4. Bölüm

4.Bölüm|Boş Mezar

Beril Sancar
berilyum

 

"Umay, gidelim." Oğuz'u başımla onayladım.

 

Beraber Sare'nin yanından geçip gidecekken durdurdum onu. Parmağımla bir dakika işareti yaptım ve Sare'ye döndüm. Fısıldadım. "Birinin mutsuz hikayesi başka birinin kahkahalar attığı masalı olamaz."

 

"Neyi var Umay'ın?"

 

Sesler vardı ama görüntü yoktu. Rüya mıydı, gerçek miydi? Kaan gerçekten burada mıydı, değil miydi? "Tam olarak bir sonuca varamadık Oğuz bey. Daha kapsamlı testlerle tekrar bakacağız. Hastamız birkaç gün evde dinlensin, fazla hareketli ve yorucu aktivitelerde bulunmasın. Bir de stresten kesinlikle uzak dursun."

 

"Sonuçlar ne zaman çıkar? Bir an önce iyileşmeli. Görmüyor musunuz halini?" Yüksek sesin sahibi Oğuz'du.

 

Çilek reçeli kokusu Kaan'ındı.

 

Sesleri rüyalarda da görebilirdik ama rüya da koku alamazdım. O an gerçekti. Kaan gerçekten buraya gelmişti. Bana sarılmıştı, gözlerimin içine bakmıştı.

 

"Birkaç gün içerisinde sorunun kaynağını bulacağımızı düşünüyoruz Oğuz bey. O güne kadar hastamızın bakımı çok önemli." Adım sesleri azaldı, bir kapı kapandı ve sesler kesildi.

 

Şimdi sesler değil hisler konuşuyordu. Yüzüme çarpan sıcak bir nefes, elime değen sıcak bir el vardı. Soğukluk değil sıcaklık hissettiriyordu. Bir sokak gibi değil bir ev gibi hissettiriyordu. "Çok korkuttun beni Umay, çok korkuttun." Oğuz'un sesiydi, onun nefesi ve onun eliydi. "Açsan ya gözlerini, rahatlasa içim."

 

Ağır ağır hareketlendi göz kapaklarım. Açıldı gözlerim. Biraz karşımdaki duvara baktım. Ne yaşadığımı, nerede ve kimin yanında olduğumu anlamlandırmaya çalıştım. Sıçradım bir anda yataktan. Elimi karnıma koydum. Geçmek bilmeyen, yeri dolmayan o boşluk hissiyle bir kez daha yüzleştim. Bu yüzleşmede acı asla azalmıyor, her seferinde daha da hiddetleniyordu.

 

Oğuz beni kollarımdan tutup yavaşça yatağa geri yatırdı. Avuç içlerini yanaklarıma koyup baş parmaklarıyla akan birkaç damla yaşı sildi gözlerimden. Terden alnıma yapışan saçlarımı geri attı ve yataktaki boşluğa, yanıma oturdu. "Dolmuyor oradaki boşluk, gelmiyor bebeğim geri. Dayanamıyorum Oğuz. Her acı bebeğimin acısına çıkıyor, tek acı bebeğimin kaybı oluyor,"

 

"Oradaki boşluk da dolmayacak, bebeğin geri de gelmeyecek. Canın yanacak, ruhun kanayacak belki bazen ve her şeyin acısı tek bir acıda topplanacak. Böyle olacak ama bir süre, alışacaksın sonra Umay."

 

"Acıyla nasıl yaşanılır?" Her gün aynı acıyı nasıl taşır insan? Nasıl düşmeden durabilir ayakta? Nasıl boğazı düğümleden nefes alabilir?"

 

"Geride bırakarak. Acını geride bırakacaksın Umay."

 

"Bebeğimi nasıl arkamda bırakırım, onu nasıl unuturum?"

 

"Birini kaybettiğinde, hayatından biri çıktığında ya da hayatında olsa da artık kalbinde olmayan biriyle yaşadığında yapman gereken o kişiyi unutmak değil, anıları ve acıyı geride bırakmak. O kişiye sarıl, acıya değil. O kişiyi düşün, acıyı değil. Sen kalbinde o kişiyi öp Umay, yarayı değil. Delik deşik yarayı öpersen dudakların, ruhun, kanamaya devam eder ama sen onu öptüğünde merhem sürülür dudaklarına, iyileşirsin. Ve ihanet etmiş olmazsın Umay," Ellerimi tuttu karnımın üzerinde. "Sen hala onunla yaşamaya devam edersin, sadece acıyı geride bırakırsın." Bir eliyle saçlarımı okşadı. "Canın yanarsa can yakarsın ama canın acımıyorsa çok güzel seversin Umay. Bebeğinin ölümüne acıma, bebeğini sevmeye devam et."

 

"Bebeğimi seviyorum, hiç azalmadı sevgim ama," göz yaşlarım dur durak bilmeden akmaya başladı.

 

"Şşş," dedi ve elini karnımın üstüne koydu. "Burası acı," dedi ve bu sefer elini kalbimin üstüne koydu. "Burası sevgi," dedi, bu seferde. "Sen bebeğini özlediğinde elini karnına değil kalbine koyacaksın, tamam mı?"

 

Başımı salladım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Hala elimi karnıma koyup acıyı seçtiğim için değildi bu ağlayış, o acıya bir veda içindi. Acıya veda ediyordum ve ağlıyordum çünkü benim hiç bir vedam iyi bir şey değildi, ettiğim her veda bir acıydı benim için. Her veda ağlatırdı beni, bu yüzden ağlıyordum şimdi.

 

❤️‍🩹

 

Ne zaman uykuya daldım, ne kadar uyudum bilmiyorum. Nasıl Oğuz'un evine geldim, bu yatağa ne zaman uzandım ya da kıyafetlerimi nasıl çıkarıp giydim bir fikrim yok. Şuan sadece biraz rahatlamış ve kendime gelmiş hissediyorum ve son zamanlarda bu en ihtiyacım olan şeydi.

 

Kapı tıklatılınca dirseklerimin üzerinde doğruldum. "Girebilirsin," İznimden hemen sonra Oğuz kapıyı açarak içeri girdi. Elinde bir tepsiyle kapıyı kapattıktan sonra yanıma geldi ve yatağın yanındaki sandalyeye oturdu.

 

Bende sırtımı yatak başlığına yaslayıp bağdaş kuraral oturdum. Tepsiyi bana verdi, bende kucağıma bıraktım. "Düzenli ve sağlıklı beslenmelisin artık Umay. Bir süre de evden dışarı çıkmaman lazım, dinleneceksin."

 

"Ama KARAKAYALAR ve nişan ne olucak. Ayrıca daha yolun çok başındayız." Hemen itiraza geçişimi sakinlikle karşıladı. Zaten itiraz edeceğimi biliyor gibiydi.

 

"KARAKAYALAR'da garip şeyler dönüyor, bir hafta boyunca kimsenin gelmemesi gerektiğine dair bir mesaj yollandı. Nişanın da acelesi yok, sen iyi ol yeter."

 

"Neden öyle bir mesaj gelmiş olabilir?"

 

"Bilmiyorum ama büyük bir sorun var ve hiç iyi şeyler olacağını düşünmüyorum. Bu bir hafta senin dinlenmen için iyi olacak. Bu sürede de doktorlar seninle ilgilenecek. En önemliside stres ve üzüntüyü gerçekten bir kenara bırakman lazım Umay."

 

"Ben seninle ortaklık edecek biriyim sadece ama sen benimle çok fazla ilgileniyorsun. Hasta bir kadın senin işine nasıl yarayacak? Bundan sonrasını kendi başıma-"

 

"Sen benim ortağımsan seninle ilgilenmeliyim değil mi?" diyerek sözümü kesti.

 

Konuyu uzatmamaya karar verdim. Sonuç olarak gidecek bir yerim ve yardım isteyecek kimsem yoktu bu yüzden Oğuz'un yanında kalmak benim için tek ve en iyi seçenekti. "Ben hastanede uyanmadan önce bir rüya daha gördüm."

 

"Biliyorum," dediğinde şaşırdım. Bunu farketmiş olacakki konuşmaya devam etti. "Rüyanda konuşuyordun, birkaç şey duydum."

 

"Ne duydun?" Diye sordum merakla.

 

Güldü. "Çilek reçeli kokusu diye bir şeyler mırıldandın. Daha bir çok şey de söyledin ama en akılda kalıcı olanı buydu sanırım. Çilek reçeli seviyorsan aldırabilirim."

 

"Kaan'ı gördüm," yüzü asıldı. Kaan'dan bahsettiğimde nedense hep yüzü asılıyordu ya da bana öyle geliyordu. "Çocuk halini değil ama büyümüş, şimdiki halini gördüm. Bana dokundu, sarıldı. Çilek reçeli kokusu da ondan geliyordu. Diğer her şeyi rüya olduğna inanabilirim ama," dedim heyecanlı bir şekilde. Hala o anın rüya olduğuna inanmak istemiyordum. "O koku burnuma doldu Oğuz, o çilek reçeli kokusu ciğerlerime kadar işledi. Sanki hala burnumda o koku."

 

"Umay, Kaan senin için çok değerli biri, anlıyorum ama her şey bir rüyadan ibaretti, daha öncekiler gibi."

 

"Sadece çok garip geliyor. Doktorların bayıldığımda gördüğüm rüyalar olarak tanımladığı her an sanki gerçek gibi. Delirecekmişim gibi hissediyorum düşündükçe. Sanki gerçeklikle rüya alemi arasında sıkışmış gibi hissediyorum."

 

"Gerçeklikten şüphe ettiğin an bana bak, elimi tut. Ben senin yanındaysam buradasın, rüya aleminde değil. Beni hissediyorsan uyumuyorsun, uyanıksın."

 

Bir şey demedim, sadece gülümsedim. Yemek tepsisini işaret edince elime tepsideki meyve suyu bardağını aldım ve birkaç yudumu içtim. İyi gelince tabaktaki yemeği yemeye başladım. Her lokmada kendimi biraz daha iyi, biraz daha direnç kazanmış gibi hissetmeye başladım. Ve hastanede uyandığım anda ki gibi bunları hissetmek benim en ihtiyacım olan şeydi. "Teşekkür ederim,"

 

"Teşekküre lüzum yok ortağım. Ben hastalanırsam sende benimle ilgilenirsin. Ortaklık bunu gerektirir."

 

"Haklısın," dedim ve gülümsedim. Onunla ilgili bayıldığımda kötü bir rüya görmüştüm. Hatta hep içimde ona karşı bir güvensizlik ve kötü bir his vardı ama o bana gördüğüm rüyaların ve hissetiklerimin aksine hep çok güzel davrandı.

 

"Sen yemeğini bitirip uyu. İyic dinlenmiş olursun, sabah kalktığında da kahvaltı yapıp doktora gideriz."

 

"Tamam," ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledi. "İyi geceler," dediğimde arkasını döndü.

 

"İyi geceler," bir keilme mırıldandı sonda ama duyamadım. Kapıyı çekip çıktığındaysa sormak için geç kalmıştım.

 

Tabakta kalanları da yiyip tepsiye baş ucumdaki komodine bıraktım. Örtünün altına girip yan döndüm. Uyumadan önce bu sefer elimi karnıma değil kalbime götürdüm. Bu gece acıyla değil, sevgiyle uyumayı seçtim.

 

❤️‍🩹

 

Sabah kalkar kalkmaz duşa girdim. Sıcak suyun altında vücudum iyice rahatladı. Duştan çıkıp üzerimi değiştirdim. Oğuz'un baş ucuma bıraktığı ve aöken içmem gerken ilacı içip kahvaltı için odadan çıktım. Dümdüz ilerleyip masanın olduğu odaya vardım. Oğuz elinde çayı ve önünde bilgisayarıyla birlikte bir şeylerle ilgileniyordu.

 

Beni görünce gülümsedi ve yanındaki sandalyeyi geriye doğru çekti. Bende beklemeden gidip çektiği sandalyeye oturdum. "Günaydın,"

 

"Günaydın ortak, nasıl uyandın bakalım?"

 

"O günden sonra," Bebeğimin öldüğü günden sonra dedim içimden. "En iyi hissettiğim sabah saırım bu sabah."

 

"Sevindim," yanındaki termostan benim bardağıma çay doldurdu. "Başla bakalım kahvaltıya. Bugün doktorlardan güzel haberler duyacağımıza inanıyorum."

 

"Umarım," Doldurduğu bardaktan çayımı yudumladım ve eksiksiz her şeyiyle donatılmış kahvaltı sofrasından tabağıma sevdiğim kahvaltılıkları doldurmaya başladım.

 

Oğuz da benimle birlikte tabağına birkaç kahvaltılık koydu. Sessiz bir şekilde kahvaltımızı yapmaya başladık. Ara üzerinde bakışlarını hissettim. Son günlerde çok sık bayılmıştım ve benim için gerçekten telaşlanmıştı. Bu yüzden iyi olduğumdan emin olmakiçin baktığını düşündüm.

 

Çayımı bitirdiğimi farkedip yenisini doldurdu. "İştahının yerine gelmesine sevindim." Gülümseyerek karşılık verdim sözlerine.

 

Aynı sessizlikte devam ettik. Bir yandan bilgisayardan işlerini halledip bir yandan da kahvaltısını yaptı. Bende önümdeki tabağa döndüm yüzümü. Bir gelecek hayal etmeye başladım, şuandan bambaşka bir gelecek.

 

On yaşımdayken, Kaan'la birlikteyken olduğum zaman hiç ayrılmasaydık, bana hayal ettirdiği gibi belli bir yaşa gelip o yetimhaneden çıksaydık sonrası nasıl olurdu diye düşünmeye başladım.

 

Biz iki genç olacaktık. Yıllarımızı beraber geçirdiğimiz için sonrasında da ayrılmak istemeyecektik ve beraber bir ev tutacaktık. Evi hemen tutabilecektik çünkü Kaan bunun için yatırımı çoktan yapmış olurdu.

 

Beraber eve yerleşirdik. İkimizde üniversitemize giderken bir yandan da gelir elde etmemiz gerekecekti. Kaan kesinlikle çalışacaktı ve bende çalışmak isteyecektim ama o buna izin vermeyecekti. Ben ısrar edecektim ama sonunda kazanan yine o olacaktı.

 

Ben büyüdükçe duyguları öğrenecektim, güzel olanları. Acı, hüzün, nefret ya da başka kötü bir duygu değil; sevinç mutluluk ve aşk gibi güzel duygular var olacaktı hayatımda çünkü Kaan sadece güzellik getirirdi bana.

 

Aşık olacaktım elbet bir gün. Bu yoldan geçen, okuldan ya da arkadaşlık kurduğum biri olmayacaktı. Benim aşık olacağım kişi Kaan olacaktı. Ben ona aşık olacaktım, onu sevdikçe yaralarımın acısı dinecekti, ona baktıkça geçmiş yok olacaktı. O elbette güzel ve alımlı bir kıza aşık olacaktı. Bir aile sıcaklığının hayaliyle yaşamış olacaktık ve o da ailesi olan güzel bir kızla beraber olacaktı. Onun annesi ve babasını kendi anne ve bası belleyecekti.

 

Evlenecekti ve evi bana bırakıp başka bir eve taşınacaktı. Uzağa değil, çok yakınıma taşınırdı. Ömrünün sonuna kadar yanımda olacağına söz verip giderdi, bilirim.

 

Bir çocuğu olacaktı ve bende çocuğunun halası olacaktım. Ama bir hala gibi değil bir abla gibi yaklaşacaktım Kaan'ın çocuğuna. Ona hep babasının ne kadar mükemmel biri olduğunu anlatıp babasını sevmesini söyleyecektim.

 

Bir gün Kaan kapımı çalacaktı. Beni karlısına alıp oturtacak ve hayatımda biri olup olmadığını soracaktı. Beni o zamana kadar kimseyle görmediği için ve evlenecek yaşa gelmiş olacağım için hayatımda biri olması gerektiğini düşünecekti.

 

Ona, ona aşık olduğumu söyleyemezdim elbette. Erkeklerle işim olmadığını ve kimseye güvenmediğimi söyleyecektim. Üstelemeyecekti o da. Kararıma saygı duyacaktı ama asıl nedeni öğrenmek için her şeyi yapacaktı.

 

"Umay," Oğuz'un sesinden irkilip yerimden sıçradım. "Dalmış gitmişssin,"

 

"Ay," Sakin bir şekilde nefes alıp verdim. Hemen kendime geldim. "Dalmışım evet,"

 

"Ne düşünüyordun bu kadar derin?" diye sorunca ne söylesem bilemedim.

 

"Şey,"

 

"Ne?" Öğrenmekte ısrarcıydı.

 

"Yetimhanedeki günlerimi hatırladım, onları düşünüyordum."

 

"Güzel günlerdi sanırım," dedi samimi bir ses tonuyla.

 

"Güzeldi,"

 

"Bir şey sorabilir miyim?" Diye sordu ve sessiz kalıp benden bir cevap bekledi. Gözlerimi kırpıp onay verdim. "Kaan'dan başka arkadaşın yok muydu hiç?"

 

"Vardı, üç kişiydik," Sözlerime deva ederken aklıma o korkunç rüya düştü. Oğuz'un beni götürdüğü odadaki fotoğraflar ve o anlar... Gerilsemde bunun gerçek olmadığını kendime hatırlatıp sakinlemeye çalıştım. "Kartal vardı, yani Kağan."

 

"İki arkadaşının adıda aynımıydı?"

 

"Hayır aslında. Kartal da bir harf fazlalık vardı." Güldüm.

 

Güldü. "Anladım, ona ne oldu peki? Görüşmüyor musunuz?"

 

" Onu da Kaan'dan iki yıl sonra bir aile evlat edindi. Yetimhaneden ayrıldıktan sonra da hiç göremedim."

 

"Hiç aradın mı onu?" Güzel anıları konuşmanın bana iyi geldiğini düşündüğü için konuşmayı bu kadar uzatıyordu sanırı. Aslında iyi de yapıyordu, o günlerden konuşmak bana oldukça iyi geliyordu.

 

"Doğruyu söylemek gerekirse Kaan'ı aradığım kadar değil. Kartal'la da yakındık evet ama benim her zaman en yakın hissettiğim ve en ihtiyaç duyduğum kişi Kaan'dı."

 

"Ve aşık olduğunda Kaan'dı," diye söyledi sitem edercesine.

 

"Çocuktum, o yaşta aşktan ne anlarım? Öyle anlamlandırmışım kendimce."

 

"Ama bana arabadayken öyle söylemiştin. İlk aşkım demiştin."

 

"Öyle olurdu. O yetimhaneden ayrılmasaydı benim ilk aşkım o olurdu çünkü ona hayranlık duyuyordum. Gözüm ondan başkasını görmezdi. Ona aşık olurdum çünkü o zamanlar kalbimin kapısından içeri aldığım tek kişi oydu. Kalbime anne ve baba denen insanlardan biri bile girememişken o girmişti. Benim için benden bile değerliydi o, hala da öyle."

 

"Sanki şimdi ona aşıkmışsın gibi konuştun." Yüzü düşmüştü yine. Fazla konuştuğum için sıkılmış olmalıydı.

 

"Şimdi gelse ve benim kalbim kendinde yeniden aşık olma gücünü bulsa ona aşık olurdum." Daha önce bunları kendime itiraf etmemiştim. Ben Yiğit Ali'ye aşıktım ya da aşığım diye kandırmıştım kendimi. Belkide yeri dolmayacak bir boşluğu daha doldurmaya çalıştığım için yine bu kadar ağır yaralanmıştım.

 

Annem için hiçbir değerim yoktu, anne sevgisini merak ediyordum. O sevgiyi öğrenmek için bir bebeğim olsun çok istemiştim. O sevgisizliğin yerini doldurmak istemiştim ve bebeğimi kaybetmiştim.

 

Belki de gözüm hep haketmediklerimdeydi, bu yüzdendi bu her kaybedişim.

 

"Hazırlan da çıkalım," dedi ve keskin bir bıçak gibi konuyu kesip attı. "Hastaneden sonra istersen bebeğinin mezarına gidebiliriz."

 

"Şimdi değil," Özür dilerim bebeğim, annenin biraz daha güce ihtiyacı var.

 

❤️‍🩹

 

Hastaneye geldiğimizde Oğuz'la birlikte doktorun odasına geldik. Doktor gelene kadar hiç konuşmadık. Ara ara Oğuz'a baksamda o bana hiç bakmadı. Yine tuhaf bir gerilim hattı örülmüştü aramızda. Böyle olduğu anlardaysa o gördüğüm rüyalar daha gerçekçi geliyordu.

 

Oğuz rüyalarımda Kartal'dı ve Kartal da böyle yapardı. Ona ne zaman Kaan'dan bahsetsem sessizleşirdi. Onu çok özlerdi ve hakkında konuşmak istemezdi, bende Kaan'ı çok özlerdim ve hep ondan bahsetmek isterdim. Bu noktada hiçbir zaman anlaşamazdık.

 

Kapı sesinin hemen ardından doktor odaya girdi. Elindeki kağıtlarla beraber masanın diğer tarafına geçti, sandalyesini çekti ve oturdu. "Merhaba Umay hanım," dedi bana dönük bir şekilde. "Öncelikle söylediklerim sizi çok fazla korkutmasın. Evet, bir rahatsızlığınız mevcut ama tedaviside mümkün."

 

"Uzatma lafı da söyle Rıfat." Oğuz pür dikkat karşımızda oturan doktora bakıyordu.

 

"Umay hanımın beyninde bir tümör var-"

 

"Ne?" Doktor korkmamamı söylediğinde böyle bir şey söyleyeceğini tahmin etmemiştim.

 

"Sen ne diyorsun doktor!" Oğuz bir anda yerinden fırlayıp masanın üzerinden doktora eğildi ve yakasına yapıştı. Hemen ayağa kalkıp kolunu tuttum. Doktoru bırakması için kolunu çekmeye çalıştım ama başarılı olamadım, çok kuvvetliydi.

 

"Oğuz bey, bir dakika," diye kekeleyerek yalvardı doktor.

 

"Oğuz, dur lütfen," diye seslendim. Sesim kesik kesik çıkıyordu çünkü ağlamaya başlamıştım. Korktum. Beynimde bir tümör vardı, korktum. Ölüm geldi aklıma, korktum. Bebeğimin yanında olma düşüncesi geldi aklıma, korktum. Hep onun yanında olmak istemişken ben şimdi ölümden korktum. Bu çok garip bir duyguydu.

 

Oğuz ağladığımı farkeder farketmez doktorun yakasını bıraktı ve beni kollarımdan tutup oturttu. Doktor yakasını düzeltip hemen konuşmaya başladı. "Bu iyi huylu bir tümör, ameliyata bile gerek kalmayacağını düşünüyorum. İlaç tedavisiyle küçültülebilir bir boyutta. Zamanlada belirtileri azalacak."

 

Oğuz'la birlikte doktora baktım. Söylediklerini anlamlandırmaya çalıştık ikimizde. Oğuz sakin bir şekilde yerine oturdu. "Sadece ilaçlarla düzelecek mi yani? Bir sorun kalmayacak mı?"

 

"Evet, ilaç tedavisine başlayacağız. Düzenli aralıklarla geleceksiniz ve tümörün boyutundaki değişimi izleyeceğiz. Büyük ihtimalle ameliyat bile gerektirmeyebilir. Erken teşhis konması çok iyi oldu."

 

Doktorun söyledikleriyle içime bir nebze su serpildi. Yinede beynimde bir tümör olması düşüncesi bu kadar korkunçken tam olarak sakinleşmem mümkün değildi. "Tümör diyorsunuz," dedim. İki adamında gözleri üzerime çevrildi. "Tümör ilaçla geçecek ve bir şeyim kalmayacak mı?"

 

"İyi huylu tümörlerin kötüye dönüşmesi çok düşük bir ihtimaldir Umay hanım. Bazılarını ilaçlarla tedavi ederken bazılarını da ameliyatla beyinden kazırız. Sizin durumunuzda ilaç tedavisinin işe yarayacağını düşünüyoruz. Düzenli birkaç kontrolden sonra da gidişatta neler olacağını göreceğiz."

 

"Şükürler olsun," dedi Oğuz. "Şükürler olsun, çok korktum."

 

"Ben gerekli ilaçların reçetesini size vereceğim. Kontrolleri aksatmadan on beş günde bir sizi bekliyorum."

 

"Tamam, geleceğiz," Oğuz ayağa kalkıp elini uzattı. "Gel, gidelim."

 

Elini tutup ayağa kalktım. Beraber, el ele doktorun odasından çıkıp yürümeye başladık. Hala dakikalar içerisinde öğrendiklerimin etkisindeydim. Ölümü, oğlumu düşündüm. Sonra yaşam geldi aklıma, hayatımı düşündüm. Ben yirmi dört yıldır bu hayattaydım. Annem tarafından dövülerek sokağa atılmıştım, yetimhaneye yerleşmiştim, Kaan'la tanuşmıştım, sonra onu kaybetmiştim, Yiğit Ali'yle evlenip ondan bir çocuk sahibi olmuştum ve çocuğumu da babası yüzünden kaybetmiştim, vurulduğum için rahmim alınmıştı ve bir daha hamile kalamayacağımı öğrenmiştim, beynimde tümör olduğu söylenmişti...

 

Ben yirmi dört yıllık hayatımda başıma birçok iyi şey gelmişti ama iyi olan tek bir şey gelmişti. Kaan benim hayatımda başıma gelen tek iyi şeydi ve ben şimdi anlıyorumki iyilikler yalnızca onunla gelebilirdi bana. Kötülüğün uğramadı tek bir sene vardı bana, on yaşım. On yaşımın mimarı bir kişi vardı, Kaan.

 

Ben bebeğim için devam edecektim kendime çizdiğim yolda ama birine ihtiyacım var. Benim Kaan'a, çilek reçeli kokulu adama ihtiyacım var.

 

Asansörden içeri girdik. Oğuz sıfırı tuşladı ve asansör aşağı doğru hareket etmeye başladı. Eli hala elimde, gözleri hala üzerimdeydi. Gerçekten korkmuştu, en az benim kadar. Tuhaf geliyordu. Ben onun işine yarayan biri değildim ve aslında beni hep kendine fazlalık yaptığını düşünürdüm. "İyileşeceksin," Elimi sıktı ama pek de farkında gözükmüyordu. "Çok şükür Umay, iyileşeceksin."

 

Tepki vermek ya da konuşmak istemedim. Çok tuhaftı, gerçekten çok tuhaftı. Böyle yaptığında çok yakınmışız gibi hissediyordum ama biz bu kadar yakın değildik. Aslında biz hiç yakın değildik, uzaktık. İk yabancıdan daha yakın ama iki nişanlıdan daha uzaktık.

 

Asansör durdu ve bizde çıktık. Şok etkisi beynimde devam ediyordu. Hastanenin camlarından gün ışığı içeri vuruyordu. Güzelliği temsil ediyordu sanki camdan yansıyan ışıklar. Umut vaadediyordu, huzur veriyordu sanki. Kara bulutlarda gözküyordu uzaklardan. Daha kötü günler, umutsuz saatler, hiç gelmeyecek huzuru haber veriyordu.

 

Hastaneden çıktığımızda elimi Oğuz'un elinden çekmeye çalıştım ama bırakmadı. Yüzüne baktım ama bu sefer o bana bakmıyordu. Tekrar çekmeyi denedim elimi. Yine bırakmadı ve bu sefer bir anda durdu. Bir şeye odaklanmış gibi durduğunu farkedince bende kafamı önüme çevirdim.

 

Aşık olduğum adam ve en yakın arkadaşım, bir zamanlar... İkisi el ele, karşımda duruyordu. Bana ya da bize, bu tarafa bakıyorlardı. Yüzlerinde bir korku, utanç ya da hüzüne dair herhangi bir duygu yoktu. Onlar iyi görünüyorlardı, benim ve yaşananların aksine.

 

"Lan siz ne yüzle buraya geliyorsunuz!" Oğuz'un bağırışıyla birlikte etraftaki herkes bize döndü.

 

"Yiğit Ali," diye mırıldandım. Bu karşımda durmuş iki yüzsüzün duyabileceği bir mırıldanma değildi ama Oğuz beni duyup kafasını bana çevirmişti. Karşımdaki görüntüye bakıyordum ama onunda bana baktığını hissedebiliyordum. "Sare,"

 

Oğuz elimi bırakıp kolumdan tuttu. "Umay, sen arabaya geç. Ben geleceğim."

 

"Hayır," dedim ve önümde duran katillere doğru bir adım attım.

 

Oğuz kolumu sıktı. "Umay, arabaya geç. Şimdi sırası değil," Kulağıma eğildi. "Ulaş bunları takip ediyor olabilir, tehlikeli burası şuanda."

 

"Eminimki Ulaş senin hastaneninde evininde yerini biliyordur. Tehlike her zaman var, şuan fazlası yok." Kolumu sertçe çekip kurtardım elinden. Birkaç adım daha attım ve arada bir adımlık mesafe bırakarak iki katilin önünde dikildim.

 

"Umay," dedi Sare. Ona baktım. Midem bulandı. O suratı, bu kadını, kocamla yatan arkadaşımı görmek midemi bulandırdı.

 

"Umay, biz konuşmaya geldik," dedi bu sefer el ele tutuştuğu, sadece çok yakın zamanda boşanmış olduğum, bebeğimin babası ve aynı zamanda katili olan kocam. "Lütfen, beni dinle."

 

"Siz, katilsiniz," Oğuz yanıma gelip elimden tuttu. Çekmeye çalıştı ama izin vermedim. "Sen," dedim Sare'ye dönüp. "Sen benim arkadaşımdın, Yiğit Ali'den ve abimden sonra sahip olduğum tek yakınımdın," Yiğit Ali'ye döndüm. "Sen," dedim bu seferde onun gözlerinin içine bakarak. "Sen benim aşık olduğum, hayallerimi süsleyen, bebeğimin babası olan adamdın,"

 

"Umay,"

 

"Sus," diye bağırarak ortalığı inlettim Sare'nin adımı ağzına almasıyla. "Sen bir orospusun, sen karaktersizin tekisin çünkü sev evliyken benim kocamın metresi oldun. Herkesi hamileymiş numarasıyla kandırdın. Yalancısın ve katilsin."

 

"Umay," diye araya giren bu sefer Yiğit Ali oldu. El ele tutuştuğu sevgilisine söylediğim sözler ağır mı gelmişti. Oysaki çok hafif değilmiydi şuan yaptıklarım.

 

"Sen sus lan!" Oğuz, Yiğit Ali'yi yakasından tutup sarstı. Böyle bir şey istemiyordum, bu onlar iin çok hafif kalırdı. Oğuz'un elini tutup bırakması için gözlerimi kırptım. İtira etmedi, bıraktı o katilin yakasını.

 

"Sen, kendi çocuğunun katilisin. Karısını en yakın arkadaşıyla aldatan pezevenkin tekisin pislik." Beş parmağımın beşininde izi Yiğit Ali'nin yanağındaydı. Çokk, çok hafifti bu acı onun için. Benim çocuğum karnımdayken kurşun yemişti, onun acısı hala bebeğimi taşıdım karnımın içindeydi. Ben o acıyla hergün yaşamaya devam ederken o beş dakşka yanağındaki sızıyla duracaktı.

 

"Umay, gidelim." Oğuz'u başımla onayladım.

 

Beraber Sare'nin yanından geçip gidecekken durdurdum onu. Parmağımla bir dakika işareti yaptım ve Sare'ye döndüm. Fısıldadım. "Birinin mutsuz hikayesi başka birinin kahkahalar attığı masalı olamaz."

 

Son kez, bir daha hiç bakmamak için dua ederek baktım o katillerin suratına ve Oğuz'la birlikte arabaya doğru ilerlemeye başladım. Çok üzüldüm, çok kırıldım, kalbim daha küçük parçalara ayrılır gibi çatırdadı sanki ama bu sefer göz yaşı akmadı gözlerimden. Yeminliydi sanki bir çift göz, o adam için göz yaşı dökmemeye. Bir çift göz eskiden yaşattığı mutluluğa bile ağladığı adama bu sefer tek damla akıtmadı. Yandı sadece, sızladı, acıdı belki de biraz. Gördüklerim yağmur altında dans eden bir çifti andırıyordu ama gözlerim karşısında yanıp kül olan bir eve bakıyordu sanki, ondandı bu yanma, bu sızı, bu acı.

 

Arabaya bindik, oğuz gaza bastı ve hastaneden hızla uzaklaştı. Ne o tek kelime bir şey söyledi ne de benim ağzımı bıçak açtı. Sözler değil hissler konuştu bu defa. Dudaklar değil gözler heceledi kelimeleri. Kol, bacak ya da başka bir uzuv değil kalp kırıldı bu kez. Bu yüzden sözler hisler oldu, hareketlenen dudaklar değil gözler oldu.

 

Camdan dışarı bakıyor gibi gözüküyor olsamda tüm hayatımı gözlerimin önünden geçiriyordum. Ve daha ilk anda canımın yandığını gördüm. Doğumumdu o ilk an. Çoğu annenin gözü yaşlı bir mutlulukla karşıladığı bebeği annemin nefretle karşılayışını hayl ettim. Öyle olduğuna emindim çünkü bana bunu açık açık söylemişti. "Senin doğumun benim ölümüdü." demişti. Bana bunu söylediğinde sadece beş yaşındaydım. Bu sözün sadece iyi olmadığını kavrayabilmiştim ne anlattığınıysa on yaşımda Kaan'ın beni kurtardığında ona söylediğim sözde farketmiştim. "Benim doğumum bile anneme ölüm getirmiş, bana yaklaşma. Bu sefer öldürmem belki ama ağır yaralı bırakırım."

 

O zaman yarı baygındım ama her harfine kadar hatırladım bu sözlerimi. Sonra aklıma annemin dediği düşmüştü ve yetimhanede on gün boyunca bu sözleri tekrarlamaktan başka bir şey yapmamıştım. "Senin doğumun benim ölümümdü." "Benim doğumum bile anneme ölüm getirmiş, bana yaklaşma. Bu sefer öldürmem belki ama ağır yaralı bırakırım." Tekrarlayıp durmuştum her bir kelimeyi, cümleyi. Küçüktüm, düşündükçe başka bir anlam çıkaracağımı sanmıştım. Belki ben yanlış anlamışımdır, aslında annem öyle demek istememiştir diye düşünüp yüzlerce, belki binlerce kez tekrarlamıştım.

 

Kaan gelmişti bir gün odama. Sadece onun yanında sakinleşiyordum bu yüzden onun yanıma girmesine izin veriyorlardı. Yine bir gün gelmişti. Yetimahnedeki onumcu günümde yine gelip yatağımın köşesine oturmuştu. Geride bıraktığım dokuz gün boyuncada gelmişti ama tek kelime etmemişti ama o gün geldiğinde bir şey demişti ve ben o an susmuştum, bir daha da o sözleri hiç söylememiştim. "Ne anladıysan o, başka bir anlamı yok." demişti. Amacı beni kırmak değildi, anlamıştım. Amacı canım daha da yanmasın diye gerçekleri kabullenmemi sağlamaktı.

 

Yine Kaan geldi işte aklıma. O böyleydi. On dört yıl önce bereberken de, yollarımız ayrıldıktan sonra düşlerimde de böyleydi. Kötü başlayan her şeyin sonunda o vardı. Kötü sonların kahramanı olduğu için değil, masalı mutlu sonla bitirmek için.

 

Çok, çok zordu yaşadıklarım. Öyleydi değil mi? İlk tümsekte yere çakılıp kalmamıştım, daha az önce bile çok büyük bir tümsekle karşılaşmıştım ama yinede durmamış, yoluma devam ediyordum. Nasıl olurdu o ilk tümsekte yerde kalsaydım, annemin beni öldüresiye dövüp attığı o kaldırımdan ben kalkamasaydım?

 

Birçok kötü şey yaşanmayacaktı. Ben bulutlarda olacaktım. Küçükken her çocuğa ölen insanların arkasından anlatıldığı gibi göklerden geri kalanları izleyecektim. Belki de o zaman Kaan'dan da ayrı kalmayacaktım. İstediği zaman görecektim onu, hasret nedir bilmeyecektim.

 

Neden bu kadar güçlüydüm ki ben? Neden her tümseği aşıp geçiyordum, yorgunlukla cebelleşiyordum? Neden güçlü omak yoruyordu? Güçsüzler değil miydi kaybedenler? Neden benim masalımda güçlü olmak her gün benden bir parça kaybettiriyordu?

 

Yollar akıp gitmeye, ben boş boş bakmaya devam ettim. Hayatımın hangi anına dönmek isterdim diye düşündüm. On yaşımda, Kaan'nın doğum gününü kutladığım zaman geldi aklıma. Ben kutlamazdım hiç doğum günümü. Ölüm demekti benim için doğum günüm, kutlanmaya değer bir gün değildi.

 

Kaan da kutlamazmış benden önce. Hatta benden de kutlamamamı rica etmişti, durmamuştım tabii ki. Örgü örmeyi bilirdim. Bir teyze vardı annemle yaşadığım evin yakınlarında. Annemin eve gelmediği günlerde onun dükkanına giderdim. Hem ip satardı hem de kendi ördüğü birkaç parça kıyafeti reyonalara koyardı. Koyduğu gibi de satılırdı, çok iyi örerdi. Işıl ışıl gözlerle bakardım hep ördüklerine. Bir keresinde bana ördüğü hırkayı hediye etmişti ama annem gözlerimin önünde yakmıştı güzeller güzeli hırkayı. Bende teyzeye açıklayamam diye gitmemiştim bir daha yanına.

 

Onu izlerken öğrenmiştim örgüyü. Yetimahnede de ablalardan rica etmiştim malzemeleri ve Kaan'a mavi bir atkı örmüştüm. En sevdiği renk maviydi, bende mavi ipten bir atkı örüp hediye etmiştim. Yazın ortasında bile takmamazlık etmemişti. Gece yatarken de baş ucuna koyardı. Bir keresinde onu uyurken izlemek için kaldığı odaya gizlice girmiştim, o zaman görmüştüm. Pek gizlice girememiştim aslında, sabahında güzel bir azar yemiştim. Küçüktüm, kameraları akıl edememiştim.

 

"Umay, geldik," dedi Oğuz. "İnelim mi?"

 

Konuşmadan açtım arabanın kapısını. Dışarı çıktığımda Oğuz'un evini görmeyi bekliyordum ama bir çiçekçinin tam önündeydim. Oğuz yanıma gelince daha fazla sessizliğimi devam ettiremedim. "Neden buradayız?"

 

"Bebeğinin mezarı boş kalmasın," dediğind ekaşlarım çatıldı. İfadem karşılık konuşmaya devam etti hemen. "Sen sonra dedin ama bence şuan sana en iyi gelecek şey bebğinle konuşmak olacak bence Umay, hadi bir buket alalım ve onun yanına gidelim."

 

Düşündüm önce, hak verdim sonra. Sarılmaya ihtiyacım vardı, en çok da bebeğime. Bedenine değil belki ama kuru toprağına sarılacaktım. Yinede hissederdi, yanındaydım. Dokunamazdım, seslenemezdim ama beni görürdü. Yanında olduğumu bilirdi, onu sevdiğimi hissederdi belki. Korkmazdı o zaman, el uzatırdı bana, tutardım toprağı. Hissederdi varlığı, duvar örerdi yalnızlığa. "Tamam,"

 

Önümdeki çiçeklere bakarken içerden dükkan sahibi geldi. Adama önümdeki beyaz laleleri gösterdim. Oğuz araya girdi. "Abi sen bunu bize güzelce sarıver," adam başıyla onaylayıp çiçekleri aldı ve içeri girdi. Oğuz kolumu sıvazladı. "Arabaya bin, geliyorum ben."

 

Oğuz dükkana girdi bende arabaya bindim. Ayakkabılarımı çıkarıp ayaklarımı koltuğa koydum. Dizlerimi kırıp kollarımı etrafına sardım. Başımı da cama yaslayıp Oğuz'un gelmesini bekledim.

 

Oğuz arabaya bindikten sonra kapısını kapattı ve çiçekleri arka koltuğa koydu. Arabayı çalıştırıp bizi tekrar yollara sürükledi. "Hiç kimsem olmasaydı da keşke bebeğim şimdi kucağımda olsaydı Oğuz. Canından can eksiliyor ve elinden bir şey gelmiyor. Birçok şey yaşadım Oğuz, bir çok şey ama hiç biri uyandığımda karnımda gördüğüm düzlük kadar yakmadı canımı. Yaşadığım her şeyin sonunda bir çıkış buldum, yaşamaya devam ettim ama şimdi her nefes bir ölüm gibi." İçimi döktüm. Kelimeler daha fazla dayanamadı, dökülüverdiler iki dudağımın arasından. İyi geldi ama acıyı södürmedi. İyi geldi ama gidenleri geri getirmedi.

 

Oğuz bir şey söylemedi. Konuşmaya devam etmemi bekledi sanırım ama benimde içimden daha fazlası gelmedi. Sonuçta ne kadar konuşursam konuşayım sözlüğümdeki hiçbir kelime acıyı hafifletmeye yarayan bir ilaç değildi. Bu kadarı kafiydi.

 

Araba durdu. Güneş soldu da karabulutlar çöktü. Halbuki şen şakrak bir hava olmalıydı değil mi? Bir anne çocuğuna kavuşacaktı, mezarlıkta olsa bu bir kavuşmaydı değil mi?

 

Oğuz'dan önce davranıp arka koltuktan çiçek buketini aldım. Kapımı açıp arabadan indim. Oğuz'un yanıma gelmesini bekledim mezarlığa girmek için. Geldi hemen, elimi tuttu. "Yanındayım," dedi, güven verdi yine. Yalnız olmadığımı söyledi. Şimdi bende bebğime bunu söyleyecektim. Yalnız olmadığını, her zaman annesinin yanında olduğunu söyleyecektim.

 

Beraber kocaman demirlerden oluşan o kapıdan içeri girdik. En sona doğru ilerlemeye başladık. Oğuz'un adımları da bana uyum sağlayacak şekilde yavaşladı. Tuhaf bir his vardı içimde. Tuhaftan ziyade kötü bir his. Bir şey olacak hissi vardı. Hami göğsünüz daralırdı, nefesiniz sıkışırdı, eliniz ayağınız titredi. Öyleydim ve hissettiğim korkudan başka bir şey değildi.

 

Hemen Oğuz'un elini bırakıp bebeğimin mezarının olduğu yere doğru koşmaya başladım. Ne olabileceği hakkında bir fikrim yoktu ama kötü bir şey olmuştu, hissediyordum ve de fazlasıyla korkuyordum.

 

"Umay," diye bağırarak koşmaya başladı Oğuz'da arkamdan. Bana yetişmişti, aynı anda bebeğimin mezarının başındaydık ama gördüklerim...

 

Bebeğimin mezarı açıktı ve içinde hiçbir şey yoktu. Bebeğimin mezarı açıktı ve bebeğim orada yoktu. "Oğlum!" diye bir bağırış koptu boğazımdan. Yere çöktüm. Toprağı avuçladım iki elimle. "Oğlum nerede!" diye bağırdım bu seferde. "Bebeğim!"

 

"Umay," Oğuz yanıma eğildi. Benimle beraber bakakaldı boş mezera. Ben bağırdım, bağırdıkça bağırdım. Benim bebeğim yoktu. Mezarında yoktu bebeğim. Neredeydi bebeğim? Benim bebeğim neredeydi? Ölüsünden ne istemişlerdi benim bebeğimin?

 

Oğuz'un telefonu elinden düştü. Ekranda bir ateş vardı, yükselen dumanlar ve duanların ardında bir vardı. Ulaş'tı. Dumanların ardındaki adam Ulaş'tı.

 

Titreyen ellerimle telefonu elime aldım. Oğuz telefonu elimden almaya yeltendi ama izin vermedim. "Bırak!" Sesim bir nebze olsun azalamıyordu.

 

Videoyu başa sardım. Sesli bir video idi ama kendi çığlıklarımdan Oğuz videoyu izlerken duyamamıştım. Video çalışmaya başladı. Ulaş vardı, elindede küçük beyaz bir beze sarılı bir şey vardı. "Hayır," diye bağırdım sesimin sonuna kadar. "Oğlum!" Mezarından çıkarıp almıştı bebeğimi. O katil bebeğimi mezarında bile bırakmamıştı.

 

"Ah, bu bebek. Neler yaşadı babası ve annesi yüzünden. Babası yüzünden öldü, şimdi de annesinin yüzünden yanacak."

 

"Hayır!" Bebeğimi kuru toprağın altından çıkarıp cehennem ateşine atmıştı. Bebeğimi sarılı olduğu bez parçasıyla ateşin ortasına bırakmıştı. Ölüydü o, benim bebeğim ölüydü. ölü bebeğimi alıp ateşlere atmıştı ve ben elimden hiçbir şey gelmeden her saniyeyi izlemiştim. "Oğlum!" diye bağırıyorduma benim artık bebeğimin ölüsü bile yoktu.

 

Ulaş orada durup gülüyordu. Ölü bebeğiinyanışını izliyordu ve kameraya bakıp gülüyordu.

 

 

Bölüm : 14.12.2024 02:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...