19. Bölüm

16. Bölüm (Söz)

Betül Başönderoğlu
betulbasndrglu

Bölüm şarkısı;

Animal- Chase Holfelder

 

*********



Her ihanet, sevgiyle başlar.


Her ihanet, içinde bir sonla başlar. Sevginin sonuyla. Güvenin sonuyla. Çıkarların sonuyla.


Her son, bir başlangıçtır. Ve her başlangıçsa, bir yeni yetmeliktir. Çabuk unutur insan. İhaneti de, sevgiyi de.



Neyse ki bugün ölen o kız, bu acıyı yaşamadan ölmüştü. Ölmesin diye uğraştığı abisi tarafından, çıkarları son bulduğu için öldürüldüğünü bilmeden.




Çakır uzun bir sessizlikten sonra konuştu. "Nerede tutuyorsun?"




"Baraka'nın arkasındaki depoya götürmüşler."




"Niye böyle bir şey yaptılar? Orası-"



"Yerimi açık edecek kadar uzun yaşayacağını mı düşünüyorsun?"




"Aslan!" dedim, soğuktan dolayı çıkmayan sesimle. Daha çok bir tıslama gibiydi.




Aslan bu çıkışımla bana döndü. Hiçbir şey söylemeden yüzüme baktığında, daha önce birini öldürüp öldürmediğini sorguluyordum. Çakır araya girdi.




"Böyle bir şey yapmayacağız Aslan."




"Kız arkadaşına söz veren sensin, ben değilim."




Kurduğu cümlede neye şaşıracağımı bilemezken ağzım açık kaldı. Kendini katil etmeye çalışmasına mı şaşırmalıydım yoksa benim için Çakır'ın kız arkadaşı sıfatını yakıştırmasına mı?




Çakır, bu sabah ona söylediklerimin etkisiyle konuşmaya, Aslan'ı ikna etmeye çalışmaya devam etti.



"Biz o tür adamlardan değiliz, Aslan. Öfkeni anlıyorum. Ela için her şeyi yapabiliriz. Ama bu durumda başka yollarda var. Adaletin-"




"Benim adaletim de onların yaşam hakkı yok! Olsaydı, iki kuruş uğruna zehirledikleri onca çocuğun hakkı olurdu! Olsaydı, işlettikleri kumarhanelerde ocakları sönen insanların hakkı olurdu! Olsaydı, daha küçücük yaşında satılan kızların hakkı olurdu!"





Aslan'ın yükselen sesine karşı sakinliğini korumaya çalıştı. "Bizim bilmediğimiz birçok şey bildiğin, bunların da seni öfkeden delirttiği ortada. Ama sakinleşmelisin. Onu öldürmek sana zarardan başka bir şey vermeyecek." Aslan dalga geçer gibi güldüğünde, bu Çakır için son damlaydı.



Beni bırakıp ayağı kalktı ve yerde oturan Aslan'a yukarıdan bakarak bağırmaya başladı.



"Onları haklı çıkaramazsın Aslan! Sana, kendileri gibi katil olacağını söyledikleri zaman verdiğin sözü çiğnemeyezsin! Çiğneseydin, kendi babanı öldürerek yapardın bunu!"



Kendi babanı öldürerek...



Gözlerim irice açılırken, sargılı elimi ağzıma kapadım. Neyden bahsediyordu?




Aslan'da onun gibi ayağı kalktı ama verdiği karşılık çok farklıydı. İri bedeninin tüm gücünü yumruğuna toplamış gibi Çakır'a indirdiğinde, bu onu düşürmeye yetti. Geriye savrulup başını taşa vurmaktan son anda kurtuldu. Sivri taşlara yaslanan elleri yırtılmış olmalıydı.




"Çakır!" Dehşet içinde bağırarak Çakır'ın yanıma düşmüş bedenine yöneldim. Titreyen ellerim koluna sarılmaya çalıştı. "Çakır! Çakır, iyi misin?"




"Sakın, bana karşı onu kullanma Çakır!" Ağız dolusu bağırışı Aslan'a olan korkumu artırırken ona baktım. Bir canavar gibi burnundan soluyordu. Sanki Çakır kalkıp ona karşılık verse, hiç tereddüt etmeden onu öldürebilecekmiş gibi.




Bakışlarımı hareketlenen Çakır'a yönelttim. Koluna sardığım elimi tutarak benimle birlikte ayağı kalktı. Burnu kanıyordu. Öyle çok kanıyordu ki, dudakları kan içinde kalmıştı.




O andan sonra yaşananlar, benim isteğimle yaşanmadı. Tamamen iradem dışında, gözlerim akan kandan ayrılmazken koparttığım feryat, derin dalgalar tarafından yutulacak kadar kuvvetliydi.




Ciğerlerimi dolduran son nefese kadar çığlık attım. Gözlerimin önünde değişen sahneler vardı. Kızın kan dolan ağzı, Çakır'ın kan dolan ağzı.




Bilincimi kaybedeceğimi anlayan Çakır kollarını bana sardığında, son gördüğüm ağzındaki kanı silmeye çalışıyor olduğuydu.





******




"Seni burada görmek istemiyorum Aslan!"



"Çakır-"



"Git Aslan! Git ve istediğin gibi katil ol! Adamı öldür! Ela için başka bir koruyucu aile bulurum. Elini kana bulamaya meraklı birine onu asla vermem!"




"Ela'yı ben alacağım! Leyla'dan başka kimse ona bakamaz!"




"Leyla ablanın da haberi yok, değil mi? O adama elini sürdüğün ilk an Leyla ablayı kendim arayacağım. Hadi, şimdi sıkıysa git de öldür adamı!"




"Sen beni tehdit mi ediyorsun?"




"Aynen abi! Tehdit ediyorum!"




"Seni-"




"Yeter bu kadar!" Çatlak sesimle tartışmalarını sonlandırdım. Zaten başımın içi sirk alanına dönmüştü. Bir de bağıra çağıra kavga ediyorlardı.




"Efsun! İyi misin?" Çakır'ı, beni uzandırdığı arka koltuktan gördüm. Ön koltuğu ittirerek yeri genişletti. İki koltuk arasına girerek yüzümü avcunun içine aldığında gözlerimi kırpıştırdım. Çok yakınımdaydı.





"İyiyim." Burnundan boşalan kanı temizlemişti. Kanın akmaya devam etmemesi içimi rahatlattı. "Sen iyi misin?"




Hızlıca başını salladı. "İyiyim. İyiyim, sorun yok."




Birkaç saniye yüzüne bakıp doğrulmaya çalıştım. "Dur, bana bırak." diyerek bir elini enseme, bir elini sırtıma koydu ve beni doğrulttu. Acıyla inledim. "Başım!" Nefesimi kesen bir baş ağrım vardı. Zorlukla yutkundum.




"Arabamda kuvvetli bir ağrı kesici var. Hemen getireyim."




Aslan koca cüssesine ters düşen paniğiyle arabasına yöneldi. Göz ucuyla ona bakıp Çakır'a döndüm. "Aslan sana bir şey yapmaz, değil mi?" Sesime yansıyan korkumu gizleme gereği duymamıştım.




Çakır hızla yanıt verdi. "Hayır! Hayır, asla! Korkun bu mu?"




"Ama sana-"




"Onu kışkırttım Efsun. Bu tamamen aramızda olan bir mevzu. Ama korkma, senin için çok endişelendi. Şu an o öfkesinden eser yok. Ve bana asla bile isteye zarar vermez."




Titreyen dudağıma rağmen hafifçe gülümsemeye çalıştım. Çakır'ın endişeli bakışları tüm yüzümde gezindiğinde, pek de başarılı olamamıştım. Yüzümü avucuma gömüp ağlamaya başladım; Çakır bir eli dizimi okşarken sakinleşmemi bekledi. Birkaç dakikanın sonunda ağlamamı durdurabildiğimde, ikisi de beni izliyordu.



"Gözünün önünde biri öldürüldü. Yaşadıkların çok normal." Aslan telkin edici ses tonuyla ilacı ve bir şişe suyu bana uzatırken bunları söyledi. Benim yerime Çakır aldı. İlacı yerinden çıkartıp aralık dudaklarıma uzattı ve suyu da açıp içirdi. Hissettiğim şefkati beni biraz olsun rahatlatırken Aslan'a döndüm.




"Ben de onların ölmesini istiyorum Aslan."




Aslan şaşkınlıkla doğruldu. Çakır'sa, sanki söylediklerimin altındaki anlamdan haberdarmış gibi başını eğerek konuşmamı bitirmemi bekledi.



"Ben de onların ölmesini istiyorum. İnan bana. Ama böyle değil. Bizim elimizden değil. Öfkeni dindirmek için onu öldürmen de kendi çıkarındır. Çıkarına göre hareket edersen, Kazım'dan bir farkın kalmaz."




Aslan başını eğerken Çakır kaldırdı. Gözlerime bakıp hafifçe gülümsediğinde, bu sefer ben de gülümsemiştim. Ellerinin arasındaki elimi okşarken onaylarcasına başını salladı. O sırada da Aslan'ın sesi duyuldu. "Haklısın, Efsun. Senden özür diliyorum."




Çakır burun kıvırarak güldüğünde Aslan hızla ekledi. "Senden dilemiyorum Çakır. Sen o yumruktan fazlasını hak ettin de, neyse. Dua et Efsun'a."





"Hadi oradan."




"Başlamayın yine."




Aslan, zaten devam etmeyeceklerini gösteren bir umursamazlıkla arkasını döndü. Telefonu çalarken Çakır benimle ilgileniyordu. Saçlarımı havalandırıp başıma hafif dokunuşlarla masaj yaparken gözlerimi kapattım. "Teşekkür ederim." Mırıldanışım uykuluydu. Yorulmuştum. Birkaç ay gözlerimi kapalı tutsam, anca dinlenebilirmişim gibi bir yorgunluktu bu. Kızın açık gözleri, delinmiş alnı, kana bulanmış dudakları gözlerimin önünden gitmiyordu. Karanlığıma sığınmadığım sürece bunu atlatamayacaktım. Bu yüzden de eve gitmek istiyordum.




"Çakır, beni eve bıraksan olur mu?"



"Tabii ki."




"Ela'dan-"




"Ela meselesini sonra konuşalım, olur mu?"




"Onu bu akşam alacak mısın?"




"Bilmiyorum Efsun. Dediğim gibi, sonra konuşalım."




"Tamam." diyerek benden uzaklaşmasını izledim. Aslında sormak istediğim çok şey vardı. Çakır ön koltuğa oturduğunda ben de arkadan öne geçtim. Arka koltuk bir an için çok boğucu gelmişti.





Çakır uzaklaştığı için de boğucu gelmiş olabilir.





Küçük kızın hiç de küçük bir kızdan çıkmayacak tepkisine kaşlarımı çattım. Çakır beni izliyor olmalı ki, "Niye çattın yine o kaşlarını?" diye sordu. Sesinde alayla karışık meraklı bir ton vardı.




"Bir şey düşünüyordum."




"Düşünmediğin bir an mı var?"




"Ne düşündüğümü bilmiyorsun."




"Tahmin edebiliyorum." Başımı sola çevirip arabayı çalıştırışını izledim. "O zaman cevap da verirsin, değil mi?"




Belli belirsiz bir gülümsemeyle arabayı yavaşça hareket ettirdi. Birkaç metre ötemizdeki Aslan'ın yanında durdu ve camı açıp konuştu. "Efsun'u eve bırakıp geleceğim. Sen direkt geçiyor musun?" Aslan başını sallayarak onayladığında Çakır'da aynı şekilde karşılık verdi ve vites atarak hızla yola çıktı.




"Aslında ben de gelmek isterdim." Mırıldanır gibi konuştuğumda, Çakır sanki kendisine küfretmişim gibi baktı. "Şaka mı yapıyorsun? Seni o adamın yanına götüreceğimi nereden çıkardın?"




Yerimde hafifçe doğrularak kaşlarımı çattım. "O niyeymiş?"




"Adam kendi kardeşini öldürdü. Manyak bağımlının teki. Seninle aynı yerde nefes bile alamaz. Hele de nefesini kesmek isterken." Öfkesi gün yüzüne çıktığında sesi boğuklaştı. Sabahtan beri kendini tutmaya çalıştığını görebiliyordum. Aslan'ı sakinleştirmeye çalışıyorken bile, kendisi de aynı şeyi istiyordu. Ama mantığı ağır basmıştı. Elinin altındaki vitesi sıktığını, parmak boğumlarının beyazlamasıyla fark ettim. Sol elimi üstüne koydum. Gözleri bana döndüğünde tatlı bir tebessümle bakmaya çalıştım. "Neyse ki gelmiyorum. Eve gidip biraz dinleneceğim. Siz de adamı konuşturup polise teslim edeceksiniz. Ela klinikten çıkacak ve tüm yaralarını saracağız. Kötü günler geri de kalacak."




Olmasını dilediğim senaryo buydu. Çok kötü günler geçiriyor olabilirdik. Ama bu böyle devam etmeyecekti. Ortalamaya dönüş teorisi her zaman işlerdi. Her şey her zaman çok kötü ya da çok iyi gidemezdi. Hayat ortalamaya dönmenin bir yolunu illa ki bulacak ve bizi bu yükten kurtaracaktı.




Yarım saatlik bir yolculuktan sonra evimin önünde durduk. Emniyet kemerimi çözüp Çakır'a döndüm. "Lütfen dikkatli olun. Söylediklerimi unutma, tamam mı? Hepsi geçecek, yeter ki sakin ve dikkatli olun."





Söylediklerimi dinlerken başını koltuğuna yasladı. Kısık gözleri birkaç saniye yüzümü seyredip, "Tamam, haberleşiriz." dedi. Bakışlarındaki yoğunluk kalbimi hızlandırırken arabadan inemedim. Gözlerimi çekemiyordum ki!




"Tamam."



"Tamam." dedi tekrar, etkisi altına aldığını fark ettiği memnuniyetle. Dudaklarına yerleşen sırıtış beni kendime getirdiğinde hızlıca kapıyı açtım ve arabadan indim.




"Bu neydi Efsun? Yapışsaydın bir de adama!" Kendi kendimi yermeye başladığımda utancımdan kıpkırmızı kesildiğimi tahmin edebiliyordum. Çantamdan anahtarımı almak istedim ama kolumun altında bir çanta bulamadım.




"Hey, uyuyan güzel! Ayakta uyuyorsun."




Hızlıca arkamı dönüp elinde salladığı çantayı kaptım. "Ya da uyutuyorsun."




Anlamsız bir sitemle karşılık verip arkamı dönecektim ki, belime sardığı koluyla beni kendine çekti. Bedenlerimiz çarpıştı; kalbim ağzımda atarken bir elim omzuna çıktı. Nefes nefese sordum. "Ne yapıyorsun?"




Aynı benim gibi cevap verdi. "Az önce seni etkilediğimi kabul ettin."




"Reddettiğim bir an mı olmuştu?"




NE?



Efsun! Delirdin!




Çakır genişçe sırıtıp duyduğunun etkisine kapıldığında, bedenini ittirip hapsinden çıktım.




"Yani, öyle söylemek istemedim! Sen beni etkiliyorsun ama, ah! Hayır! Beni etkilediğin falan yok!"




İfadesi hiç değişmediğinde, utançla çıkıştım. "Ah! Çok adisin!" Kahkaha atmaya ramak kala ağzını kapadı. "Ne? Ben bir şey yapmadım!"





"Yapıyorsun! Bu bakışların yeter!"





Gülüşünü bastırmaya çalışarak bana yaklaştı. "Tamam, tamam."





Kollarımı göğsümde birleştirerek başımı başka yere çevirdim. Ellerimi ayırmaya çalıştığında bile ona bakmadım. "Tamam dedim ya. Bak, gideceğim şimdi. Sarıl da öyle gideyim."




Sahte bir homurdanmayla kollarımı çözüp ona baktım. Öyle keyifliydi ki şu an... Bana sarıldı. Bense askerlik arkadaşına sarılırmış gibi sırtına hafifçe vurup kollarından çıktım.




Başını yere eğerek gülüşünü gizlemeye çalıştı. "Hadi, git."




Dudaklarını ıslatarak bana muhteşem bir gülümseme sergiledi. Arkaya doğru adımladı. Onu izlerken utancım gülümseme isteğimi bastırıyordu. Somurtarak arabaya binmesini izledim. Benden yana olan camını indirip "Birkaç saate görüşürüz." dediğinde, "Aynen." diyerek elimi salladım. Umursamaz tavrıma karşı tek kaşını kaldırıp, "Kesinlikle görüşeceğiz." dedi ve gaza basarak sokağı döndü.





*******




"Efsun! İç şu çorbayı!"



"Anne! İşkembe çorbası mı içilir bu saatte?"



"İçilir tabii, şifa olur hem de."



"Kusacağım!" Sargılı elimi ağzıma kapadığımda annem başıma hafifçe vurdu. "Bu takılıp düşmelerin hep kansızlıktan oluyor. Vitamin desen, o zaten yok!"




"Nasıl yani?" Şaşkınlıkla anneme baktım. "Hani senin çocuklarının asla kansızlığı ya da vitamin eksikliği olmazdı?"




"Çakır oğlumla konuşmuştum bir ara. Çok sağlıklı beslenen insanlarda bile olabilirmiş böyle şeyler. Normalmiş."




Annemle dalga geçmemek için kendimi tuttum. "Şakasın resmen anne!" Ya da tutamadım.




Annemin delici bakışları eşliğinde önümdeki çorbaya döndüm. Dönmez olsaydım.




"Anne! Çorbanın içinden bana bakan şey hayvanın dili mi?"





"Ay yeter! Kalk şu sofradan!"




Tek bir saniye bile beklemeden masadan kalkıp koşarak odama gittim. Saat 21.34'dü. Babam abimi klinikten alıp eve gelecekti. Çakır'la en son konuştuğumdaysa adamın hala çözülmediğinden bahsetmişti. Aslan'ın sabrının tükendiğini anlamam için telefonun diğer ucundan acı dolu bağırışlar duymak zorunda kalmıştım. Ama neyse ki öldürmek gibi bir teşebbüste bulunmuyordu.




Yüzümdeki gülümseme yerini hızla titremeye bıraktı. Dolan gözlerim akmasın diye yukarı bakarken dudağımı ısırdım. Işıkları kapatıp banyoya girdim ve karanlık oda da zemine oturdum. Başımı dizlerime gömüp bir de üstüne gözlerimi kapadım.





Nasıl unutacaktım? Nasıl silecektim kafamdan o anı? Kanı? Bakışı? Sanki saatler öncesi değil de aylar öncesiydi, ama yine de hatırlıyordum. Sanki kanın kokusu ciğerlerimden silinmişti de ben duyumsuyordum. Kendine çok yükleniyorsun. Geçecek. Sabret.




Bir saat kadar orada oturdum. Soğuk zemin içimi titretmeye başladığında ağrıyla birlikte ayağı kalktım. Her yerim sızlıyordu; başımdaki uyuşukluk azalmak yerine artmıştı. Silkelenerek kendime gelmeye çalıştım. Suyu sıcağa çevirip bekledim. Bakışlarım karanlıktaki yüzüme takıldı. Neredeyse zifiri olan banyoda, alışkın olduğum görüntüyü seyrettim. Su ısındığında yüzüme çarptım ve ensemi de ıslatıp doğruldum. "Hayattasın, Efsun. Yaşıyorsun." Havlu gezdirdiğim yüzüm, sıcak suyun etkisiyle rahatlamıştı. Bedenimin de sıcak bir yatağa ihtiyacı vardı, o kadar. Sabah olacaktı ve ağrılarım geçecekti. Ben hala yaşıyor olacaktım.




Olacak mıydım? Bunu kim bilebilir?




"Ben böyle bir saçmalık görmedim. Efsun! Efsun, hemen buraya gel!"




"Oğlum, sakin olsana."



Bu abimle babamın sesiydi. Hızlıca banyodan çıkıp odadan da çıktım ve koridorda kızgın boğa gibi dolanan abimi gördüm. Kollarımı iki yana kaldırıp "Ne oluyor? Ne diye bağırıyorsun?" diye sordum.




Bana işaret parmağını sallayıp tehdit eder gibi konuşmaya başladığında alayla gülüyordum.




"Arıyorsun o Aslan denen dağ kaçkınını, Ela'nın velayetini almasını engelliyorsun. Duydun mu beni? O küçücük kızı, mafya bozuntusu adamlara vermek de ne demek? Hayvan herif, bir de gelip beni tehdit ediyor!" Son cümlesiyle bozguna uğradım. "Ne tehdidi?" Aslan'ın bugün ki hali gözlerimin önüne geldi. "Sana bir şey yapmadı değil mi?"




"Bana ne yapabilir o adam? Allah aşkına, Efsun! Boş boş konuştu işte. Ela'nın taburcu olması için rapor yazmam gerekiyor. Ben de yazmadım. En azından birkaç gün daha yatıp tedavisindeki yeni gelişmeler görülmeli. Kız intihar etti; kimse bunun farkında değil mi?"




"Abi! Önce bir sakin ol! Herkes bunun farkında, Aslan da öyle. Hastanede biraz daha kalması konusunda haklısın ama velayet konusunda sana katılmıyorum. Ela'ya onlardan başkası bakamaz. Bakıp bakmamak da değil mesele, Ela onlardan başkasını istemez. Birbirlerine nasıl bağlı olduklarını ben biliyorum, ben gördüm. Siz yoktunuz, o yüzden bu konuda yorum da yapamazsınız."





"İster, istemese de zamanla alışır. Hep böyle olmaz mı zaten? İnsan alışmaz mı?"



Nefesimi tuttum. O anki sessizlikte kalplerimizin bile atmadığını düşündüm.



"Erdem!" Babamın bağırışı abimi durdurmadı. Bahsedilmeyeceğine yemin edilmiş o konu, öfkeyle açıldı. Bense şok olmuş bir şekilde, beynimden vurulmuşa dönmüştüm. "Ben nasıl alıştıysam o da alışır. Sizin gibi iyi bir aile buluruz; Aslan gibi bir mafya bozuntusu değil!"





"Erdem, sus!" Annemdi bu da. Ağlamaklı sesiyle abimi susturmaya çalışıyordu. Ama bu gece abimi yalnızca kendi durdurabilirdi. Evlatlık olduğunu öğrendiği gün, bundan bahsetmemeye yemin eden kendisiyken, şimdi bunu söyleyen de kendisiydi. 'Siz benim ailemsiniz; gerçek ailem. Bu konu asla konuşulmayacak.'






"Sen küçücük bir bebektin! Oysa genç kız olmak üzere, yaşadığı her şey hayatı boyunca peşinde olacak. Onu yalnızca onlar koruyabilir, anlamıyor musun?"





Alayla güldü. "Korunması gereken bir hayata almaya çalıştıkları için olabilir mi? Oysa daha sakin bir hayatı olan binlerce aile var."





"Ela'da o hayatın içinde. Ablasının kim olduğunu unutma!"





Bu söylediğim, öfkesinde gözle görülür bir azalmaya sebep oldu. O da biliyordu; Ela için en uygun şartların bunlar olduğunu. Ama bugün, artık her ne yaşandıysa, onu bunları göz ardı edecek kadar öfkelendirmiş olmalıydı.





Dinen öfkesiyle önce anneme, sonra babama baktı. Annem sessizce ağlıyordu. Yıllar sonra bu konu ilk defa açılmıştı. Hem de bu şekilde. "Özür dilerim."





"Oğlum..." Annem yaşlarını silerek abime yaklaştı. "Sen benim oğlumsun. Sen benim canımdansın. Ne olur bir daha bundan bahsetme."




"Özür dilerim anne."





Abimin titreyen sesi, benim için de son damlaydı. Konuşmanın başından beri tuttuğum yaşlarım sicim sicim dökülmeye başladı. Dudaklarımı ısırıyordum ki gün yüzüne çıkan bu acı sessizce akıp gitsin.





Abim, canımı bile verebileceğim abim, aslında benim süt kardeşimdi. Annem onu daha yeni doğmuşken evlatlık edinmişti. Biyolojik ailesi hakkında ben ya da abim, hiçbir şey bilmiyorduk. Annem onların öldüğünü söylemişti. Kimse de ardını merak etmiyordu zaten. Annem beni doğurduğunda başucumda abim vardı. Bir kardeşi olacağı için heyecanlıydı. İlk konuşmam da 'abi' demiştim. Bunu da o duymuştu. İlk düşüşümde de, ilk hüznümde de abim vardı yanımda. O benim abimdi. Bunu hiçbir şeyin değiştiremeyeceği gibi, sırf kanımız bir değil diye onu garipsemem de söz konusu değildi.




Abimin kolundan tuttum. Yaşlarımı durdurmaya çalışırken konuştum. "Gel hadi. Biraz konuşalım seninle." Uysal bir tavırla beni takip etti. Odaya girdik. Işıkları açtığımda gözlerini kıstı. Yaşla parlayan gözlerine daha fazla bakmadan ona sarıldım. Anında karşılık verdi. "Özür dilerim Efsun."




"Sen benim abimsin."




"Özür dilerim." Burnumu çekerek hafifçe kafasına vurdum. Hala sarılıyordum. "Bir daha bu konuyu açma." Normalde güleceği bu harekete, içindeki acıyla yüz buruşturdu ve benden uzaklaştı. "Açmam. Sinirle konuştum."




Onu bırakıp yatağına oturduğumda karşıma oturdu. Sırtını yatak başlığına yaslayıp gözlerini kapattı. "Hey, uyuma! Anlat, ne oldu bugün?"




"Sabah siz çıktıktan sonra Aslan geldi. Odaya girdi. 'Ela'yı taburcu et.' deyip çıktı. Ben bir şey diyemedim tabii, adam toz olup uçtu. Allah bilir hangi pis işi için acele ediyordu."



"Abi, onu tanımadığın buradan belli. Aslan'ın öyle pis işleri yok. Senin yanından çıktıktan sonra bizimleydi. Sende çok yanlış bir izlenim bırakmış belli ki. Ama bunu değiştirmelisin. Aslan kötü biri değil."




Aslan'ın kötü biri olmadığını biliyordum ama nedense bu konuşma da kendimi bile ikna edemediğim bir şeyler vardı.





Sen de tanımıyorsun, Efsun...





"Neyse, devam et."




"Sizin yanınıza mı geldi? Ne yaptınız?"




Parmaklarım anında buz tuttu. Kalbim korkuyla kasıldığında, kendimi zorlayarak cevap verdim. "Konuştuk."




"Ne konuştunuz?"




"Klinikte Ela'nın yanına gelen adamın adresini bulmuşlar. Bize de bunu söyledi."




"NE?" Gereğinden yüksek çıkan sesiyle panikledim. "Sussana! Annemler duyacak!"




"Adamı mı bulmuş? Polisler bulamadı lan o adamı!"




"Detayları bilmiyorum. Hatta başka hiçbir şey bilmiyorum. İşlerin kontrolünde olduğunu söyledi. Sanırım, polisle işbirliği içinde." Yalan söylediğimi anlamasın diye kendimi öyle bir kasıyordum ki... Sağ elimi sol elimle ezerken onu devam ettirmeye çalıştım. "Asıl siz ne konuştunuz? Anlatsana!"



"Anlatacak çok bir şey yok. Akşamüzeri tekrar geldi. Bu sefer daha uzun kaldı beyefendi. 'Ela'yı taburcu etmiyor musunuz? Onu yanıma alacağım.' dedi. Tüm işlemleri hızlandırmış, halletmiş. Bir buçuk ay, oldu sana bir hafta. Buradan bile belli."




"Ne belli? Eli kolu uzun işte adamın."




Yüzünü buruşturarak bana baktı. "Sen niye bu adamı savunuyorsun bana?"





"Benim kimseyi savunduğum yok. Sadece önyargılı davrandığını düşünüyorum."





"Neyse ne. Daha fazla konuşmak istemiyorum."



Bir anda konuyu kapatmasıyla dudaklarımı birbirine bastırdım.



Saçlarını karıştırıp kendini aşağı doğru kaydırdı ve yatağa uzandı. Ayak ucundan kalkıp yorganı üzerine örttüm. "Yarın işe gidecek misin?"




"Bilmiyorum."




"Tamam, dinlen güzelce. Sabah karar verirsin."




Gözlerini kapatıp kedi gibi sesler çıkardığında gülümsedim. Yanağına bir öpücük kondurup geri çekildim. Ben odadan çıkarken uykulu sesiyle arkamdan seslenmişti. "Teşekkür ederim, kardeşim."





*****



"Neden bu konuyu açtı sizce?"




"Bence Ela'nın intiharından etkilendi. Tamam, Ela intihar ettiğinde daha yeni onun doktoru olmuştu. Ama bu pek de bir şeyi değiştirmez. Bir hastasının daha intihar edişi, travmasını tetiklemiş olmalı."




"Bizi sorguladığı oluyor mudur?" Annem titreyen sesiyle, fısıldayarak sormuştu bu soruyu. "Ne? Hayır tabii ki, anne. Öfkeyle konuştuğu çok belliydi. Aslan biraz sinirini bozmuş."




"Aslan kim?" diye sordular aynı anda. Bense onların Aslan'ı tanımadıklarını yeni fark ettim. "Aslan, Çakır'ın en yakın arkadaşı, bir yandan da abisi sayılır. Yaşça bizden büyük. Babayiğit biri, Ela onu çok seviyor. O da aynı şekilde Ela'yı. Dış görünüşü tehlikeli biri gibi gözükmesine sebep oluyor ama çok merhametli, iyi biri." Son söylediklerim, gözlerimin önünde Çakır'a vuruşunu düşünürken dökülmüştü dudaklarımdan. Bunlar gerçek düşüncelerim miydi? Yoksa ailemi, onun iyi biri olduğuna dair ikna mı etmeye çalışıyordum? Kendimi ikna edebilmiş miydim? İkna edilmem mi gerekiyordu? Bu günden sonra kafam mı karışmıştı? Çakır bilerek yapmadığını söylemişti. Öfkeyle... Kendisi de öfkeliyken bambaşka biri oluyordu. Ama...




Titreyen telefonumla, oturduğumuz mutfak masasından yavaşça kalktım. "Ben odamdayım. İyi geceler."




"İyi geceler, kızım."




Odama geçip ışıkları açmadan yatağa geçtim. Ayak ucuna oturup telefonu açtım ve gelen mesaja baktım. Saat 23.26'ydı.





"Ne yapıyorsun?"




Hızlıca yanıt verdim. "Odamda oturuyorum. Sen ne yapıyorsun?"




Cevap birkaç saniye içinde geldi. Sırıttım. Telefon elinde bekliyordu. "Niye ışıkların kapalı?"



Yataktan fırlayarak cama gittim. Perdeyi öyle bir hışımla açtım ki az kalsın elimde kalacaktı. Bu rezilliğe rağmen son derece sakin bir role büründüm ve camı açarak başımı uzattım. Bir bina ötedeki ışığın altına geçmiş; bana bakıyordu. Gülümseyerek omzumu pervaza yasladım. O da aynı şekilde omzunu direğe yaslayıp ağırlığını bir ayağına verdi. Yorgun olmalıydı. Ben bile, gözardı etmeye çalışsam da, bu kadar yorgunken...



Telefonu açtım. "Üşümüyor musun? Evine gitsene."




Mesajı gönderip ona baktım. Parmakları ekranın üstünde birkaç saniye gezindi. Yazdı ve sildi. Başını kaldırıp bana baktığında, gönderdiği bir mesaj yoktu.




Mesaj sonrasında geldi. "Giderim. Seni görmeye geldim."




Dudaklarıma tatlı bir tebessüm yerleşti. "Gördün işte. Hadi, evine git de dinlen."




"Sen niye beni göndermeye çalışıyorsun?"




Kıkırdadım. "Yorgunsun çünkü."




"Sana baktıkça dinleniyorum. Beni dert etme."




Mesajı tekrar tekrar okuyup, ona baktım. Beklediği tepki buymuş gibi sırıtıyordu. Dilim lal olmuşken ne diyeceğimi düşündüm. Sonra, bir şey söylemeden telefonu kapattım. Kollarımı kavuşturarak yaslandığım pervazda iyice yer edindim ve onu izlemeye başladım. O da benim gibi yaptı. Dakikalarca birbirimizi seyrettik. Uzaklık ve karanlık gözlerindeki yeşili görmemi engelliyordu. Ama sevgisini görmemi hiçbir karanlık engelleyemezdi. Hiçbir uzaklık, aramızdaki çekimi bitiremezdi. Sanki o, benim için yaratılmıştı. Allah bizi dünyaya göndermiş ve bunca sene bizi bizsiz yaşatmıştı. Birbirimizi bulduğumuzda değerlerimizi bilmek içindi belki de. Bunu görebilmemiz için.




İçime işleyen soğuğu, uzaktan gelen bir köpek havlamasıyla hissettim. İrkilerek kendime daha sıkı sarıldım. Çakır'sa soğuktan hiç etkilenmemiş gibi rahatlıkla doğrulup telefonunu çıkardı. "Hadi bakalım. Çocuklar için uyku vakti." Attığı mesaja yorgun bir tebessümle karşılık verdim.




"İyi geceler, Çakır."





"İyi geceler, Efsun." Telefonu cebine koyup bana son kez baktı. El salladığımda başıyla karşılık verdi ve arkasını dönerek şu ana kadar fark etmediğim arabasına yöneldi.




Arabaya binip gözden kaybolana kadar onu izledim. Ardından camı kapatıp doğruca yorganın altına girdim.



Gördüğüm kabuslarla geceyi gün ederken, neredeyse hiç uyumamış bir şekilde gözlerimi güneşe açtım.

 

 

 

 SON

Bölüm : 24.12.2024 14:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...