
Annem yaklaşık yarım saattir neyin olduğunu anlamaya çalışıyor, ben ise inatla susuyordum. Her “Anlatmalı mıyım?” diye düşündüğümde, zihnim beni on sekiz yaşıma, o karanlık yıla sürüklüyordu. Bipolar teşhisinin ardından, ne olduğunu anlamaya bile fırsat bulamadan hastaneye yatırılmıştım. O günlerde beni "tedavi" ettiklerini sandılar; aslında beni benden uzaklaştırdılar. Şimdi, yıllar sonra karşılarında oturan bu sessiz kız, işte o yarım kalan konuşmaların, suskunlukların izini taşıyordu.
Annem sorular sormaya devam ediyordu, cevapsız kalan her kelimesi odaya yankılanıyordu. Suskunluğum, onun merakını ve endişesini daha da büyütüyordu. Beni çözmek istercesine gözlerime bakıyordu ama ben duvarlarımı sıkı örmüştüm. Ne anlatmak istiyordum, ne de yeniden anlaşılmamayı göze alabiliyordum.
O an çalan kapı zili, bu kırılgan inatlaşmanın arasına sert bir çizgi çekti. Annem kapıya yönelirken ben de fırsattan yararlanıp hızla odama yöneldim. Koridorda yürürken, açılan kapının ardından gelen seslerin arasında tanıdık bir ton seçtim: Babamın sesi. Yıllardır duyamasam da hala tanıdığım sesi... Sesini tanımak için yıllar gerekmezdi çünkü.Odamın kapısını kapattığımda, nihayet derin bir nefes verecektim ki, bir sesle yerimden sıçradım.
-Ablacım?
Korkuyla atılmış çığlığım odada asılı kaldı bir an. Sonra küçük bir yüz belirdi kapının aralığından. O masum gülümsemeyle göz göze geldiğimde, içimdeki bütün fırtına dinmişti sanki. Her şeyin ortasında tek değişmeyen şeydi Ada. Küçücük elleriyle dünyamın en sağlam köşesiydi.
-Ablacım! Özür dilerim. Korkutmak istemedim.
-Önemli değil bir tanem. Gel buraya. Bir sarılayım sana.
-Özgür!Ada! Ne oluyor?
Annemin adımları odaya yaklaşırken Ada beni şaşırtacak olgunlukta bir hareketle annemi odadan uzaklaştırmıştı.
- Bir şey yok annecim! Ablamı korkuttum oda bağırdı!
- Ah seni ah! Rahat bırak ablanı!
Kapının ardından karşılıklı yapılan bu bağrışmalar sonucunda annem içeri girmeden uzaklaşmıştı. Şaşkınlık içinde Ada'ya baktığımda Ada bana göz kırpıp sırıtmaya başladı.
- Annem sana soru sormasın diye geldin buraya anlamadık mı akıllım?
-Ay ay! Bide akıllım diyor vallaha gıdıklarım seni.
Ada'yı sırt üstü yere yatırıp gıdıklamaya başladım. Gıdıklanan Ada olmasına rağmen kahkahalara boğulan ikimizdik. 'Ablacım yapma ne olur! Çok gıdıklanıyorum!' Diyip duran Ada'ya sonunda kıyamayıp gıdıklamayı bıraktım. Mutsuz gözlerle bana bakıp yattığı yerden kollarını birleştirdi.
-Ama ben onu öylesine demiştim. Gıdıklasaydın daha.
-Çocuk senin ağzını yerim vallaha bak.
Ada elleriyle ağzını kapatarak dehşet içerisinde yüzüme bakmaya başladı. Ellerinin arasından zar zor konuşuyordu.
-Ablacım! Lütfen ağzımı yeme! Özür dilerim ...
-Aşkım benim , şakasına dedim. Sevmek anlamında dedim.
-Abla ya! Kaç yaşındasın sen?Bir insanın ağzı yenerek sevilir mi!
Ada'yı gülerek yanaklarından öptüm.Aynı anda annem kapıyı açarak bize gülümsemeye başladı. Yıllar sonra iki kızını yan yana görmek onu çok mutlu etmiş olmalıydı. Ağlamamak için kendini tutuyormuşçasına sertçe yutkunarak konuşmaya başladı.
-Yemek hazır. Hadi bakalım gelin bal kızlarım.
-Yemek mi?
-Evet kızım.
Annem bir an duraksadı, ardından parmağını tehditvâri bir şekilde sallayarak konuşmaya devam etti.
-Az önceki o kaçışı da fark etmedim sanma küçük hanım. Konuşacağız tekrar. Unutmadım ona göre.
Hafifçe sırıtıp salağa yatmakla yetinerek 'Yemek hazır'' cümlesine odağımı tekrardan verdim. O kadar uzun süredir anne elinden yemek yemiyordum ve o kadar uzun süredir hazır bir sofraya oturmamıştım ki bu durum beni anlamsız bir duygusallığa sürüklemişti.
Hafifçe tebessüm ederek Ada'nın arkasından mutfağa doğru gittim. Hepimiz bir bir sofraya dizilirken annemde yemeklerimizi tabaklara koyuyordu. Tabaklara garip bakışlar atarak detaylıca süzmeye başladım.Bu halime sırıtan annem derdimi anlamış olacak ki ben sormadan cevabımı vermişti.
-Evde hiç tabağın yoktu ben de babana aldırdım kızım.
-İyi oldu iyi. Kızımızın evine yabancıların girmediğini anlamış olduk.
Araya atlayan babam bana göz kırparak gülümsedi.
-Beş yıldır tek yaşıyorum babacım merak etme.
Annem ve babam bir anda bana Dönüp bir süre şaşkınca baktıktan hemen sonra bu şaşkınlık kendini hüzne bırakmıştı. Buğulanmış bakışlar hemen üzerime dikilmiş her an dökülmeye hazır bekliyorlardı. Aynı anda bende istemsizce ağzımdan çıkan kelimeyi fark etmiştim. "Baba" demiştim...
Çünkü kalbim biliyordu işte. Ailesini nasıl özlediğini biliyordu. İçindeki o koca boşluğa ait parçanın karşısında olmasına seviniyordu. O parçayı tekrar tamamlamak için uğraşıyordu benden izinsiz.
-İlk kez baba dedin...
dedi babam az önceki tahminimi onaylayarak.
-Bugün bana da anne dedi.
-Ben duymadım o sayılmaz. Önce baba dedi.
-Hayır Ufuk! Sen yoktun diye sayılmaz olmuyor.Önce anne dedi!
-Ben anlamam vallaha, baba dedi.
Annemle babamın bu haline tebessüm etmeden geçemedim. İçim ağız dolusu kahkahalar atmak isterken bir tebessümle yetinmiştim yalnızca.Onlara karşı içimde olan burukluk yalnızca buna izin veriyordu çünkü. Kırık bir tebessümdü bu… İçimden geçirdiklerimi gizlemeye çalışırcasına mutlu bir tonla bu hallerine karşılık verdim.
-Allah aşkına ben konuşmayı yeni öğrenmiş bir bebek miyim? Bu nasıl sohbet?
İkisi de çatık kaşlarla bana döndüğünde tebessümümümün hafif bir kıkırtıya dönmesine engel olmamıştım. Çatık kaşlarını düzeltip ilk konuşan babam olmuştu.
- Senin bize seslenişini unutmuşuz kızım. O kadar özledik ki...
Babamın sözleri yankılanırken annemin yanağında süzülen bir damla yaş, sessizce kırılan kalbimizin sesiydi sanki. Gözlerim o manzara karşısında buğulanmaya başladığında, dudaklarımı birbirine bastırıp her zamanki gibi tavana bakarak içimdeki dalgaları bastırmaya çalıştım. Ağlamamak için direndikçe, o ağır hüzün yüreğime doluyor, göğsümü sıkıştırıyordu. Derin bir nefes alıp kendimi toparladığımda, avucumu sıkarak cesaretimi topladım ve konuşmaya başladım.
-Size bir şey söylemek istiyorum
Gözlerinde soru işaretleriyle bana bakan annem ve babama söyleyeceklerim için zihnimi bir kez daha tarttım. İçimdeki ses ‘Yapma!’ derken, kendime hâkim olamıyordum; bu anın yükünü daha fazla taşıyamazdım.
-Ben sizi... affetmek istiyorum. Denemek istiyorum... Bir kez daha size şans vermeyi...
Sesim çatallandı; kelimelerim, derinlerde gömülü yaraların üstünden titreyerek döküldü. 'Yaşadıklarını sakın unutma' diyen tarafımla onlara sıkıca sarıl ve 'her şeyi unut herkes ikinci şansı hak eder' diyen tarafımın savaşını kazanan belliydi... Engel olmam artık kaçınılmazdı.
Anne ve babam şaşkınlıkla bana bakarken Ada onların aksine yemeğiyle meşguldü. Yüzlerindeki şaşkınlık yerini gülümsemeye bıraktı.
-Gerçekten mi kızım?
Diyiverdi annem gülücüklerinin arasından.
-Evet anne. Bana yaşattıklarınızı unutmam çok zor. Zorlanacağım. Çünkü hayatımdaki en büyük travmaları o akıl hastanesinde yaşadım ben.
Boğazıma duran yumruyu yok etmek adına yutkunarak devam ettim.
-En büyük zorlukları gördüm. Ben orada bir yetişkin oldum aslında. Bunları unutmam zor olsa da deneyeceğim.Denemek istiyorum.
-Özür dileriz kızım. Sana yaşattığımız her bir zorluk için özür dileriz. Sen bize rağmen çok güzel bir genç kız olmuşsun. Biz senin yanında olamadık. Çok özür dileriz kızım. Kendimizi affettirmek için her şeyi yapacağız senin için. Bundan sonra hep yanındayız.
-Ablacım akıl hastanesi ne?
Annemin dokunaklı sözlerine bodoslama dalan Ada'ya sert bir bakış fırlatan anneme göz kırparak 'ben hallederim' demeye çalıştım.
- Akıl hastanesinde bazı hastalar yatıyor bir tanem. Ama bu hastalık burada değil,
Önce kalbimi işaret ettim
-Buralarda da değil
Sonra mideme götürdüm elimi
-Burada
Elimi kafama doğru götürüp cümlemi tamamladım.
- Yani beyin mi hasta oluyor?
-Evet bir tanem. Mesela sen geceleri uyurken korkuyor musun hiç?
-Evet !! Yatağımın altından bir canavar çıkıp ayağımı tutacak diye çok korkuyorum. O yüzden hızlıca koşup yatağıma zıplıyorum.
-İşte bu beyninde böyle düşündüğün için oluyor. Aslında öyle bir canavar yok. İşte akıl hastanesinde de böyle insanlar var .
- Aaa yani onlarda mı olmayan şeylerden korkuyor?
-Bazıları için öyle denebilir.
-Sanırım anladım. Peki ablacım... Senin beynin neden hasta oldu?Sende mi çok korkuyorsun canavarlardan?
Buruk bir gülümsemeyle yanıtladım.
-Evet bir tanem.
Ada elini saçlarıma götürüp okşamaya başladı.
-Ablacım nolur sen korkma. Hasta olma.Ben sana her gece sarılırım olmaz mı?
Ada'nın elini tutup avuç içlerinden öptüm ve onaylar şekilde başımı salladım. Öyle güzel bir kalbi vardı ki. Öyle güzel yetiştirilmişti ki. Her geçen gün daha da hayran kalıyordum ona.
-Kızım hadi sen ablanın oyuncaklarıyla oyna. Biz de sofrayı toplayalım. Bu arada kızım...
Ada annemi ikiletmeden odama koştu. Ciddi bir konu hakkında konuşacağımızı hemen anlamıştım.Annem bakışlarını bana çevirip başını hafifçe yana eğdi. Gözlerinde hem şaşkınlık hem merak vardı.
- Bu kadar oyuncağın neden var? Merak etmeden duramadım...
Yüzümde hafif, buruk bir tebessüm belirdi. Annemin sorusu masumdu ama içinde yılların suskunluğunu taşıyan bir cevap vardı.
-Küçükken bana oyuncaklarla oynamak yasaktı, diye başladım sessizce. Hep “Büyüdün sen artık” derdiniz... Hiç doyamadım onlara. İçimde kaldı. Bu yüzden her ay bir tane aldım. Sonra bir tane daha. Bir baktım, çocukluğum birikmiş burada... Hepsi biraz da ben oldular aslında. Oynayamadığım yılların telafisi gibi.
Annemin gülümseyen dudakları yavaşça düştü. Gözlerinin parlaklığı yerini boğuk bir pişmanlığa bıraktı.
- Demek bu yarayı da biz açmışız...
Başını önüne eğmişti. Sanki söylediklerim, yıllar sonra gelmiş bir tokat gibi çarpmıştı yüzüne.
- Sorun değil, dedim yumuşak bir sesle. Zamanla öğrendim açtığınız yaraları kendimce sarmayı. Canım çok yandı ama... Şimdi sadece iz kaldı, bakınca acıyan ama artık kanamayan izler.
Gözlerinde tanıdığım o puslu buğu, yine ağır ağır indi kirpiklerine. Ama bu kez gözleri odada değil, bileğimdeydi. Sağ kolumun kıvrımından, kıyafetimin altından hafifçe görünen yara izi dikkatini çekmişti. Bakışlarındaki hüzün bir anda dehşete dönüştü. Sandalyeden hızla kalktı, yanıma geldi ve sağ bileğimi kavradı, kolumu yukarı kaldırdı.
- Ah!
Keskin bir acıyla bileğim sızladı. Göz göze geldik. Onun bakışlarında şaşkınlık, hayal kırıklığı, korku… Hepsi birden vardı.
- Bu yarayı da mı biz açtık, Deniz?
"Deniz." O ismi öyle bir söyledi ki, sanki boğazına düğümlenmişti. Bileğimdeki kesiği işaret ediyordu. Sesi titriyordu ama gözleri titremiyordu; o kadar net bakıyordu ki bana, kaçacak yer aradım. Babamsa şaşkınlıkla ayağa kalktı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Annem hâlâ bileğimi tutuyordu. Gözlerimin içine bakıyor, bir cevap arıyordu ama ben sadece susuyordum. Her şey suskunluğumun içinde yankılanıyordu. Şu an hayatım tam anlamıyla bir çıkmaz sokaktı. Ne ileri gidebiliyordum ne geri dönebiliyordum. Kalmak, Deniz olmaktı. Kaçmak ise Özgür olmaya bir adım daha yaklaşmaktı. Ama ben artık Deniz değildim. Ben, Özgür’düm. Ve bu yarayla değil, bu yarayı taşıyabilmeyi seçtiğim için yaşıyordum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.93k Okunma |
1.3k Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |