5. Bölüm

4.Bölüm|Hasan Tankut

Beril Sancar
berilyum

Öyle bir an oluyor insanların hayatında, bazen kendinizi öyle bir anın içinde buluyorsunuz ki dünya durmuş, o ana hapsolmuş gibi hissediyorsunuz. Ya da kötü bir rüya görüyorsunuz, rüya da olduğunuzu anlıyorsunuz ama bir türlü gözlerinizi açamıyorsunuz, o kabusu yaşamak zorunda kalıyorsunuz ya işte tam öyle bir anın içindeydik sanki.

Aslında ben o rüyanın dışında, Aslan'ın kabus gördüğünü anlayıp uyandırmaya çalışan taraftaydım çünkü o kabusa ben girememiştim. Ne olduğunu, kimin ne olduğunu anlamakta zorlanıyordum.

"Sen," dedi Aslan. Sesi kısık ve titrek çıkıyordu. Yumruklarını sıkıyordu. "Ölmüştün," dedi yine.

"Hasan Tankut!" Sesin sahibi Melih'ti. Arkamda kaldığı için göremesemde onu sesinden bile tanırdım. "Oyuncu pislik, öldüğüne dair haber salıp nereye kaçtın lan!"

Çok garip şeyler oluyordu. "Anlamadın mı hala beyinsiz?" Arkama dönüp baktığımda Melih'e laf atanın Doğan olduğunu gördüm.

"Sen," dedi yine Aslan. "Ölmüştün," dedi bir kez daha.

Başka kelime bilmez, dudaklarından dökülmez gibiydi. Burada duran herkes şaşkın ama bu şaşkınlığı asla atlatamayacak gibiydi. Eli elimi kavramış ve sıkı sıkı tutuyordu. Titriyordu vücudu, hissediyordum. "Belki küçük bir şaka," dedi karşımızda dikilen adam. "Özlemedin mi Hasan abini?"

Aslan ona baba diyordu, sessiz bir şekilde söylemişti ama baba demişti. Bu adam bunu saklamaya çalışıyor gibiydi ve buradaki hiç kimse de gerçeği bilmiyor gibiydi. "Erva," Aslan bana seslendiğinde kafamı kaldırarak ona baktım. Yüzü hala o adama dönüktü ve elimi biraz daha sıkmıştı. "Gidiyoruz,"

Ben daha ne olduğunu anlayamadan, ona bir şey söyleyemeden yürümeye başladı. Ani hareketine karşılık sendeledim ama odanın kapısına vardığımızda toparladım.

Tam çıkacakken durduk. O adamın sesi bizi durdurdu. Ben o adama son kez baktım ama Aslan bir daha bakmamaya yeminli gibiydi. "Bu toplantıdan sizi sorumlu tutmuyorum ama bir sonrakinde böyle bir saygısızlık istemiyorum." Düz bir sesle ama oldukça büyük bir ciddiyetle konuşmuştu. "Ve bir de," göz göze geldik. "Düğünle ilgili gelişmeleri bildirmeyi unutmayın." Aslan'ın beni de peşinden sürüklemesiyle odadan tamamen çıktık.

Biz asansörün başına geldiğimizde hala toplantı salonundan sesler yükseliyordu. O adamın gelişi içeride bulunan herkesi etkilemişti ama en çok Aslan'ı, en çok elimi sımsıkı tutan bu adamı etkilemişti.

Asansöre bindiğimizde konuşmak istedim. Sormak istedim, o adamın gerçekten babası olup olmadığını sormak istedim. Şuan nereye gideceğimizi, ne yapacağımızı, evlilik saçmalığının ne olduğunu sormak istedim ama Aslan'ın gözlerinde öyle bir öfke vardı ki cesaret edemedim.

Asansörden çıktık, kapıdaki güvenliklerden geçip dışarı ilerledik. Arabanın başına geldiğimizde yüksek bir ses duyuldu. Kafamı çevirip arkama bakacakken Aslan beni açtığı araba kapısından içeri soktu. Yine bir şey diyemedim çünkü korktum. O şuan Öyle gözüküyorduki ondan çok korkuyordum.

Arabanın ön tarafından dolanıp sürücü koltuğuna geçti. Arabayı bir çırpıda çalıştırdı ve son sürat arabayı sürmeye başladı. Titreyen ellerimle emniyet kemerini taktım. Çok hızlı sürüyordu ve oturduğum yerde durmakta zorluk çekiyordum. Şimdiden iki tane kırmızı ışıkta durmadan geçmiştik. "Aslan, ya-"

"Sus!" Öyle bir bağırdıki sesimi bir daha çıkaramadım.

Gözyaşlarım akmaya karşı direnirken artık evin önüne gelmiştik. Ani fren yapmıştı ve emniyet kemerini takmamış olsaydım muhtemelen camdan fırlayabilirdim. O ise hiç etkilenmemiş gibiydi. Direksiyonu sımsıkı tutuyor olması yetmişti.

Bir kaç saniye ya da bir kaç dakika... Ne kadar oldu bilmiyorum ama bir süre başını direksiyondaki ellerinin üzerine koyup soluklandı. Ben ise sadece onu izlemekle yetinebildim. Ne sçylemeliydim ya da ne yapmalıydım bilmiyordum ve kafam çok karışıktı.

Bir adam, Aslan'ın baba dediği bir adam gelmişti. Aslan yerle bir olmuştu. Melih bağırmıştı, Doğan ise... Garipti. O adam Aslan'ı darma duman eden bir adamdı ve aynı zamanda Melih ve Doğan'ı da etkilemişti. O salondaki herkesi etkilemişti ama en çok üçünü etkilemişti yabancı adamın gelişi.

Aslan beni Melih'in elinden kurtardıktan sonra bana karşı çok başka yaklaşmaya başlamıştı. Bana çok iyi davranıyordu. Ürkek bir kız çocuğuna yaklaşır gibi yaklaşıyordu ve ben ilk defa yeni tanıştığım birine karşı bu kadar sıcak ve ılımlı hissedebilmeye başlamıştım ancak şuan her şey en başa dönmüş gibi hissettiriyordu. Alan o sokakta beni kurtaran, yağmur altında ıslandığım o adama benziyordu.

Bir anda işittiğim kapı sesiyle kendime geldim. Camdan dışarı baktığımda Aslan'ın benim kapıma yaklaştığını gördüm. Gözlerindeki öfke hakimiyetini sürdürüyordu. Boynundaki damarlar hiç olmadığı kadar belirgindi.

Kapıyı açıp elimden tutarak beni arabadan indirdi. Sımsıkı tutuyordu elimi ve canım çok yanıyordu ama sesimi çıkaramıyordum. Dilim tutulmuştu adeta.

Evin kapısına geldiğimizde cebinden anahtar çıkarıp kapıyı açtı. Kapıyı açar açmaz tuttuğu elimi çekiştirip beni içeri soktu. Arkasından kapıyı çok sert bir şekilde kapattı. Bu gece bu evi yakıp yıkabilecek kadar gücü ve öfkesi olduğunu söylüyordu gözleri.

"Yeter!" Kapının yanındaki komidine döndü. Üstündeki her şeyi yıktı ve tekmeleyerek dağıttı. Çok fazla gürültü olmuştu ancak beni korkutan ses değildi, Aslan'ın kendine zarar vermesiydi.

"Aslan," dedim fısıltıdan farksız çıkan sesimle. "Canın yanacak, yapma," Ellerinin avuç içlerini duvara yaslamış nefes nefese duruyordu. Yaklaşıp elimi koluna koydum. Sırtı bana dönük olduğu için görmüyordu beni. "Lütfen,"

"Canım mı yanacak?" Sesi çok sakin çıkmıştı bu sefer. Kolundaki elimi tutup kendinden uzaklaştırdı. Bana döndü. Ceketini çıkardı önce. Bana uzattı. "Tut,"

Ceketi elinden aldım. Bu seferde üstünü çıkartıp verdi. İkimizde birbirimizin gözünün içine bakıyorduk. Acı vardı onun gözlerinde, o bende ne görüyordu bilmiyorum ama endişeliydim. "Benim canım en çok ne zaman yandı göstereyim ben sana. Bak bakalım o mu daha çok can yakıcı yoksa şuan ellerimden süzülen kanlar mı?"

Arkasını döndü sırtındaki yaraları gördüm tekrar. Bunları ilk kez bu evde kahvaltı yaptığım zaman görmüştüm. "O baba denen yaratık yaptı bunların hepsini tek tek. Beni önünde dört ayak üstünde durdurttu. Bir ayağıyla kafamı ezerken kızgın demirle yaktı sırtımı." Acısını sesinde hissettim. Saki o an o bunları yaşarken ben oradaydım ve tüm bu olanları görüyor gibi hissettim. "Bunu her göz yaşım için yaptı. Çocuktum, ağlamamı kontrol edemiyordum ama ben bunu öğrenene kadar, ağlamayı kesene kadar yaptı." Tekrar bana döndü. "İşte Erva, benim canım ilk ve son kez o zaman yandı."

Elimdekiler yere düştü. Ağzım açıldı. Ona iyi hissettircek bir şey söylemek istedim. Yanında olabileceğimi söylemek istedim. Acısı diner mi bilmem ama yaralarını sarabileceğimi söylemek istedim. O beni Melih'in elinden kurtardığında bunları hissettirmişti ve yapmıştı da. Bir dost gibi yanımda olmuştu, bende öyle olmalıydım. "Sarılayım mı?" Sanki tüm diyeceklerimi ve yapacaklarımı bu sorunun karşılığında gerçekleştireceğimiz eylem üstlenir gibi geldi. O bana sarılıp saçlarımı okşadığında iyi gelmişti. Belki de o da bu şefkati hissetmek istiyordu.

"Sarıl, lütfen." İlk defa bu kadar çaresiz ve savunmasız gibiydi. Bir yandan bu duruma düştüğü için kendinden nefret eder gibi ama bu teklifi aldığı için de çok mutlu gibi... Bugün o GRİ'deki çocuklardan biri gibiydi.

Ben hareketlenemeden o kollarını bana sardı. Kafasını boynumla omzumun arasına bıraktı. Bende etrafıma sardığı kollarından sarılabildiğim kadarıyla ellerimi sırtına çıkardım. Yavaş hareketlerle ellerimi sırtında gezdirdim. Teni buz kesmişti. Parmak uçlarıma yaraları takılıyordu. O yaraların her birini hissettiğimde benim canım yandı sanki. Yüreğimi sızlattı her biri.

"Konuşmak ya da anlatmak istersen," diye söze girdim ne kadar iyi bir fikir olduğunu ya da anlatıp anlatmayacağını kestiremeden. "Ben senin yanındayım Aslan."

"Annem," dedi boğuk çıkan sesiyle. Dudaklarının hareketlenişini omzumda hissetmiştim. Elleri daha da sıkılaşmıştı, beni kendine daha çok bastırmıştı. Nefes alışını duydum. "Annem gibi kokuyorsun," gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Böyle bir şeyden bahsetmesini beklemiyordum. "Yani ona bir kere sarıldım ama," bir daha kokladı boynumu, tuhaf hissettiriyordu. "Eminim, senin gibi kokuyordu. Ferah, temiz," ve bir kez daha nefeslendi. "Anne gibi işte. Anne gibi kokuyordu, sende anne gibi kokuyorsun."

Ne diyeceğimi bilemez bir şekilde sadece öyle kaldım. Ellerim sırtında bir aşağı bir yukarı hareketleniyordu sadece. Başka ne yapılır ya da bu itirafa karşı ne söylenirdi bilemiyordum. "Aslan," bir şey diyeceğimden değil ama tepkisiz kalmış gibi olmamak için seslendim sadece.

"Erva,"

"Efendim,"

"Boşver." Geri çekildi. Kolları bedenimden ayrıldığında benimde ellerim iki yanıma düştü. "O adam benim babam," O anlatmasaydı asla sormazdım ama anlatacaksa da engel olmayacaktım. İnsanı içinde verdiği savaşlar öldürüyordu. Sırtındaki yaralar öldürmezdi onu ama o yaraları onun tenine kazıyanın babası olduğunu bilmek onu her gün öldürüp diriltebilirdi. "Ve kimse bilmiyor."

Gözlerim elinden süzülen kana kaydı. "Eline pansuman yaparken anlatmak ister misin?"

"Olur," dedi masum bir çocuk edasıyla. Elini uzattı bir anda, sonra ben bir şey yapmadan geri çekti. "Gel," Odasına doğru yöneldiğinde yerdeki dağınıklığa takılmamaya çalışarak peşinden ilerledim.

Odasının kapısını açtığında peş peşe içeri girdik. Kapıyı kapatma gereği duymadan odanın içerisinde ilerledim. O yatağa oturduğunda bende bir kaç adım gerisinde ayakta duruyordum. "Pansuman için malzemeler banyoda mı?" kafasını evet anlamında yukarı aşağı salladı.

Banyo kapısını hatırladığım için ona sormadan hangi oda olduğunu buldum. İçer girip banyo dolaplarını karıştırdım. İkinci kapağı açışımda aradığım ilk yardım çantasını bulmuştum. Elime o çantayı da alıp odaya, Aslan'ın yanına döndüm.

Yatağa yanına oturdum. Bir bacağımı diğer bacağımın altına alıp ona dönük bir şekilde oturdum. Ben çantadan gerekli pansuman malzemelerini çıkarırken o da hafifçe bana döndü. Ona bakmasamda gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum. "Teşekkür ederim," Muhtemelen pansuman için teşekkür ediyordu. "Yanımda olduğun için, korkup kaçmadığın için ve bana güvendiğin için sana teşekkür ederim Erva." Ondan korktuğum zamanlar, hatta kaçmayı düşündüğüm anlar olmuştu evet ama bunu hiç yapmamıştım. Ona güvenmek ise... O kayıtsız şartsız güvendiğim tek kişi olabilirdi. Melih'e karşı bile içimdeki güven pencerelerinden hep biri kapalı olurdu ama bu Aslan'a karşı olmamıştı.

"Aslan," Kafamı kaldırıp çekik, yeşil ve dolu dolu bakan gözlerinin içine baktım. Dokunsam ağlayacak gibiydi ve bu baş başa kaldığımızda oluyordu. Sadece benim yanımda gardı yıkılıyordu sanki. Belki de bu yüzden bende ona güvenebiliyordum. "Sende benim iki kere hayatımı kurtardın. Benim senin için yaptıklarım bu kadar değerli değil."

"Senin burada olman benim dünyamdaki en değerli şey. Kimse senin kadar yanımda olamadı benim, olmadı, olmak istemedi. Sevilmiyorum kimse tarafından, biliyorum ama en azından yanımda olan biri var."

"Biz yol arkadaşıyız," derken parçalanan elini bacağımın üzerine koydum. "İnsan sevmez mi arkadaşını hiç? Aşk olsun." Dedim ve gülümsedim. Kafasını dağıtmaya çalışıyordum.

"Olsun," dedi son dediğime ithafen.

Bir yandan pamuğu eklemlerinde hafifçe gezdirirken bir yandan da güldüm. "İnsan uydurması şeye olsun mu dedin sen?" Soru sormaktan çok dalga geçmekti amacım. Aşkın tanımı onun için insan uydurması aptal bir duyguydu, böyle söylemişti.

"O anlamda demedim. Hala aşkın insan uydurması bir şey olduğunu düşünüyorum." Eli pansuman yapan elime gitti. Pamuğu tutan parmaklarıma kendir parmaklarını sardı ve eline daha çok bastırmamı sağladı. "Canım acımıyor. Böyle temizlersen yarayı değil, kanı temizlersin sadece."

"Bay çok bilmiş," dil çıkarıp kafamı eğdim. Parmaklarını geri çekmişti. Bende bana yaptırdığı gibi yarasını temizlemeye devam ettim.

"Ezberin kötü ama bu kadar da mı kötü?" Kurallarımı çiğniyor oluşuma söyleniyordu. Karşı gelmeyecektim, kafasını dağıtabilmiştim tekrar bir saat öncesini düşünmesini istemiyordum. Gerçelerden soyutlanmak kurtarıcı değildi ama yarayı iyileştirmek için işe yarardı.

"Sayısal alandan YKS'ye girmiştim ve ilk sınavda türkçe netim on beşti. Gerisini sen düşün." dedim ve kıkırdadım.

"Üniversite okudun mu?" dedi ciddi bir şekilde konuya giriş yaparak. Kafası iyice dağılmıştı, iyi gidiyordum.

"O kısım biraz karışık." Pamuğu bırakıp çantadan gazlı bezi ve sargı bezini çıkardım.

"Nasıl karışık?" Meraklı hareleri üzerimde gezinmeye devam ediyordu.

"Sınavda çok iyi yapamadım. Maddi durumumuz iyiydi bu yüzden de babam beni İstanbul'da istedikleri bir özel üniversitenin istedikleri bölümüne yazdırdılar. Bende okumak istemediğim için devamsızlık yapıyordum, hocalarla aramı kötü tutuyordum ama baba parası her şeyin üstesinden geliyordu."

Gazlı bezi yarasının üzerine yerleştirdikten sonra sargı bezini elinin etrafında döndürmeye başladım. "Sen sersesi takılıyormuşsun o zaman," dedi gülerek.

"Sadece istemediğim bir şeyi kabullenmiyordum." dedim yaptığımın çok doğal bir şey olduğunu kanıtlamaya çalışarak.

Sargısını tamamladığımda bir elimle sargıyı tutmaya devam ederken diğer elimle çantadan bantı çıkardım. Bantı kucağıma bırakıp bir de küçük makası elime aldım. Aslan bantı kucağımdan alıp birazını açtı. Ben de makasla yeteri kadar uzunluğu ayarlayıp oradan kestim. Bandın kağıt kısmını ayırıp sagının ucuna yapıştırdım. "Teşekkür ederim Erva."

"Bir şey değil ama," O içindekileri anlatmak istiyordu ama kafası dağılsın diye başka konulara sapmıştık. Bunun ona değer vermediğimi düşündürtmesini istemezdim bu yüzden onunla konuşmak istiyordum. Şuan sakinleştiği için daha rahat konuşabilirdi. "Sen anlatmak istiyordun, biz çok farklı konulara saptık."

"Olsun, seni tanımak daha keyifli. Uzun bir süre bu kadar sakin günler yaşayabileceğimi sanmıyorum."

"Her gecenin bir sabahı, her gün batımının bir gün doğumu, her karanlığın bir aydınlığı var. Umut hep var." dedim onu biraz da olsa güzel günlerin geleceğine inandırabilmek için.

"Her sabahın bir gecesi, her gün doğumunun bir gün batımı, her aydınlığın bir karanlığı var. Her iyinin kötüsü de var." dedi umutsuz bir şekilde.

"Bakış açını değiştirebilirsin."

"Bana hep olduğum noktadan bakmayı öğrettiler. Senin olduğun noktada olamadım hiçbir zaman."

"Yanıma gelebilirsin," dedim içten bir tavırla. Yanımdaki hiçbir insanın bu kadar karamsar olmasını, bu kadar acı çekmesini istemezdim. "Beraber bakabiliriz."

"Olmaz," dedi kesin ve net bir tavırla. "O adamın karşısında bu şekilde bile dik duramıyorum. Görmedin mi, kaçtım hemen."

"Geçmişte ne yaşandı bilmiyorum. Anladığım kadarıyla senden başka kimse o adamın senin baban olduğunu bilmiyor. Bu yüzden her şey senin için yeteri kadar zor. Yani orada çok iyi durdun ve öldü bildiğin adam karşına dikildi. Bu yeteri kadar şok edici bir olay. Orada çok büyük bir tepki verip olayları daha da sarpa sarabilirdin. Sen doğru olanı yaptın bence."

"Bundan sonrası çok daha zor olacak ve sen benim yanımdayken çok fazla zarar görebilirsin ama söz veriyorum," Ellerimi ellerinin arasına aldı. "Sana zarar gelmesine asla izin vermeyeceğim ve eğer istersen şimdi gidebilirsin. Yani senin için başka bir şehirde, başka bir hayat yaratabilirim."

"Yol arkadaşıyız biz, bırakmayacağım seni." Hangi insan hangi insanı bu kadar zor bir durumda terkedip gidebilirdiki. Aslan beni aşık olduğum adamın işkencesinden kurtarmıştı, sokakta bir adam bana saldıracakken beni evine almıştı. O iyi biriydi her ne kadar öyle olmadığını düşünsede.

"Teşekkür ederim." Gözlerindeki mutluluğu görmemek için kör olmak gerekirdi.

"Bence bugünlük teşekkür etme kotanı doldurdun Aslan." Ellerimi ellerinin arasından çektim ve yataktaki dağınıklığı toplamaya başladım. "Bana sadece gerçekleri ve ne yapmam gerektiğini anlat, yeter. Bir şey bilmeden sana yardımcı olmam."

"Anlatacağım, yemek yemeğe gidelim mi. Bu arada ev toparlanır."

"Kim toparlamaya gelecek?"

"Çocuklara söylerim, onlar halleder."

"Bence evi de biz toparlayalım, yemeğimizi de biz hazırlayalım. Bir yandan da konuşuruz ve bir yol çizeriz."

"Yorulmanı istemem," dedi ayağa kalkarken."

"Çocukları yormak istemem," dedim bende onun peşinden ayağa kalkarken.

"Sen nasıl istersen."

Beraber odadan çıktık. Aslan elini karnıma değdirdi durmamı işaret edercesine. Dikkatli bir kaç adımda yıktığı şifonyerin kapaklarından birini açtı ve oradan bizim için iki çift terlik aldı. Olduğu yerden bana bir çiftini uzattı. Elinden aldığım terlikleri yere koyup giydim. O da terliklerini giyip tekrar yanıma geldi.

"Nereden başlayalım?" Diye sorarken yere eğildim. En mantıklı seçim yerdeki dağınıklığı ve kırıkları toplamaktı. Şifonyerin üzerindeki cam kase kırılmıştı, bir yerlerimizi kesebilirdi.

Eğildiğim yerden kolumu tutarak beni kaldırdı. "Sen üstüne rahat bir şeyler giyip gel, ben de o sırada cam kırıklarını toparlayayım."

"Ben böyle rahattım," Bir an için gözlerimi üzerinde gezdirdim. Üstü hala çıplaktı. Sıra sıra dizilmiş karın kasları vardı. bir ressamın elinden, yetenekli bir yazarın kaleminden ve sesi güzel bir ozanın mısralarından dökülmüş gibi bir vücudu vardı. O vücuduna gerçekten iyi bakmış bir erkekti. Sırtı da gayet iyi gözüküyordu. Yaralarını kendine dert edinmiştir elbet ama sırtının mükemmelliğinden onlar bile dikkat çekmezdi.

Gözlerimi yavaş yavaş baklavalarından boynunda beliren damarlarına doğru çıkardım. Ardından göz göze geldiğimizde ise utançla kafamı önüme eğdim. Adamı bildiğin süzmüştüm ve şuan utançtan ayaklı bir domates olduğuma emindim. "Şey ben üstümü değiştireyim, sen de üzerine bir şeyler geçir bence. Havalar soğuk artık."

Onun bir şey demesine fırsat tanımadan arkamı döndüm ve onun evindeki odama koşar adım ilerledim. Bir hışımla kapıyı açıp içeri girdim ve arkamdan da kapıyı kapatıp kilitledim. Aslan'dan etkilendiğim falan yoktu, sadece iyi vücutlara bakılırdı.

Dolabın başına geçip kapaklarını açtım. Dışarısı her ne kadar soğumaya başlasa da Aslan'ın evi sıcaktı. Bu yüzden dolaptan üstüme sıfır kollu, kare yaka bir body ve bol paça, siyah bir eşofman altı çıkardım.

Üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp yatağın üstüne bıraktıktan sonra dolaptan çıkardıklarımı giydim. Saçımı bileğimdeki tokayla gelişigüzel bir topuz yaptım. Bileğimdeki gri renkli bilekliğe baktım bir süre. Buraya gelişimi, yaşadıklarımı, Melih'in bana yaşattıkları, Aslan'ın beni kurtarışını, GRİ'deki çocukları düşündüm. Ben sadece bir şehir değiştireceğimi düşünerek gelmiştim İstanbul'dan Eskişehir'e ama bir dünyadan başka bir dünyaya ışınlanmıştım sanki. Yaşanan her şey ve şuan içinde bulunduğum yaşam hayallerimin ötesinde değişik bir hayattı ve ben ilk defa kendi hikayemin başrolü gibi hissediyordum.

Garipti, tuhaftı, gizemliydi, kimi zaman ise korkutucuydu bu hayat ama uzaktı İstanbul'daki hayatımdan. Oradaki kötülüklerden, beni hayatlarından def eden anne ve babamdan, ölen kardeşimden uzaktı. İyi ya da kötü diyemezdim buradaki hayata ama İstanbul'a dönsem yoktu artık kimsem. Burada ise... Bir zamanların yabancısı, artık yol arkadaşım olan adam vardı, Aslan vardı.

Odadan çıkıp tekrar evin girişine geldim. Aslan çoktan üzerini değiştirip bir şeyler girmiş ve yerdeki cam kırıklarını toparlamıştı. Elindeki sargıyı gördüğümde aklıma sırtındaki yaraların hikayesi geldi. Cız etti içim. Bir çocuk öyle bir acıya nasıl katlanmıştı, sırtındaki izlerinin sebebi babası iken bu gerçekle nasıl yaşamıştı?

"Yardım etmekten vazgeçtin sanırım." Aslan'ın sesiyle irkilirken kendime geldim.

Birkaç adım daha atarak yanı başına vardım. "Dalmışım,"

"Boğulma, lazımsın," dedi ve göz kırptı. Kötü şakaydı.

"Doğru, yoksa kiminle evleneceksin haftaya?" Konuya bu kadar hızlı girecek olmamı beklemiyordu, yüz ifadesinden bu anlaşılıyordu. Uzatmaya gerek yoktu bu yüzden en merak ettiğim kısımdan başlamak istedim.

"Erva, bana güvenmiyorsun değil mi?"

Konuşmaya devam ederken girişteki devirdiği şifonyerin iki tarafından tutup kaldırdık. Kapakları kırılmıştı ama yeri toparlamamız için kaldırmamız gerekiyordu. Aslan bunu evden atardı zaten. "Bana yalan söylemedin ama bir şeyler gizliyorsun ve bu aramızda oluşturmak istediğin güveni kırabilecek bir durum."

"Senden bir daha bir şey gizlemeyeceğim. Söz, GRİ sözü." Yerdeki parçaları toparlayıp şifonyerin üzerine koymaya başladık.

"İnanayım bakalım," diyerek güldüm, o da gülümsedi. Şimdi daha çok farkediyordum, her gülüşü bir buruk oluyor, gözlerine ulaşmıyordu. "Bu evlilik mevzusu ne? Evlenecek değiliz herelde." Oradaki imalara ve Aslan'ın konuştuklarına göre evlenecektik ama böyle bir şeyi kabul etmemin imkanı yoktu.

"Aslında-" Kapı tıklatıldı üç kez.

"Biri mi gelecekti?" diye sordum hemen. Çocukların geleceğini sanmıyordum çünkü burayı beraber toparlama kararı almıştık.

"Atacan'dan yemek yapmak için birkaç sebze falan istemiştim, onları getirmiştir."

"Ben bakayım," Kapı tarafına daha yakındım.

Kapıyı açtığım an gördüğüm adamlarla öylece olduğum yerde kalakaldım. Bu adam, Aslan'ın babası, "Merhaba müstakbel gelinim,"

Ne yapacağımı bilemeden adamın yüzüne bakmaya devam ettim. Arkasında iki adam daha vardı. Bunlar toplantıya gittiğimiz yerdeki adamlardı. "Erva," Aslan yanımda bitmişti. Şuan çok kötü şeyler olacağı kesindi. "Senin burada ne işin var?" Ben o adama saldıracağını düşünürken sadece sesli bir şekilde hesap sormuştu.

"Babanla bu kadar seviyesiz bir şekilde mi konuşacaksın?"

"Babam falan değilsin sen benim. Ne istiyorsun? Toplantıya katılmadığım için ceza mı keseceksin? Çocuklardan birini bile alamazsın, bunu bil." Vermezdi, GRİ'deki çocuklardan birini bile vermezdi bilirdim. Bir tek onların yanındayken gülüşü gözlerine ulaşıyor gibi oluyordu, onlar Aslan'ın en değerlileriydi.

"Oğlumu ve gelinimi görmeye geldim, uzun zaman oldu görüşmeyeli evlat."

"Seninle uğraşamam, siktir git buradan." Kapıyı babasının suratına kapattı.

"Yarın ikiniz de merkeze geliyorsunuz, toplantı yapacağız. Kuralları biliyorsun, uygula." dedi sert ses tonuyla Aslan'ın babası. Tabii o adamdan bir baba olarak bahsetmek ne kadar doğruysa, o bir caniydi benim gözümde.

"Sakin kalmalıyım, sakin kalmalıyım, sakin kalmalıyım." Aslan kendi kendine söylenerek tekrar etrafı toparlamaya başladı.

"Öfke kontrolünde çok zorlanıyorsun, hiç bir psikolağa danışmayı düşündün mü?"

Kaşları çatık baktı yüzüme. "Sence hayat hikayeme göre sakin bile kalmıyorum mu? Üstelik daha benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun desem yeridir."

Haklıydı aslında. O bir erkek olarak öfkesiyle tepki veriyordu. Ben de daha duygusal bir yapıya sahip olduğum için ağlayarak, depresyona girerek tepki gösteriyordum yaşadıklarıma. "Kendini yıpratmanı istemem, bu sadece bir tavsiye."

Aramızda daha fazla bir konuşma geçmedi. Sessizliğimiz eşliğinde yerleri toparladık. Aslan getirdiği süpürgeyle etrafı çekti. Ardından kırık şifonyeri çeke çeke bahçeye çıkarırken bende getirdiği vileda ile yerleri sildim. Şifonyeri bahçeye çıkardıktan sonra içeri girip kapıyı kapattı. Esen rüzgar evin içine de sızmıştı.

"İyi iş çıkardık değil mi arkadaşım?" Son kelimesine ayrı bir vurgu yapmıştı sanki.

Elimin tersiyle alnıma düşen bebek saçlarımı geri atarken Aslan'a döndüm. "Çocukları da yormamış olduk. İleride çocuğun olduğunda işleri ona mı yaptırmayı planlıyorsun?" Kıkırdadığımda kaşları çatıldı ama bu sinirlendiğinden değil de yalandan kızıyormuş gibi yaptığındandı bence.

"Benim yeteri kadar çocuğum var, bir tane de kendim yapmama gerek yok."

Şaşırmıştım bu dediğine. GRİ'deki çocukları gerçekten çok seviyordu bu yüzden ileride kendi çocuğunun olmasını ister diye düşünmüştüm. "Kendi çocuğunun olmasını istemez miydin?". Onun arkasından mutfağa girerken sormuştum sorumu.

Musluktan akan suya ellerini sokacakken sorduğum soruyla durdu. Bana dönüp baktı. İçi sıkılmış bir halde önüne dönüp ellerini yıkamaya başladı. Sargısına dikkat etse de biraz ıslanmıştı. Akşam yatmadan önce değiştirmekte fayda vardı. "Eğer bir gün emin olabilirsem," suyu kapatıp kenara çekildi. Bende onu dinlemeye devam ederken ellerimi yıkadım. "Boşver. Hem neden bu soruları soruyorsun, benden çocuk yapmak istiyorsun gibi anlıyorum, ona göre."

"Ne!" Bu bir soru değil bir şaşkınlıkla verdiğim tepkiydi.

"Sende haklısın. Bu kadar yakışıklı, zengin, çocuk tecrübesi olan birinden bende çocuk yapmak isterdim ama şansına küseceksin artık." Egosu boyundan büyüktü. Ve gerçekten ondan çocuk yapma düşüncesiyle sormuşum gibi konuşup bakıyordu. Gerçekten kafadan çatlaktı.

"Delirmiş olmalısın." Dolap kapağına asılı havluyu elime alıp ellerimi kuruladım.

"Birileri fazla kural ihlaline başladı. Samimiyeti fazla mı abarttık, ondan mı oldu?"

Beni sinirlendirmeye uğraşıyordu, tuzağına düşmeyecektim. "Ne yemek yapacağız?" Aslında laf sokmak istiyordum, hem de çok istiyordum ama şuan o ve onun kurallarıyla uğraşmak istemiyordum. Eğer biraz daha bir şeyler yemezsem karnım guruldayacaktı ve şuan benimle bu kadar uğraşıyorken bir de rezil olmaya hiç niyetim yoktu.

"Ne istersen onu yapalım. Biliyorsun, ben yetenekli bir adamım. İstediği her yemeği yaparım."

Tam ağzımı açıp laf edecektimki durdum çünkü korktuğum başıma gelmişti, karnım gurulduyordu. "Hızlı bir şekilde tabağımıza ulaşacak bir şeyler yapsak olur mu?" diye sordum utana sıkıla. Soru sorduğumu farkedince o laf etmeden tekrar ortaya atıldım. Soru sormanın yasak olması gibi saçma bir kuralımız vardı. "Yani, hızlı bir şeyler yapalım demek istedim."

Ben dalga geçer, benimle eğlenir diye beklerken sadece güldü. Cebinden telefonunu çıkarıp bir numara tuşladı ve telefonu kulağına götürdü. "Nerede kaldın Atacan?" Atacan'ın sesi mırıltı şeklinde bana ulaştığı için ne dediğini anlayamıyordum. "Gerizekalı," dedi ve telefonu kapattı Aslan. Bana baktı. "Salak kapıdaymış. Aradığımı görünce zile basmak yerine telefonumu açmış," dedi ve söylenmeye devam ederken yanımdan geçip kapıyı açmaya gitti. "Eğitemedim bu çocuğu, aklı on karış havada," diye söyleniyordu.

Atacan'la birlikte mutfağa geldiler. "Ne oldu burada abi? O şifonyer niye yıkık dökük dışarıda duruyor?" Atacan beni görünce kocaman gülümseyip sarıldı. Bende ona sarıldım. Geri çekildiğinde sorusunun cevabını almak için Aslan'a döndü.

"Çok soru soruyorsun." Atacan'ın gözleri Aslan'ın sargı yaptığım eline kaydı. "Bir şey yok, boş telaş sergileme." dedi Aslan Atacan'ın konuşmasına fırsat vermeden.

"Erva abla ne oldu?" Öğrenmeden rahat durmayacağı belliydi ama Atacan gerçeklerin ne kadarını biliyordu bilmiyordum bu yüzden benim bir şey anlatmam çok riskliydi. Bu yüzden Aslan'a baktım. O da bir şey demememi işaret edercesine kaşlarını havaya kaldırmıştı. "Ne saklıyorsunuz siz?" Diye sordu şimdi de aramızda geçen bakışmaya ithafen.

"O ölmemiş," Aslan'ın sözleriyle Atacan'ın elindeki poşetler yere düştü. O da Aslan ve oradaki herkes gibi çok şaşırmıştı. "Hasan Tankut yaşıyor." Hasan Tankut, bir baba değildi. Hasan Tankut, küçük bir çocuğun ruhunu öldüren, gülüşünü çalan, gözlerindeki ışığı söndüren bir katildi. Aslan oradayken ona baba demişti, baba diye fısıldamıştı ama orada o adama baba diye fısıldayan yirmi yedi yaşındaki Aslan değildi, sırtına kızgın demirin ucu basılan, göz yaşlarını tutamayan küçük Aslan'dı.

"Bana başkanın o olmadığını söyle," Atacan nihayet üzerindeki şaşkınlığı atıp konuşabilmeyi başarmıştı.

"Başkan o, Hasan Tankut." Aslan da bu gerçeği reddedermiş gibi konuşuyordu ama elinden bir şey gelmeyeceğini o da biliyordu.

"Ne olacak?" diye sordu Atacan. Bu sorunun cevabını en az onun kadar bende merak ediyordum.

"Bir şey olmayacak, o her zaman bizim başımızdaymış zaten. Şimdi ne yapıyorsak onu yapmaya devam edeceğiz, o kadar." Aslan bu konuda oldukça soğukkanlı davranmakta ısrarcıydı.

"Sence basit bir şey mi bu?" Diye çıkıştı Atacan. "Başımızda en başından beri o varmış, kendinin öldüğü haberini yayıp ortadan kaybolmuş ve şimdi başkan benim diye ortaya çıktı. Sence bu normal mi Aslan abi?" Sonlara doğru sesi alçalmıştı. Bunun sebebi Aslan'ın çatık kaşları olabilirdi.

Tartışmalarını istemiyordum bu yüzden araya girmeye karar verdim ama bir şey benden önce davrandı, karın gurultum. "Bence yemek yerken konuşabiliriz."

"Atacan GRİ'ye gidiyor." Atacan'a döndü. "Sen son zamanlarda fazlasıyla haddini aşmaya başladın Atcan. Bende farkındayım her şeyin. Bir şey yapmadan duracak değilim zaten."

"Tamam Aslan abiciğim," Her harfin üstüne basa basa konuşmuştu Atacan. Bana gülümseyip el salladıktan sonra mutfaktan çıktı ve dış kapının da örtülme sesi geldi.

"Keratayı görüyor musun? Kız gibi trip atıyor bir de." Aslan bir yandan Atacan'ın arkasından söylenirken bir yandan da yere düşen poşetleri toparlıyordu. Eğilip bir poşeti de ben toparladım ve onun gibi tezgahın üzerine koydum eşyaları. "Tavuklu makarna yapalım mı en hızlısından?" Aslan'ın sorusuyla ona döndüm. Başımı küçük bir çocuğun yapacağı abartılı bir biçimde yukarı aşağı salladım. "Köri ve kremayla ilgili bir sorunun yoksa sana yiyeceğin en lezzetli makarna tarifini hazırlayabilirim."

"Bayılırım," dedim son heceyi uzatarak. İstediğim bir şey yapıldığında küçük bir çocuktan farksız oluyordum. Babam da hep böyle söylerdi.

"Sen makarna suyunu koy o zaman, bende tavukları ve kremayı hazırlayayım."

"Tamam,olur." Az çok eşyaların yerlerini biliyordum ya da tahmin edebiliyordum. Bu yüzden birkaç dolap kapağı karıştırdıktan sonra işime yarayacak tüm malzemeleri buluo tezgaha indirmiştim.

Aslan tavukları doğrayıp ocağa koyduğu tavaya attı. Bende bu sırada tencereye su, yağ ve tuz koyup ocağa yerleştirdim. Ocağın yanındaki dolaba omzumu yaslayıp Aslan'ı izlemeye başladım. Yemek yaosrken gerçekten profosyenel gibi duruyordu.

"Alıcı gözle mi bakıyorsun çilli bebek?"

Çilli bebek. Aşık olduğum ve beni seven adam bana bu lakabı takıyor olsaydı çok hoşuma giderdi.

"Sen alıcı gözle bakmışsın ki haftaya evleneceğiz." Konu araya kaynayıp duruyordu ve benim artık olayları öğrenmek için yeterli sabrım kalmamıştı. "Konuşsak mı artık, sabrım tükendi."

Arkasından dolanıp tezgahın üzerindeki makarna paketini aldım. Ağzını açıp kaynayan suyun içerisine bir paket makarnanın hepsini döktüm. Paketi elimde sıkıştırıp lavabonun altındaki çöpe attım.

"Bu bir kural aslında," diye söze başladı Aslan. Eskişehir'e geldiğimden beri peşimi bırakmayan şeylerden biri de kurallardı. Bir kural uğruna evleneceksem de artık sibirden ağlamaz gülerdim.

"Nasıl bir kural acaba bu? Evlenmej için kural mı olur? O adam ne yaşıyor?" Aslında son soruyu sormasaydım iyi olurdu. Aslan'ın canını sıkmak istemiyordum ama kelimeler çoktan ağzımdan firar etmişti.

"Biz GRİ'nin başına senle beraber geçmediğimiz için, sen sonradan yönetimine geçtiğin için evlenmemiz lazım. Bu Hasan Tankut'un koyduğu bir kural değil, ondan önceki başkanın yönetmeliğinden kalan bir madde."

Şuan evlenecek olmam dışında aklıma bir soru takılmıştı ve kendimden ònce yine onu düşündüğüm için sinirden kendimi yiyebilirdim. "Melih ve o kız," devamını getiremesem de Aslan'ın ne soracağımı anladığını düşünüyordum.

"Erva, onlar evli."

Aşk mıydı en çok can yakan? Yoksa en çok değeri aşka verdiğinden miydi bu kadar canını acıtışı? Ya da aşktan ziyade bir duyguya değil bir insana yüklediğin anlamlar mı yıkılırdı insanın başından aşağıya?

"Nasıl olur bu?" Başım dönüyormuş gibi hissettim. Ellerimi tezgaha koyduğum an Aslan işini bırakıp ellerini belime yerleştirdi. O an beni tutmasaydi kendimi yere bırakacaktım.

"Şöyle gel," Belimdeki elleriyle beni dondürerek masanın etrafındkai sandalyelerden birine oturttu. "Sana yalan söylemek istemedim. Söyleseydim de bunu büyük ihtimalle bir daha ki toplantıda öğrenecektin."

"Ben nasıl bu kadar kör olabildim? Ben nasıl bu kadar gözü kapalı bakabildim ona?" Sol kolumjn dirseğini masaya koyup elimi alnıma yasladım. Başım çatlayacak gibi ağrımaya başlamıştı.

"Sevgi kusurları örter Erva. Tüm yalanların üstü toz pembeydi senin için, dikkat çekmezdi." Tesellesi işlemiyordu. Neye uğradığımı şaşırmış halimden bir türlü çıkamıyordum.

"Bu kadar salak olmamalıydım. Gerçekten tanımadığım birine bu kadar inanıp güvenmemeliydim. Bu aşk değil."

"Erva, kendinde suç arama. Gerçekten sende bir hata olsa bile şu saatten sonra geçmişi geriye alamazsın. Üzgünüm, bu söylediklerim hiçbir işe yaramıyor biliyorum ama senin kendine yapabileceğin en iyi şey onu zihninden atmak."

Eli başımın üstüne gider gibi oldu ama sonra geri çekti. "Sen otur, ben hallederim."

Aslan ocağın başına geçip yemeklerle ilgilenirken bende tamamen masaya döndüm. Kollarımı büküp masanın üstüne koydum. Çenemi kollarıma yaslayıp önümdeki camdan evin arka bahçesine baktım.

Artık sonbahardaydık ve yapraklar sararıp dökülmeye başlıyordu. Hala ne kadar olduğundan emin olmadığım bir süreyi Melih'in evinde bir tutsak gibi geçirmiştim. Hergün o kızın aralarındaki aşkı anlatışını dinlemiştim. Bu sürede de yaz sonunu dört duvar arasında geçirmiştim.

Aslan onların evli olduğunu söylemişti ama ne Mahira da ne de Melih'te yüzük yoktu. Ağızlarından evli olduklarını belli edecek cümleler de dökülmemişti bu yüzden bir şeyleri anlamlandırmak daha da zor hale geliyordu.

Aç susuz geçirdiğim ve zaman zaman gerçekten bilincimin yerinde olmadığını hissederek geçirdiğim çok vakit olmuştu. Acaba o zamanlarda mı evliliklerinden bahsetmişlerdi? Gerçekten evlilerse o kız bana bunh mutlaka söylemiştir. Canımı yakmak için eline geçen her fırsatı kullanabilecek biriydi, bu fırsatı da es geçmezdi.

Her şeye rağmen orada geçirdiğim günlerde canımı en çok hakan Melih'in Mahira'ya aldığı gerberalardı. Melih gerberayı ne kadar çok sevdiğimi, o çiçek hakkında neler bildiğimi, her şeyi biliyordu ve o çiçeği karısına almıştı. Çok canım yanmıştı. Ben zaten onun aşkından yanarken o orada geçirdiğim her gün ateşimi harlamıştı.

Aşk, hayatıniza girdikten sonra eksik hissettiğiniz her şeyin tamamlandığını hissediyordunuz. Sanki eksik parça aşktı ve aşk size uğradıktan sonra şahane bir puzzle ortaya çıkıyordu.

Hergün o puzzle ile ilgileniyordunuz. Başına bir sey gelmemesi için, her zaman böyle ışıldayıp mükemmel kalması için uğraşıyordunuz.

Yine bir gün o puzzle ile ilgikenirken hiçbir parçası eksik olmamasına rağmen yanında bir parça buluyordunuz. O parçadan gözlerinizi alıp tekrar bütüne bakıyordunuz ve artık orada başka biri vardı. Bulduğunuz puzzle parçası ise sizdiniz.

Siz mükemmel bir puzzle parçası olduğunuzu zannederken aslında kutudan gereksiz yere, fazladan çıkan o parça olduğunuz farkediyordunuz. Ve inandığıniz her şey bir bir yıkıldığında siz de toz olup uçuyordunuz.

Ben Melih'le mükemmel bir puzzle oluşturduğumu sanarken şimdi onun hayatından toz olup uçmuştum. Bu son bahar rüzgarıyla esen bütün tozların arasında şimdi bende vardım.

Gözlerim bahçenin dışında, el ele tutuşarak yürüyen çifte kaydı. Kızın elinde çocuğun aldığı çiçekler, oğlanın elinde kızın çantası vardı. Ayakları yerden kesilircesine yürüyolardı. Arada birbirlerine dönüp dudaklarını kavuşturuyolardı. Ve en önemlisi gozlerinin ışıltısı bana kadar ulaşıyordu.

Onlar benim gibi bir çok gencin yaşmak istediği anı yaşıyordu. Umarım her zaman bu kadar mutlu kalırlardı.

Senle ben, biz aşk olamaz mıyız? Aşkın en güzel hali biz olamaz mıyız? Sen ve ben, bir bütün, birbiribe tam uyan iki luzzle parçası olamaz mıyız?

"Erva," Kafamı kaldırıp tepemde dikilen Aslan'a baktım. Eli kolumdaydı. Sanırım birkaç jez daha bana çağırmıştı. "Yemeği soğutmadan ye hadi. Saat de baya geç oldu. Yedikten sonra yatarız."

Masaya elindeki tabakları koyup çekmeceden de iki çatal ve iki kaşık alıp masaya, yan tarafıma geçti.

O kadar dalmıştım ki masaya koyduğu iki kase yoğurdu ve büyük tabaktaki salatayı farketmemiştim.

Önümdeki makarnadan gelen kokular yüzümde bir gülümseme oluşmasını sağladı. Görüntüsünün de bu kadar iyi oluşu unuttuğum iştahımı tekrar canlandırdı.

Kaşığı alıp hemen tabağıma daldırdım. Dumanı üstünde tütmesine rağmen kaşığı aldığım gibi ağzıma soktum. "Ah!" Dilim çok fena yanıyordu. Ağzımdaki makarnayı çıkarmamak için zor duruyordum.

"Dumanı üstünde tütüyo Erva, üflemeden yenir mi hiç?" Aslan eliyle ağzıma rüzgar yaomaya çalışıyordu.

Makarna birazcık soğuyunca çiğneyip yuttum. İkinci kaşığımı akıllandığım için üfledikten sonra yedim. Ve tadı gerçekten enfesti. "Aslan," dedim kendimden geçmiş sesimle. "Bu mükemmel olmuş."

"Ne sandın Erva, ben yaptım onu."

"Ego da tavan yalniz,"

Biz gülüşürken zil çaldı. Aslan ilk önce bileğindeki saate baktı. Goz ucuyla bebde baktığımda saatin on bire geldiğini gördüm. "Bu saatte beni yine kim rahatsız ediyor acaba?" Aslan oturduğu yerden kalktı. "Sen devam et, ben bakıp geleyim."

Aslan kapıya bakmaya gittiğinde hazırladığı salatadan ve bir kase yoğurttan da birer kaşık alıp ağzima attım. Ardından tekrar makarnama gömüldüm. Bu sırada Aslan elinde bir zarfla yanıma geldi. Oturup zarfı masaya koydu. Zarfın üzerine baktım. Songül Yakup yazıyordu.

"Bu kim?" diye sordum merakıma yenik düşemeyerek.

"Bilmiyorum. Zarf kapının önünde yerdeydi." O da şaşkın bir sekilde önündeki zarfa bakıyordu.

"Açıp baksana," Kafasını olumlu anlamda sallayıp zarfın içindeki kağıdı çıkardı.

Kağıtta el yazısıyla bir sayfa dolusu bir şeyler yazıyordu ve en altta da bir kelime yazıyordu.

Annen.

 

 

 

Bölüm : 19.02.2025 00:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...