29. Bölüm

Yuva

Emine Fidan
beytikzer

Keyifli okumalar dilerim. Selametle!

 

5 Ocak 1951 Türkiye'de 1,1 milyon işsiz olduğu açıklandı.

 

***

 

Attığı her adım, bir çukura denk gelip ayağının burkulmasına neden oluyordu. Boşuna mı uğraşıyordu, bunca zamandır gösterdiği çabalar boşa mı gitmişti yani? Adalet denilen kavram, kimin için vardı, kimin için işliyordu? Şimdi anlıyordu ki şu hayatta bazıları ne kadar uğraşsa da hakkı teslim edilmiyordu. Hak etmeyen ise ağzında altından bir kaşıkla doğup dolaşıyordu. Ne de doğru söylemişti Rıza, daha önce aynı şeyi tekrar eden komutan; 'Kimi kime şikayet ettin ki?'

 

Haksızlığa uğramanın vermiş olduğu öfke, yüzünü ateşe verirken yumruklarını sıktı Gülilzar. Kime güveneceklerdi? Kadir Bey'in işlediği her suç bir şekilde ört bas mı edilecekti? Allah'tan korkmasa alnının çatısından vururdu Kadir Beyin. Bunu yapsaydı belki de işlemeyen adalet birden işleyiverirdi. Sırf bunu görebilmek için dahi katil olmayı umursamadı o an Gülilzar. Daha fazla dayanamayarak bulunduğu yerden, Ankara'dan gönderilen adamlara yöneldi. Rıza'nın,

 

"Nereye gidiyorsun?" sorusunu umursamadı bile. Odaklandığı şey tamamıyla alınacak hesaptaydı. Açıklamaları gerekirdi. Bu eve ne niyetle geldiklerini söylemek zorundalardı. Kendilerine sunulan dilekçeyi umursayarak mı gelmişlerdi yoksa Kadir Beyi bir şey yapmayacakları konusunda temin etmeye mi? Belki de Gülilzar'ı buradan sürerlerdi. Kim bilir? Onlara yaklaştıkça beylerin gözleri, Gülilzar'a ve arkasından kendinden emin bir şekilde gelen Rıza'daydı. Onlar yaklaştıkça Kadir Bey'in yüzündeki tiksinç gülümseme büyüme başladı. Sonrasında adamlara doğru eğilip bir şeyler söyledi. Ki o konuşmadan sonra görevliler başlarını kaldırarak umursamaz bakışlarını Gülilzar'a yönelttiler.

 

"Muallime hanım, sebebi ziyaretiniz nedir?" Kadir Beyin alayla gerilen dudakları, geniş yüzüne öyle bir yayılmıştı ki Gülilzar, elleriyle bozmak istedi. Lakin kendine hâkim olarak aynı fütursuz maskeyi geçiriverdi yüzüne.

 

"Ankara'dan gelen beyleri görmek istedim. Malum memleketimde alınan kararlar buraya pek uğramıyor. Belki beyler hepimize gelişmelerden bahseder de yurdun her yerinde uyulması gereken kuralları öğreniveririz." Son sözlerini dile getirirken gözlerini, Kadir Bey'in üzerine dikmişti. Lafı gediğine koymuş oluşu; Rıza'nın göğsünü kabarttı. Kendisini ezdirmeyişi, hakkını savunuyor oluşu, adalet anlayışı Rıza'yı gururlandırırken tedirgin de ediyordu. Kötü niyetleri üzerine çekmesinden endişe ediyordu ki bilseydi Kadir Bey'in sevdiğini tehdit etmiş olduğunu, asla izin vermezdi Gülilzar'a. Gerekirse kendi ateşe yürürdü fakat Gülilzar emniyette olmalıydı.

 

Kadir Bey, biraz önceki halinden bir şey kaybetmeden gülümsemeye devam ederken Ankara'dan gelen beyler rahatsızlıkla homurdandı. İçlerinden uzun boylu olanı kaş çatıp elini uzattı. Niyeti Gülilzar'ı tartıp haddini bildirmekti.

 

"Yakup Akdemir, Ankara Mülkiye Teftiş Kurulundan gönderildim." Gülilzar kendisine uzatılan eli sıkarak daha kısa ve şişman olan adama uzattı elini. Eli görmemezlikten gelen adam, burun kıvırarak,

 

"Görmeyeli, hanımlar her işe burnunu sokar olmuş!" dediğinde Gülilzar'ın başından aşağı dökülen kaynar su tenini yakar gibi oldu. Gerilen sinirleri boşalacak gibi olurken Rıza araya girdi.

 

"Beyefendiler çok geçmişte kalmış olmalı. Gerçi hanımlarımızın bizimle eş değer oluşu çok oldu!" Rıza'nın alaylı çıkan sesi, tombul adamı soğuk havaya rağmen ateşler içinde bırakmıştı. Onu yeni fark etmişçesine silkelenip elini Rıza'ya verdiğinde bu sefer kendi eli boşta kaldı. Daha fazla kızaramaz sanılan adam inatla kızarıp bozarmaya devam etti. Aşağılanmayı daha fazla kaldıramayacağını belirtir bir tonda,

 

"Her neyse Kadir Bey, size atılan çamur, değerinizden bir şey kaybetmenize neden olmaz. Müsterih olun!" dediğinde Gülilzar çıldırmışçasına yükseltti sesini.

 

"Bu adama çamur bulaşmadı, kan bulaştı. Kan!" Tombul adamın kendisine bakan cani gözleri kısılırken devam etti Gülilzar. "Karaborsacılık, tefecilik, ne ararsan var bu adamda!" Elini Kadir Bey'e doğrulturken, "Buna rağmen sadece çamur mu bulaştı. Müsterih mi olsun. Siz kimin tarafındasınız. Yularınız kimin elinde?" diye sorularını ardı ardına sıralarken Rıza, onu kolları arasına alarak sakinleştirmeye çalıştı. Biraz daha fazla çıkışırsa zararlı çıkan Gülilzar olurdu. Bu sebeple Rıza, karısını uzaklaştırmaya başladı o kan emicilerden. Genç kadınsa ateş saçan gözlerini ayırmadı hiç onlardan. Aklına kazımak ister gibiydi. Adaletin kimlerin eline kalmış olduğunu görmek ister gibiydi.

 

***

 

Üzerine sinmiş olan öfke, bir türlü çıkmıyordu bedeninden. Kendisiyle bütünleşmiş bir haldeydi neredeyse. Kendine gelemiyordu bir türlü. Derince bir nefes alıp kabanını fırlatmış olduğu odasına yürüdü. Her yeri dağıtmıştı. Sinirlerine hâkim olamayışı, Rıza'dan sonra gerçekleşmişti. O gittikten sonra odasına kapanıp talan etmişti her yeri. Kanunsuzluk burnunun dibine değin gelmişti ve kanun adamları saydığı o beyler ise sanki Kadir Bey, iftiraya maruz kalmış gibi konuşmuşlardı.

 

Odasına biraz çekidüzen verdikten sonra kabanını üzerine geçirip muhtarlığa doğru yürümeye başladı. Şimdiye kadar mutlaka halasından bir mektup gelmiş olmalıydı. Müfettişler bile geldiğine göre... Muhtar'ın o mektubu da okumamış olmasını umdu. Yoksa bütün hıncını ondan çıkarabilirdi. Biraz düşününce açmasını diledi. Üzerine gelmesi için bir sebebi olurdu hem. Başını sallayıp bu pestenkerani düşüncesine içten içe güldü. Ne hale düşürmüşlerdi kendisini de böylesi saçma fikirlerle dolduruyordu kafasını. Biraz daha ilerlediğinde Hacı'nın yavaş adımlarla yürüdüğünü gördü. Ona yetişmek amacıyla hızlanıp yanına vardığında nefesi kesilir gibi olmuştu.

 

"İyi günler!" Gülilzar nedense Hacıyı her gördüğünde neşeyle cıvıldıyordu. Biraz önceki sinirleri buhar olup uçmuştu sanki. Hacı, sese dönüp büyük bir gülümseme bahşetti.

 

"O! Muallime kızım, nasılsın?" Toprak donmak üzereydi. Bu sebeple Hacı elinden geldiğince dikkatli olmaya çalışıyor; düşmemek için elinden geleni yapıyordu. Gülilzar da Hacı'ya ayak uydurarak,

 

"İyiyim sağ olun. Siz nasılsınız?" diye sorduğunda Hacı tebessüm etti.

 

"Vademin dolmasını bekliyorum kızım." Onun bu sözü; Gülilzar'a, Fatma Hanım'ı hatırlattı. Yüzü düşerken konuyu değiştirmeye çalıştı.

 

"Kar erken bastırdı sanki." Hacı bir an anlam veremese de Gülilzar'ın vaziyetini anladı. Boşboğazlığına söylendi.

 

"Erken geldi kızım. Bereket olur inşallah." Gülilzar, 'İnşallah,' dedi içinden. Ki bir aile daha kıtlıktan evini, tarlasını satmasın Kadir Bey'e. Malum kurtuluş yoktu. Hem Gülilzar, zirai bilgisiyle köylüye yardım edebilirdi değil mi? Nihayet yüzü aydınlanırken daha umutluydu artık. Madem elinin uzanamadığı yerler vardı, o da uzanabildiği kadarını tutacaktı. Hacı da Gülilzar'daki bu neşeli değişikliği fark edince kendi de bulandı o sevince. Biraz sonra boğazını temizleyip sessizliği bozdu. "Murat nerelerde? Son vakitler görünmez oldu hepten." Sahi, Murat neredeydi? Gülilzar bilmiyordu lakin bir ihtimal nerede olabileceğini tahmin ediyordu. Bunu Hacı'ya söylemeyi uygun görmeyerek,

 

"Bilmem ki. Cenazeden sonra yok oldu sanki," dediğinde Muhtarlığa varmış olduğunu gördü. Son kez Hacı'ya dönüp selamını vererek Muhtarlığın kapısından geçiverdi. Girer girmez karşılaştığı çocuk yüzünü çevirip bir suç işlemiş gibi kaçarken Gülilzar Rıfat'ın arkasından bakakaldı. Oysa ne severdi kendisini! Şimdi köşe bucak kaçar olmuştu bu küçük adam. Doğru olanı göremeyecek kadar evlattı fakat. Belki Gülilzar da onun yerinde olsa aynısını yapar, suçlayacak birini bulurdu. Bezginlikle soludu. Nihayet muhtara varmış olduğu gerçeği ile karşılaşınca elini uzattı.

 

"Bana gelen bir zarf var mı muhtar?" Muhtar konuşmayıp somurtan bir yüzle masanın altındaki çekmecelere eğildi. Büyük bir anahtarla çekmeceyi açarken söylendiğini Gülilzar bulunduğu yerden dahi duyuyordu. Uzatmak istemeyişi, cevap vermesine engel oldu. Nihayet muhtar da bir tomar zarfı eline alıp masanın üzerine yaydı hepsini. Kısık gözlerle Gülilzar'ın ismini bulmaya çalışırken,

 

"Hah!" dedi. "Buldum." Pullu zarfı uzatıp tek kelime etmeden diğer zarfları gerisin geri koymuştu. Sanki Gülilzar'la konuşası yoktu. Hoş, şu aralar Gülilzar ile konuşmak isteyen çok az insan vardı ve muhtar onların arasında olmadığı için Gülilzar mutluluk bile duyabilirdi.

 

Mektubu kabanının içindeki cebe sıkıştırıp geldiği yolu tepti heyecanla. Bir an önce yuvasına dönüp halasından gelen lakırdıları gözleriyle içmek istiyordu. Bu sefer yolda kendisiyle karşılaşıp fısır fısır konuşanlara aldırmıyordu. Ya da gözleriyle onu öldürebilecekmişçesine bakanlara... Hiçbiri umurunda değildi. Rıza iyiydi mutluydu, birlikte güzellerdi. Halası desen zaten affeylemişti Gülilzar'ı. Daha başka ne dileyebilirdi ki şu hayattan!

 

Okula vardığında mektubu çıkarıp yudumladı satırları. Ne de güzel karalanmıştı kâğıt parçası. Hiçbir değer taşımayan şuncacık kâğıt parçası nasıl da kıymetli oluvermişti! 'Geleceğim,' diyordu halası. 'Gelip sana sıkıca sarılacağım. Bunca geçen zamanı bir kucağa sığdırıp ölecekmişçesine sarılacağım!' diyordu. Ah, o bilmiyordu ki Gülilzar için bir gülücüğün yeteceğini!

 

Gözleri neşeyle dolup taşıyordu. Onun güzel halası, onun biriciği, onun anası... Yüzünde güller açtı Gülilzar'ın. Fakat sonrasında Rıza ile yaptığı nikâhtan, halasının habersiz oluşu yüreğini sıkıştırdı. Nasıl açıklayacaktı, ne diyecekti? Hayal kırıklığına uğramasını istemiyordu lakin yapmıştı işte. Yine de pişman değildi. Rıza iyi, şefkatli bir eşti. Ondan öte iyi bir âşıktı. Onu aklından geçirdiği an birbirleriyle geçirdiği özel anları da üşüştü zihnine. Yüzünü ateş basarken gülümsemeden edemedi. Halası anlayışla karşılayacaktı. Emin olmasa da çabalayacaktı.

 

Mektubu dolabına koyup akşam için yemeği hazır etmeye başladı. Rıza geldiğinde aç olacaktı. Fatma Hanım'ın emanetine iyi bakmalıydı. Bunu dile getirmeden göçmüş olsa da evlenmeleri için bu denli acele etmiş olması bu manaya çıkmıyor muydu?

 

Aşı hazır edip ocağa koyduğunda kapının çalındığını duydu. Gelenin kim olduğunu merak etmişti. Rıza'nın olması mümkün değildi fakat belki Murat'tı. Yokluğu fazlasıyla endişelenmesine sebep olmuştu. Şimdi kapıda olduğu düşüncesiyle hızlanıp bir çırpıda açıverdi kapıyı. Lakin karşısında Murat değil, muhtar vardı.

 

Soğuktan yüzü kızarmış olan muhtar, esen rüzgârla uçacak görüntüsü sergiliyordu. Boyunun uzunluğuna tezatlığı görülmeye değerdi doğrusu. Soğuktan korunmak için kabanına beş karışını gömmüştü sanki. Gülilzar utanmasa gülerdi. Lakin tam bir hanımefendi gibi,

 

"Buyur muhtar. Bir şey mi oldu?" diye sordu. Muhtar, cebinden bir zarfı çıkarıp Gülilzar'a uzatıp,

 

"Doktora gelmişti, vermeyi unutmuşum. Sen iletiverirsin," diyerek geldiği gibi yok oldu. Gülilzar muhtarın gidişini seyir eylemeden kapıyı kapattı. Ardından zarfın nereden gelmiş olduğuna baktı. Fransa'dandı. Gönderene baktığındaysa başından akan kaynar su ile yandı. Mirabelle idi. Üstelik Rıza'nın soy ismini taşıyordu. Mirabelle Öztürk!

 

Ne demekti bu? Daha kendisi bile o soy ismine sahip olamamışken... Sıralardan birine çöküp titreyen elleriyle açtı zarfı. İçinden ne çıkacağını bilmiyordu. Ne ile karşılaşacağını... Fakat güçlü durup öğrenmeliydi. Zira bunu Rıza'ya sorsa bir şekilde sıyrılacağını düşünüyordu. Veyahut kendisi dayanamaz, inanırdı.

 

Nihayet mektuba ulaştığında Fransız sözcüklerle karşılaştı. Konuşması pek de seri değildi ama okuma yazması seri ve kuvvetliydi. Belki de öğretmenlerine teşekkür etmeliydi. Öğrettikleri olmasa şimdi kâğıda boş boş bakadururdu. Sitem doluydu mektup. Gülilzar'ın asla cesaret edemediği şekilde hem de! Sevgisini fısıldıyordu, haykırıyordu ama en çok hissettiriyordu. O okudukça yaşlar gözlerden firar edip usul usul yanağına ulaştı. Çenesinde biraz nefeslenip boğazına doğru süzüldü. Kimi yaşlar ise Rıza'nın öpmeye doyamadığı çenesinde daha fazla durmak istemeyip soğuk beton zeminle öpüşüyordu.

 

'Kıymetlim!' diyordu Rıza'ya. 'Dayanağım, sevgilim, huzursuzluğu tattığım,' diyordu Rıza için. Dön diyordu. 'Yuvana dön. Biriciğimiz için!'

 

Bölüm : 22.11.2024 15:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...