
"Samet Soylu. Tanıyor musun?"
Elim önce ağzıma kapandı, sonra da saçlarıma çıkıp havalandırdı. Kendime gelmek için birkaç saniye durdum; mesajı kapatıp hızla Çakır'ı aradım. "Çakır, o adam bizim müdür yardımcımız."
O benim gibi duraksamadı. Herkesten her şeyi bekleyen biri edasıyla direkt olarak analize girdi. "Yeni gelmiş olmalı. Neredeyse okuldaki her hocayı tanırım ama o yabancı. Belki de bu iş için geldi."
"Dahası da var." dedim ve yatağın ucuna oturdum. "Adam abimin çocukluk arkadaşı çıktı. Ben öğrencileri araştırırken onlar kahve içmeye çıktılar."
Bu onu duraksattı. "Tesadüfe bak." Dudaklarımı büktüm. Sonra aklıma gelenle panik içinde doğruldum. "Ya abime bir zarar verirse?"
"Sakin ol. Öyle bir şey yapacağını sanmam. Okuldaki konumunu koruması için dikkat çekmemesi lazım."
"Ben... ben yine de arayacağım! Bir dakika bekle." diyerek onu beklemeye aldım ve abimi aradım. İlk çalışta açtı.
"Alo, abicim. Neredesin?"
"İşe geldim canım. Ne oldu?"
"Hiç. Seni merak ettim. Samet hocayla kahve içtiniz mi?"
"Tam oturmuştuk ki telefonu çaldı. Okuldan aradılar. Kavga mı ne olmuş... anlayamadım. Apar topar gitti."
"Keşke kavga olsaydı." diye mırıldandım. Bakışlarım dizlerime kaydığında kan gördüm. Kaşlarım çatıldı. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım.
"Hayırdır? Ne oldu?"
Kan kayboldu. "Akşam konuşuruz abi. Dikkat et kendine."
"Niye aradın, niye kapatıyorsun şimdi? Hiçbir şey anlamadım. Geldiğimde evde ol, konuşacağız."
Cevap vermeden kapattım. Çakır'a geri dönüp, "Bir sorun yok. Oturacaklarken okula dönmüş adam. Abim klinikte." dedim.
"İyi bakalım. Bu adamla biz ilgileneceğiz. Onunla hiçbir şekilde iletişime geçmemen lazım. Anlıyorsun, değil mi? Operasyon tehlikeye girer."
"Evet, evet, elbette."
Kısa bir sessizlik.
"Şu Ela'nın odasına giren hemşire olayı..."
Hızla araya girdim. "Bu akşam abimle konuşup size haber-" Bu sefer de o araya girdi. "Adamı bulduk."
Keyifle "Harika! Konuştu mu?" diye sordum.
Sıkıntılı bir nefes sesi duydum. "Maalesef. Ölüler konuşamaz." diye cevap verdi. Yüzümde beliren ufak gülümseme de olduğu gibi kayboldu.
"Nasıl?" diye sordum, zor bulduğum bir sesle. Arabaya bindiğine dair sesler geldi; birkaç saniye sonra cevapladı. "İntihar süsü verilmiş bir cinayet."
"Nasıl anladınız?"
"Aslan ekiple incelemiş. Adamın sağ elinde duran bir silah var. Parmağı tetikte. Sağ taraftan da beynini delip geçen bir kurşun. Ama kurşunun giriş noktası incelendiği zaman adamın kendi kendini vurmadığı anlaşılıyor. Basit bir iş. Muhtemelen öldüren kişinin çok da umurunda olmamış, anlaşılıp anlaşılmayacağı."
"Peki etrafta delil falan bırakmış mı?"
"Evi süpürüp süpürge torbasını da yanında götürmüş. Parmak izleri de yok. Aslan etrafın buram buram çamaşır suyu koktuğunu söyledi. Kısaca, ev temiz."
Ayağa kalkıp odanın içinde gezmeye başladım. "Yani arkasında delil bırakmayacak kadar profesyonel ama intihar süsünü basitçe verecek kadar da umursamaz, öyle mi?"
"Belki de amacı intihar süsü vermek değildir. Belki de vermek istediği mesaj farklıdır ama biz anlayamıyoruzdur. Şu aşamada bu çok da önemli değil. Çeteden biri olması çok yüksek ihtimal. Kişiye odaklanmalıyız; anlama değil."
"Ya anlam bize kişiyi verirse?"
"Muhtemelen öyle. Ama bunu şu an ki bilgilerimizle öğrenemeyiz."
Derin bir nefes alıp konuştum. "Biraz olaya objektif bakıp düşünelim, olur mu? Ela'nın odasına sürekli girip ona iğne yapan, uyuşturucu veren bir adam bu. Yani çeteden olduğu çok belli. Başka kim Ela'ya ulaşmak ister ki? Ela'yı başka kim bilebilir? Öldürülen adam- Ah, adamın adı neydi?" Adama 'adam' diye hitap etmeye devam etmemek için sormuştum.
Keskin bir dönüş sesi duydum. "Oğuz Yılmaz."
"Oğuz çeteden. İşi bitince klinikten çıkıyor ve ortadan kayboluyor. Sonra da ölüsü bulunuyor. Neden? Bu adamlar her işi biteni öldürüyor mu böyle?"
"Belki de bir hata yaptı."
"O hatanın ne olduğunu bulmalıyız. Ama nasıl? Oğuz öldü."
Motorun kapanma sesini duydum. "Tek bir seçenek var."
Cama yöneldim. Perdeyi aralayıp henüz başlayan yağmuru izledim. "Neymiş o?"
"Çeteden birini yakalamalıyız."
Bakışlarım bir noktada sabit kalırken yutkundum. O sırada ekledi. "Canlı olarak."
"Aklında bir şeyler var, değil mi? Beni korkutacak şeyler."
"Korkma, sana verdiğim sözü asla unutmayacağım."
"Ama..." diyerek devam etmesini istedim.
"Devamını akşam konuşuruz. Gül hanım az önce bana mesaj attı. Akşam çaya çağırıyor."
********
Odamdan çıkmadım. Annemin Çakır'ı davet edişinin amacını anlayabiliyordum. Bana soramadıklarını ona soracaktı. Benim merak ettiğim, annemin bu öfkesi ne zaman dinecekti? Hiç alışık olmadığım bir şeydi bu. En son böyle bir kavgayı Muğla'dayken etmiştik. Üstünden neredeyse iki sene geçmişti.
Yorgana daha sıkı sarıldım. En rahat pijamalarımı giymiş, kulaklıklarımı takmış, yorganın altına girmiştim. Telefonumu açıp güzel bir şarkı başlattım. Ardından da gözlerimi tavana dikip hayal kurdum. Hiçbir hayalim tavandaki eser kadar güzel durmayacağından, daha basit şeyler düşünüyordum. Mesela mezunlarla buluştuğumuz toplantıda ne giyeceğim, makyaj yapmalı mıyım yoksa daha sade mi kalmalıyım, abime benimle gelmesini teklif etmeli miyim, benimle gelecek kadar iyi mi ya da tek mi gitmeliyim... gibi gibi.
Bir anda çalmaya başlayan şarkıyla düşüncelerim kesildi. Direkt olarak tanıdım. Mor ve Ötesi grubunun 'Araf' şarkısı çalıyordu. Bu şarkıyı uzun zamandır dinlemiyordum. Bana eski, kötü günlerimi hatırlatıyordu. Bir an için hepsi gözümün önünden geçti. İrkilerek şarkıyı kapamak istedim ama parmağım ekranın üstünde asılı kaldı.
Ne zamandır araftayım?
Kulaklığı çıkartıp şarkıyı hızla kapattım. Listemi acilen düzenlemem gerekiyordu! Yataktan çıktım. Sonra geri girdim. Uyumalıydım.
Uyumalı ve uyanmalıydım.
*********
"Uyan artık! Efsun! Beni duyuyor musun?"
Sersemlemiş bir şekilde gözlerimi araladım. Oflayarak "Saat kaç?" diye sordum ama cevap veren olmadı. Kendi kendime fısıldadığım için duyan olmamış da olabilirdi. Yorganın içinden elimi uzatıp telefonumu açtım. Saat 19.30'du. Homurdandım. "Beni bu saatte niye uyandırıyorsunuz?"
"Yemek yemelisin. Çay saatinde Çakır bizde olacak, haberin yok mu?" Abimin söyledikleriyle gözlerim kendiliğinden açıldı. "Ne?" diye bağırarak yataktan çıktım. "Ya, niye daha önce uyandırmıyorsun? Çay saati yarım saat sonra!"
Abim kaşları çatık bir şekilde odaya daldı. "Hayırdır? Niye önceden uyandıracakmışım seni? Özel bir hazırlık falan mı yapacaksın? Giy eşofmanını, çık işte." Ona karşı gözlerimi devirip banyoya girdim. Yüzüme soğuk su çarpıp kendime gelmeye çalıştım. Aniden kalktığım için başım dönmüştü. Arkamdan geldi.
"İyi misin? Sen bu saatte uyumazdın normalde."
Aynadan ona baktım. "İyiyim. Dinlenmek istedim sadece."
Biraz durup bana baktı. Ardından kısık bir sesle devam etti. "Annemin ağzını bıçak açmıyor. Geldiğinde kavga mı ettiniz yine?" Anneme söylediklerim aklıma geldi. Kimseye anlatmamıştı demek. Çakır'la konuşacaktı. Suyu tekrar açıp ensemi ıslattım. Abime bakmadan ona döndüm ve bana uzattığı havluyu aldım.
Bir, iki, üç... Abim bastırdığım havluyu yüzümden çekiştirip "Ne yapıyorsun acaba?" diye sordu. Sesinde 'benim kardeşim aptal mı?' tonu vardı. "Kavga etmişsiniz, anladık. Ne oldu? Anlat."
"Akşam öğrenirsin. Şimdi lütfen beni sıkma." diyerek banyodan, ardından odamdan çıktım. Abim de benimle uğraşmak istemiyor olmalı ki uzatmadan mutfağa geçti. "Hadi, gel. Yemeğini servis ediyorum."
"Terliklerimi bulabilirsem geleceğim."
"Benim odamda."
Söylenerek odasına ilerledim. "Sanki kendi terliğin yokmuş gibi niye her seferinde benim terliğimi alıyorsun? Yeter be adam!"
Terliklerimi alıp mutfağa geçtiğimde söylediklerimi duymuş olacak ki, "Ayak numaran 42 olunca, kendiminkini bulana kadar seninkileri giyiyorum." dedi ve muzip bir sırıtışla bana göz kırptı. Ben de ona karşılık gözlerimi kısıp hızlı hızlı konuştum. "Ne yapayım ayağım büyükse? Benim boyum uzun! Hem, Allah böyle yaratmış! Sen Allah'ın yarattığıyla dalga mı geçiyorsun?"
"Haşa! Sadece neden terliklerini aldığımı anla diye." Bunu söylerken de sırıtıyordu. Benim için hazırladığı masaya oturdum ve ayaklarımı abimin görebileceği bir yere doğru uzattım. "Büyük durmuyor ama, değil mi?" Sanki çok önemli bir projeyi inceliyormuş gibi önümde eğildi ve bir ayağımı tutup kendine çekti. Ayağımın sağını, solunu incelerken "Yok, benimki gibi işte." dedi. Ağzım açık kalırken "Gıcık!" diye bağırdım ve kolunu çimdikledim. Acıyla bağırmasına rağmen arkaya doğru düşüp - daha çok kendini atıp - kahkahaya boğuldu. "Senin 45 numara ayaklarının yanında benimkiler incecik bir kere!"
Kahkaha atmaya devam ederken yerden kalktı ve yanıma yaklaştı. Ona vurmak izin uzanan ellerimi tutmaya çalışırken "Şaka yapıyorum! Yahu dur! Şaka!" diye bağırdı ve bana sarıldı. Dudaklarımı büzüp bana sarılışına karşılık vermeme rağmen "Git, konuşma benimle!" diye söylendim. Saçlarımı öptü. "Tamam, gideceğim. Sen yemeğini ye."
"Yiyeceğim, sonra da seni pataklayacağım!"
Benden ayrılıp tezgahın önünde bir şeylerle ilgilenmeye başladı. "Aynen, hadi başla."
Somurtarak çorbamı içmeye başladım. Annem hep 'seneye de giyersin' mantığıyla ayağıma büyük ayakkabı almıştı. Boyum da uzun olunca, ayağım biraz fazla büyümüştü... Ne yapabilirdim yani?
"Öküz." diye mırıldanıp bitirdiğim çorbamın kasesini kenara ittim ve enginarımı yemeye başladım. Abim "Bana bak, ağzına biber sürerim senin!" diyerek bana işaret parmağını salladığında ona dönüp dil çıkarttım. Kınar gibi sesler çıkartıp işine geri döndü. "Seni hep babam şımarttı böyle." diye söylendi.
Sırıtarak "He he." dedim. Bu onu sinirlendirmiş olmalı ki öfkeyle bana döndü. Masum bir ifadeyle hızla konuştum. "Ya, tamam! Bir şey demedim. Hem, sen ne yapıyorsun orada?"
"Annem başıma bıraktı bunu! Tatlıları servis ediyorum!"
Gülerek masadan kalktım. "Sen masayı topla, bunu ben hallederim." diyerek muhallebi kasesini elinden aldım. Bardakları çıkartmış, diplerine kek parçalarını dökmüştü ama muhallebiyi düzgün ve eşit dağıtmakta zorlanmış gibiydi. Abimin mutfakla pek arası yoktu zaten. Annem bunu bilmesine rağmen niye abime vermişti ki bu işi?
"Annem nerede?" diye sordum. Abim tüm sahte tavırlarımı anlayabildiği için merakımı gizlemeye çalışmadım.
"Yürüyüşe çıktı."
Durup "Tek başına mı?" diye sordum. Annem tek yürümeyi sevmezdi. Abim başını salladığında yavaşça yaptığım işe geri döndüm. Ah... Çok mu üzmüştüm onu? Olanları bu şekilde duyması... Tabii ki de çok üzmüştüm. Aptal kafam! O benim annemdi!
Sızlanarak lafa girdim. "Abi ya! Ben annemi bu sabah çok üzdüm; çok üstüne gittim. Ne yapacağım? Geldiğinde konuşayım mı sence?"
Bir an için sessiz kaldıktan sonra cevap verdi. "Konuşma. İlk önce o seni üzdü, ağlattı. Gelip özür dilemeli."
"Abi! O anne! Hem-"
"Yani? Anne diye seni öyle ağlatmaya hakkı mı var? Ne kadar kötü olduğunu unuttun herhalde!" Yüzüme karşı sert tavrı, sanki bir duvara çarpmışım gibi hissettirdi. Annemin bana hissettirdiğiyle aynı.
Yavaşça omuz silktim. "Hayır ama... o bilmeden öyle konuştu. Söylediklerinin altının dolu olduğunu bilmeden..." Sesimde kırgınlık vardı.
Abim "Fark etmez." diyerek kestirip attı. Ama ben tatmin olmamıştım. Annem gelince ondan özür dilemeliydim. Saate baktım. 19.48'di. Çakır on dakika içinde bizde olurdu. İşimi bitirip telefonumu elime aldım. Annemi aradım. Meşgule attığında dudağımı ısırıp telefonu yavaşça alnıma vurdum. Beş saniye içinde evde olmayacaksa... benimle konuşmak istemediği için meşgule atmıştı. İçimden saymaya başladım. Beş, dört, üç, iki... Çalan kapıyla çığlık atıp "Annem geldiii!" diye bağırdım ve kapıya koşturdum. Abim hole çıktı; yüzünü buruşturmuş ve kulaklarını kapatmıştı. Ona ikinci kez dil çıkarttım. "Acı biber gelecek bak!"
Onu umursamadan kapıyı açtım. Gelen Çakır'dı. Yüzümün düştüğünü gördü; aynı anda onun da gülümseyen ifadesi kayboldu. "Ne oldu?"
Kenara çekilip başımla içeri gelmesini işaret ettim. Abim gelip kolunu omzuma attı. "Annemi bekliyordu; boş ver sen onu."
"Abi!" dedim, uyaran sesimle. Bu sefer de o beni umursamadı. Çakır'a elini uzattı; sertçe tokalaştılar. Erkek dili ve edebiyatı.
"Gül hanım evde değil mi? Kötü bir şey yoktur umarım."
Ben tam Çakır'a cevap verecektim ki annemin sesi duyuldu. "Ah! Çakırcım, hoş geldin." Babam da yanındaydı. İkisini birlikte görünce biraz olsun iyi hissettim. Annem yalnız değildi demek ki. "Çakır, hoş geldin koçum." Babamla Çakır'ın sarılışını izledim. Annem de kolunu sıvazlıyordu. "Kusura bakma, biraz hava almak için dışarı çıkmıştım. Tarık'la da dönüş yolunda karşılaştım." Çakır babamdan ayrılıp kibar bir şekilde anneme sarıldı. "Estağfurullah, ne kusuru."
"Neyse ki sana yetiştik." diyerek kapıyı kapattı ve içeri girdi. Arkasından bakakaldım. Yüzüme bile bakmamıştı. Babamın otoriter sesi duyuldu. "Hadi, içeri buyurun." Abim ve Çakır önden yürüdü; ben de arkalarından gidecektim ki babam kolumdan tutup "Sen kal." dedi. Afallayarak beni tutan eline, ardından yüzüne baktım.
"Annene ne söylediğini anlatmak ister misin Efsun?" Ağzım açık kalırken bir an ne diyeceğimi bilemedim. Kendi aptallığımın cezasıydı bu afallama. Şimdi babama nasıl anlatacaktım ki bunu?
"Baba, ben, şey..."
"Sen ne, Efsun? Biz annenle dönüş yolunda karşılaşmadık, kızım. Ben onu parkta ağlarken buldum!" dedi, son cümlesindeki kelimelerin üstüne basa basa. "Annenin gözyaşları benim için ne anlam ifade ediyor, biliyorsun değil mi?"
Gözlerine çıkaramadığım bakışlarım ayak ucumda sabitlenirken "Biliyorum." diye fısıldadım. Gözlerim doldu; küçük kız babama küskünlükle baktı.
"Anlat, dinliyorum. Annene ne söyledin de ağlattın?"
"Bu sabah-" derken sesim titredi; durdum ve boğazımı temizledim. "Bu sabah okulda-"
"Baba!" Abimin sesiyle sustum. Gözlerimi yerden kaldırmadan bekledim; birkaç saniye içinde babamla aramıza girdi. "Efsun'u niye sıkıştırıyorsun? Anneme sorsaydın o anlatırdı ne olduğunu! Madem çok üzüldü, ağladı!"
Babam burnundan solurken "Sen biliyor musun ne olduğunu?" diye sordu. Abim "Hayır." dedi ve hızla devam etti. "Ne olduğunu öğrenmek için Efsun'u sıkıştırmak yerine annemle konuşmalısın. Bu yaptığınız düpedüz zorbalık! Kızı bir yandan annem, bir yandan sen sıkıştırıyorsun!"
"Ne diyorsun sen? Ne zorbalığı? Biri kızım, biri de karım! Karışmayıp, birbirlerini kırıp dökmelerine izin mi vereyim?"
Abimin elimi tutan eli sıkılaştı. "Nedense anneminkine izin veriyorsun ama!"
"Yeter bu kadar!" Annemin sesi, aramıza bir yıldırım gibi düştü. Abim beni hafifçe arkaya itip onlardan uzaklaştırdı. Bu, kalbimin derinlerinde koca bir burukluğa sebep oldu. Ne hale gelmiştik böyle? Hangi ara? Bu sahne bizi tanımlamıyordu. Biz, bu değildik. Abimin beni onlardan koruması gerekmiyordu. Onların bana böyle yüklenmesi... gerekmiyordu. Kimse kimsenin kötülüğünü düşünmüyordu; yalnızca, birbirimizi dinleyecek kadar uyanık değildik, o kadar.
Yorgunduk.
"Salona geçin. Çakır'a ayıp oluyor. Tatlıları alıp geliyorum." Annemin söylediğiyle babam abime son kez baktı. Öfkesi dinmiş bakışları, abimin arkasına aldığı bana kaydığında gözlerimi ondan kaçırdım. Salona geçene kadar bakışlarımı yerden kaldırmadım. Abimle holde yalnız kaldığımızda bana döndü. "İyi misin?"
"İyiyim."
"Elini yüzünü yıka, salona gel." Başımı sallayarak hızlı adımlarla lavaboya yöneldim. Salonun önünden geçerken bakışlarımı kaldırmak gibi bir hata yapmıştım. Çakır, dolu gözlerimi görüp yerinden kalkmaya yeltendi ama babamın varlığı ona engel oldu. Titreyen dudağımı ısırıp lavaboya girdim. Çakır'ı düşürdüğüm durum için çok utanıyordum. Sabah anneme öyle söylemeseydim, Çakır'ı çağırmazdı.
Kendi aile içi gerilimimize onu dahil etmek çok utanç vericiydi.
Akan bir damla yaşımın üstüne hemen yüzümü yıkadım. Bu gecenin çabucak geçmesini istiyordum. Çakır'ın kullanılmak için çağrıldığını unutmak, annemin kalbini ısıtmak ve babamın gerginliğini yok etmek istiyordum. Islanan yüzüme baktım. Aynada takılı kalmış gözlerimdeki yorgunluktan kurtulmak istiyordum.
Çalan kapıyla yerimde sıçradım. Kendime gelip lavabodan çıktığımda kapıyı açan abimdi. Karşısındaki de...
"Samet?"
"Merhaba." diyerek önce abime, sonra da holün sonundaki bana baktı. Kara gözlerinden akan bir sinsilik vardı. Ya da ben, onun gerçekte kim olduğunu bildiğim için öyle görüyordum. Abim dostane bir tavırla onu içeri buyur etti. "Senin ne işin var burada?" Abimin sorusu benim için oldukça şüpheli bir soruydu; ama kendisi sıcakkanlılıkla sormuştu. Bu adamın ne işi var burada?
"Erdem, şaşırdığını biliyorum. Ama ben şu an burada, Efsun'un öğretmeni olarak bulunuyorum."
Abimin bakışları kısa bir an bana döndü. İşte şimdi onda da bir şüphe oluşmuştu. Tek kaşı havadayken "O ne demek?" diye sordu. "Müsaitseniz içeride konuşalım. Anne ve babanız evde mi?" Bunu derken yavaş adımlarla içeri adımlıyor; gözlerini her fırsatta bana dikiyordu. Yaydığı kötü enerji aynı kötü bir koku gibiydi. Midemi bulandırıyordu. Neredeyse siyah olan gözleri, beyaz teninin içinde parlıyordu. Kötülüğün ışığıydı bu. Bugün üç tane gencin ölümüne, yüzlerce gencin zehirlenmesine sebep olmuş bir kötülüğün ışığı.
"Allah'ın belası!" Beni duymadığına emin olduğum halde bakışları dudaklarıma düştü ve yüzünde bir sırıtış oldu; bu beni tedirgin etti. Salon kapısına yaklaşmışken "Merhaba Efsun." dedi. Başımı ağır bir şekilde salladım, cevap vermedim. Abimin kaş göz işaretlerine de aldırmadan salona adımladım. Önde Samet, arkasında ben; salon kapısında belirdik. Çakır'ın onu görünce irileşen gözlerini gördüm. Anlık bir dehşete kapılıp ayağa kalktı; hemen ardından öfkeyle soludu. Elleri yumruk şeklini almıştı; kimse fark etmeden yanına ilerledim. Neyse ki annemlerin bakışları Samet'te, Samet'in bakışları da onlardaydı. "Çakır." diye fısıldadım, iki elimle bir elinin yumruğunu açmaya çalışırken. "Sakin ol. Anlayacak!"
Kısılmış gözlerini bana çevirdi. Düğmesine basılmış gibi derin bir nefes aldı ve ellerini serbest bıraktı. Sağ elimi sıkıca tutup "Bunun burada ne işi var?" diye fısıldadı. 'Bilmiyorum' dercesine dudaklarımı büzdüm. Bakışları birkaç saniye bende kaldı; ardından, tetikteymiş gibi Samet'e çevirdi. Ben de onlara baktım.
"Merhaba. Tarık Bey olmalı, değil mi? Ben Efsun'un okuduğu lisede müdür yardımcısı, Samet Soylu. Memnun oldum efendim." Muhatabı babamdı. Anneme bakmamıştı bile.
Uyuşturucu çetesinde yönetici ve kadın düşmanı... Ölmek için iki yeterli sebep. Ya da öldürülmek.
"Merhaba Samet Bey. Hayırdır inşallah?" derken bakışları bir benim, bir de abimin üstünde gezindi. Uzattığı elini sıkmamıştı. Eve bu saatte, bu şekilde gelmesinden hiç hoşlanmamış gibi duruyordu.
Bozuntuya vermeden elini indirdi. "Kusura bakmayın, bu saatte sizi rahatsız ediyorum ama... Çok önemli bir mevzuyu konuşmak için geldim. Yarını bekleyemezdi çünkü muhatabınızın polisler olması an meselesi."
Babam şaşkınlıkla sordu. "Ne? Ne polisi?"
"Oturun isterseniz. Sanırım Efsun size hiçbir şey anlatmadı. Duyacaklarınız biraz sarsıcı." Bakışları bana döndüğünde omuzlarımı dikleştirdim; çenemi havalandırıp ona yukarıdan baktım. Boyumuz aynıydı; kafa atsam burnunu çok estetik bir şekilde kırabilirdim.
"Samet, ne oluyor?" diye sordu abim. Kısa kes, dermiş gibi çıkmıştı sesi. Şu an herkes onun varlığından rahatsızdı. Ne annem oturdu, ne de babam. Bu da bir an önce konuşup defolması gerektiğini anlamasına yardım etti. Direkt olarak lafa girdi. Benim anneme bir nefeste söylediklerimi, o ağır ağır anlatmaya başladı.
"Bugün okulumuzda bir cinayet yaşandı." Babam dehşetle açılan gözlerini bana çevirdi. Dudaklarımı birbirine bastırarak bakışlarımı eğerken, annemin babamın koluna dokunduğunu gördüm. "Sakin. Siz, devam edin lütfen."
"Üç öğrenci, okulda çalışan biri tarafından katledildi. İçler acısı bir durum. Katil, kantin çalışanıymış. Öğrencilerin kendisine kötü muamele ettiğini öne sürmüş. En azından polise verdiği ifade bu şekilde."
Babam ilk dehşeti üstünden atıp "Bunların Efsun'la ne ilgisi var?" diye sordu. Benim böyle bir vahşetin neresinde olduğumu merak ediyordu. Allah bilir, aklından neler geçiyordu...
Samet'in bakışların bana döndü. "Efsun... Arkadaşlarının ölümüne şahit olmuş. Onları kurtarmaya çalışmış ama maalesef..." Ah! Sesine verdiği o acıma tonu... Şimdi buraya, ayaklarının dibine kusacaktım; yalan bir hüzünle bahsettiği o insanların akan kanlarını. O zaman görecekti işte gerçek ölümü. O kanda boğulurken görecekti.
"Kızım..." Babamın korku dolu sesi kendinden önce ulaştı. Sardığı kollarının altından annemle göz göze geldim. Ayrıntılar onu da sarsmış olmalıydı. Dolu gözleriyle başını omzuna yatırdı; bana, benden özür dilediğini hissettiren gözlerle baktı. Buruk bir tebessümle karşılık verdim. Abimin kalakalmış ifadesine bakarken, sesli bir şekilde hem annemden, hem babamdan özür diledim. "Sizi korkutmak ya da üzmek istemezdim. Sadece, ben de şoku henüz atlatmış sayılırım. Özür dilerim." Babam daha sıkı sarılıp beni susturdu. Annem de yanaklarını silip, bu konuşmayı biz bizeyken yapmaya erteledi ve Samet'e döndü.
"Ben hala sizin gelme amacınızı anlayamadım. Bize bunu haber vermek için mi geldiniz?"
"Hem evet hem hayır. Polislerle iletişimdeyim. Efsun'un ifadesini almak istemişler ama onun okuldan apar topar çıktığını görenler olmuş. Yanında biri de varmış." derken bakışları yere düştü. "Çakır, diye bir adam." İsmini vurguladığında kesin olarak anlamıştım ki Çakır'ı tanıyordu. Şerefsiz!
Babam bir anlık hiddetle "Bu ne demek oluyor? Çakır?" diyerek ona döndü. Çakır omuzlarını dikleştirip "Doğru, Tarık amca. Efsun'u aramıştım. O an durumdan haberdar olunca onu okuldan almaya gittim. Pek iyi değildi. Onu alıp eve getirdim." Babam kendisinden habersiz gerçekleşen bu olay yığınına karşı öfkeyle soludu. Çakır'a doğru bir adım atmıştı ki, annem araya girdi. "Tarık, sakin ol. Benim haberim var. Sana bahsettiğim konu, buydu."
"Senin haberin var ve ben bu şekilde mi öğreniyorum Gül?"
"İstersen bunu Samet Bey'i uğurladıktan sonra konuşalım." Annem kibar bir şekilde Samet'e yol verdiğinde bir an güleceğim sandım. Aynı bakışlara o da sahipti; dudağının kenarı sinsi bir şekilde kıvrılmıştı ve bakışları direkt olarak bana yönelmişti.
"Biz gerekeni yapıp yarın Efsun'u ifadesini vermesi için karakola götüreceğiz Samet Bey. Buraya kadar geldiğiniz için sağ olun. İletişimde olduğunuz kişiye de söylerseniz seviniriz."
"Tabii ki!" dedi, adeta neşeli bir sesle. "Söylerim." Bakışları hala benim üstümdeydi. Abim aramıza girince Samet görüş açımdan çıktı. "Gel, ben seni uğurlayayım kardeşim."
"Hepinize iyi akşamlar diliyorum." dedi ve arkasını döndü. Sonra bir an, çok kısa bir an durdu. Abim onun önüne geçmiş, salondan birkaç adım uzaklaşmışken Samet'in bakışları beni buldu. Öyle doğrudan, öyle hesaplı bakmıştı ki görmezden gelmem mümkün değildi. Sonra... ilk defa ona karşı korkuyla bakacağım o hareketi yaptı. Hiç sesini çıkarmadan, yalnızca dudaklarını oynattı. Çünkü beni tanıyor; söylediğini anlamam için sese gerek olmadığını biliyordu.
"Yakında sen de beni tanıyacaksın Efsun."
SON
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 511 Okunma |
97 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |