22. Bölüm

19. Bölüm (İtiraf)

Betül Başönderoğlu
betulbasndrglu

 

Hepimiz sesin geldiği yöne döndük. Furkan, arkasında iki adamla koridorun başında duruyordu. Ellerini önünde kenetlemiş; oldukça sakin bir şekilde Çakır'a saldıran polise bakıyordu.

 

 

 

 

"Ata Erdinç nerede? Eminim ki komiserin yok diye böyle rahat hareket ediyorsun. Yoksa sen kimsin de benim kardeşime saldıracaksın?"

 

 

 

 

Polis, Çakır'ı bıraktı. Boş kalan elini silahla doldurması uzun sürmedi.

 

 

 

 

Furkan'a çekilen silah, arkasındaki iki adamı hareketlendirdi. Tek bir el hareketiyle onları durdu. Yüzünde tehlikeli bir gülümseme belirdi.

 

 

 

 

Polisin öfkesi, bunu görünce arttı. Silahı daha sıkı tuttu. Bu adam kafayı mı yemişti?

 

 

 

 

 

Kimseden çıt çıkmayan birkaç saniye geçti. Koridorda olan diğer polisler, sanki işin aslını biliyormuş gibi hiç karışmadılar. En sonunda, tüm bunlara dur diyebilecek biri geldi. Polisin elindeki silahı hızla indirip, "Komiserim." diyerek geri çekilmesini sağlayan kişi. Ata Erdinç.

 

 

 

"Oğlum, siz yine ne yapıyorsunuz?"

 

 

 

Aceleyle yürürken işaret parmağıyla silahı gösterdi. "Koy o silahı beline. Devlet onu sana yalnızca sana saldırana çek diye verdi!" Kelimeleri bastırarak kurduğu cümlesi bitince, parmağı Furkan'a döndü. "Siz de onu kışkırtmaktan vazgeçin."

 

 

 

İkili arasında durup, kollarını iki yana kaldırdı. Canından bezmiş gibi bir hali vardı. "Nedir benim sizin kavganızdan çektiğim, Allah aşkına!"

 

 

 

 

"Bizim yaptığımız bir şey yok, komiserim. Hala yakalanmayan bir katil ve sırf bunu başaramadı diye bizi suçlu görmeye devam eden bir memur var ortada. Ha bir de, kardeşim hiçbir şey yapmamışken ona silah doğrultması."

 

 

 

"Ve suçu olmayan birini gözaltına alması!" Furkan'ın eksik cümlesini Çakır hızla tamamladı. Kısa bir an için Furkan'a baktım. Çok adi bir herifti ama neyse ki Çakır'a değer veriyordu. Hala.

 

 

 

 

Ata komiserin bakışları bana döndü. Bense, duvarın köşesine sinmiş, hayretle olanları izliyordum. Bende ne gördü, bilmiyorum. Öfkeleyle konuştu. Hedefinde polis vardı.

 

 

 

 

"Hakkında tutanak tutulacak! Masum birini, içinde öfkeyle diri tuttuğun acının kurbanı etmek ne demek, anlayacaksın!"

 

 

 

 

******

 

 

 

 

İşlemleri halledip emniyetten çıktık. Anne ve babamın neden gelmediğini merak ediyordum. Müdür onlara ulaşamamış olabilir miydi? Düşüncelerim, hemen arkamda yürüyen Çakır ve Furkan'ı unutturdu. Çakır yanıma gelene kadar hızlı adımlarla yürüyordum. Amacım sokağa çıkıp bir otobüse binmekti.

 

 

 

 

"Efsun." İrkilerek başımı yerden kaldırdım. Çakır'ın gözlerine bakmamam gerektiğini, bakınca anladım. Hızla geri indirdim. Furkan bizden uzakta, telefonla konuşuyordu.

 

 

 

 

 

"Eve- Ah! Annemlerin yanına gitmeliyim, Çakır. Sonra konuşuruz."

 

 

 

Yaptığım düzeltmeyle utancım arttı.

 

 

 

"Gel, ben bırakayım seni annenlerin yanına. Bir sonraki otobüs yarım saat sonra."

 

 

 

 

Onun vurgusuysa, beni resmen yerin dibine soktu!

 

 

 

 

 

"Önemli değil. Yürürüm. Yarım saat sürmez bile."

 

 

 

 

Çakır'ın duraksadığını hissettim. Gözlerine bakmamaya çalışıyordum.

 

 

 

 

"Yarım saat sürmez bile mi? Koşmayacağına emin misin?"

 

 

 

 

"Şey-" diyerek lafı ağzımda geveledim. Ayağımın dibindeki taşla oynuyordum. "-biraz hızlı yürüyo-" Çekingen tavrıma sabredememiş olmalı ki, bu aralar çok sık yaptığı bir hareketi tekrarladı. Parmaklarını çeneme sarıp başımı yerden kaldırdı ve gözlerimin içine baktı.

 

 

 

 

Yirmi üç saniyeyi başlat. Küçük kızı dinlememeye çalıştım. Hem Çakır'ın, gözlerime bakarken ki afallamayla karışık sessizliğinin o kadar uzun sürmeyeceğini biliyordum. Her zaman, ilk kendine gelen o oluyordu. Bu anlarda tutuklu kalan ben oluyordum.

 

 

 

 

"Yapma Efsun. Bunu yapma."

 

 

 

 

"Neyi yapmayayım? Konuştuk ya bunları-"

 

 

 

 

"Bir haltı konuştuğumuz yok! Sen konuştun, ben dinledim. Ben konuştum, sen kaçtın."

 

 

 

 

Söylediği, utancımı bastırdı. Kaşlarım çatılırken derin bir nefes aldım.

 

 

 

"Ben mi kaçtım? Benim yaptığım sana kaçmak gibi mi geldi?"

 

 

 

 

"Tabii kaçmak. Bensiz kalmamak için beni terk ettin." Sanki bunları değil de, ilişkimizin yıl dönümünü nerede kutlayacağımızı konuşuyormuş gibi, çenemi tutan eli yanağımı okşuyordu. Aklımı mı karıştırmaya çalışıyordu? Yüzündeki sakin ifadeye bakılırsa amacı bu değildi.

 

 

 

Özlemiş seni.

 

 

 

Söyleyecek bir şey bulamadım. En sonunda, "Terk edebilmem için aramızda bir şey olması gerekir. Biz sadece-" Üçüncü kez lafımı kesti. Alay eder gibi bir ses çıkartıp "Beni bununla geçiştiremezsin. Aramızda ne olduğunu ikimizde biliyoruz. Konu bu değil. Konu, benim sensiz yapamayacak olmam." dedi.

 

 

 

 

Nefesim boğazımda asılı kalırken dudaklarım aralandı. İrileşmiş gözlerimle ona baktım. İfadem, yüzüne buruk bir gülümseme oturttu. Yanağımdaki elini indirmemiş de olsa, okşamayı bırakmıştı.

 

 

 

 

"Ama senin böyle bir derdin yok gibi duruyor. Sürekli benden kaçmaya çalıştığına göre..."

 

 

 

 

Ani bir öfkeyle onu omuzlarından ittirdim. İşaret parmağımı yüzüne doğru sallarken, nasıl böyle bir şey söyleyebildiğini düşünüyordum. Çektiğim acıyı nasıl görmezdi?

 

 

 

 

"Sakın! Ben sana bir şey olacak korkusuyla yaşayamayacağım için senden kaçıyorum! Hayatın, hayatımı kovaladığı için kaçıyorum!"

 

 

Bağırışım, karakol bahçesindeki çoğu yüzü bize döndürdü. Furkan'da dahil. Çakır'sa bunu umursamadan, benim gibi bağırdı.

 

 

 

"Neden anlamıyorsun? Bu benim hayatım değil!"

 

 

 

 

 

"Bırak o zaman! Bırak, uğraşma! Neden senin olmayan bir hayatı yaşamaya devam ediyorsun?"

 

 

 

 

Burnundan soludu. Elleri yumruk şeklini alırken, beyazlaşan boğumlarını gördüm. Derinden gelen bir sesle konuştu. "Yapamam. Biliyorsun."

 

 

 

 

Bu sefer ben alay eder gibi bir ses çıkarttım. "Ben de yapamam. Biliyorsun."

 

 

 

 

Sargılı elini saçlarına daldırdı. Dünden beri değiştirmemiş olmalı ki sargısı kanlıydı. Bağırışı kulaklarıma dolana kadar, sargısını değiştirsem, ona iyi gelsem diye düşünüyordum.

 

 

 

 

"Korkaksın!"

 

 

 

 

Hiddetle, düşünmeden bağırdım. "Bencilsin!"

 

 

 

 

Sözüm ona dokunmuş olmalı ki, kalakaldı. Ardından, sargılı elini kalbinin üstüne vurup adeta haykırdı.

 

 

 

 

"Ben seni seviyorum!"

 

 

 

 

İçinde bulunduğumuz öfke olmasa dilimin tutulacağı bu söze, şu an vereceğim tek bir cevap vardı. Aynı onun gibi, sağ elimi kalbime vurup bağırdım.

 

 

 

 

"Ben de seni seviyorum!"

 

 

 

 

İkimizde derin nefesler alarak sustuk. Etraftaki insanlar umurumuzda değildi. İlk defa yaptığımız bu itiraf, umurumuzda değildi. Biliyorduk zaten. Bilinen sözlerin söylenmesi daha kolay olurdu her zaman. Bizim durumumuzda, birbirini kaybetmekten deli gibi korkan iki insanın, iki farklı seçimi söz konusuydu. Konuşulması en zor olan...

 

 

 

 

Çakır, sanki nerede olduğumuzu yeni anlamış gibi etrafına baktı. Gözleri bir süre Furkan'da kaldı. Ardından bana dönüp "Arabaya geç. Seni eve bırakayım." diyerek, cebinden anahtarı çıkarttı. Ev kelimesini bastırmıştı.

 

 

 

 

Direnmenin anlamsız olduğunu düşünüp arabaya bindim. Emniyet kemerimi bağladım. Kollarımı birbirine kavuşturup sessizce yola baktım. Eve gelene kadar konuşmamıştık. Arabayı durdurduğunda camdan dışarı baktım. Ama arabadan inmedim. Kollarımı çözüp ellerimle oynamaya başladım. Az önce söylediklerimiz, aklımın duvarlarında yankılanıyordu. Sanki heyecanını yeni hissediyormuşum gibi, kalbim yerinden çıkacaktı. Kısık bir sesle sordum. Amacım, son bir konuşma yapmaktı.

 

 

 

 

 

"Birkaç dakikan var mı?"

 

 

 

 

"Ömrüm senin."

 

 

 

 

Şaşkınlıkla irileşen gözlerimi ona çevirdim. Hızlanan kalp atışlarım kulaklarımda yankılanıyordu.

 

 

 

 

"Eğer istersen tabii."

 

 

 

 

"Çakır..." diye mırıldandım. Her şeyden çok...

 

 

 

 

"Biliyorum. Korkuyorsun. Ama bana söz verebilir misin? Tüm bunlar bittiğinde, ben normal bir hayata başladığımda, seni bulup kaldığımız yerden devam etmemizi istediğimde... Kabul edeceğine, beni bekleyeceğine söz verebilir misin?"

 

 

 

 

 

"Söz." dedim, titreyen sesimle. Benim ona söylediklerime, yaptıklarıma rağmen beni bırakmıyor oluşu, kalbimi dört bir yandan sarıp sarmaladığında, içtenlikle tekrarladım. "Söz!"

 

 

 

 

 

*******

 

 

 

 

Eve girişimin onuncu dakikasındaydım. Kimse yoktu. Ne annem, ne de babam telefonlarını açmıyordu. Endişem, Çakır'la olan son konuşmamızı düşünmemi engelliyordu. Bunu akşam, karanlıkta düşünecektim. Abim dördüncü çalışta telefonu açtı.

 

 

 

 

"Alo! Annemlere ulaşamıyorum! İkisi de telefonlarını açmıyor!"

 

 

 

 

"Sakin ol. Benim yanımdalar."

 

 

 

 

"Ne?"

 

 

 

"Ela çıkıyor. Onu görmeye gelmişler. Şarjları bitmiş." Arkadan annemin sesi geldi. "Kızım, biz iyiyiz." Sesi oldukça neşeli geliyordu. Babamın "Çaylar geldi." deyişini de duyunca derin bir nefes aldım. İyiydiler.

 

 

 

 

"Ela'yı görmeye gideceklerinden haberim yoktu."

 

 

 

 

"Sen okuldasın diye söylememişlerdir muhtemelen."

 

 

 

 

"Şey, tabii..." diye mırıldanarak elimi alnıma vurdum. Telefonları açıldığı zaman müdürün aramalarını göreceklerdi. Nasıl açıklayacaktım?

 

 

 

"Ela çıktı mı peki?" diyerek konuyu değiştirdim. Ela'dan bahsedince onu ne kadar özlediğimi fark ettim.

 

 

 

 

"Evet. Aslan ve yanında bir kadın geldi. Çakır'ı göremedim. Onlar alıp gittiler."

 

 

 

 

"Anladım."

 

 

 

"Sen Ela'yı görmeye gidecek misin?"

 

 

 

 

"Okuldan sonra olabilir." dedim, yatak odama girip giyinmek için çıkarttığım pijamalarımı dolaba geri koyarken. Evden çıkmam gerekiyordu. Annemler geldiği zaman açıklama yapacak halim yoktu. Müdürün aramalarını da bir şekilde açıklardım.

 

 

 

 

"Tamam. Beni haberdar et. Doktoru olarak ona birkaç ilaç verdim. Aslan'ın bunları temin ettiğine emin ol. Kızın ilaca ihtiyacı olmadığını söyleyip durdu. Tam bir dağ ayısı."

 

 

 

 

"Abi!" dedim, uyaran sesimle. "Tamam, iyi be! Laf söyletme!" diyerek telefonu kapatan ergen abimle kalakaldım. Gerçekten şaka gibiydi.

 

 

 

 

Evi bulduğum gibi bırakarak dışarı çıktım. Birkaç saniye kapının önünde durup etrafa baktım. Hava soğuktu. Bir kafeye gitsem, bir şeyler yesem iyi olacaktı. Yavaş adımlarla, geçen hafta gittiğim kitap kafeye yürümeye başladım. Adımlarım bir mecnun gibiydi. Akşam düşüneceğimi söylesem de, zihnim Çakır'ın söyledikleriyle kuşatılmıştı.

 

 

 

 

Beş dakika geçti. Ensemde ki ürpertiyle takip edildiğimi hissederek ara sokağa girdim. Ve hızla arkama bakıp önüme geri döndüm. Kimse gözükmüyordu. Kuruntu mu yapıyordum?

 

 

 

Ara sokaktan devam ettim. Yolu biraz karıştırıp, peşimde biri varsa anladığımı fark ettirmeden atlatmalıydım. Emin olsam, kaçmazdım. Ama bu yalnızca bir hissiyattı. Çünkü kimseyi göremiyordum.

 

 

 

 

Kafeye yaklaştıkça üstümdeki rahatsız edici his uçup gitti. Kimse yoktu işte. Yaşananlardan dolayı tedirgindim, o kadar.

 

 

 

 

Saate baktım. Okul çıkışına daha beş saat vardı. Camın yanında bir masaya oturdum ve tost siparişi verdim. Kahvaltımı yapıp kahve söylediğimde, elimin altındaki test kitabını karıştırıyordum. Acaba Çakır şimdi ne yapıyordu? Türkçe ve matematiğim iyiydi. Ama aynısını tarih için söyleyemeyecektim. Ezber yerine mantığını, olayların akışını kavramam gerekiyordu. Ama aklımı bir türlü çalışmaya veremiyordum. 'Seni seviyorum...' Yararlı olabilecek birkaç kanal bulmaya çalıştım. Kaydettiklerimi abime göstermek için erteledim ve matematik çözmeye başladım. 'Ömrüm senin.'

 

 

Derin bir iç çekerek başımı ellerimin arasına aldım. Susar mısın lütfen?

 

 

 

Üç saatim böyle geçti. Saate denk üçüncü kahvemi söylediğimde, kitap okuyordum. Zorla da olsa kendimi kaptırmış olmalıyım ki başıma gelen Furkan'ı irkilerek fark ettim. Elim çarpan kalbime gitti. Korkuyla söylendim. "Deli misin sen? Ne yapıyorsun? Ne işin var burada?" Sesimin yüksek çıkmaması, dikkatleri çekmemesi için çaba sarf ettim.

 

 

 

 

Furkan ciddi bir yüz ifadesiyle karşıma oturdu. Siyah takımının kemerine sıkıştırılmış silah gözüme çarptı. Derdi neydi bunun?

 

 

 

 

Ellerini masanın üstüne çıkarttı. Parmaklarını birbirine kenetleyip düşünüyormuş gibi gözlerini yukarı dikti. "Düşünüyorum da..."

 

 

 

 

"Sen düşünebiliyor muydun?"

 

 

 

 

Sesli bir nefes aldığında, burun delikleri genişledi. Aynı kızgın bir boğa gibiydi şu an. "Düşünüyorum da, beni sinirlendirip kendini yok etmeye çalışmanın mantıklı hiçbir yanı yok. Üstüne üstlük, kardeşimin aklını çeliyorsun. Onu saçma sapan bir duruma soktun."

 

 

 

 

"Ne diyorsun sen?"

 

 

 

İşaret parmağını masaya yaslayıp, sanki tahtayı delebilirmiş gibi bastırdı. Yavaşça başını bana yaklaştırıp "Var olmayan sevgiyi varmış gibi göstermenden bahsediyorum." dedi. Tamam, sesinden anlaşıldığı üzere gerçekten de sinirliydi. Ama sinirinin sebebi bir tek ben olamazdım.

 

 

 

 

"Sevginin var olmadığını mı düşünüyorsun? Hem, hangi sevgiden bahsediyoruz? Çakır'la benim aramda olan mı? Yoksa var olmamıza sebep olan mı?"

 

 

 

 

"Sevgi diye bir şey yok ki bizi var etsin Efsun! Sen ne salak bir kızsın!" Sesi isyankardı. Karşıma geçmiş, beni sevginin var olmadığına ikna etmeye çalışıyordu. Hakaretini duymamazlıktan geldim. Benim için bir etkisi yoktu.

 

 

 

 

"Buraya bunları söylemek için mi geldin?"

 

 

 

İşaret parmağı bu sefer bana doğrultuldu.

 

 

 

"Kardeşimden uzak dur! Onun aklını karıştırma!"

 

 

 

 

"Uzak duruyorum zaten!"

 

 

 

"O yüzden mi sabah birbirinizi sevdiğinizi haykırıyordunuz?" Çok kısa bir an için dudaklarımı dişledim.

 

 

 

"Orası seni ilgilendirmez. Benim onun aklını karıştırdığım falan yok. O çocuk değil. Senin kardeşin, hiç değil!" Son cümlem, kaskatı kesilmesine sebep oldu. Yüzü kızardı; havada kalan eli titriyordu.

 

 

 

 

"Sen!" Öfkesi diline vurdu; konuşamadan yüzüme baktı. Bense ona olan korkumu belli etmemek için elimin altındaki kalemi sıkıyordum. Sakince "Git buradan." dedim. "Olay çıkarma ve git. Seninle uğraşmak istemiyorum."

 

 

 

 

Yerinden bir hışımla kalktı. Sandalyesi arkaya düştü; kafedeki tek tük insanların başı bize çevrildi. Furkan'sa bunu umursamadı. Parmağı tekrar bana doğrultuldu.

 

 

 

 

"Ama ben seninle uğraşacağım Efsun! Çakır'ı kaybetmemek için sana dokunmamaya söz vermiştim. Ama sen haddini aştın! Bekle beni!"

 

 

 

 

Tek kelime etmeden kafeden çıkışını izledim. Bu adam iyice delirmişti. Çakır'a bağlı mıydı yoksa bağımlı mı, anlayamıyordum. Çakır'ın onu abisi olarak kabul etmeyişi sinirine dokunuyordu. Gayet anlaşılırdı ama bu tavrı... Anlamsızdı. Kimsenin onu elinden aldığı yoktu ki.

 

 

 

Bahsettiği sevgi... Sevginin var olduğuna inanmadığı için onun gözünde Çakır'ı kandıran, alay eden biriydim. Onun aklını karıştıran.

 

 

 

Dirseklerimi masaya dayayıp başımı ellerimin arasına aldım. Tehdidinden birine bahsetmeli miydim? Bana gerçekten zarar verir miydi? Ya da sadece korkutmak mı istiyordu?

 

 

 

 

İlk tanıştığımız gün, gözlerimin önünde birini öldürdüğünü hatırladım.

 

 

 

Telefonumu hızla açıp Aslan'ı aradım. Birkaç çalıştan sonra açtı.

 

 

 

 

"Alo. Aslan, müsait misin? Sana bir şey söylemeliyim."

 

 

 

 

"Müsaitim Efsun. Sesin endişeli geliyor. İyi misin?"

 

 

 

 

"Pek sayılmaz. Biraz önce Furkan yanıma geldi. Beni tehdit etti."

 

 

 

 

"Ne?" Yükselen sesinin ardından, Çakır'ın sesini duydum. "Ne oldu? Kiminle konuşuyorsun?"

 

 

 

"Kimseyle. Ela'nın eşyaları arabada kaldı. Onları getirir misin? Ayrıca, çayın nerede senin?"

 

 

 

 

"Üçüncü rafta. Demlikte yapma şu çayı. Yarım saat suyun kaynamasını bekliyoruz sonra. Bak, orada elektrikli var."

 

 

 

"Yürü git. Demlikte yapılmayan çay, çay mı?"

 

 

 

Çakır'ın sabır çekerek uzaklaşan sesini dinledim. İçinde bulunduğum duruma rağmen, yüzüme bir tebessüm oturdu.

 

 

 

 

"Ne diye tehdit etti seni?"

 

 

 

Tebessüm kayboldu. Aynı gerginlikle konuştum. "Çakır'ın aklını çeliyormuşum. Bana kardeşinden uzak durmamı söyledi. Ben de ona, Çakır'ın onun kardeşi olmadığını söyledim."

 

 

 

 

"Ah, Efsun!" Tenin tene çarpma sesi geldi. "Neden öyle bir şey söyledin?" Tepkisiyle duraksadım. Yavaşça "Ne oldu ki? Çakır onu abisi olarak görmüyor." dedim. Bunu söyledikten hemen sonra, bilmediğim birçok şey olduğunu ve bunu söylememem gerektiğini de anladım. Aslan'la karşılıklı, derin bir nefes verdik. "Söylememeliydim." Mırıldanışım pişmanlık kaynıyordu. Bu pişmanlığım, Furkan'a olan korkumdan değil; aralarındaki abi-kardeş ilişkisine burnumu sokmamam gerektiğindendi.

 

 

 

"Tamam. Söylenmiş bir kere. Korkma, sana hiçbir şey yapamaz. Çakır'ı karşısına almaya cesaret edemez o."

 

 

 

 

"Çakır'ı karşısına almak istemediğini, ama benim artık haddimi aştığımı söyledi."

 

 

 

 

"Pekala. Ben seni koruması için birkaç adam gönderip Furkan'la konuşmaya giderken, sen de her neredeysen doğruca eve git."

 

 

 

 

******

 

 

 

Eve girip kapıları kilitledim. Hiç derdim yokmuş gibi bir de bu çıkmıştı başıma. Ne olurdu ki şu dilimi tutsaydım?

 

 

 

Saate baktım. Annemlerin ne zaman geleceğini bilmiyordum ama benim okuldan çıkış saatime bir saat kalmıştı. Odama geçtim. Eğer öncesinde gelirlerse, dersimin erken bittiğini söylerdim.

 

 

  

Dolaptan pijamalarımı çıkarttım. Üstümdeki gömleğin düğmelerini çözerken aklımdan bir sürü düşünce geçiyordu.

 

 

 

Ela'yı görmeliydim. Ona, çıktığı zaman yanına geleceğime dair söz vermiştim. Kolyesi bendeydi.

 

 

 

Furkan'ı yok yere başıma dert etmiştim. Aslan'ın konuşarak ikna edebileceğini ümit ediyordum ama birbirlerinden nefret ettiklerini de biliyordum.

 

 

 

Çakır'ı görmek istemiyordum. Kendime verdiğim sözü tutmak istiyordum. Onun o hayatı terk etmesini, tehlikeden uzak durmasını istiyordum.

 

 

 

Hayatımın biraz olsun sakinleşmesini, Ela'nın iyi olmasını, sıkça zihnimi kuşatan o kötü anıları unutmayı, sessizliği istiyordum...

 

 

 

Çakır'ı...

 

 

 

Dolan gözlerim akmadan sildim. Banyoya girip ışıkları kapadım ve sırtımı duvara yaslayarak yavaşça yere çöktüm.

 

 

 

 

******

 

 

 

 

Gözlerimi ayırmadığım karanlık zihnime sızdığında uyuyakalmışım. Uyandığımda evden sesler geliyordu. Ayağı kalkıp odama geçtim. Buz gibi olan bedenime bir hırka geçirip odadan çıktım. Mutfakta yemek yapan annem, koridorda yürüyen beni görünce korkuyla sıçrayıp elini kalbine götürdü.

 

 

 

 

"Kızım! Sen evde miydin? Sesin soluğun çıkmadı hiç. Ben de sandım ki Ela'yı görmeye gittin."

 

 

 

"Evdeydim anne. Ela'yı görmeye akşam gideceğim sanırım. Bilmiyorum, abime rica edeceğim. Eğer beni bırakırsa..." Birbirini tutmayan cümlelerimi dinleyip yanıma geldi. Elini koluma koyup, "Kızım, sen iyi misin?" diye sordu. Üşüyen bedenime sıcak eli çok iyi gelmişti. Daha fazlasını isteyerek anneme sarıldım ve hiçbir şey söylemedim. O da anında karşılık vererek beni sıcağına çekti.

 

 

 

 

"Kızım?" Saçlarımı okşayan elleri her zaman ki gibi kalbimi ferahlattığında, titreyen dudaklarım iki yana gerildi. "İyiyim. Yalnızca sana sarılmak istedim annecim."

 

 

 

 

Daha da sıkı sarıldı. "Ah, güzel kızım benim."

 

 

 

 

Çarpan kapı sesiyle babamın mutfağa girmesi bir oldu. Bizi görüp "Oo, bensiz sevgi gösterileri yapılıyor demek." dedi ve ikimize birden sarıldı. Annemle gülüp onu da aramıza aldık. "Güzellerim benim." diyerek önce beni, sonra annemi öptü ve kollarını çekti. "İnanılmaz açım. Akşam yemeğimizde ne var hayatım?"

 

 

 

Ah, erkekler... Küçük kızla birlikte güldük.

 

 

 

"Anadolu çorbası, fırında tavuk ve pirinç pilavı. Salatayı şimdi yapıyorum."

 

 

 

 

"Ben de sana yardım edeyim anne."

 

 

 

 

"Yok, sen bana yardım etme. Git, elini yüzünü yıka da bir kendine gel."

 

 

 

 

"Hayırdır, bir şey mi oldu ki?" Babamın sorusuna cevap vermeden, annemle bakışlarımız kenetlendi. Yüzünde bir şeyleri sezdiğine dair ifadesiyle babama döndü. "Yok canım. Uyuyakalmış, üşümüş. Sersemlemiş biraz. Ondan dedim."

 

 

 

 

Mutfaktan çıkıp odama geçtim ve banyoya girerek annemin dediğini yaptım. Şu an tek ihtiyacım olan şey, ailemle akşam yemeği yemekti. Annem haklıydı. Hiçbir sorun yoktu. Hepsi gelip geçici şeylerdi. Hayat gelip geçiyordu; hangi sıkıntı kalıcı olacaktı ki?

 

 

 

 

"Eveeet, akşam yemeği hazır! Sofraya buyurun!" Babam salondan, ben de odamdan çıkarken annemin neşeli sesiyle güldük. Babamla kol kola mutfağa girdik. "Abim gelecek mi?"

 

 

 

 

"Hayır, kızım. Nöbetteymiş bugün."

 

 

 

 

Başımı sallayarak sandalyemi çektim. Yemeğimizi sohbet ederek yedik. Müdürün aramalarını şarjları dolunca görmüşlerdi; tatmin edici bir açıklama yaparak endişelenmelerine fırsat vermedim. Ela'nın çok iyi gözüktüğünü, sürekli beni sorduğunu söylediler. Bunun üstüne, abim nöbette olacağı için babamdan beni götürmesini rica ettim. Ama onun da arabası bakımdaymış. "Tamam o halde. Taksiyle giderim. Hem, saat henüz erken. Sorun olmaz, değil mi?"

 

 

 

 

"Ben de geleyim seninle."

 

 

 

 

"Gerek yok babacım. Siz oturun annemle. Ben Ela'yı görüp gelirim hemen. Telefonumun açık zaten." dedim ve masadan kalkıp tabağımı lavaboya koydum. "Tamam. Varınca bizi haberdar et. Ela'yı da öp bizim için."

 

 

 

 

Gülümsedim. "Tamam." Hızlıca hazırlandım. Siyah, boru paça bir eşofmanla gri, düz tişörtümü giyindim. Üstüne de siyah kabanımı aldım. Atkımı iki yandan sarkıtıp saçlarımı içinde bıraktım. Kol çantamı da alıp odamdan, ardından evden çıktığımda çağırdığım taksi gelmişti. Kapıda durup bana el sallayan anneme karşılık verip taksiye bindim.

 

 

 

 

Birkaç metre kadar gitmiştik ki, "Ah! Bir dakika. Bir şeyimi unuttum. Hemen geliyorum." diyerek taksiden indim. Rüzgar saçlarımı uçurdu. Gözlerimin önünü açıp isterik olarak etrafıma baktığımda, taksiyle bir hareket eden siyah aracı gördüm. Şimdi fark etmiştim. Taksiye binerken yan sokaktaydı. Taksi hareket edince hareket etmiş; taksi durunca da durmuştu. Tüm kaslarım gerildi. Taksinin kapısında kalakaldım. Sakin ol! Yavaşça taksinin içine eğildim. Şoför beni izliyordu. Ama şu an ne düşündüğünü umursadığım o değil, arkamızdaki adamlardı. Çantamın içinden bir şeyler alıyormuş gibi yaparken kablosuz kulaklıklarımdan birini taktım. Hızlıca Aslan'ı arayıp doğruldum ve telefonumu cebime attım. Saçlarım kulaklığı gizliyordu. Kapıyı kapatıp eve adımladım. Ela'nın kolyesini almalıydım. Şu an nasıl bir tehlikede olduğum önemli değildi. O kolyeyi ilk görüşmemizde vermeliydim. Söz vermiştim.

 

 

 

 

Telefon hala çalıyordu ama açan yoktu. Hadi, Aslan! Aç şunu!

 

 

 

 

Fark ettiğimi anlamışlar mıydı? Furkan'ın adamları mıydı? Yoksa çetenin mi? Nasıl anlayacaktım? Beynimin ortasına bir kurşun yiyerek anlamak istemiyordum. Zaten öyle olsa, anlayamazdım da. Düşüncelerim paniğimi arttırmaktan başka bir işe yaramadığında telefon kapandı. Tekrar aramak için cebimden çıkartmıştım ki, bilinmeyen bir numara ekranda belirdi.

 

 

 

 

Titreyen ellerimle telefonu açtım. Ses vermeden kulağıma dayadığımda eve girmiş, anneme kolyeyi unuttuğumu söyleyip on saniye içinde geri çıkmıştım. Ben kapıdan çıkar çıkmaz karşı taraftan ses geldi.

 

 

 

 

 

"Taksiyi gönderip arkadaki arabaya geç. Yoksa Çakır'ı sonsuza kadar kaybedersin." Telefon kapandı.

 

 

 

 

 

Olduğum yerde, korkumun boğazıma takılıp nefes almamı güçleştirdiği birkaç saniye geçirdim. Kendime geldiğimde taksiye ilerliyordum. Hiç düşünmeden taksiciye para verdim; gönderdim ve arkadaki arabaya doğru ilerledim. Camları filtreliydi. İçeride kim var göremiyordum ama Furkan olduğuna emindim. Oysa arabaya bindiğimde, önde oturan iki adam da yabancıydı.

 

 

 

 

"Siz kimsiniz?" Sakinliğim şaşırtıcıydı.

 

 

 

 

Yalnızca "Furkan Bey sizi bekliyor." dedi. Furkan'ın ismini duymam, istem dışı rahatlamamı sağladı. Çakır'a bir zarar vermezdi o. Zarar verebileceği tek kişi bendim.

 

 

 

 

Ürpererek kendime sarıldım. Sesimi çıkartmadım; on beş dakikalık bir yolculuktan sonra büyük bir prefabrik deponun önünde durduk. Arabadan inip kapımı açtılar. İki adam, iki yanıma geçip beni yönlendirdi. Depoya girmeden önce bakışlarımı gökyüzüne kaldırdım. Kararmaya başlamış gün, gitgide soğuyordu. Rüzgarın uğultusu depoya girince arttı. Çıkan ses çok rahatsız ediciydi. Sırf sese odaklanmamak için konuştum. "Niye buraya geldik? Furkan'ı göremiyorum."

 

 

 

 

"Kendisi üst katta. Lütfen buradan çıkın." diyerek, eliyle ince bir merdiveni gösterdi. Ben merdivenden çıkarken cebimdeki telefon titredi. Hala kulaklığa bağlı olduğu için zil sesi duyulmuyordu. Belli etmemeye çalışarak arkamı döndüm; adamlara baktım. İkisi de iri cüsselerini merdivende tutmaya çalışarak ilerliyordu. Şu an dikkatleri benim üstümde değildi. Elimi sakince kulağıma götürüp telefonu açtım.

 

 

 

 

"Alo, Efsun. Beni aramışsın."

 

 

 

 

"Ben hala Furkan'ı göremiyorum. Neden bu depoya geldik?"

 

 

 

 

"Sadece ilerleyin."

 

 

 

"Efsun! Ne Furkan'ı? Neredesin? Kim var yanında?"

 

 

 

 

Merdivenler bitince durup, onların çıkmasına yer bırakmadan arkamı döndüm. "İkinizde bana burada ne olduğunu söyleyin. Amacınız ne sizin? Bakın, evimden yalnızca 15 dakika uzaklıktayım. Eninde sonunda beni bulurlar. Başınız derde girer."

 

 

 

Onlar başlarını kaldırıp bana baktıkları sırada, arkamda birinin varlığını hissettim. Ben ona dönemeden elini cebime attı. Engel olmaya çalışınca kolumu tutup, beni olduğum yere sabitledi. "Hmm, demek Aslan'la ortak oldunuz. Ne hoş." Telefonumu kapatıp kolunu ileri uzattı. "Yapma, sakın!" Elbette beni dinlemedi; yüzündeki adi sırıtışıyla telefonumu boşluğa bıraktı. Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi yumdum. Yere düşme sesini duymam beş saniye sürmüştü. Gözlerimi açtım. Parçalanan telefonum deponun zemininde dağılmış, kullanılmaz hale gelmişti. Öfkeyle kolumu tutan elini tırnakladım. Yüzündeki sırıtış silinse de kolumu bırakmadı. Beni çekiştirip, camekan olan bir odaya soktu. "Hayvan!"

 

 

 

 

Adamlar da girip kapıyı kapattı.

 

 

 

 

"Ne diye getirttin beni buraya? Ne yapacaksın? Beni burada saklayıp cezalandıracak mısın?" Alaylı sesimle, yüzüne tekrar eğlenen ifadesini takındı. "Ben daha çok, sana sevginin var olmadığını kanıtlayıp; içinde kardeşimin olduğunu iddia ettiğin kalbini parçalamayı düşünüyordum."

 

 

 

 

"Ne?"

 

 

 

Dehşete düşmüş ifademle kahkaha attı. "Korkma. Gerçek anlamda parçalamaktan bahsetmiyorum."

 

 

 

 

Benimle dalga geçiyor oluşu öfkemi arttırırken, ona vurma isteğiyle dolup taşıyordum. Bir masaya oturdu. Yumruk olmuş ellerime bakıp keyifle konuştu. "Benden nefret ediyorsun. Senin gözünde kötü biriyim. Değil mi?"

 

 

 

 

Tükürür gibi konuştum. "Sen katilsin!"

 

 

 

 

Başını iki yana salladı. "Hayır. Katil, haksız yere adam öldürenlere denir. Ben katil değilim."

 

 

 

 

"Kes be! Kendini aklamaya çalışma! Adam öldürmenin edebiyatı mı olur!" Hırçın çıkışıma şaşırarak kaşlarını kaldırdı. Ağzı söylemek istedikleriyle açık kalırken, etrafıma baktım. "Hadi! Ne yapacaksan yap da bırak beni!"

 

 

 

 

"Sana saldıran birini öldürdüğünde, katil mi olursun?"

 

 

 

 

Bağırdım. "Bırak beni!"

 

 

 

 

Aniden ayağı kalkıp, benim gibi bağırdı. "Cevap ver!"

 

 

 

 

"Evet!"

 

 

 

 

Cevabıma karşı, garip bir tonla konuştu. Yüzünde anlamsız bir gülümseme belirmişti. "Ve sen katilleri sevmezsin."

 

 

 

 

"Ben yalnızca hak edeni severim. Sevgiyi hak edeni. Bir katil sevgiyi hak etmez. Kaldı ki, sevgiye inanmaması da bundandır. Hak etmediğini bildiği için acısını hafifletmeye çalışır. Elinde olmayan bir şeyin boşluğunu ancak o şeyin olmadığını iddia ederek hafifletirsin."

 

 

 

Söylediklerim, yüzüne çok kısa bir an hüznü getirdi. Bir saniye bile olsa, dudaklarının titrediğini gördüm. Ardından hızla toparlandı ve arkasını dönerek camekanın perdesini kaldırdı.

 

 

 

 

 

Amacını anlamak için bir adım öne gittim.

 

 

 

 

Çakır, camekanın ardındaydı. Aşağıda.

 

 

 

 

"Çakır!" Bağırışım, içinde bulunduğumuz odaya hapsolup, ona ulaşmadı. Cama ellerimi vurdum. Avazım çıkana kadar bağırdım ama sesimi duyuramadım. Pes ettiğim bir an, Çakır'ın bakışları bulunduğumuz yere döndü. Gözlerime baktı ama görmedi. Boş bir ifadeyle arkasını geri döndü.

 

 

 

 

Beni ne görüyor, ne de duyuyordu.

 

 

 

 

Yorgun sesimle fısıldadım.

 

 

 

 

"Amacın ne?"

 

 

 

 

Hırsla konuştu.

 

 

 

 

"Bir katili sevebilir misin, onu görmek."

 

 

 

 

 

"Ne?" Düşmemek için cama sertçe yaslandım. Bir katili sevebilir misin? "Sen!" Çakır...

 

 

 

 

Hiç beklemediği bir an arkamı dönüp, tüm gücümle göğsüne vurdum. Yalpalasa da ayakta kaldı. Tekrar vuracaktım ki, ellerimi tutarak beni durdurdu. "Sen ne saçmalıyorsun? Ona ne yapacaksın?"

 

 

 

 

Yüzüme yaklaşıp, sinsi bir sesle konuştu. "Ben değil, o yapacak. Hayatta kalmak için az sonra kendisine saldıracak olan adamları öldürecek. Ve sen de bunu izleyeceksin!"

 

 

 

 

BÖLÜM SONU

 

 

 

 

Yorumlarınız nedir?

 

 

 

Bölüm : 20.03.2025 01:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...