Merhaba sevgili 7 Numara okurları. Yeni ve hikayenin asıl şimdi başlıyacağı o bölümle karşınızdayım. 7 Numara'nın hikayesi iki adam ve bir kadın. İyi adam ve kötü adamın aynı kadına duyduğu tutkulu hisler, gerçekler, geçmiş ve gelecek arasındaki bağlantılar, intikamlar, dökülen kanlar, akıtılan göz yaşları...
Yaşanan her şeyin arasında iki adam ve bir kadın; hisler, tutkular ve aşklar... Umay, iyi adamın mı yoksa kötü adamın mı aşkına karşılık vermeli? Bu hikayede kadın mı yoksa dünya mı yakılır? Sadece kadın için mi yaşar adam yoksa derdine mi düşer dünyanın?
Bu hikayenin başı bu bölümün sonunda başlıyor. Peki bu hikayede aşk, nerede ve kiminle başlar?
(Bu bölümde ince ama aslında belli olan bir ayrıntı var. Kitabı başından dikkatli okuyan biri olup farkedecek mi çok merak ediyorum. O detayı farkeden karakterlerden biri hakkında büyük bir ipucu bulabilir...)
"Seni buldum," dedi ışıl ışıl bakan gözlerle. "Seni buldum mavişim." Dilim tutuldu, kelimeler birer düğüm oldu da takıldı boğazıma. Gerçek miydi bu an, gerçek miydi o rüya? "Mavişim, ben geldim. Sarıl artık bana." Anladı, tutulup kaldığımı anladı ve daha fazla beklemedi. Kolumdan tutup ayağa kaldırdı. Sardı beni kuvvetli kolları arasına.
Her şey o kadar gerçekçi gelirken karşımda dikilmiş iki adamın söylediklerine nasıl inanabilirdim. O fotoğraf, o ses, o beden... Karşımdaydı. On yaşım, ilk aşkım, Kaan karşımdaydı ve şimdi bana bunun sadece bayıldığımda gördüğüm bir rüya olduğunu söylüyorlardı. Buna inanmak bana akıl dışı gelirken şuan karşımdaki adamlara buna inanmamak akıl dışı geliyordu. Evet, Kaan'ın yıllar sonra karşıma çıkması çok tesadüfi bir olaydı ama gerçekti. En azından bana gerçek gelmişti.
Şimdilik onlara kabul ettiğimi belli edecektim ama bu işin peşini bırakmayacaktım. Sonuçta Oğuz benim düşmanımın düşmadı, ortağım ve nişanlanacağım adam olsa da ona güvenemezdim. Bu savaşta onla yola çıksamda ben sonuna kadar yalnız olmalıydım. En güvendiklerimden yediğim darbelerden sonra kendimden başka kimseye güvenmemeliydim. Ben, bir kz daha yenilemezdim. "Tamam, haklısınız."
"Ben gidiyorum o halde Oğuz bey," Doktor odadan çıkmadan önce bana döndü. "Geçmiş olsun hanımefendi." Benden bir tepki beklemeden odadan çıktı.
"Daha iyi misin?" Oğuz sorusunu sorar sormaz yatakta yanıma oturdu. "Beni gerçekten korkuttun."
"Özür dilerim. Bünyem çok zayıfladı sanırım."
"Sana bundan bahsediyordum işte. Bundan sonra kendine dikkat etmelisin. Bu şekilde istediğin hiçbir şeyi yapamazsın."
"Haklısın, kendime daha iyi bakacağım."
"Sen bakmasan da ben bakacağım zaten, merak etme."
Zoraki bir tebessümle karşılık verdim. O da gülümseyip yanımdan kalktı. Odanın içindeki bir kapıyı açıp içeri girdi. Görebildiğim kadarıyla banyoya girmişti.
Etrafa göz gezdirmeye başladım. Her yer mavinin tonlarına bürünmüştü. Onun odası olmadığını düşündüm çünkü ondan siyahlarla kaplı bir oda beklenirdi. Karanlık bir tarafı vardı ve özel alanında da bunu yansıtacağını düşünüyordum.
Yatakta oturur hale gelip baş ucumdaki komidinin üzerinden suyu aldım. Bardağı da alıp içeceğim kadar suyu doldurdum. İçtiğim sırada da Oğuz elinde küçük bir ilk yardım çantasıyla yanıma geldi. Bardağı komidine geri bıraktığımda da yanıma oturdu. "Neden bunu getirdin?"
Elimi işaret etti. "Bayılıp yere düştüğün sırada ellerini yere sürtmüşsün. Onlara pansuman yapacağım."
Ellerimi açıp baktım. Gerçekten de bir yere sürtünmüş gibi aşınma izleri vardı. Bunları görmek bayıldığıma biraz da olsa inanmamı sağladı. "Acımıyor, gerek yok. Teşekkür ederim yinede."
"Yinede," dedi ve iki elimin avuç içlerini açıp bacağının üzerine koydu. "Gerek var, izin ver lütfen." Sesimi çıkarmadığımda onu onayladığımı anladı. Batikon ve pamuk çıkarıp yaralarımın üzerine hafifçe gezdirdi. Ellerimi bileklerimden tutup dudaklarına doğru yaklaştırdı. Hafif esen bir rüzgar misali yaralarımın üzerine üfledi. "Küçük bir çocuk yarası gibi," dedi ve son bir kez daha yumuşak nefesini bıraktı tenime. Ellerimi bıraktı, çantayı topladı. "Hala o küçük çocuk musun Umay?"
O ne demekti? "Hangi küçük çocuk?"
Yüzünde bir telaş belirdi ama hemen kendini topladı. "Yani hala kendi küçüklüğündeki çocuk musun demek istedim."
"Kçüklüğümde bir çocuk değildim ben," Tüm çocukluğum seriliverdi gözlerimin önüne. Güzel değildi, tek bir sene hariç hiçbir an güzel değildi ve onları hatırlamakta iyi hissettiren bir duygu değildi. "Geçmişten konuşmayı sevmem." Diyerek açılmadan sonlandırmak istedim konuyu.
"Bende sevmem. Umarım geçmişi bile hatırlatmayacak kadar güzel bir geleceğimiz olur."
"Oğlum öldürüldü benim, hiçbir şey bana onu unutturamaz, unutturmasında. Bir şeye kalbinden değil zihninden silinince ihanet edersin. Bu yüzden en değer verdiklerim kalbimden silinse de zihnimden silinmesine asla izin vermem."
"Ne güzel söyledin," bir anda buz kestirdiğim ortamı ısıtmaya çalıştı. "Ama benim en değer verdiğim tek şeyi kalbimden bile silmeye yetmedi kimsenin gücü. Ondandır belki senelerdir buradaki sızı." İşaret parmağını kalbinin üstüne yaslamıştı.
"Vakti geldiğinde," dedi. "Vakti geldiğinde öğrenirsin." Kafamı salladım sadece. "Bir şeyi merak ediyorum,"
"Benziyor muydu? Yani rüyanda gördüğün adam Kaan'a benziyor muydu?"
Sorusuyla beraber zihnimi zorladım. Düşününcede hiç zorlamama gerek kalmadı aslında. Küçüktük ve üstünden yıllar geçmişti birbirimizi son görüşümüzden ama onu unutmak mümkün değildi. Kara kaşları, kara gözleri, esmer teni... Daha on beş yaşındayken spor yapıyordu ve emindim şuanda rüyamda gördüğüm gibi iyi ve abartı omayan bir vücudu vardı. O görünümü çok beğeniyordu ve o yaşındayken kendine iyi bir altyapı hazırlamıştı. Umarım her şey güzeldir onun için şimdi. "Benziyordu."
"Yemek yiyelim sonra da hazırlanalım," dedi bir anda ve yataktan kalktı. "Daha KARAKAYALAR planını devreye sokacağız."
"Yemekte konuşuruz, gel." dedi ve yardımcı olmak için elini uzattı. Bende ondan destek alıp ayağa kalktım.
Önümden ilerleyip kapıyı açtı ve geçmem için bana yol verdi. "Teşekkür ederim," Odadan çıkıp kapının önünde durdum.
Tam da tahmin ettiğim gibi evin geri kalanı siyahlara bürünmüştü. Her yerde çalışanlar vardı ve hareketli bir koşuşturma içerisindeydiler. "Geçelim," Oğuz önümüzü işaret etti ve beraber uzun koridorda ilerledik. Sonunda geniş bir yemek masasının olduğu salona vardık. Masanın etrafında birkaç adam ve kadın vardı. Hepsi önündeki bilgisayarlara ve dosyalara yoğunlaşmış, arada bir kafalarını kaldırıp birbirlerine bir şeyler danışıyorlardı.
Oğuz'la beraber masaya geçip boş olan iki sandalyeye, yan yana oturduk. "Merhaba Umay hanım," dedi kadınlardan biri. Başımla selam verdim ona ve diğer herkese. Hepsi ciddiyetlerini bozmayan bir gülüşle aldılar selamımı.
"Evet arkadaşlar, Umay için hazırlıklar tamam mı?"
"Hazır Oğuz bey," dedi adamlardan biri.
"Ne hazırlığı?" Diye sorarak araya girdim.
"KARAKAYALAR'a girebilmen için olan hazırlıklar. Senin ilgileneceğin tek kısım orada kullanacağın takma adın ve giyeceğin kostümün."
Sorgulamayarak hemen uyum sağladım. "Kendi adımızı kullanmamamız gerekiyor, o zaman bir düşüneyim."
"Ceylan," dedi Oğuz. "Ceylan olsun mu?"
"Bir ceylan kadar ürkek olduğumu belli etsin diye mi?" Çıkışıma karşılık etrafta bir sessizlik oluştu. Gereksiz bir serzeniş sergilediğimi farkettim. "Pardon, abarttım biraz."
"Sorun değil," İfadesinden gerçekten bunu sorun etmediğini anlamıştım. İçim biraz su serpilmişti. Oğuz yanımda durduğundan beri her patlayışım ona oluyordu halbuki öfkem kaderime ve kaderimin mimarlarınaydı. "Bir ceylan kadar güzel ve alımlı olduğun için düşünmüştüm ama sen karar verebilirsin."
İltifatın karşılık kalabalık bir ortamda olduğum için utandım. Başımı öne eğip birkaç soluk aldım. "Teşekkür ederim, ceylan olsun o zaman."
"Duydunuz," dedi masadaki insanlara. Hepsi onaylar bir mırıltı çıkardı ve önlerindeki işlerine geri döndüler. Bu sırada iki çalışan elinde tabaklarla yanımıza geldi ve yemekleri önümüze koydu. Arklarından tepsiyle gelen de içecekleri ve mezeleri masaya bıraktı. "Teşekkürler hanımlar," diyerek onları yolladı Oğuz. Bana döndü. "Afiyet olsun."
Yemeğimizi yedik, hazırlandık ve evden çıktık. Sonunda intikama giden yolda ilk adımımızı atmak için yola çıktık. Adres KARAKAYALAR'dı. Oğuz. İçerid neler döndüğünden bahsetmedi. Sadece giydiğim kostümden de anlayabileceğim gibi maskeli bir balo edasında, arkadan gelen keman ve piyano sesleri eşliğinde geçen bir parti mekanı gibi olduğunu söyledi. Orası hakkındaki en can alıcı ve en korkunç gerçeği de söyledi. Kimliği ortaya çıkan öldürülüyodu, gizemini kaybeden oyunu da kaybediyordu.
Korkutmuştu bu beni. Herhangi bir hatamda kimliğim ortaya çıkarsa ölecektim. Korkum ölmek değildi, korkum bebeğimin kanının yerde kalmasıydı. Oğuz güven veriyordu. Başıma bir şey gelmemesi için yanımdan asla ayrılmayacağını söylemişti. Tam bir güven duymasamda ona bu konuda güvenmeyi seçtim. Aslında başka çarem de yoktu.
Kimliği ortaya çıkan öldürülüyordu, Oğuz, Yiğit Ali ve Ulaş'ın orada olduğunu biliyordu ama onlar öldürülmemişti. Şuan tam olarak bilmediğim başka bir nedenden böyle olabileceğini düşünüp bu konuyu bir kenara bıraktım. Detaylarda yüzme sırası değildi çünkü biz şuan KARAKAYALAR'a gelmiştik, arabayı durdurmuştu Oğuz.
Şehrin keşfedilmemiş ya da keşfedilmesine izin verilmemiş, oldukça büyük bir araziydi burası. Bir bina ya da herhangi bir başka yapı yoktu etrafta. Adını alan kara kayalarla oluşturulmuş, tamamı zor görülen bir çember vardı. Çok saçma ve değişik duruyordu. Beklediğim asla böyle bir şey değildi. Bir bina, beyazlarla süslenmiş bir alan bekliyordum ama öyle değildi. Simsiyah kayalarla çevrilmiş, yer yer siyah örtülerle kaplanmış masalar, çemberin dışında ama hemen bitişiğindeki orkestra ve şuan çemberin bize en uzak kısmında konumlanmış bir kürsü ve mikrofon vardı. Her şey biraz daha merak uyandırıyordu.
"Hazır mısın ceylanım," dedi güler bir ifadeyle. Benim aksime çok rahattı.
Cevabıma aldırış etmeden arka koltuğa uzandı. Elinde iki maskeyle bana döndü. Bunlar tüm yüzümü kaplayacak şekildeki maskelerdi. Tanınmak imkansızlaşıyordu. Saçımda geçici boyayla siyaha boyanmıştı. Yiğit Ali şuan buradaysa beni ancak gözlerimden tanıyabilirdi. Zannetmiyordum tanıyacağını, kaç kere gerçekten bakmıştıki gözlerime ya da ne zamandan beri bana bakarken Sare'yi düşünüyordu bilmiyorum.
Mavi, saten ve uzun elbisemle uyumlu aynı renkteki maskeyi yüzüme yaklaştırdı. Yüzüme yerleştirip bana yaklaştı ve kafamın arkasından iplerini bağladı. Yakın mesafeden dolayı nefesi yüzümde sıcaklık bırakıyordu.
Geri çekildiğinde kendi kıyafetiyle uyumlu siyah maskeyi bana verdi ve tekrar yaklaştı. Maskeyi yüzüne yerleştirdim ve onun bana yaptığı gibi kafasının arkasından bağladım. "Teşekkür ederim,"
"Ben korkuyorum," diye itiraf ettim. Bebeğimden başka kimse için bu işe karışmazdım. Öldürülebilirdim ve gerçekten korktuğum bu değildi. Burada bebeğimin katili ve beni aldatan kocam da vardı. Bilemiyorum, belki de Sare de buradaydı.
"Ben yanındayım," dedi beni rahatlatmak için. "Bugün bir toplantı konusu veya başka bir gündem yok. Sadece her gece buraya gelmemiz zorunlu. Sayım yapılır ve burada ya da dışarda birinin öldürülüp öldürülmediği, kaçıp kaçmadığı tespit edilir. Gerekli detayları zamanla anlarsın, bende sana anlatacağım zaten. Sen sadece bana ayak uydur ve mecbur kalmadıkça kimseyle konuşma."
"Tamam," önümden uzanıp kapımı açtı. Kendi kapısını da açtığında aynı anda arabadan indik.
Siyah çember arabadan gördüğümden biraz daha yükseki. Üstünden atlayıp geçebileceğim gibi değildi. Dikaktli baktığımda insanların geçebilmesi için bir aralık olduğunu ve başında da elinde kare kare, küçük kağıtlarla bekleyen birinin olduğunu gördüm.
Oğuz koluma girdi. İlerlemede önce kulağıma eğilip fısıldadı. "Kartal," dedi. "Burada adım Kartal." Adımlamaya başladığında bende ona eşlik etmeye koyuldum. Bir yandan kartal kelimesinin neden bana yetimhaneyi hatırlattığını düşünmeye çalıştım ama girişe vardığımız kısa süre içerisinde bunu bulamadım.
"Yeni katılımcı," dedi Oğuz beni kastederek. Adam kulaklığına dokundu ve bir kaç saniye bekledi. Ardından ikimizinde yakasına elinde sayıların yazdığı kağıtları taktı. Son iki tane kalmıştı ve onları da bize takmıştı. Çemberin içine girerken yakamızdaki kartlara baktım. Yirmi dokuz ve otuz yazıyordu. Ben otuz numaraydım. Bu çemberin içinde otuz kişi vardı. Bunlardan biri bendim, biri Oğuz, biri Yiğit Ali ve biri Ulaş'tı. Yirmi altı kişi daha vardı ve burada ben hariç bulunan yirmi dokuz kişi potansiyel birer katil olabilirdi. Her şey oldukça tehlikeliydi.
Çemberin içine geçip boş bir masanın başına geçtik. Etrafa bakındığım sırada çemberin içine garsonlar dolmaya başladı. Sanırım onlarda arabalarla geliyordu çünkü burada herhangi bir mekan yoktu. İncelemey devam ederken aslında kulübe gibi bir yerin olduğunu gördüm. Arazi çok büyüktü ve kulübe çok uzaktaydı.
"Kartal," duyduğum sesle birlikte yanımıza yaklaşan adama baktım. Buradaki çoğu erkekten farklı olarak lacivert bir kostümü vardı. "Getirdin mi?"
Neyden bahsettiklerini bilmiyordum. "Getirdim, arabada."
"Arabana ben mi gideyim?" Lafları tersler gibiydi ama ses tonu öyle değildi.
Oğuz elini belime koyup kulağıma eğildi. "Riskli sorulara cevap verme, hemen geleceğim."
Benden bir cevap beklemeden yanımızdan gitti. Kim olduğunu bilmediğim yabancı adamla aynı masada baş başa kaldım. Gerildim, tüylerim diken diken oldu. Belinde silahı vardı, Oğuz'un benim montumun cebine koyduğu silahla aynıydı. Buradaki herkeste aynısından vardı ya da ben silahlardan anlamadığım için benzetiyordum. Veya şuan korkudan görüşümde bir sorun oluşmuştu.
Kendi toparlayıp duruşumu dikleştirdim. Durduk yere bir şey olacağı yoktu, gardımı indirip insanlara korktuğumu belli edemezdim. Kolay lokma olursam yutulurdum ve buna hiç niyetim yoktu. "Merhaba hanımefendi," yanımda dikilen adam sessizliği bozup bana selam verdi ve elini uzattı.
Terslemedim ve elimi eline sardım. Yaka kartında yedi yazıyordu. "Merhaba," dedim ve elimi geri çektim.
Elimi bırakmadı, daha sıkı kavradı. Ne olduğunu anlayamadığım için gerilmeye başladım ama bunu olabildiğince gözlerime yansıtmamaya çalıştım çünkü pür dikkat gözlerime bakıyordu. "Geldim," oğuz'un sesini duyunca rahatladım ve elimi sertçe geri çektim.
Adam silkelenir gibi oldu ve Oğuz'un uzattığı siyah bez torbayı aldı. "Sayımda eksik varmış," adam yanımızdan gitmemişti. Aksine burada kalmak için bir çaba sarfediyor gibiydi. Direkt gözlerimin içine kaçamak bakışlar atıyordu. Yoksa o Yiğit Ali miydi ve beni gözlerimden mi tanımıştı?
"Sanmıyorum, son numaraları biz aldık."
"Söylentidir o zaman," Oğuz adama ne zaman gidecek diye bakıyordu adamsa burada kalmak için yalvarıyor gibi bakıyordu.
Çekingenliği bir kenara bırakıp bende adamın gözlerine baktım. O benim gözlerimde bir şey bulduysa bende onun gözlerinde bir şey bulurdum. Beni gözlerimden tanır gibi bakıyorsa bende bu yabancıyı tanıyabilirdim.
Gecenin karanlığında yıldızları kendi ışığından utandıracak, ışıl ışıl parlayan gözler...
"Sayı tam, çıkın." Yükselen sesle beraber Oğuz belimden kavrayıp beni yönlendirdi. Arkamı dönüp o adama baktım. Şuan belkide yanımdan geçenlerden biri Ulaş ya da Yiğit Ali olabilirdi ama o an bunlar önemini yitirdi. Onların ucuz varlığına inat daha değerli biri vardı burada. Kaan'dı. O gecenin karanığında parlayan gözlerin sahibi Kaan'dı.
Onun yanına dönmek için adım atacaktımki Oğuz beni daha sıkı tuttu. "Ne yapıyorsun sen?" diye tısladı adeta.
Ona söylemekle söylememek arasında kaldım. Ona güveniyordum ama yıllar sonra bulmuş olabileceğim birinin, kimliğinin bilinmemesi gerek bir yerde ismini söyleyecek kadar güvenmiyordum. Eğer o gözler gerçekten Kaan'a aitse onu zaten hergün görecektim.
Belkide benzetmiş de olabilirdim. Son günlerde onun hakkında konuşmak, rüyalarıma girmesi ve kaybolan resmimizle beraber zihnimde baya bir yer kaplamıştı. Beynim bana bir oyun oynuyor olabilirdi. Bu yüzden sakin olmalıydım.
Arabaya bindik. Araziden çıkarken Oğuz tek eliyle mskesini yüzünden söküp attı. Kafasına taktığı sarı renkli saç peruğunu da arka koltuğa fırlattı. Bende maskeyi yüzümden çıkarıp Oğuz'un aksine yavaş ve nazik bir şekilde koltuğun üzerine koydum.
Boş araziden çıktık ve nihayet insanlarında bulunduğu ana yola indik. "Oğuz,"
"Sen Yiğit Ali ve Ulaş'ın orada olduğunu biliyorsun ya,"
"Orada hangi kılıkta ve hangi takma isimle olduklarını biliyor musun?"
"O kadarını bilseydim onları öldürmüştüm." Düz, normal bir cümle gibi hiç takılmadan söylemişti. Ölümü nasıl bu kadar basit buluyordu?
"Yani birinin gerçek kimliğini kim bulursa o kişiyi kimliğini bulan kişi mi öldürüyor?"
"Sen daha önce orada birini öldürdün mü?" Yol tanıdık gelmeye başlamıştı, eve yaklaşıyorduk.
"Çok istedim. Kimliğini, takma adını bildiğim biri var ve onu orada öldürmeyi özellikle son zamanlarda çok istedim."
Kelimelerin her birini söyleyişinde o kişi her kimse gerçekten onu öldürmek istediğini hissettim. Kin ve nefret anında gözlerine yansımıştı. Konuştu saniyelerde sanki o kin ve nefret yönetmişti onu. "Neden?"
"Neyin nedenini soruyorsun? Onu neden ifşa edip öldürmediğimi mi yoksa neden öldürmek istediğimi mi?" İlk karşılaştığım andan beri olan adam değilde başkası konuşuyordu sanki. Gerçekten kendini kaybetmiş gibiydi.
"O benim geçmişte hayatımı kurtarmıştı, vefa borcum var."
Çekinerek sordum. "Peki neden öldürmek istiyorsun?"
Arabayı durdurdu. Camdan dışarı baktım, eve gelmiştik. "Öğrenmen gerektiği zaman öğrenirsin." Kapımı açtı, kendi kapısını da açıp aşağı indi. Bende oyalanmayıp arabadan çıktım.
Şimdi farketmiştim Oğuz'un arabasından farklı bir arabayla gittiğimizi. Bu da tanınmamak adına alınan önlemlerden biri olmalıydı. "Orada," dedim yan yana evin kapısına doğru ilerlerken. "Nasıl para kazanıyorsunuz?"
"İnsanlar boşuna ölmüyor," dedi bu söylediği şey gayet normalmiş gibi.
"İnsa öldürdüğünüzde mi para kazanıyorsunuz?"
"Evet," dedi büyük bir soğuk kanlılıkla.
Evin kapısına vardığımızda kapı içeriden açıldı. Beraber içeri girdik. "Siz-"
Beni elimden tutup hemen yanımızdaki odaya soktu. Kapıyı kapatıp beni de kapıyla arasında sıkıştırdı. Bir eli başımın yanından duvara yaslıyken diğeriyle ağzımı kapattı. "Oraya girmeyen hiç kimse orada ne yapıldığını bilmiyor. Benim masadaki çalışanlarım bile bilmiyordu. Bunları her yerde konuşamazsın, hatta hiçbir yerde konuşmaman lazım."
Elimi bileğine sarıp ağzımdan çektim. "Sen katilsin,"
"Kocan da bir katildi, hatta-"
"Hatta ne?" Sesim son perdeden çıkmıştı. Duyduklarım kabul edilebilir şeyler değildi. Ben bebeğimi kanını yerden kaldırcaktım, yere başka bir kan dökmeyecektim. Orası bana göre değildi, ben kimseyi öldüremezdim.
"Oradaki herkes katil." dedim gerçekleri sesli bir şekilde dile getirip kabul etmeye çalışırken.
"Herkes değil. Orada hala birilerini öldürememiş olanlar var."
"Sen Yiğit Ali ve Ulaş'ın orada olduğunu nereden biliyorsun?"
"Vakti geldiğinde öğrenirsin." Üzerimden çekilip geri çıktı.
Kapıyı açacakken onu durdurdum. "İşin gelmeyen sorulara vakti geldiğinde öğrenirsin deme artık. Biz ortaksak bana her şeyi söylemelisin, tüm gerçekleri benimle paylaşmalısın." Sesimin tonu alçalsada hala yüksekti. Tansiyonumunda sesimden farkı yoktu. Kalbim ağzımda atıyor gibi hissediyordum ve her böyle hissettiğimde kötü bir şey oluyordu.
"Tüm gerçekleri seninle paylaşmamı mı istiyorsun!" Bu bir soru değil, gelen kıyametin habercisiydi adeta.
Karanlık odada birbirimizin yüzünü zor seçiyorduk. Bir anda ışığı açtı. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdıktan sonra yüzüne baktım. İfades sertti.
Önümden çekildi. İlk başta çekilişini izledim ve sonra gözlerimi odada gezdirdim. Bir sürü resim, tablo, fotoğraf, oyuncak vardı ve bunların hepsi yetimhaneden kalmaydı. Tam karşımda ise kocaman bir çerçevede asılı resim vardı. Kartal ve benim yetimhanedeki resmim vardı. Birbirimize sarılırken Kaan'ın çektiği bir fotoğraftı bu.
Kartal, Oğuz'du. Yanımdaki adam Kaan'ın en yakın arkadaşı, benimle Kaan gittikten sonra ilgilenen ve iki yıl sonra da evlat edinildiği için yetimhaneden giden Oğuz Kağan'dı.
Duvarlardaki resimlerde benim her yaşımdan bir parça vardı. Her yaşımdan, bulunduğum her yerden bir kare vardı. Tuhaftı, korkunçtu, anlamlandırılmazdı.
Dönüp Oğuz'a baktım, o zaten bana bakıyordu. "Gerçek ne biliyor musun Uzel," Yetimhanedeyken de hep ikinci ismimle seslenirdi. Onun tüm kıyafetlerini diker, her işini görürdüm. İkinci adımın anlamı becerikli demekti, o da bu yüzden bana böyle seslenirdi. "Sen benim en yakın arkadaşımdın. İki yıl sonra o aileyle gittikten sonra bile hep gizli gizli seni izledim. Asla ama asla seni bırakmadım. Yıllar sonra en yakın arkadaşımı hem de o büyüdüğünü izlerken aşık olduğum o kız çocuğunu buldum ve o bana Kaan'dan başka bir şey söylemiyor."
Aşık mıydı bana? Yıllarca beni mi izlemişti? "Sen ne diyorsun Oğuz?"
Kollarımdan tutup beni tekrar kapıya yasladı. Alnını alnıma bastırdı. Gözlerimin içine baktı. "Ben senin Kartal'ındım. Bana Oğuz deme, ben Kartal'ım. Ben senin Kartal'ınım."
Çok sıkıyordu kollarımı. Farkında değilidi çünkü kendini kaybetmiş gibiydi. "Canım acıyor."
Ellerini ateşe değmiş gbii hızla çekti. Şimdide başımı elleri arasına almıştı. "Özür dilerim meleğim," Kaan gittiğinden beri bana hep böyle seslenirdi. "Uzel,"
"Kartal," yatışması gerekiyordu, kendinde değildi. Bu yüzden onu sakinleştirecek hamlelerde bulunmam gerekiyordu.
"Meleğim, ben sana aşığım. Ben seni seviyorum. Sen o adamla evlendiğinde, bir de ondan çocuk yaptığında ben ne hale geldim biliyor musun?" Bir eliyle hızlı hızlı saçlarımı okşuyordu. "Mahvoldum ben ama bir saniye olsun vazgeçmedim seni sevmekten. Biraz olsun azalmadı aşkım, bir santim şaşmadı kalbimdeki yerin."
"Kartal, sakinleş lütfen. Terliyorsun bak, iyi değilsin."
"Meleğim, aşığım sana diyorum. Sen Kaan'a mı aşıksın?"
"Kartal ben onu yıllardır görmedim bile, nasıl aşık olabilirim?"
"Beni sevebilirsin o zaman," dedi şimdide. "Ya da boşver," Alnıma dudaklarını bastırdı. "Sen bana razı ol, ben sana aşık olurum."
Elinin baş parmağını dudaklarımın üzerinde gezdirdi. Tüylerim diken diken oldu, tüm vücudum kas katı kesildi. Ne yapacağını ya da daha fazla ne söyleyeceğini kestiremiyordum ve bu bana daha fazla korkudan başka hiçbir şey vermiyordu.
"Uzel," Sesi daha sakindi. Bu iyiye işaretti, umarım. "Senin tenine başka tenlerin değdiğini bilmek bile beni çıldırtmaya yetiyor. Ben nasıl durdum, nasıl almadım seni o adamın elinden?"
"Kartal korkuyorum, bırak beni."
"Korkma meleğim, sana asla zarar vermem. Sen benim her şeyimsin, insan her şeyi olan birine nasıl zarar versin? Kendi yüreğimde yangın yaratırım senin bir saç teline zarar versem."
"Kartal, bırak!" Göğsünden ittirdim. Beklemediği için sarsılsada bir çırpıda ellerimi arkamda, belimin üstünde birleştirdi. Harekete yeteneğimi neredeyse sıfıra indirdi.
"Bir kere," dedi kendinden geçmiş bir sesle. "Bir kere öpeyim şu bal dudaktan."
Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Korku her bir zerreme yayıldı. "Kartal yapma lütfen."
"Bal yanaktan," Onu vazgeçirmenin bir yolu yoktu, çok korkuyordum. "Öpeyim,"
Dudakları alnımda, yanaklarımda, burnumda, çenemde, yüzümün her bir köşesinde gezindi. Göz yaşlarım birer birer akmaya başladı. Boğazım düğümlenmişti ya da ses tellerim kopmuştu bilmiyorum. Tek bildiğim sesimi çıkaramadığımdı. Sesimi çıkarsaydım da onun evinde bana yardım edecek biri olur muydu?
"Çok, çok tatlı bu bal surat," Dış dünyayla ilişiğini kesmişti. Yanımızda bina yıkılsa, bombalar patlasa duymazdı. Onun için sadece o ve ben vardık. Benim içinse sadece tiksinti ve korku vardı.
Daha fazla hareketlendim. Üzerime daha fazla yaslandı. Bu sefer dudakları boynuma kaydı. Öpüşleri daha ıslak bir hal aldı. Kıpırdanmaya çalıştım ama onu bile yapmak zordu.
Ayakta duracak gücü bulamamaya başladım. Bacaklarımın bağı çözülecekti. Gerçi kendimi bıraksamda yere düşmezdim. Kapı ve Oğuz arasında sıkışıp kalmıştım.
"Kar...kartal," dedim kesik kesik. Ağlıyordum, kıvranıyordum, tenimde onun dudakları geziyordu ve ben hiçbir şeyi kontrol edemiyordum.
Gün doğmuştu, yeni bir gün başlamıştı çoktan. Umut vaadetmezmiydi günün doğuşu. Yoksa bana sadece gün batımındaki ışığın solup gidişimi yazılmıştı.
"Uzak dur benden, inanmıyorum sana."
"Umay, saçmalama. Ben yetimhanede bile büyümedim. Tüm söylediklerin bir saçmalıktan ibaret. Ben sana tecavüz edecek bir adam değilim."
"İnanmıyorum sana git, git buradan."
"Umay," koluma dokunacağı sırada yataktan fırlayıp ayağa kalktım. Şimdi yatağın iki tarafından birbirimize bakıyorduk.
"Neyi göstereyim?" Kendini ispatlayabileceğine dair bir umut yeşerdi gözlerinde ama inanmıuordum. Zaten başından beri bir yabancıya güvenmek hataydı.
"O odayı göster. Hani rüya olduğunu iddia ettiğin ama gerçekten gördüğüme emin olduğum odayı göster."
"Hangi oda o oda?" Numaraydı, kanmamalıydım.
"Beni kapı girişindeki odaya götür."
"Gel, gidelim." Yanıma yaklaşıp elini uzattı.
"Sakın dokunma bana, bu evi başına yıkarım."
"Tamam, sakin ol. Gel beni takip et." İlerlemeye basladığında bende temkinli adımlarla arkasından yürüdüm.
Bu evde gözümü açtığım ilk odadan çıktık ve girişteki odanın kapısına geldik. "Kapıyı aç, sonuna kadar."
"Tamam," Kapıyı sonuna kadar açtı ve ışıkları yaktı.
Oda tamamen farklıydı. Bir yemek salonuydu. Büyük bir masa ve etrafta da küçük madalar vardı. Gözlerimle görüyordum ama inanmak yinede çok güçtü. Oğuz'un dudaklarını hala boynumda hissettiğime yemin edebilirdim.
Artık ne kadar i kar etsemde gerçekler gözlerimin önünde seriliydi. Başkaydı oda. Gördüğüm ya da yaşadığımı iddia ettiğim herhangi bir şeye dair hiç iz yoktu. "Ben," Yutkundum. Utançtan yanaklarım kızardı. Karşımdaki adamı bana tecavüz etmesiyle suçlamıştım ama şuanki asıl suçlu bendim. "Ben özür dilerim Oğuz, gerçekten özür dilerim. Beynim sanki bana oyun oynuyor."
"Hazırlan hadi, doktora gidiyoruz."
"Bu kadar bayılman ve bu tarz rüyalar görmen normal değil. Bir kontrole gidelim. Ameliyat olduğun hastanedeki doktorlar çok iyidir. En iyi şekilde ilgilensinler, bir sorun var mı öğrenelim."
"Gerek yok. Ben çok utanıyorum senden. Bu kadar ilgiyi haketmiyorum."
"Lütfen gidelim," dedi ve güldü. "Bu minnoş kalbim daha büyük bir iftirayla karşılaştığında bunu kaldıramayabilir." Bir kahkaha patlattığında bende daha fazla dayanamadım ve gülmeye başladım. Komiklikten değilde artık sinirden bir gülüştü bu.
"Gerçekten özür dilerim Oğuz. Sen benimle uğraşmak zorunda değilsin."
"Aşk olsun," dedi ayıplar gibi. "Ortağız biz. Seninle ilgilenmiyeceğimde kiminle ilgileneceğim değil mi?"
"Yine çok saygılı ve naziksiniz beyfendi." Gülümsedi. "Bana izin verirsen bir elimi yüzümü yıkayayım, öyle çıkalım olur mu?"
"Bir de," aslında buna hazır hissettmiyordum ama bir yandan da çok ihtiyaç duyuyordum. "Hastaneden sonra bebeğimin mezarına gitsek olur mu?"
"Sana iyi gelecekse ve istiyorsan neden olmasın. Bunu sorman hata. Gitmek istediğini söyle ve gidelim."
"Teşekkür ederim Oğuz, hemen geliyorum." Yanından ayrılıp odaya geçtim.
Hastaneye geldiğimizden beri sayısız doktor benimle ilgilendi. Bu hastaneye ilk gelişimdeki anılarım hatirlanmaya değerdi. Kötüydü ama bebeğimle ilgiliydi ve onunla ilgili her şey çok değerliydi.
Onun için bir yola çıkmıştım. Acımı kalbime gömüp birçok işe kalkışmıştım. Hepsini oğlum için yapmaya başlamıştıma ama sanki onun için yeteri kadar acı çekmemiştim. Onun yokluğu hala en büyük ve asla kapanmayacak bir yaraydı elbet ama arkasından ne kadar ağlasam ya da ne kadar yas tutsam yeterli değildi. Ölmem gerekiyordu, yanına uzanmam gerekiyordu sanki. O yokken benim yaşamaya devam etmem bebeğime en büyük ihanetti sanki.
"Test sonuçları çıktığında bizi bilgilendirecekler. Serumun bitene kadar ben de buradaki işlerimi halledeyim olur mu?"
"Olur tabiiki, git sen." Oğuz odadan çıktı.
Kafamı pencereye çevirdim. Koşuşturan insanları, yoldan geçen arabaları, kavga eden kedileri, öğle yemeğinden dönen öğrencileri izledim. Herkes hayatına devam ediyordu.belki onlarda çocuğunu, abisini, annesi kaybetmişti. Kayıplar hep yaşanıyordu ama hayat devam ediyordu. Sokaktaki insanlarda eminim bir kayıp yaşamıştı ama nefes almaya, okula gitmeye, çalışmaya kısacası hayata devam ediyordu. Ölümü kabul ediyorlardı ve ölenim arkasından yaşamaya devam ediyorlardı.
Hayat devam ediyor, kuşlar uçuyor, rüzgar esiyor, deniz dalgalanıyor ve hayat devam ediyor.
Kapı sesini duyunca kafamı o tarafa çevirdim. Simsiyah giyinimli, kapşonunu başına örtmüş biri yanıma doğru geldi. Hemen hareketlenip yatakta oturdum. Tam ayağa kalkacakken omuzlarımdan tutup kalkmama engel oldu. Bağırmak için ağzımı açtığıım anda da sus işareti yapıp bir eliyle ağzımı kapattı. Karşı koyacağım sırada kapşonunu açtı. O gözler... KARAKAYALAR'daki ve yıllar önce yetimhanedekilerle aynı bakan o gözler...
Hayal ve gerçeklik algım o kadar bozulmuştuki donup kaldım. İdra edemedim. Rüyada mıydım? Gerçek miydi? Oğuz'un rüya dedikleri ama benim gerçek olduğunu iddia ettiklerim yaşanmış mıydı aslında?
"Seni buldum," dedi ışıl ışıl bakan gözlerle. "Seni buldum mavişim." Dilim tutuldu, kelimeler birer düğüm olduda takıldı boğazıma. Gerçek miydi bu an, gerçek miydi o rüya? "Mavişim, ben geldim. Sarıl artık bana." Anladı, tutulup kaldığımı anladı ve daha fazla beklemedi. Kolumdan tutup ayağa kaldırdı. Sardı beni kuvvetli kolları arasına.
Koku gerçekten onun kokusuydu. O her zaman çilek reçeli gibi kokuyordu. Buna itiraz etsede çilek reçelinin kokmadığını iddia etsede bu gerçek benim için değişmezdi. Kulağa komik gelirdi ama burnuma hoş kokardı, çilek reçeli kokardı.
"Mavişim, benim evet. Buradayım, buradasın. Kollarım arasındasın. Çok şükür."
"Kaan," geri çekilip yüzüme baktı. Dudaklarını sol kaşımın üzerine bastırdı. Orada onunla oynarken düşüp yarattığım yara izi vardı. Hep kendini suçlardı. İz kalmasın, geçsin diye dua ederdi hep. Oradan öperdi sonra. Dudaklarım ilaç olsun, yarana şifa olsun derdi. Kaşımın üstünden öperdi ama sanki kalbimden öpmüş gibi titrerdi yüreğim.
"Mavişim, çok az vaktimiz var. İzi ver hasret gidereyim."
"Kaan, sen gerçeksin değil mi?" Şuan bu an gerçekse sonrasında benimle istediği gibi dalga geçebilirdi. Bunu sorguluyordum çünkü algılarım yk olma noktasındaydı. Bunu sorguluyordum çünkü karşımdaki on yaşımdı, yedi numaramdı.
"Ben gerçeğim mavişim, ben senin yedi numaranım, buradayım." Sarıl bana." Kolları dolandı tekrar etrafıma. Bu sefer onunda bedeni sarıldı benim gücünü kaybetniş kollarım tarafından. Çenesi omzuma, başım göğsüne yaslandı. O benden hep uzundu ve bunu çok seviyordum. Başım tam kalbinin üstüne geliyordu ve kalp sesi kulağımda ritim tutuyordu. En güzel melodi işte o zaman çalıyordu.
"Kaan, beni kurtarmaya mı geldin. O adam, Oğuz o iyi ama şüpheleniyorum. Ben-"
"Şşş," başımın üstüne bir öpücük kondurdu. "Sana hala kendini tanıtmadı mı?"
"Nasıl yani?" Geri çekilip yüzüne baktım. Yıllar önce gördüğüm adamın şimdi büyümüş haline baktım. Geçmiş ve gelecek ve ikisi arasında köprü olan bedene baktım. O ozaman da hayran olduğum gibi yakışıklıydı. Onun yakışıklı olduğunu söyleyen tek kişi bendim, bana katılmazlardı. Emindim, onlar sadece bakardı ben görürdüm.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |