2. Bölüm

1. Bölüm Her Şeyin Başlangıcı

Berra Yılmaz
berry_

1.HER ŞEYİN BAŞLANGICI

“Beni tanıyacaksın Lina, merak etme. Görüşeceğiz ama bu tarihin yakın mı veya uzak mı olduğunu sen belirleyeceksin.”

Gözlerimin üzerinde hayali ağırlıklar varmışcasına açtığım an geri kapanıyordu. Yavaşça gözlerimi araladım, ahşap bir duvar gördüğümde birkaç saniye baktım. Başımda ağrıyordu sanırsam. Başımı yattığım yastıktan hafif kaldırdım ve üstümdeki örtüye baktım.

Örtü mü?

Gözlerim ani şoktan dolayı kocaman açılırken örtüyü üstümden fırlatırcasına attım. Yatakta oturur pozisyona geldiğimde başıma ani saplanan ağrı ile iki tarafını sertçe ovuşturdum. Tekrar gözlerimi açtım.

“Ne yatağı,ne yorganı,ne ahşap tavanı?!” Etrafıma bakındım,beynim yeni uyandığı için algılamayı reddediyor gibiydi.Odayı inceledim.Yattığım yatağın hemen yanındaki çekmeceli komidinin ise odanın yapısı ile uyumlu bir şekilde ahşaptan yapılmıştı. Komidinin hemen üst yanında bir pencere, odanın bir köşesinde çalışma masası dururken diğer köşesinde ise artık boyaları dökülmeye yüz tutmuş bir gardırop vardı. Yataktan kalktığımda ilk birkaç saniye gözlerim karardı ani hareketimden olsa gerek ardından normale döndü. Pencerenin önüne geldim ve etrafıma baktım. Yutkundum. Envai çeşit yeşillik vardı. Dümdüz çimen yol önümde uzanıyordu ve karşısında tek katlı ahşap evler vardı. Filmlerden fırlamış gibiydi. Aşağıya baktım.“Çokta yüksek değilmiş değil mi?” Değildi, giriş kattaydı belli ki olduğum bina. Bir bacağımı pencereden sarkıtmak için hamle yaptığımda kapı önce tıklandı ardından cevap vermemi beklemeden hızla açıldı. Arkamı hızla döndüm ve sırtımı pencerenin mermerine dayadım.

Yutkundum. Önümde 1.90 civarı boylarında bir erkek duruyordu. Belkide adam? Kaç yaşındaydı? Beni buraya o mu getirmişti? Niyeti kötü müydü? Elbette! İyi olsa beni neden bayıltıp buraya getirmiş olsun ki? Odada gözlerimi tekrardan gezdirdim ve çalışma masasının üstünde duran maket bıçağını elime aldım ve iyice sıkarak “Yaklaşma!” Dudaklarının kenarı usulca yukarı kıvrıldı. Bir adım attı. “Yaklaşma dedim!” Sesimdeki sinir yorgunluğumu ve korkularımı gizlemeye yetmişti. “Tamam sakin ol.” Durdu ve o gülümsemesine devam ederek bakmaya başladı. “Neden beni kaçırdın? Neden buradayım? Neredeyim? Ve sen kimsin? Bana cevap ver!” Kaşları anlam veremediği belli olur şekilde yukarı kalktı ve “Konuşalım,ama önce.” Dedi ve daha ben ne olduğuna bir anlam veremeden elimdeki maket bıçağını almıştı. Gözlerim şaşkınlık ile daha fazla büyüdü ve dibimde biten adamın yüzüne bakmak adına başımı kaldırdım. Yakından daha da uzundu. “Sakince konuşalım tamam mı?” Dudağımı ısırdım,hışımla “Ne sakin olması sen ne hakla beni buraya getirirsin?” İki elim ile göğsünden ittim ama yerinden dahi oynamamıştı. Tekrardan yutkundum. Duvar ile aramızdaki birkaç adımlık mesafeden ayrıldım ve kapıya doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Tam çıkıyordum ki ak saçlı biri önümde belirince aniden durdum. Adam benden en az 10 santim kısaydı ve elinde tepsi tutuyordu. “Al kızım yorgun olmalısın. Sana çorba yaptım, özel tarifim. İçtiğinde hemen iyileşirsin.”

“Dedeme benziyor.” Dedim içimden. Gülümsediğinde gözlerinin kısılması,güldüğünde göz kenarlarındaki kırışıklıkların belli olması… Her şeyi onu anımsatmıştı. İster istemez burnum sızlamıştı bu görüntüye. “Siz kimsiniz?!” Diye bağırdım. Hem üzülürken hem de sinirlerimi bu denli tavan olması… Kendi içimde bir çelişki yaşıyordum.

Her zamanki gibi değil mi?

“Anlatmadın mı kıza?” Diye çıkıştı ak saçlı dede. Arkamı sinirle döndüm. Omuz silkti sadece. Bu kadar mı? “Anlatacaktım ama birileri fazla sinirli.” Hiç düşünmeden. “Ne yapmamı bekliyorsun! Bilmediğim bir yerde uyanıyorum ve karşımda bilmediğim bir insan. Hoş muhabbet etmemi bekleyemezsin benden!” Sesim hala yüksek çıkıyordu. Tek kaşı havaya kalktı ve “İnsan?” İlk defa bakışlarındaki alay değişmiş yerine bambaşka bir duygu gelmişti, isim koyamayacağım. Derin bir nefes verdi yabancı. “Tamam.” Dedi ve dedeye bakıp;

“Sonra getirsen, önce kıza ne olduğunu anlatayım.” Başını salladı ve kapıyı kapattı. Dudaklarımı kemirirken anlatmasını bekledim. Kollarını göğsünün altında bağdaş kurarak birleştirdi ve kalçasını masaya dayadı. Karşılıklı duruyorduk şu an. Ben yatağın hemen önünde dikiliyordum, aramızda en az 5 adım vardı. “Öncelikle şöyle sinirli bakmayı kesemez misin? Biz kaçırmadık seni. Evimizin önünde baygın halde yatan sendin. Ne yapsaydık önümüze bakıp yola devam mı etseydik? İyilik yapıp aldık eve. Durumuna baktık. Ateşin çıktığı için ateşini düşürmek için uğraştık ve-.” Sinirden ve korkudan titreyen elimi sıktım ve “Ne bayılmasın? Siz bayılttınız! Ben dükkanda tektim!” Yüzünü buruşturdu. “Ne? Ne dükkanından söz ediyorsun? Evimizin önünde baygın yatan sendin. Seni bayıltmadık. Bayıltsak seni iyileştirmek için uğraşmazdık saatlerce.” Doğru. Söyledikleri ve yüz ifadesi ona güvenmem için yetiyordu lakin… O zaman ben nasıl buraya gelmiştim. Yutkundum. “O zaman ben…” devamını getiremedim. “Bilmiyorum, bilmiyoruz. Sadece buradaydın. Seni biz getirmedik.” Bir adım geriye gittiğimde arkamdaki yatağın varlığını unutmuştum. Yatağa oturdum ve bakışlarımı ondan başka yere çevirdim. “Hayır.” Dedim kendi kendime. “Hayır.” Fısıldıyordum, neden olduğunu bilmeden. Belki de sadece kendimin duymasını istiyordum. Bu çaresiz halimi kimsenin görmesini istemediğimden. “Başka kasabalardan mı geliyorsun? Peras’a daha önce hiç geldin mi? Öyle olsa tanırdım seni.” Dehşetle gözlerimi gözlerine deydirdim. “Neyden bahsediyorsun? Peras ne? Diğer kasabalar ne?”

İşte bu sefer onunda bakışlarındaki endişeyi gördüm, hissettim. “Peras… Kasaba. Aros,Siterl,Kepal,Troks… Hepsi kasaba.”

Ne?

Peras

Aros

Siterl

Kepal

Troks

Bunları biliyor muydum? Daha önceden duymuş muydum veya. Bilmiyordum, hiçbir şeyden emin değildim artık.

Başımı önüme eğdim ve iki elimle başımı tuttum, sımsıkı kapattım gözlerimi bir daha açmamak ister gibi. “Ne oluyor?” Sesim artık normal ses tonunda konuşmaya bile zor yetiyordu. Sadece kendim duyuyordum muhtemelen. “Neler oluyor?” Adım seslerini duydum ve yanıma oturdu yabancı. Görmeseydim anlayabiliyordum. Gözlerimi açmadım. Sımsıkı yumdum. “Tamam. En baştan başlayalım. Burayı bilmiyorsan sorun değil. Nereden geldin?” Titrek bir nefes kaçtı dudaklarımdan, nasıl bu kadar sakindi. Oysa benim her şeyi yakıp yıkacak korkum vardı. Ellerimi kucağıma koydum ve bakışlarımı tekrar ona çevirdim. Az önceki alay eden surat ifadesinden eser yoktu.

Merhamet.

Gözlerindeki baskın duygu merhametti. Endişeleniyor muydu benim için? Ben onun için bir yabancı olsam da.

Yutkundum. “Türkiye.” Gözlerindeki merhamet duygusuna perde inmişti şimdi. O sahne kapanmış yenisi başlamıştı şimdi.

Korku.

“Ne anlamadım. Türkiye mi?” Başımı ağır ağır salladım. “Sadece 5 kasaba var burada. Başka kasabaların ismini ne ben duydum ne de başkalarından duydum.” Yutkundum. Ne kadar yutkunursam o kadar fazla acıyor gibiydi. “B-ben daha önce senin söylediğin isimleri hiç duymadım.” Yüzümde gezdirdi bakışlarını, bir ipucu bulmak adına. En son arayacağı kişi bendim halbuki. “Bende.” Bu sefer o yutkundu. “Bende duymadım.” Histerik bir şekilde gülmeye başladım. “Bana şaka yapıyorsun değil mi? Her şey şaka ve ben rüyadayım. Uyandığımda tekrardan dükkan da uyanacağım.” Bakışları daha da derinleşti.

Üzüntü?

Bilemiyordum, ben zaten neyi biliyordum ki?

“Korkarım.” Dedi. “Rüya değil. Olsa olsa kabus olurdu lakin kabusta da değilsin.”

Gülümsemem bir bir silindi. Önce ifadesiz yüzüm ardından titreyen bedenim ile vücudum kendini taşıyamayıp öne doğru düştüğünde bir yandan gözlerimde kapanmıştı. Başımın altında bir el hissettim. “Yine mi?” Sesi endişeliydi, bana mı endişeleniyordu? Bir elini sırtımda diğer elini bacaklarımın altında hissettiğimde yerden kalktığımı hissettim. “İyi olacaksın, merak etme.” Onu duyduğumu söylemek istedim lakin konuşmak şurada dursun dudaklarım dahi aralanmıyordu. Sırtım yumuşak bir şeyle buluşunca yatak olduğunu anlamıştım. Yorganı üstüme çekti ardından elini alnımda hissettim. “Ateşin var.” Dedi. Kendi kendine konuşurcasına sessizdi.

Bilincim tekrardan kapanırken son duyduğum ses kapının kapanma sesiydi.

Gözlerimi tekrar açmamın üstünden tahmin ettiğim kadarıyla 5 dakika geçmişti ve akşam olmuştu. Sırtımı yatağın korkuluğuna verip esnedim. Uzun süredir bu kadar fazla uyumuyordum.

Uzun süredir.

Ayağa kalktım ve odadan çıktım. Akşam olduğundan dolayı olsa gerek evin ortasında duran yemek masasının üstünde ve kapalı olan pencere camların önünde mumlar aydınlatıyordu etrafı. Birkaç adım attıktan sonra loş ışığın çevrelediği evi inceledim. Küçüktü solumda amerikan mutfak gibi olan mutfak ve salon vardı. Salondan kastım iki tane 3lü koltuk ve ortasındaki sehpaydı. Yattığım odanın yanındaki odalar dışında evin her yeri açıktı ve oda yapma gereği duymamışlardı belli ki. “Günaydın.” Dedi alayla yabancı. Arkamı döndüm. Kaldığım odanın yanındaki odadan çıkmıştı. “Sanada.” Dedim en az onun kadar sinir bozucu gülerek. Üstündeki kıyafetleri kastetmiştim aslında, öğlen ki gibi kot pantolon ve kazak yoktu üstünde. Eşofman ve uzun kollu vardı bu sefer. Yanımdan geçip mutfak tezgahında duran bardaklardan birine su doldurdu. “Uyumuyordum, üstümdeki pijama değil.” Yaptığım imayı elbette anlamıştı. Suyu bir dikişte bitirdikten sonra “Bazılarımız gibi gün boyu uyumuyorum.” Sinir bozucu gülümsememin yerine sinirli bakışlarım yerini almıştı. Tezgahın üstünde duvara sabitlenmiş çekmecelerden birini açtı ve bardak alıp tekrardan şu doldurdu. Arkası dönük yüzü görüş açıma girince istemsizce bir adım geriledim. Elindeki bardağı bana uzattı, bu sefer aramızdaki mesafeyi korumayı tercih etmişti. “Teşekkür ederim.” Dedim ve suyu içtim. Çarpık bir gülüş oluştu yüzünde “Benden bu denli çekinirken verdiğim suyu tereddütsüz içmen çok ironik.” Sabır dilercesine sesli bir şekilde nefes verdim. “Aynı sudan sende içtin. Ayrıca amacınız kötü olsaydı çorba için uğraşacağınızı düşünmüyorum.” dudaklarını büktü, son derece eğleniyordu benimle. “Yeni uyanan birine göre fazla konuşkansın anlaşılan.” Dudağımı ısırdım. “Sen benimle böyle konuşurken ne yapayım, susayım mı?” teslim olur gibi “Tamam bir şey demedim.” Dedi ve raflardan birini açıp bir kap çıkardı, ardından da yemek tabağı. Evin ortasında duran masaya önce tabağı ardından çatal ve bıçakları koydu. Arkasını döndü, göz göze geldik. “Yemeyecek misin?”

Mumun aydınlattığı cılız ortamda yüzüne hiç dikkat etmediğimi fark etmiştim veya umursamadığımı. Dağınık simsiyah saçları sarı ışıkta bir tarafı parlıyorken bir tarafı karanlıkta kalıyordu.

Aydınlık ve karanlık taraf…

İyilik ve kötülük…

Kalın ve kavisli siyah kaşlarının altında loş ışıkta parlayan köyü yeşil gözleri, bakışlarına gölge düşüren siyah uzun kirpikleri, düz burnu, pürüzsüz cildi ve keskin hatları ile son derece ifadesiz bakıyordu. Anlam veremeyerek art arda gözlerini kırptığında bakışlarımı başka yöne çevirdim, yanlış anlaşılmasını istemezdim.

Yanına gittim ama inatla sandalyeye oturmadım. “Aç değilim.” Hemen ardımdan “Aç olabileceğini düşünüyorum. Saatlerdir yemek yemiyorsun.” Baştan aşağı üstünkörü baktı bana. “Eminim evinde de pek yemek yemiyorsundur.” Sinirle “Nereden bileceksin benim yiyip yemediğimi!” Sesim yüksek değil hatta fısıldamaya yüz tutmuş lakin sinirle çıkmıştı. “Miniksin. Fazlasıyla.” Omuz silktim “Genetik.” Dudaklarını bastırdı ve başını anladım der gibi salladı. “Şu an yemeklere değil ce-”

“Cevaplara ihtiyacın var, biliyorum.”

Gözlerim saniyelik büyürken benim sözlerimi benden önce söyleyecek kadar ne ara beni tanıdığını düşündüm. Başımı ağır ağır salladım onayladığımı belli ederek. Elini yemek masasına koydu ve ağırlığını o yöne verdi. “Yemek yemezsen anlatmam.” Hiç düşünmeden “Anlatmazsan yemem.” Kaşlarını bariz bir şekilde çattığında gözüme daha korkunç gözüktü. Yüzünün bir tarafını aydınlatan ışık keskin hatlarına tehlike kalmıştı şimdi.

Geri durmadım. Benim istemediğim hiçbir şeyi bana yaptıramazdı. “Senin için konuşuyorum. Buradan kurtulmak ve evine gitmek istiyorsan iyi beslenmelisin. Sürekli bayılarak nereye kadar ilerleyebileceğini sanıyorsun?”

Güvenmiyordum

Güvenemiyordum.

“Bana güvenmediğinin farkındayım.” Dedi düşüncelerime tercüman olurcasına. “Merak etme öğlen dedemin senin için yaptığı çorba.” Dedi ve masada duran kabı bana uzattı. Kokladım. Oydu. O baharatlı kötüydü, ne olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu ama bir daha kokusunu alsam hatırlarım gibi geliyordu. Hala oturmadığımı görünce “Tamam bende oturacağım ve sen yerken anlatacağım oldu mu? Böylelikle ikimizin de istediği olmuş olacak.” Sert bakışlarım değişmedi lakin fikir mantıklı geldiğinden olsa gerek bacaklarım beynim daha düşünmeye geçmeden hareket etti ve sandalyeye oturdum. “Neden benim yemek yiyip yememem senin umurunda?” alayla sormuştum. “Çünkü ben iyi bir insanım.” Dedi az önceki yüzündeki ifade yerini alaya alırken. Çorbayı tabağa koyduktan sonra bir kaşık aldım tereddütle.

Sıcaktı.

Nasıl olurdu ki?

Daha yeni çekmeceden çıkartıp koymuştu kabı.

Tadı güzeldi ama bunu söylemek istemiyordum ona nedense. “Anlat.” Dedim mideme giren birkaç kaşık çorbayı yeterli bularak, sonuçta yemeğimi bitirmeyi söylememişti. Karşımdaki sandalyeyi çekti ve oturdu.

O an fark ettim. Ev oldukça sessizdi.

Dedesi neredeydi?

“İnsan demiştin öğlen. Sen insan mısın?” Alaycı bir kahkaha atmak istedim lakin ne o ruh halindeydim ne de enerjim vardı, yorgunluğumdan ötürü tek yapabildiğim dudağımın bir köşesinin yukarı kıvrılması oldu. “Siz büyücü müsünüz? Hatta tahmin edeyim Harry Potter ile arkadaş mısın?” sandalyede geriye yaslandım ve yüzüne baktım. Yüzündeki ifade anlamadığım bir şekilde söylediğim sözün ardından kaskatı kesilmişti.

İşte şimdi daha korkunç gözüküyordu.

“Bunu sesli söyleme.” Dedi fısıldayarak. Halsiz olmama rağmen bu konuşma oldukça eğlenceli bir hal aldığından gülümsemem büyüdü. “Neyi Harry Potter’ı mı?” yüzündeki ifade değişmemişti. “Söylediğin kişinin kim olduğu hakkında bir fikrim yok lakin evet. Büyücüyüz.” Son kelimeyi neredeyse fısıldayarak söylemiş üstüne üstlük masada eğilip yüzlerinizin arasındaki mesafeyi azalmıştı. Dudaklarımın arasından bir kahkaha koptu. Elimi ağzıma kapattım ama gülmeye devam ettim. “Nesi komik. Bunu Kral’ın tarafından biri duyarsa ne olur biliyor musun?” dudaklarımı birbirine bastırdım ikinci bir kahkaha dalgasını yutmak adına. “Pardon, katı yüzünün ardında bu denli komik birini beklemiyordum sadece. Komik şakaydı.” kaşlarını çattı. “Ne şakası? Dalga mı geçiyorsun!” sesi yükselmişti ve tok ses evde yankılanmıştı. Sustum ve arkama yaslandım tekrardan. “Pardon tamam bir dahakine şakalarına gülmem.” şakaklarını ovdu bir süre ardından gözü gözlerime değdi. “Anlatsana bana büyücüleri hiç duydun mu?” Tekrardan gülmek istedim lakin bakışlarındaki ciddiyet susmama yetmişti. Bende ciddi bir ruh haline bürünüp “Kitaplardan, filmlerden. Fantastik işte. Hepsi yalan dolan ama okuması zevkli. Tehlikeli büyüler, kılıç ile dövüşler. Eğlenceli yani.” dediğimden hiçbir şey anlamıyor gibi bakıyordu. Anlamadığını düşünerek tekrar ettim. “Diyorum ki kitaplar ve Film-” sözümü keserek “Anladım onu.” sert sesi tekrardan susturdu beni. Gözleri önümdeki yemek tabağıma daldı ve birkaç dakika konuşmadı.

Gözlerin rengi koyulaşır mıydı?

Onun koyulaşıyordu.

Issız bir orman gibi daha da içine çekiyor ve hapsediyor gibiydi adeta.

“Sana,peki büyücü olduğumu söylesem.” bakışlarındaki ifade güçsüzdü. Kocaman bir yükün altında kalmış ve hayatın kamburunu taşıyor gibiydi.

Neden bu kadar ciddi bir hale bürünmüştük?

“Ne?” Dedim en makul soru ile. “Sen çıldırdın mı ne-”

Sustum. Gözlerim önümde yaşanan anın şoku ile dehşetle açıldı ve dudağımın arasından çıkacak cümleler kötü yeşilliklerinde kayboldu. “S-sen ne yapıyorsun?” saksıya önüme uzattı. Saksıyı bir elimle tutarken diğer elim az önce toprakta yaprağı bile çıkmayan çiçeğin çıkan yapraklarını ve çiçeklerini sevdim. Ürpermeme yol açmıştı ona dokunmak.

Daha doğmamış bir bebeğin doğum anına şahit olmuş gibiydim. Elimin titrediğini fark edince masanın altına koydum ve diğer elim ile titremesine durdurmak adına bastırdım. “Büyücüyüm. Dalga geçtiğin, kitaplarda okuyup filmlerde adı geçen şey bizleriz. Film derken neyi kast ettiğini de bilmiyorum ya gerçi.”

Göz kapaklarımın üstündeki damarların atışlarını hissettim o an. Titreyen ve durmak bilmeyen elimin üstündeki elinde titrediğini hissettim ve daha pek çok şeyi. “Sen… Gerçekten mi?” Ciddi yüz ifadesini bozmadan. “Evet. Ben, dedem, buradaki bir sürü kişi… Neredeyse herkes büyü yapabiliyor. Kitaplardaki dünyaya hoşgeldin.” Ciddi ve korkmuş ifademi az da olsa düzeltmek adına alaycı davranıyordu lakin ben anlıyordum. Sandalyeden istemsizce kalktım geri geri adım attım. Nefes alamıyordum. “Bunların hepsi bir rüya.” Devam ettim adım atmaya, başım önüme düşmüştü. Son kalan gücümde vücudumdan çekilmişti. “Yakında uyanacağım.” görüş açıma ayakkabı girdi, oydu. Omuzlarımdan tuttu ve beni sarstı başımı ister istemez kaldırdım. Bakışlarında ciddiyet veya alay yoktu.Merhamet bakışlarındaki duyguyu net bir şekilde okuyordum bu sefer.

Görmemi istiyordu belki de duygularını.

Genzim deki acı dalgası büyüdükçe büyüdü.

Tıpkı geride unutmaya her çalıştığımda kendini hatırlatan hazin hatıralar gibi. Gözlerim doldu. Bir bir yüzümde yol çizdi damlalar. “B-ben evimden çok u-uzaktayım değil mi?” Sustu ama ellerini çekmedi. Cesaret vermek istercesine desteğini hissettirdi. Gözyaşlarım hırçın dalgalar misali şiddetlendi, önüne geçemedim.

Kendi denizimde boğuldum.

Ellerimi gözlerime bastırdım ve sessizce ağladım. Kardeşim şu an ne yapıyordu? Saatlerdir evde yoktum annem ve babam beni merak etmişler miydi? Belki babam fark ederdi ama annemin fark edeceğini düşünmüyordum. Bu gece ona masal okuyamadığım için kardeşim kızar mıydı bana?

Ne kadar öyle durduk bilmiyordum ama o beni hiç durdurmamış veya ağlamamın sebebini sormamıştı. Bunun yerine bir eli ile omzumu tutarken diğer eli ile sırtımı sıvazlıyordu..Anlıyordu beni, bakışlarından anlaşılıyordu bu. Ağlamam yavaşladığında ve dalgalarım yerini gelgitlere bıraktığında ellerimi yüzümden çektim. Başımı kaldırıp yüzüne bakmak istemiyordum. Daha ilk günden tanımadığım bir yabancıya kendimi bu denli savunmasız gösterdiğim için kızdım. Bir adım geriye attığımda mesajı almış olacak ki ellerini üzerimden çekti ve bir adım geriledi. “İyi geceler.” Dedim ve cevabını beklemeden kendimi kaldığım odaya kapattım.

Birilerine kabuk bağlayan yaralarınızı göstermek bir nevi ince bir ipin üstünde yürümek gibidir küçük bir umut ipin diğer tarafına geçebilir, yaralarınız iyileşebilir aksi takdirde düşebilir, ölebilir veya yara koleksiyonunuza yenileri eklenirdi. Kaldığım oda bana nefes alacak alan tanımıyor gibi geliyor, duvarlar üzerime geliyordu. Küçük camdan bakmak duygularımı dizginlemeye yetmiyordu. Gecenin kaçı bilmiyordum. Belki 3 belki de 4…

Parmak uçlarımda adeta süzülerek çıktım odamdan. Kapıyı da kapatmayı unutmadım. Evin kapısını açtım ve üçlü basamaklardan en aşağıya oturdum.

Geceydi, serin rüzgar tenime çarpıp devam ederken başımı gökyüzüne kaldırdım. Yıldızlar sanki bugün daha fazla parlıyor gibiydi veya mutlu olan her şey gözüme batıyordu.

“Leylüfer.” Annemin kardeşimin ismini söylerken ki sesi kulaklarımda yankılandı. “Leylüfer.” Dedim bende yıldızlara. “Eğer buraya birlikte gelseydin seninle, burada otursaydık ve seninle saatlerce yıldızları izlesek nasıl olurdu? Belki bana durmadan yıldızların isimlerini sorardın bende her seferinde bilmediğimi söyler birkaç dakika hevesinin kırılmasına izin verirdim ardından devam ederdin sorularına. Belki de bunların hiçbiri olmaz ve sen bu büyülü manzara karşısında saatlerce susarak oturmayı tercih ederdin.

Hangisini seçerdin acaba?

Kardeşimi daha iyi tanımak için bile vaktim olmamıştı. Onunla neredeyse her akşam yıldızları izlememe rağmen burada olsa ne yapardı kestiremiyordum.

Soğuk havayı arsızca içime çektim. Etraf sessiz, ağaçlar dahi rüzgar da kıpırdamıyor kendi şarkısını söylemiyordu.

Doğa da yorgun olur muydu?

Arkamdaki kapının açılma sesini duyunca irkildim ve ani bir hızla arkamı döndüm.

Yabancı…

“Uyku tutmadı mı seni de?” Bir basamak arkama oturdu, aramıza mesafe koydu. “Sanırım. Seni de mi?” omuz silkti çok normal bir şey söyler gibi “Geceleri pek uyuyamam.” İçli bir nefes verdim “Benimde o gecelerden biri sanırım.”

Sustu. Sustum. Konuşacak pek çok şey sormak istediğim onlarca soru varken sustum. Büyülü geceyi hissetmek ve içime çekmek istiyordum.

“Biliyor musun?” Dedim. Normalde kim olursa olsun aramızda bu denli uzun bir sessizlik olsa kendimi nedensizce kötü hisseder ve konuşurdum ama şu an olan durum çok farklıydı. Anlatmak istiyordum.Tanımadığınız birine kimseye açamadığınız kapıları açmak daha kolay olur çünkü tanıdığın bir insana anlattığında ne olduğunu anlamadan bıçağın sivri tarafı seni bulabiliyordu. “Eğer kardeşim burada olsaydı gerçekten çok mutlu olurdu. Mutluluğunu tarif edemem ama gözlerindeki ışıltıyı görsen bana hak verirdin.” sıcacık bir gülümseme ile çevirdim bakışlarını yüzüne. O da bana baktı. Yüzündeki ifadeyi yine anlamıyordum, en derinlerine gömmüştü. “Kardeşinin ismi Leylüfer mı?” Duymuştu beni. “Evet.” Minik bir gülümseme yüzünde peyda oldu. Belli belirsizdi ama ben görüyordum. “Güzelmiş ismi. Anlamı ne?” Başımı tekrardan gökyüzüne kaldırdım sanki ne kadar uzun süre bakarsam o kadar çok yüzünü görebileceksinmiş gibi. “Gece ışığı. Karanlık bir gecede doğmuş kardeşim. Babamda onu ilk kucağına aldığında gece ışığım demiş. Annemde bu ismi vermiş.” Gülümsemesinde keder duygusunu yakalamıştım. İçinde bazı şeyler yitip gitmişti sanki. Gülümsemesi derin bir tebessüme dönüşürken “Çok güzel ve anlamlı. Kardeşin adına sevindim.” Duygusal havayı dağıtmak adına. “Birde sen onu bana sor. Her akşam yıldızları izleriz odasının balkonunda. Saatlerce bana her yıldızın isimlerini teker teker soruyor.” Sesli ve minik bir kahkaha çıkınca başımı şaşkınlıkla ona çevirdim. Gülerken başını eğmiş ve gülmeye devam ediyordu. “Maalesef.” Dedim bıkmış bir şekilde. Ne kadar tatlı olsa da bir o kadar bıktırıyordu insanı. “Halinden o kadarda pişman gibi gözüküyorsun.” Omuz silktim. “En azından tatlı. Çekilmesini kolay kılıyor.” anladığını belli edercesine başını salladı.

“Sende sever misin?” Dedim Sorumun devamını getirme gereği duymamıştım. Anlamıştı bence ne sormak istediğimi. İçli bir nefes verdi. “Bilmem. Her gece izlerim bende aslında. Sessizliği ve karanlığı severim. Sessizliğin sesini duymak iyi geliyor.” Bu kadar uzun bir cevap vermesini ve bu kadar uzun konuşmasını beklemediğimden sustum ve dediklerini düşündüm bir müddet.

Sessizliğin sesi…

Vardı.

Gece bu denli sessiz olurken hem huzur vermesi hem de yalnız hissettirmesi normal miydi?

“Kasabanın çıkışı nerede?” Bu akşam bunları konuşmak istemiyordum lakin sabah erkenden burayı terk etmek istiyordum. Boş oturduğum her saniye ızdıraptı benim için. Bakışlarını yüzüme çevirdi. “Yapma.” der gibi bakıyordu, içten içe susmamı diler gibi.

Neden?

“2 seçenek var.” Dedi bakışlarını üzerimden çekip, yıldızlara çevirdi. “Aslında bir.” Ne? “Bu kasabadan çıkmak için sınır kapısı var lakin pek çok muhafızla çevrili etrafı. Tek başına sağ çıkman imkansız gibi bir şey. Senin yabancı olduğunu görürlerse izinsiz kasabaya girmekten idam ederler.” Yutkundum. Başımı eğdim ve etimi yolduğum parmaklarıma çevirdim. Devam etmesi için sözünü bölmedim. “2. Yolda burada geliyor. O sınır kapısından çıkmak istiyorsan savaşçıların arasına sızman gerekecek.” anlamayarak “Savaşçı?” Onun yan profiline bakarken o başını inatla bana çevirmiyordu. “Kralın askerleri gibi düşün bir nevi. Diğer kasabadaki savaşçılar ile savaşmaya gider, Kralın emirlerine uyar. Kasabasını korur. Öldürmesi gerektiği yerde öldürür.” Gözlerim şaşkınlıkla açılırken başını bana çevirdi. Gözlerimdeki çaresiz duyguyu anlayabiliyor muydu? Gizleyebiliyor muydum her zamanki gibi? “Bu ay yeni savaşçılar seçilecek, gönüllü olarak gidenler arasından.” Konuşması sonlara doğru yavaşlamıştı, acıyor muydu bana?

Konuşamadım.

Öldürmek.

Zihnimin içinde dolanıp duran tek kelimeydi. Kendi hayatım için başkasının hayatını bitirebilir miydim? Daha gerçekleştirmediği pek çok hayalini yapamamışken bencilliğim yüzünden boynuna ipini ben asacaktım.

“İstersen.” Dedi benim konuşmadığımı görünce. “Sabah konuşalım bunları. Hava soğuk ve esiyor. İlk günden hasta olmak istemezsin. Hoş zaten halsizsin.” Odaya gitsem de zaten uyuyamayacaktım. Sustum, başımı sallamakla yetinmiştim. Odanın kapısını açtığımda “Uyumaya çalış. Birazda olsa.” Arkamı döndüm. Yanımdaki odanın kapısının önünde idi o da. Yutkundum, biliyordu uyuyamaycaktım. Başımı salladım. Odaya girecekken aniden aklıma gelen şey ile koşar adım yabancının odasına gittim. Tam kapıyı kapatıyordu o da, adım seslerini duymuş olacaktı ki kapının kulpunu tutuyordu eli hala. “Efendim?” Kan oturmuş gözlerine bakmamaya çalışarak “Beni yarın erkenden sınıra götürebilir misin?” Gözleri cümlem bittikten sonra kocaman açıldı ardından hemen çatıldı. “Delirdin mi sen? Ölürsün. Yaşama şansın yok.” Söyledikleri tüylerimi diken diken ederken kalbime iğneler batıyor mışcasına sızladı.

Biliyordum.

“Zaten sizi yeterince tehlikeye sokuyorum sanırsam. Dedenle ben uyurken konuşmalarınız…” sustum. İsteyerek dinlememiştim. Kısa bir süreliğine uyanmış ve benim hakkımda konuştuklarını duymuştum. Yabancı benim prensin adamlarından biri olduğumu söylemişti yaşlı adam ise bunun olduğunu zannetmediğini söylemiş ama kasabayı gezdiklerinde beni görürlerse başları fena belaya gireceğini söylemişti. “Bizi tehlikeye soktuğun ortada ama daha hiçbir şey bilmiyorsun. Beni bile tanımıyorsun. Nasıl güveneceksin bana. Belki de yarın seni Krala teslim edeceğim. Belki de bu söylediğin her şey bize söylediğin palavralar. Korsanlardan biri olabilirsin, kaçak olabilirsin, muhafızlardan biri olabilirsin ve daha pek çok şey. Birbirimize güvenmiyoruz.” Haklıydı ama nedense bu sözleri sinirlenmeme neden olmuştu. “Saçmalıyorsun. Size söylediğim hiçbir şey yalan değildi. Büyü gücünüz yok mu sizin, zihnimi oku.” saçmalıyordum şu an ama sinirden doğru düzgün konuşamıyordum. Gayet ciddi bir halde “Öyle şak diye büyü yapılmıyor hanımefendi. Ayrıca sana bunu daha önce de dedim. Sesli söyleme. Kral yıllar önce büyü yapmayı yasakladı.” Ne! Kitaplarda böyle olmuyordu ama. “Belki ben seni söyleyeceğim Krala. Ne malum?” Alayla gülümsedi. “Eğer benim büyü yaptığımı söylersen bende seni ifşa ederim. Karşılıklı.” Ağzım hafif aralık bir şekilde açılırken kaşlarımı çattım “İnanamıyorum. Sana zarar verecek olsaydım çoktan verirdim. Halim bile yok görmüyor musun?” Alaylı ifadesi yüzünde solarken son derece ciddi bir hale büründü “En iyi ihanet en iyi kendini tanıttığından gelir. Sana karşı tutulan en iyi silah görevi görür ayrıca.”

Yaşamıştı.

Bilgiliydi bu konuda.

Sesinde saklamaya çalışıp pek de iyi saklayamadığı kederi hissediyordum.

Yutkundum. “Neyse.” Dedim konuyu dağıtmadan. “Sizi daha fazla zora sokmak istemiyorum. Senden son bir ricam var, o da beni sabah erkenden sınıra götürmen. Gerisinin sizi ilgilendireceğini zannetmiyorum. Her şey için teşekkürler. İyi geceler.”

Emin adımlarla odaya gittim ve kapımı kapattım. Kızgınlığım ona değil kendimeydi aslında. Haklılardı, başları fazlasıyla belaya girebilirdi.

Bugün benim miladımdı

Ve yarın hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Ne ben nede eski yaşantım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 29.11.2024 08:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...