26. Bölüm

23. Bölüm (Kaybedenler)

Betül Başönderoğlu
betulbasndrglu

Kırdığım duvardan içeri bir adım attım. Yaklaşık bir metrelik boşluk vardı iki duvar arasında. Ahşap oymalı duvar tüm duvarı kaplamıyordu. Aynı anda yan yana duran üç kişi ancak sığardı. Vurmak için tam yerini bulmuştum.

 


Elimi oymaların üstünde gezdirdim.

 


 Eee? 

 

 

Nasıl ulaşacaktım bu duvarın arkasına? Biraz kurcalamaya karar verdim. Elimi oyuklara bastırarak, sağ-sol yaparak gezdirdim. Nafile.

 

 

Arkamdan gelen ses sıçramama sebep oldu. Hızla dönüp baktım. "Kim var orada?" Bağırışım korku doluydu. Güneş batmış; yerini kapkaranlık bir geçit almıştı sanki. Duvarın arkasında olmam işleri zorlaştırıyordu. Buradan bakınca her şey daha korkunçtu.

 

 

Salınarak odaya giren kediyi gördüm. Ah! Derin bir nefes alıp elimi arkamdaki duvara yasladım. O da beni içine aldı!

 

 

"Ay!" Arkaya doğru düşüşüm çok komikti. Koşullar farklı olsaydı bu ana kahkaha atabilirdim. "Filmlerdeki gibi oldu." dedim kendi kendime. Üstümdeki kötü enerjiyi atmak için güldüm.

 

 

Karşılaştığım manzara, kısık tondan gülüşümü yok etti. Yerini şaşkınlığın araladığı dudaklarım aldı. İrileşen gözlerimle karşımdaki sisteme kilitlendim. Bilgisayar odası. Bilgisayarlar... Onlarca!

 

 

"Bunlar ne böyle-" Ağzıma kapanan koca bir elle hem sözüm hem de çığlığım bastırıldı. Ani olduğu için birkaç saniyede beni bilgisayar odasından ve ahşap oymadan çekip büyük odaya aldı. O anda çırpınmaya başladım. Elimi arkaya atıp tüm gücümle yüzünü boydan boya çizdiğimde, acıyla bağırıp elini ağzımdan çekti. Kaçmak için atakta bulundum. Oysa tek eliyle saçlarımdan tutup beni resmen duvara fırlattı.

 

 

Ben acıyla inlerken onun küfürler içinde, aynı bir ruh hastası gibi sızlandığını duydum. Öfkesi havaya karışmış; ciğerlerime doluyordu. Boğulacak gibiydim.

 

 

Kapkara bakışlarını kaldırıp onu izleyen korku dolu gözlerime baktı. Uzun boylu, kalıplı bir adamdı. Baştan aşağı siyahlar içindeydi. Sanki karanlıktan doğmuş ya da yalnızca karanlığa doğabilirmiş gibi. Korkunçtu.

 

 

Acıyan başımla derin bir nefes alıp "Sen kimsin?" diye sordum. Sorumu duymazlıktan geldi. Büyük adımlarıyla üzerime yürüdüğünde, korkuyla ellerimi yüzüme kapadım. Önce bir yumruk hissettim karnımda. Sonrası sayamadığım kadar çok acı dalgasıyla geldi.

 

 

"AH! DUR!"

 

 

"EFSUN!"

 

 

"YAPMA!"

 

 

"EFSUN! KENDİNE GEL!"

 

 

Şiddetli bir titremeyle ellerimi yüzümden indirdim; gözlerimi açtım.

 

 

"Çakır?"

 


"Benim! Benim, Efsun! Korkma!"

 

 

Nefes nefese konuşmuştu. Gördüğüm ilk şey yüzündeki derin tırnak iziydi. Dehşetle dudaklarım aralandı. "Bunu... bunu ben mi yaptım?"

 

 

"Şş, önemli değil. Tamam mı? Bana bak!" Arkasında, daha önce hiç görmediğim bir şaşkınlığı yaşayan Aslan'dan bakışlarımı çekip kendisine yöneltti. "Ne oldu sana? Biri mi vardı burada? Ha? Kim, ne yaptı sana?"

 

 

Ağlamamaya çalışarak etrafıma baktım. "Ben-" titreyen elimin işaret parmağıyla kırdığım duvarı gösterdim. "-ben oradaydım. Sonra-" dolu gözlerle ona baktım. Sözümü tamamlayamadım. Burada kimse yoktu Efsun... Yine hayal gördün. Bugün üçüncü kez...

 

 

"Sonra?" Çakır'ın gözlerinde büyük bir korku vardı. Aslan'ın gözlerindeyse büyük bir sorgulama. Neyi sorguluyordu? Akıl sağlığımı mı?

 

 

Burnumu çekip yavaşça doğrulmaya çalıştım. Çakır kolumdan tutup ayağa kalkmama yardım etti. "Sonrasını hatırlamıyorum. Sanırım yorgunluktan dolayı kendimden geçtim." dedim. Toz olmuş ellerimi birbirine sürttüm. Gözlerimi sertçe ovuşturup saçlarımı geriye attım.

 

 

"Nasıl yani? Bayıldın mı?"

 

 

"Bayılmak gibi değil. Bir an için gerçeklerle bilinç altım savaştı sanki. Karanlıkta da seni tanıyamadım." Son sözümle gözlerim tırnak izime gitti. Sol kaşının yanından çenesine kadar çizmiştim. Nasıl bir güç kullandıysam kan içinde kalmıştı. Sesim titredi; "Özür dilerim." diyerek ona arkamı döndüm ve duvarın karşısında durdum. Karşımda karanlık varken gözlerimi kapattım. Arkamda nefes alan şaşkınlığı hissediyordum. İki büyük bedene sıkışıp anlam kazanamayan şaşkınlık.

 

 

"Bu ne?" Kendine gelip az önceki olayı ilk erteleyen Aslan'dı. Derin bir nefes alıp gözlerimi açtım. "Ben de sizi arayacaktım. Günlerdir aradığımızı buldum." Bir anda aklıma gelenle durdum. Onlara dönüp "Siz benim burada olduğumu nereden öğrendiniz?" diye sordum. Aslan, bakışları sistemdeyken konuştu. "Birileri seni buraya girerken görmüş. Bize haber verdiler." Benden bir karşılık beklemeden duvardan içeri bir adım attı. "Bu duvar..."

 

 

"İçeride bir sistem var. Kazım'ın bahsettiği ahşap oyması, bir kutu kapağı değilmiş. Kutu da kutu değilmiş zaten. Ahşap oyma bir duvar; kutu da gizli bir oda."

 

 

"Hadi be!"

 

 

Aslan tek adımla bilgisayar odasına geçti. Ben de arkasından gitmek için bir adım attım; adımım havadayken Çakır kolumdan tuttu. Kulağıma eğilip "Bunu konuşacağız." dediğinde dönüp gözlerine baktım. Sanki verecek cevabım varmış gibi hızla dönmüştüm. Sanki yaşadıklarımı açıklayabilecek cümlelerim varmış gibi.

 

 

"Buraya bakın. Hadi."

 

 

Bakışlarımızı ayırıp Aslan'ın yanına geçtik. Aslan sistemin önündeki büyük sandalyeye oturmuş; nereye bakacağını biliyor gibi tuşlara basıyordu. "Baksanıza şu sisteme. Burayı kurmak nereden baksan milyonlara bedel."

 

 

Furkan'ı dün söyledikleri aklıma geldi. Kendi kendime mırıldandım. "Sokak çocuklarına bak sen..."

 

 

"Sokak çocukları mı?" Aslan'ın omzunun üstünden bana dönüp sorduğu soruya Çakır cevap verdi. "Furkan dün otoparktayken onlardan böyle bahsetti. Sokak çocuklarına karşı, sokaktan gelen adamları isterken." Aslan alay eder gibi bir ses çıkardı. "Sokaktan gelen adamlar, biz ve bizim yanımızdakiler oluyor, öyle mi?" Çakır sol elini Aslan'ın omzuna koydu. "Boş ver sen onu. Canları pahasına korudukları şeyi bulduk. Hadi, işe yarar bilgiler edinmeliyiz." Tam o anda, Aslan bir tuşa bastı. Tüm ekranlar kırmızı oldu; eğildiğim yerden irkilerek doğruldum. "Bu ne lan?" Bir anlığına Çakır'la bakıştık.

 

 

"Şifre istiyor."

 

 

Ekrandaki "UYARI!" işaretinin hemen altında şifre kutucuğu vardı. Ben homurdanıp saçlarımı geri iterken, ikisi birbirine baktı. "Ne? Şifre hakkında bir fikriniz mi var yoksa?"

 

 

"Fikrimiz yok." Çakır ceketinin cebinden bir kağıt çıkartıp Aslan'a verdi. Uzun bir kod yazılıydı kağıtta. Bazı harfler çember içine alınmış, bazılarıysa kırmızı kalemle çizilmişti. "Şifre bizde."

 

 

"Nasıl?"

 

 

Aslan uzun harfleri sırayla yazarken Çakır açıklama yaptı. "Kutu gerçekti. Ahşap oyma da öyle. Gerçekten de ahşap oyması olan bir kutu bulduk. İçinden bu çıktı. Bizden saklamaya çalıştıkları buydu demek ki. Sistemi bulsak bile şifresiz ne yapabilirdik ki?" Ağzım açık kalırken Aslan "Daha iyi saklamalıydılar." diye mırıldandı.

 

 

İki elimi de yana açıp "Bundan neden haberim yok peki?" diye sordum. "Biz de şimdiye kadar elimizdekinin bir şifre olduğunu bilmiyorduk."

 

 

"Yine de bana kutuyu bulduğunuzu söylemeliydiniz!"

 

 

"Haklısın Efsun. Şimdi lütfen uzatma." Aslan'ın bu tavrı beni inanılmaz derecede sinirlendirdi. Dudaklarımı birbirine bastırıp kendime hakim olmaya çalıştım. Yumruk olmuş ellerimi de iki yanımda tutmaya.

 

 

Bir açıklama bile yapmadan, tahammülsüz bir tavırla 'haklısın' diyerek beni geçiştiriyordu!

 

 

Sakin kalmaya çalıştım; derin bir nefes alıp beni izleyen Çakır'a baktım. "Bilmem gereken başka bir şeyler var mı? Başka sakladığınız şeyler?" Başını yavaşça iki yana salladı. İfadesi sabitti; nedenini anlamadığım bir şekilde bu beni daha çok sinirlendirdi. Bakışlarımı ondan çekip karanlığa döndüm. Ayın aydınlattığı odaya baktım. Sakin ol... Sakin ol...

 

 

"Açılıyor!" Aslan'ın heyecanlı sesiyle sinirim, merakım tarafından bastırıldı; hızla ona döndüm. Çakır sağında, ben solundaydım. Eğildiğimiz ana bilgisayar ekranı hariç tüm ekranlar bir an için karardı. Birkaç saniye sonra, tüm ekranlarda yazılar belirmeye başladı. Yazılar, hayır, listeler, isim listeleri... İrileşmiş gözlerimi tüm ekranlarda gezdirdim. "Bunlar ne böyle?"

 

 

Aslan oturduğu yerden kalkıp daha net görmek için sistemden uzaklaştı. Üçümüz yan yana durmuş; belki de yüzlerce ismi içeren sisteme bakıyorduk. Bir ekran diğerlerinden farklıydı. Farklı olan ekranda, her ismin yanında bir sayı vardı. En fazla 100'e kadar çıkan sayılar arasında birkaç tane eksik sayı vardı. 100 yazanlar yeşil, diğerleri kırmızıydı. Ekranların farklılığı da buydu; diğer ekranlardaki isimler maviydi. Ayrıca yanlarında sayı yoktu. Bunların anlamı neydi?

 

 

Ana bilgisayarın ekranı değişti. 'Yeni bir mesaj' bildirimini görünce hızla ekrana eğildim. "Bakın!" Aslan bir hışımla kalktığı yere geri oturdu. Bildirimin üstüne tıkladı ve ekranda bir liste belirdi. "Bu ay seçilen ilk lisede kaybedenler; Buğra Alp, Emre Bölen, Eylem Oğuz."

 

 

"Bu ay seçilen ilk lise mi?" Çakır anlamayarak sordu. Bense 'Eylem' ismine takılmıştım. Aklıma bugün okulda şahit olduklarım geldi. Kaybedenler... Nasıl yapamazsın bunu... Ölmek mi istiyorsun...

 

 

Sonra bir şey fark ettim. "Baksanıza. Ana bilgisayar hariç on iki tane bilgisayar var." Aslan dirseklerini masaya dayayıp başını iki elinin arasına aldı. Düşünüyordu. "Her aya bir bilgisayar. Bu ayın kaybedenleri açıklandı. Neyi kaybettiler? Her ay başka bir okul mu seçilecek? Neden? Neye seçilecekler? Yeni plan dedikleri bu muydu?" Sonra tekrar bilgisayara odaklandı. Farklı olan ekranı ana ekrana yansıtmaya çalıştı. Birkaç dakika sonra başardı da. İşaret parmağıyla ekrana vurup "İsimlere bakın. Tanıdığınız var mı?" diye sordu. İkimizde isimleri inceledik. Benden önce Çakır konuştu. "Evet, çoğunu tanıyorum. Efsun'un okulu bu."

 

 

Bakışları bana döndüğünde başımı salladım. "Ben de birkaç ismi tanıyorum. Kaybedenlerden Eslem. Ve bir de Arzu var. Eğer bunlar onlarsa tabii. Kardeşler."

 

 

"Bu ne anlama geliyor?"

 

 

Mesajlara geri döndü. Bir yere tıkladı; karşımıza okulumun ismiyle açılmış, gizli bir sohbet odası çıktı.

 

 

"İkinci kattayım. Malı buradan alacağım."

 

 

"100 gramı tamamladım. Kanıt için ziyaret istiyorum. Meydandaki kahvede olacağım."

 

 

"Daha fazla mal istiyorum. Gramı eksik geldi."

 

 

"100 gramı tamamladım. Kanıt için ziyaret istiyorum. Bu akşam büyük parkta olacağım."

 

 

"100 gramı tamamlamak üzereyim. Bir gün daha istiyorum."

 

 

"Yalvarırım, bir gün daha!"

 

 

"Talep reddedildi! Son gün, bugün! -YÖNETİCİ"

 

 

Dehşet içinde okudum. "Uyuşturucu satışı mı yapıyorlar? Okulda? Öğrencilerle?"

 

 

Aslan öfkeyle yumruğunu masaya vurdu. "Şerefsizler! 100 gram satışın altında kalanların cezalandırılacağı bir oyun kurmuşlar! Malı öğrencilere veriyorlar; onlar da satışı yapıyor!"

 

 

Bir an için duraksadım. Çakır'a döndüm. Yüzü öfkeyle kızarmış, bakışları ekrana sabitlenmişti.

 

 

"Ne cezası?"

 

 

"Öğreneceğiz!"

 

 

********

 

 

Evden çıktık. Telefonuma baktığımda üç cevapsız arama gördüm. İkisi annem, biri babamdı. Hızlıca annemi aradım. Telefonu kapalıydı. Babamın da aynı şekilde.

 

 

"Beni eve bırakabilir misin Çakır? Vaktin var mı?"

 

 

Ona küfretmişim gibi baktı. "Niye enteresan sorular soruyorsun?"

 

 

İleride telefonla konuşan Aslan'dan bakışlarımı çekip ona baktım. "Ne var sorumda?"

 

 

"Seni tabii ki de eve bırakacağım. Direkt olarak arabaya geç. Sormana gerek mi var?" Ne diyeceğimi bilemeden istemsizce güldüm. "Sanırım teşekkür etmeliyim."

 

 

Bu sefer de o güldü. Yarım bir sırıtışla konuştu. "Ona da gerek yok. Yanımda olman benim için en büyük teşekkür zaten."

 

 

Onun bakışları ayağıyla ezdiği toprakta, benim bakışlarım da ondayken duraksadım. Söylediği şey... Yine beni küçük bir kız çocuğu gibi utancımdan köşeye sıkıştıran, ne diyeceğimi bilemediğim bir duruma düşürmüştü. Sessiz kaldım. Ne o bir şey söyledi, ne de ben.

 

 

Az önce yaşananlardan dolayı yaşadığımız stres hala üzerimizdeydi ama şu an yüzünde başka bir ifade vardı. Sanki burada olmamın onda bıraktığı bir sakinlik, bir 'teşekkür' ifadesi... Beni bulanın onlar olmasına rağmen.

 

 

Aslan ona seslenmeden birkaç saniye önce bakışlarını gözlerime çıkarttı. O kısacık anda etrafın telaşı, yaşadığımız stres… hepsi geri çekildi.
Sanki ikimiz de nefes alıp devam etmek için o bakışı bekliyormuşuz gibi.

 

 

Nefes aldık ve... devam ettik.

 

 

"Çakır, bir baksana!"

 

 

Aslan'a kafa sallayıp elini cebine attı. "Sen arabada bekle. Hemen geliyorum." Uzattığı anahtarları alıp yavaş adımlarla arabaya geçtim. Her hareketim yavaştı. Bugün, daha fazla hiçbir şey yaşamak istemiyordum. Duymak, görmek... Bugün kesinlikle daha fazla hiçbir şey görmek istemiyordum! Onlar neydi öyle? Neden? Neden gördün onca şeyi? Uykusuzluktan böyle hayaller görebilir mi insan? Korkunç!

 

 

Kesinlikle korkunç!

 

 

Kemerimi takıp gözlerimi kapattım. Ağızlarını okuyarak ne konuştuklarını öğrenebilirdim ama istemiyordum. Yine de bir şeyleri benden gizleyebiliyorlardı sonuçta. Aslan'a bu işin dışında olmadığımı ne zaman anlatabilecektim?

 

 

 

Birkaç dakika içinde Çakır geldi. Gözlerimi açıp onu izledim. Araba kapısını yavaşça açtı, şoför koltuğuna oturdu, aynı yavaşlıkla kapıyı kapattı. Şimdi gözlerini kapatan oydu.

 

 

 

"İyi misin?"

 

 

"Olacağım."

 

 

Durgun sesi, içimde bir yerlere dokundu. Dudaklarımın titremesine sebep olacak bir yerlere. Elimi uzatıp vitesin üstündeki elini tuttum. Gözlerini aralayıp önce ellerimize, sonra gözlerime baktı. Kaşları hafifçe havalanmış; ona karşı bir adım atmış olmama şaşırmıştı. Neyse ki içimdeki fırtınadan haberdar olması, bu konuda vicdan azabı çekmemi engelliyordu. Küçük bir tebessümle "Her şey düzelecek." dedim. Dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı. Bense devam ettim. "Ben yanındayım."

 

 

Sakin tepkisi dağıldı; irileşen gözlerini öyle hızlı gözlerime çıkarttı ki... Şu an yüzünde gördüğüm mutluluk bana, daha önce kimsenin ona 'ben yanındayım' demediğini düşündürttü. Dudakları bir şey söyleyecekmiş gibi aralanıp kapanıyor, gözleri fazla uzaklaşmadan gözlerime geri dönüyordu. Heyecanı beni gülümsettiğinde, nihayet konuşabildi. "Teşekkür ederim."

 

 

Ona, onun sözüyle karşılık verdim.

 

 

"Gerek yok. Yanımda ol, yeter."

 

 

Gözlerini kırptı; sesli bir şekilde nefesini tuttu. Çıkarttığı sese gülecektim ki...

 

 

"Evleneceğiz o zaman."

 

 

Tükürüğüm boğazıma kaçtı. Ölecek gibi öksürmeye başladığımda elimi çektim. Gülerek sırtıma vurdu. "Şu olayları bir atlatalım da gelip isteyeceğim seni babandan. Olmuyor böyle liseli ergenler gibi."

 

 

Ben canımla cebelleşirken onun hala devam ediyor olmasına kızarak omzuna vurdum.

 

 

"Ben zaten liseliyim!"

 

 

Koca bir sırıtışla "Ha, sorun o yani? Liseli olman, öyle mi?" diye sordu. Vücudumdaki tüm kanın yüzüme toplandığına emindim. Elim ayağım birbirine dolaştı. Ne diyorsun sen ya!?

 

 

"22 sene, senden habersiz seni beklemişim; bir sene mi bekleyemeyeceğim?" Kendi sordu, kendi cevapladı. "Beklerim tabii ki. Ömrümü sermişim önüne. Bir sene nedir?"

 

 

 

"Çakır! Bayılacağım şimdi! Sür şu arabayı, hadi!" Derin bir nefes üfleyerek saçlarımı arkaya attım. Kalbim gerçekten yerinden çıkacaktı. Ciddi anlamda!

 

 

 

Arabayı çalıştırırken gülüyordu. "Amma da heyecanlandın!"

 

 

 

"Çakır!"

 

 

 

*******

 

 

Eve gelene kadar kalbimi sakinleştirme çabası içindeydim. Çakır'ın keyfi utancımı daha da arttırıyordu. Neler demişti öyle?! Evlenmekten bahsetmişti. Evlenmekten! Ciddi miydi yoksa o anın heyecanıyla mı söylemişti, bilemiyordum. Heyecanlanıp da böyle şeyler söyleyecek kadar genç değildi. Ya biz, evliliği konuşacak kadar olgun ve gerçek miydik?

 

 

Biz, gerçek miydik?

 

 

"Geldik." Sesiyle irkilip camdan dışarı baktım. Evin önündeydik.

 

 

"İyi misin?"

 

 

"Ha? Ne?"

 

 

"İyi misin? Bugün o evde yaşadıklarını konuşacak kadar iyi misin? Değilsen, yarın seni okula bırakmak için geleceğim ve o zaman konuşacağız." Gözlerimi kırparak düşüncelerimi sıraya koymaya çalıştım. "Yarın mı? Okula gitmek için yarını mı bekleyeceğiz? Kaybedenleri bulmalıyız. Ya yarın çok geç olursa?"

 

 

"Aslan onları halledecek. Hem, bu saatte okulda kimi bulmayı düşünüyorsun?" Ellerimi bacaklarımın altında sıkıştırarak ısıtmaya çalıştım. Omuz silkip "Haklısın. Peki Aslan ne yapacak?" diye sordum.

 

 

"Adreslerini bulup evlerini kontrol edecek. Ayrıca mesajlarda bahsedilen yerlere ekipler yerleştirecek."

 

 

"Polisle işbirliği içindesiniz, öyle mi?"

 

 

"Belli bir yere kadar, elbette."

 

 

Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Belli bir yere kadar mı?" Bakışlarını yavaşça bana çevirdi. Yeşillerinin arasındaki maviliklere bakarken 'belli bir yer' in neresi olduğunu düşünüyordum.

 

 

"Sen bunları boş versene. Konuş."

 

 

"Neyi?"

 

 

Dalgın bakışlarıma karşılık sağ elini uzatıp gözümün önünde salladı. "Hey! Dünyadan Efsun'a!"

 

 

"Ay Çakır!" diyerek eline hafifçe vurdum. "İyiyim ben! Uykusuzum sadece. Tam bir gece uykusu alsam, kendime geleceğim."

 

 

"Dün neden uyuyamadın? Abinin rahatsızlığıyla bir ilgisi var mı?" Önce sorusuna karşı afalladım; ona bunu anlatmak istemiyordum. Sonrasında aklıma başka bir şey geldi. "Abim demişken, kliniğe gittiniz mi? Kamera kayıtları... ah! Nasıl unuttum? Ne buldunuz? Şüpheli biri var mı?"

 

 

Onu geçiştirdiğimi apaçık bir şekilde anladığını belli ederek "Benden bir şeyler gizliyorsun. Neden? Bana güvenmiyor musun?" diye sordu. Duraksadım. "Güvenmemek değil... Ailevi bir mesele. Konuşmak istemiyorum."

 

 

Dudaklarını birbirine bastırarak hafifçe geri çekildi. Alınmamıştı, aksine, çizdiğim sınıra saygı duyarak "Anladım. Konuşmak istersen burada olduğumu bil o halde. Asla saygısızlık yapmak istemem." dedi. Öncesinde sorduğum soruya cevaben devam etti. "Kamera kayıtlarını inceledik. Dediğin gibi, abin haber vermiş. Kayıtlarda bir adam var. Ela'nın odasına her akşam belli bir saatte girip çıkıyor. Gece iki sularında. Şu işe bak ki, orada yeni işe başlayan bir hemşireymiş. Muhtemelen Ela'nın yatışıyla girdi. Ela çıkınca da, ortadan kayboldu."

 

 

Yüzümü sıkıntıyla buruşturdum. "Nasıl yani? Adamdan iz yok mu?"

 

 

"Şu anlık yok. İşe giriş ve işten çıkışı çok kısa bir aralıkta olduğu için henüz evrakları tamamlanmamış. Adres bilgileri eksik ama bulmamız uzun sürmez. Yüzü açıkça belli oluyor."

 

 

"Nasıl biri?"

 

 

"Kısa boylu, esmer biri. Saçları omuzlarında. Oldukça kalın kaşlı ve büyük burunlu. Bunlar ayırt ediliyor." Başımı sallayarak onayladım. Bu görünüşü zihnime not ettim. Çeteden biri olduğuna neredeyse emindim. Hemşire demek... "Abin tanıyor olabilir aslında... Kısa sürede olsa orada bulunmuş biri." Ne demek istediğini anlayarak hızlıca cevapladım. "Elbette, ben abimle konuşup size haber-" Sözüm telefonumun zil sesiyle bölündü. Arayan abimdi. Ne?!

 

 

Panikle yerimde doğruldum. Çakır "Ne oldu?" diye sorduğunda işaret parmağımı dudaklarıma yaslayıp telefonu açtım. "Abi?"

 

 

"Efsun! Benim. Erdem klinikten kaçmış! Çabuk buraya gel! Acele et!"

 

 

"Baba! Nasıl olur? Nasıl kaçar?"

 

 

"Kızım..." Annemin ağlamaklı sesini duydum. "Kızım, ne olur hemen gel!"

 

 

"Annecim, ağlama! Hemen geliyorum!" Ben telefonu kapatırken Çakır arabayı çoktan ana yola sürmeye başlamıştı.

 

 

"Adresi söyle."

 


 

 SON

 

 

Bölüm : 23.11.2025 01:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...