Yutkundu Ruhi. “Hit,” dedi sessizce.
“Ne bu sessizlik yoksa diğer yanağıma atamadığın tokat seni üzdü mü?”
İrkildi Ruhi onu tehdit ettiğimi anlayarak. Ne kadar korktuğunu görebiliyordum.
“Hit!” dedi bağırarak. Utanmasa gözlerinden boşalacak yaşları görebiliyordum.
Kutar ona bir kart daha dağıttığında Ruhi kartını aldı elleri titrerken. Gözlerini kapattı göreceklerinden korkar gibi. Kartını kendine doğru çevirdiğinde tek gözünü araladı korkarak ve gördüğü manzara hoşuna gitmiş gibi bir kahkaha attı.
“Tanrıya şükürler olsun!” dedi sanki son kez yaşama tutunmuş bir hasta gibi.
Onun yaşadığı mutluluk umurumunda değildi. Normalde vicdanımın benim kıyametim olduğunu düşünürken bu adamı gördükçe içimde olduğunu düşündüğüm vicdansızlığı alıyordum avuçlarıma. Ruhi denilen adamı hiç görmüyormuşuz gibi Kutar da ben de Karan’a doğru döndük ve Kutar dudaklarını aralayacaktı ki Karan buna izin vermemişti.
“Hit.” dedi dudaklarını yalarken. “Uzatma.”
“Pekala adamım!”
Karan da aynı Ruhi gibi bir kart çekti, istediğini elde etmiş gibi gülümsedi. Arkasına yaslandı ve kollarını göğsü üzerinde bağlandı. Rahat bir şekilde bana baktı ve göz kırptı.
Yerimde sarsılmışım gibi sıçradığımda bu onu güldürdü. Sanki aklımı kaçırmıştım, sadece küçük bir haraketi bile beni nasıl böyle bir konuma getirebilirdi?
Ona kaşlarımı çatıp kafamı ondan tersi tarafa çevirmem onu tekrar güldürmüştü ama ses etmedim.
Kutar onlara ikinci kere tekrar sormuştu kart isteyip istemediklerini ama ikisi de daha fazla kart almak istemeyip bu eli bitirmişti ve şimdi kartlar ortaya çıkıyordu.
Kutar kapalı olan kartını da çevirdiğinde artık iki kartıda gözler önüne çevrilmişti.
Kutar yüz kızartıcı bir küfür savururken, “Hadi be!” dedi kartlarını masaya doğru savururken. “Bu sik kırığının bile beni geçtiğine inanamıyorum!”
Kuralları tam anlamıyla bilmiyordum ama Kutar’ın kaybettiğine neredeyse emindim. Diğer gelen kartı iki numaralı düz bir karttı ve Kupa as’ı için on biri bile seçse yalnızca on üç yapıyordu. Bu iyi bir rakam değildi bence.
Gülmemek için dişlerimi dudaklarıma geçirdim ve ondan tarafa doğru dönmemeye çalıştım. Ağzına laf vermeye hiç niyetim yoktu. Konuşmaya başlayınca hiç durmayan bir dili vardı. Yılan gibiydi bir de. Kelimelerle adamı sokuyordu, bunu sadece on dakika önce deneyimlemiştim.
“Konuşma Kutar. Kaybettin diye ağlayacak değilsin.” dedi Karan.
Karan onu kalbinden vurmuş gibi geriye sarsıldı Kutar. “Sağ ol kardeşim, ne güzel duruyorsun öyle arkamda!”
“Belki de sadece kaybettiğini kabul etmen gerekiyordur.”
Kutar ona bir cevap vermek yerine arkasına yaslandığında Karan’a baktım.“Neden arkasında durmak yerine onu kötülüyorsun?” diye sordum. Kutar belli etmiyordu fakat alındığına emindim. O iyi birine benziyordu.
Dağdan kaçmış adam tabi ki de, “Neden arkasında durayım?” dedi ve beni bir kere daha şaşırtmamayı başardı.
Alayla gözlerimi devirdim. “Gerçekten mükemmel bir arkadaşsın!”
Kutar da Karan da aynı anda, “Biz arkadaş değiliz!” dediğinde suratım düştü.
Hiç beklemediğim bir şeydi bu cümleler ve o an gerçekten onlar adına çok üzüldüğümü fark ettim. Sanki birbirlerine özlem duyan arkadaşlarmış gibi gelmişlerdi bana. Hatta direkt arkadaş gibilerdi. Bu kadar iyi anlaşırken nasıl arkadaş olmazlardı aklım almıyordu.
“Neden?”
Kutar’ın ilk defa düz suratını gördüm şu yarım saatte ve bu ifadesiz bakışların, gülümsemeyen suratın benim yüzümden olması da beni bir hayli kırdı. Bugünlerde bana bir şeyler oluyordu. Sürekli birilerini kırıyordum istemeden.
“Sen bu konulara karışma küçük kız.”
“Merak etmiştim.”
“Merak etme. Bazı şeyler, üzerine konuşulmayı gerektirmez.”
“Neden öyle düşünüyorsun?”
“Biz Karan’la konuşsak çözülecek gibi duruyor mu?”
Aralarında kötü şeyler geçtiği belliydi ama konuşulunca düzelmeyecek tek şeyin ölüm olduğunu düşünüyordum ben. Bence ölüm gelmeden her şeye bir çözüm bulunabilirdi.
Derin bir nefes aldım. “Hayır,” Evet.
“O zaman konuşmaya da gerek yok.”
Ortamda derin bir sessizlik çöktü. Çok kötü hissettirdi bu bana. Sanki yürüyen bir karıncanın sesini duyabilirdim ama gülen bir insanın kahkahasını duyamazdık buralarda. Bu lanet yerde daha fazla kalmak istemiyordum. Bütün gün Cenk’in arkasını toplayıp, oradan oraya savrulan ve sürekli hakaretler yiyip üzülen Dalya olmak istiyordum.
Birinin yutkunuşunun sesini duyduğumda uzun süredir Karan’a dalıp gittiğimi ve düşüncelerle boğuştuğumu bilmiyordum. O daldığım yerden de beni çıkaranın Karan olacağını da bilmiyordum. Ben aslında hiçbir şey bilmiyordum. Neredeyse hayatımdaki her şey benim bilinmezliklerime dayanıyordu.
“Ruhi kartlarını göster.” dedi Karan sabrı sınırdaymış gibi. “Seni bu kadar sevindiren o kartı görmek istiyorum.”
Ruhi büyük bir özgüvenle değerleri toplamı yirmi olan kağıtları masanın üzerine koydu vururcasına.
Gülümsedi Ruhi. “Ben kazandım. Karanlığını bana bulaştıramayacaksın Karan Kılıçer!””
Tüm tüylerim şaha kalkınca içimde başlayan bir sıcaklık yayıldı yine vücuduma. Bu iyiye işaret değildi. Gerilen omuzlarım ve seğiren çenem de bunu bana söylüyordu. Bir anda öyle canım yanmaya başladı ki karnıma bir yumruk yemişim gibi sarsıldım olduğum yerde.
Beni öldürmek istercesine kusmaya iten bir bulantı girdi mideme. Ölmüşüm gibi hissettiren bir acıydı bu bedenimdeki. Benim bedenim narindi ama ben değildim. Canım acıdığında veya bir ayazda bile rahat nefesler alan bana, şimdi nefesimin kesilmesi hiç adil değildi.
“Talya! Neler oluyor?” diye bağırdı Karan. Benim ismim miydi bu? “İyi misin?”
Neden bu kadar yakından gelip ama bir denizin en derin yerindeymişimcesine boğuk geliyordu o güzel sesi? Bana endişeli gözlerle bakan adam da kimdi?
“Siktir!” dedi tıslarcasına Kutar. Beni sarstı kendime gelmem için fakat nafileydi yaptıkları. Ben şu an bilincimi bedenimde hissetmiyordum. “Kendine gel zalim kız! Daha kazandığını görmedin!”
Onun aynı saçları gibi olan gözlerine baktım bir boşluğa bakar gibi. Sanki akıp gidiyordu ruhum bedenimden. Bu sefer kimse tutamayacaktı. Bittiğini hissediyordum. Artık her şey için geç olduğunu hissediyordum. Birini her gün mutsuz hissettirirlerse hep mutsuz hissetmek ister, ben şu an hiçbir şey hissetmiyorum.
O boşlukta ince bir çizgi üzerinde ölümle burun burunayken burnumdan aşağıya akan sıcak bir sıvı hissettim, dudaklarım aralandı. Tırnaklarımı geçirdiğim boynum sızladı. Bir nefeslik canım vardı ama onu alacak kadar da cesaretim yoktu. Dermanı kalmamış bacaklarım bu bedeni taşıyamadı. Zehirli bir yılanın boynuma pençelerini geçirmesi gibi bir histi benim hislerim. Yılanın pençesi olmazdı ama benim için yıllardır vardı. Acısı, hiç dinmeyecek, hiç bitmeyecek ve de hep sonunu düşündürecek bir azap gibiydi.
Düşmemek için masaya tutundum ama Kutar beni zaten tutuyordu. Ne kadar değişikti düşmemek için birinden değil de bir eşyadan medet ummak. Sanki düşsem beni tutan eller itecekmiş gibi hissederdim hep kendimi çünkü hep tutmasına izin verdiğim sevdiklerim düşürdü beni ve keyifle oturdukları yerden benim yıkılışımı izledi. Belki de en büyük pişmanlığım bu yüzden birilerine hiç sorgulamaksızın güvenmekti.
Gözlerim ne zamandır kapalıydı bilmiyordum ama sanki kapalı bir alanda esen bir rüzgar varmış hissine kapıldığımda onları ufak bir boşluk oluşacak şekilde bile olsa aralamıştım. Kapalı bir yerdeydik. Üstelik yerin bilmem kaç kat altında, belki cehenneme daha yakındık ve ben esen bir şey olduğunu savunuyordum. Şu an bana değebilecek bir nefes bile yokken, bir rüzgarın var olduğunu hissetmem geçirdiğim bu krizin bir sanrısı olabilir mi diye düşünmeden edemiyordum. Delirmiş olamazdım.
Karan’ın gözlerinin tam içine baktım sanki ruhunu görür gibi. Kaskatı kesilmiş vücudu ve seyiren çenesiyle oldukça tehlikeli görünüyordu. Belki de tehlike oydu. Bana bakınca ne gördü bilmiyorum ama artık ayaklanmıştı ve ben de onun aksine dizlerim üzerine çökeceğim anı bekliyordum. O an çok yakındı. Hissediyordum. Karan bir anda masanın ortasına toplamı tam yirmi bir olan kartlarını koyunca onun kontrolsüz gücü sebebiyle masa yerinde sallandı, her an çökecekmiş gibi. Bu yaptıklarıyla ne kadar korkunç göründüğü hakkında kesinlikle bir fikri olmalıydı çünkü ben bunu ayık olmayan kafamla bile anlayabiliyordum.
Karan, “Blackjack değil belki ama ben kazandım,” dedi benim olduğum tarafa doğru gelirken. “Kesinlikle sana yapmak istediklerimin arasında bu yoktu ama şimdilik bununla idare edeceksin,” Sesinde duyduğum bu duygu endişe miydi? Ruhi’nin adamlarına döndü. “Onu vurun,” Duraksadı. Bir şeyler döndürdüğünü biliyordum o kurnaz kafasında. Bunu görebiliyordum. “Eğer o ölürse kendinizi de vurun.”
Dediklerini lanet beynim algılayamıyordu. Bu söyledikleri ne demekti ve neden buradaki herkesin beti benzi atmıştı? Benim anlamayıp onların anladığı şeyin ne olduğunu sahiden merak ediyordum ama artık etraf benim görüş açımda değildi, her yer sallanıyordu. Sanki bir deprem oluyordu ve kimse sağ çıkamayacaktı.
“Eğer beni sağ bırakırsan,” dedi tehdit barından tonuyla Ruhi. “Onu bulur ve intikamımı en ağır şekilde alırım, Kılıçer!”
Güldü Karan. “Bizi bulmanı iple çekiyor olacağım, Taşikan. Sana son oyunumuzu oynacağım ve yeterince eğlendiğinden emin olacağım.”
“O gün geldiğinde hiç birinizin eğlenmediğinden emin olacağım.”
Bir uçurumdan aşağıya yuvarlanıyormuşum gibi kendimi geriye bıraktığımda vücudumda oluşacak bir acıyı bekledim fakat gelmedi. Huzurlu bir his yayıldı onun yerine bedenime. Sırtımda bir basınç hissettiğimde anladım Karan’ın geldiğini. Gözlerim etrafı göremeyecek kadar bulanıktı. Karan benimle birlikte yere çökmektense beni ayakta tutmaya razıydı.
Sağ elini dokunmaya korkarcasına yanağıma bastırdığında orayı okşadığının farkında bile değildi bence. “Neler oluyor sana böyle?” dediğinde endişesini gizleyemiyordu.
“Umurunda mı?” dedim iğneleyici bir şekilde. Aralık olan dudaklarına baktım kısa bir an net göremesemde.
“Kapıma gelen kadını canının derdine düştü diye suçlayamam.”
Günler önce benim ona söylediğim bir cümleyi değiştirerek bana kurması dudaklarımın çok az bile olsa kıvrılmasına sebep oldu fakat bu bile canımı yeterince yakarken bana yapılan onca kötülüğü nasıl kaldırdığımı düşünmeden edemiyordum. Hızlıca suratım düştü tekrar. Huysuz Dalya olmaya devam edeceğim zamanlar gelmişti.
Şimdi fark ediyordum ama Karan yanağımı okşamıyordu. Yüzüme atılan tokattan dolayı kızardığını düşündüğüm yaramı okşuyordu. Yara aldığım yeri okşayan bir adam ne kadar kötü olabilirdi?
“Suçlayamazsın,” dedim kurumuş olan dudaklarımı dilimle ıslatırken. “Ama ortadan kaldırırsın, değil mi?”
“Talya!” diye mırıldandı adımı yalvarıyormuş gibi.
Kaç gündür mideme giren bir bardak su bile yoktu. Ciğerlerimin iflas bayrağını çekmesine çok az kaldığını biliyordum.
Yaşam için değer bir sebep bulamıyorken vücudumu aç veya tok bırakmam için de bir anlam bulamıyordum ve ben iki seçeneğim arasından ikincisini seçmiştim. Yaşam için içimde en ufak bir heves bile kalmamıştı.
“Gidelim.” Neredeyse yalvaracaktım. Ben savaş dövüş istemiyordum, sadece ufacık bir mutluluk istiyordum. “Ben bir intikam istemiyorum.”
“Sana vurdu!”
“Sen de vurdun.”
Gerçekten kötü olduğumu düşünüyor olacak ki bacaklarımın altından geçirdiği uzun kollarıyla beni kucağına aldı bir anda. “Kafan yerinde değil. Saçmalıyorsun.”
Canımı yakacağını bile bile güldüm burukça. “Birini vurmak için ona el kaldırman gerekmez.” dedim kafamı daha fazla taşıyamayıp onun omuzuna düşürürken. “Sen beni birçok kez vurdun.”
Hareketleri durdu bir anda. Artık milim dahi kıpırdamıyordu. Göğüsü inip kalkmıyordu. Nefes almayı mı unutmuştu? Derince yutkundu. Sesini duyabiliyordum. Gözlerim buğulu görse bile kulaklarım yeteri kadar iyi duyuyordu. Belimdeki elleri sıkılaştı fakat asla canımı yakmadı. Boğazından hırıltılı sesler çıktı. Sahiden nefes alamıyor muydu?
“Karan Bey,” diyen bir sesle irkilen Karan, benimle birlikte arkasını döndü. “İyi misiniz?”
“Eyvallah,” dediğinde yürümeye başladı. “Biz çıktıktan sonra halledin.”
Bir filmin devamını izlemek istemememizin iki sebebi olurdu; yaşanmışlıklar ve daha sonra yaşanacaklar. Sonunda daima mutlu olmaları yaşanan onca şeyi yaşanmamış nasıl kılardı? O kadar kötü şeyin sonunda olacak olan mutluluk da kime yeterdi aklım almazdı. Sessizlik sisli bir gecenin sabaha en yakın olan anıydı, her şey ne zaman bağırdığınla alakalıydı. Herkes uyurken sen bağırıyorsan belki bir ihtimal onları sıcak yataklarından kaldırıp sana bakmalarına olanak sağlardın fakat herkes ölürken bağırıyorsan seni duyacak kimsenin olmadığını kendine artık hatırlatman gerekir.
Herkes ilk kendini düşünür.
Sonra kendini düşünür.
Ve de hep… kendini düşünür.
Cenk
Bir kış günü ve bir akşam üstüydü. Akşam demek karanlık demekti ve Dalya’nın en çok korktuğu şeyse karanlıkta bile görünebilecek bir yarasının olmasıydı. Korkardı Dalya yarası görünür de biri ona yardımcı olur diye. Ne zaman korkmuyorum dese gider karanlığa saklanır ve ne zaman karanlıktan korksa karanlık bir başka köşeye kaçardı. Ancak o zaman tam anlamıyla görünmez olacağını bilirdi. Bir şeyden korkar iki şey tüylerini ürpertirdi; yalandan verilen bir değer ve de acındığı için yanı başına bırakılan ilgiydi.
Cenk Alamer’se ablasının tam tersine karanlık için yaşardı ve ablasını da o karanlığın içine çekmekten büyük bir zevk duyardı. Sonradan içindeki pişmanlığı ne yaparsa yapsın geçiremeyeceğini bilmesine rağmen yapar, sonrasını sonra düşünmesi gerektiğini kendine çokça hatırlatırdı. Yarın üzgün olacağı için bugün üzülmektense, yarına kadar bunun acısını çıkarır yarın olduğunda da önüne gelene saldırırdı. Kimse umurunda olmazdı. Ablasını severdi fakat babası Savaş’ı daha çok severdi ve ablası babasını ondan almıştı. Belki bu olanların suçlusu ablası değildi fakat ablasının da bir suçu olmamışsa annesinin neden onu yanında istemeyeceği sorusu aklını kurcalar dururdu.
Dalya ve Cenk küçükken çok iyi anlaşan iki çocuktu, onları bu hale ne getirmişti bilmiyordu. İçinde ona karşı başlattığı bu savaş niyeydi anlamıyordu. Babasının yokluğuna alıştığında ablasının yanında olabilir, üzüntüsünü ve yalnızlığını görebilirdi fakat o neden verdiğini bilmediği bir cezayı çektirmek istemiş ve bundan hiçbir zaman utanmamıştı. Ablasını hep küçük düşürmüş, dediklerinin tersini yapmış, zoruna gidecek şeyler söylemişti ve inatla ablasının hala yanında olmasını kaldıramamıştı. Belki de kendini cezalandırması gereken yerde hesabı ablasına sormuştu. Kafası yerinden çıkacakmış gibi hissediyordu fakat kendinden de en ufak ödün vermiyordu. Sahiden ablasından nasıl bu kadar nefret edebiliyordu? Üstelik onu bu kadar çok sevdiğini kalbinin en derinlerinde hissederken.
Cenk sinirle aldığı bir nefesin üzerine odasına giren Atakan’ın suratına hızla büyük bir yumruk geçirdi. Atakan dengesini sağlayamayıp yere düşerken Cenk daha az önce duvara çarparak parçaladığı sandalyeye bir tekme attı.
“Ne demek bulamıyoruz lan!” diye bağırıyordu olduğu odanın içinde üzerindeki bakışları umursamadan dört dönerken. “El kadar kadını ne demek bulamıyoruz?!”
“Cenk bir sakin mi olsan?” dedi Cenk’in yanına gidip beline sarılan Hazal. “Atakan anlattı. Son konuşmanız çok iyi geçmemiş sanırım…” Hazal bunları söylemeye çekinse bile Cenk’in yanında kabul göreceği tek kişinin o olduğunu buradaki herkes biliyordu. “Belki de uzaklaşmak istemiştir. Son zamanlarda onu çok üzdün. Dargınlığı geçene kadar sana zarar vermek istememiştir. Onu biliyorsun. Ne yaparsan yap kendini değil hep seni düşünüyor.”
Cenk, Hazal’ın beline sarılı olan kollarını kendinden uzaklaştırıp birkaç adım geriye gitti. “Evden çıkaramadığımız kadın uzaklaşmak mı isteyecek?” Güldü sinirle. “Hadi bir mucize oldu istedi diyelim kaç gün oldu? Üç mü? Beş mi? Kaç?”
Hazal dargınlık etmek yerine Cenk’in yanına gider gibi oldu fakat, “Yaklaşma Hazal!” diyen Cenk’in kızgın sesiyle adımları yerine mıhlandı. “Kalbini kırmak istemiyorum.”
“Sen benim kalbimi kırmazsın.”
“Kırarım. Bunu sen de çok iyi biliyorsun.”
Hazal’ın dudakları aralandı bir şey söylemek için fakat kelimeler onu öylesine yordu ki kendine kalmasının daha iyi olduğunu zannedip sustu. Cenk haklıydı. Hazal’ın en çok sevdiği kişi onu en çok kırandı.
Sessizliğine sarılıp odadan çıkan Hazal’ın peşinden gitmek yerine bilgisayarından araştırma yapmaya çalışan Serkan’ın başına üşüştü bu sefer Cenk.
“Bir şey bulabildin mi?”
“Birkaç kamera kaydına eriştim fakat onun haricinde bir şey yok.”
Kaşlarını çattı Cenk. “Kayıttan ne çıktı?”
“Senin evinden çıktıktan sonra yanına bir adam geliyor. Biraz yakınlaşıyorlar. Orayı izlemeden geçtim. Sonra o adamın arabasına binip gözden kayboluyor.”
Cenk bir alev topu gibiydi şu an, kimi yıkıp geçeceği ona bile sürpriz oluyordu. “Ne adamı?”
Şaşırdı Serkan. “Senin evinden çıkıyor. Görmedin mi?”
“Ben adam falan görmedim. Görsem gönderir miyim Dalya’yı tanımadığım etmediğim herifle!”
Yalın’la yan yana oturan Atakan bir anda ayağa kalktığında tüm bakışlar onu buldu. Suratına yediği yumruktan dolayı ağrıyan yanağını tutan Atakan, “Şu kaydı göster kardeşim sen bir bana.” dedi ne kadar zorlansa da kelimeleri gayet düzgün telaffuz ederken.
Cenk, “Sana ne lan benim kardeşimin kaydından?” diyen Cenk’e ters bir bakış atan Atakan ona bir cevap vermedi yoksa büyük bir kavga çıkacağını biliyordu.
Serkan görüntüleri açıp Cenk’le Atakan’a doğru çevirdiğinde Dalya’nın bir adama sarıldığını gören Cenk tüm kan beynine toplandı gibi hissetti. Elini alnına vurup başını çevirdiğinde Atakan hâlâ pür dikkat görüntüleri izliyordu.
Dalya’yla yabancı adamın sarılması uzun sürdü. Dudakları birbirlerine değecek kadar yakınlaştıklarında Atakan boğazını temizledi fakat Dalya’nın adamdan geriye çekilmesiyle bu görüntü son buldu. Aralarında sarılma harici bir şey geçmemişti.
Kamera yabancı adamın sırtından tarafa olduğu için Dalya’nın güzel yüzü görünürken onunki görünmüyordu fakat arabaya binecekleri zaman arkasını dönmek zorunda kalmıştı yabancı adam. Atakan o saniye kaydı duraklattığında ekranı büyüttü ve tanıdık mavi gözlerle karşılaşmasıyla birlikte yüz kızartıcı bir küfür savurdu.
“Bu Dalya’yı evde bastığımız pezevenk, Cenk!” diye bağırdı Atakan. “Nasıl hatırlamazsın?”
Serkan, Yalın, Batın, Ahmet ve Aras şokla ayaklandığında neredeyse hepsi Cenk’ten mantıklı bir cevap bekliyordu fakat Cenk daha kendine bile mantıklı bir açıklama sunamıyorken onlara ne cevap verebileceğini bilemiyordu. Dik bakışlarla ekrana bakarken olanları anlayamıyordu.
“Ben bu adamı hayatım boyunca hiç görmedim Atakan!”
“Ne demek görmedim? Sen o gün bana onların ikisini senin tanıştırdığını söyledin!”
Cenk duraksarken, “Ne saçmalıyorsun sen?” diye sordu. “Ben tanımadığım bir adamı nasıl Dalya’yla tanıştırabilirim?!”
Arkadan atlayan Batın, “Bence sorun adamı unutman değil, kız kardeşini elin adamıyla tanıştırman.” dedi mantıklı bir yere vurgu yaparken. Cenk, Dalya’yı sevmezdi fakat köpek gibi kıskanırdı. Bunu herkes bilirdi.
“Tanıştırmadım kimseyi ben diyorum oğlum!”
Atakan ekrana bakmaya devam ederken bu gördüğü yüzü beynine kazımak ister gibiydi. “Burada ne dönüyor bilmiyorum ama fena boka battığımız kesin beyler.”
“Cenk o gün bir şey kullanmadın değil mi?” diye soran Aras’la birlikte herkes Cenk’e bakmaya başladı. Cenk uzun süredir o illetten uzaktı fakat kullanmayacağının da garantisi yoktu.
Cenk gözlerini büyütüp onlara baktı. “Saçmalamayın. Uzun süredir kullanmadığımı biliyorsunuz. O gün de temizdim.”
Ahmet, “Bu daha kötü değil mi abi?” diye söylendi ağzının içerisinde. “Bir şey kullanmadın ve hiçbir şey hatırlamıyorsun.”
“Kahretsin!”
Cenk’in bağırışı mahallede inlerken herbirinin içindeki merak ve öfke duygusu daha da körükleniyordu. Ne yapacağını bilemeyen koca adamlar öylece dikilirken özellikle Cenk mahvolmuştu. Ona son dediği şey Rigel’di. Yine ona en olmak istediği insan olduğunu söylemişti. Dalya ona abi demişti. Cenk’in her zaman ondan duymak istediği fakat asla duyamayacağı o kelime Dalya’nın iki dudağı arasından çıkmıştı fakat Cenk ona teşekkür bile edemeden onu kaybetmişti.
Veda en çok hakedenlere edilir.
Ve Cenk hakettiğini hiçbir zaman kabul etmedi.
Serkan, “Daha önemli bir şey var…”dediğinde cehennemin onları beklediğini hiçbiri bilemedi. “Sonradan başka bir kameraya eriştiğimde ikisi bir kafeye giriyorlar.”
“Bunda kötü olan ne?” dedi Yalın. “Hemen yola çıkmalıyız! Ya orada başına bir şey geldiyse?”
Topluca ceketlerine yönelen adamların adımlarını duraksatan son sözler Serkan’ındı.
“Gittikleri kafeyi biraz araştırdım. Öyle bir kafe yok ve hiç var olmamış. Orası boş bir arazi şu an. Kafeye dair tek bir iz bile yok.”
Dalya
Karan’ın arabasına bindiğimiz uzun bir zaman olmuştu ve ikimizinde ağzını bıçak açmıyordu. Bir yemin etmişiz gibi ikimiz de konuşmuyorduk. Öyle ki birbirimize dair tek bir şey duymamak için aldığımız nefesleri bile sayılı alıyorduk.
Arada bana kayan bakışlarını hissetsem bile ona dönüp bakmıyordum. Konuşmama mevzusunu uzatan bendim çünkü o ilk başta benimle birkaç kelam etmek için mevzu açmaya çalışmıştı fakat ben onu duymuyormuş gibi davranıp kafamı cama yaslamıştım ve uzun süredir dışarıda yağan karı izlemek haricinde hiçbir şey yapmıyordum.
Daldığımı fark etmemi sağlayan şey arabanın daha hızlı gitmeye başladığını fark ettiğim andı. Yerimde nasıl doğrulduğumu bilmiyordum fakat gözlerimi çevirdiğimde tüm uzuvlarıyla kasılmış olan Karan’ı görmem bir oldu. Parmak boğumları direksiyonu sıkmaktan bembeyaz olmuştu ve dikiz aynasından arkasını kontrol edip duruyordu.
İçimdeki endişeyi engelleyemezken, “Bir sıkıntı mı var?” diye sordum şu an susmamam gerektiğini fark ederek.
Elinin birini cebine atıp silahını çıkardığında gözlerim büyüdü. Kara gözlerini bana çevirip biraz daha hızlandığında korkuyla yutkundum.
“Biraz hız seni korkutur muydu?”
“H-hayır.”
“Güzel.” dediğinde hiçbir şeyin güzel olmadığını o da biliyordu. “Silah kullanmayı biliyor musun?”
“Hayır!” dedim neredeyse bağırarak.
Güldü. “İşte bu güzel değil.”
“Neler oluyor?”
“Takip ediliyoruz.”
Küçük bir çocuğun elinden uçup giden balon olmak isterdim fakat küçücük bir ip parçası bile olamadım.
En çok bu acıtıyor.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |