"Gölgen olmadan yürüyemezsin. Gece olmadan yıldızları göremezsin."2
Hava biraz bulanıktı, yağmur yağıyordu. Gece yine o parka gelmişti. Biraz yürüyüş yaptıktan sonra bir banka oturdu. Oturduğu bankta bir pankart buldu. Pankartta:
"Gölgen olmadan yürüyemezsin. Gece olmadan yıldızları göremezsin."
yazıyordu. Gece'nin yüzünde bir gülümseme oluştu. Pankartı olduğu yere bıraktı ve neşeli bir şekilde evin yolunu tuttu.
Yağmur gitgide hızlanmaya başlamıştı. Üzerimde ince kıyafetler olduğu için üşümeye başlamıştım ve kimseye haber vermeden çıkmıştım evden. Hızlı adımlarla eve doğru ilerlerken, evin karşısındaki binadan bir adam seslendi:
— Hey! Sen o haberdeki kız mısın yoksa?
Diye seslendiğini duyduğumda, hızlıca bahçeye girip kapıyı çaldım. Saçlarım su içinde kalmıştı. Kapıyı Gölge açtı. Baştan aşağı beni süzdü, daha sonra içeriye girdim ve şöminenin yanına oturup ısınmaya çalıştım.
— Neden haber vermeden çıktın, Gece?
— Yürüyüş yapmak istedim, sadece.
— Anlıyorum ama ya o şerefsizin adamları seni yakalasaydı? Ayrıca telefonun da yanında değil.
— Daha dikkatli olurum, dedim ve ayağa kalkıp üstümdeki ceketi çıkarıp koltuğun üzerine bıraktım. Odama doğru ilerledim. Odaya girip kapıyı kapattım. Üzerime siyah bir askılı bluz, altıma siyah pantolonumu giydim. Saçlarımı tarayıp kuruttum, daha sonra odadan çıktım.
Gizem ve Rıfat da yeni gelmişlerdi eve. Rıfat, elindeki poşetleri mutfağa götürdü. Gizem de bilgisayarı alıp oturma odasına geçti. Ben ve Gölge de arkasından gittik. Tekli koltuğa oturdum ve:
— Ben bir pankart buldum, parktaki bankta.
— Hmm, ne pankartı? Ne yazıyordu? — dedi Gölge.
— "Gölgen olmadan yürüyemezsin. Gece olmadan yıldızları göremezsin."
Yüzünde bir gülümseme oluştu.
— Neye gülüyorsun?
— Hiç...
Gizem elindeki bilgisayarı birden yere attığında irkildim.
— Ne oluyor be? — dedi Gölge.
Gizem’in yüzünde hem endişeli hem de şaşkın bir ifade vardı. Eliyle saçlarını karıştırıp ayağa kalktı. Bilgisayarın sesini duyan herkes oturma odasına geldi.
— Bir şey mi oldu, Gizem? — dedi Rıfat.
Gizem’in ağzını bıçak açmıyordu. Zorlukla konuşmaya başladı:
— Söylesem mi bilemiyorum...
— Söyle artık Gizem, — dedim.
— Güneş ölmüş. Bildiğiniz, Simge'nin ölümünden 4 yıl sonra kalp krizi geçirmiş. Bunu biz 4 yıl boyunca nasıl duymadık da şu an bu haber karşıma çıktı, inanın bilmiyorum, — dedi.
Gölge dona kaldı, hiçbir şey söylemedi. Nefes bile almıyordu neredeyse.
Bazen bir an gelir, zamanın akışı durur… Gözlerin bir noktaya takılır, dudakların susar, yüreğin eski bir acının izinde titrer. Ne ileri gidebilirsin, ne de geri dönebilirsin. Sadece orada, geçmişin gölgesinde dona kalırsın. Bir ses, bir koku, bir bakış… Ve zihninde, yıllar önce gömülmüş anılar sanki dün yaşanmış gibi.
Gölge, hiçbir şey söylemeden kalkıp gitmek istediğinde, Rıfat ona engel olmaya çalıştı ama başaramadı. Gölge, kendi odasına geçip kapıyı sert bir şekilde kapattı. Arkasından gitmek istediğimde, Rıfat engel oldu.
— Biraz yalnız kalsın, — dedi Rıfat.
Hiçbir şey söylemeyip sadece başımı salladım.
Gölge, odadaki dolabın içinde olan gizli çekmeceyi açtı. Bir kutu çıkarttı. Kutunun içinde kardeşiyle çekindiği küçüklük fotoğrafı vardı. Gölge, fotoğrafı alıp kutuyu çekmeceye koyup kapattı. Daha sonra yatağın üzerine oturup uzun uzun fotoğrafa baktı. Eli, fotoğraftaki kardeşinin üzerinde gezindi. Sol gözünden bir yaş aktı, daha sonra sessizce ağlamaya başladı. En son kardeşinin ölümünde ağlamıştı. Şimdi ise kardeşini öldüren kişiden hesap soramadığı, kardeşinin intikamını alamadığı için ağlıyordu.
Odaya girdiğimde, Gölge gözlerini sildi. Yerdeki fotoğrafı alıp çekmeceye doğru ilerledi. Fotoğrafı çekmeceye koyduktan sonra yatağın üzerine oturdu. Hiçbir şey demedi. Yanına oturup hiçbir şey demeden sadece sarıldım. Zorlukla konuşmaya başladı:
— Benim kardeşimi o kız öldürdü! Ve ben bunun hesabını soramadım.
Sesi gür çıkıyordu. Sımsıkı sarıldı, daha sonra doğruldu, saçlarını düzeltti, ayağa kalktı.
— Bu kadar ağlamak yeter. Güçlü olmamız lazım, yoksa kaybederiz. Benimle bu yolda mısın? Daha doğrusu...
"Var mısın? Bu yolda yanı başımda. Yasla ruhunu bana, kır papatyası." dedi. Ayağa kalktım.
— Her zaman, her daim, — deyip gülümsedim.
Üzerime daha rahat bir şeyler giymiştim. Saçlarımı at kuyruğu şeklinde bağlamıştım. Elimde kahveyle kitap okuyordum. Bardaktaki kahveden biraz içtim, daha sonra odamın kapısı çaldı.
— Gel, — diye seslendim. Gelen kişi Gizemdi. Elimdeki kitabı kapatıp masaya bıraktım.
— Gece, biz Rıfat ile gidiyoruz. Anneannem rahatsızlanmış, hastaneye kaldırmışlar. Annemler de buraya gelmiş. Onları görmem gerekiyor. Yarın öğlen geliriz.
— Anladım, geçmiş olsun canım, — deyip sarıldım. Daha sonra kapıya kadar onunla eşlik ettim. Gölge, elindeki çantayı arabanın bagajına koydu. Rıfat sürücü koltuğuna, Gizem de hemen yanına geçti. Gölge içeriye girdiğinde kapıyı kapattım.
Oturma odasına geçtik. Televizyon açıktı. Televizyonda bir haber vardı. Tam altındaki yazıyı okuyacakken başka bir haber çıktı.
— Kahretsin, — diye kendi kendime söylenmeye başladığımda:
— Ne oldu?
— Daha demin bir haber vardı, tam okuyacaktım, başka bir haber çıktı, — dedim.
— Önemli bir şey değildir, boş ver.
Kumandayı alıp kanalı değiştireceğimde birden elektrikler kesildi.
— Elektrikler kesildi! — diye bağırdığımda, Gölge yanıma geldi. Hissedebiliyordum.
— Elektriklerin kesildiğini görebiliyorum ben de, — deyip elindeki telefonun ışığını açtı. Daha sonra çekmecedeki mumu çıkarıp yaktı. Kalkıp kapıyı örttüğümde karanlıktan korktuğumu belli ettiğimi fark ettim. Camdan diğer binalara baktığımda ışıkları yanıyordu. Sadece bu evin mi elektriği gitmişti?
— Şalter atmış olabilir. Ben bakıp geleyim.
— Hayır!
— Ne bağırıyorsun Gece? Tamam, sen de gel benimle. Umarım elektrikler bir an önce gelir de tuvalete de birlikte gitmeyiz.
Karnına yumruk attığımda güldü. Bir anda kapı çaldı, dona kaldım. Gölge saçlarımı karıştırdı.
— Gelsene? — dediğinde kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtığımızda önümüzde 5 tane polis duruyordu. Gölge önüme geçti. Polislerden biri:
— Hakkınızda ihbar var. Bizimle geleceksiniz, — dedi.
Daha sonra polislerden ikisi zorla benim kolumdan çekiştirip koluma kelepçe taktı. Diğer iki polis de aynı şekilde Gölge'nin koluna kelepçe taktı. Zorla arabaya bindirdiler. Şokun etkisiyle şu an olanı sorgulamam gerekirken sadece susmuştum. Kolumdaki kelepçe bileğimi sıkıyordu. Gölge hemen yanımdaydı, onun da kolunda kelepçe vardı. Göz göze geldiğimizde hiçbir şey demedi ama nedense rahattı.
Karakola geldiğimizde zorlukla arabadan indik. Polisler bizi direkt sorgu odasına aldılar.
— Faruk Güngör’ün korumalarını siz öldürmüşsünüz?
Gölge gülmeye başladı. Sinirden güldüğüne adım kadar emindim.
— Elinizde, bizim öldürdüğümüze dair bir kanıt var mı? dedim.
Polis hiçbir şey demedi. Telefonu çıkarıp o gün Gölge’nin Faruk Güngör’e attığı mesajı gösterdi.
— Bu mesajı bizim yazdığımıza dair kanıtınız var mı? — dedi Gölge, gülerek.
Polis bağırarak:
— Ciddi ol Gölge Çevik! Daha önce Faruk Güngör’e saldırdın mı, saldırdın! — dedi.
Polisin sesi oldukça gür çıktı. İçeriye 4 polis geldi. İki tanesi Gölge’nin, diğer ikisi de benim kolumdan tuttu. Daha sonra karakolun en alt katına inmeye başladık. Aşağı indikçe rutubet kokusu ve sigara kokusu artıyordu.
“En alt kata indiğimizde bir tane demir parmaklıklardan oluşan...”
En alt kata indiğimizde demir parmaklıklardan oluşan küçük bir hücreye geldik. Kapısı açık bırakılmıştı, içeriden buz gibi bir hava geliyordu. Duvarlar nemliydi, zemin yer yer su içindeydi. Bizi içeri ittiklerinde ayak bileklerimiz ıslak zemine değdi, irkildim.
Gölge sessizdi. Yüzü ifadesizdi ama elleri sıkılıydı, tırnakları avuçlarına geçmiş gibiydi. Göz göze geldik. Kafasını hafifçe iki yana salladı. “Sakın panik yapma” der gibi…
Kapı kapandı. Kilit sesi yankılandı duvarda.
— Bize ne oluyor böyle? diye fısıldadım.
Gölge yere çöktü, sırtını soğuk duvara yasladı. Uzun bir sessizlikten sonra konuştu:
— Bu karakol değil Gece… Bu tamamen başka bir yer. Bizi buraya bilerek getirdiler.
— Çünkü artık sadece tanık değiliz… birilerine göre tehditiz.
Birden yukarıdan ayak sesleri duyuldu. Kalın tabanlı botlar… ağır, sert… biri iniyordu. Sesler merdivenlerde yankılanırken, Gölge’nin vücudu hafifçe gerildi. Gözleri kapıya odaklandı.
Kapı açıldı. İçeriye orta yaşlı, kel bir adam girdi. Elinde küçük bir defter vardı. Siyah ceketinin yakasında bir rozet parlıyordu ama resmi bir şeye ait değil gibiydi. Bizi süzdü. Sonra kapıyı ardımızdan yavaşça kapattı.
— Karanlık sizi biraz korkutmuş olmalı. Ama alışın, bu binanın alt katlarında gün ışığı yok. Zaten günahsızlar yukarıda yaşar.
Adam gülümsedi. Gözlerinde ürpertici bir sakinlik vardı.
— Gerçekleri. Ya bizimle iş birliği yaparsınız, ya da o hücrenin içinde çürürsünüz.
Gözlerim Gölge’ye kaydı. İçimde bir his vardı, buradan tek parça çıkamayabiliriz. Ama Gölge'nin gözlerindeki kararlılık hâlâ kaybolmamıştı.
Ve o an… duvarın diğer tarafından boğuk bir ses geldi. Sanki biri kapıya vurmuş gibi. Sonra yine.
Bir.
İki.
Bir ses daha; Gölge.. dedi bu ses Faruk Güngör'ün oğlu Kenan' aitti
Bu sefer ses daha netti. Tanıdıktı. Soğuk ve nefret doluydu.
Gölge’nin göz bebekleri büyüdü. Sırtı bir anda dikleşti. Adımlarını geri attı ama durduğu yerde kaldı. Dudaklarından tek kelime döküldü:
— Demek tanıdın. Faruk Güngör'ün oğlu... Kenan Güngör.
Kapı gıcırdayarak açıldı. İçeriye Kenan girdi. Üzerinde siyah, pahalı bir takım elbise vardı. Sol bileğinde koyu kırmızı bir bileklik… Yüzünde babasına tıpatıp benzeyen bir ifade… sert, soğuk, tehditkâr.
— Ne kadar değişmişsin Gölge. Ama hâlâ geçmişinle yüzleşememişsin.
— Ya da belki… hâlâ kendini suçlu hissediyorsun, kardeşin gibi.
Gölge’nin vücudu gerildi. Bir şey söylemedi. Yumruklarını sıktı. Kenan yavaşça bana döndü, gözleri üzerimde dolandı.
— Sen de Gece olmalısın. Sana dair birçok şey okudum. Özellikle o ilk kaçış hikâyen ilgimi çekti.
— Ne istiyorsun bizden? — dedim, sesim kısık ama sertti.
Kenan iç çekti, o tanıdık kibirli gülümsemeyle yaklaştı.
— Babamın korumalarını kimin öldürdüğünü biliyorum. Ve senin, Gölge… o gece orada olduğunu da biliyorum.
Gölge ileri atıldı ama zincir sesleriyle geri çekildi. Kenan bir adım daha yaklaştı.
Adımı yankılandı hücrenin duvarlarında. Gözlerini bana dikti, sonra Gölge’ye çevirdi. Bir anlığına sanki zaman durdu. Soğuk metalik hava, çürümüş taş duvarlar ve yoğun karanlık… o anın içinde yalnızca üç kişi vardı: geçmişi temsil eden Kenan, karanlığı taşıyan Gölge… ve ben, bu hikâyenin içinde ışığı arayan tek kişi.
Gölge sessizce yanıma yaklaştı. Aramızda sadece birkaç santim kalmıştı. İç çekti.
— Eğer buradan çıkamazsak… bilmeni istiyorum Gece… sen geldiğinden beri içimde sessiz kalan yanlarım konuşmaya başladı.
Sözleri dudaklarından bir fısıltı gibi döküldü. Gözleri benimkilere kenetlendi. Kalbim, ortamın tüm ağırlığına rağmen hızlı atıyordu. Gölge’nin bakışlarında öfke, korku, hüzün vardı… ama en çok da bizi koruma isteği.
Elimi tuttu. Soğuktu, ama dokunuşu güven vericiydi.
— Ben hep yalnızdım. Sessiz, karanlık, kırık. Ama sen… Gece. Sen geldin, içimde gün doğdu.
Gözlerim doldu. Hafifçe başımı eğdim.
— Gölge… Benim de tek ışığım sendin. Bu savaşın içinde, karanlığın ortasında… kendimi ancak senin yanında kaybetmekten korkmadım.
Kenan bir adım daha attı. Sabrı tükenmiş gibiydi.
— Tiyatro mu bitti? Duygusallığınız için size zaman tanıdım ama yeter.
Gölge gözünü ondan ayırmadan elimi sıktı.
— Seni buradan sağ çıkartacağım. Söz veriyorum.
Tam o anda duvardan gelen bir tıkırtı oldu. Ardından bir başka ses… sanki biri kilitle oynuyordu. Kenan döndü.
Tam o sırada, duvarın ardında bir çatırdama daha oldu. Kenan gözlerini daralttı, kapıya yöneldi.
— Ne saçmalık bu... Kim var orada?!
Cevap yoktu, sadece artan bir sessizlik… fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Ardından bir “pat!” sesi duyuldu, hücrenin kapısı bir anda savruldu ve silahlı, yüzü maskeli bir adam içeri girdi.
Kenan geri çekildi, korumaları silahlarını çekti ama adam çok hızlıydı. Göz açıp kapayıncaya kadar ikisini de etkisiz hale getirdi.
Adam gözlüğünü çıkardı. Gölge’nin gözleri şaşkınlıkla açıldı.
— Selam Gölge. Rıfat bana konumunuzu verdi, gelirken biraz temizlik yaptım.
Ben şok içindeydim. Gölge hafifçe gülümsedi, ilk defa bir rahatlık ifadesiyle başını salladı.
—Kırk yıl düşünsem... şuan bizi buradan kurtaracağın aklıma gelmezdi. Ünal dedi Gölge
Ünal hızla bize doğru yürüdü, cebinden küçük bir maymuncuk çıkarıp kelepçelerimizi çözdü.
— Ben Rıfat abine bir söz verdim. ne olursa olsun öz kardeşim gibi koruyacağım seni oğlum. Dedi Ünal
Ünal Rıfat'ın askerlik arkadaşıydı.
Koridorda koşarak ilerlerken ayak seslerimiz karanlıkta yankılanıyordu. Arkamızda Kenan’ın ve adamlarının bağırışları hâlâ duyuluyordu. Ünal, binanın yapısını ezbere biliyormuş gibi en öndeydi.
— Arka çıkışa 30 metre var. Sessiz olun, kameraları devre dışı bıraktım ama fazla vaktimiz yok!
Bir köşeyi dönerken Gölge beni kolumdan tuttu, anlık durdu.
— Şu an sadece kaçmak istiyorum, ama… evet. İyiyim, çünkü sen varsın.
Gülümseyip başını salladı. Sonra tekrar koşmaya başladık.
Sonunda metal bir kapıya geldik. Ünal cebinden özel bir kart çıkardı ve okuyucuya okuttu. Kapıdan çıkan zayıf bir “bip” sesiyle birlikte kilit açıldı.
— İşte burası. Arka otopark, kimsenin aklına gelmez. Hadi!
Kapıyı açar açmaz üzerimize soğuk bir gece havası çarptı. Derin bir nefes aldım, sanki karanlığın içinden yeniden doğmuş gibiydim.
Otoparkın köşesinde siyah bir minibüs vardı. Direksiyon başında Rıfat oturuyordu. Faruk’un mekanında adam bırakmadığı hâlinden belliydi.
— Rıfat! Sıfır hasarla çıkmışsın ha!
Rıfat gözlüğünü indirip sırıttı.
Hızla minibüse bindiğimizde, Gölge'nin aklına Gizem'in anneannesinin hastanede olduğu geldi.
— Sen bizi nereden buldun, Rıfat?
— Kıyafet almak için eve geldim, kapı açıktı. Evin kamerasını izledim, olanları görünce direkt Ünal’ı devreye soktum. Gizem de annesiyle kalıyor, merak etme, dedi.
Minibüs, sessizce karanlık sokaklarda ilerlerken, Rıfat direksiyonun başındaydı. Gölge ise yan koltukta, gözleri dışarıda ama düşünceleri derin bir yerdeydi. Gecenin getirdiği belirsizlik, herkesin içinde bir gerginlik oluşturuyordu. Gece, biraz olsun rahatlamak için gözlerini kapattı ve Gölge’nin omzuna yaslandı. Sessiz bir şekilde, minibüsün ritmiyle uykuya daldı.
Gölge, Gece’nin başını omzuna yasladığını fark etti. Yavaşça, dikkatlice, gözlerini ona çevirdi. Bir an, her şeyin geçip gideceğini düşündü. Gece’nin yumuşak nefesini hissetmek, ona huzur veriyordu. Gölge, bir elini Gece’nin başına koydu ve onu daha rahat tutması için biraz daha yaklaştırdı. Gece'nin uykusuna dair düşünceleri karıştı ama şimdi, ne kadar tehlikeli olursa olsun, sadece ona odaklanmak istiyordu.
Rıfat, minibüsün hızını biraz daha azalttı ve gözlerini arka aynadan Gece’nin uyuduğu yeri fark etti.
— Gece... Uyudu mu? dedi Rıfat, sesindeki yumuşaklıkla.
Gölge başını hafifçe sallayarak, “Evet, uyudu,” dedi. Gözleri hala Gece’nin uyuyan yüzünde, bir süre ona bakarak devam etti, “Bu geceyi atlattığımızda, her şey daha iyi olacak.”
Rıfat, hafifçe gülümsedi ama belli ki zihnindeki diğer sorular hâlâ yerinde duruyordu.
— Gizem’i nasıl bırakabilirim, diye düşünüyordum. Ama seninle birlikte olduğumda, her şeyin doğru yolda gideceğini hissediyorum. Yine de, ne olursa olsun, Gizem’e güveniyorum, anlayışla karşılar. dedi Rıfat, minibüsü bir sokağa doğru yönlendirirken.
Gölge, Gece'nin başını nazikçe tutarak gözlerini Rıfat’a çevirdi.
— Gizem güçlüdür, merak etme. Ama bu geceyi seninle geçirmek, bana başka bir güç veriyor, dedi Gölge, gözlerinde bir anlam belirdi.
Bir süre sessizce yol aldılar. Gece’nin uykusu devam ederken, minibüs yavaşça ilerliyordu. Gece’nin huzurlu hali, Gölge’ye biraz rahatlama sağlamıştı. Onun omzunda uyuyan biriyle yol almak, tüm karanlık ve kaosun arasında bile, küçük bir huzur bulmuştu.
BÖLÜM SONU.
Bu bölüm yazdığım en iyi bölümlerden biri oldu1
Gece ve Gölge arasindaki bağ git gide güçleniyor sizce birbirlerine karşi birşey hissediyor olabilirler mi?
Diğer bölümlere gore noktalama işaretlerine dikkat ettim
Ayrica bölümü okuduktan sonra Kır papatyasi şarkisini dinlemeyi unutmayın
Okur Yorumları | Yorum Ekle |