
Bölüm şarkısı;
Every Breath You Take - Chase Holfelder
********
"Abi, hadi! Kahvaltı hazır!"
"Geliyorum!"
"Terliklerim kayboldu yine! Gelirken onları da getirir misin?" Yumurtayı tabaklara servis edip kızaran patatesleri de masaya aldım. "Çay demlendi mi kızım?"
"Evet babacım. Masaya gelin, hadi. Anneme de seslen."
"Uyandım." diyerek mutfağa giren annemle ellerimi birbirine vurdum. "Ah, böyle güzel bir kahvaltıyı en son ne zaman yediniz acaba?"
"İki gün önce karım bana kavurmalı yumurta yaptı."
Elinde terliklerimle içeri giren abim de, sırıtarak devam ettirdi. "Ben de o gün klinikte özel bir kahvaltıya davetliydim. Kruvasan yaptırılmıştı."
"Susar mısınız? En sevdiğiniz kahvaltılıklar onlar olabilir ama böyle bir masaya oturmadınız!" Üçü birlikte gülerek masaya yerleştiler. Bense, onlara delici bakışlar atarken yavaş hareketlerle terliklerimi giyinip, kaldığım yerden devam ettim. Salçalı sosta pişirdiğim sosisleri aldım ve tabağa koyup ben de masaya yerleştim.
"Efsun, bir dakika. Sen neden evdesin?"
"O ne demek?"
"Kızım, senin okulun yok mu?" Annem, sanki okuduğumu yeni hatırlamış gibi bir şaşkınlıkla söylemişti bunu. Ve sanki ben de yeni hatırlıyormuş gibi duraksadım.
"Elbette var. Merak etme, kontrolüm altında." diyerek bugün günlerden ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. Çakır'a pazartesi akşamı yemeğe gitmiştik. Dünü hatırlamam ve unutmaya çalışmam aynı anda oldu. Aceleyle, kendi kendime mırıldandım. "Çarşamba günündeyiz. Ve ben iki gündür okula gitmiyorum. Yalnızca iki gün."
"Ben ayakta mı uyuyordum? Kızım, ne demek iki gündür okula gitmiyorum? Geçen haftayla birlikte etti sana 4 gün!"
"Annecim, ne yapayım? Biliyorsun olanları. Bugün de dinlenmem gerekiyordu, kusura bakma valla."
Anneme böyle basitçe anlatıyordum ama gerçekten dikkat etmeliydim. Aklım öyle doluydu ki, resmen okuduğumu unutmuştum. "Yarın gideceğim anne."
"Zahmet olacak kızım."
"Tamam Gül, gitme kızın üstüne." Babama dönüp ufak bir tebessümle karşılık verdim. Okula gitmek istemiyordum. Hele de durumlar böyleyken. Ama ne yazık ki yapacak bir şey yoktu.
Kahvaltı edildi. Herkese kahve yapıp salona geçtiğimde, saat 11.25'di. "Ellerine sağlık kızım."
Telefonuma gelen mesaj sesiyle babamı duyamadım. Ekranı açtığımda tekrarladı. "Kızım. Ellerine sağlık."
"Ah! Babacım, afiyet olsun."
"Neye bakıyorsun sen?"
"Hiç, öylesine baktım." derken gelen mesajı açamadan telefonu bıraktım. Abime döndüm.
"Naber, tipsiz?"
"Tipsiz mi?" Annem gülerken babam kafasını iki yana sallıyordu. Abime karşı başımı salladım. "Evet, sen hiç aynaya bakmıyor musun?"
"Bir gün şu nurlu yüzüme laf ettiğin için çarpılacaksın. Bekliyorum."
"Aynen canım." diyerek kahvemi yudumladım. "Ondan, hıhı."
"Anne, söylesene benim erkek halimle ondan daha güzel olduğumu." Kahkaha atarak başımı geriye yasladım.
"Oğlum, yani..."
"Vay be anne! Demek tereddüt ediyorsun!"
"Ya serçe parmağım bile senden daha yakışıklı benim. Sen ne anlatıyorsun?" Gerçekten bir gün çarpılacaktım. Koyu renk saçları, açık kahve gözleri, uzun boyu ve esmer teniyle gördüğüm en yakışıklı insanlardan olabilirdi. Yapılı vücudu tamamen Allah vergisiydi. İşinden başka bir uğraşı olmayan, evcimen bir adamdı. Tek bir hobisi vardı, o da vapura binip gezmek. Çoğu zaman beni de yanında isterdi.
"Göster serçe parmağını." derken yanıma yaklaşıyordu. Telefonunu çıkartıp kaldırdığım serçe parmağımı yüzünün yanına getirdi ve kameraya odakladı. Gülerek onu izliyordum. Fotoğrafı çekti. Annemin yanına gidip ona sokuldu ve kedi gibi bakarak "Sence de öyle mi anne?" diye sordu. Babam abimin bu haline gülerken bana ayıplayan bakışlar gönderdi. Omuz silkip, dağılan ortamla telefonumu aldım. Mesaj Çakır'dan sanıyordum ama bilinmeyen bir numaraydı.
'Aslan o adamı öldürecek.'
Ardından bir mesaj daha. 'Çakır'da ölmesini istiyor. Onlara engel olmalısın.'
Gördüklerim doğru mu diye defalarca okudum. Bu da kimdi?
Paniğin beni afallatmasını istemediğim için sakin kalmaya çalıştım. Yavaşça koltuktan kalkıp "Ben odamdayım." dedim ve odaya geçtim. Hiç vakit kaybetmeden Çakır'ı aradım. Lütfen, Çakır! Lütfen bunu yapmayın!
Telefon ikinci çalışta açtı. Tam ona bağırıp çağıracaktım ki, ikinci mesajı hatırladım.
"Alo, Çakır."
"Efsun, sesin niye böyle geliyor? İyi misin?"
"Evet. Evet, iyiyim. Ben seni merak ettim. Neredesin?"
"Şu an pek müsait sayılmam aslında." derken, arkasından büyük bir gürültü koptu. "Konuş lan! Konuş artık!" Ve yabancı bir sesten gelen kahkaha. Bağıran Aslan'dı.
"Çakır, ne yapıyorsunuz?"
"Adam gerçekten manyağın teki! Elimizde kalacak en sonunda; hala konuşmuyor! Saçmalayıp duruyor."
"Bana nerede olduğunuzu söyleyin. Yanınıza gelmek istiyorum."
"Sen okulda değil misin?"
"Hayır, bugün gitmedim. Çakır, hadi! Neredesiniz?"
"Buraya asla gelemezsin Efsun! Unut bunu."
"Çakır, lütfen!"
"Kapatmalıyım. Söyleyeceğin bir şey var mı?"
"Hayır! Hayır, kapatma!"
Telefonun kapanma sesiyle duraksadım. Ardından tekrar aradım. Meşgule attı.
"Seni elime bir geçireyim Çakır!" Öfkeyle saçlarımı çekiştirdim. Odanın içinde dört dönerken ne yapabileceğimi düşünüyordum. Ona mesaj attım.
"Çakır, oraya gelmesem de olur. Sadece seni görmek istiyorum. Bizim evin yanındaki parka gelir misin?"
Mesaj birkaç dakika içinde geldi.
"Geliyorum."
Ah! Tamam! Hızlıca üstüme bir eşofman çektim ve yağmurluk aldım. Siyahlar içinde odadan çıkıp salona kafamı uzattım. "Çocuklar, ben biraz yürüyüşe çıkacağım. Kafa dinlemeliyim."
'Çocuklar' diye seslendiğim ebeveynlerimle sıradan bir sohbette bulunup dışarı çıktım. Birkaç saat içinde geleceğimi, belki kütüphaneye de uğrayabileceğimi söylemiştim. Onları kandırdığım için üzgündüm. Ben yalan söylememeye çalıştıkça hayat beni buna zorluyordu.
Parka geçerken, henüz evden çıkmadan arayıp ayarladığım taksiyi gördüm. Adam da beni gördü. Parka girdiğim anda da, Çakır'ın arabasının egzoz sesini duydum. Bir an için gülümsememe engel olamadım. Geldiğini haber veriyordu.
Banklardan birine oturduğumda yanıma geldi.
"İyi misin? Ne oldu?"
Endişeli ifadesine baktım. Gözleri yüzümü arşınlıyor; daha ben demeden anlamaya çalışıyordu.
Gerçekten kandırmış mıydı beni? Belki de sonradan karar değiştirmişti. Öfkesine yenik düşmüştü. Kim bilir, belki de o mesajlar yalandı. Ama kim, niye böyle bir şey yapsın? Niye mesajı bana göndersin? Benim onları durdurabileceğimi niye düşünsün? O kadar çok soru vardı ki, durumu garantiye almalıydım. Çakır'ların öyle bir niyeti varsa buna engel olmalıydım. Yoksa da, hiçbiri amacımın bu olduğunu anlamayacaktı. Beni fark etseler bile, ben yalnızca meraklı bir kızdım.
"Yani, pek sayılmaz. Seni görmek istedim."
Çakır'ın yüz ifadesi değişti. Endişe yerini rahatlığa bıraktığında, hafifçe gülümsediğini gördüm. Başını yana yatırıp beni seyretmeye devam etti. Bense önüme döndüm. Soğuğun döktüğü ağaç yaprakları parkın tüm zeminini kaplamıştı. Etrafımız çam ağaçlarıyla dolu ve öyle güzeldi ki... Derin bir nefes alarak temiz havayı ciğerlerime doldurdum. Kar havası vardı.
Ben basit düşüncelerle kendimi rahatlatmaya çalışırken, Çakır'ın parmakları çenemi kavradı. Nefes almayı bıraktım. Ya da aldığım nefesi hissetmeyi. Yüzümü yüzüne çevirdiğinde çok yakınımdaydı. Kalbimin, bedenimin her bir köşesinde atmasına sebep olacak kadar çok yakınımda.
Aramızda yalnızca birkaç santim varken, Çakır'ın dudakları aralandı. Bana bir şey söylemek istedi ama gözleri aralanan dudaklarıma kaydı. Az önce çok yakınız demiştim, değil mi? Bu yakınlığa ulaşmadan önceydi.
Zorlukla fısıldadım. "Ne yapıyorsun?"
"Bakıyorum."
"Çok yakından bakıyorsun."
"Daha da yakından bakmak istiyorum."
Ben de çığlık atmak istiyordum! Evet, kesinlikle çığlık atmalıydım! Ciğerlerimdeki basıncı başka türlü azaltamazdım!
Panikle ondan uzaklaştım ve saçlarımı geriye attım. "Ay, of Çakır! Ben seni niye çağırdım? Sen ne yapıyorsun?"
Hırçınlaşan halime gülerken masumca sordu. "Ne yapıyorum ben?"
"Böyle bakıyorsun." deyip iki parmağımla gözlerini gösterdim. "Yeşil yeşil. Yakından."
"Nasıl bakayım kızım? Mavi mavi mi bakayım? Allah vermiş, tabii yeşil yeşil bakacağım."
Gözlerimi kısarak erkek çocuğu hallerine baktım. "Sen şımardın he!"
"Şımartma o zaman." deyip yamuk bir sırıtışla göğüs kabarttığında, utançla yerimden kalktım. Anında o da kalkıp arkamdan belime sarıldığında, kafam omzuna yaslandı. "Tamam, tamam. Şaka yapıyorum. Hepsi sen iyi hisset diye." Kıkırdayarak yüzüne baktım. "Daha iyiyim."
Yüzümde kalan gülümsemeye bakarken o da gülümsedi. "Belli."
Tekrar gözlerinde kaybolmamak için hızlıca lafa girdim. "Tekrar gidecek misin oraya?"
Mecnun gibi aklı havadayken "Nereye?" diye sordu. Ses tonundaki sarhoşluğun beni güldürmemesi için zor durdum.
"Kazım'ın yanına." Şimdi gerçek dünyaya dönüş yapmıştı.
Gözleri daha uyanık bakarken, belime sarılı olan kolları kasıldı. "Evet." Tam ağzımı açıp konuçacaktım ki, "Sen gelmiyorsun!" dedi. Omuz silktim. "Yalnızca kendine dikkat et diyecektim."
Afalladı. Başını sallayarak yavaşça benden ayrıldığında bedenimi tamamen ona döndürdüm. Bir süre hareket etmedi. Sonrasında yavaşça yanımdan sıyrıldı ve "Hadi, sen de eve geç." diyerek yürümeye başladı. Kollarımı birbirine bağlayarak arkasından baktım. Arabaya ulaştığında bana baktı. Başımı salladım. O da aynı şekilde karşılık vererek arabaya bindi. Gazladığı an, koşarak taksiye ulaştım. Bindiğim gibi "Öndeki araba abi. Onu takip edeceğiz." dedim. Adamla daha önceden konuştuğum için hızla gaza bastı.
"Abla, başımız belaya girmez değil mi?"
Sorusu, daha çok kendi başından endişeliymiş gibi çıkmıştı. "Yok abi, sen rahat ol. Benim arkadaşım o. Asıl onun başı belaya girmesin diye takip ediyoruz."
Son cümlemi kendi kendime mırıldanmıştım. Adamsa onaylayarak yola devam etti. Yalnızca on dakika sonra, Çakır'ın arabası bir deponun önünde durdu.
"Burada dur abi, sağ ol. Gerisini ben hallederim." diyerek adama parasını ödedim ve taksiden indim. Taksi uzakta duruyordu, Çakır'ın yüzünü tam seçemiyordum ama hangi eve girdiğini görmüştüm. Deponun hemen yanındaki baraka tarzı eve girmişti. Demek Aslan'ın barakası burasıydı.
"Bakalım içeride durumlar nasıl?" Deponun önüne geldim. Prefabrik bir depoydu. Duvarlarında ufak tefek delikler vardı. Oradan içeri baktım. Boştu. Herhangi bir aksilikte buraya saklanabilirdim. Deponun yanındaki barakadan büyük bir gürültü koptuğunda, aslında tam da saklanmam gereken anın bu an olduğunu düşündüm. Panikle kendimi içeri attım ve birkaç dakika bekledim. Barakadan bir adam çıktı. Takım elbiseliydi. Çakır'ın arabasına gidip bir çanta aldı ve içeri geri girdi. Daha fazla vakit kaybetmeden depodan çıktım. Aslında yakalanmak çok da umurumda değildi ama, Çakır ona güvenmediğimi düşünsün istemiyordum.
Ona güvenmediğin için buradasın, Efsun. Güvenseydin, o adamı öldürmeyeceğini bilirdin.
Karanlık taraftaki sesin, küçük kızı karşısına alarak, bana tekrarladığı buydu. Benimse inkar ettiğim. Ben yalnızca korkuyordum. Öfkesine yenik düşmesinden, verdiği sözü çiğnemesinden korkuyordum.
Barakaya yaklaşırken etrafında dolaşan bir adam gördüm. Kendimi öyle hızlı yere attım ki, çimenliğin arkasına saklanmamla adamın arkasını dönüp gitmesi bir oldu. Bu küçücük barakanın etrafını turluyorsa, çok yakında tekrar bu tarafa geçecekti. Hay aksi! İçeriyi başka nereden izleyebilirdim ki? Ben dışarıdayken adamın beni görmemesi imkansızdı.
Aklımı çalıştırmalıydım! Bir yolu olmalıydı!
Çimenliklerin arkasından ilerleyerek etrafı daha iyi görmeye çalıştım. Barakanın diğer tarafında, barakaya bitişik bir kulübe vardı. Aslında daha çok bir hurdalığa benziyordu; aralık kapısında içini görebiliyordum. Oraya girmeyi başarırsam içeriyi de görebilirdim. Tam atağa geçmek için hamle yapmıştım ki, adam tekrar dönmeye başladı. Turu bitirmesini bekledim. Yavaş adımları sinirimi bozarken derin nefesler alıyordum. Hadi! Git şuradan! Baktın işte, kimse yok!
Adam köşeyi dönüp görüş açımdan çıktığı an ses çıkarmamaya çalışarak parmak uçlarımda koşmaya başladım. Ceylan gibi sekiyordum, maşallah bana!
Depoya girip kapısını üstüme çektiğimde, birkaç saniye durdum. Ses çıkarmış mıydım? Adam beni fark etmiş miydi? Peşimden mi geliyordu? Beni burada kıstıracak mıydı? Hiçbiri olmadı. Nefes aldım ve odaklanmaya çalıştım. Gerçi, pek de gerek yoktu. Hurdaya dönmüş ama hala ayakta olan barakanın içindeki sesler, olduğu gibi kulağımdaydı. Sıkışık olan alanda zorla arkamı dönüp bir boşluk görmeye çalıştım. Yerden on, on beş santim yukarıda bir çatlak vardı. Dizlerimin üstüne çöktüm. Gözümü yaklaştırıp içeriyi görmeye çalıştım ama karanlıktı. Yanlış yere mi bakıyorum diye düşünürken karanlık kayboldu; hareket eden adamla bacağı görüş açımdan çıktı ve şimdi, yüzü kanlar içinde kalmış adamın karşısındaki Aslan'ı görüyordum.
Bağırmamak için elimi ağzıma kapadım. Kendimi korkuyla geri itmiştim; kalbim yerinden fırlayacaktı. O adam hala nasıl yaşıyordu? Yüzü belli bile olmuyordu; sadece kan ve etten oluşuyordu. Aslan nasıl bu kadar ileri gidebilmişti? Çakır buna nasıl izin vermişti? Hani ona elini dahi sürerse Leyla denen kadına şikayet edecekti? Adamı öldürmekten beter etmişti. Bu işkenceden başka bir şey değildi ki!
Hak ediyorlar!
Hayır, bu benim için çok fazla.
Değil, Efsun!
Sakin olmaya çalışarak çatlağa tekrar yaklaştım. Etrafı görmeye çalıştım. İkisinden başka kimseyi göremiyordum. Ama Çakır'da burada olmalıydı. İçeri girdiğini görmüştüm.
"Bak, öleceksin! Ramak kaldı nefesini kesmeme! Konuş artık!" Aslan'ın bıkkın sesini duydum. Eliyle yüzünü sıvazlayıp arkasını döndü. Bir yere bakıp başını iki yana salladığında, görüş açıma Çakır girdi. Aslan'ın omzunu sıkıp, "Git de biraz nefes al." dedi. Aslan hiçbir şey demeden üzerime doğru yürüdü. Nefesimi tuttum. Kapının, bulunduğum yerin hemen yanında olduğunu fark etmemiştim. Kılımı bile kıpırdatmadan durmaya çalıştım. Birkaç saniye varlığını hissettim. Neyse ki sonrasında uzaklaştı. Dikkatimi içeriye verdim.
Çakır adama doğru eğilip bir eliyle çenesini kavradı. Yüzünü sağa sola yatırıp adamı inceledi. Midesi bulanmış gibi yüzünü buruşturdu. "Bak, gerçekten de ölmek üzeresin. Ve ben bunu istemiyorum." Ah! Derin bir nefes verdim. Çakır'ın bu söylediğiyle üzerimden öyle bir yük kalkmıştı ki... Mesaj yalandan ibaretti. Çakır adamın ölmesini istemiyordu. Sözünü çiğnemeyecekti. Peki o mesaj neydi? Kim tarafından atılmıştı? Neden?
Adam, artık neredeyse görünmez olan gözlerini açtı. İki büyük balonun içindeki kanlanmış beyazları zar zor seçtim.
"Ölmek üzereysem-" derken, kendi kanında boğulurcasına sesler çıkardı. Öksürdü, ağzından saçılan kanlar Çakır'ın omzuna sıçradı. Çakır iğrenerek geri çekildi. "-neden hala benimle-" Ve tekrar. "-uğraşıyorsun?"
"Çünkü senden almamız gereken cevaplar var! Bize çetenin yerini söylemek zorundasın! Seni yaşatmayacaklar, bize yardım et ki biz seni yaşatalım!"
Adamın onu duyduğunu bile sanmıyordum. Baygınlık geçirir gibi başı öne düştü. Sonra aniden kalktı. Etrafına baktı. Çakır'a baktı. Patlamış dudağındaki sırıtmayı gördüm. Korkunçtu.
"Sen misin doktor? Neden buradasın?"
"Beni nereden tanıyorsun? Cansu'dan mı?"
"Ah, Cansu... Hayatım... Beni bırakıp gitti." İniltileri arasında ağlamaya başladı. Yüzünden yaş değil, kan akıyordu.
"Cansu'yu görmek ister miydin?"
"Her şeyden çok."
"Konuşursan, seni Cansu'nun yanına götürürüm."
"Yalan söylüyorsun. O kaçtı. Avrupa'ya-" Tekrar öksürdü. Bu sefer Çakır vaktinde geri çekilmeyi başardı. "-gitti."
"Hayır. Cansu hapiste. Türkiye'de."
Bu sözler sanki adama can vermiş gibi doğruldu. Başını havaya kaldırmaya çalışıp Çakır'a baktı. "Yalan söylüyorsun."
"Hayır! Söylemiyorum! Seni ona götüreceğim. Şimdi konuş!"
Adam kekelemeye başladı. Çakır'ınsa buna sabrı yoktu. Adamın çenesini avcuna alıp başını sarstı. "Konuş artık! Çete nerede saklanıyor? Ela'ya ulaşmanı kim söyledi? Konuş!"
Parmaklarının arasından yol alan kan, bileğinden içeri akmaya başladığında Çakır'ın yüzüne baktım. Kızaran yüzünde öfke hakimdi.
"Dur, doktor! Dur!"
"Konuş! Sabrım kalmadı bak! Sıkacağım kafana! Cansu'nu da anca cehennemde göreceksin!"
"Çete burada."
"Ne?" İkimizde aynı anda sormuştuk bunu. Neyseki benim sesimi bastırmıştı onun bağırışı. "Nerede?"
"Burada, İstanbul'da. Tam adresi sana vereceğim. Ama beni Cansu'yla görüştüreceğine söz ver." Mevzu Cansu olunca nasıl da kendine gelmişti!
"Söz veriyorum! Adresi ver. Cansu'yu gör."
"Adres cebimde. Siyah bir kağıt göreceksin. Kırmızı ışığın altına tuttuğunda bir harita çıkacak. Çetenin tüm yerleri orada gizli. Dikkat et, eğer adresleri karıştırırsan çete seni yakalar."
"O ne demek?" Adam zorlukla nefes aldığında Çakır onu sarstı. "Hey! O ne demek dedim sana!"
"Sakın!" Derinden gelen bir öksürük. "Sakın adresleri karıştırma!"
"Kendine gel!"
Adam nöbet geçirir gibi sarsıldığında Çakır kollarından tutarak düşmesini engelledi. "Aslan!"
"Aslan, koş!" Çakır korkuyla bağırdı. Adamın kapanan bilinci, korkusunu besleyen en büyük etkendi. O, ölmüş müydü?
Aslan'ın rüzgarını sırtımda hissettim. Hızlıca içeri girdi. Adamın yanına ulaştığında nabzını kontrol edecek; yaşayıp yaşamadığına bakacak sandım. Onu sarsabilirdi; adını seslenebilirdi; daha birçok şeyi, adamı kendine getirmek için yapabilirdi. Ama hiç beklemediğim bir anda gerinerek, adama sıkı bir yumruk attı.
Bu adamı aniden kendine getirdi. Boğulurcasına öksürmeye başladı; sesi, yaralı bir hayvanın ölmeden önce çıkardığı iniltiler gibiydi. Aslan, Çakır'a dönerek "Bu it, bundan anlıyor!" diye bağırdı.
Dehşet içinde kalakaldım. Gözlerimi dahi kırpamayacak kadar şoka girmiştim. Aslan... O iyi biri değildi. O vahşi bir adamdı. Bu yaptıkları... Adamı getirdiği hal...
"Beni öldürmeyin!" Adam fısıldar gibi konuşuyordu; bu söylediğini zar zor duymuştum.
"Konuştu mu?"
Çakır başını salladığında "Nasıl ikna ettin?" diye sordu. "Cansu'ya götüreceğimi söyledim."
Aslan alay eder gibi bir ses çıkartıp adama yöneldi. Yakalarından tutup başını doğrulttu. "O zaman yaşaman için son bir bilgi kaldı." Adam zorla gözlerini açıp Aslan'a baktı. Yüzü, ifadesi okunamayacak kadar dağılmıştı.
"Kutu!"
"Hayır!" Adam geri çekilmeye çalıştı. "Hayır! Olmaz!"
"Evet! Söyle, kutu nerede?"
"Söyleyemem, doktor! Olmaz!"
Çakır, adamın hitabıyla kendi gelmiş gibi Aslan'ı tuttu. "Aslan, dur artık! Adam kendine gelsin; alırsın her türlü bilgiyi. Baksana haline! Ölecek!"
"Umurumda değil! Kutuyu bulmamız lazım! Planlarını öğrenmeliyiz! Neyin peşinde olduklarını öğrenip engel olmalıyız!"
"Sen ne biliyorsun, Aslan? Anlat bana. Birlikte düşelim peşine!"
"Bu şerefsizler-" derken işaret parmağıyla adamı gösterdi. "-çok büyük bir uyuşturucu pazarı kurmuşlar. Yeni bir madde üretiyorlar! Ne olduğunu, ne için ürettiklerini bilmiyorum. Ama çok tehlikeli olduğunu biliyorum. O mal piyasaya girerse, Ela gibi birçok çocuğu zehirleyecekler!" Son cümlesini bağırırken adamın üstüne atıldı ama Çakır engel oldu. Öyle öfkeliydi ki, gözü hiçbir şey görmüyordu.
"Söyle! Kutu nerede?"
"Doktor-" dedi adam nefes nefese. Çakır, Aslan'ı tutmaya çalışırken omzunun üstünden adama baktı. "Söyle, Kazım! Söyle ve kurtul!"
"Kutu-" Nefesi kesilince lafı yarıda kaldı. Bu sırada konuşacağını anlayan Aslan üzerine atılmayı bıraktı ve ona odaklandı. İkisi de adama döndü. Çakır'ın bir kolu hala Aslan'ın önünde duruyordu.
"Kutu, ahşap oymasının ardında."
"Ne? Ahşap oyması nerede?"
Adam, Çakır'ın sorusuyla başını doğrultmaya çalıştı. Bilinci gidip geliyordu; uyanık kalmak için çaba sarf ediyordu. Birkaç saniye bakıp, kısık sesiyle konuştu.
"Doktor-"
"Söyle!"
"Evimde-" Doğrultmayı başardığı başını delip geçen mermiyle her şey saniyeler içinde gerçekleşti. Aslan, Çakır'ın üstüne atılıp kendini siper etti. Saldırının devamı gelecek diye düşünüp onu korumasının ardından, hiçbir kurşun atılmadı. Adamın başı sallanarak önüne düştü. Kurşunun şiddetinden sandalyesi oynadı. Yakın mesafeden vurulmuştu. Yoksa bu denli bir sarsıntı geçirmezdi. Belki de olduğum yerden çıksam, yapan kaçamadan görebilirdim. Olduğum yerden çıksam...
Yaşanan dejavu hissi, tüm bedenime işledi. Titremeye başladım. Sadece titriyordum. Gözümden tek bir damla yaş bile akmadı. Geldiğimden beri eğildiğim çatlaktan başımı çekip, yavaşça arkama yaslandım. Dudaklarım nefes alabilmek için aralandı. Çakır'a seslenmek istiyordum. Beni burada kurtar, diye bağırmak istiyordum. Bahsettiğim kesinlikle bulunduğum yer değildi.
"Lan!" Aslan'ın, adının hakkını veren bağırışı, yanımdan geçip giderken bıraktığı rüzgarla devam etti. "Kaçma lan!" Görmüş müydü? Yakalayabilecek miydi onu? "Çakır! Çakır, hemen çık oradan!" Ne oluyordu? Aslan barakadan çıkıp, niye Çakır'ın da çıkması için bağırıyordu? Katilin peşine düşmesi gerekmiyor muydu?
Tüm bu olanlara tepkisiz kalan bedenim, yavaşça yükselen sıcağı hissetmeye başladı. Sırtımdan yayılan bir ateş vardı sanki. Yanmış odun kokusu burnuma dolduğunda arkamı döndüm.
Büyüyen alevler gözlerime hapsoldu.
Hurdalığın ve evin birleştiği nokta, yanıyordu!
"Çakır!"
"Kazım'ı almadan çıkmam!" Çakır'ın tek söylediği buydu. Aslan öfkeyle bağırıp içeri geri girdi; bunu kapının sesiyle anladım. Gözlerimi alevlerden çekemiyordum. Hurdalığa girmek üzereydi. Duman çoktan bulunduğum yeri sarmıştı.
"Ben tuttum! Bırak, çık hadi şuradan!"
Birlikte adamı taşıyıp dışarı çıkarmış olmalılar ki, varlıklarını hemen yanımda hissettim. Ben de buradan çıkmak istiyordum ama hareket edemiyordum.
O da vurulmuştu. Aynı kendi kardeşine yaptığı gibi, onu da alnının tam ortasından vurmuşlardı.
"Ulan! Barakam yanıyor!"
"Hurdalıkta yangın tüpü var! Al hemen!"
Çakır'ın söylediğiyle, bulunduğum yerin tahta kapısı zorlandı. Aslan'ı boşluklardan görebiliyordum. Başını kaldırıp dikkat etse, o da beni görebilirdi. "Buraya kilit vurulmuş! Yangını çıkaranla Kazım'ı vuran aynı kişi! Yangını söndüremeyelim diye buraya kilit vurmuş! Bizi oyalamak için!" Ve ben kilit vurulan yerin içinde; yayılan alevin ortasındaydım.
Sesini çıkar, Efsun!
Dudaklarım aralandı ama konuşamadım. Engel olamıyordum! Gözlerimin gördüklerini beynim kabullenemiyordu!
Ben titreyerek Aslan'a bakarken, artık o da bana bakıyordu. Anlamaya çalışarak, bir süre bakakaldı.
"Efsun! Bunun burada ne işi var?"
"Ne diyorsun?"
"Efsun içeride!"
"NE?" Çakır, kapıyı açmaya çalışan Aslan'ı iterek görüş açıma girdi. Gözleri irice açıldı; şaşkınlık içinde, birkaç saniye hareketsiz kaldı. "Efsun!" Hurdalığın kilitli kapısını zorlamaya başladı. Bir yandan tahtayı yumrukluyor; bir yandan da çıkan sesten demir olduğunu düşündüğüm kilidi kırmaya çalışıyordu. Bundan vazgeçişi, eskimiş tahtayı yumruklayıp kırabildiğini fark edişiyle oldu. Elleri zarar görmüyor muydu? Alevlerin sıcaklığı sırtımı yakmaya başladı. Durmalıydı; tahta kırılırken elleri de kırılacaktı. Omzumun üstünde bir acı hissettim. Parçalanan tahtalar düşüyordu. Tahta kapı kırıldı; kan içinde kalan sağ elini içeri daldırıp tutabildiği ilk şeyi tuttu. Yakamı. Beni öyle bir hızla dışarı çekti ki... Can havli vardı üstünde. Kendi canı için değil, benim canım için.
Beni dışarı çektiği anda kollarının arasına aldı. İkimizde dizlerimizin üstünde, deli gibi titreyerek birbirimize sarıldık. "Efsun! Efsun, beni delirteceksin! Senin burada ne işin var? Allah aşkına! Öldüreceksin beni!" Saçlarımı okşarken bağırdıkları bunlardı.
"Çakır!"
"Öldüreceksin!"
"Çakır..."
"Şşş, tamam! Ağlama! Tamam, iyisin!" O söyleyene kadar ağladığımın farkında bile değildim. Ardımda yükselen alevler umurumda değildi. Benim için zihnimi kaplayan duman daha tehlikeliydi.
"Kalkın! Uzaklaşın!" Aslan bize seslendi. Bizse hareket etmedik. Açılan hurdalıktan tüpü aldı ama çok geç kalmıştı. Tüpü uzağa fırlattı. İkimizin de ensesinden tutup çekiştirdi. "Kime diyorum? Uzaklaşın!"
Çakır benimle birlikte kendini de yerden kaldırdı. Bedenimdeki uyarıları o anlarda hissettim. Omzumdaki acıyla inledim. Yağmurluk, yağmurluğun altındaki tişört... Yırtılmış ve omzum kızarmıştı. Ciddi bir yanık olmalıydı. Çakır acımı fark edip beni kucağına aldı. Omzumu kaldıramadan elimi göğsüne yasladım. Gözlerimi kapattım; kulağıma dolanlar yetiyordu yaşananları anlamama. Yanarak alt üst olan barakadan uzaklaştık. Etraftaki adamlara, Kazım'a ne olduğunu bilmiyordum. Onları alevlerin etrafında bırakmış olamazlardı. Sesi çıkmayan Aslan, muhtemelen onlarla ilgileniyordu. Kazım öldürülürken barakanın etrafındaki adam neredeydi? O da mı öldürülmüştü? Daha kaç kişi ölecekti? Sıra Çakır'a da gelecek miydi? Onun da ölümünü görecek miydim?
Nefes nefese gözlerimi açtım. Çakır'ın kucağından engel olamayacağı bir hızla indim ve yalpalayarak ayakta durmaya çalıştım. "Efsun!" Kollarımı tutmaya çalışıyordu. Onu ittirdim.
"Bırak!" Duramadım. Olduğum yere düşerken altımdaki toprağı ezdim.
"Ahh!" Yanan omzum değil de kalbimmiş gibi haykırdım. Boğazım yırtılırcasına haykırdım. "Ah! Çakır!" Biraz sonra başı delinecek olan benmişim ve bundan haberdarmışım gibi haykırdım. "Yapamam! Bu çok fazla!"
Acı dolu bağırışlarım, Çakır'ın önümde diz çökmesiyle arttı. Korkumdan korkup yaşlanan gözlerine baktım. "Özür dilerim!"
Yine aynı an... Yine biri gözlerimizin önünde öldürüldü ve Çakır benden özür diliyor. Yine aynı...
Başımı hızla iki yana salladım. İçimde tutamadığım acıyla attığım çığlık, bana uzanan elini panikle geri çekmesine sebep oldu.
"Aynı şeyi bir daha yaşayamam Çakır! Olmaz! Yapamam!" Yaşıyordum ya işte! Aynı şeyi tekrar yaşıyordum, yaşıyorduk!
Çakır bana sarılmaya çalıştı. Kendimi geri çekerken, acı, soluduğum havaydı. Ciğerlerimi yakıyordu, az önceki dumandan daha çok. Daha ağır.
"Yapamam, Çakır! Artık olmaz! Bırak beni!"
SON
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 511 Okunma |
97 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |