42. Bölüm

TATİL TİMİ

Beyza Yıldırım
beyzasi__

Arabayı dikkatlice sürerken, aynadan yan koltukta uyuyakalan Umay’a ve arka koltukta minik bedeniyle kıvrılmış Aybars’a baktım.

İkisinin de nefesi düzenliydi, yorgunluk tatlı bir huzura dönüşmüştü.

Güneş, yavaş yavaş batmaya başlamıştı. Antalya’ya varmamıza az kalmıştı, otel tabelaları görünmeye başlamıştı.

Elimi direksiyondan ayırıp Umay’a doğru uzattım.

"Aşkım..." dedim yumuşak bir sesle.

Hafifçe kıpırdandı ama uyanmadı.

Gülümsedim, yanağına nazikçe dokunup okşayarak tekrar seslendim:

"Hadi kraliçem, uyan. Geldik sayılır."

Gözleri yavaşça aralandı, önce etrafına baktı, sonra yüzüme odaklandı. Yanağındaki sıcaklığı hissettiğinde hafifçe gülümsedi.

"Uyuyakalmışım..." diye fısıldadı, sesi hâlâ uykuluydu.

Başımı salladım, "Evet, küçük kurt da uyudu. Ama az kaldı, oteli kaçırmayalım."

Umay esneyerek toparlandı, arkasını dönüp Aybars’a baktı. Minik adam, Elmo’yu sıkıca tutarak uyuyordu.

Umay hafifçe kıkırdayarak bana döndü, "Yemin ederim, bu çocuk bizi uykusunda bile şaşırtıyor. Bak, Elmo’yu bırakmamış bile." dedi.

Ben gülerek başımı salladım. "Bence Aybars uykusunda bile plan yapıyor."

Umay kahkaha attı, ardından saçlarını düzeltip camdan dışarı baktı.

"Antalya’ya varıyoruz, Altay. Hayat yine güzel…" dedi gülümseyerek.

Ve ben, o an içimden bu tatilin gerçekten unutulmaz olacağını hissettim.

Umay, Aybars’ın uyandığında mızmızlanacağını bildiğinden şimdiden önlem aldı.

Arka koltuğa hafifçe uzanarak Aybars’ın ağzına yumuşak emziğini nazikçe yerleştirdi.

Minik adam, gözlerini açmadan refleks olarak emziği kabul etti ve uykusunda emmeye başladı.

Umay hafifçe gülerek bana döndü. "Bu çocuk var ya, uyanınca kesin huysuzluk yapar, ama emziği görünce bir anda sakinleşiyor." dedi, gözlerinde anneliğin o tatlı yorgunluğu vardı.

Aynadan Aybars’a baktım, hafifçe terlemişti.

Gözlerim tekrar yola dönerken, Umay kendi kendine mırıldandı:

"Terlemiş çocuk… Otele girmeden hızla üstünü değiştirmem lazım."

Başımı salladım. "Tamam kraliçem, ilk iş serin bir yere geçelim."

Umay gözlerini devirdi. "Altay, kraliçe demeye devam edersen bir gün gerçekten taç isteyeceğim, biliyorsun değil mi?"

Gülümseyerek direksiyonu düzelttim. "Sana taç değil, Antalya tatili verdim. Daha ne yapayım Umay Hanım?"

Umay hafifçe gülerek pencereye döndü. "Hadi bakalım, oteli merak ediyorum. Ama asıl merak ettiğim… bu tatilde başımıza daha ne işler açılacak?" dedi göz kırparak.

Ben iç çektim. "Hiçbir şey yapmazsak bile Aybars kesin bir operasyon planlıyordur."

Umay kahkahasını bastırmaya çalışarak "Kesinlikle!" dedi.

Ve böylece, önümüzde Antalya'nın ışıkları belirirken, macera dolu tatilimiz başlamış oldu.

Otele vardığımızda arabayı dikkatlice park ettim ve motoru kapattım.

Umay, annelik içgüdüsüyle benden hızlı davranıp hemen arabadan indi. Arka kapıyı açar açmaz önceden hazırladığı kıyafetleri çantasından çıkardı.

Ben hala kemerimi çözerken, o çoktan işe koyulmuştu. Aybars’ın minik kollarını nazikçe sıyırarak terlemiş tişörtünü çıkardı.

Aybars hâlâ yarı uykuluydu, esneyerek gözlerini araladı.

Ama annesinin ellerinin sıcaklığını hissedince, huysuzluk yapmadan kendini ona bıraktı.

Umay, yumuşak bir bezle minik oğlumuzun terini silerken, Aybars ona mahmur gözlerle baktı.

Sonra minik ellerini kaldırıp Umay’ın saçlarına uzandı.

Parmaklarını annesinin saçlarının arasına geçirip yavaşça oynarken, gözlerinde hâlâ uykunun izleri vardı.

Umay hafifçe gülümsedi. "Ne yapıyorsun küçük kurt?" dedi şefkatle.

Aybars, tıpkı bebekken yaptığı gibi Umay’ın saç tellerini parmaklarına dolayıp usulca mırıldandı:

"Yumuşak..."

O an içimde bir sıcaklık yayıldı.

Küçük adam, annesiyle olan o özel bağı hiç kaybetmemişti.

Ben yanağıma bir gülümseme yerleşirken, kollarımı göğsüme kavuşturdum. "Oğlum, annene böyle yapınca uykun geliyo biliyorsun değil mi?"

Aybars minik kaşlarını çattı, ama elleri hâlâ Umay’ın saçlarını bırakmıyordu.

Umay gülerek, "Bence de Altay, yakında burada tekrar uyuyakalacak." dedi.

Ama Aybars inatla gözlerini kırpıştırarak uyanık kalmaya çalıştı.

Yeni kıyafetleri giydirildiğinde, gözleri biraz daha açıldı ve etrafına bakındı.

Ben kollarımı açtım. "Hadi küçük adam, seni kucağıma alayım da otele giriş yapalım."

Aybars son bir kez Umay’ın saçlarını parmaklarının arasından kaydırarak bıraktı ve bana doğru uzandı.

Onu kucağıma aldığımda hâlâ sıcacık ve yumuşacıktı.

Ve biz, tatilin resmen başladığını hissettiğimiz o an, aile olarak otelin ışıklı kapısından içeri yürüdük.

Diğerleri de yanımıza doluştuğunda, otelin önünde tam bir kalabalık oluştu.

Aybars, bir anda Halil Komutan’ın oğlu Atilla’yı fark etti.

Gözleri parladı ve minik vücudu bir anda enerjik bir hâle büründü.

Kollarını açıp "Baba, beni yere koy!" diye emretti.

Ben bir an şaşkınlıkla ona baktım. "Oğlum, daha yeni kucağıma geldin."

Ama sabırsızlıkla kıpırdanıp kollarını daha da açtı.

"Baba, koşıcam! Koy beniii!"

İç çekerek, "Peki küçük kurt, tamam." dedim ve onu yavaşça yere bıraktım.

O anda, bütün dünyayı unutmuş gibi Atilla’ya doğru hızla koştu.

Minik sesi otelin önünde yankılandı:

"Atiyyaa!!!"

Atilla gülerek kollarını açtı, Aybars büyük bir coşkuyla onun kucağına atladı.

Halil Komutan, kollarını göğsünde bağlayarak hafifçe kaşlarını kaldırdı.

"Altay, bizim ufaklıklar birbirine fazla düştü gibi."

Ben hafifçe sırıtarak başımı salladım. "Evet ama bu iyi bir şey. Küçük kurt, yanında Atilla varken bizi biraz daha az darlayacak."

Halil Komutan derin bir nefes alarak başını iki yana salladı.

"Tamam da, Atilla'yı kim kurtaracak?" dedi gözlerini devirmeden önce.

Bu sefer hepimiz kahkahayı patlattık.

Aybars ve Atilla, çoktan kendi dünyalarına dalmıştı.

Ve biz, bu tatilin gerçekten çılgın ve unutulmaz olacağını bir kez daha anlamıştık.

Herkes kendi odasına çekilirken, akşam yemeğinde buluşmak üzere sözleştik.

Yol yorgunuyduk, azıcık dinlenmek hepimize iyi gelecekti.

Umay’la odamıza girdiğimizde, bizi geniş ve konforlu bir manzara karşıladı.

Çift kişilik büyük bir yatak odanın tam ortasında yer alıyordu.

Ama asıl dikkatimi çeken şey, kapının hemen yanındaki küçük oda oldu.

Minik bir yatak, korumalı yanlarıyla Aybars için özel hazırlanmıştı.

Umay gözlerini büyüterek içeri girdi, yatağa dokundu ve gülümsedi. “Ne tatlı düşünmüşler, bak Altay! Küçük kurda özel alan yapmışlar.”

Ben de başımı salladım, “Güzel ama bence bu çocuk sabaha karşı bizim yatağa sızacak.” dedim gülerek.

Umay kaşlarını kaldırarak “Kesinlikle.” dedi.

Aybars kucağımda kafasını kaldırıp gözlerini ovuşturdu. "Benim yatağım mııı?" diye mırıldandı.

Umay onu kollarına aldı, yatağı göstererek “Evet minik adam, burası senin krallığın.” dedi.

Aybars yatağa bakıp ciddi bir ifadeyle başını salladı. “Güzel. Ama ben yatmıcam şimdi.” dedi kararlı bir şekilde.

Ben kahkaha attım, “Zaten o kadar uykuyu yolda aldın ki, gece uyuyacak mısın bilmiyorum.”

Umay iç çekerek Aybars’ı yatağa bıraktı, o ise hemen yastığa yayıldı ama uyumaya niyeti yoktu. Elmo’yu kucaklayıp tavanı izlemeye başladı.

Ben montumu çıkarıp sandalyeye attım ve yatağa uzanarak kollarımı başımın altına koydum.

“Birkaç saat dinlenelim, sonra yemeğe inelim. Bugün çok uzun bir gündü.” dedim gözlerimi kapatarak.

Umay başını salladı, ama göz ucuyla Aybars’ı kontrol etmeye devam ediyordu.

Bense bu tatilin bize gerçekten iyi geleceğini hissediyordum.

Umay, Aybars’ın üstünü hafifçe örttü ve balkona çıkıp perdeyi araladı.

Gözleriyle dışarıyı süzdü, Antalya’nın akşamüstü havası içeriye doldu.

Ben gözlerimi aralık bırakarak onu izledim. "Güzel mi manzara?" diye sordum, tembelce kollarımı başımın altına koyarak.

Umay bana dönmeden, "Deniz görünüyor." dedi gülümseyerek.

Ayağa kalkıp yanına gittim. Balkona çıktığımda hafif bir meltem yüzüme vurdu.

Aşağıda havuz vardı, biraz ilerde ise denizin mavisi uzanıyordu.

İçimden "İşte tatil böyle olur." diye geçirdim.

Umay başını omzuma yasladı, "Sence bu tatil gerçekten dinlenerek mi geçecek, yoksa küçük kurt ve tim yüzünden macera mı yaşayacağız?" dedi gülerek.

Derin bir nefes alıp "Eğer Aybars şu an Elmo’yla gizli bir toplantı yapıyorsa, kesin başımız belada." dedim göz devirmeden önce.

Tam o sırada içeriden minik bir ses geldi.

"Elmo, burda çok güzel ama gece yatağa kaçabiliriz tamam mı?"

Ben ve Umay balkonda donduk kaldık.

Yavaşça birbirimize baktık, sonra içeri süzüldük.

Aybars, yastığına gömülmüş, Elmo'ya taktik veriyordu.

Umay gözlerini kıstı, "Altay, sen ne diyordun? Sabaha kadar yatağında kalacak mıydı?"

Kıkırdamamak için dudaklarımı sıktım. "Sanırım gizli kaçış planı çoktan hazır."

Tam o anda Aybars başını kaldırdı, bizi izlediğini fark edince kıkırdadı.

"Baba, anne, burda konuşuyoz! Elmo'yla çok önemli işimiz var!"

Umay kahkahayı patlatırken, ben iç çektim. "Bu çocuk kesinlikle tatili ‘dinlenerek’ geçirmeyecek." dedim gülerek.

Ama içten içe bu tatilin her anının unutulmaz olacağını biliyordum.

"Eveeet, her şey çok güzel!" dedi Umay neşeyle, yatağa oturarak. "Şimdi ise azıcık tatil hakkında yeni şeyler öğrenelim."

Çantasından ince bir çocuk kitabı çıkardı.

Aybars hemen ilgisini verdi, minik gözleri kitaba odaklandı.

Umay kitabın kapağını göstererek başlığı okudu:

"Yunus Tatilde"

Sonra gülümseyerek Aybars’a döndü. "Bakalım Yunus tatilde neler yapmış?" dedi, sesi yumuşacık ve oyun doluydu.

Aybars kıkırdayarak yanına süründü. "Oku anne, oku!"

Umay kitabın sayfalarını çevirmeye başladı. Büyük, renkli resimlerle dolu hikâyede yunus, ailesiyle tatile çıkıyordu.

Aybars, bir yandan annesinin okuduğu cümleleri dinliyor, bir yandan da parmağıyla resimlere dokunarak hikâyeye iyice dalıyordu.

Ben de başımı yatağa yasladım, kollarımı başımın altına koyarak onları izledim.

Umay’ın yumuşak sesi, Aybars’ın heyecanlı fısıltıları ve deniz kenarında tatil yapan bir yunusun hikâyesi…

Tam anlamıyla sıcak, huzurlu bir andı.

Ve ben, bu tatilin en güzel anlarını kaçırmamak için gözlerimi bir saniye bile kapatmak istemiyordum.

Umay’ı ben bile dikkatle dinlemiştim.

Tatilde neler yapılır, neler yapılmaz, nasıl güneşten korunulur, denizde nasıl güvenli olunur... Her şeyi Aybars’a tane tane anlatıyordu.

Aybars, gözlerini kocaman açmış, annesinin her kelimesini hafızasına kazıyormuş gibi dinliyordu.

Kitaptaki yunus karakteri üzerinden ona tatil kurallarını öğretiyordu.

"Bak Aybars, Yunus güneşlenirken şapka takıyor ve güneş kremi sürüyor. Biz de yapacağız, tamam mı?"

Aybars hemen başını salladı. "Tamam anne, ben şapka takcam!"

Umay sayfayı çevirdi, "Yunus denize girerken babasının elini bırakmıyor. Çünkü güvenlik çok önemli."

Aybars bana dönüp "Baba, ben de senin elini bırakmıycam." dedi ciddi ciddi.

Ben gülerek başımı salladım. "Aferin küçük kurt, öyle yapalım."

Umay okudukça, ben bile içimden ‘Vay be, tatil eğitimi tam teşekküllü yapılıyor’ diye düşünüyordum.

Aybars bazen resimlerdeki yunusu gösterip "Bu ben olcam!" diyerek hayalini kuruyordu.

Ve ben içimden "Bu tatilde bizim minik kurt, gerçekten küçük yunusa dönüşebilir." diye düşündüm, gülümseyerek.

"Hadi bakalım, akşam yemeği saati!" dedim saatime bakarak.

Aybars ve Umay çoktan hazırlanmıştı.

Benim üzerimde altıma rahat bir şort, üstüme kısa kollu bir gömlek vardı.

Aybars ise tam bir tatil çocuğuydu: Kısa kollu, Elmo baskılı tişörtü ve rahat şortu ile enerjik görünüyordu.

Ama asıl gözlerim Umay’a takıldı.

İnce ip askılı, uzun ve zarif bir elbise giymişti. Yaz akşamının esintisiyle hafifçe dalgalanan elbisesi, ona ayrı bir güzellik katıyordu.

Gülümseyerek elini tuttum, avuç içi sıcacıktı.

Diğer kolumla Aybars’ı kucağıma aldım.

Minik adam, uyku mahmurluğundan çıkmış, ama hâlâ hafif sersem gibiydi. Başı omzuma yaslanmıştı ama gözleri etrafı inceliyordu.

Umay bana dönüp hafifçe gülümsedi. "Hazır mıyız?"

Başımı salladım. "Kesinlikle. Ama bence asıl soru şu: Biz yemeğe mi gidiyoruz, yoksa Aybars’ı doyurmaya mı?" dedim gülerek.

Umay kahkaha attı. "Bence Aybars bu akşam menüyü belirleyen kişi olacak!"

Aybars başını kaldırıp, minik elleriyle gözlerini ovuşturdu. "Ben de yemek seçcem mi?" dedi merakla.

Göz kırptım. "Tabii ki küçük kurt! Ama çikolatalı süt ve kuruyemiş yok, bu sefer gerçek yemek yiyeceğiz!"

Aybars minik kaşlarını çatıp, "Ama baba, çikolatalı süt hep gerçek!" dedi ciddi bir ifadeyle.

Umay gülerek kapıyı açtı. "Hadi bakalım beyler, yemek zamanı!"

Ve biz, tatilin ilk akşam yemeğine doğru yola koyulduk.

Yemek salonuna geçtiğimizde, gözlerim hemen timi aradı.

Burak, uzaktan el sallayarak yerimizi gösterdi. "Buradayız komutanım!" diye seslendi.

Masaya yaklaşırken ilk fark ettiğim şey, Burak’ın tam karşısında Burçe’nin oturmasıydı.

Burak’ın yüzü normalden bir ton daha soluktu.

Belli ki Halil Komutan’ın yeğeniyle yan yana yemek yemek, onun için bir operasyon kadar stresliydi.

Gülümseyerek yerine oturdum. Bu tatilde Burak’ın daha çok ter dökeceği kesindi.

Masaya yerleşirken açık büfe olduğunu fark ettim.

Timin geri kalanı açık büfe hakkında konuşurken, Aybars aniden bana döndü.

Minik kaşlarını kaldırıp "Baba, açık büfe ne demek?" diye sordu.

Gülümseyerek saçlarını karıştırdım. "Birazdan görürsün küçük kurt. Sınırsız yemek yiyebilirsin!" dedim heyecan katmaya çalışarak.

Ama Aybars anında kaşlarını çattı, ciddi bir ifadeyle "Ama baba, sınırsız yemek yersek annem hasta olacağımızı söylüyor." dedi.

Masada bir an sessizlik oldu.

Burak, ağzına attığı zeytini yarıda çiğnemeyi bıraktı, İlteriş gözlerini kısıp bana baktı, Burçe sırıtarak kollarını göğsünde bağladı.

Umay ise zafer kazanmış gibi gülümseyerek kollarını masaya yasladı. "Altay, eğitim verdiğin çocuğun bile benden emir aldığını görmek çok güzel." dedi hafif bir kahkahayla.

Ben boğazımı temizleyerek Aybars’a döndüm.

"Haklısın küçük kurt, ama biz kararında yiyeceğiz, tamam mı?" dedim.

Aybars büyük bir adam gibi başını salladı. "Tamam baba, kararında yemek!"

Burak iç çekerek "Keşke benim de böyle bir iç sesim olsaydı… Açık büfe görünce tüm mantığım kayboluyor." dedi.

Burçe anında lafı yapıştırdı. "O zaman dikkat et de yemekte boğulma Burak."

Masada kahkahalar yükselirken, ben tatilin daha ilk gecesinde bu ekiple yemeğin bile olay olacağını fark ettim.

Aybars’ın "kararında yemek" uyarısından sonra herkes ayağa kalktı. Timin tamamı, savaş meydanına giriyormuş gibi açık büfeye ilerledi.

Önden Burak, ardından İlteriş, Yaseminka ve diğerleri sıraya dizildi.

Ben, Aybars’ı kucağıma alarak yemeklere bakmasını sağladım. Minik elleriyle havaya işaret ederek tek tek inceliyordu.

"Baba, bunlar ne?" dedi gözlerini büyüterek.

"Şu makarna, şu köfte, şu pilav, şu da…" diye anlatırken Aybars aniden bir şeyi işaret etti.

"Baba! Tatlı nerede?!"

Ben hafifçe gülerek "Oğlum, önce yemek, sonra tatlı." dedim.

Ama o kaşlarını çatıp Burak’ı işaret etti.

"Ama Burak amca direkt tatlı aldı!"

Bir anda herkes Burak’a döndü.

Burak, tepsisinde üç farklı tatlıyla öylece kalakaldı.

Burçe gözlerini kısarak "Burak, senin gerçekten bir iç sesin yokmuş." dedi kıkırdayarak.

Burak boğazını temizleyerek "Ben… şey… tatlıyı erkenden kontrol ediyordum!" diye kıvırmaya çalıştı ama kimse yutmadı.

İlteriş omzuna dokunarak "Kardeşim, önce yemek, sonra tatlı. Aybars’ın bile bir planı var." dedi gülerek.

Aybars zafer kazanmış komutan edasıyla başını salladı. "Herkes önce yemek yiyecek!"

Burak oflayarak tatlıları bırakıp yemek tarafına yöneldi.

Ben de Aybars’a döndüm. "Peki, ne yemek istiyorsun küçük kurt?"

Aybars gözlerini kıstı, ellerini çenesine koyup düşünür gibi yaptı.

Sonra kararını vermiş gibi ciddiyetle konuştu:

"Köfte ve pilav."

Gülerek tabağını hazırladım, yanına da biraz yoğurt ekledim.

Umay da yanımıza geldi, tabağıma sebze koyarken göz ucuyla bana baktı. "Sen de Aybars kadar kararlı olsan keşke." dedi gülerek.

Omuz silktim. "Ben taktiksel beslenme yapıyorum."

Aybars tabağını aldı, "Taktiksel yemek, baba!" diye tekrar etti.

Masaya döndüğümüzde herkes artık yemeklerini almıştı.

Aybars büyük bir gururla köftesinden bir ısırık aldı, sonra masadakilere bakarak ciddiyetle uyardı:

"Önce yemek, sonra tatlı. Tamam mı?"

Burak iç çekerek başını salladı. "Tamam küçük komutan."

Ve böylece, tatilin ilk açık büfe macerası, Aybars’ın disiplini sayesinde kontrol altında geçmiş oldu.

Şimdilik…

Masada herkes yemeğine odaklanmış gibi görünse de, asıl savaş şimdi başlıyordu.

Tim arasında gizli bir mücadele başlamıştı. Açık büfe, sadece yemek almak için değil, ego ve strateji savaşı vermek için de bir alandı.

Burak, tatlı tepsisine sinsice yaklaşmaya çalışırken, tam çatalını daldıracağı sırada Halil Komutan kaşlarını kaldırarak gözlerini ona dikti.

"Burak, bir şey mi yapıyorsun?" dedi o otoriter sesiyle.

Burak dondu.

Tabağındaki yoğurdu karıştırıyormuş gibi yaptı. "Ben… şeye bakıyordum komutanım. Tatlıların… şey… dizilişine."

Halil Komutan başını yavaşça salladı.

"Önce yemek, Burak."

Burak oflayarak çatalını bıraktı. Aybars kahkaha atarak ona parmağını salladı.

"Herkes önce yemek, sonra tatlı! Ben söyledim!"

Masada kahkahalar yükseldi. Burak’ın taktik başarısız olmuştu.

Mustafa Kemal ve Yavuz, masanın ucunda sürekli gelen garsonları takip ediyorlardı.

Bir noktada karides tabağının bittiğini fark ettiler.

"Kardeşim, operasyon başladı." dedi Mustafa Kemal, gözleri karides servisinde.

Yavuz başını salladı, "Hızlı olmalıyız. Bir kere daha biterse, aç kalırız."

Tam o sırada, garson yeni bir tabak karides getirdi.

Mustafa Kemal büyük bir çeviklikle tabaktaki karidesleri hızla kendi tabağına doldurdu.

Ama tam oturacakken kerim sinsice yaklaşıp iki tanesini kendi tabağına kaçırdı.

Mustafa Kemal kaşlarını kaldırdı. "Kerim! O benimdi!"

Kerim omuz silkti, "Savaş hiledir." diyerek masaya döndü.

Halil Komutan, tabağındaki yemeği düzenli şekilde yerken, karşısında yemekle oynayan Burak’a sert bir bakış attı.

"Burak, ekmeği çorbanın içine atıp çıkarmak ne? Asker misin, çocuk mu?"

Burak ağzındaki lokmayı yavaşça yuttu. "Komutanım, ekmeği çorbaya batırmak savaş meydanında su kaynağı bulmak gibidir. Stratejik hamle!" dedi sırıtarak.

Halil Komutan derin bir nefes aldı. "Bunun için özel eğitim vereceğim sana."

Burak’ın suratı düştü. "Şaka yaptım komutanım…"

Aybars, köftesinden bir ısırık aldı ve etrafına bakındı. Tabağını dikkatlice incelerken, bir anda Burak’ın tabak değiştirmeye çalıştığını fark etti.

"Burak amca, tabağını değiştirme! Herkes ne aldıysa onu yemeli!" dedi ciddi ciddi.

Masada kahkaha koptu.

Burak ofladı, "Komutanım, oğlunuz resmen sıkıyönetim ilan etti."

Ben gururla başımı salladım. "Aybars yönetimi adildir, uymak zorundasın."

İlteriş kahkahayla tokadı masaya vurdu. "Altay, oğlun bu ekibe komutan olacak gibi duruyor."

Ben hafifçe sırıtarak Aybars’ın başını okşadım. "Zaten hepimizi sıraya soktu bile."

Ve böylece, tatilin ilk açık büfe macerası, hem disiplinli hem de bol kahkahalı geçmiş oldu.

Ama içimden bir his, bundan sonraki yemeklerin daha büyük bir savaş alanına döneceğini söylüyordu…

Yemeklerin sonuna yaklaşırken timin gözleri sinsice tatlı büfesine kaymaya başlamıştı.

Herkes kendince strateji yapıyordu.

Aybars bile çatalını bırakıp Elmo’ya eğilip bir şeyler fısıldadı. Kesin yeni bir plan içindeydi.

Ben içimden "Bu tatlı büfesi az sonra savaş meydanına dönecek." diye düşündüm.

Ve aynen öyle oldu.

Halil Komutan herkesin masadan birer birer kalktığını görünce ellerini masaya koyup "Sakin ve düzenli bir şekilde sıraya giriyoruz." dedi.

Ama ne Burak ne İlteriş ne de Yavuz onu duydu.

Burak çoktan yerinden fırlamıştı.

"Komutanım, tatlılar tükenebilir, risk alamayız!" diye bağırarak sprint attı.

İlteriş ve Yavuz aynı anda kalktı.

Mustafa Kemal ve Fatih stratejik olarak arkadan ilerledi.

Aybars ise Elmo’yu sıkı sıkıya tutarak annesinin elini çekiştirdi. "Anneee! Tatlı zamanı!"

Halil Komutan derin bir nefes alarak sandalyeye geri oturdu. "Ben emekli olacağım bu ekiple..." diye mırıldandı.

Tatlı büfesine vardığımızda Burak, kimse fark etmeden tabağına en büyük profiterolü koymaya çalışıyordu.

Tam çatalı batıracağı sırada, Burçe arkasından sinsice yaklaştı.

"Ne yapıyorsun Burak?" dedi buz gibi bir sesle.

Burak olduğu yerde dondu, çatalı havada kaldı.

"Ben… şey… tatlının nem oranını ölçüyorum." dedi zayıf bir bahaneyle.

Burçe kollarını bağladı. "Hadi oradan. Bunu bıraktın, düzgünce sıraya giriyorsun."

Burak iç çekerek profiterolü bırakıp sıraya geçti. "Ben bu tatilde hayatta kalabilecek miyim bilmiyorum." diye mırıldandı.

Aybars, minik elleriyle tatlıları dikkatlice inceledi.

Sonra büyük bir ciddiyetle parmağını havaya kaldırarak seçimini yaptı.

"Bundan istiyorum!" dedi parmağıyla kazandibini göstererek.

Ben tabağını uzattım, Umay da gülerek ona bir dilim koydu.

Sonra Aybars bana döndü.

"Baba, sen ne alacaksın?"

Tam tatlıları incelerken Burak ve İlteriş’in tartışmaya başladığını duydum.

İlteriş, son kalan büyük profiterolü tabağına aldı.

Burak gözlerini kıstı. "Kardeşim, o çok büyük değil mi?"

İlteriş omuz silkti. "Sonuncusunu aldım, kader böyleymiş."

Burak bir an sessiz kaldı.

Sonra bir anda İlteriş’in dikkatini dağıtmak için çığlık attı:

"LAN YASEMİNKA ÇAĞIRIYOR!"

İlteriş aniden başını çevirdi.

Burak milisaniyelik hızla profiterolü kendi tabağına aldı.

Ama İlteriş’in bakışları tekrar ona döndüğünde yüzündeki zafer gülümsemesi fazla uzun sürmedi.

İlteriş kaşlarını kaldırdı. "Burak…"

Burak yutkundu. "Buyur kardeşim?"

İlteriş gözlerini kıstı. "Bunu bana vermezsen gece uyurken yastığının altına canlı ahtapot bırakırım."

Burak’ın suratı düştü. Tabağındaki profiterole son bir kez sevgiyle baktı ve geri verdi.

"İşte, gerçek dostluk böyle bir şey." dedi İlteriş, tatlıyı geri alırken.

Burak iç çekti. "Bu ekipte dostluk değil, zulüm var."

Herkes tatlılarını aldıktan sonra masaya döndük.

Tam yemeye başlayacaktık ki, Aybars kaşığını tatlısına batırmadan önce kaşlarını çattı ve etrafına bakındı.

"Durun!" dedi sert bir sesle.

Herkes şaşkınlıkla ona döndü.

"Tatlı yerken yavaş yemek lazım. Çok hızlı yersek midemiz ağrır. Annem öyle dedi!"

Burak gözlerini devirdi. "Altay abi, bu çocuğu kim eğitti ya? Harbi komutan gibi oldu."

Gülerek Aybars’ın başını okşadım. "Disiplini senden öğrendi oğlum."

Ve böylece, tatlı savaşı Aybars’ın koyduğu kuralla sona erdi.

Herkes yemeğini yavaşça yerken, Burak en son lokmasını alıp derin bir nefes verdi:

"Bugün çok şey öğrendim. Bir, açık büfe risklidir. İki, İlteriş'e tatlı kaptırılmaz. Üç, Halil Komutan’ın önünde asla yemekle oynanmaz. Ve dört…"

Aybars’a döndü.

"Bu masada asıl güç sende küçük kurt."

Aybars elmo’yu sıkıca tutarak büyük bir adam gibi başını salladı.

Ve tatilin en kaotik ama en eğlenceli yemeklerinden biri böylece son buldu.

Biz hem yemeklerimizi yerken hem de sohbet ederken, aniden takım elbiseli bir adam masamıza doğru yaklaştı.

Elinde bir tablet vardı, duruşu saygılı ve profesyoneldi.

Gülümseyerek, "İyi akşamlar efendim, bu akşamki eğlencemize dahil olmak ister misiniz?" diye sordu.

"Otelde çok güzel etkinliklerimiz olacak."

Tim anında susup adama döndü.

Burak gözlerini kıstı. "Eğlence derken tam olarak ne demek istiyorsunuz?"

Adam gülümseyerek tableti açtı, "Efendim, her akşam farklı bir etkinliğimiz var. Bugün sahilde büyük bir kamp ateşi, canlı müzik ve çeşitli oyunlar olacak." dedi.

"Ayrıca isteyen misafirlerimiz karaoke ve dans yarışmasına katılabilir."

Burak’ın gözleri bir anda parladı.

"Karaoke mi?!"

İlteriş başını iki yana salladı. "Hayır Burak, hayır.

Burak sırıtarak Halil Komutan’a döndü. "Komutanım, ‘Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’yı sizin sesinizden dinlemezsek tatil sayılmaz!"

Halil Komutan gözlerini devirdi. "Oğlum, ben sesimle değil, disiplinimle bilinirım.

Burçe kollarını göğsünde bağladı. "Ama dayıcığım, askerlikten emekli olunca sahneye çıkabilirsiniz, ne dersiniz?" dedi kaşlarını kaldırarak.

Halil Komutan sadece ona sert bir bakış attı.

Bu sırada Aybars, oturduğu sandalyede hoplayarak annesine döndü.

''Anne, ben dans yarışmasına katılabilirim mi?"

Umay gülümseyerek saçlarını okşadı. "Tabii ki tatlım. Ama baban da katılsın mı?"

Ben tam ağzımı açacaktım ki, Aybars hızla döndü ve 'Evet!' diye bağırdı.

Burak kahkahasını tutamayarak masaya yaslandı. "Altay abi, oğlun seni sahneye sürükledi!"

İlteriş sırıtarak, "Bence dans yarışmasını kazanırsan komutanlığa terfi edersin.'' dedi.

Mustafa Kemal sessizce gülerek "Ben karaokeye katılmayı düşünebilirim.'' dedi.

Yavaş yavaş tüm tim etkinliklere ilgi göstermeye başlamıştı.

Takım elbiseli adam, konuşmalarımızı keyifle dinledikten sonra gülümseyerek tableti uzattı.

"Peki, listeye kimleri yazalım?"

Ve işte o an anladım ki, bu tatil gerçekten çok uzun ve bol kahkahalı geçecekti…

Yemekten sonra hep birlikte etkinlik alanına yürüdük.

Sahile yaklaştıkça kamp ateşlerinin ışığı göz kırpıyordu.

Her aileye özel bir kamp ateşi ayrılmıştı, bu detay hoşuma gitmişti.

Biz de ateşin etrafına yerleşirken, Aybars doğrudan kucağıma oturmayı tercih etti.

Minik ellerini göğsüme koyup ateşe hayranlıkla baktı.

"Baba, bu gerçek mi?" diye sordu fısıltıyla.

Gülümseyerek "Evet küçük kurt, gerçek ateş." dedim ve saçlarını okşadım.

Umay ise yanıma oturup başını omzuma yasladı. Hafif serinleyen hava ve ateşin sıcaklığı birbirine karışıyordu.

Tim de kendi kamp ateşlerinin başına geçmişti ama herkes birbirine yakındı.

Burak kamp sandalyesine yayıldı. "İşte tatil dediğin böyle olur! Açık büfe, deniz ve kamp ateşi!"

İlteriş gözlerini devirdi. "Oğlum, sen kamp ateşiyle değil, tatlı büfesiyle ilgileniyorsun."

Herkes gülmeye başladı. Bu anlar gerçekten huzurluydu.

Aybars, ateşi izlerken gözlerini kıstı.

"Baba, ateşe çok yaklaşmak yasak değil mi?" dedi annesinden öğrendiği bilgileri tekrar eder gibi.

Umay hemen araya girdi. "Evet tatlım, uzaktan izlemek en iyisi."

Aybars başını salladı, sonra Elmo’yu kaldırıp ateşe gösterdi.

"Elmo da izlesin." dedi ciddiyetle.

Ben kahkaha atarak "Elmo, kamp ateşi konusunda uzman mıdır?" diye sordum.

Aybars kaşlarını çatıp "Elmo her şeyi bilir baba!" dedi kendinden emin bir şekilde.

Umay gülümseyerek başını omzuma daha da yasladı. "Gerçekten huzurlu bir akşam…" diye mırıldandı.

Ve ben, bu tatilin bize sadece kahkaha değil, böyle huzur dolu anlar da getireceğini o an anladım.

Kamp ateşinin çıtırtıları sessiz sahile eşlik ederken, herkes ateşin sıcaklığına ve gecenin huzuruna kendini bırakmıştı.

Aybars Elmo’yu dizlerine oturtmuş, minik parmaklarıyla oyuncak ayısının tüylerini düzeltiyordu. Arada bir başını kaldırıp ateşi izliyor, sonra tekrar Elmo’ya fısıldıyordu.

Umay sessizce başını omzuma yaslamıştı. Gözleri biraz dalgın, ama yüzünde tatlı bir huzur vardı. Hafifçe elini tuttum, parmaklarını parmaklarımla birleştirdim. O an ikimiz de konuşmasak da birbirimizi anlıyorduk.

Tam o sırada Burak, sandalyesinde ileri geri sallanırken sesi yükseldi:

"Bence tatilin en güzel yeri burası!" dedi keyifle.

İlteriş gözlerini devirdi. "Oğlum, tatilin en güzel yeri açık büfeydi, yalan söyleme."

Burak derin bir nefes aldı. "Tamam, ikinci en güzel yeri burası."

Aybars başını kaldırıp büyük bir ciddiyetle konuştu:

"Ama en güzel yer Gökay amcamların bahçesi!"

Bir an hepimiz duraksadık, sonra gülümseyerek başımı salladım.

"Evet küçük kurt, orası da çok güzel."

Gökay, Aybars için hem bir amca hem de bir baba figürü gibiydi. Onu her fırsatta yanında tutar, ilgilenir, şımartır ama gerektiğinde de disiplinli olmayı öğretirdi.

Umay elini hafifçe sıktı, gözleri bir an dolmuş gibi oldu. Onun için ailesi hep eksikti ama Aybars’a eksiklik hissettirmemek için elinden geleni yapıyordu.

Ben başımı hafifçe eğerek fısıldadım, "Küçük kurt her şeyi fark ediyor."

Umay hafifçe başını salladı, "Evet… Ama en azından sevildiğini de fark ediyor." dedi gülümseyerek.

Tam bu huzurlu anın tadını çıkarıyorduk ki, otel görevlileri ellerinde gitar ve küçük perküsyonlarla sahneye doğru ilerledi.

Burak hemen ayaklandı, "İşte bu! Müzik başlıyor!"

Halil Komutan kaşlarını kaldırdı, "Burak, sakın karaoke için adını yazdırayım deme."

Burak dramatik bir şekilde elini kalbine koydu. "Komutanım, ben bu dünyaya yeteneğimi sergilemek için geldim!"

Burçe kollarını göğsünde bağladı, "Burak, bence sen bu dünyaya yemek yemek için geldin."

Masada kahkahalar yükselirken, Aybars Elmo’yu sıkıca tutup ayağa kalktı.

"Baba! Müzik var!"

Göz kırptım, "Evet küçük adam. Hadi bakalım, biraz eğlenelim."

Ve böylece, tatilin huzurlu kamp ateşi gecesi yavaşça müziğe ve eğlenceye dönüşmeye başladı.

Tam bu huzurlu anın tadını çıkarıyorduk ki, otel görevlileri ellerinde gitar ve küçük perküsyonlarla sahneye doğru ilerledi.

Burak hemen ayaklandı, "İşte bu! Müzik başlıyor!"

Halil Komutan kaşlarını kaldırdı, "Burak, sakın karaoke için adını yazdırayım deme."

Burak dramatik bir şekilde elini kalbine koydu. "Komutanım, ben bu dünyaya yeteneğimi sergilemek için geldim!"

Burçe kollarını göğsüne bağladı, "Burak, bence sen bu dünyaya yemek yemek için geldin."

Masada kahkahalar yükselirken, Aybars Elmo’yu sıkıca tutup ayağa kalktı.

"Baba! Müzik var!"

Göz kırptım, "Evet küçük adam. Hadi bakalım, biraz eğlenelim."

Ve böylece, tatilin huzurlu kamp ateşi gecesi yavaşça müziğe ve eğlenceye dönüşmeye başladı.

Umay gülerek ellerini çırptı. "Hadi, herkes karaokeye yazılsın!"

Burak gözlerini büyüterek "Herkes mi?!" diye sordu.

Umay başını salladı. "Evet herkes! Bunu daha önce bir kere daha yapmıştık ve harika geçmişti, unutmadınız mı?"

Herkes bir an sustu.

İlteriş gözlerini devirdi, "Harika geçmişti derken? En son Burak’ın detone sesi yüzünden sahne çökecek gibi olmuştu."

Burak dramatik bir şekilde elini kalbine koydu. "Kardeşim, sanatımı takdir etmiyorsunuz!"

Burçe kaşlarını kaldırarak "Bence de etmiyoruz." dedi gülerek.

Umay ısrarla elindeki listeyi uzatınca, Halil Komutan dahil herkes mecburen ismini yazdırdı.

Mustafa Kemal başını salladı, "Madem yazıldık, bari güzel bir şarkı seçelim." dedi.

Ben iç çektim. "Tamam Umay, senin hatırın için yapıyoruz. Ama Aybars hariç."

Aybars hemen itiraz etti, "Ama ben de söyleyebilirim baba!"

Umay eğilip saçlarını okşadı. "Tatlım, sen sahneye çıkabilirsin ama biz senin yerine şarkı seçeceğiz, olur mu?"

Aybars gözlerini kısarak düşündü, "Tamam ama Elmo da benimle çıkacak!" dedi kararlı bir şekilde.

Burak kahkahayı patlattı. "Harika! Minik kurt ve Elmo sahne alıyor!"

Ve böylece, hepimiz istemeyerek de olsa Umay’ın isteği üzerine listeye adımızı yazdırdık.

Şimdi tek bir sorun vardı: Kim hangi şarkıyı söyleyecekti?

Ve en önemlisi, Burak’ı susturabilecek miydik?

Burak sahneye çıktığında, hepimiz hafif bir kaos bekliyorduk.

Ama o, elinde mikrofonla sahnede dimdik durdu.

Sadece birkaç saniye süren bir sessizlikten sonra hafif bir kemençe sesi yükseldi.

Duygusal bir Karadeniz ezgisi…

İlk mısraları söylediğinde, herkes şaşkınlıkla ona döndü.

"Gidemedum iki dağın arasun oy oy…"

Tim ve biz, şoka girmiş gibi Burak’a bakıyorduk.

Burak gözlerini kapatmış, içten içe bir acı yaşıyormuş gibi söylüyordu.

"Sular kesmiş yollarımız geçilmez…"

İlteriş, Burçe’ye yanaşıp fısıldadı. "Bu adam ne yaşıyor?"

Burçe kollarını bağladı, "Bilmiyorum ama bence bu şarkıyı seçmeden önce en az iki bardak çay içmiştir."

Burak gözlerini kısıp sesi titrer gibi yaparak şarkıya devam etti.

"Çözemedum gözlerinun manasun oy oy, sever misun sevmez misun bilinmez…"

Halil Komutan, ellerini birleştirip ciddiyetle izliyordu.

En sonunda gözlerini kıstı ve "Bu çocuğun gerçekten bir derdi mi var, yoksa sahne şovu mu yapıyor?" dedi.

Mustafa Kemal omuz silkti. "Bence Burak bir sanatçı olarak iç dünyasını yansıtıyor komutanım."

Şu yaylanun yoli hep duman midur oy oy, söyle yarim bende gönlün var midur…

Umay, kulağıma eğilip fısıldadı.

"Altay, ben şaka yapıyordum, Burak gerçekten birini seviyor olabilir mi?"

Gözlerimi kıstım, "Eğer öyleyse, Halil Komutan’a söylemeden kaçma planı yapması lazım." dedim gülerek.

Tam bu sırada Burak gözlerini açtı ve en içten haliyle son mısrayı söyledi.

"Diyemedum gönlümdekin yüzüne oy oy, bu da böyle kalsun bana derd olsun…"

Şarkı bittiğinde ortamda garip bir sessizlik oluştu.

Sonra Aybars hızla el çırptı.

"Burak amca çok güzel şarkı söyledin!"

Tim aniden alkışa geçti, herkes coşkuyla gülmeye başladı.

İlteriş ayağa kalkıp omzuna vurdu. "Burak, harbiden bu kadar içli olduğunun farkında değildik."

Burak sırıtarak mikrofonu bıraktı.

Ama giderken bir an Burçe’ye göz ucuyla baktı.

Burçe hiçbir şey belli etmeden hafifçe çayını yudumladı.

Ve işte o an, hepimiz anladık.

Burak gerçekten birini sevmişti.

Ama o kişi, Halil Komutan’ın yeğeniydi.

Ve işte bu, Burak’ın en büyük operasyonuydu.

Burak’ın duygusal performansından sonra herkes neşeyle konuşup şakalaşırken, sıradaki isme gözler döndü.

Halil Komutan.

Tim bir anda ciddileşti. Komutanın sahneye çıkması, basit bir olay değildi.

Burak sırıtarak "Komutanım, kalbimiz sizinle." dedi ama Halil Komutan sadece kaşlarını kaldırıp ona ters bir bakış attı.

Yavaşça ayağa kalktı, dimdik durarak sahneye yöneldi.

Mikrofonu eline aldığında, oteldeki diğer misafirler bile sessizleşmişti.

Ve tam o anda, nağmeler yükselmeye başladı.

Zülf-ü Kaküllerin Amber Misali
Buy-u Erguvandan Güzelsin Güzel…

Kimsenin beklemediği bir şey olmuştu.

Halil Komutan, öyle bir girdi ki şarkıya, herkes olduğu yerde donup kaldı.

Tim gözleri kocaman açılmış şekilde bakıyordu.

Umay hafifçe kolumu dürttü. "Altay, adam bildiğin aşık gibi söylüyor."

İlteriş, "Abi, Halil Komutan’ın bu kadar içli olduğunu bilmiyordum." diye fısıldadı.

Mustafa Kemal ellerini kavuşturup ciddiyetle dinliyordu.

Aybars bile kucağımda sessizce şarkıyı dinliyor, Elmo'yu sıkı sıkı tutuyordu.

"Kurulmuş göğsünde Bahçe-i Vahdet
Hat olmuş kadrinle Tuba’yı hikmet…"

Sesi o kadar derinden, o kadar tok ve etkileyiciydi ki sahnedeki müzisyenler bile ona uyum sağlamıştı.

İşte tam o sırada Burak yanımdan eğilip fısıldadı:

"Komutanım, Halil Komutan bu şarkıyı kime söylüyor olabilir?"

O an hepimiz fark ettik.

Meltem Yenge, yani Halil Komutan’ın eşi, az ileride durmuş, sahneye gururla bakıyordu.

Halil Komutan’ın sesi o kadar anlam yüklüydü ki, sanki yılların birikmiş sevgisini anlatıyordu.

"Cemalin seyreden istemez cennet
Sen huri gılmandan güzelsin güzel…"

Burak aniden elini alnına koyup "Vay be! Aşk bu be aşk!" diye fısıldadı.

Söylediğine kendisi bile şaşırmıştı.

Ama Halil Komutan’ın sesi yüreklere işliyordu.

Şarkının son notasıyla birlikte, salon bir an sessizliğe gömüldü.

Ve ardından güçlü bir alkış koptu.

Tim, Halil Komutan’a yıllardır saygı duyuyordu, ama bu an başka bir şeydi.

Halil Komutan mikrofonu yavaşça bıraktı ve sahneden ağır adımlarla inerken, Meltem Yenge’ye doğru yürüdü.

Meltem Yenge hafifçe başını eğdi, hafif kızarmış bir gülümsemeyle.

Ve Halil Komutan sadece ona bakarak başını hafifçe salladı.

İşte o an, herkes anladı.

Halil Komutan, sadece bir komutan değil, aynı zamanda büyük bir aşık ve adam gibi bir adamdı.

Halil Komutan’ın derin ve anlam yüklü performansından sonra sahneye çıkan İlteriş, etrafa bakmadan direkt olarak Yaseminka’ya döndü.

Elinde mikrofon, salondaki insanları değil, yalnızca onu görüyordu.

Ve müzik başladığında, ilk kelimesini söyledi:

"Teninin üzerinden kayan bir buzdur,
Uzak bakışlarım…"

Yaseminka önce ne olduğunu anlamadı. Bir anda gözleri büyüdü, kaşları hafifçe havaya kalktı.

Tim yerinde sessizce izliyordu.

Burak fısıldadı: "Oğlum, bu adam gerçekten şiir gibi yaşıyor."

Ben Umay’a döndüm, o da dudaklarını sıkıp gülümsüyordu.

Ama İlteriş sadece ona, Yaseminka’ya odaklanmıştı.

"Ama seni bilmek,
Seni bilmek,
Seni bilmek,
Beynimde bir kurşun."

Yaseminka’nın gözleri hafifçe doldu.

Onlar kol kola yürürken güçlüydü, tartışırken bile sevgileri hissediliyordu, ama İlteriş’in ona olan sevgisini böylece herkesin önünde haykırması…

Bu, bambaşka bir şeydi.

Tim bile o an büyük bir sessizliğe gömüldü.

"Her anın aklımda,
Her kıvrımın…"

İlteriş sözleri söylerken, Yaseminka’yı ezberlemiş gibi bakıyordu.

Halil Komutan, "İşte bu yüzden bu adamı seviyorum." diye mırıldandı.

Burçe hafifçe gülümsedi, "Yaseminka abla ne yaptıysa, İlteriş’i fena büyülemiş." dedi kıkırdayarak.

Burak iç çekti. "Ben de bir gün böyle sevilmek istiyorum ama Halil Komutan’ın yeğeniyle flört etmekle meşgulüm."

Gülmemek için kendimi zor tuttum.

"Savrulur, savrulur,
Saçlarında hayatın,
Seni sorsunlar benden,
Bir tek ben anlarım."

Şarkının son cümlesi havada asılı kalırken, İlteriş mikrofonu sessizce bıraktı.

Ve hiç düşünmeden Yaseminka’nın yanına yürüdü.

Gözlerinin içine baktı.

Yaseminka hiçbir şey söylemedi.

Ama yerinden kalkıp, sessizce ona sarıldı.

Ve o an, herkesin içi sımsıcak oldu.

Tim büyük bir alkış kopardı.

Burak alkışlarken "Allah’ım, bu tatilde aşk romanı çekiliyor da bizim mi haberimiz yok?" diye bağırdı.

İlteriş Yaseminka’nın alnına hafif bir öpücük kondurdu. "Senin için." diye fısıldadı.

Ve işte o an, bizim sert ama hayatı ciddiye almayan görünümlü komutanın, en büyük zaafının Yaseminka olduğu kesinleşmişti.

İlteriş’in şarkısından sonra herkes hala etkisindeyken, Yaseminka hafifçe elbisesini savurarak sahneye adımladı.

Beyaz, zarif elbisesi hafif rüzgârda uçuşuyordu.

Sahne ışıkları yüzüne vurduğunda, o anda otelin bahçesi değil, bambaşka bir atmosfer oluştu.

İlk kelimeleri söylediğinde, sesi öyle duru ve içtendi ki herkes sustu.

"Jovano, Jovanke,
Kraj Vardarot sediš, mori…"

Burak gözlerini kıstı ve İlteriş’e yanaştı.

"Kardeşim, bu şarkı sana mı, yoksa kayınvalidene mi gidiyor?" dedi kıkırdayarak.

İlteriş ona ters bir bakış attı. "Konuşmazsan belki şu anın tadını çıkarabilirim Burak."

Umay hafifçe kolumu sıkıp fısıldadı:

"Altay, kadın bildiğin büyü yapıyor sahnede."

Gerçekten de öyleydi. Yaseminka'nın sesi, gecenin içinde yankılanıyordu.

"Se’ nagore gledaš, dušo,
Srdce moe, Jovano…"

O an İlteriş, tamamen ona kilitlenmişti.

Burçe bile sırıtarak Halil Komutan’a eğildi, "Dayıcığım, sizin timde resmen aşk filmleri çekiliyor."

Halil Komutan sadece başını hafifçe salladı, "Ne yaptıkları belli değil." diye mırıldandı.

Ama kimse itiraf etmese de, Yaseminka'nın performansı herkesi büyülemişti.

Tim, daha önce böyle bir an yaşamamıştı.

Burak, hafifçe sandalyesine yaslandı ve iç çekerek konuştu:

"Beyler, bizim sevgili olasımız geldi ama Halil Komutan bana bakıyor, yapamıyorum."

Kerim kahkahayı bastı. "Burak, sen Halil Komutan’dan değil, Burçe’den kork bence."

Tam o anda şarkının en içli kısmı geldi.

"Ja se tebe čekam, mori,
Doma da si dojdeš…"

İlteriş’in elleri sıkıca kenetlenmişti.

Yaseminka gözlerini kapattı ve şarkının son mısralarını söylerken, sesi hafifçe titredi:

"Srdce moe, Jovano…"

Şarkı bittiğinde sessizlik çöktü.

Herkes Yaseminka'nın güzelliğine ve sesine bir kez daha hayran olmuştu.

Sonra, en içten alkışlar yükseldi.

Ama İlteriş yerinden kalkmadı.

Birkaç saniye sonra ayağa kalktı, sahneye yürüdü ve Yaseminka’ya baktı.

Sonra sessizce elini tuttu.

Ve sessiz bir teşekkürle başını eğdi.

Burak bir an gözlerini kıstı, "İlteriş, bak biz öyle dizilerdeki gibi kadınların elini tutunca dayak yiyoruz, sen ne güzel sahnede yapıyorsun." dedi.

İlteriş ona bakmadan Yaseminka'nın elini dudaklarına götürüp öptü.

Ve işte o an, timdeki herkes resmen kaybetti.

Kerim "Tamam lan, aşk kazandı." dedi ve alkışlamaya başladı.

Halil Komutan iç çekerek gözlerini devirdi. "Yemin ediyorum bu tatilden sonra hepinize özel eğitim vereceğim."

Ama hepimiz biliyorduk ki, bu anlar unutulmayacaktı.

Yaseminka’nın büyüleyici performansından sonra sıradaki isim sahneye çağrıldı:

Mustafa Kemal.

Tim, Burak ve İlteriş’in romantik gösterilerine alışkındı ama Mustafa Kemal’i sahnede görmek farklıydı.

Mustafa Kemal sessiz, ciddi ve hep kontrollüydü.

Ama herkes kimin için söylediğini biliyordu.

Hayat Astsubay.

Sahneye çıktığında bir an mikrofona baktı, sonra derin bir nefes alarak ilk sözleri söyledi:

"Gecenin en siyahında,
Umudun bittiği yerdeyim…"

Tim büyük bir sessizliğe gömüldü.

Mustafa Kemal’in her zaman dimdik duran adamdan, içinde fırtınalar kopan birine dönüşmesini görmek garipti.

Ama sesi netti, hafif bir titremeyle birlikte.

"Köşeyi dönsem ölüm,
Düz gitsem hayat,
Gölgeler içindeyim…"

Burak hafifçe eğildi ve İlteriş’in kulağına fısıldadı:

"Bu adam aşktan ölüyor ama kimseye çaktırmıyor."

İlteriş kaşlarını çattı. "Biliyoruz Burak, biliyoruz."

"Sen imkansızsın,
Sensizlik imkansız,
Aşk imkansız…"

Timden hiç ses çıkmıyordu.

Halil Komutan bile ellerini birleştirip sessizce dinliyordu.

Burçe, başını kaldırıp Halil Komutan’a fısıldadı:

"Dayıcığım, Mustafa Kemal gerçekten seviyor mu?"

Halil Komutan kısa bir sessizlikten sonra, "kuzum bu adam aşkı düğümlü sesle anlatıyor. Sence?" diye yanıt verdi.

Sahnede Mustafa Kemal, bütün geçmişini, geleceğini, her şeyini o sözlere yüklemiş gibiydi.

"Çemberin en dışında,
En çıkmaz sokaktayım…
Çığlık atsam sessiz,
Sussam yine çaresiz…"

Gözlerini hafifçe kapadı, derin bir nefes aldı.

Ve son mısrayı fısıltıya yakın bir tonda söyledi:

"Gölgeler içindeyim…"

Şarkı bittiğinde, sahne kadar ortam da sessizdi.

Burak hafifçe yutkundu. "Ben içimden bir şeyler koparken hissediyorum." dedi.

İlteriş başını salladı. "Hepimiz hissediyoruz."

Mustafa Kemal sadece başını eğip mikrofona teşekkür etti.

Ve sessizce yerine dönerken, gözleri bir an uzaklara daldı.

Orada, Hayat Astsubay’ın hayali duruyordu.

Mustafa Kemal’in iç yakan performansından sonra, sahneye ağır adımlarla Fatih çıktı.

Tim, Fatih’in şarkı söyleyen biri olmadığını bilirdi.

Ama sesi her zaman tok, duruşu hep sağlamdı.

Ve mikrofona yaklaşıp ilk kelimeleri söylediğinde, ortam bir anda ciddileşti.

"Kerkük'ün zindanına attılar meni…"

Sahnedeki ışıklar hafifçe soluklaştı.

Şarkının ağırlığı, sadece melodiyle değil, sözleriyle de boğazlara oturdu.

Burak iç çekti. "Abi, tatil değil de yemin ediyorum askerlik anısı gibi oldu bu gece."

İlteriş kaşlarını çattı, "Sus Burak."

Fatih gözlerini kapatmadan sadece tek bir noktaya bakıyordu.

"Mazlumlar sürüsüne kattılar meni, a canım kattılar meni…"

Tim, sessizce birbirine baktı.

Bu şarkı sadece bir ağıt değildi.

Fatih’in içinde tuttuğu, konuşmadığı, paylaşmadığı şeylerin dışa vurumuydu.

Halil Komutan, ellerini kavuşturup oturduğu yerden dinlemeye devam etti.

Umay, sessizce elimi tuttu.

"Bir yanım dağladılar ateşle annem,
Ne suçum ne günahım yaktılar beni, yaktılar beni…"

Burçe gözlerini kırpıştırdı, "Bu gece çok fazla duygu yüklenmesi oldu bence." dedi alçak sesle.

Ama kimse itiraz etmedi.

Fatih’in sesi bir ağırlık taşıyordu.

Sahnede durduğu yer, sadece bir otel değil, bir hatıranın içinde gibiydi.

"Türkmen obalarından göçen anneler,
Ne yuvaları kalmış ne de haneler, ne de haneler…"

İlteriş derin bir nefes aldı. "Bazı yaralar kapanmıyor Burak, bu şarkıyı dinlerken konuşmak bile yanlış."

Burak başını salladı. "Biliyorum."

Fatih, şarkının son kısmına geldiğinde, sesi titremedi, gözleri yaşarmadı.

Ama hissettirdiği şey herkesi susturdu.

"Gökkubbeyi sarsar mazlum feryadım,
Elbette bir gün güler bize seneler, bize de seneler…"

Şarkı bittiğinde, hiç kimse hemen alkışlamadı.

Çünkü o anı bozmak istemediler.

Sonra, Halil Komutan ayağa kalktı.

Ve sadece tek bir kez başını eğdi.

Bu, Fatih’e sessiz bir selamdı.

Ve o an, Fatih’in gözlerinde bir anlığına bir şey parladı.

Sonra, mikrofonu bıraktı ve ağır adımlarla sahneden indi.

Burak, derin bir nefes aldı. "Kardeşim, biz nasıl bir tatildeyiz ya? Şimdi de vatan, bayrak ve acı yüklendi üstümüze."

Ama kimse cevap vermedi.

Çünkü herkes, Fatih’in şarkısını hâlâ içinde hissediyordu.

Fatih’in ağır ve yürek burkan performansından sonra, ortamın yükü hissedilir derecede artmıştı.

Ama işte tam bu noktada, sahneye izmirli Yavuz çıktı.

Ve bütün havayı değiştirdi.

Efe gibi yürüyerek, ağır adımlarla mikrofonu eline aldı.

Burak hemen öne doğru eğildi. "Aha! Geliyor, en havalı anlarımız!"

Yavuz kaşlarını hafifçe kaldırarak önce izleyicilere, sonra doğrudan tim masasına baktı.

"Darildin mı gülüm bana?" diye o kendine güvenen sesiyle şarkıya girdi.

O an Burak, İlteriş, Kerim ve Mustafa Kemal başlarını aynı anda salladı.

"Hiç bakmıyorsun bu yana…"

Burçe gözlerini devirdi. "Ay, havalara bak!" dedi ama hafifçe gülümseyerek.

Yavuz gerçekten sahnede bir efe gibi duruyordu.

Bütün duygu yüklü anları silip süpürmüştü.

"Darıldıysan barışalım,
Kumru gibi koklaşalım…"

Burak şarkıya eşlik etmeye kalkınca İlteriş hemen omzuna vurdu. "Sus lan, adamı bozma!"

"Esmerim, güzelim, tuti dillim,
Ben yanıyorum,
Çok seviyorum…"

Yavuz şarkıyı söylerken, arada bir kaşlarını kaldırıp sahnedeki ışıkların altına girerek iyice karizmatik görünmeye çalışıyordu.

Burak dayanamayıp fısıldadı. "Bu adam kesin tatilin sonunda en az üç telefon numarası alacak."

Kerim kahkahayı bastı. "Zaten şarkıyı söyleme tarzına bak, düğün dernek havasında!"

Ama işin komik tarafı…

Yavuz gerçekten iyi söylüyordu!

Sesi ne Burak gibi detoneydi, ne de İlteriş gibi derinden geliyordu.

Tam kararında bir enerjiyle ortamı hareketlendirmişti.

Halil Komutan bile şarkının ritmine ayağıyla hafifçe eşlik ediyordu.

Yavuz, şarkının son kısmına geldiğinde, iyice havaya girerek mikrofonu elinde çevirdi:

"Her zaman üzersin beni,
Ah yaramaz, çapkın seni!
Benim hiç günahım yoktu,
Baştan sen çıkardın beni!"

Son notada hafifçe başını yana eğip gülümseyerek seyirciye baktı.

Ve salon alkıştan yıkıldı.

Burak en önden bağırdı:

"Yavuz, sen var ya, düğün salonlarının korkulu rüyasısın kardeşim!"

Yavuz mikrofonu yerine koyup ağır adımlarla yerine dönerken, ceketini düzeltti ve İzmirli olmanın gururuyla geri oturdu.

İlteriş kahkahayı patlattı. "Tam bir sahne adamısın dostum!"

Burçe başını salladı. "Neyse ki Burak gibi felaket değildi."

Burak hemen itiraz etti. "Ben sahne ruhu olan bir sanatçıyım!"

Halil Komutan derin bir nefes aldı. "Sanatçılığınızı karargahta da görmek isterim ama hiçbiriniz eğitimlere bu kadar hevesle katılmıyorsunuz!"

Gülüşmeler yükseldi, ortam iyice neşelenmişti.

Ve o an hepimiz anladık:

Yavuz, ağır atmosferi dağıtıp geceyi tam kıvamında bir hale getirmişti.

Sahneye bizim imam Ulaş çıkınca, herkes hafifçe sessizleşti.

Tim olarak onun daha sakin, belki de bir ilahi okuyacağını bekliyorduk.

Ama mikrofonu eline aldığında ve ilk kelimeler döküldüğünde, ortam adeta yıkıldı.

"Dere boyu kavaklar,
Açtı yeşil yapraklar…"

Burak’ın ağzındaki su anında püskürdü.

"LAN BU NE?!?" diye bağırdı.

İlteriş kahkahaya boğuldu. "İmam dedik, adam düğün başlattı!"

Umay elimden tutup karnına yaslandı, gülmekten gözleri yaşarmıştı.

Yavuz şok içinde Burak’a döndü: "Senin gibi biri bile şok oluyorsa, durum gerçekten vahim!"

Ama Ulaş durmuyordu.

Aksine, sesi yükseldikçe yükseliyor, tempo arttıkça artıyordu.

"Basmadan, gel asmadan,
Fistan giymiş basmadan!"

Burçe ellerini şaklatmaya başladı. "Aman Allah’ım, düğün moduna geçtik!"

Burak, şoku atlatıp ayağa fırladı. "Ben Ulaş’ı şimdiye kadar yanlış tanımışım!"

Ve sonra en beklenmedik şey oldu.

Ulaş, o ağır ve gür sesiyle nakarata girdi:

"ACEM KIZI, ÇEÇEN KIZI, SEN ALLAR GİY, BEN KIRMIZI!"

Masada çığlık kıvamında kahkahalar yükseldi.

Halil Komutan bile elini alnına koyup başını iki yana sallıyordu.

Aybars, anlamasa da müziğe kapılmış bir şekilde bacaklarını sallıyordu.

Tim, elleriyle ritim tutmaya başladı.

Burak tamamen kendini kaybedip tempo tutarak dans etmeye başladı.

"HADİ GÜLÜM YANDAN, YANDAN, YANDAN!"

Ulaş, elleriyle tempo tutarken bir yandan da kaşlarını kaldırıp gülümsüyordu.

Sahne ışıkları hareketli renklere döndü, oteldeki diğer misafirler bile ayağa kalkıp ritme uymaya başladı.

Burak, "BEN BU GECEYİ ASLA UNUTMAM!" diye bağırdı.

Şarkı bittiğinde, salon resmen coşku patlaması yaşadı.

Ulaş, mikrofonu yerine koyarken sessizce ceketini düzeltti.

Ve ağır adımlarla sahneden indi.

Masaya döndüğünde herkes hala gülmekten konuşamıyordu.

Burak, Ulaş’ın omzuna sertçe vurdu. "Bizi yıllardır kandırmışsın! Sen düğün şarkıcısıymışsın Ulaş!"

Halil Komutan derin bir nefes aldı. "Ulaş, askerde ve eğitimlerde gördüğüm en disiplinli adamlardansın. Ama şu an gözümde başka bir boyuta geçtin."

Ulaş sakince oturdu, su şişesini alıp bir yudum içti.

Sonra gülümseyerek şöyle dedi:

"Kardeşlerim, hepinizin içinde bir oynama vardı, ben sadece açığa çıkardım."

Ve o an, masadaki herkes anladı.

Bu tatil, asla sıradan bir tatil olmayacaktı.

Ulaş’ın beklenmedik performansının ardından, herkes hala kahkahalar ve şaşkınlık içinde kendi aralarında konuşuyordu.

Tam o sırada Umay ayağa kalktı.

Ben hafifçe sırıttım, çünkü gözlerindeki ışığı görmüştüm.

Ama asıl tepkiyi Aybars verdi.

Küçük kurt, yerinde zıplamaya başladı.

"Anneee sahneye mi çıkıyorsun?!"

Umay hafifçe başını salladı, mikrofonu eline aldı ve gözlerini bana dikerek gülümsedi.

İlk mısralar havaya yayıldığında, ortam bir anda değişti.

"Benim bura afet yeri,
Yangın da var, deprem de
Hangisini anlatayım ki?"

Burak, yerinde doğrulup kaşlarını kaldırdı.

"Eyvah… Komutanım, yangın var!" dedi gülerek.

İlteriş hafifçe güldü. "Ben bu şarkının kime gittiğini çok iyi biliyorum."

Ben hafifçe başımı yana eğdim, gözlerimi Umay’dan ayırmadım.

"Kimmiş beni söndürecek?
Ateşim dinsin diye okyanusa sığınamam ki…"

Umay tam anlamıyla sahnede parlıyordu.

Onun şarkıyı nasıl içten söylediğini görmek, beni yerime mıhladı.

Burçe, Burak’a eğilip "Sence Altay komutan şu an ne hissediyor?" diye sordu.

Burak ciddileşip elini çenesine koydu. "Bence içeriden eriyor ama dışarıdan soğuk duruyor."

Halil Komutan iç çekti. "Allah’ım, bu timi bana sınav olarak mı verdin?"

Ama herkesin gözü, Umay’daydı.

"Sarılırım, sarılırım bırakmam
Çağırırım, çağırırım daha da sensiz yatmam…"

Aybars, annesinin sesini duyunca büyük bir coşkuyla ellerini çırpmaya başladı.

"Annem harika söylüyor!" diye bağırdı.

Gözlerimi kıstım, gülümsememi saklamaya çalıştım.

Ama Umay, şarkıyı öyle içten söylüyordu ki, gözlerimden kaçamazdı.

"Olmazsan olmaz, büyümez çiçeklerim,
Toprağım havalanmaz, kurur gider bahçelerim."

İlteriş yana dönüp fısıldadı:

"Abi, bu kadının gözleri senden başkasını görmüyor.

Omuz silktim, "Biliyorum."

Umay, gözlerini benden hiç ayırmadan şarkının son kısmına geldi.

"Ah başıma gelen benim,
Aşk oyun ben oyuncak
Söyle emrine amedeyim
Kimmiş beni susturacak?"

Şarkı bittiğinde, ortamı alkışlar inletti.

Ama ben yerimden kalkıp, sessizce sahneye yürüdüm.

Mikrofonu Umay’ın elinden aldım, elimi beline koyup kendime çektim ve fısıldadım:

"Bu kadar içten söylersen, sana aşık olmamak mümkün mü Umay?"

Ve o an sahnenin ortasında, alkışlar ve ıslıklar arasında Umay’a sıkıca sarıldım.

Burak ellerini havaya kaldırarak bağırdı:

"İşte gerçek aşk budur beyler!"

Ve işte o an, bu tatilin en unutulmaz anlarından biri yaşandı.

Gitarın yumuşak tınısı ve yan flütün huzur veren melodisi kulaklarıma dolarken, gözlerim sahneden önce Umay’ı buldu.

Baktım. O da bana bakıyordu.

Gözleri her zamankinden daha parlaktı.

Ve sonra sözler akmaya başladı.

"Seslen dağlardan ve tepelerden,
Yaşanılmış eski kentlerden,
Ayın yılın suretinden…"

Herkes susturulmuş gibiydi.

Burak bile konuşmuyordu.

Çünkü bu şarkı, herkesin bir gün birine seslenmek isteyeceği türdendi.

Gözlerimi kapatıp devam ettim.

"Seslen çatlar dağlar güzel yüzünden,
Kopar düşer ay gökyüzünden,
Geçer gider Akdeniz’den…"

Sözler, gönlümdeki her şeyi anlatıyordu.

İlteriş bana baktı ve Burak’ın kulağına eğilip, "Bu adam gerçekten seviyor." dedi.

Burak derin bir nefes aldı.

"Evet lan, seviyor."

Ama benim için orada sadece bir kişi vardı.

Umay.

"Seslen dağlardan geri vursun sana sesin,
Ben duyarım sesini,
Nerdesin?"

Umay başını hafifçe yana eğdi.

Gözleri hüzünle karışık bir aşkla doluydu.

Aybars, annesinin elini tuttu. Küçük gözleriyle bana bakıyordu.

Ve ben, o an sahnede değil, evimdeydim.

Ailemle, sevdiğim kadının yanında.

Şarkı sona ererken, salon tamamen sessizleşti.

Ve ben, mikrofonu kapatıp Umay’a yürüdüm.

Onun gözlerinin içine baktım.

Fısıltıyla söyledim:

"Her seferinde sana sesleniyorum Umay."

Umay hafifçe gülümsedi, elimi tuttu.

Ve o an anladım.

Bazen bir şarkı, bir insanın kalbine varan en kısa yoldur.

Ve ben bu yolu, sonsuza kadar yürümeye razıydım.

Şarkım bittiğinde, Aybars minik adımlarla yanıma geldi.

"Baba, ben de söylemek istiyorum."

Gözlerimi kıstım, gülümsedim.

"Birlikte söyleyelim mi?"

Aybars’ın yüzü ışıldadı.

Ve elini tutarak sahneye çıktık.

Mikrofonu ona uzattım.

Ve o, kocaman bir neşeyle şarkıya girdi:

"Kaç yıl oldu saymadım köyden göçeli,
Mevsimler geldi geçti görüşmeyeli…"

Tim, önce hafifçe kıkırdadı, ama sonra tüm otel alkışlarla ritim tutmaya başladı.

Burak gözlerini ovuşturdu. "Oğlum, şu ana kadar izlediğimiz en güzel performans bu olabilir."

İlteriş başını salladı. "Aybars kazandı, bu gecenin yıldızı belli oldu."

Umay, oğluna gururla bakıyordu.

Ama ben, şarkının neşesine rağmen içimde bir şeylerin sıkıştığını hissettim.

Aybars söylerken, gözleri gökyüzüne kayıyordu.

Ve benim de aklıma Tunahan geldi.

Hissetmiyordu belki… Ama bir şekilde, Aybars da Tunahan’ın varlığını biliyor gibiydi.

Eğer yaşasaydı…

Nasıl olurdu?

Oğlumla birlikte oyunlar oynar mıydı?

Ona da bu şarkıyı söyletir miydim?

Bir an boğazıma bir şey düğümlendi.

Ama Aybars şarkının en eğlenceli kısmına geldiğinde, içimdeki sıkıntıyı bastırıp gülümsedim.

"Arkadaşım eş, arkadaşım şek, arkadaşım eşek!"

Mikrofonu ona tuttum, minik sesi yankılandı.

Umay ellerini kucağında birleştirmiş, bize bakıyordu.

Ben ise, gökyüzüne kısa bir bakış atıp içimden fısıldadım:

"Seni unutmadık, Tunahan. Seni hep yaşatacağız."

Ve o an, sahnede oğlumla birlikte olduğum için dünyanın en mutlu adamıydım.

Mikrofonu bıraktık, Aybars’ın minik elini tutarak minderlerimize geri döndük.

Daha yerine bile oturamadan, Umay başını bize uzattı ve ikimizi de öptü.

"Çok güzeldiniz benim Edi ile Büdüm!" dedi gülerek.

Aybars ne demek istediğini anlamamıştı, kaşlarını çattı.

"Kim Edi, kim Büdü?" diye sordu ciddi ciddi.

Burak araya girip kıkırdadı. "Bence Altay abi Büdü!"

Ben kaşlarımı kaldırıp Burak’a baktım. "Sen tam olarak nesin Burak? Garfield mi?"

İlteriş kahkahayı bastı. "Garfield’a hakaret etmeyelim, o biraz daha mantıklı."

Aybars, annesiyle bana sırayla baktı, sonra parmağıyla beni işaret etti.

"Baba, sen Büdü ol!"

Umay kahkaha attı, ellerini havaya kaldırdı.

"O zaman tamamdır! Artık Edi ve Büdü olarak anılacaksınız!"

Tim kahkahalarla coşarken, ben iç çekip Aybars’ı kucağıma aldım.

Başını göğsüme yasladı, gözleri hafifçe kapanıyordu.

Umay da yanıma sokulup başını omzuma yasladı.

Ve biz, kamp ateşinin sıcaklığında, sevdiklerimizin arasında, gecenin keyfini çıkardık.

Bu tatil, şimdiye kadar geçirdiğimiz en güzel tatildi.

Ve bizim için daha yeni başlıyordu.

Kamp ateşi etrafında geçen duygusal ve eğlenceli anlardan sonra, otelin animasyon ekibi tekrar sahneye çıktı.

Takım elbiseli sunucu, enerjik bir şekilde mikrofonu eline aldı.

"Hanımlar ve beyler! Şimdi sıra tatilimizin en eğlenceli etkinliğine geldi: TAKIM YARIŞMASI!"

Tim anında ayaklandı.

Burak ellerini ovuşturdu. "İşte bu! Rekabet benim işim!"

İlteriş derin bir nefes aldı. "Allah’ım, bu adam yüzünden yine rezil olacağız."

Sunucu, yarışmayı açıkladı:

"İki takım olacak: Bir tarafta oteldeki aileler, diğer tarafta asker kökenli misafirlerimiz, yani sizin 'Tim' dediğiniz ekip!"

Halil Komutan gözlerini devirdi. "Bunu neden hissettim bilmiyorum ama bu yarışma bizim için çok gergin geçecek."

Burçe kıkırdadı. "Dayıcığım, sizde ego fazla, o yüzden kesin yenilmeyi kaldıramayacaksınız."

Burak ellerini beline koyup meydan okurcasına bağırdı:

"Yok öyle yenilmek menilmek! Tim olarak şampiyon olacağız!"

Sunucu alkışlarla yarışmanın detaylarını açıkladı:

🏆 BİRİNCİ TUR: BİLGİ YARIŞMASI
📌 İKİNCİ TUR: BECERİ VE REFLEKS OYUNLARI
🎤 FİNAL TURU: TAKIM HALİNDE ŞARKI SÖYLEME!

Yarışmaya ailelerden Umay, Yaseminka, Burçe ve Meltem Yenge katıldı.

Tim’den ben, İlteriş, Burak, Mustafa Kemal ve Yavuz seçildik.

Aybars sevinçle ellerini çırptı.

"Baba, kazanacaksın di mi?"

Umay kaşlarını kaldırarak bana döndü.

"Aşkım, biz de kazanmaya oynuyoruz!" dedi meydan okurcasına.

Yarışmanın başlamasıyla tatilin en eğlenceli rekabeti resmen başlamış oldu!

Sunucu mikrofonu eline aldı ve ilk turu başlattı.

📌 Kurallar basitti:

Her iki takıma da beş soru sorulacak.

Doğru cevap bir puan, yanlış cevap sıfır puan.

En çok puan alan takım birinci turu kazanır.

Burak ellerini çırptı. "Tamamdır beyler! Strateji net: Soruyu duyunca 'Burak kesin bilir' diye düşünmeyin ve kendi cevabınızı verin."

İlteriş iç çekti. "Kardeşim, kimse zaten öyle düşünmez."

Umay karşı masada gülümseyerek oturuyordu. Yaseminka, Burçe ve Meltem Yenge ile takım olmuşlardı.

Aybars annesiyle babası arasında kalıp kime tezahürat yapacağına karar verememiş gibiydi.

Sonunda Elmo’yu göğsüne bastırıp, "Ben kazananı seçerim!" dedi.

Herkes kahkahaya boğuldu.

🔔 İLK SORU: “Osmanlı Devleti'nde ilk anayasaya ne ad verilmiştir?”

Tim bir anda sessizleşti. Herkes birbirine baktı.

Burak fısıldadı. "Oğlum, anayasayı kim çıkardı bizde? Padişah mıydı paşa mıydı?"

İlteriş derin bir nefes aldı. "Kanun-i Esasi." dedi.

Ben hemen butona bastım. "Kanun-i Esasi!"

Sunucu gülümsedi. "Doğru cevap! 1-0 öne geçtiniz."

Umay hafifçe gözlerini kıstı. "Demek öyle… Peki o zaman!"

🔔 İKİNCİ SORU: "Einstein’ın meşhur enerji formülü nedir?"

Burçe butona basıp “E=mc²” dedi.

Sunucu "Doğru cevap!" diyerek puanı onlara yazdı. 1-1

Burak çenesini kaşıdı. "Beyler, bu kadınlar çok hızlı geliyor."

🔔 ÜÇÜNCÜ SORU: "Türkiye’de en uzun kıyı şeridine sahip olan ilimiz hangisidir?"

Yavuz zınk diye butona bastı.

"İzmir!"

Sunucu kaşlarını kaldırıp üzülerek baktı.

"Yanlış cevap… Doğru cevap Muğla!"

Tim masası Burak’a döndü.

Burak kollarını iki yana açıp bağırdı. "Sen İzmirli olduğun için her şeyi İzmir mi sanıyorsun kardeşim?!"

Bu sırada Umay, Yaseminka ve Burçe çaktırmadan kıkırdıyordu.

🔔 DÖRDÜNCÜ SORU: "Mimar Sinan’ın ustalık eseri hangi camidir?"

Mustafa Kemal sakince butona bastı. "Selimiye Camii."

Sunucu “Doğru cevap!” dedi. 2-2

Burak sevinçle yumruğunu sıktı. "İşte bu! Bilgi yarışmasında tarihle ayakta kalıyoruz!"

🔔 SON SORU: “Dünya’nın en büyük okyanusu hangisidir?”

Burçe hızla butona bastı. "Pasifik Okyanusu!"

Sunucu "Ve doğru cevap!" dedi.

Aybars ellerini havaya kaldırdı.

"Annem kazandııı!"

İlk turun kazananı AİLELER oldu!

Burak başını iki elinin arasına aldı. "Beyler, rezil olduk!"

Umay bana göz kırpıp gülümsedi. "Daha bitmedi, aşkım. İkinci turda sizi de yeneceğiz."

Tim masası hızlıca toparlanıp ikinci tur için hazırlanırken, rekabet artık gerçekten kızışmıştı.

Ve asıl eğlence şimdi başlıyordu!

İKİNCİ TUR: BECERİ VE REFLEKS OYUNLARI

İlk turu aileler kazanınca, Burak sandalyeye çöküp "Oğlum, ben buna yenilgi demem, taktiksel geri çekilme derim." dedi.

Halil Komutan ise kaşlarını çatarak, "Burak, şu an savaşta olsak mermimiz bitmişti, sus ve yenilgiyi kabul et." dedi.

Ama asıl olay ikinci turdu.

📌 Bu turda fiziksel beceri ve refleksler ön planda olacaktı.

Denge oyunu (Tahta üstünde dengede durma)

Hızlı refleks testi (Işıklara basma oyunu)

Koordinasyon (Balon taşıma yarışı)

Burak hemen havaya atladı.

"Fiziksel mücadele mi? İşte timin alanı!" dedi.

Umay hafifçe kıkırdadı. "Burak, unutma, biz de yıllardır bu timi idare ediyoruz."

Burçe araya girip, "Hadi bakalım, kim daha iyiymiş göreceğiz." dedi meydan okuyan bir ifadeyle.

🔴 BİRİNCİ OYUN: DENGE OYUNU

İlk yarışmada iki takımın seçtiği birer kişi tahtanın üstünde en uzun süre dengede durmaya çalışacaktı.

Bizim takımdan Mustafa Kemal çıktı.

Ailelerden Yaseminka.

Burak "Yandık! Yaseminka yemin ediyorum ninja gibi kadın, Mustafa Kemal burada ayakta duramazsa üzülmemek lazım." dedi.

Sunucu düdüğü çaldı.

İki yarışmacı tahta platformun üstüne çıktı ve zaman başladı.

Mustafa Kemal dimdik duruyordu, askeri eğitimden geçmiş bir adamdı sonuçta.

Ama Yaseminka hiç beklenmedik şekilde mükemmel bir dengeyle duruyordu!

Tim, gözlerini kocaman açtı.

Burak fısıldadı. "Abi, biz yıllarca ne sandık bu kadını? İlteriş abinin dengeli versiyonu çıktı."

Bir dakika geçti.

İki dakika geçti.

Ama ikisi de düşmedi!

İlteriş ellerini kavuşturdu. "Oğlum, biz askeri eğitimde bile bu kadar durmuyoruz, Yaseminka burada resmen meditatif moda geçti!"

Ama tam o sırada Burak kışkırtıcı bir ıslık çaldı.

Mustafa Kemal kaşlarını çattı ve dengesini kaybetti.

Pat!

Tim elendi.

Burak panik içinde başını iki elinin arasına aldı.

"Benim suçum değil!

Halil Komutan derin bir nefes aldı. "Burak, her durumda bir şekilde kaybettirmeyi başarıyorsun."

Aileler ilk oyunu kazandı.

🏆 Durum: 1-0 (Aileler önde)

🟢 İKİNCİ OYUN: HIZLI REFLEKS TESTİ

Bu oyunda hızlı basılması gereken düğmeler vardı.

Sunucu "Refleksleri en hızlı olan kazansın!" dedi.

Ben çıktım.

Ve karşımdan Umay geldi.

Burak hemen atıldı. "Komutanım, bu büyük bir psikolojik savaş, dikkatli olun!"

Umay hafifçe göz kırptı.

"Aşkım, kazanırsan sana küsebilirim, haberin olsun."

Burak çığlık attı. "Bu şantaj! BU PSİKOLOJİK SALDIRI!"

Halil Komutan "Burak, sus artık!" diye bağırdı.

Ve düğmelere hızlıca basma oyunu başladı.

İlk ışık: Ben bastım.
İkinci ışık: Umay bastı.
Üçüncü ışık: Ben.
Dördüncü ışık: Umay.
Beşinci ışık: Ben.

Aybars ellerini çırptı.

"Babam çok hızlı!"

Ama tam son ışık yandığında, Umay elimi tuttu!

Ve bu yüzden o bastı.

Tim çığlık attı. "BU HİLE! HİLE VAR!"

Umay sahte bir masumiyetle gözlerini kırptı. "Aa, elim yanlışlıkla dokundu aşkım, kusura bakma!"

Burak şok içinde çömeldi.

"Abi, bunu savaşta yapsalar var ya…"

Sunucu kazananı açıkladı: AİLELER!

🏆 Durum: 2-0 (Aileler önde, şampiyonluğa yakın!)

🟡 ÜÇÜNCÜ OYUN: BALON TAŞIMA YARIŞI

Bu yarışmada ikili takımlar beline bağlı balonu düşürmeden taşıyacaktı.

Tim’den Burak ve Yavuz çıktı.

Ailelerden Burçe ve Yaseminka.

Burak Burçe’ye baktı.

"Ne olur ne olmaz diye soruyorum, şaka olsun diye patlatırsan Halil Komutan beni vurur mu?"

Burçe "Kesinlikle vurur." dedi gülerek.

Sunucu düdüğü çaldı!

İki takım balonları bellerine sıkıştırarak ilerlemeye başladı.

Burak olabildiğince hızlı gitmeye çalışıyordu ama…

"Yavuz! Düzgün yürü lan! BALON KAYIYOR!"

Ama tam o sırada Burçe, Yaseminka ile birlikte balonu sıkı tutarak hızla parkuru geçti.

Ve ilk bitiren aileler oldu!

AİLELER YİNE KAZANDI!

Tim toplu bir şekilde çöküş yaşadı.

Burak ellerini başına koydu. "Beyler, yokuz biz! Bittik!"

Aybars kahkahalarla annesine sarıldı.

🏆 İKİNCİ TURU DA AİLELER KAZANDI!

Burak: "Kardeşim, bu nasıl olabilir?! Biz ÖZEL KUVVETLERİZ!"

Umay: "Biz de ÖZEL KUVVET EŞLERİYİZ."

Halil Komutan kaşlarını çattı. "Bu kadınlar gerçekten güçlüymüş."

Ama yarışma daha bitmemişti!

🎤 SON TUR: KORO YARIŞMASI BAŞLIYOR!

Ve bu kez şampiyonluğu belirleyecek olan şey, hep birlikte söyleyeceğimiz şarkıydı!

FİNAL TURU: KORO YARIŞMASI 🎤

Aileler iki turu da kazanınca, Burak tam anlamıyla çöküş yaşadı.

"Abi, biz nasıl yeniliyoruz ya? Biz ÖZEL KUVVETLERİZ!"

Umay hafifçe kaşlarını kaldırarak Burak’a döndü. "Biz de ÖZEL KUVVETLERİN EŞLERİYİZ."

Herkes kahkahaya boğulurken, yarışmanın son turu koro yarışması başlamıştı.

Bu sefer şarkının sözlerini bölüştük.

Ve ilk kıtayı biz söylüyorduk.

🎶 Bizim takım (TİM) başladı:

"Pardon sizi birine benzettim geçmiş yıllardan
Yemin ederim azcık içtim, bu halim doğuştan
Şampiyonum sanırken diskalifiye olduğumdan
İşte sevgili bayan, tüm gevezeliğim bundan."

Burak mikrofonu eline alıp abartılı şekilde yere diz çöktü.

"İşte sevgili bayan, tüm gevezeliğim bundan!" diye elini gökyüzüne kaldırdı.

Tim kahkahaya boğuldu.

Halil Komutan derin bir nefes aldı. "Burak, operasyonda da bu kadar dramatik olsaydın düşman kendini teslim ederdi."

"Bir kız tanırdım eskiden, 'hayat berbat' derdi
Loş kalbinde hayal kırıklıkları biriktirirdi
Her filmden, kitaptan bir rol seçerdi
Beğensin diye gelirse ölüm, makyajsız gezmezdi."

Burçe gözlerini devirdi. "Bu kısım tamamen Umay için yazılmış olabilir." dedi kıkırdayarak.

Umay mikrofonu tutup kaşlarını kaldırdı. "Ben her zaman makyajlı değilim, tamam mı?"

Burak: "Ama gelirse ölüm, fondötensiz gitmem diyorsun?"

Herkes kahkahaya boğulurken, şarkının devamı geldi.

🎶 Biz tekrar devraldık:

"Tanırsınız benim gibilerini boş sokaklardan
Çizgilere basmadan yürümeye çalışan insanlardan
Ama dün akşam dedim ki kendi kendime
Düşünme!"

Burak yerde yürüyormuş gibi yaparak çizgilere basmamaya çalışırken Yavuz onu itti.

Yavuz: "Burak, yemin ediyorum fazla yaşıyorsun bu şarkıyı."

"Kim anlamış ki sen anlayasın böyle?
Bir şey söyledi ki bence de doğru, bir bar filozofu
'Çok kadın hiç kadındır oğlum, yalnızlıktır sonu'
Kadehte yansımama baktı, ayaklı bir kanıttım."

Yaseminka, mikrofonu alıp İlteriş’e döndü. "Çok kadın hiç kadındır oğlum, yalnızlıktır sonu." dedi hafif gülerek.

İlteriş başını iki yana salladı. "Allah’ım, şu an benden hesap soruyor."

🎶 SON KISIM:

"Öyle güzelsiniz ki, galiba korkmaya başlamalı
Sizin kadar güzel olmak hemen yasaklanmalı
Durun, tahmin edeyim, balıksınız değil mi?
Çok yalnızım, n'olur size gidelim mi?"

Burak bir an ciddileşti, sahte bir romantiklikle Burçe’nin önüne çöktü.

"Balıksınız değil mi?" dedi ağır çekimde.

Burçe yavaşça kafasını sağa eğdi, kaşlarını kaldırdı ve:

"Kovayım."

Tüm tim patladı!

İlteriş kahkahalar içinde Burak’ın sırtına vurdu. "Kardeşim, seni beş saniyede bitirdi!"

Burak yerde çökmüş kalmıştı. "Ben bu şarkıyı bu tatilde unutamayacağım…"

🎤 ŞARKI BİTTİĞİNDE, OY VERME ZAMANI GELDİ!

Sunucu seyircilerden alkışları ölçerek kazananı belirleyecekti.

Tüm salon iki takımı da çılgınca alkışlıyordu.

Ama kazananın kim olduğunu belirlemek için herkes nefesini tutmuştu…

Umay, mikrofonu eline alıp gözlerini bana dikti.

O an anladım ki… Şimdi sıra intikamdaydı.

Burak hemen doğrulup İlteriş’in kolunu çekti.

"Abi, kızlar sahaya iniyor. Kesin laf sokmalı bir şarkı geliyor!"

Halil Komutan iç çekti. "Burak, bunları neden her zaman şaşırıyormuş gibi söylüyorsun?"

Ve ilk kelimeler döküldü.

🎶 Umay başladı:

"Galiba kendinizi pek enteresan sanıyorsunuz,
Büyümeyen adam sendromu bu, ama yaşlanıyorsunuz."

Burak, gözlerini kocaman açtı.

"Kime laf soktular? Bize mi?!"

İlteriş derin bir nefes aldı. "Sakin ol Burak, daha yeni başladılar."

🎶 Peşinden Burçe mikrofonu kaptı:

"Küstah taklidi yapan erkekler familyasından,
Milyarlarca zavallı adam midemi kaldıran!"

Burak sandalyesinde kıvranmaya başladı. "Abi, birileri beni buradan kaçırabilir mi? Şu an içimden ölmek geliyor."

Tim’in diğer üyeleri sessizce kızlara bakıyordu.

Ben, gülümseyerek Umay’a göz kırptım.

Ama o, kaşlarını kaldırıp gözlerini devirdi.

🎶 Yaseminka ve Meltem Yenge de girdi:

"Ya siz hâlâ bıkmadınız mı hiç kendinizden?
Evinden uzak yalnız kovboy triplerinizden?"

İlteriş anında gözlerini kıstı.

"Bu direkt bana geldi."

Yavuz eliyle kalbini tuttu. "Bize çok fena çakıyorlar beyler…"

Ama asıl darbe sona saklanmıştı.

🎶 Kızlar hep birlikte final kısmına girdi:

"Hadi gelin uyuyun koynumda eğer çok isterseniz,
Ben uyanmadan giderseniz beni memnun edersiniz!"

Tim topluca dizlerini kırıp sandalyeye yığıldı.

Burak iki ellerini başının arasına aldı.

"Kardeşim, biz bittik! Şu an resmen gömüldük!"

Aybars, ellerini çırptı.

"ANNEMLER ÇOK GÜZEL SÖYLEDİ!"

Ve salon yıkıldı!

🎤 FİNAL OYLAMASI

Sunucu elini kaldırdı. "Evet! Şimdi seyirci alkışlarıyla kazananı belirleyeceğiz!"

📢 Önce tim için alkış istendi.

Gayet güzel bir alkış geldi, ama…

📢 Sonra aileler için alkış istendi.

Ve salon yerinden oynadı!

🏆 KAZANAN: AİLELER! 🏆

Burak çömeldi.

"Kardeşim, biz üç tur üst üste yenildik! Onurumuz yerle bir oldu!"

Halil Komutan derin bir nefes aldı. "Burak, bizim yenilgimiz an meselesiydi. Zaten her zaman kadınlar kazanır."

Umay yanıma gelip gözlerini kısarak gülümsedi.

"Ee aşkım, ne diyorsun?"

Elimi kaldırıp teslim oldum. "Tamam, tamam, kazanan sizsiniz."

Ve o an…

Burak’ın en korktuğu şey açıklandı.

🎁 ÖDÜL:
Kazanan takım, kaybedenlere bir gün boyunca ne isterlerse yaptırabilecek!

Burak çığlık attı.

"LAN?!"

İlteriş gözlerini kıstı. "Burak, yarın sana mini etek giydirirlerse sakın ağlama."

Aileler kahkahalarla gülerken, tim yavaş yavaş kaderine razı oluyordu.

Ve biz, tatilin en çılgın günlerinden birini böyle kapatıyorduk…

Ama asıl mesele…

Yarın kızların intikam planları neler olacaktı?

TİM’İN CEVABI: SON SÖZÜ BİZ SÖYLERİZ! 🎤🔥

Aileler alkışlarla şampiyon ilan edilirken, biz Tim olarak sessizce birbirimize baktık.

Ve sonra…

Burak çapkınca sırıttı.

Ben gözlerimi kısarak mikrofonu aldım.

"Kızlar kazandı ama… Son sözü biz söyleriz!"

Ve şarkıya girdim.

🎶 "Geldim sevgili arabam düldül, yalnızız yine
Patlıycam, çok sıkıldım kendimden ben bile
Bir ağustos böceğiydim ben ama kaybolmuş sazım
Eyvah polis amcalar her yerde, galiba yan bastım!"

Burak bir anda sahneye atladı, sanki gerçekten kaçıyormuş gibi abartılı koşu hareketleri yaparak etrafta döndü.

Umay, kollarını göğsünde bağlayarak kaşlarını kaldırdı. "Bunlar hala komedi peşinde!"

Burçe, Burak’ı işaret etti. "Dayıma yemin ederim bu adam tiyatrocu olmalıydı."

🎶 "Hiç üfletme memur abi, nefesim 95 oktan
Valla patlarız alimallah, yanımda kibrit çaksan!"

İlteriş, Burak’ın üstüne gitti. "Lan adam akıllı söyle, tiyatro yapma!"

Burak, sahte bir ciddiyetle ona döndü. "Komutanım, şarkının ruhunu yaşıyorum!"

Umay bana bakıp gözlerini kıstı. "Altay, bu şarkıyla bana laf mı sokuyorsun?"

Göz kırptım. "Ne münasebet? Yalnızca sanatı icra ediyorum."

Burak mikrofonu kapıp final kısmına girdi:

🎶 "Gözüm kapalı bile giderim ben bu yollarda
Eh bi de yavaş kullanmak ayıp olur içtiğim onca şaraba…"

Hep birlikte patladık:

🎶 "BAS GAZA!"

Aybars, babasının deli gibi sahnede zıplamasına bakıp gözlerini kocaman açtı.

Ve ellerini çırptı! "BABAM ÇOK KOMİK!"

Halil Komutan başını iki yana salladı. "Allah’ım, bunlar asker değil tiyatro ekibi…"

🎶 "Düşünme, kim anlamış ki sen anlayasın böyle!"

Şarkı bittiğinde, salon bir an sessiz kaldı.

Sonra… BÜYÜK BİR KAHKAHA KOPTU!

Burak sahneye çömelip ellerini açtı.

"Ve işte böylece erkeklerin onuru iade edildi beyler!"

Burçe gözlerini devirdi. "Hayır, sadece komik duruma düştünüz!"

Ama biz umursamadık.

Çünkü bu tatil, kazananı olmayan bir savaştı.

Asıl mesele kimin en çok eğlendiğiydi.

Ve bu savaşı biz kazanmıştık!

Aybars biz sohbet ederken usulca uyuyakalmıştı.

Küçük bedeni, kamp ateşinin sıcaklığı ve tatilin yorgunluğuyla iyice gevşemişti.

Umay’la göz göze gelip hafifçe gülümsedik.

Ben usulca ayağa kalkıp, onu kucağıma aldım.

Odaya geçtiğimizde, küçük oğlumu dikkatlice yatağına yatırıp üzerini örttüm.

Elimi başına koyarak sabaha kadar deliksiz uyuması için içimden dua ettim.

Sonra yanımızda getirdiğim telsizlerden birini başucuna koydum, diğerini de alıp odadan çıktım.

Kapıyı hafifçe aralık bırakarak yatağa yürüdüm.

Ve o an…

Gözlerim Umay’a takıldı.

Yatağın kenarında, ince geceliğiyle oturmuş, bana bakıyordu.

Bakışları hem yorgun hem de davetkârdı.

Gözlerimi kısarak hafifçe sırıttım.

"Beni böyle izlersen, hiç uyuyamayacağız Umay."

O, hafifçe başını yana eğdi.

"Belki de uyumak istemiyorum."

Bu kadının her haliyle beni çıldırtabildiğini bir kez daha anladım.

İçimde bir alev dalgası yükseldi.

Bir adım attım…

Ve sonra dudaklarına yapıştım.

Ellerim vücudunu sararken, Umay parmaklarını saçlarıma dolaştırdı.

Geçirdiğimiz zor aylar, ameliyatlar, kemoterapiler, savaşlar…

Her şey o anın içinde silinip gitti.

Sadece o ve ben vardık.

Bu an, bu tatil, bu gece…

İkimizin yeniden hayata döndüğünün kanıtıydı.

Ve ben, onu her defasında yeniden sevmeye razıydım.

Gece, sanki zamandan kopmuş gibiydi.

Sabaha kadar, gün aydınlanana kadar birbirimizi yeniden hissettik.

Umay'ı bu kadar uzun süredir özlediğimi fark ettiğimde, içimdeki o eksik parçanın yerine oturduğunu hissettim.

Ellerimiz, dokunuşlarımız, fısıltılarımız…

Her şey geçirdiğimiz o zorlu sürecin ardından, yeniden bir bütün olduğumuzu kanıtlar gibiydi.

Dışarıda yavaş yavaş güneş doğuyordu.

Umay başını göğsüme yaslamış, derin ve huzurlu nefesler alıyordu.

Saçlarını usulca okşadım, başımı yana eğerek kokusunu içime çektim.

Bu anın sonsuz olmasını diledim.

Ve kendi kendime fısıldadım:

"Sana her seferinde, ilk defa dokunuyormuş gibi hayran oluyorum Umay."

O, hafifçe kımıldandı, gözlerini açmadan mırıldandı:

"Ben de sana her defasında yeniden aşık oluyorum Altay."

Gülümsedim.

Gözlerimi kapattım.

Ve ilk defa, hiçbir korku, hiçbir savaş olmadan, huzurun içinde uykuya daldım.

Güneş perdelerin arasından sızarken, Umay başını göğsüme yaslayıp mırıldandı:

"Giyinmemiz lazım, Aybars bizi böyle basmamalı sabah."

Bir an sustum.

Sonra gülümseyerek belini sardım ve usulca fısıldadım:

"Oğlumun benden ne öğreneceğinden bu kadar korkuyor musun?"

Umay gözlerini açmadan hafifçe güldü.

"Altay, senin gibi bir adamın oğlu… Gözünü açtığı gibi her şeyi öğrenir, ona fazla malzeme vermeyelim."

İç geçirdim.

"Peki, peki… Askerî bir operasyon gibi hemen toparlanıyoruz."

Yavaşça yataktan kalkıp odada dağılmış kıyafetlerimizi toparladım.

Umay, dantelli geceliğini hızla giyerken aynadan bana göz ucuyla baktı.

"Güzel bir geceydi." dedi usulca.

Göz kırptım. "Daha tatil bitmedi, Kraliçem."

Umay, hafifçe başını yana eğip kaşlarını kaldırdı.

"Aybars uyanmadan duşa girelim mi?"

Gülümseyerek ona yaklaştım, ellerimi beline koydum.

"Bu bir tuzak mı? Çünkü yakında çığlık atan bir küçük kurt odamıza dalabilir."

Umay gülerek saçlarını savurdu.

"Risk yoksa eğlence de yoktur, Komutanım."

Ve biz, hızla sabahın soğuk suyuna teslim olmak için banyoya ilerledik.

Çünkü Aybars her an uyanabilir ve tüm planlarımızı altüst edebilirdi!

Banyoya girerken, Umay hafif bir heyecanla gülümsedi.

Ben, musluğu açıp suyun sıcaklığını ayarlarken o arkamdan yaklaşıp ellerini sırtıma koydu.

“Altay…” diye fısıldadı.

Sıcak su, ince damlalar halinde vücudumuza düşmeye başladığında, gözlerimi kapattım.

Onu bu kadar uzun süre doya doya hissedememiş olmak…

Her anını özlediğimi fark ettim.

Ellerimi usulca beline koyup kendime çektim.

Omzunu öperken, suyun sıcaklığıyla birlikte aramızdaki elektrik iyice yükseldi.

Umay, ellerini göğsüme koyup yüzüme baktı.

Gözleri, tutkulu bir fırtına gibi parlıyordu.

“Sen hep bu kadar yakıcı mıydın?” diye sordu fısıltıyla.

Gülümseyerek, elimi ıslak saçlarının arasından geçirdim.

“Sen hep bu kadar güzel miydin?”

O hafifçe başını yana eğip gözlerini kıstı.

“Evet.”

Gülümsedim. “Evet mi?”

Parmakları, çenemi kavrayıp beni kendine çekti.

Ve beni susturmanın en etkili yolunu buldu.

Dudaklarıma kapanarak.

Özlem, şehvet, sevgi…

Her şey bu anın içinde eriyordu.

Su, omuzlarımızdan akıp giderken, ellerimiz birbirimizi yeniden tanıyormuş gibi dolaştı.

Onu kendime çektim, vücudu titredi.

"Altay…"

Adımı bu şekilde söylemesini nasıl bu kadar özlediğimi fark etmemiştim.

Ellerimi beline kaydırıp, onu suyun altına doğru çektiğimde, başını geriye yasladı.

“Gözlerini kapat.” dedim fısıltıyla.

O da hiç sorgulamadan kapattı.

Elimi yüzüne götürüp ıslak parmaklarımla yanağını okşadım.

“Buradasın… Gerçekten buradasın.”

Suyun nazikçe tenine çarpması gibi, ben de ona öyle dokundum.

Ve o an ikimiz de tüm korkularımızdan, acılarımızdan, geçmişin yorgunluğundan arındık.

Umay gözlerini açtı, bakışları tenimde gezindi.

"Beni hep böyle sev, olur mu?"

Gülümsedim.

"Bundan başka türlüsü mümkün değil, Kraliçem."

Ve su, bizim için sadece bedenimizi değil, ruhumuzu da temizledi.

Duştan çıktığımızda, gecenin tutkusunu geride bırakıp daha masumca giyindik.

Umay sade bir pijama takımı giymişti, ben ise sadece tişört ve şort.

Yatağa geçtiğimizde, onu kendime çekip sarıldım.

Başını göğsüme yasladı, elleri hafifçe parmaklarımın arasına kaydı.

Birkaç dakika hiç konuşmadan sadece nefesimizi dinledik.

Sonra derin bir nefes aldım ve düşündüğüm şeyi söyledim:

"Bence artık yumurtalıklarını çözdürmelisin, aşkım."

Umay, kollarımı biraz daha sıktı.

Sessiz kaldı.

Ben devam ettim.

"Eğer istemezsen gene korunurum, ama yumurtalıkların çözünmüş olsun. Eski anılarımızdan hiçbir şey kalmasını istemiyorum."

O an nefesi değişti.

Başını kaldırıp gözlerime baktı.

"Altay… Sen gerçekten bunu istiyor musun?"

Elimi yanağına koydum, başparmağımla hafifçe tenini okşadım.

"Seninle bir gelecek istiyorum, Umay. Geçmişin gölgesi olmadan.

Eğer hazırsan, eğer istersen… İkinci çocuğumuzu istiyorum."

Gözleri hafifçe doldu ama bu kez hüzünden değil.

Gülümsedi.

"Tamam, çözdürelim." dedi fısıltıyla.

O an, sanki aramızdaki bütün ağırlık erimiş gibi hissettim.

Onu biraz daha kendime çektim, saçlarını kokladım.

Ve o gece, ikimiz de huzur içinde uykuya daldık.

Çünkü artık, yeni bir başlangıç yapıyorduk....

Bölüm : 29.03.2025 20:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...