27. Bölüm

24. Bölüm (Kaybedilenler)

Betül Başönderoğlu
betulbasndrglu

 

 

 

Arabadan adeta atlayarak indim. Çakır'da hemen arkamdaydı. Koşarak kliniğe girdik. Annemin sesini duyduğumda, uzun koridorda bana doğru koşuyordu. "Efsun!"

 

 

 

"Annem!" Hızla bana sarılıp, kollarımda küçük bir kız gibi ağlamaya başladı. "Oğlum nerede? Abin nerede kızım?"

 

 

Güçlü dur.

 

 

"Annecim! Bulacağız abimi. Ne olur, ağlama. Anlat bana. Hadi!"

 

 

Annem ne ağlamayı bıraktı ne de konuştu. Çakır'ı hemen arkamda hissettim. Annemin kolundan tutarak güven verici bir tonda "Gül hanım, lütfen, ne olduğunu anlatın. Bize yardım edecek birçok arkadaşım var; onu hemen bulabiliriz." dedi.

 

 

Annem Çakır'ın söyledikleriyle hafifçe geri çekildi. Tam o sırada da babam geldi. "Kızım!" Çakır annemi tuttuğu için babama yöneldim.

 

 

Kollarından tutunup derin bir nefes aldım.

 

 

"Baba, annem çok kötü. Sen anlat. Ne oldu?"

 

 

Babamın bakışları anneme döndü. Çakır onu bekleme alanındaki sandalyelere oturtmuş; omzunu sıvazlayarak destek olmaya çalışıyordu. Dikkati bizim üstümüzdeydi.

 

 

"Bir saat önce Orhan aradı bizi. Erdem, arbede çıkartmış. Birkaç hemşireye saldırmış ve kaçmış. Orhan, delirmiş gibiydi, dedi. Beni burada tutamazsınız, deyip kaçmış!"

 

 

 

Beynimin içinde büyük bir kaos başladı; iki elimi saçlarıma geçirip çekiştirdim. Kendi etrafımda dönerken düşünüyordum. "Kim bilir nerede, ne halde şimdi? Neden bu kadar öfkelendi? Neden?"

 

 

 

"Kamera kayıtlarında üstünde hastane kıyafetleriyle arka sokağa girdiği görülüyor. Devamı yok."

 

 

Fırtına uyarısı olan bir gece de hastane kıyafetleriyle...

 

 

"Baba." dedim omzumun üstünden ona bakarak. "Onu hemen bulmalıyız!"

 

 

 

*******

 

 

Çakır'ın arabasındaydık. Hastanenin etrafından başlayıp abimin girebileceği tüm sokaklara bakıyorduk. Aslan'a da haber vermişti Çakır. Onlar da kalabalık bir grupla daha geniş bir çevreyi arıyorlardı. Anne ve babamsa benim uzun ısrarlarımla eve gitmişlerdi. Abim eve de dönebilirdi; onu karşılayacak birileri olmalıydı.

 

 

Gece iyice çöktüğünde ve benim üstümdeki kaban bile soğuğa karşı yetersiz kalmaya başladığında, çaresizce kendime sarıldım. "Abim, neredesin?"

 

 

"Şşş, sakın! Sil gözyaşlarını, bulacağız abini. Hem biz bulamasak bile biri onu görüp polise haber verir. Klinikten çıktığı kıyafetlerle dikkat çeker."

 

 

 

Ağlıyor muydum? Hızla sildim yanaklarımı.

 

 

 

"O kıyafetlerle donacak dışarıda! Zaten dün buz gibi suyun altında kaldı!"

 

 

 

Söyledikten birkaç saniye sonra fark ettiğim potla Çakır'a baktım. Dudaklarını birbirine bastırmış; yorum yapmamak veya soru sormamak için kendini durdurmuştu. Bana duyduğu saygı için ona daha sonra teşekkür edecektim. Gördüğüm yüzle elim istemsizce direksiyona gitti. "Çakır! Dur! Orada!" Ani bir frenle durduk. "Nerede?" Çakır'ın tarafındaki camı açtık; gözlerimi kısarak doğru mu gördüm diye tekrar baktım. Evet! "Bu o! Bak!"

 

 

 

Çakır'da gördü. Aynı anda kemerini çözüp motoru durdurdu. "Koş Efsun! Gidiyor! Koş!"

 

 

 

"Abi!" Arabadan hızla indim. Fırtınanın yüzüme uçurduğu saçlarımı geriye iterken koşmaya başladım. "Abi! Dur!"

 

 

 

"Erdem abi!" Sesimizi duymuyordu. Sarsak adımlarla ilerliyor; düşmemek için duvara tutunuyordu. Üstünde yalnızca uzun kollu bir tişört ve eşofman altı vardı.

 

 

 

Ayaklarım yerden kesilircesine koşuyordum. Arabalar geçiyordu ama umursamadım. Kendimi yola attım ve... Bir arabanın bana çarpmasından kıl payı kurtuldum. "Efsun!"

 

 

 

Evet, beni kolumdan tutup çeken Çakır'dı. Nefes nefese birbirimize baktık. İlk kendine gelen o oldu; dehşet içinde bağırdı. "Aklını mı kaçırdın sen? Niye atlıyorsun yola?"

 

 

 

Sadece "Abim..." diyebildim. Çakır korkusunun doğurduğu öfkeyi yutup kolumdaki elini elime indirdi ve abime yetişmek için tekrar koşmaya başladık.

 

 

"Nereye gitti?"

 

 

"Şu sokağa girdi!"

 

 

İki virane binanın arasına girdik. Korkum, bu iki binanın arasında bir mezar sessizliğine bürünmüş, beni bekliyordu.

 

 

 

Yerdeydi.

 

 

 

"Abi!" Çakır'ın elini bırakıp birkaç adımda abimin yanına ulaştım. Elim buz gibi yüzüne değdiği an, bastırdığım hıçkırıklarım bedenimi sarsmaya başladı. Başını dizlerime çektim. "Abi! Abi, lütfen aç gözlerini!" Göz kapakları titrediğinde derin bir nefes aldım. "Abim, buradayım ben! Bak bana! Kardeşin burada!"

 

 

 

"Efsun?"

 

 

"Abi!" Kalbimi delip geçen acıyla ona sarıldım. Öyle sıkı sardım ki onu; sanki yıllar önce onu bulan bendim. Bebekliğini kucağıma alan, 'artık bizim ailemizdensin' diyen bendim. Hıçkırıklarımın arasında konuştum. "Hiç bırakmayacağım seni! Yemin ederim, bir daha evimizden başka hiçbir yerde kalmayacaksın! Korkma!"

 

 

 

Çakır üstündeki hırkayı çıkartıp abime giydirdiğinde, ben hala ağlıyordum. Abimse tepki vermiyor; sadece izin veriyordu. Onu kaldırmamıza, arabaya götürmemize, koltuğa uzandırmamıza ve ona sarılmama. "Seni hiç bırakmayacağım abi."

 

 

 

"Bıraktın ama." Duyduğum sesle başımı hızla göğsünden kaldırdım. Abimin kısık sesi, havayı kesen bir bıçak gibi düştü ortamıza. Çakır kapıları kilitledi. Ama arabayı çalıştırmadı. Sessizlik içinde, abimin sesi duyuluyordu.

 

 

 

"Benim orada kalamayacağımı biliyordun. Ben onların yerinde olamam. Bunu biliyordun Efsun."

 

 

Abimin sözleri, kalbimde koca bir delik açtı sanki. O delikten aynı büyüklükte bir parça söküldü. Hıçkırığım boğazıma dizilirken zorla konuşmaya çalıştım. "Abi, senin iyiliğin için-"

 

 

"Benim iyiliğim için, beni en büyük korkuma hapsettin."

 

 

"Ben-" dedim titreyerek. Yardım edebilecekmiş gibi Çakır'a döndü gözlerim. İçimdeki çığlığı duyuyor muydu? Kızaran ve kısılan gözlerinde duyduğunu hissettiren bir duygu vardı. Abimin yorgun bakışlarına geri döndüm. "Ben senin kötülüğünü istemedim abi!"

 

 

"Biliyorum." dedi yavaşça. "Ama bilmek acımı azaltmıyor."

 

 

*******

 

 

"Tarık amcaya haber verdim. Bizi bekliyorlar."

 

 

Yavaşça başımı salladım. Yol boyunca sarıldığım bedeninden yavaşça ayrıldım ve ağlamaktan şişen gözlerimi ovaladım. İki koltuk arasından çıkıp kendimi ön koltuğa attım.

 

 

O sırada evin önüne gelmiştik.

 

 

Başımı omzuma yaslayıp abimin kapalı gözlerine baktım. Üstüne örttüğümüz birkaç kalın kıyafetle uyuyakalmıştı.

 

 

"Efsun-"

 

 

"Abim, benim öz abim değil." Fısıltı gibi çıkan sesimi duydu; şaşkınlıkla "Ne?" diye sordu.

 

 

"Annem onu doğduğu gün evlatlık almış. Oysa bunu öğrendiğinde, henüz lise sondaydı. Tam da kimlik oturması yaşadığımız o yaşlar, anlarsın ya..." diyerek tepkisine baktım. Ağır ağır başını salladı. "Evet, çok zor olmalı."

 

 

"Başta pek öyle olmadı. Bunun konuşulmayacağına dair yemin istedi bizden. O, bu ailenin çocuğuydu ve öyle kalacaktı. Hepimiz bunu böyle bildiğimiz için isteğine sevindik bile diyebilirim. Ben o zamanlar yedinci sınıftaydım ama bir şeyleri anlayacak kadar büyümüştüm. Abim her ne kadar bize bu yemini ettirmiş olsa da, içinde bir yerlerde o yabancılık hissini yaşadığını anlıyordum. Biyolojik ailesini merak ediyordu. Birkaç kez anneme sorarken duymuştum. Annem en sonunda, öldüler, dedi. Abim de o zaman sormayı bıraktı. Ama bu onda farklı bir tepkiye yol açtı. Evet, bizi ailesi olarak görüyordu ama bizim de onu aynı şekilde görüp görmediğimizden emin olamadı. Özellikle benden. Onu sevmeyi bırakacağımdan korkuyordu. Oysa benim bu dünyadaki ilk kelimem neydi, biliyor musun?" Nefes almak için durmuştum ama bu sorunun beni ağlatacağını bilmiyordum.

 

 

Boğazımda takılı kalan acıyla hıçkırdım. "Abi!"

 

 

"Efsun..." Çakır, ağladıkça ufalan bedenimi kollarının arasına çekti. Berbat bir halde ona sarıldım. "O yalnız kalmaktan bu kadar korkuyorken ben onun orada kalmasını istedim. O bana bu kadar bağlıyken..." Hıçkırıklarımla kesilen her söz, kalbime saplanan bir bıçak gibiydi. "O sırf kendinde başarılı olamıyor diye doktor oldu. Sırf kendi köklerini sağlam hissedemiyor diye başkalarına kök olmaya çalıştı. Abim için onların yerinde olmak demek, bunu kabul etmek demek. Köksüz olduğunu, bu koskoca dünyada savrulmaya açık olduğunu kabul etmek demek. Oysa benim abim sakinliği sever Çakır." Koca bir hıçkırık daha... "Ben şimdi bunu nasıl telafi edeceğim? Hissettiği korkuyu, acıyı nasıl sileceğim?"

 

 

"Bu senin suçun değil Efsun..." Yavaşça kollarından çıktım. Yanan gözlerimi gözlerine çıkarttım. "Benim suçum."

 

 

"Senin-"

 

 

"Senin suçun değil kardeşim. Kimsenin suçu değil." Hızla başımı arka koltuğa çevirdim. "Abi!"

 

 

Acıyla inleyip başını tuttu. "Başım çatlıyor. Kaldır beni, hadi. Evime gitmek istiyorum. Annemle babam ne çok korkmuştur..."

 

 

"Tabii! Gel..." Arabadan indim. Panik içinde yaşlarımı silip burnumu çektim ve arka kapıyı açtım. Çakır yanıma geldi. Benden önce abime elini uzatıp erkeksi bir hareketle onu yakaladı. Ellerinden çıkan ses yankılanmıştı. Gözlerimi sokak lambasının aydınlattığı yerlerde gezdirdim.

 

 

"Sağ ol Çakır. Uğraştırdık seni."

 

 

"Olur mu öyle şey abi! Estağfurullah."

 

 

Arabadan indiği an şiddetli bir rüzgar esti. "Donuyor olmalısın! Hadi, hemen geçelim içeri."

 

 

"Endişelenme, iyiyim ben."

 

 

"Her neyse abi! Lütfen beni dinle, hadi." Sesim hala titriyordu. Hem soğuk hem de acı işlemişti içime. Abimin yerine de titriyordum; öyle ki ben ona değil, o bana dayanak oluyordu. Kol kola eve adımladık. Bir an Çakır'a döndüm. Bakışları ikimiz arasında dolaşıyordu; ona baktığımı fark edince hemen gözlerimi yakaladı.

 

 

"Seni arayacağım."

 

 

"Bekliyorum."

 

 

*******

   

 

Abim eve girdiği an anne ve babamın uzun soluklu endişeleriyle muhatap oldu. Annem çok ağlamıştı; yaşlarının abimin kırılan parçalarına merhem olduğunu biliyordum. Bu duygulara her zaman sahip değildi abim, bunu da biliyordum. Ama onu orada bırakmamız, eninde sonunda yaşanacak olan o patlama noktasını getirmişti.

 

 

"Duş alıp geliyorum. Salonda beni bekleyin ve lütfen annemin ağlamasını durdurun."

 

 

"Nasıl endişelendim, biliyor musun?"

 

 

 

Abim annemi kendine çekip saçlarını içten bir şekilde öptü. "Artık buradayım. Korkma, tamam mı?"

 

 

 

Annemin gözünden akan son yaşı sildi ve gitti.

 

 

Salona geçtik. Banyodan gelen suyun sesi duyuluyordu; üçümüz de sessiz bir şekilde oturuyorduk. Anneme baktım. Kolunu koltuğa, başını da eline yaslamıştı. Babam... Koca bedenini eğmiş, dirseklerini dizlerine koymuş, başını da ellerinin arasına almıştı. Daha bu sabah düşünmüştüm bu anı... Hepimizin konuşmaktan kaçtığı konular vardı. Yaşanmışlıklar, acılar, kayıplar... Abim yalnızca kilidin anahtarını takmıştı. Çeviren ben olacaktım yoksa hepimiz burada sıkışıp kalmaya devam edecektik.

 

 

Birinin bunu yapması gerekiyordu.

 

 

Ben yapardım.

 

 

Yaptım da. Üstünü giyinip gelen abim oturur oturmaz konuşmaya başladım.

 

 

"Sen, yıllarca bizim sana olan sevgimizin gerçekliliğini sorguladın." Konuya bu kadar bodoslama dalmamı beklemiyor olmalıydı ki ağzı açık kaldı. Ama bu ifadesi kısa sürdü; düz bir çizgi halini alan dudaklarıyla, neden bunları konuştuğumu sorgulayan anne ve babama baktı. Yüzündeki mahcup ifadeyi söküp almak istiyordum.

 

 

"Kardeş olmak için kan bağına ihtiyacımızın olmadığını bilmene rağmen, bizim seni çok sevdiğimizi bilmene rağmen, kendini hep bir misafir çocuğu gibi hissettin. İtiraz etme, ben senin bir baş eğişinin bile ne demek olduğunu biliyorken sakın itiraz etme. Ne olması gerekiyor abi? Senden asla vaz geçmeyeceğimizi anlaman için ne olması gerekiyor? Yuvanın burası olduğunu anlaman için... Ne olması gerekiyor?"

 

 

Abim ellerini birbirine kavuşturup söylediklerimi sindirmeye çalıştı. Annemse ayağı kalkıp şok olmuş bir ifadeyle "Erdem? Oğlum? Sen burayı yuvan olarak görmüyor musun?" diye sordu. Sesin de büyük bir hayal kırıklığı vardı. Bunun sebebiyse abim değildi. Sebebi, az sonra söyleyeceklerimde saklıydı.

 

 

Anneme fırsat vermeden onun da kabuğunu kırdım. "Ya sen anne? Seni kendi annen kabul etmemişken sen bize dünyanın en güzel anneliğini yaptın. Ama sorsana kendine; sen bizi sevdiğin için mi burayı yuva haline getirdin yoksa sırf bir yuvan olsun diye mi?" Bu sorunun cevabını hepimiz biliyorduk. Ama daha önce hiç bu şekilde sorulmamıştı. Annem hareket bile edemeden olduğu yerde kaldı. Bense içimde birikenlerin beslediği hırsla hiç durmadan devam ettim.

 

 

"Baba? Kendi öz babası tarafından annesinin karnındayken öldürülmeye çalışılan bir çocuktun sen. Babaannem hep ne derdi? 'Seni korumak için canımı ortaya koydum ben.' Değil mi? Sen yaşa diye canını ortaya koydu annen. Demedi ki can, benim canım."

 

 

"Efsun-" Susayım diye bana doğru bir adım attı. Ama omzundaki yükler ağır geldi.

 

 

"Onu canı sendin!"

 

 

Kendimi tutamadım; ağrıyan boğazıma rağmen yükselen sesimi de kısmadım. Bir hışımla ayağı kalkıp abime döndüm. "Ben bu ailenin kızıyım! Gözlerini acıya açmış bir ailenin kızı! Acı illa şüpheyi mi getirir abi?! Acı illa günün sonunda bir vaz geçişi mi getirir? Her acı çeken pes mi etmelidir?"

 

 

"Ben pes etmiyorum-"

 

 

"Sen sırf bu acı da boğulmaktan korktuğun için bize dışarıdan bakıyorsun! Korkma, boğulmazsın! Neden biliyor musun?"

 

 

"Neden?" diye sordu yorgun sesiyle. Anne ve babam tepki dahi veremiyordu. Yıllarca içlerinde tuttukları acıyı dökmüştüm önlerine.

 

 

"Çünkü bu acı bize dışarıdan gelmedi. Bu acı bizimle birlikte, bu evde yaşıyor. Biz bu acıyla tutunduk birbirimize. Annem bir yuvası olmadığı için burayı görüp görebileceğin en güzel yuvaya dönüştürdü. Babam varlığından beri bu hayata tutunmaya çalıştığı için bizi bu kadar sıkı tuttu." Sesim hiç çıkmadığı kadar yüksek, hiç olmadığı kadar keskindi. "Sen gerçek aileni hiç tanımadığını öğrendiğin gün tanıştın o acıyla; ama o acı seni bize bağlamadı. Aksine, bize bir yabancı gibi baktın. Beni unuttun! Senin için her şeyi yapabilecek olan beni unuttun! Anneni, babanı unuttun!" Hırsla bağırdıklarımın üstüne derin bir nefes aldım. "Sen unutabiliyorsan biz de seni unutabiliriz diye düşündün! Haksız mıyım? Sen söyle!" Sonlara doğru kısılan sesimin titremesine engel olamadım. Abim dolan gözlerime baktı, baktı ve başı önüne düştü. "Yapma Efsun!" Fısıldayışında koca bir yalvarış vardı.

 

 

"Neyi yapmayayım abi? Ellerimden kayıp gitmene izin mi vereyim? Çektiğin acıyı görmezden mi geleyim? Seni her kriz anında yakaladıktan sonra o karanlığa geri mi bırakayım? Neyi yapmayayım?"

 

 

 

"Özür dilerim!" Derin bir hıçkırık sesinden hemen önceydi bu özrü. Devamı acınası bir şekilde hızlı geldi. Ellerinin arasına aldığı saçlarını koparırcasına çekiştirirken "Özür dilerim! Böyle hissetmemeliydim! Böyle düşünmemeliydim! Özür dilerim!" diyerek ağlamaya başladı. Uzun bedeni ufalıp annesinin ellerine sığabilecek kadar küçüldüğünde, annem çöktü yanına.

 

 

 

"Oğlum!" Çekiştirdiği saçlarını kurtardı ellerinden. "Oğlum benim! Canım! Yapma, dur!"

 

 

 

"Özür dilerim anne. Ben- ben sizi çok seviyorum. Biliyorum, siz de beni çok seviyorsunuz. Ama bu sabah orada uyanınca, orada, yalnız başıma... Sandım ki..."

 

 

 

"Seni bıraktığımızı mı sandın?" Sorum, derin bir hıçkırıkla çıkmıştı dudaklarımdan. Yaşlı bakışları bana döndü. Nefeslerin tutulduğu bir duraksama anından sonra "Evet." diye fısıldadı. Bir erkek çocuğunun sesine sahipti fısıldayışı. İçindeki yara onu küçük kılmıştı. "Özür dilerim! Evet! Evet anne!" Bir hışımla anneme döndü. "Beni bıraktığınızı sandım!"

 

 

 

"Oğlum!" Annem abime sımsıkı sarıldı; daha önce hiç görmediğim kadar derinden ağlıyordu. "Ben seni bırakır mıyım hiç? Seni bıraktığım gün, öldüğüm gündür! Duydun mu beni? Siz benim yuvamsınız! Asla bırakmam!"

 

 

Babam da katıldı onlara. İkisine birlikte sarılırken "Biz senin aileniz Erdem. Ailen! Seni asla bırakmayız! Birbirimizi asla bırakmayız!" dedi üstüne basa basa. Bu görüntüye daha fazla kayıtsız kalamadım. Uzun kollarımı açıp sarabildiğim kadar sardım onları.

 

 

Tüm bunların bir anda konuşulması, oldukça sarsıcıydı. Ama bir o kadar da gerekli. Apaçık hissedilen bir bağ kopukluğu vardı aramızda. Olması gereken oldu, diye düşündüm. Olması gereken abimin bu korkuyu yaşaması ve bu korkunun altının boş olduğunu görmesiydi. Onu asla bırakmayacağımızı görmesiydi.

 

 

Olması gereken, hep birlikte ağlamamızdı.

 

 

********

 

 

 

Saat 23.38'di. Abimin odasındaydım. Sırtımı yatak başlığına yaslamış, bacaklarımı uzatmıştım. Abim de başını dizlerime yaslamış, uyuyordu. Saçlarının hafifçe çekiştirilmesini severdi. Yüzündeki ifadeye bakılırsa şu anda da gayet rahattı. Yorganını düzeltip omuzlarını örttüm. Yanakları ıslaktı; okşayarak sildim, küçük bir öpücük bırakıp başını yastığa bıraktım. "İyi geceler abi." Yavaş ve sessiz bir şekilde önce yataktan çıktım, sonra da odasından. Her ihtimale karşı odasının kapısını aralık bırakıp, salonda beni bekleyen anne ve babamın yanına geçtim.

 

 

 

"İyi. Uyuyor." Başlarını sallayarak birbirlerine yaslanmaya devam ettiler. Annem başını babamın göğsüne yaslamıştı; babam da saçlarını okşuyordu. "Siz iyi misiniz?" diye sordum. Yanlarına oturmaya çekinmiştim; bu yüzden ayakta durarak cevaplarını bekledim. Annem bana bakmadan cevapladı.

 

 

 

"İyiyiz. Biraz ani oldu ama... Bunlar da konuşulmamaya yemin edilmiş konulardı." Sesinde gücenmişlik vardı.

 

 

"Üzgünüm anne. O yeminler hepimizin boğazında bir düğümdü. Özellikle abimin."

 

 

Verdiğim cevaptaki ses tonum oldukça netti. Annemin bakışları bana döndü. "Bizim düğümlerimizi çözdün. Ya kendininki? Sen boğulmaya devam mı edeceksin?"

 

 

 

Söyledikleriyle irileşen gözlerim onda takılı kaldı. Babamın uyarıcı sesini duydum. "Gül!"

 

 

Yorgun ve üzgün. O yüzden böyle konuşuyor. Seni üzmeyi asla istemez.

 

 

 

Boğazımı temizleyerek zorla konuştum. Sesim her ne kadar aksini söylese de "Ben iyiyim." dedim ve onlara arkamı döndüm. "İyi geceler." Salondan çıkarken, irileşmiş gözlerimden bir damla yaş aktı. Odama girip kapımı kapattığımda, yanaklarım çoktan ıslanmıştı.

 

 

 

Sen boğulmaya devam mı edeceksin?

 

 

 

Ellerim göğsüme çıktı. Üstümdeki kazağı çekiştirirken öksürdüm. Göğsüm yanıyordu. Derin bir nefes almaya çalıştım. Alamadığımı anlayınca, hızla cama yöneldim.

 

 

Sen boğulmaya devam mı edeceksin?

 

 

 

"Allah'ım! Yardım et!" Titreyen ellerim bir türlü cama ulaşamıyordu. "Yardım et! Lütfen!" Öksürük sesimi gizlemek için ağzımı sımsıkı kapattım. Bu kalbimin daha sert çarpmasına sebep oldu. Pes ettim; yere çöktüm ve boğulurcasına ağlarken sırtımı cama yasladım. Hissettiğim soğuk, içimdeki yangına iyi gelmiyordu. Aksine, onu daha da belirgin kılıyordu. Dizlerimi kendime çekerek sarıldım. "Lütfen!"

 

 

 

Kontrolsüz bir ağlama krizine girmiştim, bir ileri, bir geri sallanıyordum. Birazdan geçecek, dedi küçük kız. Benim gibi duvarın bir köşesine sinmiş, ağlıyordu. Onun kollarında oyuncak bebeği vardı.

 

 

Birazdan geçecek ve Çakır'ı arayacaksın. O sana iyi gelecek.

 

 

"Çakır!" diye fısıldadım, ellerim boğazımı yırtmak ister gibi tırnaklarken. "Çakır..."

 

 

 

******

 

 

Uyandığımda yerdeydim. Yanan gözlerimi kırpıp ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. Tüm kemiklerim kırılacak gibiydi. Zorla doğrulup sırtımı cama yasladım.

 

 

Dün gece de yaslanmıştım. Ağlıyordum. Nefes alamadığımı hatırladım.

 

 

Baygınlık geçirmiş olmalıydım.

 

 

Saat? Okul! Kesin geç kalmıştım! Sersem bir şekilde yerden kalkıp yatağımın üstündeki telefonumu aldım. Ah! Saat daha 06.00'ydı. Kendimi yatağa atıp yorganı üstüme çektim. Lütfen, beş saat daha uyuyayım ama uyandığımda saat 08.00 olsun, lütfen!

 

 

 

Telefon ekranını açıp alarm kurmak istedim. Ama 6 cevapsız aramayı gördüğümde, hızla Çakır'ı geri aradım.

 

 

 

İlk çalışta açtı. "Efsun, güzelim..." Derin bir nefes sesi duydum. "İyi misin?"

 

 

 

"Neden o kadar aradın? Bir şey mi oldu?"

 

 

 

"Ben.. Sanki camında bir hareketlenme oldu. Ama perden kapalıydı, tam seçemedim. İyi misin diye merak ettim."

 

 

 

"Ne? Sen-" derken yataktan kalkıp cama yöneldim. "-gece burada mıydın?"

 

 

 

Camı açınca gördüğüm yüzle dudaklarım aralandı. Arabasından indi; küçük bir tebessümle elini kaldırdı. "Hala buradayım."

 

 

 

Ona bakarken gülümsememe engel olamadım. "Sen..."

 

 

Arabasına yaslanıp "Ben?" diye sordu. Sesinde garip bir muziplik vardı. Bana iyi gelmeye, yorgun ama gülümseyen gözleriyle günümü aydınlatmaya çalışıyordu. Başarıyordu da.

 

 

 

"Evet, ben?" Israrcı sesine hiç beklemeden karşılık verdim.

 

 

 

"Seni seviyorum..."

 

 

Hiçbir tepkisini kaçırmak istemedim; dudaklarıma yerleşen gülümsemeyle onu izledim. Önce yüzündeki muziplik kayboldu, sonra da yaslandığı yerden doğrulup eve doğru birkaç adım attı. "Nereye geliyorsun acaba?" diye sordum sırıtarak. Ne garipti. Dün akşam acıyla kavrulan kalbim, şimdi heyecanla atıyordu.

 

 

 

"İn aşağı. Evlenmemiz lazım. Acil! Hadi!"

 

 

Gözlerimi ovuştururken söylediğine güldüm. "Saçmalama!"

 

 

"Ne var?"

 

 

"Annem, lise bitmeden nişan olmaz, dedi." Dalgınlıkla söylediğim şeyi otuz iki diş sırıttığında anladım.

 

 

 

"Nasıl yani? Siz annenle bizim geleceğimiz hakkında mı konuştunuz?"

 

 

Ağzım açık kaldı; utanç içinde, tüm kanın yüzüme toplandığını hissettim. Parmak aralarıma kadar buz gibi bir ter bastığında "Hayır! Yani, öyle değil!" diye sızlandım. Neşeyle "Nasıl?" diye sordu. "Off! Sussana!" diyerek telefonu kapadım ve perdeyi çekerek geri çekildim.

 

 

 

EFSUN, SEN SALAK MISIN?!

 

 

Yüzümü yastığa gömüp attığım çığlığın bastırılmasını sağladım. Geri çekildim, iyi geldiğini fark edince tekrarladım.

 

 

APTAL!

 

 

Telefonuma art arda mesajlar atıyordu. Yastığı yüzümden çektim ve derin bir nefes alıp bildirim panelinden okumaya başladım.

 

 

"Tamam, utanmana gerek yok."

 

 

"En azından annenin ne düşündüğünü öğrenmiş oldum."

 

 

"Cama çıkar mısın? Bir şey söylemeliyim."

 

 

"Lütfen, çok önemli. Söylerken ki ifadeni görmeliyim."

 

 

"Gel buraya!"

 

 

Merakıma yenik düşüp perdeyi hafifçe araladım. Onun gözlerinden hiçbir şey kaçmadığı için beni hemen yakaladı; eliyle işaret yaparak perdeyi daha da açmamı söyledi. Somurtarak açtım ve kollarımı birbirine bağlayıp onu bekledim. Muzip ifadesi geri dönmüştü; hararetle bir şeyler yazmaya başladı. Aslında konuşsa onu duyabilirdim ama saat çok erkendi. Bu sessizlikte sesi yüksek çıkabilirdi.

 

 

"Ben de seni seviyorum."

 

 

 SON

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 23.11.2025 16:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...