31. Bölüm

27. Bölüm (Tehdit)

Betül Başönderoğlu
betulbasndrglu

 

 

Doğru düzgün uyuyamadığım bir gece geçirmiştim. Annem babamla özel konuşmuş; babamın beni sıkıştırmasına izin vermemişti. Bu oldukça işime gelmişti çünkü Samet'in söylediği söz beni dumura uğratmıştı. Kimseye açıklama yapacak halim kalmamıştı. Çakır'da Samet'i görmemişti; babama karşı duyduğu mahcubiyetle bakışlarını yerden kaldırmamıştı. Ta ki babamın sakinleşip Çakır'a benim için teşekkür edene kadar. Bir daha böyle bir şey olursa önce kendisine haber vermesi için de söz almıştı. Çakır... Benim yorgunluğumu görünce bir işi çıktığını söyleyip çıkmıştı. Çıkar çıkmaz bana mesaj atmış; sabah okula beni kendisinin götüreceğini söylemişti.

 

 

 

 

Şimdi de on dakika içinde hazırlanıp çıkmam gerekiyordu. Beni arka sokakta beklediğine dair mesaj atmıştı.

 

 

 

 

"Başım çatlıyor!" diye sızlandım. Annem bir anda arkamda belirdi. İrkilerek gözlerimi kırptım. "Korkuttum mu?" Başımı iki yana salladım. Holde asılı olan kabanımı alıp üstüme geçirdim. Ayağıma da siyah postallarımı geçirdim ve annemin konuşmaya başlaması için ona zaman tanıdım. "Efsun..."

 

 

 

 

Doğruldum ve ellerimi kabanın uzun ceplerine soktum.

 

 

 

 

"Efendim anne?"

 

 

 

 

"Ben... ben birkaç gündür senin üstüne geldiğimin farkındayım. Abinin kaybolduğu gece bizi yüzleştirdiğin şeyler... onlar... bana ağır geldi. Uzun zamandır konuşmadığımız, kendimize bile hatırlatmaktan çekindiğimiz konuları bir anda açman... Anlıyorsun beni, değil mi?"

 

 

 

 

Sıkıntılı sesiyle sık sık duraksadığı cümlelerine karşı başımı salladım. "Anlıyorum. Ama bu gerekliydi anne. Abim için de bizim için de... bu gerekliydi."

 

 

 

 

Buruk bir tebessümle "Biliyorum." dedi. "İçimizde bunu yapacak en cesur kişisi de sendin. Bunu da biliyorum. Ama Efsun-" dedi ve endişeyle bir adım yaklaşıp kollarımı tuttu. Tuttuğu yerleri okşaması, ifademi direkt olarak yumuşattı. Özlediğim bir sıcaklıktı bu. Gözlerimin dolması için yeterli olan bir sıcaklık. "Tüm bu duyduklarımız, yaşadıkların... Bunlar neden oluyor kızım? Bize anlatmadığın neler oluyor? Sakın o insanları rastgele bulduğunu söyleme. Senin bugünlere kadar burnun bile kanamamışken böyle şeylerin seni bulması, bana hiç mantıklı gelmiyor. Allah aşkına, dün eve kanlar içinde geldin! Öncesinde olanları saymama gerek yok, değil mi? O yüzden lütfen bana gerçekleri anlat. Sen dışarıda ne yaşıyorsun? Cesaretin yüzünden hangi yükleri sırtlanıyorsun Efsun?"

 

 

 

 

Annemin söyledikleri karşısında ağzım açık kaldı. Nasıl anlatayım anne sana? Ne diyeyim? Bilmen daha mı iyi olacak yaşadıklarımı? Bugünlere kadar burnumun bile kanamadığını sanmanın, aslında gerçeklerimden ne kadar uzak olduğunu bilmen sana neler yaşatacak?

 

 

 

 

"Anne..." diye mırıldandım sakince. Ben de onun kollarını tuttum; başparmağımla okşadım. "Ben iyiyim. Gerçekten, benim için endişelenmene gerek yok. Evet, haklısın. Size anlatmadığım bazı şeyler var. Ama bunlar ayaküstü konuşulacak şeyler değil. Akşam, eve geldiğimde konuşalım, olur mu?"

 

 

 

 

"Sadece şu soruma cevap ver o halde. Başın belada mı?"

 

 

 

 

Yakında sen de beni tanıyacaksın, Efsun.

 

 

 

 

Kendimden emin bir şekilde "Hayır." dedim. Korkmuyordum. Korkmuyorsam, başım belada değil demektir.

 

 

 

 

Annem dudaklarını birbirine bastırıp geri çekildi. Ardından, istediği bu değilmiş gibi yüzünü buruşturup hızla öne atıldı. Sarılışına aynı özlemle karşılık verdim. "Kızım! Canım!"

 

 

 

 

*********

 

 

 

"Günaydın!" diyerek araba kapısını hızla kapattım. "Bu nasıl bir soğuk? Dondum!"

 

 

 

 

"Arka koltukta Ela'nın hırkası var. Al onu, bacaklarına ört." Bunu derken de arabanın ısısını yükseltiyordu. Dediğini yaptım. Siyah, boru paça pantolonum kalın bile olsa bacaklarım donmuştu. Üstüne örtüp ellerimle bacaklarımı ovaladım.

 

 

 

 

"Nasılsın? Dün ben gittikten sonra neler oldu? Bir sorun çıkmadı, değil mi?" Ben onun arabayı çalıştırmasına beklerken, onun aceleci bir tavırla bana yönelip sorduğu sorularla gülümsedim. "Merak etme, direkt odama geçtim. Bir sorun olmadı." Ellerim, içine aldığı ellerinin sıcaklığıyla gevşedi; titremeleri durdu. Yüzümdeki gülümseyiş daha sakin bir hal aldı. "Sen ne yaptın?"

 

 

 

 

"Samet denen herifin evini buldum. Sizden üç blok ötede oturuyormuş. Yeni taşınmış. Ayrıca düşündüğümüz gibi, tamamen bu iş için gelmiş. Aynı Cansu'nun, çetenin yurt dışı ayağındaki uyuşturucu dağıtımının başına geçirilmek üzere gönderilmesi gibi."

 

 

 

 

Kaşlarım havalandı. "O nereden gelmiş?"

 

 

 

 

"İran'dan. On yaşındayken ülkeden ayrılmış. Şimdi otuz sekiz yaşında. İran'da ismi yalnızca bir kez canlı bomba ihbarıyla anılmış ama ihbar edilen değil, edenmiş. Bir pazar yerine gönderilen canlı bombayı engellemiş. Bombayı gönderenler, çocuk kaçakçılığına bağlı bir örgüt. Olayın daha fazla detayı yok. Muhtemelen kendi çıkarları için yapmıştır." Başımı sallayarak devam etmesini bekledim. O bunca bilgiye ne ara ulaşmıştı? "Geberip gidince arkasından ağlayacak kimsesi yok. Tüm kayıtlarda, sanki hayatı boyunca kimsesizmiş gibi gözüküyor. Anne ve babası da dahil."

 

 

 

 

"Çok garip..." dedim. "Yurt dışına çıkarken ki kayıtları?"

 

 

 

 

"Hiçbiri yok. Biri onunla ilgili her şeyi yok etmiş gibi. Sanki hayatı İran'da, o canlı bombayı ihbar ettiği gün başlamış ve bitmiş gibi."

 

 

 

 

"Ve şimdi de Türkiye'de, tekrar başladı." diye mırıldandım. Düşünüyordum. Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Birilerinin varlığını silmek... kolay bir şey miydi? Ya da silindiği yerden başlamak. Çok enteresandı. Üstüne araştırılması gerekecek kadar enteresan.

 

 

 

 

"Ona dair bu soruyu çözersek, onu da çözebiliriz Çakır." Arabayı çalıştırdı. Aynı anda beni onayladı. "Evet. Ama bunu biz yapacağız. Sen, bugünden sonra hiçbir şeye karışmayacaksın Efsun. Tamam mı?"

 

 

 

 

"Çakır-"

 

 

 

 

"Biliyorum. Kendini bu işe dahil hissediyorsun. Dahilsin de. Sen olmasan birçok şey hala bilinmezliğin içinde kalacaktı; minnettarım. Ama artık yeter. Sana bir zarar gelirse kendimi asla affetmem. Ki, dün buna çok yaklaşmıştın."

 

 

 

 

Yan gözle bana bakışını görmezlikten geldim. Kollarımı birbirine bağladım. İkna olmayışıma karşı açıklamalarını sürdürdü. "Efsun, lütfen. Bu adamlar, senin altından kalkamayacağın kadar vahşi adamlar. Bizimle oynayacakları oyunla, seni dahil edecekleri oyun arasında çok fark var. Anlamıyorsun, anlatamıyorum. Çünkü korkmanı istemiyorum. Ama sen haddinden fazla cesur davranıyorsun." Annemin söyledikleri üzerine Çakır'dan da bunu duymam... Yüzümdeki ifadeyle ikna olduğumu anladı. Okulun önüne gelmiştik; hızlı giden arabayı hiç sarsmadan durdurdu. "Okuluna gir, dersini dinle ve çık. Kapıda, tam burada seni bekliyor olacağım."

 

 

 

 

"Gerek yok-"

 

 

 

 

"Gerek var. Beni dinle." Derin bir nefes alıp "Peki." dedim. Her ne kadar ikna olsam da ağzımdan çıkanlara engel olamadan konuştum. "Uslu ve sakin, pardon, korkak bir kız oluyorum. Yapabileceğim bir şey varsa bile yapmıyorum. Gözlerimin önünde ölen insanları sanki hiç görmemişim; yaşadıklarımı hiç yaşamamışım gibi davranıyorum ve bunlardan uzak duruyorum. Mutlu son!" İmalı cümlelerimin ardından kapıya yönelen elimi tuttu. Durdum. Başımı çevirmeden, gözlerimle takip ettim. Kendine doğru çektiği elimi göğsünün üstünde durdurup, avucuyla sıkıca sardı. "Daha fazlasını yaşama diye uğraşıyorum Efsun. Daha fazla ölüme şahit olma diye." Gözlerine baktım. Doğan güneşin ışıkları vuruyor; yeşillerine karışan mavileri parlatıyordu. O parıltıda endişe vardı. "Sana bir şey olmasın diye..."

 

 

 

 

Avucundaki elimi yavaşça çektim. Yanağına götürürken geçen o bir saniyede endişesi arttı; yine o bir saniyede endişesi, huzura döndü. "Tamam." dedim ufak bir tebessümle. "Tamam, akşam görüşürüz."

 

 

 

 

Yanağını avucuma bastırdı; kedi gibi bakarak kırptığı gözleriyle kirpiklerini sergiledi. "Görüşürüz."

 

 

 

 

Ondan ayrılmak çok zordu. Bu yüzden saçma bir harekette bulunmalıydım. Sevdiğim yanağından aniden, sert bir şekilde makas aldım. Çakır'ın dehşetle irileşen gözleri kahkaha atmama sebep olduğunda, kendimden utanarak arabadan hızla indim. Kapıyı kapatıp arabanın önüne geçtim. Çakır... Bir eliyle yanağını tutarak az önce yaşadığı şeyi sorguluyordu. Açık kalan ağzı daha çok kahkaha atmama sebep oldu. Gözleri bendeyken el salladım ve karşıya geçtim. Akşam benden intikam alacağına adım gibi emindim. İfadesi gözümün önünden gitmediğinde, dışarıdan bakılınca deli sanılacak kadar büyük bir kahkaha daha attım! Zeynep okulun girişindeydi; beni görünce ifadesi garip bir hal aldı. Arkamdan gelen belli belirsiz bir ses duydum. "Daha dün üç kişi öldü, şuna bak! Nasıl gülüyor!"

 

 

 

 

Yüzümdeki koca gülümseme yavaşça azaldı; ardından, sanki hayatım boyunca gülümsemenin ne demek olduğundan bir habermişim gibi ifadesizliğe büründüm. Zeynep'e yaklaştıkça daha net gördüm; bana bakışları kınamak ve acımak arasındaydı.

 

 

 

 

"Merhaba Zeynep."

 

 

 

 

"Merhaba." dedi yavaşça. Bir şey söyleyecek gibi oldu. Sonra vazgeçti; arkasını dönüp uzaklaştı. Olduğum yerde kaldım. Ne bir adım öne, ne bir adım arkaya. Aptal demeyi seçtiğim kız yanıma geldiğinde hala olduğum yerde, Zeynep'in gözden kaybolduğu okul koridoruna bakıyordum. Omzuma dokunuşuyla kendime geldim. Sersemlemiş bir şekilde ona baktım. İlk kez uysal bir sesle konuştu.

 

 

 

 

"Biraz konuşabilir miyiz?"

 

 

 

 

***********

 

 

 

 

Boş bir sınıfa ilerledik. Ona güvenmiyordum; bu yüzden önüme geçmesini istedim. Sınıfa girdik ve kapıyı kapattım. Ellerimi cebime sokup omuzlarımı dikleştirdim. "Evet, seni dinliyorum."

 

 

 

 

Birkaç saniye, sırtı bana dönük kaldı. Derin bir nefes aldığını duydum. Boğazını temizleyerek bana döndü. "Benden hoşlanmadığını biliyorum."

 

 

 

 

 

"Yoksa sen benden hoşlanıyor musun?" Ona doğru bir adım attım. "Gücenirim eğer öyleyse."

 

 

 

 

Bir anlığına ifadesi, o her zaman ki gıcık haline döndü. "Ne hoşlanacağım senden?! Hala bu okuldan defolup gitmeni istiyorum!" Kollarımı birbirine bağlayıp güler gibi bir ses çıkarttım.

 

 

 

 

"Eee?"

 

 

 

 

"Ama ölmeni istemiyorum."

 

 

 

 

Duyduklarımla kaşlarım havalandı. Yaşadığım şaşkınlığın yüzüme vurmasını engelleyebilmiştim ama kendiliğinden çözülen kollarıma hakim olamadım. Gerildiğimi anlayarak sırıttı; ifadesi kin doluydu. "Şimdi, iki dakika o egonu bir kenara bırak ve beni dinle! Ben senin aksine birinin ölümüne göz yumamam. Sizin İrem'e yaptığınızı, ben yapamam!"

 

 

 

 

"Sana kaç defa söyleyeceğim? İrem'i biz öldürmedik!"

 

 

 

 

"Biliyorum!"

 

 

 

 

"Eee, o zaman? Niye sürekli aynı şeyi söylüyorsun?"

 

 

 

 

"Ama engel de olmadın!" diye bağırdı. Gözüm bir an için kapıya kaydı; sanki biri duyup içeri girecekmiş gibi panikledim. Ona yaklaşırken aynı panikle konuştum. "Nasıl engel olacaktım? Nasıl? Tek bir kurşunla öldürdü! Kendi abisi öldürdü onu! Nasıl engel olacaktım?"

 

 

 

 

Az önce birinin duymasından korkan ben değilmişim gibi bağırdım; delirmiş gibi tekrarlıyordum. "Nasıl engel olacaktım? Nasıl?"

 

 

 

 

Bana yaklaştı. Yüzündeki dehşet ifadesiyle sordu. "Abisi mi öldürdü?"

 

 

 

 

 

Bir an için ne sorduğunu algılayamadım. "Ne?"

 

 

 

 

"Kendi abisi öldürdü, dedin. İrem'i, Kazım mı öldürdü?" Kahretsin! Ellerim, sanki söylenen sözler duyulmamış gibi panikle ağzıma kapandı. Nasıl kaçırmıştım ağzımdan? Hem kimin öldürdüğünü, hem de ölürken yanında olduğumu anlamıştı!

 

 

 

 

İrileşmiş gözlerimle dolan gözlerine bakıyordum. Dudakları titredi; arkasını dönerken hıçkırdı. Onun da elleri benim gibi ağzına kapandı. Boğuk bir şekilde söylediklerini duydum. "Nasıl yaparsın bunu?"

 

 

 

 

Yutkundum; kendime gelmek için derin bir nefes aldım. Sakin ol, konuş onunla.

 

 

 

 

"Bak, bunun aramızda kalması gerekiyor, tamam mı? İşler hiç de sandığın gibi değil." Ondan karşılık alamayınca devam ettim. "Biz İrem'den bilgi alacaktık. Sonra bir anda Kazım, İrem'e ateş etti. Bize bilgi vermemesi için yaptı. Anlıyorsun, değil mi?"

 

 

 

 

Arkası dönüktü ama başını salladığını gördüm. "Bizim, İrem'in ölümünde hiçbir suçumuz yok." Burnunu çekti; başını yukarı kaldırıp yaşlarını durdurmaya çalıştı. "Peki ya Kazım? Ona ne oldu?"

 

 

 

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Cevap vermediğimde bana döndü. Islanmış yanaklarını silip bana yaklaştı. Elleri uzanmak için havalandı ama vazgeçti; benden korkuyordu. "Lütfen!" dedi tekrar ağlamaya başlarken. "Lütfen, söyle. Biz birbirimize aşıktık. Okul bitince gidecektik buralardan. Ama günlerdir haber alamıyorum ondan. Lütfen! Hapiste mi? Nerede?"

 

 

 

 

Ona acıyarak baktım. "O Cansu'ya aşıktı. Ölmeden önce onun için pazarlık yaptı. Senin ismin bile geçmedi." Bunları söylerken amacım, kapıldığı boş hayalden sıyrılmasını sağlamaktı. Ama cümle içinde geçen ayrıntı(!), neredeyse baygınlık geçirmesine sebep oldu. Hızla atılıp onu yakaladım.

 

 

 

 

"Şşş, sakin. Gel buraya." Sıralardan birine oturttum; sallanan başını tutup dik durmasını sağladım. Yanağına hafifçe vurup, Kazım'ın ölümüne üzüldüğünü sandığım için "Kendine gel. O iğrenç adamın tekiydi! Onun için üzülme." dedim. Söylediklerimin boş olduğunu biliyordum. Ama ne söyleyeceğimi bilemediğim için saçmalamaktan başka çarem yoktu. Oysa o kendine geldiğinde hırsla konuştu. "Beni Cansu manyağıyla mı aldatıyordu yani?" Kaşlarım havalandı; bakışlarımı etrafta gezdirirken az kalsın gülecektim. "Adi, köpek! Beni nasıl aldatır?"

 

 

 

 

"Boş ver, öldü zaten." Ah! Bunları ben mi söylüyordum? Nasıl bir insana dönüşmüştüm? Kazım'ın ölümü için kalbimde zerre kadar bile acı yoktu. Eskiden olsa, her ölüm beni üzebilirdi. Herkesin ikinci bir şansı hak ettiğini düşünürdüm ama şimdi... Bunu söyleyerek karşımdaki kızın öfkesini alabileceğimi düşünüyordum.

 

 

 

 

Onlar gibi olanlar, hiçbir şansı kullanmazlar Efsun.

 

 

 

 

"Gebersin!" dedi hırsla. Düşüncelerime rağmen başımı salladım. Karşısındaki sıraya oturup, dirseklerimi dizlerime yasladım. "Bunlar aramızda kalmalı. Bana söz vermelisin."

 

 

 

 

"Söz veriyorum. Merak etme, benden sır çıkmaz." dedi, kendinden emin bir sesle. Onu tanımadığım için bu sözüne güvenemezdim. Ki, zaten ona güvenmiyordum. "İşin içinde sadece ben yokum. Eğer sözünü tutmazsan, sana neler olacağını anlatamam. Bunu anlıyorsun, değil mi?"

 

 

 

 

Gözlerinde korkuyu gördüğümde, şimdi oldu, diye düşündüm. "Evet... anlıyorum. Gerçekten, kimseye söylemeyeceğim." Derin bir nefes aldı. "Çünkü sen de benim sana anlattıklarımı kimseye söylemeyeceksin. Birbirimize söylediklerimiz, birbirimizde kalacak."

 

 

 

 

Sonunda sadede gelmiştik. Devam etmesini istercesine gözlerinin içine baktım. "Kaybedenleri nasıl buldun, biliyorum."

 

 

 

 

Yüzüm saniyeler içinde dehşete büründü. Sanki bana yumruk sallamış gibi geriye kaçtım. Kaybedenler, demişti. O da mı oyunun içindeydi? O da mı biliyordu her şeyi?

 

 

 

 

Az önceki ben gibi dirseklerini dizlerine yasladı; elleriyle yüzünü ovuşturdu. "Samet hocanın odasından çıktığında... Merak ettim; içeride fark edilecek bir şey göremeyince bilgisayarına baktım. Ekranı kapatmışsın ama geçmişi silmeyi unutmuşsun." Ses tonunda hafif bir alay vardı. Hem bana, hem de yaşadıklarımızaydı sanki alayı. "Madem bu işin içine karıştın... bir dahakine daha dikkatli olmalısın."

 

 

 

 

Kendime gelmek istercesine başımı iki yana salladım. "Ben artık bu işin içinde değilim!" dedim. "Ama sen!" dedim dehşeti sesime yansıtarak.

 

 

 

 

"Okulun yarısı..." dedi yavaşça, yorgun bir sesle. "Sizin sandığınızın aksine, hiçbirimiz bunu istemedik. Zorunda bırakıldık."

 

 

 

 

"Nasıl?"

 

 

 

 

"Onu anlatamam. Yalnızca sana söyleyeceklerimi dinlemelisin." dedi ve şaşkın ifademe karşı oldukça soğukkanlı bir ifadeyle bana yaklaştı. Sesini hafifçe kısarak konuştu. "Bize yaptıklarını sana da yapmak istiyorlar. İsmin listeye alındı, gördüm." Bir an için durdu, boş sınıfa rağmen sesini daha da kısarak devam etti.

 

 

 

 

"Artık senin de peşindeler Efsun!"

 

 

 

 

"Kim? Kim benim peşimde?"

 

 

 

 

"Bu oyuna dahil olan herkes. Normal şartlarda ben de. Ama ben..." Tereddüt edince ona yaklaştım; aramızda çok az bir mesafe kalana kadar yaklaşıp "Sen?" diye sordum. "Konuş, anlat her şeyi! Dün o insanlara yapamadığımızı, senin için yapabiliriz. Seni koruyabiliriz!" dedim hırsla. Tek bir kişinin bile kurban gitmesini istemiyordum daha fazla. Hiç kimsenin.

 

 

 

 

"Beni tehdit ettiler. Ben de 100 gramı tamamlayamadım. Ama beni öldürmek yerine kullanacaklarını söylediler. Çok korkuyorum Efsun. Her an biri çıkıp boğazıma sarılacakmış gibi hissediyorum!" Titreyen sesiyle elimi bacağına koydum. "Korkma! Bak, bana bildiklerini anlatırsan seni birileriyle tanıştırırım. Onlar seni korur, tamam mı? Bana güven!" Bir an için gözlerime baktı; başımı teşvik edercesine salladığımda gözlerini kapattı.

 

 

 

 

"Bu okul... bu işin sadece bir parçası. Çete çok daha geniş, çok daha kalabalık. Dışarıda birileri var. Her şeyimizden haberdar olan birileri. Bir gün eve girerken fotoğrafımı, bir gün kafede arkadaşlarımla otururken fotoğraflarımı çekip bana gönderiyorlar. Onlardan gizli hiçbir şey yapılamıyor. Benim gibi olan diğer öğrenciler de var. Bizi bir panele aldılar. Gizli bir sohbet odası; odaya dahil olan başkaları da var ama kimse kendi ismiyle giremiyor. O yüzden birbirimizi tanımıyoruz. Yalnızca bu okulda, aynı durumda olduğumuzu biliyoruz."

 

 

 

 

"Hiç yüz yüze geldiğin biri oldu mu? Fotoğrafları nereden gönderiyorlar?"

 

 

 

 

"Hayır, kimseyle görüşmedim. Fotoğrafları da gizli bir panelden gönderiyorlar. Daha bu sabah, annemin iş yerindeki fotoğrafını gönderdiler bana." Elleriyle yüzünü kapatıp ağlamaya başladığında, öfkeyle dudaklarımı kemirdim. Aileyle, anneyle tehdit demek!

 

 

 

 

"Tamam, sakin ol." diye mırıldandım yavaşça. Saatime baktım. Çakır çok uzaklaşmış mıydı acaba? Ona ulaşabilsem, bunları anlatsam... Kızın annesinin nerede çalıştığını öğrenebilirsem Çakır orayı kontrole gidebilirdi. Belki kamera kayıtlarından bir şeyler çıkardı. Bu plan aklıma iyice yattığında "Annen-" diye söze girmiştim ki kız konuşmaya başladı. "Bir liste var. İnsanların açıklarını bulup kullanmak için oluşturdukları bir liste. Tehdit ediyorlar; seni istediklerini yapmak zorunda bırakıyorlar. Artık sen de o listedesin. Eğer bir açığını bulurlarsa... Ya onların istediklerini yapacaksın ya da... öleceksin Efsun!"

 

 

 

 

Sessiz kalırken yanağımı dişledim. Düşüncelerimi sıraya koymaya çalıştım. Nasıl bir açığımı bulmaya çalışıyorlardı? Neden beni de direkt ailemle tehdit etmiyorlardı da açığımı arıyorlardı? Neden? Samet benden haberdardı, o yüzden mi peşime düşmüştü? Benden haberdarsa Çakır ve Aslan'ı da biliyordu. Hatta Furkan'ı. Acaba polislerden de haberi var mıydı? Ya polislerin içinde de adamları varsa? Her an her yerde olabiliyorlarsa, düşündüğümüzden daha kalabalıktılar. Daha kuvvetli. Daha tehlikeli.

 

 

 

 

Düşüncelerimle eğilen omuzlarımı dikleştirdim. "Anlatman gereken başka bir şey var mı?" Başını iki yana salladı. "Tüm bildiklerim bunlar."

 

 

 

 

"Tamam. Bana annenin iş yeri adresini verebilir misin? Kamera kayıtlarından bir şeyler bulabiliriz."

 

 

 

 

Yüzü önce aydınlandı, sonra aynı hızla karanlığa gömüldü. Utanarak "Ama... annemin iş yerinde kamera yok. O, merdiven altı bir yerde çalışıyor. Fotoğraf da içeriden çekilmiş." dedi ve elleriyle oynamaya başladı. Tırnaklarını kopardığını gördüm; ellerini tutup birbirinden ayırdım. "Tamam, tamam, sorun değil."

 

 

 

 

"Sadece bil istedim, Efsun. Tehlikedesin. Sana yardımcı olacak bir şey söyleyemedim ama... bil istedim."

 

 

 

 

"Bana oldukça yardımcı oldun. Bundan sonra korkma; seni bu işle ilgilenen kişilere söyleyeceğim. Zarar görmeyeceksin; ne sen ne de annen. Tamam mı?"

 

 

 

 

Gözyaşları içinde gülümsedi. "Teşekkür ederim."

 

 

 

 

"Asıl ben teşekkür ederim." Onu çekip sarılmak istedim ama yapmadım. Tereddüdümü hissetti; buruk bir tebessümle başını sallayıp ayağı kalktı. Ben de kalktım. "İsmin..." diye başladığımda, hızla tamamladı. "Yağmur. Yağmur Gök." Başımı salladım. Başka konuşacak bir şey kalmadığında, sınıftan çıkmak için kapıya yöneldik.

 

 

 

 

Kapı dışarıdan açıldı.

 

 

 

 

 

Gelen kişiyle olduğum yerde durdum.

 

 

 

 

"Merhaba kızlar. Ders saati yaklaştı. Burada ne yapıyorsunuz?"

 

 

 

 

"Bir şey konuşuyorduk hocam. Şimdi sınıfa geçiyoruz."

 

 

 

 

"Anladım. Hadi, sen geç o halde." dedi, benim burada kalmamı ima ederek. Sinsilikle parlayan gözleri üstümdeydi. Ondan iğrendiğimi gizlemeden baktım yüzüne; bu, heyecanını biraz olsun kaybetmesini sağladı. Memnuniyetle, içten içe sırıttım. Yağmur bana baktığında "Devamsızlığım hakkında konuşacaktık; unutmuşum. Sen geç Yağmur. Teneffüste bir kahve içelim, olur mu?" diyerek durumu toparladım.

 

 

 

 

Başını sallayarak onayladı. "Konuştuklarımız aramızda kalsın, lütfen." dedi yavaşça. Sadece benim anlayacağımı düşünerek söylemişti ama... Samet'in ağzı sulanmış gibi bakıp, kanlı dişleriyle sırıttığını gördüm. Demek bizi ispiyonladın, der gibi bakıyordu Yağmur'a. Demek ölüm fermanını imzaladın...

 

 

 

 

Hemen bir şey yapmalı, dikkatini çekmeliydim!

 

 

 

 

"Abartma!" dedim alaylı bir sesle. "Alt tarafı hoşlanmışsın çocuktan! Kimse bunun için seni yargılamayacak!" Okula dün geldiğini düşünürsek, iki gün önce yaşanan kavgamızdan haberdar olmaması gerekirdi. Arkadaşlık oyunumuza inanabilirdi. Yan gözle baktığımda, inanmış gibi de duruyordu. Kaşları şüpheyle çatılmıştı. Potansiyel satıcıyı öldürmeden önce ihanetinden emin olmalıyız.

 

 

 

 

Yağmur şaşırarak bana baktı. Ama neyse ki irdelemeden başını salladı ve sınıftan çıktı. Ona aptal demiştim, değil mi? Samet hocadan gizlediğimi anlamıştı.

 

 

 

 

Yağmur sınıftan çıkınca Samet'in bakışları bana odaklandı. Ellerini arkasında birleştirdi; yavaş adımlarla bana yaklaşmaya başladı. Siyah gözleri, leşimin yere serilmesini bekleyen akbabalar gibiydi. Beni kemirmek için can atıyordu sanki; yaydığı 'katil' enerjisini tüm hücrelerimle hissediyordum.

 

 

 

 

"Beni ne zaman tanıyacaksın Efsun?" Aramızda birkaç adım kalmışken durdu. Ellerim iki yanımdaydı; ondan korkmadığımı fark edince bakışları daha da derinleşti. Şimdi eğlenmiyordu; aksine, sanki ben onun rakibiymişim gibi hırsla bakıyordu. Rahat bir tavırla "Seni tanıyorum." dedim. Bu onu güldürdü. "Beni tanıyorsun, ha?" Tekrar güldü. Gülerken bir adım daha yaklaşmıştı. Vücudundan yayılan sıcaklığı hissediyordum; alnımın terlemesine sebep oluyordu. Yine de kaçmadan, olduğum yerde durdum.

 

 

 

 

"Beni tanısan, böyle duramazdın."

 

 

 

 

Tek kaşımı kaldırarak sordum. "Nasıl duruyorum?"

 

 

 

 

"Fazla cesur." Sırıttım. Bugün Efsun'u övme günü müydü? Ya da gömme?

 

 

 

 

Bir adım daha geldi. Aramızda tek bir nefeslik mesafe kalınca, artık uzaklaşma zamanım gelmişti. Geriye doğru bir adım attım. Ama iki kolumdan da tutup beni kendisine çekmesini beklemiyordum. Gözlerim dehşetle büyüdü. Yüzümü yüzünden uzak tutmaya çalışırken zorla konuştum. "Bırak beni!" Kollarımı öyle sıkı tutuyordu ki acıyla inlememek için dişlerimi sıktım. İstediği acımı görmekti; daha da sıktı. Tırnakları tişörtümün üstünden tenime saplanıyordu.

 

 

 

 

Yüzünü yaklaştırıp fısıldayarak konuştu. "Korkuyor musun?"

 

 

 

 

Hırsla bağırdım. "Asla!" O da bağırmamı beklemiyordu; tuttuğu kollarımla beni duvara savurup üstüme abandı. Eli sertçe ağzıma kapandı. İri gözlerimle ona baktım. Aynı bir ruh hastası gibiydi. Titriyordu. "Korkuyorsun, biliyorum! İnatçısın! Cesaretin sahte! Bu bakışların arkasında inat var!"

 

 

 

 

Onu itmeye çalışıyordum ama nafile. Üstüme öyle abanmıştı ki! Midem bulanıyor, başım dönüyordu! "Bırak beni!" demeye çalıştım ama kelimelerim, sessiz iniltiler halinde duyuldu.

 

 

 

 

Yüzünü saçlarımın arasına, kulağımın yakınına soktu. Artık akmaya başlamış olan yaşlarım avucunu ıslatıyordu. Fısıldadığında bayılacağım sandım.

 

 

 

 

"Bu sadece bir başlangıç Efsun. Neler bildiğini, kimlerle işbirliği yaptığını, planlarınızı öğreneceğim. Sonra da oyuna nasıl dahil olacağına karar vereceğim. Canınla mı... yoksa kanınla mı?" Ağzımdakini elini yüzüme sürterek çekti. Bedenini de geri çektiğinde kusar gibi öne eğildim. Öğürdüm; yakıcı bir mide bulantısıyla elim karnıma gitti ama hiçbir şeyi kusmadım. Öksürerek yere çökerken uzaklaşan ayaklarını gördüm. Artık ağlayabilirsin. Derin hıçkırıklarla sırtımı duvara yasladım. Bacaklarımı kendime çekip yüzümü dizlerimin arasına gömdüm.

 

 

 

 

 

Adi herif! Şerefsiz!

 

 

 

 

 

Öldüreceğim seni!

 

 

 

 

 

Ellerimle boğacağım!

 

 

 

 

 

 

Hiç durmadan ağladım. Başımı kaldırdığımda zil çalıyordu. İlk ders başlamak üzereydi. İç çektim; elimin tersiyle yüzümü sildim. Tişörtümün boyun kısmını çekiştirip sertçe ağzımı sildim. Şerefsiz!

 

 

 

 

 

Şoku atlattığımda öfkeye tutundum. Gözlerimi sertçe kapatıp açarken derin bir nefes aldım. Ona yapmak istediklerimi düşünüyordum. Üstüme yüklenen bedenini yaktığımı, ağzıma kapanan ellerini kırdığımı düşünüyordum. Düşüncelerim bana dehşetle dönene kadar hayal ettim. Açılan ağzımı kapatıp yutkundum. Kendime gelmeliydim. Hemen! Elimi yukarı uzatıp tahtaya tutundum; oradan güç alıp bedenimi yukarı çektim. Kabanımı düzelttim. Kalçamdaki tozları silkeledim. Burnumu çekerken akanları elimin tersiyle sildim.

 

 

 

 

Madem ortada bir oyun vardı; o halde dahil olmak için onları beklemeyecektim. Kendim girecek; kurdukları oyunun kurallarını baştan aşağı kendim bozacaktım.

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

Baş kaldırışıma rağmen bu sabah yaşadığım dehşet yüzünden sınıftan hiç çıkmadım. Tüm gün kabanıma sarılı oturdum. Yemek yemedim. Benimle konuşmaya çalışan birkaç sınıf arkadaşım oldu. Hiçbiriyle konuşmadım. Niyetlerini bilmiyordum. Belki arkadaşlık kurmak istiyorlardı belki de... çete için benim açığımı bulmaya çalışıyorlardı. Bugünden sonra okuldaki kimseye güvenmiyordum. Sadece Zeynep ve Yağmur ama... Yağmur araftaydı. Zeynep'se benimle konuşmuyordu. Tüm gün, bana göz ucuyla baktığını gördüm. Ama hiç yanıma gelmedi. Yeltenmedi bile.

 

 

 

 

Kaslarım tutulmuş bir şekilde ayağı kalktım. Son derste bitmişti. Eve gidecektim ve uyuyacaktım. Mümkünse, hiç uyanmadan uyuyacaktım.

 

 

 

 

"Ödevleri unutmayın çocuklar. Yapanlara sınav için ek puan vereceğim." Herkes bir ağızdan onayladı. Bense duraksadım. Ne ödevinden bahsediyordu? Hiçbir şey duymamıştım. Hocaya sorsam mı diye düşünürken neredeyse tüm sınıf boşaldı. Hoca da aceleyle çıkmıştı. Boş ver, dedim kendi kendime. Ek puan almasam da geçerdim.

 

 

 

 

 

Sınıfta sadece ben ve Zeynep kalmıştık. Kitaplarını toplamaya çalışıyordu; birkaç eşyasını da yere düşürmüştü. Toplayınca son kez bana bakıp kapıya yöneldi. Yokmuşum gibi; sanki bana değil de bir boşluğa bakmış gibi. Aşağı çöken dudaklarımla sınıftan çıkışını izledim. Boş sınıfın, hatta okulun uğultusunu hissettim. Yavaş adımlarla kapıya yöneldim.

 

 

 

 

Çakır beni bekliyordu.

 

 

 

 

 

Başım öne eğik yürürken bir bedene çarptım. Afallayarak birkaç adım geri çekildim.

 

 

 

 

"Dur bakalım!"

 

 

 

 

Kaşlarım çatık bir şekilde sınıftan çıkmamı engelleyen iki kişiye baktım. "Hayırdır?" dedim meraklı bir sesle. "İlk hayranlarım siz misiniz yoksa? Hakkımda ne bilmek istiyorsunuz?" Beni sıkıştıranlar onlar olmasına rağmen, gözlerinde korku olan da onlardı. Bir kız, bir erkek. Önde olan erkekti. Uzun boylu, sarışın bir çocuktu. Cılızdı. Kızsa tam tersi. Tek bir lokmaydım onun için. Ağzını yeteri kadar açarsa beni tek seferde yok edebilirdi. Ah! Amaçlarıyda buydu zaten, değil mi?

 

 

 

 

Çocuk "Sana zarar vermek istemiyoruz Efsun. Yalnızca konuşmak istiyoruz." dedi. Amaçlarından haberdar olduğumu anlamıştı. Zekiydi. Ama aynı zamanda korkak. Titreyen dizleri onu ayakta tutmak için yetersizdi; sert bir hamleyle omuzlarından ittirdiğimde yere kapaklandı. O önümden acınası bir şekilde çekilince bakışlarım kıza döndü. O arkadaşının aksine daha korkusuz duruyordu. Tabii, korkunun ne demek olduğunu bilmiyor da olabilirdi.

 

 

 

 

Ona doğru bir adım atıp "Çekil önümden!" dedim. Sesim öyle sert çıkmıştı ki... Kızın dudakları aralandı; ikiletmeden kenara çekildi ve kapının önünü açtı. Normal şartlarda olsa, onlar için çözüm yolu açacak bir şeyler söylemek isterdim. Ama bugün, o gün değildi. Kapının kulbuna elimi uzattım. Aynı anda iki kolumdan tutulup geri çekildim.

 

 

 

 

"Bırak beni!" Bağırışım tüm okulu inletmiş olabilirdi. Beni vurup bıraksa bu kadar sinirlenmezdim. Ama kollarımdan tutması... Beni bu sabaha götürmüş; aynı kapana kısılmışlık hissini yaşamama sebep olmuştu! Kudurmuş bir köpek gibi ona saldırmaya çalıştım. Başımı arkaya atıp ona kafa atmaya çalışıyor; geriye doğru kontrolsüzce tekmeler atıyordum. Hiçbiri çocuğa isabet etmiyordu. Nefes nefese kalana kadar devam ettim. Kız karşımdaydı; bu kadar öfkeli olmasam çocuktan kurtulmaya çalışmak yerine kızı engellemeye çalışırdım. Çünkü bana vurmak için hazırlanıyordu; sabaha hapsolmuş zihnimle bunu anlayamadım. Üstündeki montu çıkardı. Geriye doğru gerinip karnıma öyle büyük bir kuvvetle vurdu ki...

 

 

 

 

 

"Ah!" Bedenim ikiye katlandı. İnce, tiz bir ses çıkartarak nefes almaya çalıştım. Buna fırsat vermedi; ensemdeki saçlardan tutarak hızla başımı kaldırdı. Göz gözeyken "Üzgünüm." diye mırıldandı. Saçlarımı bırakıp doğrulduğunda onu izliyordum. Taşlı bir yüzüğü vardı; gözlerime bakarak yüzüğün taşını avuç içine döndürdü. Bu sefer sesi daha kısıktı; neredeyse titriyordu. "Üzgünüm!"

 

 

 

 

Elini havaya kaldırdığında gelecek olan sert darbeyi gözlerimi kapatarak bekledim. Onun yerine Çakır'ın öfke dolu sesi duyuldu.

 

 

 

 

"Lan!"

 

 

 

 

Gözlerim kapalıyken rahat bir nefes aldım. Açtığımdaysa kız panikle geri kaçışmış; çocukta aynı anda beni bırakmıştı. Öne doğru düşmeden Çakır beni yakaladı. "İyi misin?" Bana karşı kullandığı ses, arkamda duran iki aptala dönünce olduğu gibi değişti. "Siz kimsiniz lan?" Duvar olsa titrerdi bu sese. "Ne yapıyorsunuz?!" Tekrar bana döndü; "Canım! İyisin! İyisin!" Saçlarımı öptü. Ailemden sonra, kollarında olduğum için korkmadığım tek insandı o. İyi olduğumu görünce beni bıraktı; duvara tutunarak ayakta kaldım. "Siz kimsiniz? Kimin köpeğisiniz?" Korkuyla titreyen bedenlerine doğru bir adım atması yetmişti. Çocuk korkuyla öne bükülüp "Sadece onu korkutmamızı istediler! Yemin ederiz! Bizi tehdit ettiler!" diye bağırdı. Bu Çakır'ı durdurmadı; sert bir tokat, çocuğun yere düşmesi için yetmişti. Kanayan dudağını görünce yüzümü buruşturdum.

 

 

 

 

"Ulan it! Bizi de tehdit ediyorlar! Biz masuma el mi kaldırıyoruz? Şerefsiz!" Yerdeki bedenine tekme attı; ikincisini de atacakken kız önüne geçti. "Dur!" diye bağırdı ellerini öne uzatarak. Çakır hızla kızdan uzaklaştı.

 

 

 

 

"Dur! Biz sizin gibi değiliz! Dur artık!" Çakır öfkeyle solurken durdu. "Ne diyorsun?"

 

 

 

 

"Çakır..." diye mırıldandım. Kız bir bana, bir Çakır'a bakarak konuştu. "Bizim arkamızda kimse yok! Biz sizin gibi değiliz! Bizi tehdit ettikleri şeyleri koruyamayız!" Ağlar gibi bağırmıştı bunları. Tek seçeneklerinin, dedikleri şeyleri yapmak olduğunu söylemeye çalışıyordu. Derin bir nefes alıp acıyan karnımı tuttum. "Çakır, dur."

 

 

 

 

Çakır'ın bakışları bana döndü. Kıza bir kez daha bakıp bana yöneldi. Ona tutunarak doğruldum. "Sizi şikayet edersem de tehdit edildiğiniz şeyleri koruyamazsınız." dedim kıza bakarak. İrileşen gözlerine bakıp devam ettim. "Ya da... bizimle iş birliği yaparsınız ve işler değişir."

 

 

 

 

 

"Ne istiyorsun?" diye sordu, çocuğun ayağa kalkmasına yardım ederken. İkisinde de bakışlarımı gezdirdim. "Yarın, ilk dersten bir saat önce okulun arkasındaki parkta buluşalım. Gelmezseniz, akşam kapınızda polisle uğraşırsınız."

 

 

 

 

 

Kız aceleyle konuştu. "Tamam. Tamam, geleceğiz." Sınıf kapısına yöneldiler; çocuk Çakır'dan korkarak önden çıktı. Kızsa kapının yanında durup "Madem yarın yanına gelmemizi istiyorsun; bizi bugünden kurtarman lazım." dedi. Çakır bir adım atıp önüme geçti. "O sizin için hiçbir şey yapmak zorunda değil."

 

 

 

 

 

"O halde yarın yaşayacağımızın garantisi yok."

 

 

 

 

 

Çakır'ın kolunu tutarak yanına geçtim. "Söyle. Ne yapabilirim?"

 

 

 

 

 

Bakışlarını saçlarımda gezdirdi. "Bana küpelerini vermen gerekiyor. Yöneticiye kanıt olarak sunmamız için."

 

 

 

 

Kanımın çekildiğini hissettim. Çakır'la bakışlarımız kesişti. "Neden küpesi?" diye sorarken sesinde belli belirsiz bir sorgulama vardı. Kız omuz silkti. "Onu korkutup, küpelerini getirmemizi istedi."

 

 

 

 

Küpelerimi çıkartırken "Yöneticinin kim olduğunu biliyor musunuz?" diye sordum. Amacım biraz olsun konuyu kapatmaktı. Ama Çakır, onunla tanıştığımızdan beri ilk defa küpe taktığım bugün de yöneticinin, yani Samet'in neden özellikle bunu istediğini sorguluyordu.

 

 

 

 

"Hayır. Kimsenin de bildiğini sanmıyorum. Bizden bir şey istediği zaman panelden yazıyor; eğer ona ulaştırmamız gereken bir şeyse bir yer ismi söylüyor ve siyah hediye paketi içinde, oraya bırakmamızı istiyor."

 

 

 

 

  

Başımı sallayarak üzgün bir ifadeyle küpelerimi ona uzattım. En sevdiğim küpelerimdi bunlar; bugün de kendimi iyi hissetmek için takmıştım. Kız aldı ve çıktı. Aynı anda Çakır önüme geçti. Beni kollarının arasına çekip sıkıca sarıldı. "İyisin, değil mi? Bir şey yaptılar mı?"

 

 

 

 

"Hayır." diye mırıldanarak kollarımı daha da sıkılaştırdım. "Senin sayende. Teşekkür ederim."

 

 

 

 

Saçlarımı öptü. "Geç kalınca endişelendim. Okulda patlamaya hazır bir bomba olunca... aklıma her şey geldi." Titreyen dudağımı ısırdım. Beni tutuşunu hatırladım. Tutup duvara yaslayışını. Gözlerimi sıkıca yumdum. "Sahi, bugün hiç karşılaştınız mı?" diye sordu Çakır. "Seni rahatsız edecek bir şey yaptı mı?"

 

 

 

 

"Hayır." diye fısıldadım. Ağlamak üzereydim!

 

 

 

"Efsun?" Çakır geri çekilmeye çalıştı. Ben göğsünden ayrılmayınca iki eliyle başımı tuttu ve zorla yüzüme baktı. "Efsun? Ne oluyor?"

 

 

 

Hıçkırığımı bastıramadım. Acıyla yüzümü buruşturduğumda Çakır'da aynı ifadeye büründü. "Söyle!"

 

 

 

"Yalan söyledim..."

 

 

 

Dehşetle dudakları aralandı; nefesi hızlandı. "Ne?"

 

 

 

 

"O bana..."

 

 

 

 

 SON

 

Bölüm : 12.12.2025 21:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...