
"Erdem abi benim için bir şeyler yazıp çizmişti. Ama çantamı bulamadım. Ona sorar mısın; klinikteki odamda mı kaldı acaba?"
Dudaklarım girdiğim şokla aralandı; çınlayan kulaklarımla aldığım nefesin sesini duyuyordum. Göreceğim tepkiyi kestiremiyordum. Kendime gelmek için yutkunmaya çalıştım. Ela'nın cevap bekleyen bakışlarına karşı "Tamam, sorarım." deyince, sanırım diğerlerini de tetiklemiş oldum. Leyla şaşkın bakışlarla Ela'yı mutfaktan çıkarttığı an, Aslan kolumdan tutarak yüzümü kendine çevirdi. "Ela neden bahsediyor?"
"Anlatacağım-"
"Abin mi yazmış onları? Ne dönüyor aranızda? Hiç şaşırmışa benzemiyorsun! Bizden ne saklıyorsun?"
Ardı ardına sorduğu sorular ve sıktığı kolumla afalladım. O, bu afallayışımı da yanlış anladı. "Konuşsana! Ne saklıyorsun? Abini mi koruyorsun?"
Çakır'ın Aslan'ı tutup çekmesiyle üstümdeki ağırlık kalktı. Onlar birbirine girmeden önce hızlıca açıklamaya çalıştım. "Hayır! Abim onun için bir kara kalem çizimi yapmış. Ela ondan bahsediyor."
"Ya yazılar?"
"Bilmiyorum!"
Aslan sinirle gülerek arkasını döndü. Akşam güneşi terleyen yüzüne vuruyordu. Bakışlarımı Çakır'a çevirdim. O da bana şüpheyle bakıyordu. Evet... O gözlerde şüphe vardı. Abimin onunla kurduğu mesafeden doğan bir anlaşmazlık; bir güvensizlik.
Her strese girdiğimde yaptığımı yapıp, parmak uçlarımla tırnaklarımı ezmeye başladım.
Ve beni bundan kurtaran bir ses duyduk.
"Buldum! Ceketimin cebindeymiş."
Neşeli bir şekilde mutfağa giren Ela'nın elinde kağıtlar vardı. Birini bana, birini Çakır'a uzattı. "Efsun abla, Erdem abi inanılmaz çizimler yapıyor. Beni çizdi biliyor musun? Hem de bir sürü."
"Bu çok güzel, canım." Titreyen elim Ela'nın saçlarını okşarken, aklım Çakır'ın elindeki kağıttaydı. Bizi fazla merakta bırakmadı. Yavaşça, birkaç satırını okumaya başladı.
"Buradan çıkınca yapılacaklar listesi:
1. Kara kalem çizimi öğrenmek. En az Erdem abi kadar güzel çizmek istiyorum." Ela gülerek sözünü kesti. "Benim elim ağrıdığı için Erdem abiye yazdırdım. Bunu yazarken çok güldük."
Çakır ve Aslan'ın bakıştığını gördüm. Kalbimdeki sancı azalmadı; yalnızca sebebi değişti.
Aslan'ın mahcubiyetini hissettim.
" 2. Kendi yemek defterimi tutmak.
3. Bisiklet sürmeyi öğrenmek.
4. Bir sürü kediyi beslemek. Onları sevmek.
5. Güneşin batışını izlemek. Ama deniz kenarında.
6. Denize ayaklarımı sokmak.
7. Denize girmek.
8. Denizdeki taşlardan toplamak."
"Hafta sonu denize gidiyoruz!" Aslan'ın hafifçe yükselen sesiyle, yan gözle ona baktım. Üstündeki sıkıntıyı gizlemek için yapay bir gülümseme takınmış; muhattabı Ela olsa da bakışları benim üstümdeydi. Ela'nın kocaman açılan gözleriyle gülümseyip, onu öptüm. Ardından hiçbir şey demeden mutfaktan çıktım. Yüzümdeki gülümseme yok oldu. Çantamı ve ceketimi askıdan çekip, Çakır'ın arkamdan geldiğini bile bile evden çıktım. Kapıyı çarpışımdan, arkamdan gelmemesi gerektiğini anlaması gerekirdi ama...
"Efsun! Durur musun?" Durmadım. "Bi' dur! Kime diyorum!"
Asansörün tuşuna bastım. Şansıma, en alt kattaydı. Homurdanarak beklemeye başladım.
Kolumu tuttuğu an hızla çekip ona arkamı döndüm. Hiddetimle birkaç adım geri çekildi. "Konuşmak istiyorum!" Sesinde yükselen, sinir miydi? Neye sinirlenmişti acaba? Suçlu görmeye dünden razı olduğu beni ve abimi ateşe atmadan önce biraz durup düşünmediği için kendine mi sinirlenmişti? Ya da bunu başlattığı için Aslan'a?
Ah, ona karşı çıktığım için bana sinirlenmiş olmalıydı...
Tek bir kelime bile etmeden gelen asansöre bindim. Hemen ardımdan o da bindi. Dümdüz bir ifadeyle önüme bakıyordum. Oysa delici bakışlarıyla bana.
Bakışlarının ruhu vardı adeta. Üzerime binen ağırlıkla gözlerimi ovuşturdum. Bunu yaparken yüzüm buruşmuş; dudaklarım öne bükülmüştü.
Asansör durdu. Elimi indirip baktım. Durmamıştı; Çakır tarafından durdurulmuştu.
"Ne yapıyorsun? Asansörde kalacağız!"
"Korkar mısın?"
"Çocuk muyum ben? Ne korkacağım? Küçücük yer; nefesimiz daralır."
"Ben sana nefes olurum."
Yüzüne çevirmemekte ısrarcı olduğum bakışlarımı, bakışlarına çıkarttım. Kısık gözleriyle beni izliyordu. Çatılan kaşlarıma, aralanan dudaklarıma, nereye koyacağımı bilemediğim ellerime bakıyordu.
"Nefesini boşa harcamış olursun o zaman."
"Bırak da ona ben karar vereyim."
"Az önce kararını verdin zaten."
"Efsun-"
"Çalıştırır mısın şu asansörü? Bak, rahatsızım şu an!" Tek bir adımla burnumun dibindeydi.
"Neyden rahatsızsın? Burada olmaktan mı? Yoksa yanımda olmaktan mı?"
Birkaç saniye boyunca mantığımı kaybettim; ona bakakaldım. Çakır rengi gözleri, aklımı kullanamamam için elinden geleni yapıyordu. Gözlerimi kırptım; elimi göğsüne yaslayıp onu ittim. "Bana güveniyormuş gibi yapıp, daha ilk anda beni dışlamanızdan rahatsızım. Söylediklerinizden apayrı hareketlerde bulunmanızdan rahatsızım."
"Biz-"
"Sanki karanlık tarafta olan benmişim gibi davranmanızdan rahatsızım." İtirazını kesin bir dille kesmem, kaşlarının hayretle yukarı kalkmasına sebep oldu. "Biz miyiz karanlık tarafta olan?"
"Ben miyim?"
"Sen değilsin. Ama biz de değiliz. Bu hikayenin karanlığını tanıdığını sanıyordum."
Duran asansörün açılan kapısına uzanan elimle aynı anda konuştum. "Tüh! Ben de bana güveniyorsunuz sanıyordum."
"Efsun-"
"Efsun?"
Sesin geldiği yöne döndüm.
"Abi?"
Bize doğru yaklaşan abim bir bana, bir de koluma uzanan Çakır'a bakıyordu. "Hayırdır?"
Çakır ağzının içinde bir şeyler homurdanarak geri çekildi. "Erdem abi, hoş geldin."
"Pek hoş bulmadım koçum." Sert ses tonuyla söylediği buydu. Çakır'ın kasıldığını gördüm. Çene kemiği, sıktığı dişleriyle belirginleşti.
Abimin eli koluma uzandı ve beni hafifçe kendine çekti. Güvenli bölgesini bulmuş her kız gibi ona yaklaştım. "Abicim, ne işin var burada?"
"Annemler burada olduğunu söyledi. Seni yemeğe götürmeye geldim. Ya sen? Niye rahatsız duruyorsun? Ne oldu?" Bunu sorarken bakışları Çakır'ı delip geçecek gibiydi.
"Yo, iyiyim. Gayet iyiyim. Ben de tam eve geliyordum."
Abim uzanıp, tırnaklarıma baskı yaptığım ellerimi açtı. "Bırak şunu yapmayı." Ardından yüzüme bakıp "Ben seni tanımıyor muyum?" diye sordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Ne diyecektim ki? Her hareketimi tanıyordu.
"Bir sorun var."
Çakır'a bakıp devam ettim. Bakışlarında anlayamadığım bir ifade vardı. Belki de daha önceden söylediğimi düşünerek şaşırmıştı. "Ela'nın çantasını bulduk. İçinde çok rahatsız edici şeyler vardı. Sana anlatmadığım şeyler."
Son cümlemle yüzüm abime döndü. Dün ki konuyu açmamı istemediğini belli edercesine gözlerime baktı.
"Ne vardı?"
"Erdem abi, isterseniz, yani vaktiniz varsa... Yukarı çıkalım. Orada konuşalım." Çakır, saygılı bir ses tonuyla teklifte bulundu. Ben tam itiraz etmek için ağzımı açmıştım ki, "Yukarıda kim var?" diye soran abimle gözlerim irileşti.
"Abicim, yemeğe yetişmeliyiz!"
Çakır beni umursamadan abime cevap verdi. "Yengem, Aslan abim ve Ela."
"Yengen?"
"Aslan'ın eşi." diye cevapladım hızlıca. Bir yandan konuşup, bir yandan da hafifçe abimi ittiriyordum. "Ama zaten çıkamayız. Yemeğe yetişmemiz gerekiyor." Abim elimden kurtulup bana bakmadan konuştu. "Annem yemeği yakmış. Yeni baştan yapıyormuş. Anlayacağın, en az bir saatimiz var. Bence bir kahve içebiliriz. Hem, Ela'yı görmüş olurum."
"Çok güzel." diyen Çakır ile bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerimden çıkan öfkeyi görmüş olmalı ki yüzündeki ukala sırıtışı sildi. Kısılan sesiyle konuştu. "Hadi çıkalım."
Asansörün önünde olduğumuz için direkt bindik. Üstümdeki kötü enerjiyi atmak için öylesine konuştum.
"Arabayı nereye park ettin?"
"B blokta. 13 numara."
"Annem nasıl yakmış yemeği?"
"Ne bileyim. Babamla konuşmaya dalmıştır."
Hafifçe güldüm. Ben gülünce abim de güldü. Küçücük asansörü dolduran gerilim, bu gülmelerle dağıldı sanki. Abimin bakışları Çakır'a döndü. "Siz ne yaptınız bakalım? Ela'yla özlem giderdin mi?" Sesinde samimiyet vardı. Çakır'da, abimin az önceki tavrına rağmen samimiyetine ayak uydurmak istercesine karşılık verdi.
Biraz önce abim hakkında konuşulanların verdiği bir mahcubiyette vardı üstünde.
"Ela'yla özlemimizi gidermek için biraz daha zamana ihtiyacımız var. Hele bir tamamen atlatalım şu olayları..."
Abim tam olarak anlamasa da başını salladı; çatılan kaşlarıyla bana döndü. 'Konuşacağız.' der gibi karşılık verdim. Asansörden inip kapıya yürüdük. Sitemle çıktığım kapıdan geri girişim çok rahatsızlık vericiydi.
Leyla kapıyı açtı. Çakır'ın arkasında beni ve abimi görünce, kaşları hafifçe yukarı kalktı. "Hoş geldiniz."
Bana bakan gözlerinde anlamlı bir ifade vardı. Hafif bir tebessümle karşılık verdim. İçeri girdiğimizde abimi tanıttım. "Leyla, abim. Abi, Leyla. Aslan'ın eşi." Leyla abime baş selamı verirken son derece şaşkındı. Ne olduğunu anlıyor ama kavrayamıyor gibiydi. Ben de benzer duygular yaşadığım için ona bir şey diyemiyordum.
Mutfaktan çıkan Ela ve Aslan, abimi görüp duraksadı. Ela'nın gözleri sevinçle ışıldarken; Aslan'da Çakır'ın ifadesine bürünerek abime karşı daha nazik olmaya karar vermiş gibi elini uzattı.
"Doktor, hoş geldin. Hangi rüzgar attı seni buraya?"
Bir an için hepsinin bakışları bana döndü.
Aptal bir gülümsemeyle onlara baktım.
"Pekala. Sizin konuşacaklarınız vardır. Salona geçin; ben de Erdem Bey'e kek getireyim. Ela, bana yardım eder misin?"
"Tabii ki. Hoş geldin Erdem abi." Duraksadı; çekingenliğini aşıp heyecanla devam etti. "Biliyor musun? Ben okula başlıyorum!" Abim gülümseyerek yanına eğildi. "Bu harika! Sana hemen adapte olacağını söylemiştim. Böyle güçlü bir karakterin ve ailen olduğu için çok şanslısın."
"Evet, çok şanslıyım. Hem onlar için hem de sizin için." Bunu söylerken bakışları benim ve abimin üstünde gezindi. Eğilip saçlarını öptüm. "Hadi, koş. Ben de yeni bir kek isterim."
"Hemen getiriyorum!" Heyecanla bağırarak mutfağa koşturdu.
"Siz konuşun; ben Ela'yı beş dakika kadar idare edeceğim."
"Tamam abla, sağ ol."
Salona geçtik. Kapı kapandı. Aslan ve Çakır bir koltuğa; abimle ben bir koltuğa oturduk.
"Evet, sizi dinliyorum."
"Ela'nın çantasından bazı yazılar, çizimler ve oraya nasıl girebildiğini düşündüğümüz şeyler çıktı."
Çakır, sesine sorguyu yansıtmamak için son derece hızlı konuşuyordu. Sanki havadan sudan konuşuyormuş gibi.
"Ne gibi şeyler?"
"13 adet şırınga. 12'si tuzlu su. 1'i özel hazırlanmış uyuşturucu."
Hepimiz abime bakıyorduk. Yüzünde büyüyen dehşeti gördüm.
"Ne? Bu nasıl olur? Hastane çok iyi korunuyor. Ela'ya uyuşturucu teklif eden adamdan sonra güvenlik daha da arttırıldı. Kim? Nasıl?"
"Biz de onu merak ediyoruz. Kamera kayıtlarına bakılması gerek."
"Elbette. Ne zaman isterseniz gelip inceleyebilirsiniz. Size eşlik ederim."
"Teşekkürler, yarın olabildiğince erken geleceğiz."
"Peki, konuyu biraz daha açar mısınız? Yazılar ve çizimler neyi içeriyor? Uyuşturucu, enjekte edilmiş mi? Araştırdınız mı?"
Cevabı Aslan verdi. "Bilmiyoruz. Yarın onu bir arkadaşımın kliniğine götüreceğim. Bu konuyla ilgilenecek."
"Anladım. Yazı ve çizimler?"
"Son derece kaotik bir kağıt yığını. Üstüne konuşulacak şeyler bile değil."
"Değil mi?" Alaycı çıkmasına engel olamadığım ses tonumla, Aslan'ın keskin bakışlarına maruz kaldım. "Değil! O iyi. Belli ki bir miktar uyuşturucu verilmiş; bundan kaynaklı o şeyleri yazıp çizmiş. Bir anlamları yok. Ela, az önce okuduklarıyla yaşıyor."
"Az önce okudukları nedir?" Abim, Aslan'a çıkışmamı engelleyecek kadar hızla sordu. Muhtemelen onun gerginliğinin farkında değildi. Ama ben artık Aslan'ı tanıyordum.
Sırf bununla yüzleşmekten korktuğu için göz ardı edemezdi.
"Sizinle birlikte yazdığı bazı yazılar. Klinikten çıkınca yapılacaklar listesi ve kendi portresi."
"Ah, evet!" Abim yorum yapmadan bakışlarını önüne düşürdü. Oturuşunu değiştirdi; kollarını birbirine bağlayıp arkasına yaslandı ve bakışlarını salonda gezdirdi. Aklına gelenin ne olduğunu biliyordum.
Tam ona seslenecektim ki telefonu çaldı. "İzninizle." Ayağı kalkıp salondan hızlı adımlarla çıktı. "Alo, kardeşim." Sesi koridorda kaybolunca Aslan'a döndüm.
"O kağıtların altında yatanları göz ardı edemezsin!"
"Biliyorum. Hele bir kan sonuçlarını alalım; o zaman bunu tekrar konuşacağız."
Verdiği cevapla sustum. Tamam, mantıklı.
Birkaç saniye boyunca sessizlik oldu. Bu da aklımda dönüp dolaşan düşüncelerin birini parlattı. "Ayrıca, beni sorgularken asıl sorgulamanız gereken şeyi atladınız!"
Çakır kaşlarını kaldırıp devam etmemi beklerken, Aslan bıkkın bir sesle sordu. "Neymiş o?"
"Ela, çantadan bahsetti. Çantanın içinde neler olduğunu biliyor mu? Haberi var mı? Bu çok önemli bir ayrıntı. Biliyorsa ve kendi eserleriyse, bize bundan nasıl böyle rahat bahsedebildi? Bilmiyorsa ve bu da demek oluyor ki o hiçbir şeyi kendi yapmadı; o zaman kim yanına girip de ona böyle bir oyun oynadı? Neden?"
Neredeyse tek nefeste konuştuklarımla, birbirlerine baktılar.
"Arkadaşlar, benim çıkmam gerekiyor. Acil bir işim çıktı. Efsun, hadi seni eve bırakayım."
Abimin aceleyle salona girişi ve Ela'nın ona kek getirmesi aynı anda oldu. "Erdem abi, çıkıyor musun?"
Abim sevecen bir tavırla Ela'nın yanına eğildi. "Ela'cım, bir arkadaşım aradı. Onun yanına gitmem gerekiyor. Acil olmasa kesinlikle bu güzel kekin tadına bakabilirdim." Yanağını sevip tüm içtenliğiyle ona gülümsedi.
Ela, içi içine sığmıyormuş gibi hızlıca, "Ben bunu paketleyebilirim. Bir saniye bekle, lütfen. Tadına bakmanı çok istiyorum." dedi ve koşarak mutfağa girdi. Heyecanına karşı gülümsedim. Abim doğrulunca, kısık bir sesle "Abi, kötü bir şey yok değil mi?" diye sordum. Başını 'yok' dercesine geriye doğru attı. Ela saniyeler içinde geri geldi. "Buyrun." diyerek elindeki poşeti uzattı. "Çok teşekkürler Ela'cım. Kendine iyi bak, tamam mı? Yakında tekrar görüşmek üzere."
Vedalaşıp evden çıktık. Çakır ve Aslan, baş selamıyla beni uğurladı.
Asansöre bindik. Kapanan kapı, Çakır'la bakışlarımızı ayırdı.
********
Kahkaha atarak anneme sarıldım. "Üzülme. Bence çorba yeterli olabilir. Hem, salata da yapmışsın." Bunları söylerken annemin ikinci kez yaktığı yemeği poşete koyuyordum. Tavuk, tavuk olmaktan çıkmıştı. Neyse ki sokaktaki hayvanlar için hala yenilebilir durumdaydı. İki gün önceki yanık yemek vukuatımızı hatırlayınca tekrar güldüm. Bir haftasonu geçirmiştik. Annem cuma akşamı yaktığı yemeği telafi etmek için bugün tekrar aile yemeği hazırlamıştı ama...
Son derece keyifsiz bir sesle "Aklım nerede ki benim?! Bir insan nasıl bu kadar unutkan olabilir?" diye homurdandı. Bense, tekrar güldüm...
"Olabilir annecim. Lütfen, üzülme. Hadi babamı çağır, oturalım."
"Tamam." Üzgün sesine karşı dudaklarımı büküp arkasından baktım. Aklı dağınıktı. Her halinden belli olan da bir yorgunluğu vardı. Babamla birkaç günlüğüne tatile çıksalar, çok iyi olabilirdi aslında. Bunu babama söylemeyi aklıma not ettim.
"Hayatım, ben kuru soğanla ekmek bile yiyebilirdim. Niye zahmet ettin o kadar?"
"Ama ben akşama tavuk yapacağımı söylemiştim."
"Ben o sırada seni seyrediyordum. Duymadım."
Kocaman gülümseyip, mutfağa giren anne ve babama baktım. Babam beni görüp duraksadı. "Sen de mi buradaydın kızım?"
"Merak etme, hiçbir şey duymadım."
"Madem hiçbir şey duymadın; o zaman niye hiçbir şey duymadığını söylüyorsun?"
Şapşal bir ifadeyle dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu, annemi biraz olsun güldürdü.
"Hadi, annem mis gibi çorba yapmış. Oturun masaya."
Karşılıklı oturdular ve salata tabaklarını ortalarına çekip yemeye başladılar. "Bana da bırakın!"
"Abin nerede kızım?"
"Bugün biraz geç gelecekti annecim. İşleri varmış."
"Ama bugün aile yemeği günü demiştik." Annemin hassas bir sesle bunu söylemesi, aklıma farklı şeyler getirdi. Tam soracaktım ki babamın yanında konuşmamın uygun olmayacağını düşündüm.
"Evet ama işi önemliymiş annecim. Tatlıya yetişeceğini söyledi."
"Peki. Üç tane tatlı yaptım. Baban hepsinden sırayla yiyeceği için illa ki birine yetişir." Ağzım açık kalırken, çorbaları koyup masaya yerleşmiştim bile. "Şaka mısın sen Gül?"
Annem, sanki küfür yemiş gibi bir ifadeyle babama baktı. "O niyeymiş? Benim canım farklı tatlılar çekmiş olamaz mı?"
Babamla bakıştık. Aynı anda, "Olabilir tabii." dedik ve çorbalarımızı içmeye başladık. Annem gerçekten bir markaydı.
Sakin bir akşam yemeğinden sonra anne ve babam mutfağı toplamaya başladı. Ben de fırsattan istifade odama geçip hızlıca duş aldım. Annem, "Tabaklar hazır." diye seslendiğinde ıslak saçlarımı kurutuyordum.
"Geliyorum. Ben çikolatalı olan tatlı hangisiyse onu istiyorum bu arada!"
"Hepsi çikolatalı!"
Annemden aldığım cevap buydu...
Salona geçtim. Terliklerimi çıkartıp koltuğa kuruldum ve koca kaseyi elime alıp şaşkınlıkla baktım. "Bu tek porsiyon mu?" Tabağının yarısını bitiren annem başını salladı. "Az mı geldi? Devamını alabilirsin."
"Yok annecim, sağ ol." demekle yetindim ve kaşığımı daldırıp yemeye başladım.
Yaklaşık olarak yarım saat geçti. Ela'yla olan son görüşmemden ve onun durumundan konuştuk. Annem Ela'yı misafir etmek istediğini söyledi. Tam 'olur' diyecektim ki aklıma gelenlerle konuştum. "Onların bu aralar biraz telaşı olacak. Hem evleri taşınacak hem de Ela okula başlayacak. Yakın zamanda gelemeyebilirler, haberin olsun."
"Anladım canım. Yardıma ihtiyaçları olursa haberimiz olsun. Hangi okula başlayacakmış?"
"Bilmiyorum."
"Öğren bakalım. Bizim arka sokakta bir ortaokul var. Belki de orada başlar."
"Öğrenirim-" Çalan kapı ile yerimden fırlayıp "Abim geldiii!" diye bağırdım. Salondan çıkarken babamın uyukladığı yerde sıçradığını gördüm. "Hay Allah!"
Gülerek kapının kilidini çevirdim. O sırada zil tekrar çaldı. "Ay açtım!" Kapıya yapışıp açılmasını bekleyen abime sarılmak için öne atıldım. "Hoş geldin!"
"Hoş buldum. Hayırdır? Tatlıları bitirdin de bana sevimlilik yaparak suçunu mu örtüyorsun?"
"Emin ol, bitiremeyeceğim kadar çok tatlımız var. Annem tam üç çeşit yapmış. Tatlıları porsiyonlarına göre ayırırsan, dokuz çeşit falan ediyor."
Abim açık kalan ağzıyla bana baktı. Birkaç saniye sonra gülerek salona geçtik. Tam oturacaktı ki "Anne, abim ellerini yıkamadan oturuyor!" diyerek yerime yayıldım. Abim homurdanarak, hiç oturmadığı koltuktan doğrulup banyoya gitti. "Gelirken tatlını da al!"
"Anne, sustur şu kızını!"
Annem sadece güldü. Ben de ona göz kırpıp, "Erkekleri böyle yola getireceksin!" diye fısıldadım. "Aşk olsun Efsun! Benim oğlumun nesi var?"
"Bilmiyorsun sen onu! Şimdi burada olmasan, ellerini bile bana yıkattırmaya çalışır."
Abim "Hadi oradan!" diyerek yanıma oturdu. Elinde de tatlısı vardı. "Aferin." diyerek çayımı yudumladım. Kafama vurdu.
"Offf!"
"Çay getir bana da."
"Çok beklersin."
*********
"Anne! Bir dakika dursana."
"Ne oldu kızım?"
"Sana bir şey soracağım." Herkes yatmıştı. Biz de mutfakta kalan son bulaşıkları kaldırıp odamıza geçecektik. Ama ben aklımdaki soruyu sormadan uyuyamazdım.
Annemin yorgun gözlerine bakıp direkt konuya girmek istedim. Baygın bakan gözleri, sorumla açıldı.
"Sen hamile olabilir misin?"
"Ne?!"
"Ay bağırma! Babamları uyandıracaksın."
"Kızım ben kırk yaşındayım. Üç tane tatlı yaptım diye mi buna ihtimal verdin?" Reddeden ses tonuyla dudaklarımı büktüm. "Ama neden olmasın?" Masum bir ifadeyle gözlerimi kırpıştırdım. Birkaç saniye, hiçbir şey demeden birbirimize baktık.
"Değilimdir ya..."
Bunu bana değil de kendine söylüyor gibiydi. Gözleri bir noktaya dalmış; düşünüyordu. Tekrarladım. "Neden olmasın? Hilal teyze kırk iki yaşında hamile kalmıştı. Hatırla." Hilal teyze, Muğla'daki komşumuzdu.
Bana baktı. Ve dudaklarında gördüğüm hafif kıpırtıyla mırıldandı. "Tamam, yarın test yaparım."
"Ayy!" Heyecanla yerimde sıçrayıp ona sarıldım. "Kardeşimin adını biz koyacağız! Abim bir adını, ben bir adını."
Annem sessizce gülerek sarılışıma karşılık verdi. Saçlarımı okşamasıyla zıplamayı bıraktım. Kalbimde hissettiğim sevginin sakinliğine bürünüp ona sıkıca sarıldım.
*******
Annemle yarın haberleşeceğimize dair sözleştikten sonra odalarımıza geçtik. Saat epey geç olmuştu. Yorgun bedenimi yorganın altına serdim. Yarını düşünürken uykuya dalmam, birkaç dakika sürdü.
Saat 04.00'e geldiğinde, suyun zemine çarpma seslerinin altındaki boğuk inmelerle uyandım. Önce ne olduğunu anlayamadım. Kendime gelmek için üstümdeki yorganı ittirdim. Aynı sesi tekrar duyduğumda, yataktan bir hışımla çıkacak kadar algılarım açılmıştı.
Benim kapımla annemin kapısı aynı anda açıldı; korku dolu bakışlarımız birbirini buldu. İkimizde aynı şeyi düşünüyorduk. Bu yüzden hiç konuşmadan abimin odasına yöneldik.
Odasındaki banyo kapısı açık, ışıkları kapalıydı. Ama açılmış perde ve camdan yansıyan ay ışığı, duşa kabinde, başından aşağı dökülen suyun altında pijamalarıyla oturan abimi görmemizi sağlıyordu. Koşar adımlarla içeri girdim. Işığı açıp abime yöneldim. "Abi!" Kapalı gözlerini açmadı. Ama acıyla karışık inlemesi, sesimi duyunca durdu. "Kardeşim!"
"Buradayım! Korkma, yanındayım!" Duşa kabine girdim. Buz gibi olan suyu kapadım. Elime rastgele geçirdiğim bir havluyu, nöbet geçirir gibi titreyen bedenine hızlıca sardım. Annemde kapının arkasından banyo havlusunu aldığı gibi yanımıza geldi. "Oğlum! Erdem!"
Güçlü sesiyle abime ulaşmaya çalıştı. Ama abim kendini kilitlemiş gibi, sadece "Kardeşim!" diyordu. "Buradayım! Abim, aç gözlerini!" Yanaklarını avcuma alıp sarstım. Islak saçlarını okşadım. Bir elim çenesinde, bir elim saçlarındayken acıtmayacak bir şekilde hafifçe çekiştirerek bakışlarını kaldırmaya çalıştım. Ama nafile. Ne gözlerini açıyor ne de anneme cevap veriyordu. "Oğlum! Aç gözlerini!"
"Anne, bu böyle olmayacak! Babamı uyandır!"
******
"Dediğim gibi; Muğla'da başlayan krizlerinin devamı. Eğer terapi almaya ikna edemezseniz, ara sıra bunları yaşayacaksınız demektir."
"İkna olmuyor ki Orhan! Sanki kendisi psikiyatrist değilmiş gibi, 'ben doktora falan gitmem' deyip duruyor!"
Orhan abi çaresizce omuz silkti. "Atlatamayışının altındaki sebebi bulmalıyız. Bunun için de tek yol, terapi alması."
"Acaba farklı bir yol mu denesek?" Sorumla yüzler bana döndü. Konuşmadan önce tek tek onlara baktım. Annemin yaşlı gözleri, babamın omuzlarındaki yüklerin ağırlığı ve Orhan abinin gönülden yardım etmek isteyişi...
"Ona hastalandığını söyleyelim. Ki, bence bu doğru olabilir çünkü su buz gibiydi. Ne zamandır orada kriz halinde, bilmiyoruz."
Annem ağlamaklı sesiyle mırıldandı. "Evet, dudakları mosmordu. Ah! Oğlum..."
Ağlamamak için dudaklarını ısırdığında, babam kollarını ona sardı. Bense bakışlarımı onlardan çekip devam etmemi bekleyen Orhan abiye baktım. "Burada birkaç gün kalsın. Senin gözetiminin altında, belki biraz fikirlerini etkileyebilecek şeyler konuşabilirsiniz."
Orhan abi, Muğla'dayken aile doktorumuzdu. Kendisinin hem psikoloji hem de nöroloji alanında uzmanlıkları vardı. Aile hekimi olması kendi seçimiydi ama İstanbul'a gelişiyle tamamen kendi alanına yönelmişti. Şimdi bir klinikte, insan zihni ve psikolojisi üzerine çalışmalar yürütüp hizmet veriyordu. Abimin Muğla'da başlayıp İstanbul'dayken ilk kez baş gösteren krizleriyle az ilgilenmemişti. Ona göre, bu sadece hastasının intiharını kabullenememek değildi.
Ne olduğunu çözmek için onunla biraz vakit geçirmeliydi. Ve abimin de bunu kabullenmesi.
"Ne diyorsun Tarık? Gül?"
"Sen nasıl dersen Orhan." Annem yorgun sesiyle konuştu. Babam da onu onayladı. "Gül nasıl isterse."
"Tamam o halde. Erdem benim gözetimimde olacak. Aklınız kalmasın. Onunla biraz konuşacağım."
*******
Saat 07.45, pazartesi günü. Okul bahçesinde kimse yok.
Abimi klinikte bıraktıktan yaklaşık bir saat sonra çıkmıştık. Annem her ne kadar kabul etmiş olsa da biraz daha kalmak istemiş; belki bize ihtiyaç duyar diye düşünmüştü. Ama biz çıkarken o uyuyordu.
Onun için böylesi daha iyi olacak, dedi küçük kız. O çok yorgun. Biraz dinlenmeli.
Hepimiz çok yorgunuz.
Başımı yasladığım araba camından çekip "İstersen eve gelip dinlenebilirsin. Çok az uyudun." diyen anneme cevap verdim. "Ben iyiyim. Okulda daha fazla devamsızlık yapmak istemiyorum. Hem, ders başlayana kadar belki biraz kestiririm."
Koca bir yalandı. Okul sırasında asla uyuyamazdım. Ama eve girersem çıkmakta zorlanırdım ve gerçekten okula gitmem gerekiyordu.
"Sen bilirsin kızım. İyi dersler."
"Teşekkür ederim." deyip ikisini de öptüm ve arabadan inip montuma sıkıca sarıldım. Öyle soğuktu ki... Dişlerimin birbirine çarpma sesi beynimde yankılanıyordu.
Koşar adımlarla okula girdim. Birkaç öğretmen de benimle birlikte girdi. Mehmet hocayı gördüm. Yanıma doğru yaklaşırken o da beni gördü. "Erkencisin Efsun. Devamsızlığını düşününce, okula bu kadar erken gelmen şaşırtıcı." Her ne kadar dalga geçiyor olsa da, sesinin verdiği bir huzur vardı. Muhtemelen, karakterinin üzerimizde kurduğu güvenden kaynaklıydı.
"Ben de aynı şeyi düşünüyorum hocam." Samimi bir gülüşle karşılık verdi ve "Derste görüşürüz o halde." diyerek ilerlemeye devam etti. "Görüşürüz."
Acaba bir ödev vermiş miydi, diye düşünürken sınıfa girdim. Kimse yoktu. En arkadaki sırama geçip yanan kalorifere bacaklarımı dayadım. Donuyordum!
"Ah!" Ellerimi birbirine sürttüm. Sonra onları da sıcağa yasladım. Nafile... Çok üşüyordum. Bir an için bayılacağımı sandım. Sendeleyerek masama tutundum.
"Efsun?"
Çığlık atarak bakışlarımı kapıya çevirdim. Çığlığım korkudandı. Ama bu korku, bir anda ismim seslenildiği için değildi.
İsmimi seslenen kişidendi.
"Sen?"
"Beni özledin mi?"
"Senin burada-"
"Efsun!" Titreyerek gözlerimi açmaya çalıştım. "Efsun! İyi misin? Ne oldu sana?"
"Çok üşüyorum."
Zeynep, kelimeler ağzında dönüp dururken zorlukla konuştu. Paniklemişti; hareketleri oldukça hızlıydı. "Ben- bak- bunu al. Çay, sıcak. İyi gelir. Hadi iç." Buharı tüten çayı bana uzattı. Ellerimi montumun cebinden çıkaramadığımda kendisi içirdi. Birkaç yudum çay içimi ısıtırken kafamı geri çekip etrafıma baktım. Boş sınıfta yalnızca ikimiz vardık.
"Az önce, burada senden başkası da var mıydı?" Titreyen sesimle bunu sordum. Ve Zeynep'in bakışlarındaki endişeyi gördüm.
"Hayır. Ben geldiğimde başını sıraya yaslamıştım. Uyuduğunu düşünüp ses çıkartmamaya çalıştım ama titrediğini fark ettim. Sana seslendim ve sen-" Duraksadı. "-bağırmaya başladın."
"Anladım. Tamam. Kusura bakma."
"İyi misin? Kötü bir kabustu, değil mi?" Başımı olumlu anlamda sallayıp önüme döndüm. Konuşmak istemediğimi anladı. Dostça omzuma dokunup, yavaşça yanımdan kalktı. Sırasına gidişini göz ucuyla izledim.
Ama ben... Az önce...
Uyumuyordum ki...
*********
Dördüncü derste bittiğinde sıramdan kalktım. Şu ana kadar hiç ayağa kalkmamıştım. Yorgunluk bedenimde kol geziyordu. Abimin atağı, sanki tüm ailemizin içinde yer edinen yorgunluğu ortaya çıkartmış gibiydi. Bir ders önce annemle konuşmuştum. Babam bugün işe gitmemiş; evde, birlikte dinleniyorlardı.
Konuşulmayan her şey sesini yükseltip üste çıkmaya başlamıştı sanki. Eninde sonunda, birimiz bu gürültüye katlanamayıp konuşmaya başlayacaktı.
Zeynep'e yaklaştığımda başını test kitabından kaldırıp bana çevirdi. "Efsun, nasıl oldun?"
"Daha iyiyim. Teşekkürler Zeynep. Lütfen kusuruma bakma, olur mu? Uykusuzluktan kaynaklı bir sorun yaşadım."
"Olur mu canım, ne kusuru. İyi olmana sevindim." İçten bir gülümsemeyle bunları söyledi. Ben de aynı şekilde karşılık verip "Dünkü kahve sözümü tutmak için iyi bir vakit, ne dersin? İki derstir aralıksız test çözüyorsun." dedim. Sesimdeki hafif alayı anlayıp güldü.
"Elbette." diyerek ayaklandı. Sınıftan birlikte çıktık. "Ne kadar çalışırsam çalışayım, kendimi yeterli göremiyorum. Bu da bulduğum her fırsatta kitabın kapağını açmama sebep oluyor."
"Bence oldukça yeterlisin. Gayretin gözle görülür bir boyutta. Önemli olan da bu değil mi? Çabalamak."
Merdivenlerden inerken göz ucuyla ona baktım. Buruk bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Hey! Çabanı küçümsedin mi sen az önce?"
Çekingen bir tavırla omuz silkti. "Benden daha iyileri var."
"Bu her zaman olacak. Her zaman birileri, birilerinden daha iyi olacak. Bu senin iyi olmadığın anlamına gelmez. Ve bence, sen çok iyisin."
Koridoru dönüp kantine girdiğimizde, kısık bir sesle "Teşekkür ederim." dedi. Omzumu hafifçe omzuna çarpıp, içimdeki tüm enerjiyi sesime yansıtmaya çalıştım. "Rica ederim. Cam kenarında bir yer bul, lütfen. Kahveleri alıp geliyorum. Nasıl içiyorsun?"
"Sütlü ve şekerli." Güldüm. "Harika."
Biri sade, biri sütlü ve şekerli olan kahveleri alıp yanına geçtim. Bahçeye açılan kapının yanında oturmuştu. Burnuma ulaşan temiz havadan derin bir soluk aldım.
"Sen nasılsın? Neden uyuyamadın? Umarım bir sorun yoktur."
"Aslına bakarsan var. Ama halledeceğiz." Dudaklarını birbirine bastırıp, samimi bir tavırla konuştu. "Umarım. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa, ben her zaman bir ön sırandayım." Sesli bir şekilde güldüm. "Teşekkürler. Bunu aklımda tutacağım."
"Bu arada, yemek işini ne yaptın? Kiminle geleceksin? Listeyi yarın vermeliyim."
"Ah! Ben onu tamamen unutmuşum." Abimle gitmeyi düşünüyordum ama... "Ben, yani... Benimle gelecek olan kişi..." İstemsizce duraksadım. "Şu an benimle gelecek biri yok." Yavaşça konuşup ses tonumu sabit tutmaya çalışmıştım. Ama Zeynep, ince düşünceli biri olduğunu belli ederek koluma dokundu. "Hey, sorun değil. Ben senin için iki kişilik yer ayırtacağım. İsim yazmayacağım, tamam mı? İstediğin gibi gel." Bir an için bu tavrına karşı çok mahcup oldum. "Teşekkür ederim. Ben-"
"Zeynep!"
Kantinin iç tarafından gelen yüksek ve tiz sesle bakışlarımızı çevirdik. Dört kız, bize doğru geliyordu. Bu yüzleri tanıyordum. İrem'in yanında dolaşan kızlardı.
Yanımıza gelip oturdular.
"Merhaba! Nasılsın Zeynep?"
Zeynep çekingen bir tavırla konuşan kıza baktı. Ve diğer üçüne.
Zeynep'in tavrı, kızlara kurulmama yetmişti.
"İzin aldınız mı?" Konuşanın yüzü bana döndü. Alık bir ifadeyle "Ne izni?" diye sordu.
"Yanımıza oturmak için."
Birkaç saniye algılamaya çalıştılar. Sonrası, çirkin bir sesle bolca kahkaha...
"Sen dışlanmak için yeterli özelliklere sahipsin. Bu zor olmayacak. Değil mi Zeynep?"
Bu aptallar neyden bahsediyordu?
"Bizi rahat bırakın."
"Tabii ki seni rahat bırakacağız; 'bizi' demekten vazgeçersen."
"Sen ne saçmalıyorsun?"
Bakışlarını Zeynep'ten çekmeyip, soruma ithafen konuştu. "Zeynep'e sor, eminim anlatır. Her zaman birilerinin arkasına saklanmayı sevmiştir zaten."
Kurduğu son cümle, yanımızdan kalkıp gidecekken onu durdurmama yetmişti.
Normal bir durdurma olmasını isterdim. Çığlığı kulak tırmalayıcıydı. Ama gergin sinirlerime hakim olmak zordu.
"Bırak beni!"
"Efsun!" Zeynep'in korku dolu seslenişini duymamazlıktan geldim.
Çevirip sırtına yasladığım koluna daha fazla baskı uyguladım. Bana doğru atılan bir kızı ittirip yere düşürmem, diğer ikisini durdurmaya yetmişti. Dikkatimi, elimin altındaki kıza çevirdim.
"Sen kendini ne sanıyorsun? Korkunç biri mi? Ha! Aptalca cümleler kurup insanları rahatsız edebileceğini mi sanıyorsun?"
"Bırak beni! Bizi sen rahatsız ediyorsun! Senin varlığın rahatsız ediyor! Burada istenmiyorsun!"
"Başlarım senin isteklerine de, sana da! Defol git!" Sertçe çekiştirip ittirdim. Kolunu önüne alıp acıyan yeri tuttu.
"Sen defol! Katil!"
Bağırarak söylediği buydu. Üstüne yürümemi durduran, beni olduğum yere sabitleyen...
Herkesin bakışları üstümüzdeyken zorlukla konuştum. "Ne saçmalıyorsun?"
"Yalan mı? İrem'in ölümünde parmağın yok mu? Çakır'la geziyorsun, Furkan'la kafe köşelerinde oturuyorsun, sonra da saçmalayan ben mi oluyorum?"
Demek o gün hissettiğim, oydu. Furkan'ın beni tehdit ettiği gün, o da oradaydı.
"Hiçbir şey bildiğin yok. Kes sesini!"
"Ya, tabii! Ben susayım, siz de insanların hayatlarını mahvetmeye devam edin!"
"Ben-"
"İrem sizin yüzünüzden öldü!"
"Hayır! Ben-" aldığım nefes boğazıma takıldı. "-ben kimseye-" beynimdeki uğultu arttı. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. "Ben kimseye bir şey yapmadım!"
Herkesin gözleri ve şüphesi üzerimdeydi. Tüm bu bakışlar boğazıma sarıldı; alamadığım nefese rağmen arkamı dönüp koşar adımlarla kantinden çıktım.
"Katil mi?"
"Onların arkadaşı mı?"
"Furkan kim?"
"Furkan Gürel. Çakır'ın abisi."
"Konuşana bak. Sanki kendisi çok masum!"
Duyduğum uğultulardan bunlar seçiliyordu. Zil çaldı. Aynı anda Zeynep'in elini sırtımda hissettim. Benimle birlikte lavaboya girdi.
"Onların söylediklerini boş ver. Kimse onları umursamaz; herkes ne kadar aptal olduklarını biliyor. Asıl istenmeyenler, onlar."
Aceleyle suyu açıp titreyen elimi altına tuttum. Amacım yüzüme su çarpmaktı. Ama ayakta bile duramadan, lavaboya tutundum.
"Hey! İyi misin?"
"Nefes-"
"Efsun!"
"Nefes alamıyorum!"
Zeynep kolumu tutup yüzümü kendine çevirdi. Islattığı elini boynuma, yanaklarıma sürdü. "Bana bak! Benimle birlikte nefes al. Hadi Efsun!"
"Yapamıyorum!" Adeta ciğerlerim kavruluyordu. Biri eliyle tutup sıkıyor gibi. Kalbimin atışını duyamayacağım kadar uğultu vardı.
"Yaparsın! Bana bak! Bir, iki, üç." Her sayışıyla derin bir nefes alan Zeynep'i takip etmeye çalıştım. "Evet, evet, böyle."
Birkaç saniyenin ardından, ciğerlerime dolan havayı hissettim. Rahatlayarak gözlerimi kapattım. "Daha iyi misin?"
Derin bir nefes aldım. "İyiyim." Bir daha. "Teşekkürler."
"Onları bu kadar umursamamalısın. Önemsiz kişiler."
Umursadığım onlar değildi. Bunu ona anlatamazdım.
Birkaç adım geriye gidip sırtımı duvara yasladım. Kendime geliyordum.
"Seni benimle arkadaşlık kurduğun için mi rahatsız ediyorlar?"
"Dün bahçedeyken konuştuğumuzu görmüşler. Akıllarınca, keş arkadaşlarının ölümünü birilerinin üstüne yıkmaya çalışıyorlar. Ama herkes onun neden öldüğünü biliyor." Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Ah, öyle demek istemedim. Tabii ki ölmesine ben de üzüldüm ama..."
"'Herkes biliyor' dedin. Ne biliyorlar?"
"Uyuşturucu yüzünden öldüğünü. Onun tekinsiz kişilerle iş yaptığını konuşuyorlardı. Onu, onlar öldürmüş. Öyle söylendi."
"Bunu kim yaydı?" Omuz silkti. "Bilmem, kulağıma böyle geldi." Başımı sallayarak önüme döndüm. Bu hikayeyi ortaya kim atmıştı? Çakır'ın yaptığını sanmıyordum. Bu, doğru değildi. Bilgi doğruydu, evet ama... Bunun bizim tarafımızdan yayılması doğru değildi.
"Benim yüzümden böyle bir şey yaşamanı istemezdim. Kusura bakma. İstersen, yani benimle arana mesafe koymak istersen..."
"Hayır, istemem. Onların ne dediklerini umursamıyorum. Beni ürkütüyor olmaları, üstümde hakimiyet kurabilecekleri anlamına gelmiyor."
Zoraki bir tebessümle karşılık verdim. "Teşekkür ederim. Tekrardan kusura bakma."
"Sen iyiysen sorun yok. Hadi, sınıfa çıkalım. Ders başladı."
************
Öğle arası zili çaldı. Herkes yemek yemek için sınıftan çıktığında, Zeynep'i de arkadaşlarıyla yemeğe inerken gördüm. Bir önceki arada, yemeğe gelmeyeceğimi söylemiştim.
Telefonumu çıkarttım. Ela'nın kan sonuçları çıkmış olmalıydı. Onlardan önce annemi aradım.
Telefon kapanmak üzereyken açtı.
"Alo, kızım."
"Annecim, ne yaptın?"
"Negatif." Heyecanla açılan dudaklarım, kalbimde hissettiğim bir buruklukla kapandı. Kabul etmek istercesine tekrarladım. "Negatif."
"Evet."
Göremese de başımı salladım. "Tamam annecim."
"Tamam. İyi dersler." Ah... O da üzülmüştü... Keşke böyle bir şey düşünmesine sebep olmasaydım. Gerçekten olsaydı, zamanı gelince öğrenirdi zaten.
"Aptal kafam!" Dirseklerimi sıraya yasladım. Başımı ellerimin arasına alıp hafifçe sola yatırdım. Camdan dışarı bakarken, olanları ve olmayanları düşünüyordum. Bunu yapmak... son derece tehlikeliydi.
Düşüncelere dalmışken telefon sesiyle kendime geldim. Çakır arıyordu.
"Alo."
"Ela'nın sonuçları temiz çıktı!" Konuşan Aslan'dı. Telefon, arabanın hoparlörüne bağlı olmalıydı.
Sonunda iyi bir haber, diye düşündüm. "Bu harika! Çok sevindim. Peki ya etken madde?"
"Piyasada bilinen, ketamin hidroklorür. Aslında anestezide kullanılan bir maddeymiş. Düşük dozda gerçeklikten kopma, halüsinasyon; yüksek dozda ciddi düşünce bozuklukları ve kişilik değişimlerine sebep olabiliyormuş. Bilinmeyen maddeler hala muamma. Ama temel olarak, on üçüncü şırınganın yapabilecekleri bunlar. Evet, kullanılmış ama Ela'nın sonuçları temiz. Demek ki bu yakın bir zamanda olmamış."
"Oradaki ilk günlerinde olmalı." Konuşan Çakır'dı. Onun sesini duyunca aklıma geleni sordum. "Çakır, Kazım'ın cebindeki adres kartından bir şey çıktı mı?"
"Bu nerden çıktı?"
"Bir anda aklıma geldi."
Birkaç saniyelik sessizlikten sonra cevap verdi. "Hayır. Cepleri boştu."
Duraksadım. "Ama-"
Aslan araya girdi. "Aması yok. Sen bu işten uzak dur."
"Emredersin Aslan!" İğneleyici sesimle karşılık verip telefonu kendimden uzaklaştırdım. Sanki olayların çok dışındaymışım gibi...
"Şimdi Erdem'in yanına gidiyoruz. Dün numarasını almayı unutmuşuz. Hastanenin sisteminde de bulamadım. Bana atabilir misin?"
Olduğum yerde doğrulup "Şey, abim bugün klinikte değil." diyebildim. Ah! Bunu tamamen unutmuştum. Ne diyecektim şimdi? Açıklamalı mıydım?
"Ama dün sözleşmiştik." Kısa bir sessizlikten sonra Çakır konuşmuş; Aslan sessiz kalmıştı. Homurdanmayla karışık nefes sesini duyuyordum.
"Biliyorum. Ama dün gece biraz rahatsızlandı. Şu an hastanede."
"Ne? Neyi var? Sen yanında mısın?"
"Hayır, ben okuldayım. Ciddi bir durum değil. Bunu sonra konuşuruz. Siz yine de kliniğe gidin. Abim haber vermiş olmalı. İşini ertelemez. Kamera odasındakiler geleceğinizi biliyordur."
"Tamam öyleyse. Varmak üzereyiz zaten. Sana haber veririz. Erdem abi konusunda yardıma ihtiyaç olursa haberimiz olsun."
"Tamam, teşekkürler. Siz de bana haber verin."
Telefon kapanınca ayağı kalkıp boş sınıfta volta atmaya başladım. Zihnimde dönüp duran birçok soru vardı. Düzene girmeliydiler yoksa beynim küçük parçalar halinde dağılacaktı!
Abimden onlara bahsetmeli miydim? Durumunu açıklamalı mıydım? Çete konusunda ne yapılacaktı? Kazım'ın adres verişi de yalan olduğuna göre bizi onlara ulaştıracak hiçbir ipucu yoktu. Kutu da bulunamamıştı. Evinde ahşap oyması falan yoktu! Sanki onlarla ilgili her şey boş bir sözden ibaretti. Altını dolduran hiçbir şey yoktu ki. Beni bu olayın dışında tutmaya çalışmaları da ayrı bir konuydu. Aslında o kadar içindeydim ki... İki cinayet işlenmişti gözlerimin önünde. Bugün, tüm okulun önünde, bunlarla ilgim olabileceği söylenmişti. Nereden baktığına göre değişirdi bu sözün doğruluğu. O kızın baktığı yerden, söyledikleri yanlıştı. Ama bir bağım vardı, değil mi? İstesem de istemesem de.
Sıkılan ruhumla sınıftan çıktım. Yanaklarım yanıyordu. Ama bedenim üşüyordu. Bir türlü ısınamıyordum. Bu sabah yaşadıklarımı hatırladım. Uykusuzluktandı.
Evet, uykusuzluktan.
Zihnimin ufak bir oyunuydu yalnızca.
Lavaboya girip yüzümü yıkamak istedim. Ama aralık kapıdan duyduklarım, duvarın köşesine gizlenmeme sebep oldu. Bunu resmen bir refleks olarak yapmıştım.
İki kız vardı. Biri ağlıyor; biriyse ona kızıyordu.
"Aptal! Kendini geberteceksin! Ya, hiç mi aklın çalışmıyor senin? Nasıl yapamazsın bunu? Ölmek mi istiyorsun?"
"İstemiyorum! İstemiyorum, yalvarırım yardım et bana!"
"Ben sana nasıl yardım edeyim? Senin yapmadığını anlamayacaklar mı sanıyorsun?"
"Belki anlamazlar. Tek istedikleri, bu işin yapılması değil mi? Kimin yaptığının ne önemi var?"
"Hey, ne yapıyorsun?" Arkamdan gelen sesle yerimde sıçradım. Zeynep'ti.
"Ayağım burkuldu gibi oldu da." derken yavaşça doğrulmuş, lavaboya giriyordum. Az önce hararetli bir şekilde tartışan kızlar, şimdi sakince ellerini yıkıyorlardı. Birbirlerine kaçamak bakışlar atarak peçete aldılar, ellerini kuruladılar ve çıktılar. Yüzlerini zihnime kazımaya çalıştım.
"İyi misin?"
"Evet, sorun yok. Az önceki kızları tanıyor musun?"
Boş koridora doğru baktı. "Onlar mı? Kısa boylu, kısa saçlı olan Eslem. Diğeri de Arzu. Kardeşler. Neden sordun?"
"Hiç. Sanırım Eslem'in ağladığını duydum da. Merak ettim."
"Eslem hep ağlar. Biraz saf biri; bir gün ayağıma bastığı için ağlayarak özür diledi. Sorun olmadığını söyledim ama... Arzu'yla çok zıt karakterler. Arzu çok sivri dilli bir kız. Eslem'le arkadaş olmaya, konuşmaya çalıştığımda beni hep engelledi. Ben de kendi hallerine bırakmaya karar verdim."
"Anladım."
Ellerimi suyun altına soktum. Aynada kendime bakarken iki kız kardeşi düşünüyordum.
"Sırana bir şeyler bıraktım. Bugün hiçbir şey yemedin." Düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm. Tatlı bir tebessümle saçlarını düzeltiyor, akmış göz kalemini siliyordu. Beni düşünmesi çok hoştu.
"Çok düşüncelisin. Teşekkür ederim."
Gözlerini irileştirip bana baktı. "Ah, ne demek! Lafı bile olmaz."
Birlikte sınıfa geçtik. Dersin başlamasına on dakika vardı. Ben, Zeynep'in aldığı karışık tostu yerken o da test çözmeye başlamıştı. Arkadaşları anlamadıklarını ona soruyor; o da sabırla kendininkine ara verip onlarla ilgileniyordu. Acaba ne kadar sevildiğinin farkında mıydı? Yıllar geçince bile hatırşinas insanlar onu anacaktı.
Sınıfın sessizleştiği bir an, arkadaşıyla olan konuşması kulağıma geldi.
"Bu soruları üstlerin kurallarıyla çözmeye çalıştığın için biraz uzun sürüyor. Ama bak... böyle de yapabilirsin. Daha stratejik."
"Şimdi anladım. Gözüm hep onunla ilgili çözdüğüm soruları arıyor da, ondan aklıma gelmiyor bu türlüsü."
Bu konuşma, zihnimin içinde bir sembole dönüştü. Gözlerimi kapattım. Kazım'ın evinde, ahşap bir oymayı arıyordum. Gözüm, yalnızca ahşap oymayı arıyordu. Bomboş. Gözlerimi açtım. Ya aradığımız şey, başka şeylerin arkasına gizlendiyse? Ya onlar bu yüzden bulamadıysa kutuyu?
Telefonumu çıkartıp anneme mesaj attım.
"Okul çıkışında halletmem gereken bir işim var. Biraz geç kalacağım annecim. Haberin olsun."
**********
Aziz mahallesindeydim. Yine o his baş göstermişti. Çakır'larla birlikte geldiğim gün ki his.
Nefesimi düzene sokmaya çalışarak yürüdüm. Evlerin camlarında beliren yüzleri görüyordum. Bunların beni korkutmasına izin vermemeliydim. Dışarıdan bakan herkes, benim sıradan biri olduğumu anlardı. Kimse beni sorgulamakla uğraşmayacaktı.
Evet, buradan korkmamalıydım.
Ama belki, tam şu an bulunduğum yerin bana hatırlattıklarından korkabilirdim.
Kazım'ın evinin bahçesindeydim. İrem'in vurulup öldüğü yerde. Bakışlarım önce çimenleri taradı. Sonra da saçlarımın arasından geçip duvara saplanan kurşunun, dökülmüş alçıların arasında bıraktığı boşluğu.
Bahçeye attığım ilk adım, beni ter içinde bırakacak kadar zordu.
Çimenlerde kan yoktu. Yalnızca ezilmişlik vardı. Temizlenmiş ya da üzerine toprak atılmış gibi duruyordu; çamurlaşan yerler vardı. Yavaş adımlarla ilerledim. Duvara yaklaştım. Gözlerim duvardaki boşluğa takıldı. Kapatmamışlardı. Yerdeki kanı gizleyen eller, İrem'in başını delip geçen kurşunun açtığı boşluğu kapatmamıştı.
Adımlarım durdu. Kilitlenmiş gibiydim. Boşluğa baktıkça büyüyordu sanki. Beni içine almasından korktum. Bir adım geri çekildim.
Hadi, çek artık bakışlarını!
Küçük kızın yalvaran sesini duydum. Beni buradan kurtarmaktı amacı, biliyordum.
O an, boşlukta bir hareketlilik oldu. Rengi değişti; karanlık yerini kan kırmızısına bıraktı. Dudaklarım dehşetle aralandı. Duvarda yol izleyerek akan kan, yerde birikmeye başladı.
Sahneler değişti. Duvar dibindeki kan birikintisi, İrem'in başının altında biriken kana dönüştü.
Çığlık atabilecek kadar dudaklarım aralandı. Ama görünmez bir elle ağzım kapanıyormuş gibi çıtımı dahi çıkartamadım. Arkamdan gelen sesle döndüm.
"Hey, sen! Ne yapıyorsun burada?"
"Ben-" derken kekelemiştim. Karşı kaldırımda durup bana seslenen kadından bakışlarımı çekip, hızla duvara baktım.
Kan yoktu.
"Nasıl?" Nefes nefese sordum bunu. Nasıl? Az önce ne olmuştu öyle?
"Sana söylüyorum, yabancı! Bana cevap ver!"
Kadına geri döndüm. Girdiğim şok yüzünden konuşamıyordum. Ne olduğunu anlamaya çalışan zihnim, sis içindeydi.
"O eve girmeyi düşünüyorsan aklından çıkar derim."
Cevap alamayınca son kez konuştu.
"Belli ki aklın yok. Ne istiyorsan yap. Yeter ki akşam olmadan çık bu mahalleden."
Aksayan adımlarla bastonundan güç alarak uzaklaştı. Bakışlarımı ondan çektim ve başka hiçbir yere bakmamaya çalışarak eve ilerledim. Belliydi; zihnim bugün ki uykusuzluğun acısını çıkartıyordu.
Eve girdim.
Az önce ne oldu öyle?
Düşünme.
Aynı koku, aynı sis vardı evde. Toz dumana katılmış; etrafta polislerin arama yaptığını belli eden dağınıklıklar vardı. Girişteki odanın ortasında durup kendi etrafımda döndüm. Nereden başlamalıydım?
Aslan neredeyse her deliğe bakmıştı. Polislerde bakmış olmalıydı. Ben, iğne deliği değil; bariz bir iz aramalıydım.
Yavaş adımlarla koridora ilerledim. Giriş hariç hiçbir yeri görmemiştim. Yan yana üç oda kapısı vardı. En sonda da bahçeye açılan bir pencere vardı. İçeri süzülen ışık yavaşça azalıyordu. İçimden bir his, kadını dinlemem gerektiğini söylüyordu.
Güneş tamamen batmadan önce buradan gitmeliydim.
İlk odaya girdim. Yatak odasıydı. Yalnızca yatak ve küçük bir dolap vardı. Küfle kaplanmış duvarlara baktım. Bir insan burada nasıl yaşayabilirdi?
İkinci oda, tuvaletti. Zaten kapıyı hafifçe aralamamla anlamıştım. Kusmamaya çalışarak hızla kapıyı kapattım.
Üçüncü odaya girdim. Karşılaştığım manzara kaşlarımı çatmama sebep oldu. Üçüncü oda, boştu. Neden? Girişteki odanın kalabalığı buraya taşınabilirdi. Ama boş bırakılmıştı.
İçeri girdim. Küçük bir odaydı. Buna rağmen boğucu değildi. Duvarları küfle kaplanmamıştı. Hafif boya döküntüleri vardı, o kadar.
Bir farklılık vardı.
Odadan çıktım. İkinci odanın tam önünde durdum. İlk ve son odanın kapısı açıktı. İkisi arasında bakışlarımı gezdirdim. Fark neydi?
Birkaç saniye sonra anladım. Hızlı adımlarla son odaya tekrar girdim ve işaret parmağımı büküp duvara vurdum.
Arkası boştu bu duvarın. Ya da değildi!
Heyecanlandım. Saatlerce koşturmuşum gibi nefes nefese odadan çıkıp, dağınıklığın arasında işime yarayacak bir şey bulmaya çalıştım. Duvarın köşesinde dik bir şekilde bırakılmış balyozu gördüm. Memnuniyetle gülümsedim. "İşte bu işime yarar!"
Balyozu alıp odaya girdim. Derin bir nefes alıp ilk darbeyi indirince, oldukça etkisiz geldi.
Gücünü topla.
Tekrar vurdum. Hafif bir çatlak.
Yapılanları hatırla. Yapılacakları hatırla.
Hırsıma öfke dahil oldu. Balyozu kaldırıp indirmem hızlandı. Hatırladıklarımla tüm evi yıkabilecek güce sahipmişim gibi hiç durmadan vurmaya devam ettim. Ve en sonunda, karşıma gizli bir oda çıktı.
Odada tek bir şey vardı. O da, tahta oymaları olan bir başka duvardı.
Balyozu elimden bıraktım. Gün ışığı yok olurken, karanlığın içine adımladım.
SON
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 511 Okunma |
97 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |