3. Bölüm

2.Bölüm Suikast Planı

Berra Yılmaz
berry_

2. BÖLÜM SUİKAST PLANI

Normal bir insandım.

Herkes gibiydim.

Derslerime çalışır, sevdiğim filmleri tekrar tekrar izler, sahaf dükkanında günümün geri kalanını geçirir ve bol bol kitap okurdum.

Peras…

Perastaydım değil mi?

Sınır kapısı denildiğine göre veya sur burası epey büyüktü. Belki de bizim ülke tanımımız onların “kasaba” tanımı ile örtüşüyordu.

Öldürmek…

Kendim uğruna başka bir insanı öldürecektim, ailemi ve evimi tekrar görme pahasına… Buna değer miydi? Belki de kendi dünyam benim onu sahiplendiğim kadar sahiplenip sevmiyordur beni?

Nasıl?

Nasıl yapacaktım ki?

Daha silah tutmamıştım ki ben. Değil bir insanı öldürmek birine bile isteye zarar vermekten çekinirdim. (Aslında cinayet kitapları okurken kan ve vahşet sahneleri hoşuma giderdi hep.)

Eskiden yani…

Saatlerdir kafamın içindeki onlarca soruya bir cevap bulamamış bu yüzden de olmayan uykum gecenin karanlığına karışmıştı. Güneş dağların arkasından görünür vaziyette idi lakin kış güneşiydi bu, aldatıcıydı. Soğuk rüzgarın yüzüme çarpması ile odanın camını kapattım. Odadaki soğuk hava gittikçe azalırken yüzümün ve vücudumun ne kadar üşüdüğünün farkına yeni varmıştım. Ellerim ile yüzümü avuçladım ve az da olsa ısınmak adına bekledim.

Bir şey değişmemişti.

Odanın kapısı tıklanınca irkildim. “Gel.” başını odanın kapısından uzattı ama yüzüme bakmadı. “Sabah bir şeyler yemek istemediğini düşündüm bu yüzden yolluk yanımıza aldım. Epey uzun bir yolculuk bizi-” sustu. Gözleri gözlerimi bulunca bakışlarını yüzümde gezdirdi ve hızla kapıyı açıp odaya girdi. Aramızda bir adım mesafe kalınca durdu. “Ağladın mı sen?” Birkaç saniye sorusundan ötürü boş bir ifade ile göz kırpmak ile yetindim. Ardından elimin tersini yanağıma koydum, hala soğuktu. “Hayır. Pencereden dışarıyı seyrediyordum. Cereyan çarpmıştır.” bakışlarındaki anlam veremediğim ifadenin yerine donuk bir ifade kondurdu ve “Tamam o zaman.” arkasını döndü ve odadan çıkmadan önce yüzüme baktı. “Hava epey soğuk. İstersen yatağın altından hırka al.” bakışlarımdaki ifadenin yerine anlamsız bir sıcaklık oturdu. Kısık bir sesle “Teşekkür ederim, her şey için.” cevap vermedi, sadece odadan çıkmadan önce bakışlarını yüzümde gezdirme gereği duydu.

Yüzümü yıkamak için banyoya gittim. Çıkmadan önce aynadan yüzüme baktım. Akşam uyuyamamanın verdiği yorgunluk ve hala geçmeyen baş ağrımdan dolayı göz altlarım morarmıştı ve yüzüm eski canlılığını yitirmişti.

İlk günden he?

Banyodan çıktığımda evin kapısının önünde onu dikilirken buldum. “Çıkalım mı?” Dedi bende başımı sallamakla yetindim ve kapıya doğru adımlarımı atarken “Bir saniye.” Deyişi durmamı sağladı. Arkamı döndüm ve benim kaldığım odaya girdiğini görünce kaşlarımı çattım. Elinde uzun bir hırka ile döndü ve bana uzattı. “Daha az önce söyledim nasıl unutabilirsin?” Gözlerimi kırpıştırdım anlamsızca, söylediği cümleler beynimde dönüp duruyor ve algılamam biraz zaman alıyordu.

Oradayken de öyleydim.

En az 8 saatti benim için ideal uykumu alma sürem.

Orası olmuştu benim için artık.

Daha ilk günden alışkanlıklarım bir bir silinecek miydi buradayken?

Benim bir şey yapmadığımı görünce kolunda katlı bir şekilde tuttuğu kahverengi hırkayı açtı ve kapişonunu başıma geçirdi. “Hava soğuk. Hala kendine gelebilmiş değilsin. Giy bunu. Ayrıca önceden de söylediğim gibi burada herkes birbirini tanır. Yüzünü iyi gizle.” Dedi ve eğilip yüzüme alttan baktı. “Tamam mı?” Küçük bir çocuğa laf anlatır gibiydi bu halleri daha çok. Başımı salladım, konuşmak gelmiyordu içimden zaten dün gece kendim hakkında yabancıya fazla bilgi vermiştim ve bundan son derece rahatsızdım. İnsanlara güvenmiyordum, güvenmek istemiyordum. Hepsinin sonu aynıdır çünkü.

Hırkasını önünü burnuma kadar çektim ve saçlarımı toplayıp kapussşonuda yüzümü kapatacak kadar çektim. “Halkın içine girecek miyiz yani orman dedin ya dün. Kalabalığa karışacak mıyız?” Başını salladı ağır ağır. “Karışık bir yerleşim hakim Perasa her yerde ev bulman mümkün lakin biz zaten atla gideceğiz.” Gözlerimi kocaman açılırken başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. “Ne ben daha önce hi-” lafımı bölerek “Hiç ata binmemişsindir eminim. Bu yüzden arkamda oturacaksın. Merak etme oldukça iyiyim bu konuda.”

Gerçekten kitaplarda geçen dünyada yaşıyormuş gibi hissediyordum. Ata binmeler, her yerde ahşap tek katlı binaların olması ve kıyafetlerin eski tarz olması. Pek çok daha fazla detay… Yutkundum ve başımı sallamak ile yetindim.

Ona güvenmekten başka seçeneğim yok gibi duruyordu.

Atın yanına gittiğimizde heybetinden dolayı gözlerimi kocaman açsamda Chris önce atın yelesini sevdi ardından da karşısında gerçek bir insan varmışçasına sevgiyle baktı. “Karşında bir at var farkında mısın? İnsan yok yani-” Alaylı sözlerim onun bana çevirdiği gözler ile son buldu. “Bazen.” Dedi ve arkasını tekrardan dönüp atın ekipmanların takmaya başladı.İsimlerini doğal olarak bilmiyordum. “Hayvanlar insanlardan daha iyi dinleyici olur.”Sustum.

İnsanlara anlatamayıp da ona anlattığın ne olmuştu?

Aslında bende okula gitmeden önce pek çok sokak hayvanını severdim ama büyük hayvanlardan hep korkardım. Kendimin yapamadığı bir şeyi başkası yapıyor diye dalga geçmiştim, komikti bu durum. Ata kolay bir şekilde binince bu sefer ben binmeye çalıştım lakin fazla uzundu. Elini uzattı. Tuttuğumda ise hiç zorlanmadan atın üstüne çekti. Kocaman sırtından dolayı önümü göremezken “Sıkı tutun. Hızı sever.” Sıkıca omuzlarından tuttum. “Çantayı sen sırtına takar mısın? Arkamda sen varsın ve rahatsız olabilirsin.” Bunu bile mi düşünmüştü? Görmesede başımı belli belirsiz salladım ve sırtındaki çantayı alıp kendi sırtıma aldım.

At koşmaya başladığında minik bir çığlık döküldü dudaklarından Lina'nın. Sert ve soğuk rüzgar yüzüne her vurduğunda daha dinç ve daha özgür hissediyordu. Sevinçle bir çığlık daha attı. Artık evde değildi. Annesinin hayatının en mühim şeyi üniversite sınavıymış gibi davranması artık onu boğmuyordu. Tek özgürlüğü ders çalışırken penceresinden gördüğü kuşlar değildi, koca bir kasaba seriliydi ayaklarının altında artık.Kocaman gülümsedi tekrardan. Yabancı neşeli çığlığı duyunca başını kızdan tarafa hafif çevirdi. Rüzgarda uçuşan gece karası saçları ve onu gördü göreli ilk defa oluşan yüzündeki güneş kadar parlak gülüşü ister istemez onuda güldürmüştü. Yabancının Lina'yı gördüğünün farkında değildi. “İnsanlardan uzakta gidiyor olmalıyız.”diye düşündü Lina. Tek tük ahşap bina ve hızlı gittiklerinden dolayı belli belirsiz gördüğü insan suretleri bile onu mutlu etmeye yetmişti. Yemyeşil bir manzara seriliydi önlerinde her nefesini çektiğinde ciğerlerinin içine dolan ağaç ve daha pek çok koku onu daha da mutlu etmişti.

Bi ara kendimi o kadar huzurlu hissetmiştim ki yanağımı yabancının sırtına koyup uyuya kaldığımı şimdi fark ediyordum. Kendimi hemen toplayarak geri çekildim ve gözlerimi ovuşturdum. Yabancı başını benden tarafa çevirdi ve “Günaydın.” Dedi alayla. İster istemez sinirlendim. “Özür dilerim uyuyakalmışım ayrıca neden uyandırmadın? Sanada zorluk çıkardım.” Utanıyordum yeterince. “Uyuyamamıştın zaten akşam. Sana demiştim enerjiye ihtiyacın olacak.” Neredeyse fısıldayarak “Teşekkür ederim.” Minnet duyduğumu bilmesine gerek yoktu çünkü birinin bana sebepsiz yardım etmesine alışık değildim ve bu yardımın altında eziliyordum. “Önemsiz.” Duymuştu hemde hızlı gitmemize rağmen ve sert rüzgarın duymamızı engellemesine rağmen.

Kaç saat geçtiğinden emin değildim. Belki 7 belki de 8 saat… Sürekli aynı pozisyonda oturmaktan her yerim uyuşmuştu ama sızlanmayan kendime hak görmüyordum çünkü ben rahatça yolculuk yaparken yabancının durmadan kontrolü eline alması gerekiyordu. Tek anladığım şey atın yavaşlamasıydı, bunu yorulduğudan mı yoksa yola yaklaştığımızdan mı bilmiyordum. Merakımı yenik düşerek “Ne kadar kaldı?” Soğuk rüzgar gözlerimi yaşarttı. “Az kaldı.” Sesinde yorgunluğun izlerini barındırmıyordu. “Oldukça dinç.” Dedim içimden. Bende hemen yorulmazdım lakin aralıksız saatlerce yolculuk yapabileceğimi helede kontrol bendeyken yapabileceğimi düşünmüyordum. “Ne kadar az?” İç çekti “Baya.” Belirsiz…

Ne kadar olduğunu bilmediğim ama az olduğuna emin olduğum bir zamandan sonra at iyice yavaşladı ve büyük gövdeli bir ağacın arkasında durdu. “Geldik mi?” Dedim başımı hafif yana eğip önümüze bakmaya çalışarak, yol boyu sırtı görmemi oldukça zorlaştırmıştı. “Ama burası orman.” Başını arkasına çevirdi ve yüzüme baktı “Yaklaşık bir saat yürürsen ormanın ardında muhafızları görürsün. Ardından da sur kapısını.”

Yutkundum, ellerim terledi, dizlerime avuçlarımı bastırdım. Titrememi görmek zorunda değildi. “İstersen daha da yakına-” Hızla “Gerek yok.” Daha fazla tehlikeye atmaya hakkım yoktu onu. Muhafızlar onu görürlerse benim için tehlikeye girecek olurdu, kimseye borcum olsun veya veya benim yüzümden tehlikeye girsin istemezdim daha ilk günlerden. Atın üstünden yere atladım ve kıyafetlerimi düzelttim. Bu sefer o indi benim kadar zorlanmadan. Üstümdeki ona ait olan hırkayı çıkarmak için fermuarını açtığımda engel oldu ve fermuarı çeneme kadar çekti. “Sende kalsın, hava soğuk.” Haklıydı hava soğuktu, geldiğim yerden kat ve kat daha soğuk. “Bu bana neredeyse biraz uzun geliyor. Bu sana nasıl oluyor?” İlk üzerime giydiğimde aklımda dolanan sorulardan birini sorduğum için hem azda olsa rahatlamış hemde vereceği cevabı bilmemenin verdiği gereksiz gerginliği hissetmiştim. “Benim değil çünkü.” devamını sormadım, belli ki anlatmak istemiyordu. “Annemin.” yere indirdiğim başımı tekrardan kaldırdım ve gözlerimle gözlerinin tekrardan buluşmasını sağladım. “O giyerdi. Yani sanırım.”

Boğazımda beliren yumru yutkunmamı zorlaştırmıştı. Bunu o kadar normal söylemişti ki afallamıştım. Ne bir üzüntü bulaşmıştı koyu sesine nede normalden farklı bir duygu. ne de normalden farklı bir duygu.

Yokluğuna bu kadar alışması normal miydi?

Gözlerim dolacak gibi oldu ama hemen kendimi durdurdum ve gülümsedim. Bana anlattığı şeyden sonra karşısında gülümsemem kabaca olur muydu bilmiyordum ama üzgün olursam işler daha da zorlaşırdı. “Bunca zaman güçlü kalabilmişsin, söylediğinde sesin titremeyecek veya sakladığın duygular açığa çıkmayacak kadar.” Yüzüm ister istemez düşmüştü. “Üzgünüm. Bunu demem hiçbir işe yaramayacak ama yine de özür dilerim. Başın sağolsun.” Kaşlarını çatmıştı, tabii ya. “Yani bizim orada öyle söylerler. Ölünün arkasından ailesine.” Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluşmuştu. “Sizin dünyanızdan şimdiden pek çok şey öğreniyorum.” Şuan yeri miydi bilmiyordum ama bende gülümsedim. Bir kaç saniye ikimizde sustuktan sonra aklına bir şey gelmiş gibi atın yanına koyduğu çantayı açtı ve içerisinde bir poşet verdi. “İşin zor, öğlende oldu bence ne yapacaksan akşam yap ve o vakte kadar ağaçta saklan.” Uzattığı poşeti aldım ve içerisindeki çörekleri gördüm, görünüşleri bizimkilerden çok farklıydı. Gülümsedim ve bakışlarımı tekrardan kaldırıp gözlerine baktığımda zaten beni izlediğini fark etmek rahatsız etmişti. “Teşekkür ederim. Herşey için. Bu kadar uğraşmana ve tehlikeye girmenize gerek yoktu. Neden yaptın bilmiyorum ama teşekkür ederim. Dedene de teşekkürlerimi ilet olur mu? Yaptığı çorba çok güzeldi.” Başını salladı. “Bir şey değil.” İster istemez bir gülümseme oluştu. Teşekkürürme karşılık vermişti. Gülümsememin karşısında sadece bakışlarını yüzümde gezdirdi. “Dikkat et kendine.” Anladığımı belli ederek başımı salladım. “Sende.” Alayla gülümsedi “Söylemiştim. İyi at kullanırım, gördün.” Onu taklit ederek gıcık bir ifadeyle gülümsedim “Kendine o kadar güvenmede.” dedim ama alayla başını sallamakla yetindi. Arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım. Arkama dönmedim, bakışlarını hala üzerimde hissediyordum. Onu tanımıyor olsam bile yanımda birinin olmasının verdiği güven duygusu yalnız başıma kalınca yok olmuştu.

Hırkanın kapşonunu alnıma kadar çektim ve sanki elimdeki poşet bana yardım edebilecek miş gibi daha da sıkı tuttum. Ne kadar yürümüştüm yarım saat, kırk dakika? “Elena hanımın diğer kasabadan misafirleri geleceklermiş.” Duyduğum ses ile ani bir hareketle sırtımı ağaca çarpınca çığlık atmamak için dudaklarımı ısırdım. “Gerçekten mi?” dedi az önceki sesin sahibi olmadığı ince sesinden anlaşılıyordu. “Bir ses duydum sanırım.” Ağacın gövdesine daha da sokuldum, artık nefeste almıyordum. “Ne sesi?” Adım sesi daha da yaklaştı adamın, kralın muhafızlarından biri olması muhtemeldi. “Şuradan.” Keşke nereyi işaret ettiğini görebilsem! “Karter falan dolaşıyordu, bu saatte hep olur ormanda.” Hemen ardından “Hayır.” Daha da yaklaştı adım sesleri ellerimi ağzıma kapattım ve sıkıca sıktım yüzümü anın verdiği reksiyonla. Adımlar durdu. Nefes alıp verişi duyduğuma göre aramızda en fazla 5 metre olmalıydı. Lütfen ağacın hemen arkasında olmamış olsun, lütfen!

Daha ne olduğunu anlamadan kapşonumun çeneme kadar çekilmesi ve bir elin ağzımı kapatması bir olmuştu. “Ben söyleyene kadar konuşmayı aklından bile geçirme.” elini ağzımdan çekti ve ağacın gövdesinden çıkardı. Ne yapıyordu bu böyle? “Ne işiniz var burada?” dedi muhtemel muhafız. Siz? “Kardeşim ağır bir hastalık geçiriyor,tedavisi için merhem yapıyordum ama eksik bitkiler var. Malum bu orman yeterince geniş.” Gözlerimi ve ağzımı kapatan kapşonumdan ötürü hiçbir şey görememek çıldırmama yetiyordu. “Ne hastalığı bu?” Diğer muhafızda gelmişti sanırım bu sefer yanımıza, soruyu soran oydu. “Grot.” dedi kız.

Karter?

Grot?

“Gösterdiği semptomlar ne?” bu konular hakkında yeterince bilgisi var mıydı yoksa olası bir yalandan sakınmamız için gözdağı mı veriyordu bilmiyordum. “Sabaha doğru ateşi çıktı sonradan ise mide bulantısı ve vücudundaki kabarcıklar yüz gösterdi.” Bağırıp herşeyi inkar edebilirdim ama nedense ona güvenmem gerektiğini hissetmiştim. “Bakabilir miyim kıza?” Yutkundum. “Biraz çekingendir bir de duymakta zorlanıyor. Ben ona anlatayım. Başkasının dokunmasından rahatsız olabilir.” Muhafızlar onaylamış olacak ki kolumdan tutarak bir kaç adım geri yürüttü ve sırtımı onlara döndürdü. Kıyafetimin kollarını sıyırdı ve parmağı ile daireler çizerek belli belirsiz bir şeyler mırıldandı ardından bunu diğer koluma da yaparak tekrardan muhafızların yanına yürüttü. “Korkmana gerek yok tamam mı ablacım?” küçük oyununa ayak uydurup başımı salladım. Kolumu bıraktı ve sırtımdan yürümeme için ittirdi. Başım eğik olduğundan dolayı görüş açıma bir çift ayakkabı gelene kadar yürüdüm. “Bakalım bakalım hastalığına.” muhafızlardan biri kıyafetimin kolunu tutup dirseğime kadar çekmesiyle tekrardan kapatması bir oldu.”Peras aşkına bu ne böyle?” arkamdaki kız beni kendine çevirdi ve “Ne olmuş ki?” dedi ve kolumu tuttu “İnanamıyor.” dedi şaşkın bir halde, sanki bunu o yaşamamışçasına “Çok hızlı yayılıyor, bağışıklık sistemi çok düşüktür kardeşimin.” Çenemi kaldırdı, gözlerimi kapşon kapattığından yüzünü görememiştim. “Yüzünede yayılmış lütfen izin verin de hemen toplayalım gerekli malzemeleri.” İç çekti muhafızlardan biri “Hava kararıyor, size eşlik etmemi ister misiniz?” Kolumu tuttu sıkıca, konuşma der gibi. “Teşekkür ederiz ama buna hiç gerek yok. Az bir işimiz kaldı zaten hem sizin gibi yetenekli muhafızlar kasabayı koruduğu sürece kimse bize bir şey yapamaz.” Kısık bir sesle güldüklerini duydum muhafızların, pohpohlanmak hoşlarına gitmişti anlaşılan. “Peki o halde.” dedi muhafız ve adım seslerinden önümüzden çekildiğini anladım. Gururunu okşayarak o fark etmeden yanlarında tüymemizi sağlamıştı, zekice. “Teşekkür ederiz.” dedi ve beni önünde tutarak yürütmeye başladı. Bir müddet yürüdükten sonra kapşonumu açtı. Hızla arkamı döndüm.

Kızıl saçları, açık kahve gözleri ve bembeyaz bir teni vardı karşımdaki kızın. Yüzünü daha korkunç biri bekliyordum, en azından bu denli iyi rol yapabilen bir yalancı için.

Her rol yapan yalancı mı oluyordu?

O zaman herkes biraz yalancı oluyordu.

Benden bir kaç santim uzun, üstünde beyaz uzun kollu bir bluz, onun üstünde saçları ile uyumlu kapalı renk bir turuncu hırka altında ise kahve rengi bir pantolon vardı, onun altında ise siyah renkli bir çizme. “Sen kimsin?” aklıma gelen şey ile koluma baktım, söyledikleri kabarcık yoktu. Kolumda gezdirdim parmaklarımı bir süre ama hissetmiyordum. “Bu korkunç!” dedim hiddetle. “Sana herşeyi anlatacağım ama önce eve gitmemiz gerek ikinize de baştan anlatamam.” Kaşlarımı çattım “İkimize?” Kaşlarını çattı bu sefer. “Sen bilmiyor muydun benim geleceğimi? Chris söylemedi mi?” Sinirden saçlarımı yolmak istiyordum “Chris kim?!” dedim kendimi tutamayıp bağırarak. Yabancı kendi kendine “Ne işler çeviriyorsun acaba Chris?” şakaklarını ovuşturdu ve yürümeye devam etti. Onun arkasından bende tabi.

Ormandan çıktıktan sonra bir atın yerde yattığını görmüştüm. Kız atın yanına gitti ve yelelerini sevdi, yabancı ile bindiğimiz attan daha küçüktü. Ayrıca o at gece kadar karayken bu ise ona zır bir şekilde bembeyazdı. “Ay.” diye düşündüm. “Leylüfer.” dedim sonrada ve başımı gökyüzüne kaldırdım. Mevsim kış olduğundan dolayı erkenden kararmaya yüz tutmuştu ve güneş yerini karanlığa bırakmaya başlamak üzereydi. Nefesimi verdiğimdeki belli belirsiz buharı izledim. Şuan ne yapıyordur acaba?

Bu sefer ata birinin yardımı olmadan binebilmiştim. Kızın arkasında yol alırken zaman kavramını unutmuştum. “Ne kadar zamandır buradayız?” doğru cümle bile kuramaz hale gelmiştim, soğuktan her yerim üşüyordu çünkü. “3 veya 4 saattir yol alıyoruz sormak istediğin buysa.” Sert rüzgardan ötürü bağırdım “Evet. Ne kadar kaldı peki?” İç çekti “Az kaldı.” Omuzlarım düştü, vereceği cevabın bu olmasını istememiştim. Atı ben kullanmıyor olmama ve bencillik olacak olmasına rağmen inmek istiyordum.

Daha şimdiden bu bilinmezlik yoruyordu.

Bir müddet daha gittikten sonra at yavaşlamış ve sonrada durmuştu. “Kapşonunu kapat.” dedi kız ve ben daha kapatmak için yeltenmeden kapşonumu kapattı. İndiğim an kapşonumu kapattığından ötürü etrafa pek göz gezdirme fırsatım olmamıştı ama önümüzdeki binayı görmüştüm. Diğer gördüğüm binalar gibi ahşaptı ve tek katlıydı. Kolumdan tuttu ve evin kapısını açıp beni de sırtımdan itekledi. Sıcak hava önce yüzüme vurup ardından da her bir zerremi ısıtınca rahatladığımı hissettim.Kapşonumu açıp önümden geçip giden yabancının arkasına takıldım. “Nerdeyiz şuan ve sen kimsin?” Görüş açımda olan sırtının yerini yüzü aldı ve “Chris gelince konuşacağız tamam mı?” dedi ve üst kata çıkmaya yeltendi. “Tamam değil!” dedim bağırarak. Yterince sessiz kalmıştım. “Yol boyu sessizliğimi korudum artık yeter. Bana zarar verip vermeyeceğini bilmiyorum, bana ne yapacağınıda bilmiyorum ve bunca bilinmezliğin arasında kalmak çok zor. Anlat,hemen.” kendimden beklenmedik şekilde tehditkar sesim. “Ne bu gürültü, neler oluyor?” tanıdık ses ile arkamı döndüm. Başındaki gri bereyi çıkardı ve kapıyı kapattı.

Yabancıydı gelen…

“Chris.” dedi merdivenlerdeki kız ve ben ne olduğunu anlamadan koşarak çocuğun boynuna sarıldı. İsmi Chris olan ama benim için hala yabancılığını koruyan çocuk ise kolunu kızın beline sardı. Taktığı bereden ve büyük kapşonundan dolayı hala yüzünü göremiyordum. “Özlemişsin sanırım.” kendinden çekti kızı ve bir abi edasıyla kızın kızıl saçlarını karıştırdı. Kızın bana bakarken ki donuk yüz ifadesinin yerinde kocaman bir sırıtış vardı. Çocuğun koluna vurdu “Sende özlemişsin sanırım.” Chris güldü. “Elin hala ağır.” Diğer yumruğunu hava kaldırdı “Diğerine de vurma mı ister misin? Eminim vuruşum sana etki etmiyordur.” Teslim olur gibi ellerini kaldırdı Chris. “Yok, çok naziksiniz ama saatlerdir aralıksız yol alıyorum. Lütfen bu aciz Kökl’e acıyın.” Onu dinlemeden ama bu sefer daha yavaş bir şekilde diğer koluna vurdu “Saftirirk.” Chris üstündeki kalın yeleği çıkardı ve evin ortasında duran karşılıklı büyük koltuklardan birine koydu. Arkasını döndü ve bana kısa bir bakış attı.

O an.

İlk gördüğümde sisli bir ormanı anımsatan yeşil gözler...

Şaşkın bakışlarımı bakışlarından çekti ve “Dina çok yoruldu, diğer atının yanına koyar mısın onu da? O da doğru dürüst dinlenemedi.” Başını salladı ve evden çıktı. Koltuğa oturacakken önüne geçtim ve “Konuşmayı düşünüyor musunuz? Bende buradayım farkındaysanız.” Sinirlenmiştim, beni görmezden geliyordu ve bu hiç hoş değildi. Önümde heybetli biri olsa da başımı kaldırıp dik durmasını da bilirdim. “O kız seni beklememi sonra konuşacağımızı söyledi, sen geldiğine göre artık anlatabilirsin. Konuş hadi.” dedim gözlerim ile kendisini işaret ederek. İçli bir nefes verdi. “Tamam o da gelsin hep birlikte-” sinirle bir adım daha attım ve aramızdaki mesafeyi sıfırladım “Dalga mı geçiyorsun benimle! Hiçbir şey bilmiyorum ben farkında mısın? O kızı sen getirdin peşimden, neden! Sınırlarda olmam gerekirdi ama yine bilmediğim bir yerdeyim, neden? Size güvenebilir miyim onu bile bilmiyorum!” dedim kendimi tutamayıp bütün gerginliğime Chris’e kusarak. Ellerim sinirden ve korkuyla titriyordu. Bana zarar verir miydi ona bağırdığım için? Bir adım atınca ister istemez bende bir adım gerilemiştim. Yüz ifadesi zor durumdaymış gibiydi daha çok. Nasıl anlatacağını bilemiyormuş gibi çıkmazdaydı. “Benden korkmana gerek yok. Sana zarar verecek olsaydım çoktan verirdim, bunun için fazla vaktim oldu.” Haklıydı. Yutkundum. Bu söyledikleri korkumu dindirmemişti. Bu kadar çabuk mu korkuyorsun Lina?! Sinirlenmiştim kendime.

Kendini koltuğa bıraktı ve ellerini saçlarına geçirdi. “Beni akılsız mı sandın?” dedi yorgun sesi. Sustum, anlamıyordum. Ellerini saçlarından geriye attı ve ensesine koyup başını kaldırdı, koyu yeşil gözleri yorgundu. Bunu göz altlarında oluşan torbaları görmesemde anlarım gibi geliyordu. “Kim direkt sur kapısına gider, hemde öleceğini bilerek.” Gözlerim cümlesinin ardından dehşetle açıldı. “Sen nasıl-” Bu sefer onun sesi yükseldi “Anlıyorum çünkü!” adeta kükreyerek söylemişti sözlerini. “Seni surlara götürmemi isterken tereddüt etmeni. Başından beri biliyordum bu kadar mantıksız karar vermeyeceğini, kim bile bile ölüme gider ki?” hızla ayağa kalktı ve üstüme doğru yürümeye başladı. Aramızda bir adım mesafe kalana kadar ben geriye o da üstüme doğru gelmeye devam etti. “Asıl soru şu.” dedi az öncekine kıyasla sakin ama bir o kadar sinirli sesi “Neden yalan söylemek için bir sebebin olsun?” Benden şüpheleniyor muydu? Gözlerimi kapattım ve açtım.

Gözlerimi kapatınca son bulmasını diledim bu kabusun. Olmadı.

“Daha fazla tehlikeye bulaşmanızı istemedim.” gözlerindeki ifade anında değişti, dürüstlüğümden dolayı mı yoksa yüz ifademden dolayı mı çözemedim. “Konuşmalarınızı duydum, bayıldıktan sonraki. Prens ve muhafızlar denetime geldiklerinde başınızın belaya girebileceğini söylemiştiniz. Benim yüzümden zaten yeterince zorlandınız birde planıma sizi alet etmek istemedim.” Her zaman mesafeli duruşu ve bakışlarının ardındaki ördüğü duvarları birkaç saniyeliğine yıkmıştım, afallatmıştı söylediklerim onu. Arkasını döndü, bu anını görmemi istemiyor gibi. “Artık biliyoruz. Çoktan bu işe bulaştık.” Bir adım attım “Bir şey olduğunda sizi ele vereceğimden korkuyorsan öyle biri değilim.” Yüzünü döndü tekrardan bana, başımı kaldırdım bende göz teması kurabilmek için. “Yapmazsın.” Bunu bakışlarımdaki kararlılıktan mı yoksa beni tanımaya fırsat bulduğu iki günden edindiği bilgiler sayesinde mi söylüyordu bilmiyordum ama yapmayacağıma inancı tamdı. İçten içe gülümsedim ama belli etmedim, en azından bir yol kat etmiştik. “Hava çok soğuk.” diyen kızın sesi bakışlarımızı ona çevirmemize neden oldu. Bense bir kaç dakika sonra gelseydi bu konuşmanın nereye varacağını merak etmiştim. Chris yüzüme bakmadan koltuğa kendini bıraktı. “Yorgunum. Hemen konuşalım ve bu iş bitsin.” dedi kıza bakıp. Kızda başını salladı ve yüzüme baktı “Otur istersen.” Ormandaki asi halinden eser yoktu, daha ılımlıydı şuan. Chris’in karşısına oturdum. Kızda yanıma oturunca aramızda mesafe olsada koltuğun daha da köşesine kaydım. Chris yere bıraktığı çantasını aramızdaki uzun sehpaya koydu. Benim yol boyu sırtımda taşıdığım, daha doğrusu atın. İçerisinden rulo yapılmış eski bir parşömen çıkardı. İki tarafından tutup bizden yöne çevirdi.

Haritaydı.

“Bu Peras.” Haritanın benden tarafa olan sol tarafını göstererek. “Şu an olduğumuz yer.” En sol köşesinde ve hiçbir yere birleşmeyen küçük yeri gösterdi “Gözetleme kuleleri. Burası denizden gelebilecek tehlikelere karşı bir önlem. Uzaktan normal bir ada gibi gözüküyor, çok yakınına gidilmediği sürece. İyi kamufle olmuş gözetleme kuleleri var.” Kız böldü bu sefer lafını “Bu kadar ayrıntılı anlatmana gerek yok bence.” Chris bakışlarını üzerimde çekip kıza çevirdi “Bırak herşeyi bilsin. İstediği bu değil mi? Bırak yardım edelim.” Bunu sinirle değil aksine olması gerektiğinden sakin söylemişti. “Haritanın orta yerini gösterdi, diğer yerlerden daha büyüktü burası. “Troks kasabası. Çoğu yemek veya bitki yetiştirmek için gerekli toprakları ithalat ederiz. En verimli topraklar orada bulunur. Bu kadar fazla ithalat olduğu için ithalat sırasında gizlice girip halkın huzurunu bozmaya çalışan veya kral hakkında gizlice bilgi almaya çalışan pekçok ayakçı oluyor. Seni onlardan sanmıştım ilk başta.” Fazlasıyla dürüsttü. Peras kasabası ile Troks kasabalarının altında olan ve Peras’ın uç kısmının bağlandığı yeri işaret etti. “Siterl, yetenekli savaşçıları barındırır. Savaşçı olurda o kasaba ile savaşa girerseniz işin fazlasıyla zor. Çoğunlukla haydut kasabasında yakalanmamak adına Siterl’e giden pek çok korsan biliyorum.” Haritayı anlatırken bu kadar ayrıntılı düşünüp konuşması şaşırmama neden olsada lafını bölmedim. Siterl’in yanında olan haritanın sağ kısmında olan “(Peras kadar büyük olmayıp Siterl kadarda küçük olmayan) yeri gösterdi bu seferde “Aros kasabası. Haydut adasına en yakın kasaba orası olduğundan.” dedi ve Aros kasabasının hemen üstündeki minik adayı işaret etti “Oldukça az kişi yaşar. Ne kadar güvenli olsada korsanlar veya haydutlarda temiz iş çıkarırlar bu yüzden çoğu yakalanmazlar.” Korsan mı? “Ne yapıyorlar Aros kasabasına gidip?” dedim ama soruyu Chris cevaplamak yerine yanımda oturan ismini bilmediğim kız cevapladı “Hırsızlık. Bu yüzden Kökller tarafından en yaygın isim hırsız adası. Kökller ne diye soracak olursan.” Kendisini ve Chris’i işaret etti. “Biz. Siz nasıl insansanız bizde Kökl’üz. Soyumuz bu.”

Kökl?

Sorularımı en sona bırakmaya karar vermiştim.

Aros ve Siterl kasabalarının altında ise çizilen dağları işaret etti “Karlı dağlar. Büyük sınıra gitmek için oradan geçmen gerekir ve bunu deneyen Kökl’lerin hiçbiri evlerine sağ dönemedi. Dondurucu bir soğu var. Gerçek manada dondurucu. Köklleri caydırmak amaçlı dağların arkasına büyük sınırı koydular. Gayet mantıklı.” Söylediği her şeyi zihnimde tutmaya çalışıyor ve bol bol tekrar ediyordum. Troks kasabasının sağ üst çaprazını gösterdi, Siterlden biraz büyüktü “Kepal adası. Pek bir irtibatımız yok kendileri ile. Aramızda kocaman bir kasaba olduğundan pek bir alım satımda yapmıyoruz bu yüzden ilişkilerimiz iyi denebilir. Savaşçıların hiç bu kasabaya gittiklerini zannetmiyorum.” Son kez elini haritanın en üstünde olan yerde soldan sağa doğru gezdirdi. “Burası boydan boya hırçın deniz. Buraya giden şu ana kadar ne duydum ne gördüm ama efsaneler göre giden geri gelmiyormuş, aynen karlı dağlarda olduğu gibi. Oldukça büyük ve tehlikeli olduğunu söylememe gerek yok sanırım.”

Herşeyi hızlı hızlı anlattığından dolayı olsa gerek yorulmuş ve derin bir nefes verip koltuğa yaslamıştı kendini. “Dış görünüşümüz aynı neden sizde benim gibi insan değilsiniz?” Kızda sırtını koltuğa yasladı. “O iş biraz karışık.” Alayla cevap verdi kız “Biraz mı?” dedi ve başını bana doğru çevirdi “Bunu bilmiyoruz. Pek çok eski Kökl efsaneleri var. Bazıları sizi canavar gibi gösterip sizin soyunuzu kuruttuklarını söylerken bazıları da bizi kötü taraf belleyip kin kusuyor.” Aniden yükselip “Kökl aşkına! Bunu kimse bilmiyor.” Dediklerinden en ufak şey anladıysam şuan önümdeki eski parşömene dönüşseydim. Dönüşmedim ama anlamamıştım. Chris geriye attığını başını omzuna düşürdü ve “Bunun hakkında yazı yazan eski Kökller sizi bildiklerine göre eskiden birlikte yaşadığımızı düşünüyorum. Yoksa sizden haberleri nereden olacak ki? Ki görüyorum ki soylarınızı kurutamamışlar.” Kız lafını bölüp.”Sahi sen nasıl buraya geldin? Geldiğin yer nasıl bir yer?” başımı Christen çevirip kızın açık kahve gözlerine baktım. “Ben emin değilim.” Cümlelerimi toparlayamıyordum. “Dedemin çalıştığı kitapçı dükkanında kitapları rafları dizerken bir kitap gördüm. Kocaman siyah ciltli ama ne ismi vardı nede arkasında konusunu anlatan bir özeti. Sayfalarını karıştırdım ve arasından küçük bir not yere düştü.

Buraya hoşgeldin

Y.

Yazıyordu.” Ortamı bir kaç dakika sessizlik bürüdü. Bu sessizliğe daha da gerildim. “O nota dokunduğumda da bayıldım ve kendimi onların evinde buldum.” dedim ismini bilsemde yakın olmadığımız için ismini kullanmayı gerek görmeyerek. Kız başını çevirdi “Bu doğru mu Chris? Özet geçmek yerine daha ayrıntılı anlatsaydın işin ciddiyetinin farkına varmamı sağlardın.” Sözleri korkutmuştu. “Ciddiyet derken?” Chris’e çevirdim bakışlarımı. Gözlerini kaçırdı ve oturduğu yerde doğruldu ve dik oturdu, rahatsız görünüyordu. Bu sefer bakışlarımı kıza çevirdim bir cevap ümidiyle.

“Büyüyle gelmişsin buraya ve seni getiren bir büyücü. Büyü yapamadığını söyledi Chris o halde orada kimse de yapamıyor. Seni buraya getiren kişi seni tanıyor ve bu kasabaların birirnde.” Başını önümdeki haritaya çevirdi. Başımı haritaya çevirdim.

Kocaman parşömen gözümde büyüdü büyüdü. Başımın ağrısı keskinleşti ve kendisini hatırlatır casına coştu.

Uyursam geçmez miydi bu belirsizlik, bu korku, bu endişeler yoksa kabuslarıma doğru yol mu çizerdi uykumda bile bana rüyayı yaşatmayıp?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 29.11.2024 08:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...