21. Bölüm
Beyza Yıldırım / YÜZBAŞININ PORTRESİ (FİNAL OLDU) (DÜZENLENMEDE) / ADIM ADIM

ADIM ADIM

Beyza Yıldırım
beyzasi__

Evimize ilk adımı attığımda içimde garip bir heyecan vardı. Koltuklar, masa, halılar… Her şey kutuların içinde duruyordu ama gözümde canlandırınca bile içim ısınıyordu. Umay yanımda, heyecanla etrafa bakınıyordu.

“Şu kanepeyi pencerenin önüne mi koysak?” diye sordu, elinde ölçü almak için tuttuğu mezura ile.

Ben kaşlarımı kaldırıp düşündüm. “Bence güzel olur ama televizyonu nereye koyacağız?”

Umay bir an durdu, sonra gülümsedi. “Onu da şu duvara koyarız. Hem oturduğumuz yerden rahat izleriz.”

Başımla onayladım. “Mantıklı… Tamam, o zaman kolları sıvayalım.”

Birkaç saat sonra

Koltuğu taşırken sırtımda hafif bir ağrı hissettim ama bozuntuya vermedim. “Umay, bak bir şey diyeceğim ama kızma.”

Umay ellerini beline koyup kaşlarını kaldırdı. “Ne oldu Altay?”

Gözlerimi kıstım. “Bu kanepeyi pencerenin önüne koymasak mı?”

Gözlerini devirdi ama gülümsedi. “Altay! İki saattir taşıyoruz, şimdi mi söylüyorsun?”

Kafamı kaşıdım. “E ama gözümde oturtunca tam olmadı gibi...”

Omuz silkti ve kanepeyi yerine bırakıp yanıma yaklaştı. “Tamam, tamam. Bence şöyle yapalım… Önce diğer eşyaları yerleştirelim, sonra gerekirse değiştiririz.”

Derin bir nefes aldım ve ellerimi belime koydum. “Senin dediğin olsun hanımefendi.”

Gülerek hafifçe koluma vurdu. “Alışıyorsun Altay. Güzel.”

Kendi kendime gülümsedim. Evet, alışıyordum. Yeni evimiz, yeni düzenimiz ve hayatımızın ilk günleri… Ve ben, Umay’la birlikte olduğum için her şeye razıydım.

Evimize her şey gelmişti. Mobilyalar, halılar, hatta kedimiz için aldığımız oyuncaklar bile… Öyle olunca, işi hızlandırmak için hemen bir organizasyon yaptım. Tüm tim seferber olmuştu. Birkaç kişi mutfakta tabak çanakları yerleştiriyor, diğerleri salonun koltuklarını ayarlıyor, yatak odasını kuranlar bile vardı. Herkes harıl harıl çalışıyordu.

Ama en çok çalışan kimdi dersiniz? Tabii ki Umay. Küçük bir ceylan gibi oradan oraya koşturuyor, her şeye yetişmeye çalışıyordu. Kot tulumunun cebine sıkıştırdığı alyansını arada kontrol ediyor, elleriyle saçlarını düzeltiyor, sürekli bir şeyleri düzeltme derdine düşüyordu.

Gözlerimi kıstım. Bu kadar hareket yeter. Birkaç adımda yanına vardım, tam dolabın raflarını düzenlerken belinden tuttum ve tek hamlede kaldırdım.

“Sen çok yoruluyorsun,” dedim, sesime otorite katarak. “Otur, dinlen biraz.”

Umay bir an havada kalmanın şaşkınlığını yaşadı, sonra bana itiraz etmeye çalıştı. “Ama ama Altay ya”

Başını iki yana sallayıp dudaklarını büzse de ben onu çoktan kanepeye oturtmuştum bile. Kollarımı kavuşturup gözlerimi ona diktim. “Dinleneceksin. Emir büyük yerden.”

Bir an göz göze geldik. Önce itiraz eder gibi oldu ama sonra pes etti. Dizlerini göğsüne çekip oturdu, yüzünde hafif bir gülümsemeyle beni izlemeye başladı.

Ben mi? Ben de içten içe gülüyordum. Bu evi yerleştirmek iş değil, bu kadınla hayat kurmak iş. Ama olsun… Ben bu işe seve seve razıydım.

Evi kurduğumuzda, birkaç eksik olsa da çoğunluğu halletmiştik. Her şey yerli yerindeydi, sağlamdaydı. Derin bir nefes alıp etrafa bakarken gözüm Umay’a takıldı. En büyük valizi sürüklemeye çalışıyordu.

Kaşlarımı çattım, hızlı adımlarla yanına vardım. “Ne yapıyorsun sen?” dedim, şaşkınlıkla.

Umay başını kaldırıp suçlu bir ifadeyle baktı ama ben ona fırsat vermeden onu bir koluma, valizi de diğer elime aldım ve doğruca yatak odasına yürüdüm. Kollarımda çırpınmaya başladı.

“Altay, bırak beni! Kendim taşıyabilirim!”

Gülerek yatağın kenarına bıraktım onu, valizi de hemen yanına koydum. Eğilip gözlerinin içine baktım, kaşlarımı hafif kaldırarak.

“Umay, o valiz senden ağırdı. Yapma böyle güzelim. Bana de, ben taşıyayım.”

Gülümsedim ama Umay’ın yüzündeki ifade bir anda değişti. Dudaklarını büzdü, gözleri hafif nemlendi.

“Altay…” diye fısıldadı, sesi kırılgan bir hale bürünmüştü. “Fark ettim…”

Kaşlarımı kaldırdım. “Neyi fark ettin?”

Ellerini belime götürdü, hafifçe dokundu. “Belin ağrıyor, biliyorum.”

Yutkundum. Ben bir şey belli etmemeye çalışsam da Umay’ın gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Gülümsememi bozmadan başımı iki yana salladım.

“Önemli değil,” dedim hafif bir sesle. “Sen yorulma yeter.”

Ama Umay öylece durup gözlerimin içine baktı. Sonra başını göğsüme yasladı, usulca fısıldadı.

“Biraz dinleneceksin, tamam mı? Bunu da ben söylüyorum, emir büyük yerden.”

Gözlerimi devirdim ama gülmeden edemedim. Bu kadın… Gerçekten de beni benden alıyordu.

Umay, kıyafetleri tek tek dolaba yerleştirmeye başlamıştı. Ben ise çoktan yatağa uzanmış, ellerimi başımın altına koyarak onu izliyordum. Hareketleri o kadar özenliydi ki sanki her şeyi milimetrik hesaplıyordu.

Gözlerimi kısmış, sırıtarak izlerken dayanamayıp konuştum.

“Evlendiğimizde…” dedim, sesi biraz uzatarak. Umay başını bana çevirdi, kaşlarını merakla kaldırdı.

“Ne?”

Gülümsememi daha da büyüttüm. “Yine seni izleyeceğim böyle…” dedim, hafifçe doğrularak. Sonra göz kırptım. “Ama biraz farklı şekilde.”

Bir saniyeliğine donup kaldı. Sonra yanakları kıpkırmızı oldu, gözlerini kocaman açıp bir şeyler söylemeye çalıştı ama dili dolaştı.

“Sen… Sen var ya Altay!” diye inledi, sonra aniden dolabı kapatıp hızla odadan kaçtı.

Kahkaha atmaktan kendimi alamadım. “Kaçmak yok Umay!” diye arkasından seslendim ama o çoktan gözden kaybolmuştu.

Başımdan hafifçe savurarak kalktım, hala sırıtarak salonun yolunu tuttum. Mustafa Kemal ve Burak’ı yerleştirmeyle uğraşırken buldum. Burak elindeki tabloyu eğip büküyor, Mustafa Kemal de duvara mesafesini ölçmeye çalışıyordu.

Ellerimi belime koyup başımı salladım. “Ne yapıyorsunuz bakalım? Bir tabloyu asmak bu kadar mı zor?”

Burak kaşlarını çattı. “Abi, estetik önemli. Şu tablo 2 santim sola kaysa biteriz.”

Mustafa Kemal iç çekti. “Sanatçı ruhu deyip duruyordunuz, al işte.”

Gülerek aralarına geçtim, bir süre onların yerleştirmelerini kontrol ettim. Ev tam anlamıyla oturmaya başlamıştı ama benim aklım hala kırmızı yanaklarıyla kaçan Umay’daydı.

Evliliğimiz çok eğlenceli olacak, orası kesin.

Evi yerleştirmiş sayılırdık. Koltuklar yerinde, mutfak toparlanmış, hatta halıları bile serip birkaç süs eşyasını bile koymuştuk. Tam, “Oh be, sonunda!” diyecekken… BAM!

Kapı yüzümüze kapandı. TIK! Anahtar döndü.

Ben, Burak, Mustafa Kemal ve geri kalanlar, hepimiz kapının önünde mahsur kaldık. Şok içinde kapıya baktık, sonra birbirimize.

İçeriden Umay’ın sesi geldi: “Evlilikten önce eve girmek yasak Altay! Unuttun mu?”

Yutkundum. Unutmuştum. Ben unuttum. Ama bunu yüzüme böyle vurmak zorunda mıydı ya?

Burak kıkırdadı, Mustafa Kemal kafasını kaşıdı. “Abi… Biz de mi giremiyoruz?”

Burak eğilip kapının altından seslendi. “Kardeşim, biz masumuz, bari bizi al!”

İçeriden Umay’ın sesi yankılandı. “Hepiniz suç ortağısınız! Dışarıda kalıyorsunuz!”

Lan?

Burak bana döndü. “Ne yapıyoruz başkan?”

Derin bir nefes aldım. “Kahve içmeye gidelim. Burak, evin müsait mi?”

Burak omuz silkti. “Evin mi? Hee… Var evet, buyurun.”

Öylece döndük, ağır adımlarla apartmandan çıktık. Kapının önünde yine birkaç saniye durup eve son bir kez baktım.

Burak başını iki yana salladı. “Abi, adamın kendi evinden atılması nedir ya? Tarihe geçtin.”

Mustafa Kemal iç çekti. “Valla aşk böyle bir şeyse ben bekarlık yemini ediyorum.”

Ben derin bir nefes alıp Burak’ın omzuna vurdum. “Yürü lan. Kahve yap bana.”

Ve böylece, düğünden önce son kez evsiz kalmış bir adam olarak, kahve içmeye gittim. Bu kadınla işimiz çok zor ama güzel olacak… Çok belli.

Telefonumu çıkarıp mesaj attım..

Altay: Evde yalnız takılmaca ha? 😏
Altay: Bi anlık at da gözümüz şenlensin 😉🔥

Umay: Altay! 😡
Umay: Ne atıyorum ben sana?

Altay: Evdeki halini merak ettim aşkım, yanlış anlama 😇
Altay: Halıya mı gömüldün, koltukta mı yayıldın?

Umay: Koltukta oturuyorum, çay içiyorum. Ne bekliyordun? 🙄

Altay: Bari çay bardağının fotoğrafını at, hüzünlü hikâye paylaşayım: "Ben evimin önünde beklerken, o içeride huzurun tadını çıkarıyor…" 😔

Umay: Allah seni ne yapmasın Altay! 😂
Umay: Tamam, bir şey atıyorum.

📷 Yeni Fotoğraf Gönderildi

Altay: Aha bakalım… 👀

Altay: Umay, gözümüz senin çay bardağına mı şenlenecek? 😭

Umay: Ne yapayım Altay ya, şimdilik bununla idare et! 😜

Altay: Evlendikten sonra hesabını sorarım, kaçış yok! 😏🔥

Umay: Bekliyorum komutanım! 😉

İlteriş’in evi nasıl olsa bir alt kattaydı. Kafamda plan çoktan şekillenmişti. Telefonumu cebime koyup, sinsice Burak’a baktım.

“Ne yapıyorsun oğlum sen?” dedi şüpheyle.

Ben sırıttım. “Eve girmenin yolunu buldum.”

Burak iç çekti. “Allah’ım yine neye bulaşıyoruz...”

İlteriş’ten anahtarı aldım, hızlıca alt kata indim ve içeri daldım. Doğruca balkona çıktım, gözlerimi yukarı kaldırdım. Bordo bereli yeteneklerimi kullanma vakti.

Balkonun demirlerini kavradım, dizlerimi kırıp kendimi yukarı doğru çektim. Kaslarım gerildi, nefesimi kontrol ettim ve ikinci hamlede balkonun korkuluklarına ulaştım. Umay balkon kapısını açık unutmuş. Şansıma inanamadım.

Yavaşça içeri süzüldüm, kapıyı sessizce kapattım ve etrafa göz gezdirdim. Hedef, salonda kitap okuyordu.

Umay koltuğa gömülmüş, elindeki kitabın dünyasına dalmıştı. Farkında bile değildi. Adımlarımı yavaş attım, nefesimi tuttum. Tam arkasına ulaştığımda, hızla eğilip sımsıkı sarıldım!

Umay çığlık attı, kitap havaya fırladı. “Aaaah! ALTAY!”

Ben gülerek kahkahalar atarken o refleksle beni koltuğa doğru itti. Sert iniş yaptım ama keyfim kaçmadı. Görev başarıyla tamamlanmıştı.

Sırıtarak kolumu koltuğun kenarına attım. “Bazen asker olduğumu unutuyorsun, nişanlım. Hatırlatayım dedim.”

Umay elini göğsüne koyup derin nefes aldı. “Altay… KALBİME İNİYORDU YA!”

Ben kıkırdadım, göz kırptım. “O zaman düğünü hızlandıralım ”

Umay yastığı kaptığı gibi bana fırlattı. Bu kadınla hayat çok güzel olacak… Ama çok tehlikeli de!

Umay hâlâ kalbini sakinleştirmeye çalışırken ben gülümseyerek onu kollarıma aldım. Başını göğsüme yasladı, nefesi hâlâ hafif hızlıydı ama ben sımsıkı sarılınca rahatladı.

“Doyasıya…” diye mırıldandım, saçlarını koklayarak. “Aşkım.”

Umay başını kaldırıp yüzüme baktı, gülümsedi. Gözlerindeki ışık, her şeye bedeldi.

Derin bir nefes aldım. “Umut gelince tamamlanacağız,” dedim yumuşak bir sesle. Sonra gözlerimi kısarak, şeytanca bir gülümsemeyle ekledim: “Ama ben diyorum ki… Şu çocuk olayını evlendikten sonra elimizi çabuk mu tutsak, hı? Ne dersin?”

Umay’ın gözleri kocaman açıldı, yanakları bir anda kızardı. “ALTAY!”

Tam diyeceğini tamamlamadan ikinci yastık geldi şak diye yüzüme.

Kahkaha attım ama pes etmedim. Yastığı yüzümden indirirken sırıttım. “Ne? Planlı programlı gidelim diyorum.”

Umay gözlerini devirdi, dudaklarını büzdü. “Sus Altay!”

Ama ben onun pes etmeyeceğini bildiğim için başımı yana eğdim. “Okey, konuya döneceğiz yani?”

Bir yastık daha fırladı.

Ama ben hedefime kilitlenmiştim. Bu savaş daha yeni başlıyordu.

Gülerek Umay’ı kendime daha da çektim, kollarımın arasından kaçmasına izin vermedim. Bu kadını kaçıracak değilim, iyice sahipleniyorum!

“Kızım, sanki şimdi dedim ya!” diye söylenip kahkaha attım. “Evlenince diyorum işte! Karım olacaksın, karımmm! Canım karımmm! HANIM olacaksın!

Bu sefer iyice coştum, sanki zafer kazanmışım gibi. Umay’ın gözleri büyüdü, dudaklarını ısırıp bir saniye kaçış planı yapmaya çalıştı ama ben fırsat vermedim.

“İMDATT!” diye bağırıp kaçmaya kalktı ama yakalandı.

“Hop, nereye prenses?” diye kıkırdayarak onu kendime doğru çekip sıkıca sarıldım.

Umay, kahkahalar atarak başını göğsüme yasladı. “Yerim seni!” dedim gülerek.

Sonra başını hafifçe kaldırıp bana masum masum baktı, gözlerini kırpıştırdı. “Ben de ondan korkuyorum… Hulk Bey.

Duraksadım.

Kaşlarımı kaldırıp ciddi bir ifadeyle ona döndüm. “Ne dedin?”

Umay dudaklarını büzüp kıkırdadı. “Hulk Bey.”

Derin bir nefes aldım. “Demek öyle...”

Ve aniden onu kucakladım!

“ALTAAAY! BIRAK BIRAK”

Ama artık çok geçti. Bordo bereli Hulk Bey, görevini yerine getirmek için harekete geçmişti.

Homurdanarak Umay’ı bıraktım, tam en güzel anımızı yaşıyorduk ki kapı çaldı.

Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapattım ve tüm sabrımı toplayarak kapıya yöneldim.

“Timden biriyse ölüsü çıkacak buradan…” diye huysuz huysuz mırıldandım.

Arkamdan Umay kahkaha atıyordu. “Altay, adam öldürmek yasak canım,” diye laf attı.

Ben hâlâ yüzüm asık şekilde kapıyı açtım ve ta daaa!

Burak.

Elinde iki kahve bardağı, sanki hiçbir şey olmamış gibi gülümseyerek kapının eşiğinde duruyordu.

“Selam abicim! Evinde mutlu mesut yaşıyorsun ama bizimle takılmayı unuttun! Al, barış kahvesi getirdim.”

Derin bir iç çektim. “Burak, sana kaç kere dedim? ÖNEMLİ OLMADIKÇA BÖLMEYECEKSİN!”

Burak umursamazca içeri girdi, benden kaçamak bir hareketle sıyrıldı ve salona geçti.

“E ama abicim, senin için önemli olan şeylerle benim için önemli olan şeyler aynı değil ki!” dedi, bardağı sehpanın üstüne koyarak. Sonra bana göz kırptı. “Bana göre en önemli şey dostluk, senin için de öyle olmalı.”

Cevap bile vermedim. Sinirle kapıyı kapattım. Umay kanepenin kenarında oturmuş, gözlerinden yaş gelene kadar gülüyordu.

Burak ayakkabılarını çıkardı, yayıla yayıla koltuğa oturdu ve kahvesini yudumladı.

“E hadi,” dedi gülerek. “Devam edin. Ben rahatsız olmam.”

Yastığı kaptığım gibi suratına fırlattım.

Bu evlilik sadece Umay’la değil, bir de Burak’la olacak galiba…

Umay, Burak’a dönüp sırıtarak, “İyi ki geldin, tam zamanında geldin!” dedi.

Gözlerimi kıstım, ona ters ters baktım. Seninle sonra hesaplaşacağız, Umay. Ama şimdi kafamı dağıtmak için odama gittim, kıyafetlerimin düzenine göz atmaya karar verdim. Kendi evimden atıldım resmen, bir köşeye çekilip hayata tutunmaya çalışıyorum.

Dolabı açtım, birkaç tişörtü düzelttim, pantolonları kontrol ettim. Hafiften dağılmış gibiydi ama büyük resimde bir sıkıntı yoktu.

Tam işimi bitirip geri döndüğümde gördüğüm manzara şuydu:

Umay ve Burak, koltukta oturmuş, çay içerek hararetle konuşuyorlardı.

Ama asıl olay neydi biliyor musun? KONU BENDİM.

Kulaklarımı dikerek dinlemeye başladım.

Burak sırıtarak, “Yani Umay, Altay abinin o asker modu bazen fazla baskın geliyor değil mi?” dedi.

Umay kahkaha attı, “Sorma! Adam emir-komuta zinciriyle ev düzenliyor! Dün bardağı mutfağa götürmeyi unuttum, ‘Hanım, bu operasyonun başarısı için koordineli hareket etmemiz lazım’ dedi ya!”

Burak kahkahayı bastı. “Efsanesin Altay abi! Harbi tim komutanı gibi yaşıyorsun.”

Derin bir nefes aldım.

Elimle kapıya vurup boğazımı temizledim.

İkisi de anında sustu.

Ellerimi belime koyup kaşlarımı kaldırdım. “Hayırdır? Arkamdan darbe mi yapılıyor?”

Umay hiç bozuntuya vermeden çayından bir yudum aldı. “Yo yo, senin üstün askeri liderlik vasıflarını övüyorduk.”

Burak da masum masum gözlerini kırptı. “Evet evet, komutanım.”

Gözlerimi devirdim. “Sizi iki dakika baş başa bırakıyoruz, arkamdan hükümet kuruyorsunuz.”

Burak omuz silkti. “Ne yapalım abi, halk konuşuyor.”

Yastığı kapıp yine suratına fırlattım. Bu evde bana huzur yok ama neyse ki eğlence bol.

Burak’a ciddi bir ifadeyle döndüm.

“Hadi sen İlteriş’in evine bak bakayım, ben orada mıyım?”

Burak’ın yüzü bir an boş boş baktı, sonra aniden ciddileşti. Komutan modum açılmıştı.

“Emredersiniz komutanım!” dedi ve askeri disiplinle kapıyı açıp çıt çıkarmadan daireden çıktı.

Kapı kapandı.

Arkamdan kahkaha patladı. Umay, kollarını göğsünde kavuşturmuş, eğlenmiş bir ifadeyle bana bakıyordu.

“Altay, bu yaptığın çok kötüydü. Çocuğun aklıyla oynama!”

Ben umursamazca omuz silktim. “Boş ver şimdi onu… Asıl önemli olan şey şu… Nerede kalmıştık?”

Umay’ın gözleri bir anda büyüdü ama iş işten geçmişti. Tek hamlede belinden tuttum, hop diye omzuma attım.

“ALTAAAY! İMDAT!” diye çırpınmaya başladı ama ben hiç oralı olmadım.

Yatak odasına doğru bir adım attım… Sonra bir adım daha…

Ama içimdeki minik bir vicdan kırıntısı devreye girdi. Tam zamanı değil.

Derin bir nefes alıp iç sesimi dinledim ve yönümü değiştirip koltuğa bıraktım.

Umay hızla doğruldu, yüzü kıpkırmızıydı. “SENİNLE BİR GÜN OLSUN NORMAL YAŞAMAK MÜMKÜN MÜ ALTAY?!”

Kıkırdayarak ona doğru eğildim, kollarımın arasına aldım ve burnuna minicik bir öpücük kondurdum.

“Hayır,” dedim, sesi alçaltarak. “Ve bunu sen de biliyorsun.”

Umay tam laf yetiştirecekken dudaklarını öpmeye başladım.

Bu savaşta kazanan yoktu… Ama kaybeden de ben olmayacaktım.

Umay’ı kollarımın arasından usulca bırakıp geriye yaslandım. Bugünlük yeter, yoksa Burak gerçekten İlteriş’in evinde kaybolup kalacak.

Elime bir kâğıt kalem aldım ve sırıtarak, “Bugün market alışverişi yapmaya gidelim, hı?” dedim. “Bozulacak şeyleri almayız ama ufak tefek alalım artık. Gel, liste yapalım.”

Umay gözlerini devirdi ama gülümseyerek yanıma sokuldu. “Tamam bakalım, ne alıyoruz?”

Kağıda birkaç şey karaladım. “Hmm… Bakliyat alalım. Ama senin bulgura alerjin var, onu es geçiyorum.”

Bir an sessizlik oldu. Umay kaşlarını kaldırıp bana şaşkınlıkla baktı. “Nereden anladın?”

Gözlerimi ona devirdim, hafif bir sırıtışla. “Umay… Çiğ köfte yedikten sonra göbüşün şişiyor, iki aylık hamile gibi geziyorsun.”

Umay’ın ağzı açık kaldı. “ALTAY!”

Ellerimi kaldırıp kahkaha attım. “Şikayet ettiğimden değil aşkım, hatta o halin çok tatlı, ama sağlığın daha önemli bebeğim.”

Umay gözlerini kıstı, kollarını göğsüne kavuşturdu. “Demek hamile gibi geziyorum ha?”

Gülümseyerek başımı salladım. “Evet ama tatlı bir hamile!”

Bir yastık daha yemeye hazırdım, ama Umay bu sefer yastık fırlatmadı. Kollarını çözüp kağıdı elimden aldı, kalemi şımarık bir tavırla sallayarak, “Tamam, listeden bulguru çıkar ama fazladan çikolata yaz,” dedi.

Başımı yana eğip sırıttım. “Bu şantaj mı oluyor şimdi?”

Umay gülümseyerek göz kırptı. “Buna strateji diyoruz Altay Bey.”

Bu kadınla alışveriş bile macera… Ama hoşuma gitmedi desem yalan olur.

 

🏡 KAPSAMLI ALIŞVERİŞ LİSTESİ 🛒

🛑 Temel Gıda ve Bakliyat

✅ 5 kg pirinç (Görevden dönene kadar yetmeli!)
✅ 2 kg mercimek (kırmızı & yeşil)
✅ 1 kg kuru fasulye
✅ 1 kg nohut
✅ 1 kg makarna (çeşitli şekiller)
✅ 1 kg erişte
✅ 1 kg irmik
✅ 1 kg un
✅ 1 kg şeker
✅ 1 kg tuz
✅ 1 kg bulgur (Alınmayacak! Çünkü Umay’ın alerjisi var.)

🥩 Et, Tavuk ve Süt Ürünleri

✅ 1 kg kıyma
✅ 1 kg kuşbaşı et
✅ 1 bütün tavuk
✅ 500 gr sucuk
✅ 1 kg yoğurt
✅ 500 gr peynir (kaşar & beyaz peynir)
✅ 1 litre süt
✅ 1 paket tereyağı
✅ 1 paket margarin

🥦 Sebze & Meyve

✅ 2 kg patates
✅ 1 kg soğan
✅ 1 kg havuç
✅ 1 kg domates
✅ 1 kg salatalık
✅ 1 demet maydanoz
✅ 1 demet dereotu
✅ 2 kg elma
✅ 2 kg portakal
✅ 1 kg muz

🍞 Kahvaltılık ve Atıştırmalıklar

✅ 1 kg zeytin (siyah & yeşil)
✅ 1 kavanoz bal
✅ 1 kavanoz reçel
✅ 1 kutu labne
✅ 1 kutu krem peynir
✅ 1 paket mısır gevreği
✅ 1 paket fındık ezmesi
✅ 1 paket çikolata (Umay’ın isteği! 😏)

🍪 Atıştırmalık ve İçecekler

✅ 2 paket bisküvi (tatlı & tuzlu)
✅ 2 paket çikolatalı gofret
✅ 1 paket cips
✅ 1 kutu kahve (filtre & granül)
✅ 1 kg çay
✅ 1 şişe meyve suyu

🧴 Temizlik ve Hijyen Ürünleri

✅ Çamaşır suyu
✅ Tuvalet kağıdı (büyük paket)
✅ Kağıt havlu
✅ Şampuan (Altay & Umay için ayrı)
✅ Duş jeli
✅ Sıvı sabun
✅ Bulaşık deterjanı
✅ Çamaşır deterjanı
✅ Yumuşatıcı
✅ Islak mendil

🏠 Mutfak & Diğer İhtiyaçlar

✅ Alüminyum folyo
✅ Streç film
✅ Buzdolabı poşeti
✅ Çöp poşeti (küçük & büyük)
✅ Kibrit / Çakmak
✅ Baharatlar (karabiber, pul biber, kimyon vb.)

Umay listeye bakarken kaşlarını kaldırdı. “Altay, biz markete mi gidiyoruz yoksa kıyamet hazırlığı mı yapıyoruz?”

Ben omuz silktim. “Ne olur ne olmaz, önceden önlem almak lazım.”

Umay gözlerini devirdi ama listeyi katlayıp cebine koydu. “Peki komutanım, hadi gidelim.”

Bu alışveriş macerası kolay geçmeyecek… Ama ben hazırım!

Umay’ın elindeki listeye göz attım ve bir saniye duraksadım.

Çünkü listeyi sadece yazmamış… SÜSLEMİŞTİ!

Yanında minik kalpler, gülücükler, hatta bazı ürünlerin yanına küçük resimler çizmişti. Çamaşır suyunun yanına bir sabun baloncukları çizmiş, çikolatanın yanına minik bir kalp, pirincin yanına da küçük bir tencere.

Bunu bilinçli yapmadığını biliyorum ama içim bir hoş oldu.

Gözlerimi kısmış, hafif bir sırıtışla listeyi incelerken, başımı kaldırıp ona baktım. “Hayatımda gördüğüm en tatlı liste bu.”

Umay kaşlarını kaldırdı, yüzünde hafif bir kızarma belirtisi belirdi. “Ne var canım, biraz eğlenceli olsun dedim.”

Gülerek başımı salladım. “Bundan sonra her listeyi sen yazıyorsun. Resimler dahil.”

Umay gözlerini devirdi ama gülümsemekten kendini alamadı. “Tamam ama seni mutlu etmek için değil, Burak görürse dalga geçsin diye yapıyorum.

Kahkaha attım, listeyi katlayıp cebime koydum. “Hadi bakalım Picasso Hanım, çizimlerin şaheser ama alışveriş de yapmamız lazım.”

Ve böylece, bir alışveriş listesiyle bile nişanlılığın tatlı yanlarını keşfetmeye devam ettik.

Market baskını tam anlamıyla başlamıştı. Tim, Umay ve ben alışverişe çıktığımızda plan belliydi: Listeye uyacağız, gereksiz şeyler almayacağız. Ama işler markete girer girmez çığırından çıktı. Daha biz reyonları incelemeye fırsat bulamadan, herkes birer alışveriş sepeti kapmış ve ne bulursa içine atmaya başlamıştı.

Burak, cips reyonuna dalıp üçer beşer paketleri sepete atarken, Mustafa Kemal çikolata standına yönelmişti. İlteriş, tamamen rastgele bir mantıkla, sadece etiketi hoşuna gittiği için bir şeyler alıyor, Selim ise büyük bir coşkuyla kolonyaların indirimde olduğunu fark edip beş şişe birden sepete dolduruyordu. Tam bir keşmekeş.

Ben ve Umay ise disiplinimizi bozmadan listeye sadık kalmaya çalışıyorduk. Kağıdı sıkıca tutup kaşlarımı çattım, içimdeki bordo bereli disiplinle ekibi toparlamaya niyetlendim. “Beyler, biz listeye uyacağız, ne bulursanız almayın!” dedim sertçe. Ama bu ekibin beni dinleme ihtimali var mıydı? Yoktu.

Umay hafifçe gülerek bana döndü. “Bırak Altay, bunlar zaten bizi dinlemeyecek. Biz kendi işimize bakalım,” dedi. Derin bir nefes alıp sakinliğimi koruyarak onunla birlikte listeden eksikleri tamamlamaya koyuldum. Bakliyatları sepete yerleştirdik, çamaşır suyu ve tuvalet kağıdı alındı, sıra diğer temizlik ürünlerine gelmişti ki arkamdan Burak’ın sesi yükseldi.

“Komutanım! Karpuz seçebiliyor musun?”

Bir an duraksadım. Lan? Kışın ortasında karpuz mu alacağız?! Yavaşça arkamı döndüm. Burak, koca bir karpuzu iki eliyle tutmuş, ciddi bir ifadeyle bana bakıyordu.

Umay kahkaha atmamak için kendini zor tutarak koluma dokundu. “Altay, bence görev bilinciyle karpuz testine girmen lazım,” dedi alaycı bir gülümsemeyle.

Gözlerimi devirdim, derin bir nefes aldım ve içimden, “Bu alışveriş düşündüğümden çok daha zor olacak…” diye geçirdim.

Burak’a döndüm, kaşlarımı kaldırıp ciddi bir ifadeyle gözlerinin içine baktım.

“Koy onu yerine. Mevsiminde yersin.”

Sesimdeki otoriteyi fark edince bir an duraksadı. Karpuzu hala havada tutuyordu, gözleri hafif kısıldı.

“Abi, ama bak ne güzel… Şöyle buz gibi kesip yesek?” diye mırıldandı, karpuzu sepetine koymaya yeltendi.

Gözlerimi devirdim. “Burak, o karpuzu oraya bırak. Kimse kışın ortasında karpuz almaz. Mantıklı ol.”

Burak gözlerini kısarak kaşlarını çattı, karpuzu kaldırıp biraz tarttı. Sonra başını iki yana salladı ve iç geçirerek yerine koydu. Ama bakışlarından anladığım kadarıyla, bu mesele burada bitmemişti.

Arkamdan Umay hafifçe kıkırdadı. “Altay, adamın kış ortasında karpuz hayalini yıktın,” dedi eğlenerek.

Burak iç çekerek başını salladı. “Komutanım çok katısın, valla hiç romantik değilsin…”

Gülümseyerek listeyi elime aldım ve yürümeye devam ettim. Bu market alışverişi, tahmin ettiğimden de fazla sabır gerektiriyordu…

Alışveriş sonunda bitmiş, torbalarla dolu halde eve dönmüştük. Herkes aldığı ürünleri yerleştirmek için hemen işe koyuldu. Ama bu sefer, ilginç bir şekilde herkes Umay’a danışarak hareket ediyordu.

“Umay, bu şampuanları nereye koyuyoruz?”
“Umay, bakliyatları hangi rafa dizelim?”
“Umay, buzdolabında sütü alta mı koyuyorsun üste mi?”

Tim’in onu bu kadar benimsemesi hoşuma gidiyordu. Umay da memnundu, her soruya hafif bir gülümsemeyle cevap veriyor, mutfakta işleri büyük bir özenle organize ediyordu. Bu kadın tam anlamıyla timin “komutan eşi” olmuştu bile.

Ben de gülerek onları izlerken mutfağa girdim. Umay, bakliyatları tek tek yerleştirirken, sessizce yanına yaklaştım. Hiç fark etmedi. Tam dikkatini pirinç torbasına vermişken, arkasından yaklaşıp sıkıca sarıldım.

Omuzları bir an irkildi ama sonra gülerek başını göğsüme yasladı. “Altay, mutfağa gizlice sızıyorsun yine…” diye fısıldadı.

Gülümseyerek boynuna hafif bir öpücük kondurdum. “Evi bu kadar güzel yönettiğini görmek hoşuma gidiyor,” dedim, sarılışımı biraz daha sıkılaştırarak.

Umay hafifçe iç çekti ve ellerini benimkilerin üzerine koydu. “Senin timin beni sahiplendi, ben de onları… Bence fena bir ekip değiliz, ne dersin?”

Gözlerimi kapatıp başımı hafifçe eğdim. “Bence mükemmel bir ekibiz.”

Ve o an, mutfakta pirinç torbaları ve çay kutuları arasında, sadece birbirimizin varlığıyla mutlu olduğumuzu hissettim.

Akşam, İlteriş ve Ulaş’ın evinde toplandık. Ulaş ve Umay mutfağa girip harikalar yaratmıştı. Sofraya oturduğumuzda yemeklerin kokusu bile bizi doyurmaya yetmişti. Hepimiz büyük bir iştahla yedik, sohbet ettik, şakalaştık. Yemekten sonra, çay demlenene kadar herkes otomatik olarak sosyal medyaya gömüldü. Evrensel akşam sonrası sessizliği.

Ben ve Umay ise farklı bir şey yapmaya karar verdik. Telefonu açıp Umut’u görüntülü aradık. Ekranda minik kıvırcık bir kafa belirdi. Umut büyümüştü, gözleri daha parlaktı, hareketleri daha bilinçliydi. Umay, ekrana sevgi dolu bir ifadeyle bakarken, ben fark etmeden gözlerimi kısıp kritik bir detayı yakaladım.

“Lan… Umay, bunun tüyleri kıvırcık olmuş?” dedim kaşlarımı kaldırarak.

Umay hafifçe kıkırdadı, Umut ekrandan bize miyavlayarak bakıyordu. Ama benim aklım geçmişe gitmişti.

Bir görev sonrası, meşhur "sıfır numara" operasyonum gelmişti aklıma. Umay o zaman kafamı kazıttığım için bana günlerce sinirlenmişti. “Koca kafanı kazıttın, ben seni kıvırcık seviyorum!” diye diye her gün sitem etmişti. Ama işte… Genetik denen bir şey vardı.

Şimdi ise ekrandaki minik tüylü ve kıvırcık versiyonumuz, bana bakıyordu. Gözlerimi devirdim, ama Umay fırsatı kaçırmadı.

“Altay,” dedi muzipçe. “Oğlumuz sana benziyor.”

Tam o an, tim kahkahayı bastı.

Burak, elindeki telefonu bırakıp “Abi, sana daha iyi bir kopya olamazdı!” diye gülerken, Mustafa Kemal başını sallayarak “Valla, kıvırcık kaderinden kaçamıyorsun komutanım,” dedi.

Ben ise gülerek başımı iki yana salladım. Kendi kaderimle yüzleşiyordum. Kıvırcık Umut ekrandan miyavlarken, ben de iç çekerek gülümsedim.

Umay ekrandaki kıvırcık Umut’a bakıp sırıtarak, “Kıvırcık kedi nadir görülür,” dedi.

Ben de aynı şekilde sırıttım. “Evet, bizden çok yok.”

Umay gözlerini kısarak bana döndü ve aniden elini kafama koyup ovuşturdu. Kazıttığım kafayı.

“Ben seviyordum…” diye mırıldandı, dudaklarını büzerek.

Gözlerimi ona devirdim. Yine mi bu muhabbet? Ama o kadar masum bakıyordu ki içim eridi. Hafifçe etrafa göz gezdirdim, timden kimse bize bakıyor mu diye kontrol ettim.

Burak? Telefona gömülmüş.
Mustafa Kemal? Gözlerini televizyona dikmiş, maç izliyor.
İlteriş? Atıştırmalık peşinde.

Hızlı karar verdim. Şimdi tam zamanı.

Hiç bekletmeden aniden eğilip Umay’ın dudaklarından öptüm. Tam şaşıracakken, aynı hızla geri çekildim ve sırıtarak yerine yaslandım.

Umay’ın gözleri kocaman açıldı. “Altay!” diye fısıldadı, hem şaşkın hem de hafif kızarmış bir şekilde.

Omuz silktim, göz kırptım. “Kimse fark etmedi, çaktırma.”

Ama Umay hemen toparlandı, hafifçe gözlerini devirdi ve kıkırdayarak elini dizime vurdu.

Bu iş böyleydi işte… Tim içinde bile fırsatları değerlendirmeyi bilen kazanıyordu.

 

“Ee,” dedim sessizliği bozarak, gözlerimi Mustafa Kemal’e diktim. “Bir türkü patlat da kulaklarımız şenlensin.”

Mustafa Kemal başını salladı, belli ki söylemeye niyetlenmişti ama tam o sırada Umay omzuma hafifçe dokundu. Başımı ona çevirdiğimde gözleri hafif parlıyordu.

“Ben de söyleyebilir miyim?” dedi yumuşak bir sesle.

O an odada kısa ama derin bir sessizlik oldu.

Herkes şok içinde Umay’a döndü. Mustafa Kemal elindeki bardağı bırakıp ona bakarken, Burak gözlerini kocaman açmıştı. Umay’ın şarkı söyleyeceğini kimse beklemiyordu.

Ama ben hiç tereddüt etmeden gülümsedim, elini tuttum. “Tabii ki, bir tanem.”

Umay hafifçe derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatıp söylemeye başladı:

"Bir gün çıkıp gel uzak yollardan
Benim can yaramı sarmak için
Çünkü bir nefes ki aşk sana benzer
Benim can yaramı sarmak için
Çünkü derin bir nefes ki aşk sana benzer…"

Ses odayı doldurdu.

Herkes büyülenmiş gibi dinliyordu. Umay’ın sesi yumuşak, içten ve etkileyiciydi. Şarkı ilerledikçe herkes sessizleşti, sanki odadaki tek şey Umay’ın sesi ve şarkının dokunduğu anılardı.

"Gökte parlayan ay, kalpte incinen söz
Çölde ışıldayan su sana benzer
Hoyrat bir aşk içinde yandım çok zaman
Söyle koca bir hayat nasıl geçer?"

Ben, gözlerimi ondan alamıyordum. Bu kadın…

Sadece benim Umay’ım değil, ruhuma işleyen sesin sahibiydi.

Şarkının sonuna geldiğinde odada bir sessizlik oldu. Herkes birkaç saniye boyunca hiçbir şey söylemedi. Sonra Burak derin bir nefes aldı ve şaşkınlıkla başını salladı.

“Umay… Sen… Sen neden bugüne kadar söylemedin?!”

Mustafa Kemal gülümseyerek alkışladı. “Helal olsun, valla beklemiyorduk.”

Umay hafifçe gülümsedi, ama ben hala ona bakıyordum.

Ellerimi beline doladım, hafifçe başımı eğdim ve fısıldadım: “Sensiz geçen her ömür küle benzer, değil mi Umay?”

Gülümsedi.

Ve o an anladım ki, hayatımın en güzel ezgisi hep onun sesi olacaktı.

Umay’ın başına yumuşak bir öpücük kondurup onu göğsüme yasladım. Sesi hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu. Tim ve ben bile beklemiyorduk böyle bir performansı… Ama Umay her zaman şaşırtmayı severdi. Şimdi sırada Mustafa Kemal vardı.

İlteriş sessizce yerinden kalktı, köşede duran gitarı bıraktı ve sazı eline aldı. Sanki o da bu ana hazırlanmış gibiydi. Mustafa Kemal gözlerini hafifçe kapattı, derin bir nefes aldı ve yanık sesiyle türküye başladı:

"Tabib sen elleme benim yaramı
Beni bu dertlere salanı getir
Kabul etmem bir gün eksik olursa
Benden bu ömrümü çalanı getir…"

Oda bir anda bambaşka bir atmosfere büründü. Türkünün ağırlığı herkesin içine çöktü. Sazın tellerinden çıkan her notada, Mustafa Kemal’in sesindeki her titreşimde bir hüzün, bir yaşanmışlık vardı. Burak, elindeki çay bardağını yavaşça masaya koydu, İlteriş başını hafifçe sallayarak sazı konuşturmaya başladı.

"Git ara, bul getir, saçlarını yol getir
Bir kor oldu, görülüyor özümden
Name name inliyor sazımdan…"

Ben derin bir nefes alıp Umay’ı biraz daha kendime çektim. O da gözleri kapalı, türkünün ritmine dalmıştı. Türkü sadece bir türkü değildi, içindeki yaraları anlatan bir ağıttı.

"Dünyayı verseler yoktur gözümden
Dili bülbül, kaşı kemanı getir
Git ara, bul getir, saçlarını yol getir…"

Mustafa Kemal’in sesi titrediğinde, herkes içinde bir şeylerin sarsıldığını hissetti. Bu türkü canımızdan can alan, derinlere işleyen bir şeydi. Bütün geçmişi, yaşanmışlıkları, kayıpları, hasretleri içinde taşıyan bir ağıttı.

Şarkı bittiğinde bir süre kimse konuşmadı. Herkes bir süre sessizliği dinledi.

Sonra Burak hafifçe iç çekti, çayından bir yudum aldı ve gözlerini Mustafa Kemal’e dikti:

“Abi, bu neydi ya… İnsan biraz da mutlu türkü söyler.”

Tim kahkaha atarken, ben başımı iki yana salladım. Bazı şarkılar sadece mutlu olmak için değil, hissetmek içindi.

Ve o gece hem gülüp eğlendiğimiz hem de içimizde derin yaralar açan bir gece olarak hafızamıza kazındı.

Umay, başını göğsümden kaldırıp bana döndü. Gözleri parlıyordu, dudaklarında hafif bir gülümseme vardı.

“Aşkım, lütfen sen de söyle bir türkü,” dedi yumuşacık bir sesle.

Bir an duraksadım, sonra gözlerimi ona diktim. “Hangisini söyleyeyim bir tanem?”

Umay hafifçe başını yana eğdi, gözlerini kırpıştırarak “Sen seç,” dedi gülümseyerek.

Kollarımı çözerek doğruldum ve İlteriş’e döndüm. “Bas gitarını koş, kap gel,” dedim kararlı bir sesle.

İlteriş, önce şaşkınlıkla bana baktı, sonra gülümseyerek hızla odadan çıktı. Kısa bir süre sonra, elinde bas gitarıyla geri döndü. Sazdan sonra böyle bir geçiş yapacağımızı tahmin etmiyordu ama benim planım belliydi.

Tim, meraklı gözlerle bana bakıyordu. Burak, kollarını göğsünde kavuşturup sırıttı. “Vay vay vay, büyük an geldi ha?”

Umay ise hafifçe kıkırdayarak elini dizime koydu. “Sabırsızlanıyorum komutanım,” diye fısıldadı.

İlteriş bas gitarı elime uzattığında, parmaklarımı tellerin üzerinde gezdirdim ve derin bir nefes aldım. Bu gece bambaşka bir gece olacaktı.

Bas gitarın tellerine hafifçe dokunarak ilk notayı verdi İlteriş. Gözlerimi kapattım ve Umay’a açılmadan önceki o zamanlara geri döndüm. O zamanlar, içimdeki duyguları kendime bile itiraf edemediğim, onu uzaktan sevdiğim günlere…

Ve başladım söylemeye:

“Evleri sıra sıra, yaylanun yamacında
Bu sevdaluk geçer mi, gece gündüz başımda
Şu en güzel yaşımda, vay bana, eyvah bana…”

Odaya derin bir sessizlik çöktü. Sazın sıcak tınısının ardından gelen bas gitarın derin sesi, ortama farklı bir hava katmıştı. Şarkı ilerledikçe, herkesin bana odaklandığını hissedebiliyordum ama benim gözüm yalnızca Umay’daydı.

Oturduğu yerde hiç kıpırdamadan bana bakıyordu. Gözleri parlıyordu ama içinde garip bir hüzün de vardı. Şarkının sözleri ona ne kadar dokundu bilmiyordum ama bana o eski günleri hatırlattığı kesindi.

“Yağmur yağayi yağmur, evlerun çatısına
Neylesin yağan yağmur, gönlümün sevdasına
Bahtımın karasına, vay bana, eyvah bana…”

Her kelime içimden kopup geliyordu. Ona söylemek isteyip de söyleyemediğim her şey, şarkının içinde saklıydı. O zamanlar, onun bana hiç bakmadığını, beni fark etmediğini sanıyordum. Sevgim platonikti, belki de sonsuza kadar öyle kalacaktı. Ama şimdi… Şimdi tam karşımdaydı.

Son notaları çalıp sesi yavaşça susturduğumda birkaç saniyelik derin bir sessizlik oldu. Sanki odadaki herkes, şarkının etkisini sindirmeye çalışıyordu.

Ve sonra, başımı kaldırıp gözlerimi Umay’a diktim.

“Bu şarkıyı, kafamı altüst ettiğin gece dinlemiştim yavrum,” dedim, sesim kısık ama içten.

Umay gözlerini kırpıştırdı, gözlerindeki duygular karmaşıktı. Hafifçe gülümsedi ama içindeki yoğunluğu saklayamıyordu. Elini yavaşça uzatıp dizime koydu, belli ki söyleyecek çok şeyi vardı ama kelimeleri toparlayamıyordu.

Tim’in geri kalanı hâlâ sessizlik içindeydi, ta ki Burak “Ulan Altay abi, içimize çöktün be!” diyene kadar.

Herkes bir anda hafifçe gülümseyip derin bir nefes aldı ama ben sadece Umay’a bakıyordum. Çünkü bu gece, şarkıyla birlikte geçmişe bir yolculuk yapmıştık.

Ve o yolculuktan döndüğümüzde, artık her şey daha anlamlıydı.

Umay gözlerimin içine baktı, sesi yumuşaktı ama içinde tarif edilemez bir his vardı.

“Altay…” dedi, hafifçe gülümseyerek. “Seni çok seviyorum. Bunu bil ve hisset.”

Gözlerindeki parıltı o kadar gerçekti ki içim sıcacık oldu. Yüzüme hafifçe yaklaştı, ben de ona doğru eğildim. Tam yanağına yaklaşmıştım ki…

Bir anda arkamdan bir ses yükseldi:

“Eğer öpüşürlerse kusarım.”

LAN?!

Başımı şimşek hızında çevirip baktım. Tabii ki Burak.

Elini çenesine koymuş, Buz Devri’nden replik patlatmıştı.

Tam kalkıp Burak’ı haritadan silmeye niyetleniyordum ki, Ulaş benden önce davrandı ve şak diye kafasına bir tane geçirdi.

Burak gözlerini devirdi, kafasını ovalayarak mırıldandı. “Tamam tamam, romantik sahnelerden hoşlanmıyor olabiliriz, neden şiddet?”

Ben ise sinirle kaşlarımı çatıp ona döndüm.

“Burak, sırf şu hareketin yüzünden düğünümde seni çocuk masasına oturtacağım.

Mustafa Kemal kahkahayı bastı, İlteriş gülerek omzuma vurdu. “Oğlum zaten çocuk değil mi?”

Umay ise ellerini beline koyup kaşlarını kaldırdı. “Altay, bence düğünde ona özel masa yapalım: ‘Burak ve Çocuk Arkadaşları’.”

Tim kahkahaya boğuldu, Burak bir yastık kapıp bana fırlattı ama artık çok geçti.

Romantik anım sabote edilmişti ama Umay’ın gülen gözlerine bakınca içimden bir şey diyemedim. Beni en çok mutlu eden şey, onun böyle yanımda olmasıydı.

Ama Burak? Burak’ın başı dertteydi.

Umay’ı kollarıma alıp arkama yaslandım, keyfimize bakıyorduk ki Burak "Hadi film açalım!" diye ortaya atıldı. Kimse karşı çıkmadı, çünkü ortam zaten sıcaktı, çaylar içilmiş, muhabbetin dozu güzelce ayarlanmıştı.

Ama Burak’ın açtığı filmi görünce gözlerimi devirdim.

Arif ve 216.

“Burak, yemin ediyorum şu filmi 29048 kere izledik!” diye hafifçe sövdüm. Ama Burak? Burak sanki ilk defa izliyormuş gibi pür dikkat ekrana kilitlenmişti.

Tim anında isyan etti. “Oğlum vallahi bıktım ya! Başka bir şey aç, yeter!”

İlteriş de destek çıktı. “Harbi, başka film mi kalmadı?”

Ama tam o sırada Umay araya girdi.

“Ben izlemek istiyorum,” dedi hafifçe gülümseyerek.

O an tüm itirazlar sustu.

Tim gözlerini devirdi, Burak sırıtarak koltukta yayıldı. Zaferini kutluyordu.

Ekrana bakarken hafifçe homurdandım. Umay başını göğsüme yasladı ve kıkırdayarak, "Bence çok eğlenceli," dedi.

Derin bir iç çekip pes ettim. Bu gece de Burak kazandı. Ama içimden “Bir gün bu adamı film seçme yetkisinden mahrum bırakacağım,” diye söz verdim…

Film ilerledikçe Burak ve Umay’ın kahkahaları yer yer kesiliyor, bazı sahnelerde duygusal moda giriyorlardı. Derken o sahne geldi.

“Robot olabiliriz ama duygularımız var!” dedi 216, gözleri dolmuş bir şekilde.

Ve iç çekerek ekledi: "Ben insan olmak istiyorum Arif!"

Tam o an, Burak ve Umay’ın gülmeleri yerini dramatik bir sessizliğe bıraktı. Umay başını yana eğdi, hafifçe iç çekti. “Ayyy… Ne kadar içten bir sahne,” dedi duygulanarak. Burak bile gözlerini kısıp, “Vay be, adam haklı,” diye mırıldandı.

Ama Tim? Tim’in sabrı artık bitmişti. Yavaşça koltuğa yaslandı, gözlerini devirdi ve mırıldandı: “Ben insan olmak istiyorum ama bu filmi izlerken içimden taş olmak geçiyor.”

Bu sefer ben kahkahayı bastım. Çünkü Umay’ın mutluluğunu izlemek keyifliydi ama Tim’in çektiği çile, her şeyden komikti.

Film bittiğinde herkes birer birer evlerine dağılmaya başladı. Uzun, kahkahalarla dolu bir akşam olmuştu ama yarın önemli bir gün beni bekliyordu. Sabah erken yola çıkacağım için Umay’la birlikte eve döndük.

Kapıyı kapatır kapatmaz doğrudan valiz hazırlamaya koyulduk. Yarın Mardin’e gidecektim. Hem Umut’u almaya hem de son prosedürleri halletmeye.

Umay sessizce dolabı açıp benim için birkaç şey çıkarmaya başladı. Bir yandan kıyafetleri valize yerleştirirken bir yandan da beni izliyordu. Ayrılıklar ona hiç iyi gelmiyordu, kısa bile olsa. Ama bir şey söylemeden sadece yanımda durdu, hareketlerimle göz göze geldiğinde hafifçe gülümsedi.

Valizi kapattım, derin bir nefes aldım. “Sabah erkenden çıkacağım. Umut’u alınca dönüş yolu daha keyifli olacak,” dedim.

Umay gülümsedi ama içinde biraz hüzün vardı. “O minik kıvırcık seni özledi, biliyorum.”

Ben hafifçe gülerek ellerimi beline koydum. “Sadece o mu? Sanki burada biri daha özleyecekmiş gibi geliyor.”

Umay dudaklarını büzdü, gözlerini kaçırdı. “Kim özleyecekmiş canım? Ben gayet rahat olurum.”

Gözlerimi kısarak ona baktım. Yalan söylüyordu. Ama bunu dile getirmek yerine, onu kendime çekip alnından öptüm.

“Ben de seni özlerim Umay. Ama söz, çabuk döneceğim.”

Ve o an, valiz hazırdı ama içimde garip bir his vardı. Bu yolculuk sadece bir iş seyahati olmayacaktı, bir şeylerin başlangıcıydı.

Valiz hazırdı, ama gitmeden önce yapmam gereken en önemli şey vardı. Umay’a döndüm, ellerimi yüzüne koyup hafifçe saçlarını okşadım. O da gözlerini kısıp bana baktı, sanki "Hadi bakalım, ne yapacaksın şimdi?" der gibi.

Hiç konuşmadan eğildim ve ona uzun bir iyi geceler öpücüğü verdim. Dudaklarımız ayrıldığında gözleri hâlâ kapalıydı. Hafifçe gülümsedi ama hiçbir şey söylemedi. Zaten gerek de yoktu.

Sonra derin bir nefes alıp evden çıktım. İlteriş’in evine geçip doğruca koltuğa yayıldım.

Başımı yasladım, gözlerimi tavana diktim ve Umay’ı düşünerek uyumaya çalıştım.

Ama Umay’ın sesi, gülüşü, kokusu aklımın her köşesinde dolaşıyordu. Gözlerimi kapattığımda bile o buradaymış gibi hissediyordum.

Ve o gece, sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkmadan önce, sadece onu düşünerek uykuya daldım.

Sabaha karşı timin arabaları buraya getirilecekti, araba nakliyatı tamamlanmıştı. Bunları düşünerek gözlerimi kapattım ama aklım hâlâ Umay’daydı. Ona arabamın anahtarını bırakmıştım. “Gelince sen kullan,” demiştim, o da hafifçe gülümseyip başını sallamıştı. Küçük bir detaydı ama önemliydi.

O düşüncelerle biraz uyuyakalmışım. Gözlerimi açtığımda saat sabah 05:00’ti.

Hızla kendime geldim. 06:30’da uçağım vardı ve vakit kaybedemezdim. İlteriş hâlâ uyuyordu, sessizce toparlandım, saatime son bir kez bakıp iç geçirdim ve hızlıca taksiye atladım.

Şehir hâlâ uykudaydı. Sokak lambaları cılız yanıyordu, yollar boştu. Taksi ilerlerken telefonumu çıkardım ve Umay’a mesaj attım.

Altay: Gidiyorum aşkım, uyanınca beni ara. Arabayı fazla hırpalama. 😏

Ve havaalanına vardığımda, içimde garip bir heyecan vardı. Bu sadece bir yolculuk değildi… Bambaşka bir başlangıçtı.

Havaalanına vardığımda telefonum titredi. Umay’dan mesaj gelmişti.

Umay: Altay! Beni niye uyandırmadın? 😠

Gülümsedim. Sabahın bu saatinde uyanınca ilk iş olarak bana yazması hoşuma gitmişti. Hemen aradım, daha telefonu açar açmaz hafif sitemkâr ama uykulu sesiyle konuştu.

“Altay, beni niye uyandırmadın?”

Gözlerimi devirdim, hafifçe gülümseyerek, “Merak etme, öpücüğümü verip gittim,” dedim sırıtarak.

Umay bir an sessiz kaldı, belli ki gülümsediğini tahmin edebiliyordum. Sonra hafif bir homurdanmayla, “Ben hatırlamıyorum,” diye mırıldandı.

Gülerek, “Çünkü uykunun en tatlı yerindeydin,” dedim. “Birazdan uçağa bineceğim, merak etme.”

Umay iç çekti. “Tamam, ama vardığında hemen haber ver. Yoksa seni uçağın tepesinden takip ederim.”

Kahkaha attım. “Tamam, tamam Komutan Hanım, rapor vereceğim.”

Telefonu kapattığımda hâlâ gülüyordum. Bu kadın hayatımın en güzel ayrıntısıydı....

 

 

 

Bölüm : 10.02.2025 23:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...