26. Bölüm
Büşra / Berf-u Baran / 25.Bölüm:Mucize

25.Bölüm:Mucize

Büşra
berfinatman

İdrak etmem benim için milyonlarca zamanın geçmesi kadar uzun sürdü. Cevabını bildiğim, sonucu için acı çektiğim bir soru için bu kadar durgunluk nederdir bilinmez. Selim gözlerimin içine bir cevap duymak için dakilardır bakıyordu. Zor bir soru değildi, kalbim saniyesinde haykırarak evet cevabını vermişken beni bu kadar zora sokan sey Selimin bakışları mıydı bilmiyordum. Kapana kısılmış bir tuzağa çekilmiş gibi çaresizdim. Ellerim bağlı değildi nedir tutsaklık hissi. "Zor bir soru sorduğumu düşünmüyorum." Dedi benim tepkisizliğime karşı. "Öyle değil mi?" Çantamı avuçlayıp kapıyı açtım ve arabadan dışarı attım kendimi.

 

"Berfin!" Selimde arabadan inmiş peşimden geliyordu. İstediği cevabı almadan da gitmeyecekti. "Berfin, dursana." Dirseğimden tutup kendisine çevirdi beni. "Neyden kaçıyorsun?"

 

"Gerçeklerden tamam mı? Oldu mu?" Sinirli olduğum kişi asla Selim değildi ama öfkemi nedense ona kusmak istiyordum.

 

"Neymiş gerçek söylede bende bileyim. Baranın gerçeği neymiş." Beni bir şeyler için zorluyordu.

 

"Niye zorluyorsun beni, ne geçecek eline. Neyi duymak istiyorsun." Durup gözlerinin içine baktım. "Ya da ne duymaktan korkuyorsun.?"

 

Sinirle kaşlarını çattı. "Korksaydım, sormazdım. Görmezden gelir irdelemezdim."

 

"Bende onu diyorum, neden irdeliyorsun." Çantam omzumdan düşerken avuçlarımın arasına kulpunu hapsettim.

 

"Bunun cevabını sen benim sorumu cevapladığında alacaksın." Dişlerini sıktığını görebiliyordum. "Baran senin için ne ifade ediyor?" Sinirle çıkıştım ona. "Bunu cevaplamak zorunda değilim." Tekrardan arkamı dönüp binaya doğru adımladım ama tekrar kolumu çekip oma dönmemi sağladı.

 

"Cevaplıcaksın." Diye bağırdı. "Cevaplamak zorundasın, senin söyleyeceklerin benim duracağım yeri belirleyecek çünkü." Anlamsızca baktım yüzüne. Bakışlarımdaki soru işaretlerini fark etti. Eliyle yüzünü sıvazladı. "Özür dilerim. Sadece... nerde durmam gerektiğini bilmeye ihtiyacım var hepsi bu. Barana bakarken neden gözlerinin içi parlıyor, neden ellerin birbirine dolanıyor, yanakların neden kızarıyor bunları bilmeye ihtiyacım var." Elliyle burun kemerini sıktı. "Bana öyle anlamsızca bakma." Tekrardan yükseliyor ve sinirleniyordu.

 

"Selim beni korkutuyorsun." Diyebildim.

 

"Tek bir cevap istiyorum Berfin, tek bir cevap. Bu kadar zor olmamalı." Yerdeki ufak bir taşa tekme attı. "O herifi seviyor musun?"

 

Selimin kızaran gözleri ve titreyen ellerini görünce Baranın haklı olduğunu anladım. Selimin bana karşı arkadaşlıktan öte bir duygusu vardı ve bunu ben şimdi fark etmiştim. Selim karşımda acı çekerken, Baranın haklılığıyla uğraşmak istemedim. Sinirden elleri titriyordu. Bana yüzünü gizliyor yerdeki parke taşlarına bakıyordu. Elini cebine uzatıp sigara paketi çıkardı. Bir dal alıp titreyen ellerine inat dudaklarına yerleştirdi, çakmağı çaktı ama yanmadı.

 

"Evet." Dedim. Sesim özgür kalmış bir kuş gibiydi. Hafif ve tasasız. Elindeki çakmakla kala kaldı. Sertçe yutkundu. "Seviyorum." Belki kimseye söyleyemediğim yıllarca içimde mahkum ettiğim bu gerçegi Selime söyleyebilmiştim. Çakmağı çaktı ve ateşi sigaranın ucuna tuttu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, başını göğe kaldırdı. Gözlerinin kenarından ince bir ıslaklığın yayıldığını gördüm. Benim acı çektirmede bir numara olan vicdan azabı tarafım bu sahnede büyük bir darbe aldı. Barana karşı ördüğüm duvarın üstüme yıkıldığını fark ettim, Selimin yaşadığı bu an için içim cayır cayır yanmıştı. Sol eliyle gözünü sildi. "Sevgili misiniz?" Diye zorla sordu. 1

 

Ellerim buz tutmuştu. "Değiliz." Selime karşı hissettiğim bu şefkatin manasını çözememiştim. "Asla da olmayacağız."

 

Başını bana çevirip anlamsızca baktı. Gözleri kızarmıştı, sakallarının gerginliğinden dişini sıktığını anlamıştım. "Neden?"

 

"Çünkü bizden olmaz, çünkü imkansız, çünkü ben Baranı istemiyorum." Kalbime balyoz darbesi yemişim gibi bir sancı oturdu. Baranı nasıl istemezsin bunu nasıl haykırırsın diyen kalbim sıcak bir pençenin avucunda gibiydi. Nefesim kesildi sanki.1

 

Yönünü tamamen bana döndü. "Anlamıyorum seni Berfin, hem sevip hem istememek ne demek? Gerçekten anlamıyorum benimle alay mı ediyorsun. Ben aylarca seninle konuşma provaları yapıyorum, seni düşünmediğim bir an bile yok, okula gelmek için saatleri sayıyorum. Ders programını ezbere biliyorum. Sevdiğin çikolata her bittiğinde kafeteryaya ben getiriyorum. Seninle ilgili düşünmekten ben kendimi kaybettim." Gözleri dolu doluydu. Bir yandan da sinirli. "Sonra birden, senin gözlerini parlatan biri çıktı. Korka korka sordum, seviyor musun dedim. Evet dedin şimdide istemiyorum diyorsun. Berfin sen ne dediğinin farkında mısın?"

 

Söyledikleri ve karşımda ki bu acılı hali beni darmadağın etmişti. Gözlerim doldu burnum sızladı. "Ne dediğimin farkındayım, ne olduğununda." Elimdeki çantayı daha fazla taşıyamadım. Elimi serbest bıraktım, ve çantanın yere düşmesine seyirci oldum. "Ne yaşadığımında farkındayım. Baranı seviyorum." Gözlerimden bir damla yaş aktı. Bunu özgürce söylemek, korkmadan haykırmak ne de güzel bir şeymiş. "Hemde çok seviyorum anladın mı?" Selim gözlerini yumdu. "Onu o kadar çok seviyorum ki, ona bir şey olmasın diye ondan vazgeçiyorum. Onun canı yanmasın diye ben canımı hiçe sayıyorum. Anlamanı beklemiyorum. Bizim coğrafyamız size filmlerde anlatıldığı kadar, gösterildiği kadar var." Sigarasından derin bir nefes aldı. Dumanı ikimizinde zehrini yükenip havalandı. "Bu devirde böyle şeyler mi var der durursunuz, biz o devrin tam ortasındayız. Sadece bir an, ufacık bir anda hayatın yerle yeksan olur ne olduğunu bile anlamazsın. Kan bir kere aktımı durduramazsın. Barana olan sevgim o kadar büyük ki o kanın benden akmasına razıyım ama Barana bir şey olmasın diye sevgimi kalbime gömerim."

 

"Doğruymuş." Yüzünde acı bir gülümseme yer edindi. "İki insan birbirini sevince dışardan anlaşılıyormuş. Baranın ilk gelişinde seni izledim, gerçi ben hep seni izlerim ya neyse. Onu gördüğünde nefes alamadın bir süre, ellerinde bir hareketsizlik oldu. Sonra gözlerine bir ışık yayıldı aylardır görmediğim. Yanaklarını bir pembelik yayıldı, çok yakıştı." Sigaradan son bir nefes aldı ve yere atıp ayakkabısın ucuyla söndürdü. "İnkar etmek işime geldi ama Baranın varlığını artık kabullenmiştim." Ellerini iki yana açtı. "Ne diyebilirim ki, umarım çok mutlu olursunuz." Sesi acı doluydu. Tattım.1

 

Dudaklarımı ıslatma ihtiyacı duydum. Eğilip yerdeki çantamı aldım, elimin tersiyle gözlerimi sildim. "Baranla ben diye bir şey yok. Olmayacakta." Arkamı döndüm ve binaya doğru yürüdüm. Ne acımasız bir hayattı öyle değil mi?

 

"Ya olursa!" Selimin sesiyle omzumun üstünden baktım. Bakışları ince bir dala sımsıkı tutunan bir çocuktan farksız değildi, masum ve çaresiz.

 

"O zaman bir mucize olur." Önüme döndüm ve yürüdüm. "Ve ben mucizelere inanmam." Dedim.

 

🍄

 

"Tamam anne, binince haber edecem." Asansörün kapısından indim. Elimde ufak bir el bavulu, eve gitmek için binadan çıkıyordum. "Malik mi alacak beni, babam mı?"

 

"Malik alacak, sen onu ara inmeden evvel." Annem belli ki mutfaktaydı ve bir işle uğraşıyordu. "Tamam, ararım. Hadi görüşürüz." Binanın kapısını açıp çıktım.

 

"Hadi Allah'a emanet ol." Telefonu kapatıp kabanımın cebine koydum. Binanın avlusundan çıkıp kapıya gelince adımlarım durdu. Baran arabasına yaslanmış beni bekliyordu. Benim onu gördüğüm anda, omzunu arabadan ayırıp yanıma doğru yaklaştı. Elimdeki çantayı aldı. "Arabaya bin." Çantayı alıp araca ilerlerken bende onu takip ettim. Arka kapıyı açıp çantamı fırlattı. Onu sert bakışlarımla izliyordum. "Napıyorsun sen?"

 

"Bana bak, benim daha fazla canımı sıkma bin arabaya." Gerçekten sinirliydi bunu anlayabiliyordum.

 

"Eve gidiyorum aptal ver çantamı." Ön kapıyı açıp işaret etti. "Bin arabaya, itiraz falan etme seni eve ben götürecem. Dünden beri canım burnumda beni daha fazla yorma, bin."

 

"Aptalsın aptal." Söylene söylene bindim, kol çantamı ayaklarımın dibine bıraktım. O sıra sertçe kapıyı kapattı. "Hayvan!" Diye söylendim.

 

Kapısını açıp bindi. Aracı çalıştırırken konuştu. "Düzgün konuş, festival filmi izleyen biri için fazla kabasın."

 

"Sen varya ruh hastasısın biliyorsun dimi?" Arabayı çalıştırıp mahalleden uzaklaştırdı bizi. Cevap vermedi. Gittiğimiz yola bakarken kollarımı bağladım. "Napmaya çalıştığını anlamıyorum Baran."

 

"Aynen sen çok anlaşılırsın ya, alt yazın var çünkü." Ters cevap vermekte rakip tanımıyorduk. Yandan ona baktım. Neden bu kadar yakışıklıydı neden. Esmer tenine, sakallı çenesine keskin elmacık kemiğine ve benim için birbirinden ayrılmayan ikisininde meftunu olduğum karagözüne ve kirpiğine öyle hasretle baktım ki, şu an bana bakıyor olsaydı ona olan aşkımı haykırmış sayılırdım. Üstünde siyah kaban gri boğazlı kazak ve siyah bir pantolon vardı. Kalbimin ritminin bozulduğunu anladığım an bakışlarımı yola çevirdim. Bu ergen kalbin bir ayarı yok muydu. Otobana dogru aracı sürüyordu o sıra annemin dedikleri geldi aklıma. "Malik beni garajdan alacak, ne yapacaksın bu konuyla ilgili bir planın, fikrin var mı?"

 

"Senin vardır elbet." Kısaca bana bakıp önüne döndü. "Ani kararların insanısın, kahveme tuzu atmayı biliyorsan Malik'e de görünmezsin."

 

"Zıkkım iç Baran zıkkım." Sürekli hatırlatıp duruyordu bunu. "Onu içtik canım geçti o artık. Yeni trend evime gecenin bir vakti atla gelmek. Ha birde cama taş atsaydın tam olacaktı." Sesinde gizleyemediği bir neşe vardı ve öfkesi sinsice ardında gizleniyor gibiydi.

 

"Sapanım yanımda olsaydı, cama mı atardım kafana mı görürdün." Yüzümü dışarı çevirdim. Güldüğümü görmesin diye.

 

"Bize tuzlu kahve, kafamıza taş. O lavuğa gelince niye yüzünde güller açıyor. O oruspu çocuğunun yanında niye bu hallerin yok!" Saklanan öfkesi yerinden yavaş yavaş çıkıyordu.

 

"Saçma sapan konuşma Baran." Diye çıkıştım.

 

"Zaten hep saçmalayan benim, hep susması gereken benim. O piç kurusuna dedin mi hiç konuşma diye." Bu sinirle bu yolculuk geçmezdi. "Beni otogara bırak, bu yolu seninle bitirmicem Baran."

 

"Sen benimle hiç bir zaman yola çıkmadın ki Berfin. Sen hep beni def ettin, hep uzaklaştırdın kendinden. Ben gitmek isteyince de gelip gitme dedin. Verecek bir cevabın bile yoktu lan." Sinirden sesi titriyordu. "Ne konuştunuz o herifle!" Ona döndüm ve Selimle beni izlediğini anladım. Aslında Sinemadan sonra çekip gitmemişti belkide önceden gelip evimin orda durup beklemişti. "Ne dedi sana! Aşkını mı ilan etti ha söylesene! Ne cevap verdin ona." Farkında olmadan hızlanıyordu ve bunun bilincinde değildi.

 

"Baran çek kenara!" Bana bakıp tekrar yola döndü. "Çek kenara dedim sana, duydun mu beni çek! Durdur arabayı." Beni dinlemediğini fark ettim. Düşünmek için bir saniye bile durmadım. Elimi kapıya attiğım gibi açtım. "Dur yoksa atarım kendimi!" Sesim yüksekti.

 

"Kapat kapıyı!" Eliyle omzumdan tuttu.

 

"Durdur arabayı!"

 

"Kapat şu kapıyı!"

 

Aracı sağa doğru yöneltti. Omzumdan sımsıkı tutuyordu. "Allahın manyağı! Kapat kapıyı!" Etrafimızdan geçen araçlar korna çaldı.

 

"Dur dedim sana!"

 

"Gerizekalı! Öldüreceksin bizi!" Aracı yol kenarında durdurdu. Bir hışımla kendimi dışarı attım. Aracın önüne doğru yürüdüm. Kaputa ayaklarımla tekme attım. "Allahın belası!"

 

"Sen kafayı mı yedin ha! Kafayı mı yedin napıyorsun!" Sinirle kapıyı kapatıp yanıma geldi.

 

"Asıl sen napıyorsun ha, sen napıyorsun!" Elimle omzundan ittim onu.

 

"Noldu hanımefendi. Sizi izlemem mi zorunuza gitti. İlanı aşkınızın mahremiyetini mi bozdum." Kara gözleriyle baktı bana. "Ne dedi ha sana ne dedi!" Kaşları çatık keskin birer bıçak gibiydi alnını ikiye ayıran bir kesik atmıştı. "Seni gördüğü anda mi aşık olmuş, neye aşık olmuş sarı saçlarına mı! Ela gözlerine mi! O oruspu çocuğunun aşık olduğu o saçlar benim için örüldü, o gözler bana bakarken parladı anladın mı!" Sinirden titriyordum ve Baran bunun farkında değildi. "Lan yoksa gülüşüne mi aşık oldu, o siktiğimin çocuğunun aşık olmak için çok sebebi var Berfin çok!" Ellerimi yumruk yapmıştım Baranın yaşadığı öfke nöbetini izliyordum. Gözlerini kıstı. "Hoşuna mı gitti?" Sessizce sordu. "En çok hangi sözü etkiledi seni?" Elleriyle ağzını kapattı. "Yoksa ağlamasından mı etkilendin?" Nefesim sekteye uğruyor göğsüm öfkeyle yükseliyordu. "Ağlamak için gözden yaş mı akmalı Berfin!" Diye haykırdı. "Ben gururumu hiçe saydım bu sayılmaz mı!" Gözleri kan çanağına döndü öfkeden. "Hadi söyle en çok hangimiz egonu okşadık!"

 

Elimi kaldırıp ona şiddetli bir tokat attım.

 

Öfkem sinirim ve gururum beni buna mecbur bırakmıştı. Yana dönen başını izledim. Yavaşca bana döndü, kan çanağına dönen gözünden bir damla yaş aktı. "Tek bir kelime daha etme!" Dedim. Her kelimenin üstüne basarak. Yüzüme yediğim soğukla ağladığımı anladım. "Tek bir kelime daha edersen, sana yemin ederim yüzüne bakmam" dişlerimi sıkarak konuştum. "Sana yemin ederim ki bunu yaparım. Gözüm bile değmez gözüne." Sertçe yutkundu, gözlerinde yeminimin gerçekleşme ihtimalini düşünen ve bundan korkan biri vardı. Yüzünde parmaklarımın izi çıkmıştı. İçim sızladı ama gidip yanağını öpemedim. Arabaya döndüm. "Beni otogara bırak." Kapıyı açıp arabaya bindim. Camdan ona baktım, bir süre öylece durup kalakaldı. Beyninde ölçümler hesaplar yapıyordu. Ona ettiğim yeminin hasarını düşünüyordu, bunu riske atar mıydı bilmiyordum. Birden arabaya döndü ve kapıyı açıp bindi. Aracı çalıştırdı. Arabaları kontrol edip yola çıktı. Ona asla dönüp bakmadım o da bana bakmadı. Tek bir kelime bile etmedi. Yeminimi riske atmadı. İki yabancı gibi yolda ilerledik, soğuk bir sessizliğin buharında boğuluyorduk ama ikimizde bir nefeslik kelime bile etmiyorduk. Siniri geçmişti ama kaşları tünediği alnını terk etmiyordu. Otogara gelince el frenini çekti. Arka koltuktan çantamı almak için uzandım. Bakışları bana döndü ama ben karşılık vermedim. Ayağımın ucundaki çantayı da avuçladığım gibi aracın dışına attım kendimi. Kapıyı sertçe kapatıp uzaklaştım ordan. Bana baktığını hissediyordum ama ettiğim yemini çiğneyipte bana gelemezdi, tek kelime edemezdi.

 

Çünkü benim ona bakmamam, Baran için hayat suyunu tadamamak demekti.

 

Belkide onu en büyük tehditle durdurmuştum.

 

Kendimle.

 

🍄

 

Malik arabayı evimizin önünde durdurunca içimde elimde olmadan yaşadığım bir heyacan vardı. Kendi evime güvenli alanıma varmanın vermiş olduğu rahatlamada diyebiliriz. Araçtan inip heyecanla kapıyı çaldım. İçerden seslerin birbirine karıştığını işittim.

 

"Geldiler, geldiler." Sait'in ince sesiyle yüzümdeki gülümseme iki kat daha arttı. Malikte çantamı alıp bagaj kapısını kapattı. Kapı açılınca Sait kucağıma atladı. "Hala!"

 

"Sait, kurban olduğum." Kucağıma alıp bol bol öptüm. Sımsıkı sarıldım. Çok özlemiştim, kucağımda Saitle avluya doğru yürüdüm. Annem elini silkeleyip mutfaktan çıkıyordu, hemen arkasında yengem, Beritan ve gülistan ablada vardı. Dedemin evinden çıkan babamı görünce Saiti kucağımdan indirip babamın yanına gittim ve elini öptüm.

 

"Hoş geldin, kızım." Başımı öptü babam.

 

"Hoş buldum." Koşarak anneme gidip sımsıkı sarıldım. "Oyy anan kurban olsun, hoş geldin annem." Sırasıyla yengeme Beritana ve Gülistan ablayada sarıldım. Saiti tekrar kucağıma alırken sordum. "Bavo gil nerde." Dedem normalde beni karşılamaya gelirdi.

 

"Hastaneye gittiler, kontrolü var bavonun. Mümtaz götürdü gelirler şimdi." İstem dışı dedem gilin evine baktım. "Kötü bir şey yok dimi?"

 

"Yok kızım yok" annem elini omzuma atıp tekrar sarıldı bana. "Normal muayene." O sırasa bahçenin bir köşesinde havlayan Köftenin sesini duydum. "Aha eniğinde seni özlemiş." Dedi annem. Yengem Saiti kucağımdan alınca koşarak kulübeye gittim. "Oğlum." Köfte dilini çıkarmış heyecanla zıplıyordu. Yanına gidip kafasını sevdim. "Özledin mi sen beni ha, özledin mi?" Etrafımda dolaşmak istiyordu ama tasması müsade etmiyordu. En son gördüğüm zamanki halinden çok farklıydı. "Nasıl büyümüşsün sen, sana iyi baktılar mı ha?"

 

"Yav eniğine bile biz bakıyoruz, tüm şovlar Berfine yapılıyor." Malik elindeki çantamı ayağının ucuna koydu "Aşısını kim yaptırdı hey gidi hey haberin bile yok."

 

"Ya abi." Dedim neşeyle. Ama sonra abi diyince gelen utançla sustum. Malikte fark etti. Sadece Malikte değil herkes farkına vardı. Babam boğazını temizledi. O sıra kapıdan dedemle nenem girdi. Çömeldiğim yerden ayaklandım. Avludaki çeşmeye gidip elimi yıkadım hızlıca, sonra pantolonumla kurulayıp dedemin yanına gittim. "Ooo kimler gelmiş, hoş gelmiş." Dedi dedem.

 

"Nasılsın bavo."

 

"İyiyim kızım çok şükür." Sesi hafiften titredi. Duygulanmıştı. Elini öptüm, başımı öptü.

 

Nenemin yanına gidip onunda elini öptüm. "Hoş gelmişsin kızım." Bana sıkıca sarıldı. "Berfin, nasıl zayıflamışsın sen. Gel sana et pişireyim de ye kızım." Nenem küçüklüğümden beri her zayıfladığımda et pişirirdi.1

 

"Ana dünya kadar yemek yaptık zaten." Annem o sirada beni çekiştirip zayıflamış mıyım diye süzüyordu.

 

"Olsun, ben et pişirecem. Şifa olsun."

 

"Ya valla pes, ne şımartıyorsunuz bunu bu kadar ya." Malik yere koyduğu çantamı alıp omzuna atıp merdivenlere yöneldi. "Bak sizi görmek için kalkıp gelemedi, hani hafta sonları gelecekti. Hepsi palavra." Benimle uğraşmaktan keyif alıyordu.

 

"Ya keyfimden mi gelemedim, derslerim yoğundu."

 

"Gel hadi Berfin, nasıl zayıflamışsın sen. Kızım hiç mi yemedin yemek, ne bu hal." Annem beni mutfağa yönlendirdi. Direk ocağın başına gittim ve tencerenin kapağını kaldırdım. "Hihhh sarma!" Sevinçle bir tane alıp ağzıma attım.

 

"Kuru dolmada var." Annem döktürmüştü bugün. "Kız ayakta yemesene öyle, tabağa koy da geç ye düzgün düzgün." O sıra benim ağzım doluydu ve sarma gerçekten harika olmuştu uzun zaman sonra bir yemekten gerçekten tat alabilmiştim. Kapağı kapatıp ağzıma tıktığım sarmaları yemeğe çalışıyordum. "Ellerine sağlık, çok güzel olmuş. Ama niye bu kadar çok yaptınız?" Mutfaktakiler birbirlerine bakınca asıl geliş sebebim aklıma geldi. "Ha, misafirler için. Doğru bir an unuttum ben onları. Nasıl unuttuysam akşam beni isteyecekler sonuçta." Kollarımı göğsümde bağlayıp anneme baktım.

 

"Hiç bana dellenme, aha baban orda diyeceğin varsa gitte söyle." Annem eliyle kapıyı gösterdi.

 

"Boşver şimdi yemekleri Berfin." Yengem araya girdi. "Ne giyeceksin?" Bu kez konu kıyafetime gelmişti.

 

"Berfin en son aldığın mavi kaftanını giysene." Diye öneride bulundu Beritan. "Yok ne kaftanı, icap etmez o kadar." Dedi yengem.

 

"Essahtan ne kaftanı, yok yok. Güzel usturuplu bir elbise giysin oldu bitti. "Gülistan abla ellerini birbirine vurdu. "Tantana etmeye gerek yok."

 

"He bacı doğru dersin." Annemde hak vermişti.

 

Yengen kulağıma fısıldadı. "Ben senin kıyafetini hazırladım sen merak etme." Bakıp göz devirdim. "Hiç belertme gözünü, güzel olacaksın ki biz o güzel kızı istedik vermediler desinler. Yoksa çirkindi biz alamadık derler." Yandan bakıp burnumu havaya diktim. "Öyle mi diyorsun."

 

"Tabii." Yengemle annem göz göze gelip gülüştü. "Sen beni dinle." Dedi yengem. "Bir içim suydu, bizim boğazımızda kaldı desinler."

 

Bunun üzerine mutfaktakiler hep bir ağızdan gülüştüler.

 

🌟

 

"Çok abartı olmadı dimi yenge?" Aynada giydiğim elbiseye baktım. "Yok kız gayet iyi. Aha Beritan şu rujuda sürsün tamamdır."

 

Beritan elinde rujla bana yaklaştı, ve ruju dudaklarıma yedirdi. Son kez baktım kendime, kırmızı belinden kuşaklı uzun kollu belden aşağısı bol, bileğimin bir karış üstünde bir elbise giymiştim. Elbisenin bisiklet yakası rahat kahve sunmam için idealdi. Kollarımı sımsıkı saran kumaşı benim için avantajlıydı. Ayağımda ufak topukları olan şık hir ayakkabı vardı. Saçımında bir kısmını at kuyruğu yapıp devamını açık bırakmıştım. Perçemlerimide düzeltip yengemle Beritana döndüm. "Bitti hazırım."

 

"Maşallah. Nazar değmesin." Yengem yatağımda oturmuş bana bakıyordu. "Çok güzel oldun kız."

 

"Hakkaten çok güzel oldun." Dedi Beritanda. "Valla Berfin ben ne yalan söylim, sen evi başımıza yıkarsın diye düşündüm simdi böyle sakin görünce garibime gitmiyor değil yani."

 

Omzumu silktim. "Valla babama güveniyorum, ondan bu rahatlığım. Yoksa bu kadar uslu durmazdım."

 

"Ona ne şüphe canım." Diyip güldü yengem. O esnada esnediğimi gördü yengem. "Uykun mu var."

 

"Hemde nasıl." Gözlerimden uyku akıyordu nerdeyse. Gözüme yapılan makyaj ve maskarada ekstra bir ağırlık yapmıştı gözlerime. Yengem oturduğu yatağımdan kalktı. "Gel sen uyu biraz, misafirler gelene kadar dinlenmiş olursun."

 

"Hiç, hayır diyemicem valla." Ayağımdaki ufak topuklu ayakkabıyı çıkarıp yatağa girdim.

 

"Elbiseni kırıştırma." Dedi Beritan kapıya doğru giderken. Onlar odadan çıkınca saçımı bozmadan kafamı yastığa koydum. Tam gözümü kapatmıştım ki, telefonumun titreşimini duydum. Bıkkınca doğrulup telefonu elime aldım. Yapılan aramayı görünce yerimde dikleştim bir an.

 

Baran Turanlı Arıyor.

 

Derin bir nefes aldım. Çağrıyı cevaplandırdım.

 

"Efendim?" Bir süre ses gelmedi. Rüzgar sesinin hakim olduğu bir uğultu vardı. "Baran?" Hala konuşmuyordu. Ekrana baktım telefonun kapandığını sandım ama hala çağrı devam ediyordu. "Baran orda mısın?" Hala uğultu ve rüzgarın hakim olduğu sesi duyuyordum. Aklıma kötü ihtimallerin üşüştüğünü hissetmistim.

"Baran konuşsana." Diye tersledim, kötü bir şey oldu diye korkmuştum aslında.

 

"Berfin?" Sonunda sesini duyabilmiştim.

 

"Niye konuşmuyorsun, korkuttun beni." Yatağımda iki büklüm olmuştum.

 

"Sen konuş diyene kadar konuşamazdım, gözlerinden mahrum olmak istemem." Kısa bir süre düşündükten sonra olayı anlayabildim. Ona tek kelime daha edersen gözlerim değmez gözlerine değmiştim. Bunu riske atıpta konuşmadı, benim konuşmamı beklemişti. Bu farkındalıkla ne diyeceğimi bilemedim. Biraz utandım, biraz üzüldüm. Duygu karmaşasının da hakkını veriyordu bu çocuk. Konuşamayacağımı anladı en sonunda ve o konuştu. "Aşağıdayım, incir ağacında. Seni bekliyorum." 1

 

"Ne!" Hızla yataktan yalın ayak çıkıp pencereye koştum. "Ne zaman geldin sen?"

 

"Soru sormada aşağı in, Ceylan odadan çıksın diye bekliyorum saatlerdir." Perdeyi çekip dışarı baktım ama karanlıktan göremedim.

 

"Hani nerdesin?"

 

"Kalbinde." Dedi. "Çok uzaklarda arama." Elim istem dışı kalbime gitti. Canım Baran, ona sımsıkı sarılmak istiyordum. Ve bundan uzak olduğum her an kollarımın lanetine uğruyordum. "Hadi bekliyorum, gel." Perdeyi çekip, çıkardığım topuklu ayakkabıyı ayağıma giydim.

 

"Tamam, geliyorum." Telefonu kapatıp yatağa fırlattım. Aynanın karşısına geçip tekrar kendime baktım. Kalbim kıpır kıpırdı, çok heyecanlanmıştım.

 

Hızlı ama sessiz adımlarla odamdan çıktım kim nerdeydi bakındım. Salona yaklaştıkça maç spikerinin sesini duydum. Daha sonra abimin sesi geldi. "Lan hadi oğlum oyna lan oyna!" Kafamı uzatıp bakınca abim televizyona kitlenmişti. Hızla kapının önünden geçtim. Merdivenlerden indim dedemin evinin önündeki ayakkabılara baktım. Babam burdaydı. Şimdi mutfağa kulak verdim. Annemin yengemin ve diğerlerinin sesini aldım. Kimse ortada yoktu. Sessizce ahırın olduğu tarafa geçtim. Hava buz gibiydi ve ben heyecandan akıl edipte üstüme bir şey almamıştım. Ahırı geçip arkasını dolandım, incir ağacının yanına vardım ama Baran yoktu. Etrafı kolaçan ettim, karanlık buna mani oluyordu. "Baran?" Dedim sessizce. Ne yani gelmemiş miydi? Ee gelmediyse niye çağırdı ki beni? Ya da geri mi gitti? Anlam verememiştim. Soğukta üşüyordum, tekrar etrafıma bakındım ama görmedim. "Baran nerdesin?" Rüzgarın hırçın sesi, benim fısıltımı bastırmıştı. Umutsuzca etrafıma bakıp geriye döndüm bir kaç adım atmıştım ki, kolumdan çekildim. Korkuyla sıçradım yerimden. "Korkma, benim." Baran karanlığın içinde öyle bir kamufle olmuştu ki görememiştim onu.

 

"Korkuttun beni, niye saklanıyorsun?" Dedim elimle koluna vururken.

 

"Saklanmadım. Sen beni görmedin." Yüzüme bakıyordu garip bir şekilde.

 

"Karanlıkta durursan nasıl görebilirim seni." Kolumu kurtardım kolundan. Bedenim soğuktan titriyordu artık.

 

"Ben olsam, seni karanlıkta da görürdüm." Bana olan bakışı çok farklıydı. Hayranlıkla şaşkınlık arası bir bakış. "Çok güzel olmuşsun." Dedi.

 

Bunu söyledi ya, benim buna sevinmem salisemi bile almadı. Yüzüme ufak bir gülümseme kondu. "Gerçekten mi?" Biz kızlar kaç yaşında olursak olalım, sevdiğimiz kişilerin bizi beğenmesini isteriz.

 

"Gerçekten. Ama bu biraz sade olmuş ya, gelinlik falan giyseydin." Eliyle sakalını kaşıdı. Baştan aşağı süzdü beni.

 

Elbisemin iki tarafından tutup etrafımda döndüm. "Aslında gelinlik giyecektim ama annem abartma dedi." Dudaklarımı ısırıp gülmemi bastırdım. Baran şu an kıskanç bir çocuk gibiydi. Oyuncağını paylaşmak istemiyordu. "Onu düğünde giyersin dedi. Bende el mahkum kabul ettim."

 

"Bencede gelinlik abartı olurdu." Elini ceketinin fermuarına getirdi ve aşağı indirdi. "Ama abiye falan onlardan da giyebilirdin sanki." Ceketi çıkardı altında siyah bir kazak vardı. Ceketi omzuma attı. Onun sıcaklığını omzumda hissettim. "Öyle değil mi?" Bana çok yakın duruyordu. Elini saçlarıma uzattı ve ceketin altında kalanları çıkardı. Boyu benden uzun olduğu için başımı yukarı kaldırıp baktım.

 

"Evet ama, onu da nişanda giyersin dedi annem." Sıcaklığıyla ısındığımı söyleyebilirdim. Yanaklarıma bir ısı yayılıyordu. Bir eliyle ceketin iki yakasından tutup önümü kapattı. Diğer eliyle de perçemlerimi yüzümden ayırdı.

 

"Şeye benzemişsin." Sertçe yutkundu. "Prensese."

 

Gülümseyerek baktım ona, heyacanladıkça yanaklarım al al oluyordu. "Hangi prensese?"

 

Elini yanağıma koyup sevdi. Avcu cehennem sıcağıydı. "Şu 7 tane piç cüceyle gezen prenses var ya o." Söylediklerine güldüm. "Pamuk prenses mi?" Dedim ama hala gülüyordum. Gülmemi izledi bir süre, dalıp gidiyor gibiydi. Kafasını salladı. "Ama o prenses zehirli elmayı yiyor ve sonsuz bir uykuya yatıyor." Gözlerindeki parlaklık hayranlık beni çok utandırıyor ve aynı zamanda kendimi çok güzel hissettiriyordu.

 

"Olsun sonra prensesi uyandıran bir prens çıkıyor. Uzun, esmer, yakışıklı ve galiba urfalıydı." Söylediği şeyle kahkaha attım. Anında elimle ağzımı kapattım. "Baran ya." Hala gülüyordum. "Adını da söyleseydin tam olacaktı."

 

"Bilmeyecek ne var. Baran." Konuştukça dudaklarından buhar çıkıyordu. Elleri hala yanağımdaydı. "Seni izledim." Dedi birden ciddileşip gözlerimin en derine baktı. Sesi tonu kulağıma ulaşan bir ninni gibiydi. "Şuradan korkuyla etrafa bakınmana, ismimi seslenmene, benim için geldiğini bilmek dünyada ki en güzel şeydi Vicdan Azabı. Bana gelmiştin, bana. Bu ne demek algımı yitirdim sandım. Kala kaldım, tam gidiyordun o zaman farkına vardım. Gerçektin ve bana gelmiştin. Bunun şaşkınlığını yaşadım. Seni korkutmak istemedim." Baran konuştukça, sevgisinin ne denli büyük ve akıl almaz olduğunu fark etmiştim. "Şimdi bir başkası için süslenmişsin bunu biliyorum, belkide öfkelenmem lazım ama şu güzelliğinle bana geldin ya ben başka bir şey düşünemiyorum. Senin güzelliğinin yanında çirkin kalıyorum ve nasıl olurda senin üzerinde hak iddaa ediyorda senin sevgini istiyorum diye kendimi suçluyorum."

 

"Baran..." derin nefes aldım.

 

"Çok güzel olmuşsun Vicdan Azabı. Kendimi suçlu hissettirecek kadar." Kokusunu içime çektim. Ve onun keskin bakışlarının altında daha fazla tutsak kalmak istemedim.

 

"Teşekkür ederim. Egomu okşadın. Malum ben egom okşansın diye yaşıyorum." Bana bugün yaptığı terbiyesizliği unutmamıştım. Pişmanlıkla gözlerini yumdu kısa süre, tekrar baktı bana. Geriye doğru uzaklaşmak istedim ama izin vermedi. "Özür dilerim." Her kelimenin üzerine bastırarak söylemişti bunu. "Defalarca özür dilerim. Öfkeliydim bunun savunulacak bir yanı yok, ama lan sana dokundu, yakınına girdi belki aşkını ilan etti. Ulan düşüncesinden korktuğumu canlı canlı izledim."

 

"Ben kimsenin sevgisininde ilgisininde şımarığı olmadım " gözlerimle belirttim her şeyi anlasın diye.

 

"Biliyorum." Gözlerini yumdu. Sıcak alnını benim soğuktan buz kesmiş alnıma yasladı. "Biliyorum ama yemin olsun kendime mani olamadım. Defalarca özür dilerim. Vicdan azabı, sen benim azabımsın ve benim bunu başkasıyla paylaşmak gibi bir niyetim yok."

 

"Baran Lütfen..." Alnımı geri çektim. "Böyle konuşma."

 

Gözleri yüzümde turladı. Elmacık kemiğimi başparmağıyla okşadı. "Senin başkasıyla olma ihtimaline bile tahammülüm yok, senin güzelliğine kapılacak bu efsunda sarhoş olacaklar diye çok korkuyorum. Hep senin korkularından bahsediyoruz ya işte benimde en büyük korkum bu. Seni fark edecekler diye aklım çıkıyor." Sıcak dudaklarını alnıma bastırdı. Buna nasıl müsaade ettiğimi bilmiyordum ama soluğum kesilmişti. "Belkide korktuğum şey başıma geldi." Diye fısıldadı. "Belkide ben geç kaldım."

 

Ne diyeceğimi bilemedim, susmayı tercih ettim. Baranın sıcaklığının keyfini çıkardım belkide. Elini yanağımdan enseme doğru ilerletti. Baş parmağı boynumu okşarken yüzünü uzaklaştırıp gözlerimin içine baktı. Başımı yukarı kaldırmış ona bakıyordum, gözleri ruj yedirdiğim dudaklarıma kaydı. Baktığı yerde kıyamet koptu sanki. "Berfin..." ismimi büyük bir açlıkla söyledi. Öylece kalakadım bedenim buz tutmuş ve kitlenmiş gibiydi, neden tepki veremiyordum. "Seni öpeceğim, eğer izin verirsen benden bir daha gitme şansın olmayacak." Kalbim göğsümü delip geçecek gibiydi. Şiddetli bir şekilde çarpıp duruyordu. Nefesim kesik, korkum harlıydı. Bedenimin soğukluğunu üşümeme veremiyorudum, ellerim buz tutmuş hücrelerim çalışmıyor gibiydi. Bir şey demek için ağzımı açtım ama tek kelime bile düşmedi dilimden. Halime baktı, reddetmemi bekledi ama benim lal olmuş halimden cesaret aldı. "Artık çok geç." Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözlerimi kapattım iç güdüsel olarak.

 

"Geldiler!" Duyduğum sesle yerimden sıçradım. Saitin sesiyle gerçek dünyaya döndüm. Benimle beraber Baranda bir rüyadan uyanmış gibiydi."Misafirler geldi!" 1

 

Bölüm Sonu

oy ve yorumlarınızı bekliyorum güzellerim. Arkadaşlarınıza hikayemizi önermeyi unutmayın. 🌟🍄

Bölüm : 30.12.2024 22:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...