Genç adam kacıncı kez yaktığını bilmediği sigarasından büyük bir nefes çekerken düşüncelerden arınamıyordu. Bir çukur kazmış ve o çukura düşmüştü. O çukur, bu çukur, kim için kazmıştı?
"Geçmişin tereddütü yaktıysa gelecekte,
Azap olur her gün de, ölüm bulmaz seni.
Önündeki kitabın satırlarını çizdi önce. Sonra karaladı acımasızca. Sanki geçmişini karalasa silinecek, çizse güzelleşebilecekmiş gibi…
“Önemli bir konumuz varmış gibi görünüyor," dedi genç adamın arkadaşı uzun bir zamandır baktığı telefonundan başını kaldırırken.
"Seni bekleyen biri var. Dışarıda,"
İçinde hiçbir korku yoktu genç adamın. Çok önemiz bir şeyden bahsedermiş gibi, "Kimmiş?" diye sordu.
"Kendin görsen daha iyi olabilir,"
Dalya Alamer
Bir pişmanlık. İki pişmanlık. Bir bakmış, hiç kalmış.
Göğüs kafesimin içinde olup ara vermeksizin atan şu lanet şeyden nefret ediyordum. Onu durdurmaya gücüm yetiyor ama yine o izin vermediği için bunu yapamıyordum. Her gün sayamadığım kez kırıldığını, parçalara ayrıldığını, hiçe sayıldığını bildiği halde atmaya devam ediyordu. Son çırpınışları olduğunu bilse, sona ererken boş yere çırpınmaya devam eder miydi?
Birinden gitmek; koca bir şehrin seni terk etmesi ve kendini kaybetmek.
Tekrar bu odaya döndüğümden beri yaptığım tek şey kaynar bir suyla saatler süren bir duş almaktı. Öyle ki çıktığımda vücudumun ve yüzümün belli yerlerinde kabarcıklar oluşmuştu. Kabarcıklara dokunduğum an yarılacakmış gibi hissettiren ağrılar çekmem de bariz belli olan kaçınılmaz sonumdu ama bunu yaşayacağımı bilmek yaşamaktan daha zordu.
Dün akşam Karan elindeki saçları atma gereği bile duymadan çekip gitmişti. Ona sarılmamdan rahatsız olmuş olmalıydı. Haklıydı da... Kim kendine tanımadığı bir kadının ağlamaya başlayarak aniden sarılmasını isterdi ki? Onu o andan sonra bir daha gördüğümde benim duş aldığımı anlayıp bana duştan sonra birkaç parça kadın kıyafeti getirdiği andı. Kıyafetleri nereden bulduğunu sormadım zaten sorsam da söyleyeceğinden şüpheliydim. Bana kıyafetleri vermek için girdiği saniyelerde bakışları minik bir havluyla çevrili olan vücuduma asla değmemişti. Sadece gözlerimin içine oradan da yarısını kendi kestiği artık kısa olan saçlarıma uzun uzun bakmış, kıyafetleri ağır bir şekilde elime bırakarak o bakışlar eşliğinde odayı terk etmiş ve beni yalnızlığımla baş başa bırakmıştı.
Aralıksız bir şekilde izlediğim tavandan kaç saat sonra gözlerimi çektim de ayaklanıp odadan dışarı çıktım bilmiyordum ama amacım herhangi birini bulmaktı çünkü sessizlik beni delirticekti. Daha hava bile aydınlanmamıştı ama birinin uyandığını ümit etmekten başka bir çarem yoktu. Konuşmaya ihtiyacım vardı ama konuşacak hiçkimse yoktu. Nefret ediyordum bundan.
Verandada oturmuş, dertli bir şekilde kafasını arkaya atmıştı. Bir şey düşündüğü belliydi. Gözleri kapalıydı ama uyuduğunu düşünmüyordum. Nitekim elinde yeni yaktığı belli olan bir sigara vardı. Geldiğimi fark etmemişti henüz. Üzerinde sadece beyaz bir tişört ve siyah bir eşofmanla durması kaşlarımı çatmama sebep oldu. Gözlerimi etrafta gezdirip onun heybetli vücudunu örtmeye yetmesede en azından daha az üşüyeceği bir şal buldum ve hiç düşünmeden elime aldım çünkü çok düşünürsem vazgeçerdim. Nedenini sorgulamadım ama üşümesini istemedim.
Yavaş bir şekilde terasın kapısını araladım ve araladığım o ufak boşluktan geçip yanına doğru ilerlemeye başladım. Ya beni hâlâ fark etmemişti ya da fark etse bile umursamıyordu. Ben yanına doğru giderken o sigarayı güzel dudaklarıyla buluşturup içine büyük bir duman çekti. Çektiği duman havayla karıştığında ağırca ona yaklaştım ve çekinerek de olsa, bulup aldığım şalı arkasındaki boşluktan geçirerek omuzlarına örtmeye çalıştım. Çok beceremesem de artık büyük pazuları olan kolları iyi kötü örtülmüş görünüyordu.
Ben daha uzaklaşamadan eli bileğimi sardığında boğuk bir sesle, "Bu neydi şimdi?" diye sordu. Kızmış gibi görünmüyordu. Gerçekten merak ettiği bir şeyi öğrenmek ister gibi sormuştu.
Önemsiz dercesine dudaklarımı büktüm. Bedenim kasılırken onun varlığının kasveti bir kez daha hatırlattı kendini bana. Bazen sadece biraz rahatlık istiyordum. Biraz. Çok az. Öyle az ki, kimsenin gördüğünde kıskanamayacağı ama bana yeteceğini bilecek kadar.
“Bazen hayat sana da yaşamaya değer değilmiş gibi geliyor mu?”
Onunla neden böyle bir şey konuştuğumu anlayamadı. O kadar yalnız hissediyordum ki son günlerde, tanımadığım bir yabancıya kalbimi açtığımı anlayamadı. Haklıydı. Belki de benim sadece haksız olduğumu kabullenmem gerekiyordu. Haksız olduğumu kabullenmem ve de gerçekten haksız olmam gerekiyordu.
Uzunca bir süre sadece sustu. Hatta bu süre bir zaman sonra o kadar rahatsız edici bir boyuta ulaştı ki sorduğum sorudan utandım. Ayrıca neden bilmiyorum ama bana cevap vermemesi kalbimi kırdı. Belki hakkım yoktu ama kırdı. Benimle hiç konuşmaması kalbimi kırmazdı ama bir şey sorduğumda cevaplamaması kırardı ve o bunu yaptı.
Tam arkamı dönüp terastan ayrılacakken, “Hayat böyle bir yerken de öyle olmasını düşünmek mantığa zarar zaten,” dedi bileğimde hâlâ varlığını koruyan parmakları gitmeme izin vermezken.
Dürüst olmasına çok küçük bile olsa tebessüm ettim içten bir şekilde. Geldiğimden beri ilk defa bana normal bir şekilde yaklaşıyor ve bir sorumu yanıtlıyordu. Belki kendi elleriyle avuçladığı saç tomarıydı ona bunu inandıran ama en azından birkaç saat öncesinde değildik.
“Bu kız deli mi, neden böyle sorular soruyor bana, diye soruyor musun içinden benim için?”
Cıkladı beni onaylamayarak. “Sormadım. Kendim anlayacağım öyle olup olmadığını,”
Suratım düştü hemen. “Yani öyle olduğuma dair bir seçeneğin var…”
Bana baktı. Suratımı inceledi uzun uzun. Ezberlemek ister ya da karalamak ister gibi. Hangisi olduğunu bilmiyordum ama ikinci seçenek olmamasını diliyordum. Suratımı severdim az çok. En azından bunlardan önce severdim…
“Neden mutlu gibi davranıyorsun? Mutlu olmadığını biliyorum. Kendini kötü hissettiğinde gülümsemen gerektiğini sana kim öğretti bilmiyorum ama buna gerek yok.”
Ne diyeceğini bilmeyen dudaklarıma dişlerimi geçirip gözlerimi yumduğumda kafamı da ondan tersi tarafa doğru çevirmiştim onu görmek istemiyormuşum gibi. Bileğimi parmaklarından kurtarmaya çalıştım tekrardan ama ne kadar nazik tutsada bunu becerememiştim.
Beni yanına doğru çektiğinde direnmeyip yanına oturdum. Bu bana Kılıç’ın arabasına bindiğim ilk anı hatırlattı. İçim titredi. Kalbim dondu ve parçalara ayrıldı ve ben bir ah bile edemeden susmak zorunda kaldım.
Derin bir nefes aldığında daha yeni yakmış olduğu sigarasını söndürüp sayamayacağım kadar çok olan izmarit yığınının yanına bıraktı. Bu kadar çok içmesi kaşlarımı çatmama sebep oldu. Benim kokusuna tahammülüm yokken onun kıtlıktan çıkmış gibi tüketmesi can sıkıcı bir durumdu. Beni ilgilendirmezdi ne yaptığı ama başka biri olsa onun için de aynısını düşüneceğimi biliyordum.
Kafamı iki yana salladım. Küçük bir yargılamayla ona baktım. "Sen seviyor musun yani? Çok rahatsız edici bir kokusu var,"
"Her şeyi sevdiğin için yapmazsın,”
Kafamı yana yatırdım düşünür gibi. “Başka şeyler yapmaktan daha kolay olduğu için mi yapıyorsun yani?”
Başımı önüme doğru eğip saçlarımın iki yanıma dökülüp çehremi kapatmasını sağladım. Şu an çok mutsuz hissediyordum. Genel anlamda Karan'la karşılaştığımdan beri içimde geçmek bilmeyen bir üzüntü vardı sanki.
O kadar kısık sesle söylemiştim ki bunu duymasına imkan yoktu diye düşünecekken beni onayladığına dair bir ses çıkardı ve öne doğru eğildiğimden açıkta kalan sırtımın üzerine bir şeyin örtüldüğünü hissettim. Yerimde dikleşip şaşkınlıkla ona ve tekrar açılan kollarına bakarken surat astım. Benim onun üzerine örttüğüm şalı benim üzerime örtmüştü o da.
Asılan suratıma kararlı bir şekilde bakarak, "Üşümüyorum." dedi. Soğuktan birbirine çarpan dişlerimi işaret etti. "Titriyorsun. İnat etme de dursun,"
"Kendime isteseydim kendime alabilirdim."
Beni duymuyormuş gibi yaparak öne doğru eğildi ve bana daha da yaklaşmış oldu. Soğuk kokusu soğuk havayla birlikte ciğerlerime doluyor, dolduğu yeri yakıyordu artık. "Konuşmak ister misin?" diye sordu. Bana fikrimi sormasına şaşırdım fakat bunun sadece formaliteden bir soru olduğunu biliyordum. Her türlü konuşacağımızın o da farkındaydı.
Gülümsedim ağırca. "İstemem ama istemediğim şeylerin istiyormuşum gibi sürekli olmasına alıştım. O yüzden konuşabiliriz."
Tutmaya devam ettiğini yeni fark ettiğim elimi ellerinden ateşe değer gibi çekip ondan uzaklaştığımda, "Öyle seslenme..." dedim sanki uzun yollar koşmuş gibi nefes nefese.
Kömür karası gözleri kısıldı ağırca. "Neden?"
"Sen o değilsen ona da benzeme. Dayanamıyorum. Lütfen..."
"Ondan," dediğinde yutkunuşunun sesini duyabilmiştim. "Ondan hoşlanıyor musun?"
Duraksadım. "Onu tanımıyorum. Ayrıca tanısam bile benden uzakta olan birinden hoşlanmam,”
Tebessüm etti ama sanki acılı bir tebessümdü bu. Gördüğümden emin bile olamayacağım kadar kısa sürmüştü. "Seven, sevenden her zaman birkaç santim uzaktadır,"
Elerimi suratıma kapatıp ölene kadar ağlamak istedim ama öylece durmaktan başka hiçbir şey yapamadım. Her zamanki gibi aciz ve bir hiçtim. Bu adamla sadece iki gündür iletişim kuruyorduk ama ne zaman konuşsam sanki kocaman bir duvara çarpıyormuşum gibi hissettirmeyi her seferinde başarıyordu. Her şeyi bu kadar iyi anlayıp, bu kadar iyi analiz etmesi, durmayan fikirleri korkutucu boyuttaydı ve daha kötüsü cümlelerinin beni ne kadar yaraladığının farkında değildi.
Ona cevap vermeyeceğimi fark ettiğinde suratındaki tebessüm daha da ağırlaştı. Gözleri soğukta muhtemelen kıpkırmızı kesilmiş burnuma, sulanan gözlerime, hâlâ belli yerlerinde morlukların yer edindiği yanaklarımda gezindi. Suratımı öyle uzun süre talan etti ki konuştuklarımızı bile unutup sanki hiç burada olmamamışımcasına bir his yayıldı içime.
"Ne yaptılar sana?" dedi sessizliğimizin arasında. Üzüldüm, belli etmedim ona. Benden bir cevap bekler gibi ısrarlı bakışları üzerimdeydi. "Seni gördüğüm ilk an bile senin için bir şeylerin ters gittiğini anladım. Her şeyini kaybetmiş biri gibi bakıyordun…”
Aramızda onun açtığı ara açıcı konuyu silip atmasına uydum çünkü ne benim verecek, ne de onun duymak için hazır olduğu bir cevap vardı. Yine sessiz bir anlaşma geçti sanki aramızda. Neden bilmiyordum ama sanki konuşsak şu an ben burada oturmaya devam ediyor olmazdım gibi düşünmeden edemedim.
"Sakin ol," dedim acımla dalga geçer gibi gülerek. Ne kadar da çok alışmıştım bu aralar bu duruma. Artık yadırgamıyordum bile. Bu iyi değildi. Hiç değildi hemde. "Hala kendimi teselli edip bu saçma hayatta nefes alacak kadar takatim var. Ümidim tükensede henüz bitmedi. Ölmeyeceğim."
"Senin derdini çözmeden bizimkini çözemeyeceğiz. Farkındasın değil mi?"
"Benim seninle bir derdim yok ki!" dedim hayıflanız gibi, omzumu silkerken. "Senin benimle bir sorunun var gibi. İnatla kendini bana dert edeceksin resmen! Geldiğimden beri bütün sözlerinin sonu beni gebertmekle sonuçlanıyor. Sanki beni ölümün değil de bir adamın kucağından almışsın gibi davranıyo-"
Hiddetle ve peşi sıra kurduğum cümleleri dudaklarıma yasladığı büyük avucuyla keserken, "Şşş," diye mırıldandı sanki söyleyeceğim şeyi hiç duymak istemiyormuş gibi. "Tamam... Tamam. Sustum. Tamam."
Beraber susalım ama sonra sustuklarımızı suratıma çarpma olur mu Karan? Kişiyi sustukları daha çok yaralarmış çünkü. Sen bağırdıklarımı suratıma çarpsan sustuklarım kadar acıtmaz benim canımı. Sen de yapacaksın biliyorum. Ama sen yapma.
"Neden o kadar kötü davrandın bana?"
Derin bir nefes aldı dertlenir gibi. "Sana kötü davranmadım,"
Alayla gülümsedim. "Hâlâ davranmaya devam ediyorsun, doğru,"
"Bak, Karina'ya benden habersiz bir kuş bile giremezken ve ben bunu bilirken, kapımda beliren bir kadın için ne yapmamı bekliyordun?"
"Onu öldürmeyi düşünmemeni en azından,"
Bana karşı durmayı daha fazla beceremiyormuş gibi kafasını öne doğru eğdi. Ağzından verdiği büyük bir nefesin buğusu havaya yayılırken onun kolayca verebildiği o nefesi benim hiç alamadığımı fark ettim. Kalbimi çok kırdı bu benim. Benim çekemediğim nefesi kimler ziyan ediyordu kim bilir.
“Peki,” dedi son harfi hafiften uzatarak. Dudaklarını birbirine bastırdı kısa bir süre. “Sanırım böyle anlaşamayacağız.” Tam anlamıyla beni dinlediğine dair bir tavır takındı ve tüm bedeniyle bana doğru döndü. “Sen söyle o zaman ne istediğini. Neden burada olduğunu sen anlat. Bana öyle bir neden ver ki, burada olduğun için şanslı ol,”
“Ondan önce bir şey sormam gerek sanırım,”
Sorgularcasına bana baktı. “Nedir?”
“Karina, tam olarak nedir? En azından buradan çıktıktan sonra ne zamana kendi evimde olurum onu bileyim,”
“Karina nedir?” diyerek sorumu tekrarladı sanki sorum çok garibine gitmiş gibi. O an bana o kadar yabancı geldi ki sanki yabancı olmaması gerekiyormuş gibi. “Nedir biliyor musun?” Kafasını salladı güler gibi. Diyeceklerini yuttu sanki o an ama çözemedim ne yapmak, ne demek istediğini. Kaşlarım çatıldı istemsiz. “Senin gibi küçük kızların giremeyeceği, kimsenin benden almaya gücünün yetmeyeceği, tehlike diyince akla gelen ilk ve tek bölgedir,”
“Neden kimse senden alamıyor?”
Duruşu dikti. Kendinden emin konuştu. “Karina benim,”
“Buranın sahibi olmanın gücü bir tek bendeydi çünkü,” Dudakları kıvrıldı usulca. Alaylıydı sanki biraz. “Hâlâ daha da bende.”
O an anladım. Bu zamana kadar kendime bile itiraf edemediğim de buydu. Karan Kılıçer’in güçlü olmaya ihtiyacı yoktu, hiç de olmamıştı. Karan Kılıçer’in kendisi güçtü. Kendisi varsa güce de ihtiyacı yoktu.
“Burası bir ilçe falan mı? Duymadım daha önce hiç,”
Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. “Nasıl yani? Benim benim, diye kafamın etini yediğin yerin ilçe olup olmadığını bilmiyor musun?”
Beni onaylamadığına dair bir ifadeyle suratını buruşturdu. “Hayır sıkıntı o değil. İlçe dediğin şeyin ne olduğuna dair en ufak bir fikre bile sahip olmamam…”
O anda gözlerimde gördüğü her neyse onu bile şaşırttı. Şeytan kulaklarını açtı ve yanmak için ona gideceğimiz zamanın geldiğini işitircesine bir kahkaha bahşetti. Ortam daha da buz kesti. Omuzlarım üzerindeki şal esen büyük rüzgârla birlikte artık yerdeydi. Suratım yanmaya başladı fakat bedenim tezattı. O buz tutmuş gölün içindeymişçesine daha fazla titredi. İçimde kaybolduğunu zannettiğim kadın kocaman bir kahkaha atarken, ben hangi filmin sonunda olduğumu düşünüp kaldım. Filmi çeken kadın ölmek istemiyorum diye beni suçlar mıydı?
Susmak isteyen herkes, konuşabilmenin kıymetini haykırmak istediklerini yuttuğunda anladı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |