
_____Flashback(Üç yıl önce);_____
Hayalet Timi, her zaman oturduğu yerde yine hep birlikte oturmuş Güner'i bekliyordu. Bugün uzun bir göreve gidecek dönüşte ise Hayalet Timi'nin resmi olarak bir üyesi olacaktı. Şuan ise Serhat Albay'ın yanında görev hakkında son detayları öğreniyordu. Duydukları ise pek hoşuna gitmemişti. Vatanı uğruna her şeyi yapmaya hazır bir askerdi. 'Baban vatan haini, onu vur!' deseler gözünü kırpmadan yapacak biriydi. Ama ilk defa bir göreve gitmemek için her şeyini vermeye, herkesi geride bırakmaya hazırdı. "Komutanım," dedi ilk başta. Onun için şuan nefes almak bile zordu. Ömrü boyunca çok az ağlamıştı, gözleri asla yaşadığı yıkımı dışarıya vurmamıştı. Ömür boyunca ilk kez bugün gözleri her şeyi ortaya döksün istiyor ve buna izin veriyordu. Dolu gözlerle karşısındaki Albay'a bakarken "Canımı isteyin benden biran düşünmez veririm, ama bu istediğiniz çok fazla komutanım, yapamam, bu yükün altından kalkamam." demiş, cümlesini bitiremeden dolu gözlerinden bir yaş firar etmişti. Serhat Albay, karşında duran evladı yerine koyduğu adama bakarken 'Yer yarılsada içine girsem.' diye düşünüyor, bu düşüncesine rağmen yüzünü ifadesiz ve sert tutuyordu.
"Askersin sen Güner, yeri gelir ölür yeri gelir dirilirsin. Günü gelir vatanın için ailenden, arkadaşlarından birini vurursun. Senin seçim hakkın yok! Vatanın için sana emir verilir sende onu yerine getirirsin! Sorgulayamazsın! Altından kalkamayacağın bir görev olsaydı seni seçmezdik!" dedi sert sesiyle Serhat Albay. Oysaki asıl yapmak istediği bu değildi. Sıkıca sarılıp teselli etmek, omuzunda ağlamasına müsaade etmek istiyordu. Ama yapamazdı. Üstleri onu özellikle "Sakın duygusal yaklaşma bu işe, yoksa birini değil evladın olarak gördüğün tüm askerleri dağıtırız! Güner'i bizde keyifimizden seçmedik! Zamanı gelince her şeyi öğreneceksiniz." diye uyarmıştı. Çaresiz bir şekilde tekrar "Komutanım," dedi Güner. Daha sonra ise hiç düşünmeden "Saydıklarınızın hepsini gözümü kırpmadan yaparım. Beni tanıyorsunuz. Ama komutanım uğruna savaştığım vatanımın, milletimin, canları için canımı feda etmekten çekinmeyeceğim kardeşim dediğim insanların beni bir hain olarak görmesi, bilmesi çok ağır komutanım. Şehit olsam ki bu benim en büyük isteklerimden biri, beni şehit edecek kurşun kardeşim dediğim insanların silahlarından birinden, onlar beni hain sanarken çıkacak. Komutanım iki taraf içinde çok ağır bu. Yada belki ben bilmeden kardeşlerimden birinin ölüme sebep olacağım. Kimse kalkamaz bu yükün altından yapayın." dedi.
Belki bir umut sözleri vazgeçirir sanmıştı ama sözlerine karşı Serhat Albay'ın dediği tek şey "Her şey ayarlandı. Tanıdığın, tanımadığın, hiçbir Türk askeriyle karşı karşıya gelmeyeceksin. Zamanı gelene kadar herkes seni önce bir hain, daha sonra ise bir ölü olarak bilecek. Zamanı geldiğinde ise herkes her şeyi öğrenecek. Şimdi git arkadaşlarınla vedalaş. Helikopter yarım saat içinde burada olur." oldu. Güner artık iyice umutsuzlaşmış ve kaderine razı gelmişti. O "Emredersiniz komutanım." diyerek odadan çıkarken Serhat Albay "Affet beni evlat, elimde olsa ben giderdim ama elimden bir şey gelmiyor. Affet..." diye mırıldanmıştı. Güner Albay odasından çıkıp önce kendini toplamış daha sonra ise Hayalet Timi ve timin yanından hiç ayrılmayan er Hasan'ın yanına gitmişti. Onlarla vedalaşırken hepsi bir şeylerin döndüğünü hissetmişti çünkü Güner hepsine bir daha dönmeyecekmiş gibi sarılmış, ağlamamak için kendini zor tutmuştu. Vedalaşma faslı bittikten sonra helikopter pistine tek gitmek istediğini söylemiş kimse anlam veremesede onun bu isteğini yerine getirmişlerdi.
Piste gittiği zaman kendisini bekleyen Serhat Albay'a kırgın olsada en az diğerleri kadar içten bir şekilde veda etmişti. Konuşmadan bir süre Serhat Albay'ın gözlerine bakıp bir şey demeden onu bekleyen helikoptere binmişti. Sonunda havalanan helikopterle birlikte içinde büyüyen huzursuzluk bir yıl sonra olacakların habercisiyken olacakları hissetmiş gibi hâlâ görüş açısında olan ay yıldızlı bayrağa bakarak "Andım olsun, bizim ayrı düşmemize sebep olan herkese bunun bedelini en ağır şekilde ödeteceğim!" diyerek intikam yeminini etmişti. O gittikten üç gün sonra tüm Türk Silahlı Kuvvetlerinde Güner'in hain olduğuna dair dedikodular yayılmaya başlamış, üstler net bir açıklama yapmadığı içinse çoğu asker dedikodulara inanmıştı. Lakin başta Hayalet Timi olmak üzere Güner'i tanıyan askerler bu duruma inanmamıştı. Bu noktada ise üstlerin kurduğu ikinci plan devreye girmiş ve yayılan dedikodulardan bir ay sonra Güner'in ölüm haberi gelmişti. Her ne kadar Güner'e aksi söylensede Hayalet Timi hain dedikodularına inanmamış, ortalığı ayağı kaldırmıştı. Gelen ölüm haberiylede büyük bir yıkım yaşamış günlerce kendilerine gelememiştiler. Tüm bu süreç boyunca ise Hayalet Timi'nin tüm üyelerinin ağzından aynı cümle defalarca kez dökülüp durmuştu;
"Güner kendinden, canından vazgeçer ama vatanından vazgeçmez. Ölür yinede vatanına ihanet etmez!"
_____Günümüz;_____
Hazen ve Gökmen karşılarında gördükleri adama baka kalmışken, en başında beri telsizde olmasına rağmen hiçbir olaya tepki vermeyen Serhat Albay, Güner'in isimi duymasıyla kaskatı kesilmişti. Üstelik tek adını değil uzun bir aradan sonra sesinide duymuştu. İçindeki özlem duygusu kabarırken Hazen'in onu yıllar sonra kendilerini kıskaça alan bir grup teröristin başında gördüğünü hatırladı. Bu durum onu korkutmaya yetmişti ama yinede sesi çıkmadı. Hazen, Hayalet Timi'nin geride kalan son üyelerinden biriydi. Hep olası bir plansız karşılaşma olduğunda bunun Hayalet Timinden birileriyle gerçekleşmesini dilemiş ve öylede olmuştu. İyi biliyordu, Hayalet Timi'nin bu duruma asla inanmayacağını ve olası bir karşılaşmada önce dinleyeceğini sonra yaptığı analize göre hareket edeceğini çok iyi biliyordu. Bunu doğrulayan ses ise yine telsiz aracılığıyla Hazen'den geldi. "Güner, yaşıyorsun! Yalandı değil mi, herşey görev içindi." Hazen her ne kadar şokta olsa da sesini Güner gibi kısık tutmuştu. Güner'in ise aklı karışmıştı. Ona Hayalet Timi'nin kendisine öfke dolu olduğu ve olaya en büyük tepkiyi onların verdiği söylemişti. Şimdi gördüğü manzara ise karşında ona umutla bakan, 'Her şey görev içindi.' demesini bekleyen bir Hayalet Timi üyesiydi. Neye inanacağını şaşırmıştı.
Güner tam Hazen'in sorusuna cevap verecekken yamacın arkasında gelen iki atak helikopteri buna engel olmuş ve Hazen ve Gökmen'in etrafını saran teröristleri etkisiz hale getirmeye başlamıştı. Helikopterler gelir gelmez grup kaçmaya çalışırken Günerde son bir kez Hazen'in gözlerine bakmış ve kendini bulduğu ilk kayanın arkasına saklanmıştı. Hazen donmuş bir şekilde ortada kalmışken Gökmen onu çekmiş ve onlarda bir kayanın arkasına saklanmıştı. Bu sırada Güner'in botunda sakladığı telefon çalmaya başlamıştı. Güner anında telefonu alıp kim olduğuna bakmadan açarken dolu olduğunu fark etmediği gözlerinden Serhat Albay'ın sesini duyduğu zaman üç yıl önceki gibi bir yaş firar etmişti. "Güner, iyi misin evlat?" diyen Serhat Albay'a karşı sadece "Benden nefret etmiyor gibiydi." diyebildi. Serhat Albay içini saran büyük bir pişmanlıkla en azından askerine gerçeği söylemeyi borçlu olduğunu düşünerek "Onlar senden hiç bir zaman nefret etmediler evlat. Tüm askeriye inandı, tüm teröristler inandı ama onlar ne yaparsak yapalım inanmadılar. Kardeşimizi yapmaz dediler en başından beri, boş gelen tabutun başında onlardan başka kimse yoktu ama onlar içi boş olan tabutu şehit törenine uygun bir şekilde defnettiler." dedi. Duydukları Güner'in yıllardır cayır cayır yanan yüreğine su serpmişti. Ona cevap hakkı tanımadan Serhat Albay yeniden söze girerek "Çok az kaldı, biraz daha sık dişini bitecek bu zulüm. Makber'in yanına dön şimdi fazla dikkat çekme." dedi ve telefonu yine bir cevap beklemeden kapattı.
Güner aldığı emirden sonra helikopterleri kontrol ederek girdiği kayanın arkasından çıktı ve sağ kalan birkaç teröristle birlikte araçları bıraktıkları noktaya doğru ilerledi. O makber'in bulunduğu mağaraya doğru giderken Gökmen telsize doğru "Lan bir saat dolmadı nereden çıktı bu atak helikopterleri!" diye sordu. Melih yeniden kendi haber verdiği pilotlarla iletişime geçtikten sonra "Bilmiyoruz! Bizim gönderdiklerimizin gelmesine daha yarım saat var. Pilotlarla konuştum onlarında haberi yokmuş." dedi. Herkesin aklına tek bir ihtimal gelirken Hazen bunu sesli bir şekilde dile getirdi ve "Güner haber verdi, makber'in yanında. Mahir abimin gelen fotoğraflarının bazılarında durumu kötüyken bazılarında iyidi. Güner onun yanında ve onu koruyor." dedi. Bir bakıma haklıydı. Helikopterleri Güner çağırmıştı fakat Mahir'i koruyan Güner değildi. Hazar derin bir nefes vererek "Beliki görevde, bugün olanlar aramızda kalacak ve kimse bir daha bu konuyu açmayacak. Üç yıl önce olanları hepimiz gayet iyi biliyoruz. Üstler bu kadar çaba vermişse bu işte başka bir iş var demektir nasıl şimdiye kadar onun konusu açılmadıysa bundan sonrada açılmayacak. dönünce kendi anlatır her şeyi. Soran olursa helikopterler beklenenden erken vardı diyeceğiz. Serhat Albay'a bile!" dedi. Hepsi onu onaylarken telsizdeki Serhat Albay askerlerinin bu davranışıyla gurur duymuştu.
Bir süre sessizlik olurken Serkan "Siz hâlâ mal gibi aynı yerde mi dikiliyorsunuz?" diye sorarak sessizliği bozdu. Gökmen onun sorduğu soruya cevap vermek yerine "Konuma varmak üzereyiz, helikopterler ne zaman gelir?" diye sordu. Melih "Tahmini yirmi beş dakika sonra koordinatlarda olurlar." diyince Hazen "Hızlanalım." diyerek önden yürümeye başladı. Sessiz geçen yirmi dakikalık bir yoldan sonra ikiside kendini bir kayanın dibine atmış ve helikopterleri beklemeye başlamışlardı. İki dakika sonra gelen üç helikopter görüş açılarına girmiş, yan yana havada konumlandıktan sonra atak helikopterleri havada kalmış nakliye helikopteri ise iniş yapmıştı. Hazen ve Gökmen bekletmeden helikoptere bindikten sonra ise nakliye helikopteri havalanmış ve karargaha doğru yol almaya başlamıştı. Atak helikopterleri ise nakliye helikopterini ortaya alacak şekilde kol uçuşu yaparak karargaha gidene kadar koruma sağlamıştı. Tüm bunlar olurken Güner makber'in yanına gelmişti. Bulundukları mağara kendi içinde odalara ayrılıyordu. Mahir en geride kalan odacıkta kalıyor, maber ise gerekmedikçe Mahir'in başından ayrılmıyordu. Mahir ve makber'in bulunduğu odaya geldiği zaman önce uyuyan Mahir'e bakmış, sonra ise makber'e bakarak konuşmaya başlamıştı.
"Getiremedik. Fark etmişler bir şeyleri tam alacağımız sırada atak helikopterleri geldi. Adamların çoğu öldü." diyerek makber'e bakmaya başladı. Makber bir süre Güner'i süzdükten sonra "Seni gördüler mi?" diye sordu. Güner onu başıyla onayladıktan sonra "Gördüler, bayağı şaşırdılar. Öldüğüme gerçekten inanmışlar. Artık daha dikkatli olmamız lazım hem beni gördüler hem de senin bir planın olduğunu anladılar." dedi. Gözlerini tekrar uyuyan Mahir'e çeviren Güner "Buna ne oldu?" diye sordu. "Bayıldı. Benim dışarıda işim var ben gelene kadar buradan ayrılma." diyerek odadan çıktı makber. Güner makber'in gittiğine emin olduktan sonra yavaşça Mahir'e yaklaştı. Gözleri yeniden dolarken titrek bir sesle "Abi," dedi. Derin bir nefes alarak "İnanmamışsınız, Güner yapmaz demişsiniz. Kim bilir beni burada gördüğün zaman ne hissetmişsindir. Yemin ederim yapmadım abi. Görev için hepsi. Önce hain damgası yiyeceksin sonra ölü bilineceksin dediler. İstemeyerekte olsa kabul ettim. Ben bile hâlâ neden böyle bir görev verdiler bilmiyorum abi. Az kalmış ama bitecekmiş. Umarım buradan birlikte döneriz abi. Ben en çok seni özledim abi yıllar sonra yanımdasın ama doya doya sarılamıyorum." diye cümlesini devam ettirirken usul usul akıyordu göz yaşları.
Güner içinde Mahir'i her zaman başka bir yere koymuş ve onu bulamadığı abisi gibi görmüştü. Onu en çok Mahir'in düşünceleri yıkmıştı yıllar önce. Günlerce bulduğu her fırsatta "Abim benden nefret ediyor." diyerek ağlamıştı. Tam yıllar önce söylenenlerin yalan olduğunu öğrendiği zaman ise abisi onu burada teröristlerin içinde görmüştü. Göz yaşları akmaya devam ederken "Sana, size hissettirdiğim her şey için özür dilerim abi. Elimde değildi belki ama yinede özür dilerim. Aynı zamanda söz veriyorum, yaşanan her şeyi telefi edip bu itlerden intikam alacağım abi." diyerek bir köşe geçip oturdu. O göz yaşlarını silip düşünceler dalarken bilmediği iki şey vardı. Birincisi makber'in bayıldığını sandığı Mahir'in aslında uyanık olduğu, ikinci ise Güner'in gittiğini düşündüğü makber'in gitmeyip odanın kapısının kenarından onu dinlediğiydi.
_____Hazen'den;_____
Sessiz geçen bir helikopter yolculuğundan sonra karargaha varmıştık. Bizi hiç kimse karşılamazken abim bana döndü ve "Önce gidip mühimmatları bırakalım. Sonrada odalara dağılırız. Fazla oyalanma odada en fazla yarım saat. Ondan sonra toplantı odasında buluşuyoruz. Diğerlerine ben haber veririm." diyerek önden yürümeye başladı. İstemsiz bir şekilde göz devirip peşinden gitmeye başladım. Ne vardı yani biraz uyusaydık hepimizin canı çıkmıştı. Görev haberi ve makber'in mektubu akşama doğru hava hafif kararmışken gelmişti. Şuan ise gün doğmak üzereydi. Yorucu bir geceydi bizim için ama bana tek gecesi değil gündüzüde yorucuydu. "Şu lanet gün bitse de kurtulsak!" diye söylenirken yanına vardığını fark etmediğim abim "Gün çoktan bitti Hazen. Yeni bir gün doğmak üzere birkaç saat kaldı şurada." dedi ve daha sonra ise "Umarım saatler sonra doğacak olan güneş bizim içinde doğarda en azından şu hain mevzusundan kurtuluruz." diye mırıldandı. Ona "İnşallah." diye cevap verdiğim sırada hangara gelmiştik. On dakika içinde mühimmatlardan kurtulduktan sonra karargah gitmeye başladık.
Karargaha varana kadar ikimizden de ses çıkmamıştı. Odaların olduğu koridora geldiğimiz zaman abim kendi odasına doğru giderken "Sadece yarım saat. Unutma!" dedi. Onun arkasında "Anladık herhalde! Kırk kere söylemene gerek yok." diye söylenerek bende kendi odama doğru yürüdüm. Yere bakarak yürüdüğüm için yan yana olan odalarımızın kapıları arasındaki duvara yaşlanmış bana çatık kaşlarla bakan abimi fark etmemiştim. Daha o ağzını açamadan abimin odasının karşısındaki Alaca Timi'nin odasından "Çok rica edicem; Şu saatte kadar nasıl kavga etmeden durduysanız şu saatten sonrada öyle durun! En azından şu işi halledip uyuyana kadar kavga etmeyin. Uyandıktan sonra kaldığınız yerden devam edersiniz!" diye bağıran Mithat abinin sesi geldi. Abim onun sesini duyduktan sonra yaslandığı yerden göz devirerek doğruldu ve odasının kapısını açıp içeriye girdi. Tam kapıyı kapatırken hâlâ aynı yerde dikilen beni gördü ve uyuzca sırıtarak "Süren başladı Üsteğmenim. Unutma sadece yarım saat." dedi. Daha sonra ise kapısını kapattı. Tabi bende bu sırada "Uyuz herif! Ben sana deccal kılıklı diyorum ama deccal seni görse imana gelir! Tövbe eder be!" diye bağırıyordum. Amacına ulaşan abim ise ne ses verdi ne de kapıyı açtı. Odasında keyiften dört köşe olmuş bir şekilde pis pis sırıttığına emindim.
Daha fazla beklemeden bende odama girdim. Odada bulunan küçük banyoya girdim ve hızlıca bir duş aldım. Takıntım vardı. Görevden döndükten sonra ölüm kalım meselesi olsa bile mutlaka bir duş alır öyle diğer işlerimi hallederdim. Duştan çıktıktan sonra yedek üniformamı giyindim ve görevde üstümde olan üniformayı dolapta bulduğum bir poşete özensiz bir şekilde tıkarak eve götürüp yıkamak üzere kenarı ayırdım. Bu odadaki dolabımda yedek üniforma dışında yedek sivil kıyafetlerimde vardı. Sanki evimdeki çalışma odammış gibi kullanıyordum burayı. Çoğu asker odasında sade ve ciddiyeti yansıtacak şeyler kullanırken ben evimde gibi hissettirecek şeyler kullanmıştım. Utanmasam halı bile sererdim yani o derece. Gerçi hem evimde çalışma odam yoktu hem de burası zaten benim evimdi. Saate baktığım zaman hâlâ on beş dakikam olduğunu gördüm ve kendimi odadaki koltuğa attım. Tam o sırada telefonuma bir bildirim gelmişti. İlk başta annemgilden olduğunu sansamda telefonu elime aldığım zaman karargahın özel sisteminden geldiğini gördüm.
İki farklı bildirim vardı. Biri alarm şeklinde ve vatani görevini yapmak için burada olan askeri personellerde dahil tüm karargah mensuplarına gittiğine emin olduğum türde, diğeri ise sadece Akkuş ve Alaca Timlerine özel olarak gittiğini bildiğim türdeydi. İkisinin içeriğide aynıydı. En geç bir saat sonra herkesin nizami bir şekilde ön bahçede toplanması gerektiğini bildiriyordular. Ben hâlâ bildirmelere bir anlam yüklemeye çalışırken abim beni aradı. Aramayı anında yanıtladığım zaman konuşmama izin vermeden "Bildirimi gördün mü?" diye sordu. "Evet." dediğim zaman "Ön bahçede işimiz bittiği zaman yaparız toplantıyı." dedi. "Tamam," dedikten sonra telefonu kapatacağını anladığım zaman "Komutanım!" diye bağırmış bulundum. Bu telefonu yüzüme kapatmasına izin vermeyecektim. Derin bir nefes alan abim "Ne var Hazen?" diye sorduğu zaman bir süre ne diyeceğimi bulamadım. Sonra ise gözüme eve götürmek için kenarı ayırdığım poşet takıldı ve "Size zahmet olmazsa burada olan kirlilerinizi ayırında hayrına bir eve götürüp yıkayalım. Hadi eyvallah!" diyerek telefonu yüzüne kapattım. Şuan üç ihtimal vardı. Ya ne yaptığımı anlamamış boş boş telefona bakıyordu ya yaptığım şeyi anlayıp sinirden kudurmuştu ya da yine ne yaptığımı anlamış ama kızmak yerine 'Salak' diyerek gülüp geçmişti. İçimden bir ses sonuncusu diye bağırırken ben ikinci seçeneğin olması için dua ediyordum.
Plan değiştiği için yaklaşık yarım saat daha odada oyalandıktan sonra üstümü düzeltip odadan çıkmıştım. Benim çıkmamala birlikte Hem yanımdaki kapı hem de karşımdaki kapılar açılmış ve kapılardan Serdal dışında herkes çıkmıştı. Bir süre herkes birbirine baktıktan sonra abim "Serdal nerede?" diye sormuştu. Kimseden ses çıkmayınca "Belki aşağıdadır, gidelim hadi. Zaten orada olmasa bile oraya gelecek." dedim. Herkes beni onayladığı zaman aşağı inmiştik. Biz ve Serhat Albay dışında herkes buradaydı. Bizde hemen yerlerimize geçtiğimiz zaman uzun zaman sonra tim sırasının başında değilde ortalarında olduğumu fark ettim. Bu içimde bir güven ve huzur hissi oluştururken yüzümde hafif bir gülümseme oluşmuştu ama şuan pek sırası olmadığı için gülümsememi yüzümden sildim. Bizim aşağı inmemizin üstünden neredeyse on beş dakika geçmişti ve bir saat dolmak üzereydi ama yanımda Serdal için ayrılmış olan yer hâlâ boştu. Bu beni gererken istemsiz bir şekilde gözüm boşluğa kaydı ve "Nerede lan bu salak?!" diye söylendim. Benim söylenmemden sonra herkesin gözü boşluğa kaymıştı.
Üstümüzde istemsiz bir huzursuzluk vardı. Serdal dışında kimse hain'e dair bir iz bulamamıştı. Serdal ise en son "Yok lan yok! İçine tükürdüğümün dosyalarında da verilerinde de onun hain olmasından başka bir ihtimal yok! Kırk kere baktım yinede tek bir halt bulamadım!" diye isyan etmiş daha sonra ise telsizi kapatmıştı. O zamandan beri ondan haberimiz yoktu. Başına bir şey gelmesinden korkuyorduk. Bir süre daha bekledikten sonra Serhat Albayda gelmişti. Bakışları önce benim yanımdaki boşluğa kaymış daha sonra erlerin olduğu yere bakmıştı. Bir süre sonra ise aradığını bulmuş olmalı ki bakışlarını sert bir şekilde önüne sabitlemişti. Gözlerinde bir fırtına vardı ve aramızdaki mesafeye rağmen net bir şekilde gördüğüm bir kırgınlık... Ne oluyordu? Serdal neredeydi? Bu soruların cevaplarını bilmiyordum ama artık sadece gerginlik değil huzursuzlukda içimi kaplamıştı. Bir süre daha bekledikten sonra önce ön bahçenin tüm ışıkları yandı. Etraf gündüze dönmüştü resmen. Işıklar yandıktan bir dakika sonra ise gözleri kıpkırmızı olmuş bir Serdal alana giriş yaptı. Onu iyi görmek beni biraz rahatlamıştı ama yinede bir gerginlik hakimdi.
Serdal bizim tarafa baktıktan sonra Serhat Albay'ın öne geçip tekmil vermeye başladı. "Teğmen Serdal Aydın/Malatya/emredin komutanım!" diyen Serdal bana diğerlerine göre biraz daha uzun bakmıştı. Bana bakarken gözlerinin dolduğunu fark etmiştim ki muhtemelen gözleri zaten ağladığı için kızarıktı. Düşüncelerimden "Maruzatın nedir asker?" diye soran Serhat Albay çıkarmıştı. Serdal "Hangi konuda komutanım?" diye sorduğu zaman herkes konuşmanın nereye varacağını merak ediyordu. "Neden geç kaldın ve bizi neden bu saatte buraya topladın asker?" diye soran Serhat Albay konuyu zaten biliyor gibiydi. Serdal yeniden bana ufak bir bakış atıp derin bir iç çekti ve "Geç kaldım çünkü kesin kanıtlarını bulduğum ihaneti kaldıramadım komutanım. Sizi buraya çağırdım çünkü o hain'in daha fazla aramızda dolaşmasına izin vermeyeceğim komutanım." dedi. Serdal cümlesini bitirdikten sonra yeniden bana dönmüş ve telsizde dediği gibi dudaklarını oynatarak 'Keşke böyle olmasaydı, keşke elimden bir şey gelseydi.' dedi. Bunu yaparken gözünden birkaç damla yaş akmıştı.
Onun sözlerinden sonra zaten askerler arasında başlayan dedikodu sürekli bana bakmasıyla iyice alevlenmişti. Hatta birinin "Niye sürekli Hazen komutana bakıyor? O mu yoksa?" dediğini duymuştum ama bizim cevap vermemize gerek kalmadan onun yakınlarında olan biri "Salak salak konuşma lan!" diyerek onu susturmuştu. Onları takmıyordum. Ben sadece Serdal'a odaklanmış bana avımın adını vermesini bekliyordum. Serhat Albay "Susun lan!" diye bağırdığı zaman etraf derin bir sessizliğe gömülmüştü biraz bekleyip tekrar Serdal'a dönen Albay "Kim?" diye sorduğu zaman Serdal göz yaşlarını silerek askerlere doğru döndü ve dünyamı başıma yıkacak o ismi söyledi. Hayalet Timini kaybettiğim zaman bana destek olanda oydu, timi ailesi olarak görende oydu. Güner gittikten sonra bizim gibi Güner'in masum olduğunu düşünende oydu yıllar sonra Mahir abimin yaşadığını öğrendiğimiz zaman Güner'in konusunu açanda oydu. Abla diyen, bana sürekli 'Anamı yıllardır görmem ama sen bana anada oldun ablada oldun.' diyen adam beni yaşarken öldüren asıl kişi miydi? Etfata derin bir sessizlik hakimdi. Herkes benim ne yapacağımı beklerken benim aklımda aynı cümle yankılanıp duruyordu;
"Sözleşmeli Er Hasan Hoşar, vatana ihanet, teröre yardım ve yataklık suçundan tutuklusun! En çokta Hayalet Timi'nin şehit düşmesine sebep olduğun için askeri personele zarar verme ve ölümüne sebebiyet verme suçundan tutuklusun!"
12.Bölüm Sonu
Merhaba arkadaşlar. Bölümü nasıl buldunuz?
Bu bölümde hem Güner'in kim olduğunu hem de hain'in kim olduğunu öğrendik. Belki hain'in hikayeyin pek içinde olmayan biri çıkması sizi şaşırta bilir ama hikayede yeri olmasada Hazen'in hayatında önemli yeri olan biriydi zaten bunu Hazen'in tepkisini okuduğumuz zaman daha iyi anlarsınız. Birde açıkçası diğer karakterlere kıyamadığım için pek hikayede olmayan biri olsun istedim. Unutmadan, Serdal'ın hain için söylediği tutuklama nedenleri gerçek kanunlarda nasıl geçiyor tam bilmiyorum ama elimde geldiğince hem gerçekmiş gibi hem de anlaşılır bir şekilde yazmaya çalıştım.
Bu arada makber Güner'in dediklerini çok net bir şekilde duydu. Sizce buna nasıl bir tepki verecek?
Güner ve gittiği görev için şunu söylemek isterim ki üstler Hasan'ı çoktan fark etmiş ve ona göre bir oyun kurmuştu. Tabi Hayalet Timi'nin şehit olması onlar için beklenmedikti ama hayat işte ne demişler; Hayat sen planlar yaparken başına gelenlerden ibarettir." Bu arada burayı spoiler olarak görenler için şunuda ekliyeyim burası spoiler değil bu konunun pek üstünde durmayacağım çünkü asıl olay çok başka yerde.
Son olarak şunu yeniden hatırlatmak istiyorum; Bu hikayede hiçbir karaktere ne körü körüne bağlanın ne de ön yargıyla yaklaşın. Ne olacağını ben bile kestiremiyorum her an "Ya buda ne kadar şerefsiz." filan dediğiniz karakterin hiçte göründüğü gibi olmadığını görebilirsiniz. Veya çok sevdiğiniz, "En iyi karakter bu." diyerek hakkında asla kötü bir ihtimali düşünmediğiniz karakter kitabın en kötü karakteri çıkabilir. Yeni bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın 👋👋👋
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |