1. Bölüm
BERİL ÖKE GÜLEN / NİHAİ SORU / NİHÂİ SORU

NİHÂİ SORU

BERİL ÖKE GÜLEN
berilokegulen

 

 

“Hayatın, evrenin, her şeyin cevabı ne?”

Otostopçunun Galaksi Rehberi / Douglas Adams

 

“Hayat bu mu, bu kadar mı? Orta yaş bunalımındaki birçok kişi gibi o da kendine bu soruyu sorup duruyor, ömrünün yarısından fazlasını tamamladığını düşünüyordu. 42 yaşındaydı. En güzel yılları çoktan yitip gitmişti. Onunla tanıştığında, hayata yeniden dönmüş gibi hissetmişti; ayrıldıklarından beri ise hayat gözüne daha da anlamsız görünür olmuştu. Tam 7,5 yıl sürüncemede kalan bir ilişki…

*

İlk kez İstiklâl Caddesi’nde, Galatasaray Lisesi’nin önünde buluşmuşlardı. Oradan bir şarap evine geçmişler, bir bar masasının önünde, göz göze, tatlı tatlı sohbet edip şaraplarını yudumlarken, birbirilerine âşık olmuşlardı. İkisi de siyah bir palto ve gri bir üst ve siyah bir alt giymişti. Önceden anlaşsalar bu kadar uyumlu olamazlardı. Sanki binlerce yıldır tanışıyormuş gibi tanıdık hissetmişlerdi. Oradan da başka bir mekândaki konser salonuna geçmişler, bütün gece sarılıp, öpüşe koklaşa şarkılar dinleyerek mükemmel bir gece geçirmişlerdi. Gecenin finali, tabii ki ıslak hamburger ile yapılmıştı. O gece, uzaydan Dünya’nın yok oluşunu izleseler McDonald’s hamburgerinin değil ama Kızılkayalar’ın ıslak hamburgerinin yok oluşuna üzülürlerdi, herhalde... Her şey çok büyülü, güzel bir şekilde başlamıştı ama öyle devam etmemişti, maalesef.

*

İlişkileri bir gece Beyoğlu’nda başlamış ve 7,5 yıl sonra yine Beyoğlu’nda bir gece sonlanmıştı. Her şeyi çok bilen arkadaşları “Abi, 21 gün kuralı var, biliyorsun. 21 gün bir alışkanlığından uzak durabilirsen ondan uzaklaşıyorsun” demişti. Uzaklaşamadı. Kaç 21 gün geçmişti, onu unutamamıştı. Birlikte yürüdükleri sokaklardan, gittikleri kafelerin ve barların önünden geçerken hâlen daha kalbi sıkışıyor, gözleri doluyordu.

*

Şimdi, tanışmalarını sağlayan o mâlum uygulamada çaresizce çırpınıyor; sağa sola kaydırarak yapay zekanın önüne, ona benzeyen kadınlar çıkartarak aklı ile dalga geçmesine izin veriyordu. Kâküllü, uzun kahverengi saçlı, ince yapılı, havalı kadınlar… Hiçbirinde, onun yüzündeki gibi anlamlı bir ifade bulamasa da görüntüsünü biraz olsun anımsatanlara kalp atmaktan kendini alamıyordu. Tipik bir narsist gibi ayrılık acısını, yeni bir kurban bulup ilk önce “love bombing”, sonra “gaslighting” ve “breadcrumbing”, final olarak ise “ghosting” yaparak gidermeye çalışacaktı. “Love bombing” döneminde; kurban sevgiye, ilgiye boğularak “Âşık oldum, çok seviyorum”lar havada uçuşacak, “Günaydın” ve “İyi geceler” mesajları hiç eksik edilmeyecek, kahveler, içkiler, yemekler ısmarlanacak, hediyeler alınacaktı. “Gaslighting” döneminde; çoktan başlamış olan aldatmalar itina ile gizlenip eğer yakalanma olursa ölümüne inkâr edilip karşı tarafın aklından şüphe etmesi sağlanacak, paranoyak ve hasta olmak ile suçlanacaktı. Arada, kendisinin ilgisizliğinden dert yanıldığı zamanlarda ise karşı tarafın ağzına bir kaşık bal çalıp yeniden ortadan kaybolunarak “Breadcrumbing” yapılacaktı. Finaldeki “Ghosting” döneminde; karşı tarafın gönderdiği mesajlar görmezden gelinecek, aramalarına geri dönülmeyecekti. Bütün bunlar, kurbanın dayanma süresine kadar devam edecekti. Sonra, yeni bir kurban ile sil baştan…

*

Her şeyi çok iyi bilen arkadaşları, ayrılık acısı çektiklerini fark ettiği arkadaşlarına “Çivi, çiviyi söker, abi” diyerek onu teskin etmeye çalışmıştı. Sökmedi. Bu sefer, durum farklıydı. Artık yeni bir kişiyi tanımak için herhangi bir heves duymuyor; ağına birkaç kişiyi düşürmüş olsa da mesajlarına isteksiz isteksiz cevaplar veriyordu. Eskiden olsa; ilk mesajı atan, kendisi olurdu. Şimdi gelen mesajlara geri dönmeye bile mecâli yoktu. Bir reklam şirketinde yönetici olarak çalışıyordu. Uzun boylu, çekici, kibar, zeki ve iyi eğitimli biri idi. İstediği her kadını elde edebilecek türden bir erkekti ama mesele şuydu ki artık kimseyi elde etmek istemiyor, bunun için kendini zorluyordu, âdeta. Bazen kendine acıyordu.

*

Çok sıkılmıştı. Zaten son üç yıldır terapi alıyor ama varoluşsal sıkıntısı bir türlü geçmiyordu. En sonunda, can sıkıntısını biraz olsun giderir belki diye uygulamadan eşleştiği kadınlardan birine şans vermeye karar verdi. Beyoğlu’nda buluştular. İlk görüşte hâyâl kırıklığı… Ne fotoğraftaki kadar ince ve uzun boylu idi ne yüzü, onunkine benziyordu ne de onun gibi güzel kokuyordu. Bakışları onunkiler gibi anlamlı değildi, gülünce gözleri onunki gibi kısılmıyordu. O sakin sakin, tatlı tatlı konuşurdu...

Yeni tanıştığı bu karbon kopya, İstiklâl Caddesi’nin uğultusunu bile bastıracak kadar yüksek, kulakları tırmalayan sesiyle, coşkulu bir şekilde durmaksızın bir şeyler anlatıyordu. El mahkûm bir yere oturdular. Çay söylediler. Onu tanımak için en ufak bir istek bile duymasa da kadın kendi kendine, sürekli konudan konuya atlıyordu. Havadan, burçlardan, gerekli-gereksiz akrabalarından, iş yerindeki patronundan, arkadaşlarından bile bahsediyordu. Sohbeti katlanılır türden değildi. Telefonuna bakıyormuş gibi yapıp bir bahane bulup kalksam diye içinden geçirirken, karşısındaki kadın durumu fark etmiş olacak ki birden konuyu değiştirdi; “Buraya çok yakın bir kafe var, orada bir Türk kahvesi içmeye gidelim mi? Kahvenin bir falcısı var, çok iyi fal bakıyor; öyle şeyleri biliyor ki inanamazsın.” Çıkış bileti! “Peki, gidelim” dedi, aslında kahve tarot falı gibi şeylere hiç inanmazdı ama en azından bir kahve içip oradan da kaçarım diye düşünmüştü.

*

İstiklâl Caddesi’nin Taksim Meydanı’na yakın, büyük siyah çöp poşetleri, sigara izmaritleri, boş pet şişeler ile dolu, yer yer balgam ve geceleri sarhoşların midesinden çıkanlar ile lekelenmiş, idrar kokulu, leş gibi ara sokaklarında, kahve ve tarot falı bakılan birçok kafe yer alıyordu. Önünde akşam geç saatlere kadar bekleşen çığırtkanlar, “Kahve falı mı baktıracaktınız?” diye yoldan gelip geçene laf atar, içeri müşteri çekmeye çalışırdı. O kafelerden birine girdiler. Kapının üzerindeki tabelada, kafenin adının yanında, “Derin Tarot” yazıyordu.

Fal baktırmak için ilk önce, Türk kahvelerini içtiler. Falcı, müşterileri odasına birer birer kabul ettiği için kadın, “İlk önce sen gir, istersen” muhabbetine girince, ikiletmeden hemen kabul etti, onun boş muhabbetine daha fazla katlanmak istemediğinden, kapattığı kahve fincanını kapıp hemen ayağa kalktı. Fal baktırmak, belki de eğlenceli olur düşünmüştü. En azından, bu kadını dinlemekten daha eğlenceli olacağı kesindi. Hayatında ilk kez bir falcının odasına giriyordu. Odanın kapısı yoktu, hareket ettirilince şıngırdayan, ışıl ışıl, şerit kapı süsleri ile girişe, gizemli bir hava verilmeye çalışılmıştı. Tam da filmlerdeki gibi içerisi rengarenk camlı süsler ve ağır ağır yanan mumlar ile dolu, loş ve tütsü kokan bir mekândı. Kısa boylu, tombul, yaşlıca olan falcı kadın, tam odanın ortasında yer alan küçük ahşap bir masanın arkasındaki sandalyede oturmuş, sigara içerek onu bekliyordu. Kenarları, iğne oyalı bir yemeni ile kat kat sardığı için daha da kocaman görünen bir başı ve siyah sürmeli iri gözleri vardı. İçeri girerken, onu baştan ayağa bir süzdü, sonra “Otur bakalım, yakışıklı” diyerek önündeki ahşap sandalyeyi upuzun tırnaklı parmağıyla işaret etti, o da geçip oturdu. Bir süre, odada sandalye gıcırtısından ve kül tablasına sıkıştırılmış sigaranın kızıl alevinin çıkarttığı sesten başka bir ses duyulmadı.

Falcı kadın, onun masanın ortasına doğru yavaşça bıraktığı fincana doğru uzanıp kendi önüne çekti, bir parmağını ters duran fincanın üzerine bastırdı, gözlerini kapattı. Parlak bakır rengi ojeli tırnakları o kadar uzundu ki fincanı zar zor tutuyordu. Kendine konsantre olmaya çalışıyor gibi bir hava vererek “Omm…” diye bir ses çıkarttı. Birden ürkütücü bir şekilde gözlerini açtı, ağzının içinde bir şeyler mırıldanarak fincanı kaldırdı, içine bakmaya başladı… Hareket ettikçe şıngırdayan, çok sayıda ince metal bilezik ile her iki kolunu da doldurmuştu.

“İçin kararmış” dedi. Aman, ne şaşırtıcı! “Burada bir S harfi çıkmış, bak.” diye fincanı, ona doğru çevirip tırnağının ucuyla gösterdi. S harfine benzeyen bir şekil vardı. Ağzının içinde bir “Evet” diyebildi. “Senin adın S harfiyle başlıyor” diye özgüvenli bir ses tonuyla devam etti. Gerçekten de doğru bilmişti. “Acaba, kahvelerini içerken onları dinlemiş veya adını duymuş olabilir miydi? Belki de garson adını duyup ona fısıldamıştır, önceden. Türkiye’de adı, S harfi ile başlayan çok kişi var; atsa tutar, zaten” diye düşündü, içinden.

“Burada, bir de B harfi görüyorum” dedi. Dışarı uğrak gözlerini, tıpkı bir sükût füzesi gibi S.’nin gözlerine kilitledi, ne tepki vereceğini görmek istemişti. Şaşırmış olduğunu gizleyemiyordu. Kadın, söze devam etti: “Adı B harfiyle başlayan, ince uzun, güzelce bir kız… Ayrı düşmüşsünüz… Onu çok üzmüşsün” dedi ve göz ucuyla, S.’ye baktı. Eski sevgilisinin adı gerçekten B ile başlıyordu. Duygulandığını gizlemek için gözünü falcı kadından kaçırıp bembeyaz desensiz fincana dikti. Falcı kadın doğru yolda ilerlediğini anlamıştı; S. ilk başta ilgisiz gibi görünürken, artık nefes dahi almadan, onu pürdikkât dinliyor ve hiç sesini çıkartmıyordu. Zaten çok da konuşmazdı. Falcı, “Aranızda karmik bir bağ var” diye el artırdı. “Onunla tanıştığında, onu önceki hayatlarından tanıyor gibi hissetmiş olmalısın.” Derin bir sessizlik oldu. Kül tablasında unutulmuş sigaranın uzamış külü, yavaşça tablanın içine düştü… Falcı, devam etti: “Uzun bir ilişkiniz olmuş; 7 yıl olabilir, burada bir 7 rakamı görüyorum.” Bir yandan da göz ucuyla, S.’yi kesiyordu, “Onun için bir varmışsın bir yokmuşsun.” dedi. Bu doğruydu, B. de ona hep öyle dert yanardı. Tıpkı bilgisayardaki “binary code”lar gibi: 1-0-1-0-1-0 yani bir var, bir yok, bir var, bir yok... Aklı, bütün bunlar ile meşgul iken falcı kadın “Kız, bu karmik bağı kesmek istemiş ama sen direnmişsin.” diyerek son darbeyi vurdu. Bu cümleyi duymak, iyice tadını kaçırmış, gözünü fincandan da çekip odanın içerisinde rastgele bir noktaya dikmişti. Fizîken hâlen odada olsa da ruhu, artık çok uzaklardaydı. Ona gönderdiği son mesajı düşünüyordu: “Seni affediyorum ve seninle tüm zamanlarda, tüm bağlarımı kesiyorum.” Falcının söylediklerini bir süre duymadı, bile. Sonra, nihayet konuşmak için ağzını açtı:

- Bir şey sormak istiyorum.

- Sor bakalım…

- Bir daha görüşecek miyiz?

- Cevabını gerçekten duymak istiyor musun?

- Evet.

- “Bundan gerçekten hiç hoşlanmayacaksın…” Yaklaş bana dedi, falcı kadın.

Yaklaştı, bir kulağını ondan tarafa çevirdi. Falcı, fısıldar gibi birkaç cümle söyledi. Sonra ekledi:

-“Kesinlikle cevap budur. Dürüst olmak gerekirse, bence sorun şu ki tam olarak ne istediğini bilmiyorsun.”

Tam kalkacaktı ki falcı, sol bileğinden tuttu. Elinin iç tarafını çevirdi. Tırnağını, hayat çizgisinin üzerinde gezdirdi, “Hayat çizgin çok kısa, dikkât et, yavrum” dedi. Sadece “Sağ olun” diyebildi, odadan çıkmak için ayağa kalktı. Falcı “Bir ara gel de sana tarot bakayım, yakışıklı…” diye seslendi, arkasından.

*

Falcının odasından çıkarken “küçük beyaz bir balığa benzeyen” kulaklığını taktı ve dışarıda onu bekleyen, sadece birkaç sâât önce tanıştığı kadına “Bana iş yerinden bir telefon geldi, bir sâât içinde online bir toplantıya girmem gerekiyor, âcilen gitmem lazım. Kusura bakma” dedi. Kadın “Bir daha ne zaman görüşürüz?” diye atıldı, merakla. “Ben seni ararım” dedi. Bir daha hiç aramadı. Mesajlarına da geri dönmedi. Narsist olduğu kadar mitomandı da. Yalan söylemesi gerekmeyen durumlarda bile yalan söylüyor, işin kötü tarafı; kendi söylediği yalanlara bazen kendi de inanıyordu.

***

B.’yi yeniden görebilmek için ne yapması gerektiğini aslında çok iyi biliyordu, falcı da tam olarak bunu söylediğinde, çok şaşırmıştı ama bunu yapmaya ne cesareti ne de enerjisi vardı. Zaten burnu yere düşse eğilip yerden almazdı. Akıllı saatine baktı, birçok cevapsız arama vardı; hiçbiri ondan değildi. Onu, kolunda saat ile uyumuşken sabahın 5.30’unda yanlışlıkla arayıp uykudan uyandırdığında nasıl sinirlenmişti... Şimdi bir kez arasın diye nelerini vermezdi. Onu o kadar özlemişti ki. Bir kez “Çok özledim” mesajı atsın diye zamanı geri alabilmek bile isterdi. Cebinden telefonunu çıkardı ama hayır, onu aramadı. Henüz buna hazır değildi. Onunla yeniden sağlıklı bir ilişki kurabilmeleri için ilk önce kendini iyileştirmesi gerektiğini biliyordu, terapiye devam edecekti. Yine de bir yerden başlaması lâzımdı. Anlık bir kararla, uygulamayı telefonundan - sonsuza kadar - sildi. Hava kararmaya başlamış, akşam serinliği bastırmıştı. İstiklâl Caddesi’nde hızlanan akşam kalabalığının arasında, sadece onu hâyâl ederken kendini yalnız hissetmiyordu. Yine böyle serin bir akşam, bu caddede onunla birlikte meydana doğru yürürken, B.’nin üşüyen elini, kendi paltosunun cebinin içinde eliyle ısıttığı an aklına geldi… Başını yukarı doğru kaldırdı. Gözleri dolduğu zaman ağlamamak için hep yukarı bakardı. Bulutsuz gökyüzündeki dolunay ve yıldızlara daldı. Birbirlerine çok yakınmış gibi görünseler de aralarında binlerce ışık yılı mesafe vardı. 100 Milyar galaksi, 8 Milyar insan arasından birbirlerini bulmuşlardı. Değerini bilememişti.

 

-SON-

Beril Öke Gülen

Bölüm : 14.01.2025 00:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
BERİL ÖKE GÜLEN / NİHAİ SORU / NİHÂİ SORU
BERİL ÖKE GÜLEN
NİHAİ SORU

6 Okunma

2 Oy

0 Takip
1
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...