28. Bölüm

27. Bölüm: Harman

Büşra
berfinatman

Ellerimin titremesini saklamakta usta olan ben, Berfin... Bunu başaramadım. Abim yanıma geçip Zümrüt’e yaklaştı. Bedenimin bir boşlukta savrulup gittiğinden haberdar değildi.

Diyar’la buluşacağını söylemişti.

Ve Baran duymuştu.

Baran’a bakmaya korkuyordum.

Olacaklardan korkuyordum.

“Boş ver tımarı, sonra yaparsın. Ben gidip gelince yaparsın, kızı beklettim şimdi, ayıp olur.” Abim dizgini eline alıp Zümrüt’ü kapıya doğru yönlendirdi.

“Hişt bana bak, beni idare et. Bir şey olursa da ara.” Yüzüme bakıp kaşını çattı. “Kime diyorum Berfin, alo?”

“Tamam,” dedim zar zor.

“Çok uzun kalmam zaten. Miroğlu gelmeseydi daha rahat ederdik, Diyar o var diye korkuyor. Çok uzun sürmez, merak etme.” Bana bakıp tepki bekledi. Ellerimi yumruk yapmayı başarabilirdim sadece. Başımı belli belirsiz salladım. “Hadi, haberleşiriz,” deyip Zümrüt’ü ahırdan çıkardı.

 

Arkamı dönmeye korkuyordum, ellerimi sıktıkça sıktım. Sonra yerde ayak sesleri duydum. Balyaların ardından çıkmıştı ama korkudan bakamıyordum. Sonra sinirli bir nefesin enseme değdiğini hissettim. Ardımda durmuştu ve öfkesini iliklerime kadar hissediyordum.

 

“Ne dedi o?” diye sordu. Sesinde keskin bir bıçağın öfkesi vardı. Gözlerimi yumdum korkudan.

“Ne dedi o? Diyar mı dedi?”

Ben hâlâ cevap vermiyordum. Tırnaklarım avuçlarıma baskı yaptıkça sanki silinip gidiyordum buradan.

“Sana diyorum!” diye bağırıp beni kendine çevirdi.

O an o öfkeli, kor gibi yanan gözlere denk geldim.

“Diyar mı dedi? Benim kardeşim Diyar’dan mı bahsetti ha?”

Ben derin nefesler alıp kendimi rahatlatmaya çalışırken Baran’ın ateşten geçilmeyen gözleri beni keskin bir bıçağın ucuna koyuyordu.

“Yanlış duydum değil mi? Yanlış duydum, arkadan sesi iyi gelemedi, yanlış duydum değil mi? Söylesene! Yok, benim kardeşim değil, Diyar değil... Miroğlu dedi. Yok ben yanlış duydum, yanlış duydum.”

Eliyle kafasına vurdu art arda.

“Kulaklarım yanlış duydu. Malik’in benim kardeşimle işi olmaz. Yanlış, yanlış...” diye vurmaya devam etti.

Buna dayanamadım, elini tutmaya çalıştım ama gücüm yetmedi.

“Baran, lütfen...” dedim çaresizce.

“Bana Miroğlu diyen abin, benim kanımdan olan kardeşime mi sevdalı? Ben mi yanlış anlıyorum? Hani düşmandık lan! Hani kanımız kirliydi? Bir ben miyim lan bu düşmanlığın sebebi?”

Öfkeden öyle korkunç bakıyordu ki, ona yaklaşmaya cesaret edemiyordum.

“Baran, ne olur bağırma,” dedim. Bir yandan da evdekiler duyacak diye aklım çıkıyordu.

“Bir ben mi sevilmeye layık değilim lan! Bir bana gelince mi öfkeniz diri kalıyor? Aynı kanın insanıyız, niye bana gelince çekiliyor o kılıçlarınız? Benim varlığım bile size zarar iken Malik benim kardeşime mi sevdalandı ha!”

“Sevda bu Kontrol edemiyorsun ki Baran.”

Tedirgin, ne diyeceğimi bilemeyen halime baktı.

“Kontrol edemiyorsun, öyle mi? Bu öfkeniz, kininiz, nefretiniz nasıl yıllardır baki? Sevdan mı yok Berfin? Bana karşı bu kadar nasıl öfkeli kalabiliyorsun o zaman?” Çatık kaşlarıyla bana nefretle bakıyordu.

Sertçe yutkundum.

“Ne olur bağırma, bak annemler mutfakta.”

“Kanı kirli bu Miroğlu. Şimdi o Malik’e ne yapacak, gör de izle.” Büyük bir kararlılıkla söyledikleriyle hemen kolunu tuttum. “Baran, saçmalama. Ne diyorsun sen?”

“Ben bu kanı kirli Miroğlu, şimdi benim kardeşime sevdalanan Malik’e, o kan nasıl kirlenmiş bizzat göstereceğim.”

“Baran, yalvarırım saçmalama.” Diğer kolunu da tuttum. Yüzümü yukarı kaldırıp gözlerine bakmaya çalıştım. Dibine kadar girdim, korkudan ne yapacağımı bilemiyordum. “Onların bir suçu yok. Sevdiler birbirlerini, bunu onlar mı seçti? Lütfen saçmalama.”

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

“Benim de suçum yok ama tüm suçlar benim sırtımda.” Yavaşça ellerimi uzaklaştırdı kolundan.

“Şimdi bırak, adımın hakkını vereyim. Miroğlu Baran kimmiş, asıl şimdi gör.”

Kapıya gidecekken vazgeçti, tekrar geldiği pencereye yöneldi. “Baran, ne olur bir saçmalık yapma. Baran, duydun mu beni?”

“Ben duydum. Peki ya sen?”

Arkasını dönüp pencereye elini yaslayıp kendisini yukarı çekti. Atlamadan önce baktı.

“Ben Miroğlu Baran’sam, hakkını vereyim adımın.”

Pencerenin önüne gelip aşağıdan ona baktım.

“Eğer yanlış bir şey yaparsan, seni asla affetmem Baran. Duydun mu? Abime bir şey olursa seni asla affetmem. Ne ismin, ne soyun, ne öfken... Hiçbiri umurumda olmaz. Benim bir abim var, ona bir şey olursa seni asla affetmem. Asla.”

Tüm ciddiyetimle söylediğim sözleri duyduktan sonra bir süre yüzüme baktı. Dişlerini sıktığını gördüm, çenesi belirginleşti. Ardından bir şey demeden kendini pencereden bırakıp gözden kayboldu.

Ahırın içinde tek başıma öylece kaldım. Ellerimin titrediğini şimdi fark edebilmiştim. Ne yapacaktım, şimdi ne olacaktı? Kime söyleyecektim, ne olacaktı?

Çaresizce ahırın dışına attım kendimi.

Yengemin eli belinde, telefonla konuştuğunu gördüm.

“Tamam tamam, sen sıkma canını. Ben halledeceğim. Tamam dedim Diyar, konuşurum ben. Hadi dikkat et kendine.”

Yengem beni görünce eliyle "gel gel" yaptı.

“N’oldu?” dedim.

“Diyar’ı verecekmiş babam,” diye direkt konuya girdi.

Nefesim bana yetmiyordu. Ama şu an Diyar umurumda bile değildi açıkçası. Tek umurumda olan abimdi.

“Kime?” diye sordum. Titreyen elimle elbisemin kuşağını sıktım.

“Onu bilmiyorum. Diyar ağlayıp duruyor, ne edeceğim bilmiyorum.”

O an aklıma bir fikir geldi.

“Baran ne diyor, o da mı izin vermiş?”

“Yok,” diye başını kaldırıp çıkıştı yengem. “Baran’ın haberi yokmuş.”

İstediğim cevap buydu.

“Ee, ona söyle. Babana gücü yeten tek kişi Baran değil mi zaten? Başka kim bozar ki bu işi?”

“Doğru diyorsun da... Baran da iyi değil ki. Aklı beş karış havada. Bir geliyor, bir gidiyor. Bilmiyorum ne edeceğim.” Sıkıntıyla nefes verdi. Benimse geçen her saniyede kalbim daha da sıkışıyordu. Baran abimi buldu mu, nerede? diye beynim kurudu.

“Tamam da, haberi yok diye öyle. Haberi olsa, öyle mi eder sanki? Sen bir söyle, bak o zaman ne edecek." Ara artık yenge, ara da öğren durumu. Ben de çıkıp gideyim ardından.

“Öyle mi diyorsun?” diye kararsızca bana baktı.

“Tabii ya. Hem hatta niye bana demediniz diye kızar bile. Benden demesi." Ara artık yenge, yalvarırım. İçim içimi yiyordu.

“Ee dur, arayayım bir.”

Yengem elindeki telefonu açıp Baran’ın ismini çevirdi. Büyük bir merak ve heyecanla bekledim. Yengem hoparlörü açtı, bekledi. Sonra Baran’ın sesi duyuldu.

“Ceylan, acil değilse sonra konuşalım. Şimdi halletmem gereken bir iş var!”

Sinirle söyledikleriyle yengem şoka girdi.

“Ne oldu Baran, ne bu ses?”

Yengem de korktu, hissettim.

“Piçin biriyle bir meselem var. Halledip geleceğim. Sonra konuşuruz.”

“Piç” diye abimden bahsetmişti, bu ekstra sinirimi bozdu.

“Kim bu? Ne meselesi Baran? Nereye gidiyorsun? Kime diyorum Baran!”

“Kısa sürecek. O Malik piçiyle bir hesabım var, hemen çözüp geleceğim.”

“Ne! Baran, Malik’le mi kavga edeceksin sen? Baran!”

Ama Baran telefonu kapatmıştı bile.

Yengem bana korkuyla baktı.

“Kız, ne oldu birden, ne kavgası bu?”

“Abim de Zümrüt’ü alıp gitti,” diye ortaya attım lafı.

“Allah’ım sen bizi koru yarabbi... Ne oldu birden bire Allah’ım?” Bana döndü. “Malik nereye gitti?”

“Bilmem ki. Gezecekti, tepeye çıkmıştır belki. Ben de gideyim mi yenge?”

“Kız sen nereye gidiyorsun?” Eliyle bacağına vurdu.

“Allah’ım bu oğlanlar beni öldürecek. Kız ne yapacağız biz?”

“Ben gideyim yenge, sen beni idare et. Gidip ayırırım en azından, ha? Ne diyorsun?”

“Nasıl gideceksin? Anam ya... Sana bir şey olursa, Allah’ım ben ne edeceğim?”

“Bana ne olacak yenge, Baran bana bir şey yapacak hâli yok ya... Belli ki abimle atışmış. Hemen gideyim ki olay büyümesin.”

Artık ikna olsun diye ne diyecektim gerçekten bilmiyordum.

O sırada Mümtaz abi babamın atı Safir’i getiriyordu. Yengemle göz göze geldik. Hemen Mümtaz abinin yanına gittim.

“Abi, az ver de Safir’le biraz dolaşayım.”

“Zümrüt neyine yetmiyor?” diye sordu.

“Zümrüt’ü abim aldı. Hem Safir’e de uzun zamandır binmedim.”

“Baban ne der sonra?” Kararsızdı.

“Abi, babam ne diyecek. Abimle geliriz zaten geri.”

“Berfin, yemeğe geç kalma, çabuk dolaş da gel,” dedi yengem de oradan destek verince Mümtaz abi yuları elime bıraktı.

“İyi madem. Al.”

Ben eyeri tutup kendimi atın üstüne atınca yengem yanıma geldi. “Dikkat et, çabuk git gel.” Onun da gözlerinde benim korkularımın yansımasını gördüm.

“Tamam.”

Mümtaz abi avlunun kapısını açınca yavaşça Safir’i hareket ettirdim. Bu atı oldum olası sevmedim. Beni huysuzca sağa sola döndürüyordu.

“Dikkat et ha, aman düşmeyesin,” dedi Mümtaz abi.

“Tamamdır abi.”

Evin dışına çıkınca biraz hızlandım ama sokaklar dar diye yavaş gitmeye çalışıyordum. Geçtiğim sokaklarda bana yönelen bakışların ağırlığıyla ilerledim. Dar sokaklar yerini meydana bırakınca atı hızlandırdım. Meydan daha kalabalıktı. Kendimi tarlaların olduğu yola atmak için geniş meydandan geçerken buldum. Çok değil, hemen solumda kuyumcudan çıkan babamı gördüm ama anında yüzümü çevirdim. Onun bana baktığını gördüm ama atı daha da hızlandırıp yanından geçtim. Babam ardımda kalırken toprak yola girdim.

 

Atı hızlandırdım, yanımdan işçi taşıyan bir traktörü de geçtim. Tahminimce abim tepeye gitmişti. Eğer Baran arabayla gittiyse şimdiye kadar varmış olması lazımdı. Ama abimin nerede olduğunu bilmiyordu. Ya kavgaya tutuşmuşlarsa ve ben yetişemediysem diye korkuyla atı daha da hızlandırdım. Saçlarım ardımdan gelirken rüzgâr yüzümü yalayıp geçiyordu.

 

“Hadi Safir! Hadi oğlum, hadi!” diye bağırdım. Atı hızlandırdıkça hızlandırdım.

 

Tepeye yaklaştıkça korkum daha da arttı. Çok değil, biraz sonra bir hareketlilik gördüm. Ardından bir bağırış sesi geldi. Bu, Diyar’ın feryadıydı. Biraz daha yaklaşınca gördüm: Baran, abimin üstüne çullanmış, yumruk atıyordu. Diyar da Baran’ı tutmaya çalışıyordu.

“Abi yapma! Abi!”

Ağlayaran sesi bana ulaştı. Hızla attan inip yanlarına koştum. Abimin dudağından, kaşından akan kanları görünce yüreğimde bir felaket koptu.

“Malik!” diye bağırarak hemen yanlarında durdum. Elimle Baran’ın büyük cüssesini abimin üstünden kaldırmaya çalıştım.

“Bırak!” diye bağırdım.

"Abi, Allah için yapma, abi!" Diyar da benim gibi Baran’ı çekiştirmeye çalışıyordu.

"Seni öldürürüm, duydun mu Malik! Seni öldürürüm!" Nefes nefese abime yumruk atarken söylemişti bunu Baran. "Kardeşimden..." Yumruk attı. "Uzak..." Bir yumruk daha. "Duracaksın!" Bir yumruk daha.

Malik asla karşılık vermiyordu, yoksa Baran ona bu kadar zarar veremezdi. Kendi isteğiyle şu an dayak yiyordu. Artık kandan yüzünü göremez olmuştuk.

"Yeter artık, yeter! Öldüreceksin abi!" Ağlayan Diyar’ın sesini duydu.

"Yetmez!" diye bağırdı. "Bir Miroğlu adının hakkını vermeli." O da nefes nefese kalmıştı artık.

"Bırak artık, bırak!" diye bağırdım. Cüssesi çok ağırdı, onu uzaklaştıramıyorduk. "Bırak dedim sana!" Korkudan ellerim titriyordu. "Baran, bırak!" diye feryat edip son gücümle çekmek yerine bu sefer omzundan ittim. Bu kez geriye doğru düştü ve gözleri beni buldu. "Yeter artık. Yeter!"

Diyar bir yandan Baran’ı tutarken bir yandan Malik’e bakıyordu, iyi mi diye. "Eşkıya mısın sen! Haydut musun!"

Eliyle topraktan güç alıp ayaklandı, kolunu Diyar’dan kurtardı. "Ne eşkıyayım, ne haydut. Miroğlu’yum." Gözlerime baktı öfkeyle. "Bu kanı taşıyan herkes katilse, abin bir katile gönül vermeden önce bir daha düşünsün."

Malik öksürürken, ağzına dolan kanı tükürdü. Diyar tam yeltenecekken, Baran’ın sesini duydu:

"Dur orada!" Sinirle parmağını salladı.

"Bana yapmak istemediğim şeyleri yapmak zorunda bırakma, sana zarar vermek istemiyorum. Olduğun yerde kal."

Sesi, buzdan bir dağ gibiydi; kimseye yuva olamayacak kadar soğuktu.

Malik’in yanına çöktüm, elimle koluna girip kaldırdım.

"İyi misin? Hastaneye gidelim hadi." Korkuyla ağlamak arasında sıkışıp kalmıştım.

"İyiyim." dedi. Elinin tersiyle dudağından akan kanı sildi. Yüzünü kaldırıp Baran’a baktı.

"Hakkın var. Ne desen, ne yapsan, sana hak. O yüzden elim kalkmaz sana, bunu bil."

"S*kerim senin elini!" diye hiddetle bağırdı.

"Bana bak, yavşak! Benim kardeşimden uzak duracaksın, duydun mu? O küçük beynine bunu kazı. Bir Miroğlu’yla senin işin olmaz. Olan işine de ben müsaade etmem!"

"Diyar, Miroğlu değil." dedi abim, yorgunlukla aldığı darbelerden sendeliyordu. Kolunu tuttum.

"Sktir git ospu çocuğu! Bu kan bizim damarlarımızdan akıyorsa hepimiz Miroğlu’yuz. Öyle değil mi? Senin lafların bunlar yavşak. Abinin kanı var bu ellerde!"

Hayretle Baran’a baktım. Söylediğini fark edip ağzını kapattı ama incinen gözlerimin farkına vardı.

"Abi! Ne diyorsun sen!" diye uyardı onu Diyar.

Malik sinirle gözlerini kapattı. Tekrar baktığında darbe alan çenesini oynattı ve Baran’a kitlendi.

"Bana bak, Diyar konusunda haklısın, eyvallah. Ama benim sabrımı taşırma, duydun mu? Benim sabrımı taşırma!"

"Seni son kez uyarıyorum, Malik." dedi. Cümlelerin üstüne basa basa. "Kardeşimden uzak dur. İkinci bir uyarım olmayacak." Diyar’a dönüp baktı. "Bu adamla bir daha görüştüğünü, konuştuğunu duyarsam, olacaklardan ben sorumlu değilim." Eliyle arabasını işaret etti. "Yürü şimdi." Diyar Baran’ın işaretiyle hareket etti ama ürkek bakışlarını Malik’e yönlendirmeyi ihmal etmiyordu. Onu merak ediyordu, iyi olduğundan emin olmak istiyordu.

"Onun suçu yok. Kötü davranma ona." dedi Malik.

"Kes sesini!" Diye bağırdı Baran. Diyar ön koltuğa oturunca korku dolu bakışlarla bizi izlemeye devam etti. "Onu bu kadar çok düşünseydin, ona yaklaşmazdın. Bile bile ateşe atmazdın. Sen Turanlı ile Atmanların bir sofrada buluştuğunu gördün mü? Cenaze sofrasında bile denk gelmediler. Şimdi o aklını başına topla. Ne kendine ne de Diyar’a zarar gelmesin. Ondan uzak dur." Araca doğru yürüyüp ilerledi.

Malik bağırdı: "Yapamıyorum! Duydun mu lan, piç! Yapamıyorum!" Baran kaldı öylece.

"Onu düşünmeden bir anım bile geçmiyor, onsuz nefes alamıyorum, duydun mu! Bir başkasına yar olacak diye ödüm kopuyor, nefesim daralıyor, ölecek gibi ölüyorum lan! Çok seviyorum, çok!"

"Ulan!" Baran sinirle dönüp Malik’e bir yumruk attı.

"Sana ondan uzak dur dedim, anladın mı! Uzak duracaksın!"

Malik aldığı yumrukla iki büklüm olurken araya girip Baran’ı ittim. "Yeter, Allah’ın cezası, yeter!" Tekrar ittim. "Seviyor, görmüyor musun? Kolay mı sanıyorsun sevdiğinden vazgeçmek? Uzak dur deyince oluyor mu sanıyorsun sen!"

Dolu gözlerimle baktım yüzüne.

"Kolay." dedi sakince. "Biraz korku, her şeyi silip atmaya yetiyor. Biraz korkaklık, sevginin önüne geçebiliyor."

"Neyin korkaklığı, kendi canının mı sanıyorsun? En büyük korku, sevdiğine gelecek zarar, anladın mı!"

"Cesareti olmayan seviyorum demesin o zaman!" diye hiddetle bağırıp abimi gösterdi.

"Karşıma geçip sevdiğini haykırabildi. Gerçek sevgi belki de bu. Susup olanlara göz yummak değil."

"Gerçekten seviyorum." diye araya girdi Malik.

"Sesin gelmesin!" diye bağırdı Baran.

"Seviyorsan uzak duracaksın. Bu kadar, sana diyeceklerim bu." Son kez yüzüme baktı.

"Unutma Malik, senin de kız kardeşin var."

Arkasını dönüp arabaya doğru ilerledi, kapıyı hiddetle açıp sertçe kapattı. Araba tozu dumana katarak yanımızdan geçip gitti.

 

💫

 

"Hadi yenge ya, nerde kaldın?"

Yengem koştur koştur geliyordu İnciraltı'na doğru. "Geldim, geldim." Maliki görünce elini ağzına kapattı. "Hihhh, Malik bu ne hal?"

"Dur yenge, ses yapma, duymasın bizimkiler." Elinde getirdiği malzemeleri aldım. "Getirdin değil mi dediklerimi?"

"He he, hepsi poşette." Malikin koluna girip ağacın dibine oturttu. "Baran nasıl? O da kötü mü böyle?"

Abimle göz göze geldik. Ne açıklama yapacaktı bilmiyordum.

"Yok, elimi kaldırmadım Miroğlu'na, merak etme."

"Nasıl yani, o sana vurdu sen ona el kaldırmadan öylece durdun mu?" Aklı almamıştı bu dediğini. Abimin yanına diz çöküp alkollü mendille yaralarını temizlemeye başladım. İnledi.

"Yavaş olsana kızım."

"Onu kavgaya tutuşmadan önce düşünecektin."

"Bırak sen şimdi yarayı, ne oldu da siz kavgaya tutuşunuz ha? De bakayım sen bana." Yengem de bir yandan başka bir alkollü mendilin paketini açıyordu.

"Yenge sonra desem ha? Şimdi eve nasıl gireceğim onu düşünsek ha yengem. Babam beni hasat etmeden nasıl gireceğim, anam yaralarımı görmeden nasıl edeceğim, onu düşünsek ha güzel yengem, olmaz mı?" Acıyla inledi.

"Vallahi hepsi avluda bekliyor Malik, ben onu sana diyeyim. Berfin Safir’i alınca herkes bir işkillendi." Eliyle etimi çiğnedi. "Kız canını almaya sen niye babanın atını alıyorsun, bilmiyor musun kıymetli? Beni de alet ettin bak işe."

"Ya yenge, kavgaya giden abim, beni niye acıtıyorsun?" Elimle etimi ovuşturdum. "Hem gitmeyip ne edecektim? Ben gitmesem öldürürdü Baran, Maliki."

"Hihh!" Kulağımı çekip kafama vurdu. "Allah etmeye, o nasıl laf." Sonra abimin bacağına vurdu bir tane. "Eşek kadar herif oldun, ne kavgası bu ha, ne kavgası? Sait seni örnek alsın diyordum, yok anam yok, eksik kalsın. Ne dayıda akıl var, ne amcada. En iyisi dedesine çeksin. Siz insanı diri diri toprağa gömersiniz."

Abim cevap vermedi. Tüm kanları temizledikten sonra elime kapatıcı aldım.

"Kız o ne?" dedi abim.

"Yaralarını kapatacağım."

"Kızım, sen beni elâleme rezil mi edeceksin? Malik top mu olmuş desinler istiyorsun? İstemez, sürme."

"Elâlemi bu kadar düşünüyordun madem, kavgaya gitmeseydin," dedim.

"Hıh, ağzına sağlık kız, ne güzel dedin." diye beni destekledi yengem. "Millet seni şimdi düğünde görüp laf etmez mi sanıyorsun ha? Yarın bu yaralar kabuk bağlayınca ne olacak?"

Abim sıkıntıyla nefes verdi. "Az sür şunu. Anamlar anlamasın yeter."

Abimin yaralarını kapattıktan sonra, yengem geldiği gibi görünmeden eve geçti. Biz de abimle atlara binip hiçbir şey olmamış gibi evin kapısından geçtik. Herkesin bakışları bize döndü.

"Geldiler sonunda, oğlum nerde kaldınız siz?" Annem bir yandan kaş göz yapıyordu, babamın sinirlendiğini anlatmaya çalışıyordu.

Babam ellerini arkada bağlamış, attan inmemizi bekliyordu. İkimiz de inince Mümtaz abi yanıma koşarak gelip atları aldı. Babamın yanından geçerken babam eliyle Safirin sırtına dokundu, kıymetlisiydi.

"Az dolaştık ana, ikimize de iyi geldi." dedi abim.

"Baba..." Sertçe yutkundum. "Safir’i izinsiz aldım, kusura bakma. Sen yoktun, soramadım."

"Peh! Soramamış." dedi dedem. "Ne zaman sordun sanki eşeğin kızı? Söz geçiren mi var sanki sana ha! Millet artık laf edemez oldu sana. Daha kabahatin soğumadan alıp başını gidiyorsun."

"Hacı, az sus. Anası var, babası var; sana ne oluyor?" diye araya girdi nenem.

"Peh! Anaymış babaymış... Kim takıyor sanki ana babayı. Bak haberleri bile yok."

"İhtiyarladıkça sesin çok gelir oldu. Az höst, adam, bir dur."

Mahcupça babama baktım. O da ikimize bakışlarını dolaştırdı. "Abinle gelmişsin bir de, bir kusur yok. Ama Safir’i benden habersiz alman doğru değil." dedi soğuk sesiyle.

"Al sana baba al! Vursa iki sille, bak bakayım bir daha çıkabiliyor mu?" Dedemin lafına sinirle baktım.

"Az höst adam, höst!" diye dürttü nenem.

"Vallahi sen yoktun, olsan izin alırdım. Biliyorum Safir kıymetli ama vallahi bir zarar gelmedi." Abime baktım. "Değil mi Malik, hemencecik gidip geldik."

"Öyle oldu, biraz dolaştık." Yüzünü yerden gerekmedikçe kaldırmıyordu ki yaraları görünmesin. "Ne Safir’e ne de Berfine de bir şey olmadı."

Babam bize doğru yaklaştı. Elleri hâlâ arkasında bağlıydı. Önümüzde durdu, elini bir an yüzüme uzatınca ne olduğunu şaşırdım. Yanağıma koydu, diğerini de abimin.

"Ya size bir şey olsaydı? Bunu düşündünüz mü?" Abimle ikimiz şokla bakakaldık. "Safir seni bilir ama huysuz, hırçın bir ata dönüşmesi saniyesini alır. Ya kontrol edemeseydin? Ya başına bir şey gelseydi?" Abime döndü. "Safir asil bir at, seni sevmez; üstündeyken ya seni atsaydı? O zaman ne olacaktı? Sizden nasıl haber alacaktık? Allah bilir nerede arar dururduk." Ellerini kafamızın arkasına koyup bizi göğsüne çekti. "Sizi ben sokakta bulmadım."

O sıra avlunun kapısı çaldı. Beritan koşarak gidip açtı. "Baran abi hoş geldin."

Duyduklarımızla abimle ikimiz de sinirle kapıya baktık.

"Oo Baran, hoş gelmişsin." Babam Baran’la tokalaştı.

"Hoş bulduk Sadık Ağa."

"Hoş gelmişsin Baran." dedi dedem.

"Hoş bulduk Hacı Amca." Yaklaşıp elini öptü, sonra da nenemin.

"Baran aç mısın oğlum, içli köfte var ha?" Annem de Baran’a hürmetle yaklaşıyordu. Abimle ben bu sahneyi kaşlarımız çatık izliyorduk.

"Sağ olasın Hatun Teyze, ben şu emaneti verip gideceğim."

"Hayırdır, ne emaneti?" dedi babam. Baran elindeki poşeti anneme uzattı.

"Sait’in sünnet kıyafeti."

"Sana mı kaldı almak!" diye sinirle söylendi abim. "Sait bu evin çocuğu. Ona en güzelini, en iyisini biz alırız; senin aldığına mı kaldık?"

"Ben Sait’in dayısıyım." Tekrar kavga edecekler diye ödüm kopuyordu. "Yeğenime almak istedim, aldım. Hediyemdir."

"Dayıymış... Ne dayısı ha? Hani şimdiye kadar neredeydin? Şimdi iki hediye almakla dayı olunmuyor."

"Gelemedim, imkânım yoktu." Gözlerime baktı kısaca. "Ama şimdi buradayım ve yeğenimin sünnet düğününde yanında olacağım."

"Yeğenmiş... Çocuk seni bilmiyordu bile be. Fotoğraflarından bakıp duruyordu. Şimdi gelmiş dayıcılık oynuyorsun."

"Malik!" diye araya girdi babam. "Baran misafirimiz. Aynı zamanda Sait’in dayısı. Laflarını iki kere düşün, öyle et."

"Ben niye düşünüyormuşum? Bu eve girmemesi gereken o iken, ben niye evimde istediğim gibi konuşamıyorum? Ne çabuk unutuyorsunuz her şeyi, ne çabuk!"

"Malik!" diye bağırdı babam.

"Dur hele Sadık." diye ortalığın alevlenmesine izin vermedi dedem. "Bu oğlan dediklerinde haklı. Üstüne gitme. Ama Malik, sen de unutma ki evine gelen misafire hürmet edilir. Zulüm değil, etme evladım. Ayıptır."

O sırada mutfak kapısından üzgünce burayı dinleyen yengemi gördüm. Abime yaklaştım. "Yengem üzülüyor Malik, yapma." dediğimle yengemi işaret ettim. Yengeme baktı, sonra başını öne eğip omzunu düşürdü.

"De hadi kızlar, bir çay getirin, kahve yapın neredesiniz!" Babamın bağırışıyla mutfaktan çay, yanına kurabiye, fıstık, kesme, bastık, incir, kuru üzüm ne varsa getirildi. Herkes oturup çayını içerken abim en köşeye geçmiş, yüzünü gizliyordu yine.

"Anne!" Sait balkona çıkmış bağırıyordu. "Bu televizyon yine kapandı!"

"Sait! Ne dedim sana? Oynama o televizyonla, oyuncaklarınla oynasana!"

"Banane ya! Çizgi film izleyeceğim ben!"

"Gel bak, dayın gelmiş sana sünnet kıyafeti almış."

"Banane ya, banane! Ben sünnet olmayacağım!" deyip gözden kayboldu.

"Ana, inşallah bu düğünde de böyle etmez. Korkuyorum, kaçıp gider diye."

Annem gülümsedi. "Ee vallahi babasına çektiyse kaçar kızım, ben sana diyeyim."

"O niye ki?" diye merakla sordu yengem.

"Ee, babası da kaçıp gitti. Her yerde arayıp durduk da ondan," dedi nenem.

"Ya, gerçekten mi?" diye masumca güldü yengem. "Aman Allah korusun, öyle bir şey etmesin."

"Yok, benim yeğenim kaçmaz. Sen merak etme Ceylan," diye cevapladı Baran.

Abimin ağzından gülmeye benzer bir tıslama çıktı. Dirseğimle dürttüm susması için.

"Ee Baran, sen nerelerdeydin? Görünmedin, bir sıkıntı yoktur inşallah?" dedi babam.

Abim kafasını kaldırıp babama baktı. Baran’a karşı bu kadar ilgili olmasını kaldıramıyordu.

"Yok ağam, çok şükür. İdare ediyoruz. Biraz Urfa’daydım, biraz orada burada… Dolanıyoruz işte."

"Aman, çok dolanma. Sonra doğruyu yanlışı ayırt edemezsin, kalırsın ortada. Bir derdin var, belli. Yüzünden okunuyor, anlarım ben. Varsa yapacağımız bir şey, biz buradayız ha, unutma." Babam eliyle Baran’ın dizine vurdu.

"Sağ olasın ağam."

Abim, elindeki çayı benim avuçlarıma tutuşturup yerinden kalktı. Sinirle merdivenlere doğru yöneldi.

"Nereye Malik!" Babam seslendi ama abim cevap vermeyip merdivenleri tırmandı.

"Neyi var bu oğlanın?" diye söylendi dedem.

"Bir bilsem... Ben bu çocuğun hâlini hiç beğenmiyorum Sara Hatun. Bunun hâli hâl değil. Nedir bu yahu? Şımarıklık artık bu yaptığı," diye anneme dillendi. "Ne oluyor yani?"

"Bunun sebebini keşke kendisine sorsaydın baba," dedim.

Herkesin gözü bana döndü. Baran da dahil.

"O ne demek öyle? Bir bildiğin varsa söyle."

"Başkalarıyla ilgilendiğin kadar, başkasının derdini dert ettiğin kadar..." Dönüp Baran’a baktım ki neyi kastettiğimi anlasın. "Kendi oğlunla ilgilenseydin, anlardın ne olduğunu."

"Ne biçim konuşuyorsun kızım sen babanla?" diye araya girdi annem. "Hem de misafirin önünde, ayıptır."

"Gönderiyorsunuz okula, sonra baş edemiyorsunuz. Ben size dedim. Ah ah, dinlemediniz beni."

"Ne alakası var bavo okulla?" diye sinirle söylendim.

"Berfin!" Annem hayretle bana bakıyordu.

"Ya siz niye anlamıyorsunuz, ha? Niye anlamıyorsunuz! Size bir şey anlatmak niye bu kadar zor? Abimin derdi var diyorum, siz beni susturmaya çalışıyorsunuz." Ayağa kalktım. "Baran’ın yaptığını, ettiğini bırakıp kendi oğluna 'neyin var?' dedin mi baba?" Anneme döndüm. "Baran’a ikramda bulunurken abime sordun mu kaç gündür yemek yemediğini? Başkasına bu kadar dikkat kesilirken, gözünüzün önünde eriyip giden oğlunuzdan haberiniz bile yok."

"Kızım Berfin..." Babam ne diyeceğini bilemedi. "Biz nereden bilebilirdik, nasıl anlardık bu hâlde olduğunu?"

"Çok kolay baba, çok kolay. Sorarak!" diye üstüne bastırdım. "Tıpkı Baran’a sorduğun gibi. Bu altından kalkamadığın derdin ne oğlum diye sorsaydın, bunu öğrenirdin. Ya da en basitinden yüzüne baksaydın."

Yengem gözleriyle susmamı işaret etti.

"O ne demek öyle?" dedi nenem.

"Abim şu köşede, sizden yüzünü gizleyerek oturdu. Biriniz de demediniz 'ne oldu' diye?"

Annem elini kalbine koydu. "Hihhh, ne oldu?"

"Abim bugün kavgaya tutuştu."

Hepsinden bir şaşkınlık nidâsı yükseldi. Baran, elinde çay bardağıyla öylece yere bakıyordu.

"Acı çekiyor, çaresiz bir derde düştü ama hiçbiriniz ona destek olmadınız." Annem ayaklandı, abimin yanına gitmeye niyetlendi. "Hiç uğraşma anne. Oğlun burada, sana yarasını göstermekten utanıp yüzünü sakınırken, sen başkasının midesini dertlenmiştin."

"Berfin, gitme annemin üstüne," dedi yengem, annemin koluna girip onu oturttu.

"Kimle kavga etti bu oğlan? Derdi neymiş Allah’ım?" diye söylendi annem.

"Çok uzakta aramayın. Hemen yanı başınızda." Baran yüzünü kaldırıp bana baktı. "Yapma," der gibiydi. Dişlerini sıkıyordu, görebiliyordum.

"Abimi acımasızca dövüp hırpalayan kişi uzakta değil."

Herkesin yüzü bana dönüktü.

"Kim?" dedi babam.

Burnumu havaya diktim. Baran’a baktım. Elimi uzatıp onu işaret ettim:

"Baran!"

 

Bölüm Sonu.

 

Merhaba canım okurlar. Çok geç gelen bir yazarınız var şikayet etmekte haklısınız. Ama hayat işte farklı yönleriyle bizi ters köşe ediyor. Umarım bölümü beğenirsiniz. Yorumlarını okuyacağım mutlaka. Sizin yorumlarınız beni teşvik ediyor bunu unutmayın. 💕💫

 

 

 

 

 

Bölüm : 24.07.2025 10:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...