
Helikopterin kapısı açıldığında, rüzgâr yüzümüze çarptı. Rotorların sesi kulaklarımızı sağır edercesine uğulduyordu. Mustafa Kemal ve İlteriş önden atladı, Hayat ve Kerim hemen arkalarından geldi. Herkes hızla içeri doluşurken bir kişi hâlâ kıpırdamıyordu.
Burak.
Adam öylece devesine bakıyordu. Üzgün, çaresiz ve karar veremeyen bir yüz ifadesiyle.
"Ne yapacağız?!" diye bağırdı, devenin boynunu okşayarak. "Onu burada BIRAKAMAYIZ!"
Ben içimi çektim. "Burak, hayvanı helikoptere alamayız!"
Kerim gözlerini devirdi. "Ne yani, kokpitte mi oturtacağız? Adam gibi düşün!"
Burak’ın gözleri büyüdü. "Ben iniyorum! Onu çölde tek başına bırakamam!"
Ulaş patladı. "Senin aklın mı gitti oğlum?! Bir DEVE için helikopteri mi kaçıracaksın?!"
Tam o sırada, ufuktan bir deve sürüsü belirdi.
Evet, bir deve sürüsü.
Toz içinde, kumların arasından süzülen en az on beş yirmi develik bir grup, başlarında uzun cübbeli bir çobanla birlikte bize doğru yaklaşıyordu.
Burak gözlerini kırpıştırdı, sonra gözleri ışıldadı. "Allah’ım, şanslı kulunum ben!"
Çoban yaklaşırken Burak hızla ona döndü ve Arapça birkaç kelime mırıldandı. Adam önce şaşırdı, sonra Burak’ın ona uzattığı devenin yularını aldı. Başını sallayıp gülümsedi.
Burak devesinin başını okşayıp ona son kez sarıldı. "Mutlu ol, kardeşim. Seni asla unutmayacağım."
Ben Burak’ı kollarından tuttum ve zorlukla helikoptere çektim.
Kapılar kapanırken, helikopter yavaşça havalandı.
Aşağıda, Burak’ın az önce ölümü göze aldığı deve, yeni sürüsüne karışıp gözden kayboluyordu.
Burak, hüzünlü bir şekilde iç geçirdi. "Hadi be… Kendi filmimin en duygusal sahnesini yaşadım."
Yavuz kahkahayı bastı. "Sana Oscar yollayacağız, Burak. Merak etme."
Helikopter yükseldi. Çöl artık altımızdaydı, biz ise kurtulmuştuk.
Ve işte o an, hepimiz derin bir nefes aldık.
Çünkü bu cehennemden sağ çıkmayı başarmıştık.
Helikopter yükseldikçe çöl geride kalıyordu ama zihnim hâlâ oradaydı. Sadece çölde yaşadıklarımızda değil… Gerçekten ait olduğum yerde.
Gözlerimi kapadım. Umay ve Aybars.
İki ay.
Bu cehennemin içinde geçen iki koca ay… Ne kadar uzun bir süreydi.
Aybars şimdi 20 aylık olmalıydı. Beni hatırlıyor muydu? Yokluğumu fark etmiş miydi?
Onun minik ellerini düşündüm. Bana uzandığı, ‘baba’ diye seslendiği anları. Şimdi büyümüştü. Daha fazla kelime söylüyor muydu? Yürüyüşü değişmiş miydi?
Ya Umay? O nasıldı?
Beni beklerken ne düşündü? Endişelendi mi, bana kızdı mı, yoksa içten içe bu dönüşüme alıştı mı?
Derin bir nefes aldım. Onları özlemiştim. Bunu en derinimde, iliklerimde hissediyordum.
Helikopterin içindeki gürültüye rağmen, içimde yankılanan tek şey o iki isimdi.
Umay.
Aybars.
Ve artık onlara dönme zamanı gelmişti.
Helikopterin titreşimi kemiklerime kadar işliyordu. Motorun gürültüsü, rotora çarpan rüzgar, hepsi fon gürültüsüne dönüşmüştü.
Ama zihnim sadece eve dönmeye odaklanmıştı.
Umay ve Aybars.
Gözlerimi açtım, altımızda çöl gittikçe küçülüyor, ufuk çizgisi uzuyordu.
“Ne kadar kaldı?” diye sordum İlteriş’e.
Telsizini kontrol etti, haritaya bir göz attı. “Yaklaşık üç saat. Bizi güvenli bir noktaya indirecekler, oradan sivil araçlara geçeceğiz.”
Başımı salladım ama içimde bir huzursuzluk vardı.
Burası bitecek mi?
Epstar yok olmuştu, büyük isimler ifşa edilmişti ama bu savaş burada biter miydi?
Dişi Kurt başını bana çevirdi. "Ne düşünüyorsun?"
Gözlerimi kısarak cevap verdim. "Bunun gerçekten son olup olmadığını."
Bir an sessizlik oldu. Sonra, o da derin bir nefes aldı. "Biz bittiğini düşünsek bile, dünya böyle bir yer değil Altay. Yine bir yerlerde birileri benzer şeyleri yapıyor olacak."
Öyleydi. Ama en azından, elimizden geleni yapmıştık.
Burak en köşede oturmuş, hâlâ devesini düşündüğü belli olan bir ifadeyle öylece bakıyordu.
Yavuz hafifçe dirseğiyle dürttü. “Lan, ne düşündüğünü biliyorum. Deveyi de alıp götüremezdik.”
Burak iç çekti, “Öyle deme Yavuz. Bazen bir hayvan, insandan daha çok şey ifade eder.” dedi.
İlteriş hafifçe gülümsedi. "Eve dönüyoruz, beyler. Şu anda tek önemli olan bu."
Eve dönmek.
İlk defa, gerçekten huzurlu hissettim.
Ama içimde bir his vardı…
Bu hikaye henüz bitmemişti.
Ve bunu en iyi, biz biliyorduk.
Helikopter iniş yaptığında, Burak’ın ilk tepkisi şu oldu:
"LAN! AYAKLARIM YERE DEĞİYOR! HAYATTA KALDIK!" diye bağırarak kendini yere attı.
Yavuz gözlerini devirdi. "Oğlum, Epstar’ı havaya uçurduk, çölden kaçtık, ölümle burun buruna geldik, senin için en büyük zafer ayaklarının yere basması mı?"
Burak hemen parmağını kaldırıp ciddiyetle konuştu.
"Kardeşim, unutma! En büyük özgürlük, toprağa sağlam basabilmektir!"
İlteriş kafasını iki yana salladı. "Bunu felsefe kitabına mı yazdıracağız şimdi?"
Burak derin bir nefes aldı, dramatik bir şekilde ufka baktı. "Benim hayatım zaten başlı başına bir kitap, dostlarım."
Tam o sırada, bizi alacak olan eski model bir minibüs yanımızda durdu.
Ulaş kapıyı açtı, içeri baktı. "Eh, biz daha iyilerini de gördük."
Burak hemen direksiyona yöneldi. "Ben kullanayım mı?"
TİMİN TAMAMI ANINDA HAYKIRDI: "HAYIR!"
Burak alınmış gibi geriye çekildi. "Siz beni hiç sevmiyorsunuz ya!"
Yavuz içeri girdi, rahat bir yere oturdu. "Yok Burak, seni seviyoruz da, sadece hayatta kalmayı da seviyoruz."
Minibüs hareket ettiğinde Burak camdan dışarı bakıp iç çekti. "Hâlâ devenin yeri dolmadı."
Yavuz kaşlarını kaldırdı. "Bırak artık şu deveyi! Hayvanı sattın, bitti işte!"
Burak ona ters ters baktı. "Sen hiç aşık oldun mu Yavuz?"
Yavuz gözlerini kıstı. "Ne alaka lan şimdi?"
Burak dramatik bir şekilde başını salladı. "Sen bilmezsin Yavuz. O bağ, o sevgi…"
Yavuz iç çekti. "Allah’ım, çölde bile trajedi yaşıyoruz."
Burak gaza geldi. "Bak kardeşim, deveyle insan arasında özel bir bağ olur. Sırtını yaslarsın, dertleşirsin, ona güvenirsin…"
Yavuz anında Burak’ı böldü. "BİZDE DE ARABA VAR BURAK! Arabaya da mı güveniyorsun?"
Burak başını salladı. "Arabaya güven olmaz kardeşim. Devenin yolda kalanı makbuldür, ama araba?"
Yavuz sinirle arkasına yaslandı. "Allah kahretsin, çölde adam kaybettik sanıyordum ama Burak deveyle ruh ikizi olmuş."
Burak iyice içli hale geldi. "Beni anlamıyorsunuz… Hadi bakayım, bi' Fatiha okuyun!"
Yavuz dayanamayıp Burak’ın ensesine tokadı yapıştırdı.
"Kalk lan! Şimdi seni de çölde bırakacağız!"
Bütün ekip kahkahalar içinde minibüsle yoluna devam ederken, Burak deve yasını tutmaya devam etti.
Burak hâlâ deveyle duygusal bağ kurmaya devam ediyordu. Camdan dışarı bakıp iç çekiyor, sanki arkasında sevgilisini bırakmış gibi dramatik bir surat ifadesi takınıyordu.
Ben gülerek başımı salladım. "Burak, Burçe’yi görünce unutursun deveyi."
TİMİN TAMAMI ANINDA GÜLDÜ.
Yavuz dizine vurup kahkahayı bastı. "Oğlum doğru lan! Bir saat sonra Burçe’yi gör, deveyi hatırlamaz bile!"
Ulaş gülümseyerek Burak’a döndü. "Bir anda ‘Deve mi? Hangi deve?’ diyecek."
Burak gözlerini kıstı, savunmaya geçti.
"YALAN! BEN SADIK BİR ADAMIM!"
İlteriş kaşlarını kaldırdı. "Tabii tabii, bakarız. Burçe’yi görünce anlarsın."
Burak kollarını göğsünde bağladı, "Benim için dostluk her şeydir! Deveyi asla unutmayacağım!" dedi ama sesi artık o kadar da emin çıkmıyordu.
Yavuz kahkaha attı. "Tamam Burak, eğer Burçe’yi görünce deveyi unutmazsan, sana bir deve heykeli alacağız."
Burak ciddi ciddi düşündü. "Gerçek deve olsa daha iyi olurdu ama heykel de kabulüm."
Ben araya girdim. "Sen önce Burçe’nin elinden sağ kurtul, sonra heykeli düşünürsün."
Ulaş güldü. "Aynen, en son Burçe’ye ‘Beni bir deve kadar seviyor musun?’ diye sorarsın artık."
Burak bir an düşündü, sonra ciddileşti. "Bunu gerçekten sorsam mı lan?"
Bütün ekip bir anda "Sakın ha!" diye bağırdı.
Burak, Burçe’ye kavuşunca deveyi unutur mu, unutmaz mı?
Hepimiz sonucu az çok tahmin ediyorduk.
Ve bu anı izlemek için sabırsızlanıyorduk.
Burak’ın hâlâ deve muhabbeti yapması, içimde hafif bir şüphe uyandırmadı değil.
Acaba gerçekten unutmaz mıydı?
Ama sonra Burçe’yi gördüm. Ve işte o an, her şeyin bittiğini anladım.
Burak da gördü.
Ve olanlar tam da tahmin ettiğimiz gibi gelişti.
Burçe, kollarını göğsünde bağlamış, gözlerini kısarak Burak’a doğru yürüyordu. Ayaklarını sert basıyor, etrafına emir verirmiş gibi ilerliyordu.
Biz yanda durup keyifle izlerken, Burak’ın yüzündeki tüm deve özlemi, yerini saf bir korkuya bıraktı.
"Lan, Burçe ciddi ciddi sinirli mi geliyor?!" diye fısıldadı bana.
"Ne sandın oğlum? Seni çölden topladık diye madalya mı verecek?" diye sırıttım.
Burçe’nin yanına varmasına iki adım kala Burak aniden kollarını açtı, "AŞKIM!" diye bağırarak Burçe’ye doğru hamle yaptı.
Ve işte o an, her şey bitti.
Burçe, Burak’ın suratına tam ortadan tokadı yapıştırdı.
ŞLAAAK!
TİMİN TAMAMI KAHKAHAYA BOĞULDU.
Burak olduğu yerde dondu, gözleri bir an karardı.
"Sen beni beklerken ölmüş olabilirdim!" diye atıldı Burak, savunmaya geçti. "Savaşlardan geçtim, çöllerde kayboldum, üstüne bir de…"
Burçe kaşlarını kaldırdı. "Bir de ne Burak? Söyle bakayım, bir de ne?!"
Burak ağzını açtı, sonra hatasını fark etti.
Ve deveyi unuttu.
"YOK BİR ŞEY AŞKIM!" dedi anında, askeri refleksle selam duracak gibi oldu.
Burçe, gözlerini kıstı. "Umarım."
Biz yanda gülmekten kırılıyorduk. Yavuz Burak’a yaklaşıp omzuna vurdu. "Ne oldu lan? Deveye ne oldu?"
Burak dişlerini sıktı, "Unuttum lan! Lan bırakın peşimi!" diye bağırarak Burçe’nin elinden kaçmak için hızlı adımlarla yürümeye başladı.
Ama Burçe pes etmedi. "Burak, buraya gel!" diye bağırarak peşinden yürüdü.
Ve Burak, çölde deveden kaçmadığı kadar hızlı kaçıyordu.
Yavuz karnını tutarak kahkaha attı. "Lan dedik ya, Burçe’yi görünce deve falan kalmaz!"
Ulaş omzuma dokundu. "Komutanım, bence en büyük operasyondan sağ çıktık ama Burak, Burçe operasyonundan sağ çıkamayacak."
Ben gülümsedim, kollarımı göğsüme bağlayarak Burak’ı izledim.
"Kendi savaşını kendi verecek artık."
Ve işte böylece, Burak deveyi unuttu. Ama hayatının en büyük savaşına girmiş oldu.
Burçe, Burak’ı söz verdiği gibi 15 güne dönmediği için azarlarken, bir an arkamı döndüm ve Umay’ın bizi izlediğini gördüm.
Dünya durdu.
Ne Burak’ın Burçe’ye yalvarışları, ne Yavuz’un gülüşü, ne de Ulaş’ın alaycı bakışları… O an, etrafımdaki her şey bulanıklaştı.
Aramızdaki mesafeyi düşünmeden koşmaya başladım.
Umay, gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Sanki inanmak istiyor ama hâlâ içinde bir çekince taşıyordu.
Tam önüne geldiğimde, tereddütsüz ona sarıldım.
Ve işte o an, dünya eski rengine kavuştu.
Yaz mevsimi gibiydi… Sıcak ve renkli.
Umay, birkaç saniye kıpırdamadı, sonra derin bir nefes alıp sırtıma ellerini doladı. "Hoş geldin, Altay." dedi, sesi fısıltı kadar hafifti ama içindeki binlerce duyguyu taşıyordu.
Gözlerimi kapattım. "Hoş buldum, güzelim."
Tam o anda, bir çığlık duydum.
"BABAAA!"
Gözlerimi açtım.
Aybars, oyun parkından fırlamış, küçük ayaklarıyla bana doğru deli gibi koşuyordu.
Dizlerimin üzerine çöktüm, kollarımı açtım.
Ve Aybars, hızla gelip kucağıma atladı.
Minik kolları boynuma sıkıca sarıldı.
Küçük bedeni titriyordu. "Baba gittin, gelmedin, ben bekledim, ben bekledim…" diye mırıldanıyordu.
Boğazım düğümlendi. Bir an bile gözlerimi kırpmadım.
Başını okşadım, "Artık buradayım oğlum. Gitmeyeceğim." dedim.
Aybars başını kaldırdı, gözleri kocaman olmuştu. "Vallaha mı?"
Gülümsedim, alnına küçük bir öpücük kondurdum. "Söz veriyorum."
Umay, elini omzuma koydu. "Eve gidelim mi?" diye sordu.
Derin bir nefes aldım, Aybars’ı biraz daha sıktım.
"Evet," dedim. "Eve gidelim."
Ve ilk kez, uzun zamandır ilk kez, gerçekten eve döndüğümü hissettim.
Bir süre daha MİT'in lojmanında kalacaktık.
Dışarısı bizim için hâlâ güvenli değildi. Epstar’ın külleri soğumuş olabilir, ama düşmanlarımızın intikam arzusu henüz ölmemişti.
Bunu biliyorduk. Ama şu an önemli olan, yanımda olanlardı.
Umay’ın elini tuttum, Aybars’ı kucağıma aldım.
Oğlum büyümüştü.
Sadece iki ay geçmişti ama boyu uzamış, kolları güçlenmiş, sesi daha bir çıkmıştı.
20 aylık ve kocaman bir çocuk olmuştu.
Beni daha sıkı kavrayışı, beni özlediğini anlatmaya yetiyordu.
Başı omzuma düştü, minik parmakları sakalıma dokundu. "Baba, senin sakalın var." dedi hafif şaşkınlıkla.
Gülümsedim. "Baba artık ormanda yaşamadığı için kesecek onu."
Umay hafifçe gülerek, "Kesmese de olur aslında… Yakışıyor." dedi, eliyle hafifçe sakalıma dokunarak.
Başımı salladım. "Sen böyle söylersen, bu sakal bir daha hiç kesilmez."
Aybars kafasını iki yana salladı. "Hayır, kes baba! Sakallı baba gıdıklıyor!"
Küçük elleriyle yanaklarımı avuçladı, yüzüme yaklaşıp fısıldadı: "Baba, masal anlat!"
Derin bir nefes aldım. Hayatta kaldığımız hikâyeleri anlatmaya cesaretim var mıydı?
Umay, elimi sıkarak hafifçe fısıldadı: "Masal zamanı babaya ait, Aybars. Eve geçelim, o zaman anlatır."
Başımı salladım. "Tamam, aslanım. Bu gece sana bir masal anlatacağım."
Ve böylece, savaşın bittiği, ama huzurun hâlâ kırılgan olduğu bu dünyada, en azından bu gece, oğluma bir masal anlatacak kadar güvendeydim.
Umay kollarını boynuma sardı, yanağımı öptü.
Kokusu burnuma dolduğunda, eve dönmenin ne demek olduğunu bir kez daha anladım.
Savaş, operasyonlar, tehlike… Hepsi dışarıda kalmıştı.
Şimdi sadece Umay, Aybars ve ben vardık.
Daireye girdiğimizde, içeride bizi bekleyen o sessiz huzurla karşılaştım.
Salon tertemizdi, ama her yerde Aybars’ın oyuncakları vardı. Küçük arabalar, peluş hayvanlar, en son alındığı belli olan büyük bir uçak maketi…
Umay ayakkabılarını çıkarırken bana döndü, gülümsedi. "Odasını merak etmiyor musun?"
Aybars, kucağımda heyecanla başını salladı. "Baba, odam var! Bak, bak!"
Umay elimi tuttu, "Gel, gösterelim." dedi.
Ayaklarımı bu eve ne kadar özlediğimi hissederek attım. Her duvar, her eşya… Hepsi bana ait olan hayattan bir parçaydı.
Ve ben, nihayet buradaydım.
Daha eve yeni adım atmıştım ki, dışarıdan bir bağırış ve çığlık koptu.
İlteriş’in sesi!
Geri döndüm, kapıya yöneldim. "Bu ne lan? Ne oluyor?!" diye söylenerek dışarı çıkmaya hazırlanıyordum ki…
Umay arkamdan kollarını göğsüne bağlayarak sırıttı.
"Baba olacağını öğrenmiştir."
Bir an durdum. Gözlerimi kıstım.
Ve o an, İlteriş’in çığlığının neden geldiğini anlayınca, beni bir gülme tuttu.
"Yok artık." dedim başımı iki yana sallayarak.
Umay hafifçe güldü. "Başka ne olabilir Altay? Biz burada masal anlatmaya hazırlanıyoruz, adam hayatının en büyük gerçeğini öğreniyor."
Kapıyı açıp koridora çıktım, Tim’in geri kalanı çoktan toplamıştı.
Burak kahkahalar içinde yere çökmüş, Ulaş sırtına vurarak nefes almasını sağlıyordu.
Yavuz gözlerini ovuşturuyordu, sanki yanlış duymuş gibi. "Ciddi mi lan bu? İlteriş BABA mı olacak?!"
Ve tam o anda, İlteriş kapının eşiğinde, ellerini kafasına koymuş, boş boş duvara bakıyordu.
"LAN NASIL OLDU BU?!" diye bağırdı, sesi hâlâ şok içindeydi.
Burak nefes nefese, "Genelde nasıl olduğunu hepimiz biliyoruz İlteriş." diye laf attı.
İlteriş ona ters ters baktı ama sonra gözleri tekrar boşluğa daldı. "Abi… Ben baba oluyorum… Bir insan benden sorumlu olacak… BU KADAR GÜÇLÜ BİR ŞEYİ BEN NASIL TAŞIRIM?!"
Gözlerimi devirdim. "Silahlı birliği yönetiyorsun lan, bebek büyütmek onun kadar zor değil."
Burak anında atıldı. "Yok Altay, yanlış diyorsun. Bebek daha zor."
Yavuz gülerek Burak’a döndü. "Senin bebek yetiştirmekle ne alakan var lan?"
Burak ciddi bir yüzle başını salladı. "Ben Aybars’ı iki saat tek başıma baktım. Bir insan, o kadar kısa sürede o kadar çok şey yapabiliyorsa, bence bebek büyütmek cehennemdir."
İlteriş hâlâ şoktaydı. "Abi… Ben… Baba oluyorum."
Ben gözlerimi kıstım. "Kaç haftalıkmış?"
İlteriş başını kaldırdı. "Bilmiyorum! Şoktayım! Bir şey soramadım!"
Burak hızla sırıttı. "Oğlum, bir çırpıda öğrendiğin gibi baba olmayı da öğreneceksin işte!"
Ve o an, İlteriş’in boş gözleri bana döndü.
"Altay… Bana yardım edeceksin, değil mi?"
Ben kollarımı göğsüme bağlayıp sırıttım. "Tabii ki edeceğim, dostum. Ama önce şu haberi sindir."
İlteriş derin bir nefes aldı. Sonra, yavaşça yere çömeldi. "Abi… Ben ne yapacağım?"
Burak eğilip omzuna vurdu. "İlk olarak, ayakta durmayı öğrenmelisin baba bey."
Ve işte böyle, İlteriş, baba olacağını öğrenirken bütün lojmanda kahkahalar yankılandı.
Üç aylık hamile olduğunu öğrenmiştik Yaseminka’nın.
Ve bunu bu akşam kutlamaya karar vermiştik.
Bu demek oluyordu ki…
Tatilde hamile kalmıştı.
Bu düşünceyle istemsizce sırıttım.
İlteriş’in hâlâ kafası yanmıştı, “Tatilde nasıl ya? Ben hesap etmedim ki bunu!” diye kendi kendine söyleniyordu.
Burak hemen atıldı. “İlteriş baba olacağına sevinmek yerine CSI ekibi gibi olay yeri inceleme yapıyor lan.”
Yavuz kahkahayı bastı. “Kardeşim, net konuşalım. Tatile gittiniz. Rahatladınız. Bıraktın kendini. Sonuç? Baba oldun.”
Ulaş kafasını salladı. “Planlı bir operasyon olmamış ama isabetli bir atış olmuş.”
İlteriş gözlerini kıstı. "Oğlum, ben tatil yapmaya gitmiştim, çocuk yapmaya değil!"
Burak anında fırsatı kaçırmadı. “Ama çifte rezervasyon yapmışsın kardeşim.”
Herkes kahkahaya boğulurken, İlteriş derin bir nefes aldı ve başını iki yana salladı. “Lan ben nasıl baba olacağım?”
Ben omzuna vurdum. “Sakin ol. Önce şu kutlamayı yapalım, sonra oturup babalık eğitimine başlarız.”
Burak hemen havaya yumruğunu kaldırdı. “Tostlar İlteriş’in şerefine!”
Ve işte böyle, o akşam Yaseminka’nın hamileliğini kutlamak için toplanmaya karar verdik.
Ama İlteriş’in kafasının daha uzun süre karışık kalacağı çok belliydi.
Umay, sessizce yanıma oturdu ve sıkıca sarıldı.
Sanki kaybolmuşum da sonunda eve dönmüşüm gibi.
Başını omzuma yasladı, elleri belimde birleşti.
İçimi o tanıdık huzur kapladı. Savaşlar, operasyonlar, tehlike… Hepsi dışarıda kalmıştı.
Tam anın tadını çıkarıyordum ki…
Aybars, tam ortada, en bilmiş ifadesiyle havaya zıplayarak şebeklik yapmaya başladı.
"Baaak babaaa! Baaak anneee! Hadi gülüün! Gülünce güzel oluyonuz!"
Ben ve Umay, onun bu hallerine bakıp gülmeden duramadık.
Minik elleriyle garip hareketler yapıyor, komik yüz ifadeleriyle bizi neşelendirmeye çalışıyordu.
Umay kıkırdadı, başını hafifçe kaldırıp bana baktı. "Senin oğlun resmen doğuştan komedyen çıktı."
Ben Aybars’ı izleyerek gülümsedim. "Bence bu tamamen Burak’tan fazla etkilenmesinin sonucu."
Aybars, kahkaha atıp dönerek yere düştü, ama anında kalktı. "Babaa! Bak böyle yapınca uçuyom!" diye saçma sapan bir hareket daha yaptı.
Umay, iç çekerek güldü. "Bizi güldürmek için resmen canını ortaya koyuyor."
Ellerimle Aybars’ı yakalayıp havaya kaldırdım.
"Beni güldürmeye mi çalışıyorsun aslanım?" diye sordum.
Aybars kıkır kıkır güldü, başını salladı. "Sen gülünce güzel oluyon baba! Senin hep gülmeni istiyom!"
O an, içim bir tuhaf oldu.
Bütün savaşlar, operasyonlar, yaşadığım her şey… Ama sonunda buradaydım. Onların yanındaydım.
Başımı salladım, Aybars’ı havada döndürdüm.
"Tamam aslanım. Sen güldürdükçe, ben hep güleceğim."
Ve Aybars kahkahalar içinde çığlık atarken, Umay da başını göğsüme yasladı.
Evet… Eve dönmüştüm.
Aybars hâlâ kahkahalar içinde ellerini çırpıyor, her seferinde daha da yüksek sesle “Babaaa! Beni yine uçur!” diye bağırıyordu. Onun neşesi, içimdeki her savaşı susturuyordu.
Umay başını hafifçe kaldırdı, gözlerini bana dikti. Derin, özleyen bir bakıştı bu. Sadece iki aydır değil, sanki yıllardır birbirimizi bekliyormuşuz gibi.
Elini hafifçe yanağıma koydu, başparmağı tenime değdi. "Çok yorgun görünüyorsun." dedi fısıltıyla.
Gerçekten de öyleydim. Ama o an, en yorgun hâlimle bile dünyanın en güçlü adamı gibi hissediyordum.
Gülümsedim, elini tuttum. "Ama sonunda buradayım."
Umay, gözlerini kırpıp hafifçe başını salladı. "Evet, buradasın."
Aybars bir anda aramıza girdi, minik elleriyle suratlarımızı tuttu. "Amaaaan yeter! Hadi sarılın! Ben de ortada kalıyım!" diye emretti.
Ben ve Umay kahkahalar içinde Aybars’ı aramıza alıp sımsıkı sardık. O minik bedeni, en büyük güvencemizdi.
Aybars kıkır kıkır gülerek yüzümüze dokundu, sonra o bilmiş ses tonuyla, "Şimdi oldu! Artık mutlu aile oldunuz!" dedi.
Ve işte o an…
Savaşın, silahların, ölümün olmadığı bir hayatın tam içinde olduğumu hissettim.
Burası benim savaş alanım değildi. Burası evimdi.
Ve her şeyden daha değerliydi.
Umay kıkırdadı, Aybars ise kollarını bağlayıp kendince ciddi bir ifade takındı. Tam bir büyümüş de küçülmüş edasıyla kaşlarını çatıp bize baktı.
Ben gülerek oğlumun minik yanağını tuttum ve dişlerimi hafifçe geçirecekmiş gibi yaptım. "Bu büyümüş de küçülmüş tipe bak!" dedim ve yanağını ısırdım.
Aybars anında çığlık attı, ama kahkahalar içinde. "Baba hayıııır! Isırmaaa!" diye bağırırken kıkırdamaktan kendini alamıyordu.
Umay kahkahayı bastı, "Sana söylüyorum, bu çocuk tamamen senin kopyan!" dedi başını iki yana sallayarak.
Aybars hemen atıldı. "Ama ben en çok anneme benziyorum!" dedi kendinden emin bir şekilde.
Gözlerimi kısıp onu süzdüm. "Emin misin? Çünkü şu anda tam bir Burak gibi konuşuyorsun."
Aybars kaşlarını çatıp sinirli bir ifadeyle, "Ama ben deve sevmiyorum!" dedi.
Ben ve Umay anında kahkahaya boğulduk. Demek ki Burak’ın hikâyelerini bir yerlerden duymuştu.
Umay başını göğsüme yasladı, derin bir nefes aldı. "Tam ihtiyacım olan şey buydu."
Elimi beline doladım, Aybars’ı da sımsıkı tuttum. "Benim de." dedim içtenlikle.
Ve işte o an, sadece savaşlardan, çatışmalardan değil, tüm yüklerden arındığımı hissettim.
Gerçekten evimdeydim. Ve artık buradan hiçbir yere gitmeyecektim.
Aybars hâlâ kıkırdıyordu, yanaklarını şişirip komik yüzler yaparak bizi güldürmeye çalışıyordu. Oğlumun bu halleri içimi öyle bir rahatlatıyordu ki… Sanki bütün yaşadıklarım, çatışmalar, ölümle burun buruna gelişler bir rüya gibiydi.
Umay başını omzuma yaslamış, gözlerini kapatmıştı. Derin bir nefes aldı, huzurlu ama aynı zamanda yorgun bir şekilde.
"Biliyor musun?" diye fısıldadı. "Bu iki ay boyunca her gece aynı şeyi düşündüm."
Elimi saçlarına götürdüm, parmaklarımı arasından geçirdim. "Neyi?"
Umay hafifçe başını kaldırdı, gözlerini gözlerime dikti. "Dönecek misin? Dönebilecek misin?" dedi, sesi titrek ama kontrollüydü. "Beni ve Aybars'ı burada bırakıp gitmek zorunda kalacak mısın?"
İçim sıkıştı. Bu sorunun cevabını ben de bilmiyordum, en azından o zamana kadar.
Ama artık biliyordum. Evet, dönmüştüm. Ama bu sefer gitmemek için dönmüştüm.
Elini tuttum, parmaklarını kendi parmaklarımın arasına sıkıştırdım. "Ben buradayım, Umay." dedim kararlı bir şekilde. "Ve artık hiçbir yere gitmeyeceğim."
Umay gözlerini birkaç saniye kapalı tuttu, sanki bu sözleri içine sindiriyordu. Sonra küçük bir tebessümle başını salladı. "Bunu duyduğuma sevindim."
Aybars bir anda araya girdi. "Amaaaa baba, anne hadi artık yemek yiyelim! Karnım çok aç!"
Umay derin bir kahkaha attı, "Bak gördün mü? Romantik anlarımız bile Aybars’ın midesine yenik düşüyor." dedi gülerek.
Ben oğlumu kucaklayıp havaya kaldırdım. "Haklısın aslanım, hadi gidelim de koca bir sofra kuralım!"
Aybars ellerini çırptı. "YAŞASIN!"
Ve işte böyle… Hayat normale dönmeye başladı.
Yemek masasının başına oturduğumuzda, içimden geçen tek şey şuydu:
Ölüm, savaş, haydutlar, çölde geçen günler…
Ama sonunda buradaydım.
Evimde. Ailemle.
Ve işte en büyük zaferim buydu.
Umay sofrada herkes gülerken hafifçe eğildi ve başını omzuma yasladı. Sesi o kadar yumuşaktı ki, sadece benim duymamı istiyordu.
"Bu arada… yumurtalıklarımı çözdürdüm." diye fısıldadı. "Buradaki güvenlikli hastanede."**
Bir an ne dediğini anlayamadım. Kaşlarımı hafifçe çattım, ama Umay devam etti.
"Ama tüp bebek tedavisi yaptırmamız gerekiyormuş." dedi, sesi nazik ama içinde gizlenmiş bir heyecan vardı. "Seni bekledim. Belgeleri imzalaman için."
Elimdeki çatalı bıraktım, başımı ona çevirdim. Gözleri içten içe parlıyordu.
İçimde bir şey kıpırdadı. Bunu gerçekten istiyordu. Bizden bir çocuk daha… Aybars’a bir kardeş.
Gözlerimi kaçırmadan ona baktım. "Gerçekten istiyor musun?" diye sordum alçak bir sesle.
Umay hafifçe başını salladı. "Evet." dedi tereddütsüz. "Ama asıl soru, sen istiyor musun?"
Derin bir nefes aldım. Bu kadar savaşın, ölümün, kaosun içinden çıkıp böyle bir şey duymak…
Ama sonra Aybars kahkaha attı, küçük elleriyle tabaktaki ekmeği bölüp bize uzattı. "Alın bakıyım, ekmek paylaşınca güzel olur!" dedi.
Ben ve Umay aynı anda gülümsedik. Bu çocuğun neşesi, dünyadaki her acıyı silmeye yetiyordu.
Umay’a döndüm, elini tuttum. "Hadi o zaman." dedim. "Gidelim ve o belgeleri imzalayalım."
Ve Umay’ın gözlerindeki o parıltı, her şeye bedeldi.
Aybars’ı kucağıma aldım, Umay’ın elini sımsıkı tuttum. Tam kapıya yönelmiştik ki…
"HOP HOP! DUR BAKALIM!" diye bir ses yükseldi.
İçimi çekerek başımı çevirdim. Burak ve Burçe, kollarını göğüslerinde kavuşturmuş, tam karşımızda sırıtarak duruyorlardı.
Burçe kaşlarını kaldırdı, Burak ise kurnaz bir ifadeyle kısık gözlerle bizi süzüyordu.
"Nereye böyle gizli gizli?" diye sordu Burak, sesi aşırı meraklıydı.
Ben hiçbir şey demeden Aybars’ı biraz daha sıkı tuttum. Bu iki çeneye yakalanmıştık bir kere…
Umay derin bir nefes aldı, ama belli belirsiz gülümsüyordu. "Özel bir işimiz var." dedi.
Burak anında gözlerini kocaman açtı. "Ooo! Şu an çok büyük bir olay dönüyor ve bizden saklıyorsunuz! Burçe, kayıtlara geçsin!"
Burçe başını salladı. "Kesin büyük bir şey var. Hele şu el ele tutuşma şekline bak… Çok anlamlı. Çok derin."
Burak hemen parmağını bize doğrulttu. "Bana bak Altay, eğer Umay’ı alıp gizli bir operasyon falan yapıyorsan, bak yeminle gelirim peşinizden!"
Aybars, Burak’ın bu ciddiyetine kahkahayı bastı. "Amaaan Burak amca! Babam operasyonlara gitmiyooor!" diye ellerini salladı.
Burçe kollarını göğsüne bağladı, "O zaman nereye gidiyorsunuz?" diye sordu. "Yani özel falan diyor ama, Burak’la benim sabrımız yok, biliyorsunuz."
Burak başını salladı. "Bizde beklemek, gizemli şeyleri olduğu gibi kabul etmek yoktur. Eninde sonunda öğreniriz."
Umay, gözlerini devirdi ama hafifçe gülümseyerek bana döndü. "Söylesek mi?" diye sordu.
Ben derin bir nefes aldım. Zaten bunlardan sır saklamak imkânsızdı.
Omuz silktim. "Hastaneye gidiyoruz." dedim.
Burak anında panikledi. "NE?! Hayırdır oğlum, bir şey mi oldu?! Kim hasta?! Lan Umay mı hasta?! Aybars mı?! Sen mi?! HASTANE DEDİN, BENİM PANİĞE GİRMEM GEREKİYOR!"
Burçe başını iki yana salladı. "Burak, bir saniye nefes alır mısın? Belki güzel bir şey için gidiyorlardır."
Burak hemen toparlandı. "Haa… Evet, olabilir tabii. Doğru diyorsun." Sonra gözlerini kısıp tekrar bana döndü. "Ne için gidiyorsunuz?"
Umay, Burak’ın panik hallerine artık alışkın bir şekilde gülümsedi. "Tüp bebek tedavisine başlıyoruz." dedi sakince.
Burak’ın beyni yandı.
"NASIL YANİ?! BİR ÇOCUK DAHA MI GELİYOR?!" diye bağırdı.
Aybars anında kollarını havaya kaldırdı. "BEN ABİ OLUYORUUUM!" diye sevinçle zıpladı.
Burçe’nin yüzü aydınlandı. "Aaa, bu harika bir haber!"
Burak ise şoktan çıkamamıştı. "OHA! Altay, oğlum, sen ne zaman böyle bir karar verdin?! Ben niye bilmiyorum?! Niye hep en son ben öğreniyorum?!"
Ben iç çekip Umay’a baktım. "Bundan kaçış yoktu, değil mi?"
Umay hafifçe güldü. "Kesinlikle yoktu."
Burak hâlâ şaşkın bir şekilde kollarını açıp duruyordu. "Bir dakika lan… Aybars abiliğe terfi ediyor yani?! Bu ne hız kardeşim?! Daha dün kucağımıza almıştık bu çocuğu!"
Aybars iyice havaya girmişti, Burak’a dönüp ellerini beline koydu. "Evet, ben abi oluyorum Burak amca! Sen de bana saygı göstereceksin!"
Burak kahkahayı patlattı. "Vay be! Adam daha şimdiden otorite kuruyor!"
Burçe hafifçe gülümseyerek Umay’a sarıldı. "Bu çok güzel bir haber, gerçekten. Umarım her şey yolunda gider."
Umay başını salladı, gözlerinde hafif bir parlama vardı. "İnşallah."
Burak derin bir nefes aldı, şokunu anca atlatabilmişti. "Tamam tamam, olayı kavradım… Ama bak, çocuğun ismi konusunda fikrim alınacak. Çünkü Aybars’ı da ben sevdirdim size, itiraz kabul etmem!"
Gözlerimi devirdim. "Tamam Burak, sana danışırız."
Burak hemen Burçe’ye döndü. "Oğlum, bir dakika lan… Eğer bunlar bir çocuk daha yapıyorsa, biz de mi yapsak?"
Burçe ona sert bir bakış attı. "Burak, önce sen çocuk olmayı bırak, sonra bunu konuşuruz."
Herkes kahkahayı bastı.
Umay, gülerek başını bana yasladı. "Hadi gidelim artık, yoksa Burak burada isim listesi yapmaya başlayacak."
Başımı salladım, Aybars’ı sıkıca tuttum ve Umay’ın elini bırakmadan kapıya doğru ilerledik.
Bu, yeni bir başlangıcın ilk adımıydı.
Yeni Bir Başlangıç
Hastane yürüme mesafesindeydi, o yüzden yolu sohbet ederek geçirdik. Aybars, hâlâ ‘abi olacağını’ kafasında tam oturtmaya çalışıyordu.
"Peki ama anne, kardeşim olunca ben n’apacağım?" diye sordu ciddi bir ifadeyle.
Umay hafifçe güldü. "Ne yapacaksın derken?"
Aybars kaşlarını çatıp düşündü, sonra ellerini açtı. "Yani… Kardeşimle nasıl oynayacağım? Bebekler koşamaz ki! O zaman eğlenceli olmaz!"
Ben gülerek saçlarını karıştırdım. "O büyüyene kadar ona öğreteceksin. Senin gibi komik olmayı, gülmeyi… Ona abi olmayı göstereceksin."
Aybars gururlanarak kollarını kavuşturdu. "Hmmm… O zaman ona ‘gülünce güzel olunuyo’ demeyi de öğreticem!"
Umay kahkahayı bastı. "Bence de ilk öğrenmesi gereken şey bu olmalı."
Konuşa konuşa hastaneye vardık. Burası güvenlikli, sessiz ve son derece düzenliydi. Beyaz koridorlar, pencerelerden süzülen doğal ışık, doktorların ve hemşirelerin sakin hareketleri…
Kadın doğum ünitesine girdiğimizde, içimde garip bir heyecan vardı. Sanki bir operasyona değil de, yepyeni bir hayatın başlangıcına adım atıyordum.
Umay elimi sıktı, gözlerini bana dikti. "Hazır mısın?" diye sordu hafifçe gülümseyerek.
Ben de aynı ifadeyle karşılık verdim. "Her şeye hazırım."
Ve işte o an, yeni bir yolculuk başlamıştı.
Doktorun yanına geçtiğimizde, odanın steril kokusu ve beyaz duvarları bir an için her şeyi daha da gerçek kıldı. Buraya bir umut için gelmiştik ama önce geçmişimizi anlatmamız gerekiyordu.
Doktor, orta yaşlarında, ciddi ama sıcak bir ifadeye sahip bir kadındı. Masasının arkasında ellerini birleştirerek bizi dinlemeye hazırlandı.
"Öncelikle hoş geldiniz." dedi nazikçe. "Dosyanızı inceledim ama detayları sizden dinlemek isterim. Geçmiş sağlık öykünüzü anlatabilir misiniz?"
Umay derin bir nefes aldı, elimi sıkıca tuttu. Biliyordum, bu konuşma onun için kolay değildi. Ama gözlerindeki kararlılıkla anlatmaya başladı.
"Ben… aylar önce kansere yakalandım." dedi sesi dengeli ama içinde hafif bir titreme vardı. "Kemoterapi gördüm, ağır bir süreçti. Hastalık ilerleyince organ nakline ihtiyaç duydum. Karaciğer nakli oldum. Uzun bir iyileşme süreci geçirdim."
Doktor başını sallayarak notlarını aldı. "Anlıyorum. Nakil sonrası bağışıklık sisteminizin durumunu detaylıca incelememiz gerekecek. Şu anda düzenli ilaç kullanıyor musunuz?"
Umay başını salladı. "Evet. Bağışıklık baskılayıcı ilaçlar alıyorum ama doktor kontrolünde, dozlar ayarlandı."
Doktor bana döndü. "Sizin sağlık durumunuzda özel bir risk var mı? Daha önce herhangi bir genetik hastalık, bağışıklık sorunu ya da ciddi bir ameliyat geçirdiniz mi?"
Başımı iki yana salladım. "Hayır, bende herhangi bir sorun yok."
Doktor, notlarına birkaç şey daha ekledi. "Peki, daha önce tüp bebek tedavisi ya da doğurganlıkla ilgili herhangi bir süreçten geçtiniz mi?"
Umay hafifçe başını salladı. "Yumurtalıklarımı daha önce dondurmuştum, çünkü kemoterapi doğurganlığıma zarar verebilirdi. Şimdi çözdürdük ama doktorlar tüp bebek tedavisi olmadan hamile kalmamın zor olduğunu söyledi."
Doktor anlayışla başını salladı. "Evet, bu yaygın bir durum. Öncelikle hormon seviyelerinizi, bağışıklık sisteminizin durumunu ve genel sağlık parametrelerinizi kontrol edeceğiz. Organ nakli geçirmiş hastalarda gebelik süreci daha dikkatli takip edilmeli. Çünkü bağışıklık sisteminiz hamilelikle birlikte farklı tepkiler verebilir."
Umay başını salladı. "Bunun farkındayım. Ama biz… bunu denemek istiyoruz."
Doktor gülümsedi. "O zaman gerekli testleri yapalım. Eğer her şey yolundaysa, tedavi sürecine başlayabiliriz."
Umay’ın elini sıktım, o da bana döndü. Gözlerinde korku yoktu, sadece umut vardı.
Bu yeni bir savaştı belki ama bu kez bir hayat getirmek için savaşıyorduk.
Doktorun yönlendirmesiyle kan tahlili ve idrar tahlili için laboratuvara geçtik. Umay elimi hiç bırakmadı. Bu hastane koridorları ona geçmişte yaşadığı zor zamanları hatırlatıyordu, bunu hissedebiliyordum.
Tahlil odasına girdiğimizde, hemşire gülümseyerek bizi karşıladı. "Sadece rutin testler, rahat olun." dedi.
Umay kolunu uzattı, hemşire ince iğneyi dikkatlice damarına yerleştirdi. Yüzü hafifçe gerildi ama sesi çıkmadı.
Ben de yanında durup sessizce bekledim. Bu süreçte ona ne kadar destek olsam azdı.
Tahliller tamamlandıktan sonra Umay derin bir nefes aldı. "Tamam, bu iş bitti." dedi hafif bir tebessümle.
Ama biliyorduk ki asıl süreç şimdi başlıyordu.
Sonrasında idrar tahlili için ayrı bir bölüme geçtik. Her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu ama yine de içimde bir heyecan vardı.
Son numuneyi de verdikten sonra, hastane koridorunda yan yana yürüdük. Umay başını bana yasladı.
"Sonunda buraya kadar geldik, Altay." dedi yorgun ama mutlu bir sesle.
Gülümsedim, elimle sırtını sıvazladım. "Evet… Ve devam edeceğiz."
Şimdi tek yapmamız gereken sonuçları beklemekti.
Tahlilleri verdikten sonra hastane koridorunda kısa bir yürüyüş yaptık, biraz hava aldık. Umay her ne kadar güçlü durmaya çalışsa da, içinde bir gerginlik olduğunu hissedebiliyordum. Onun elini tutup sıktım, hafifçe başını kaldırıp bana baktı.
"Beklemek her zaman en kötüsü değil mi?" diye fısıldadı.
Gülümsedim. "Evet. Ama ne olursa olsun, buradayız. Beraberiz."
Yarım saat sonra, ismimiz anons edildi. Derin bir nefes alıp doktorun odasına geri döndük.
Doktor, önündeki ekrana bakarak notlar alıyordu. Biz içeri girince başını kaldırdı ve sıcak bir gülümsemeyle karşıladı.
"Test sonuçlarınızı inceledim." dedi.
Umay elimi sıkarken ben de gözlerimi doktora diktim. Bu an, her şeyin şekilleneceği andı.
Doktor, ekranındaki sonuçları incelerken yüzüne ciddi ama olumlu bir ifade yerleşti.
“Öncelikle rahatlayabilirsiniz, test sonuçlarınıza göre tüp bebek tedavisi için uygunsunuz.” dedi.
Umay yanımda derin bir nefes aldı. Elini hâlâ sıkıca tutuyordum, parmaklarını hissetmek bana da güç veriyordu. Birbirimize kısa bir bakış attık.
“Peki süreç nasıl ilerleyecek?” diye sordum.
Doktor önündeki dosyayı kapatıp bize döndü. “Öncelikle birkaç aşamadan geçeceğiz. Yumurtalıkların uyarılması, yumurta toplama ve embriyo transferi gibi adımları takip edeceğiz. Ancak bu süreç sabır ve dikkat gerektiriyor.”
Umay başını salladı. “Ne gerekiyorsa yapacağız.” dedi kararlılıkla.
Doktor gülümsedi. “Sizin gibi azimli çiftlerde başarı oranı çok daha yüksek oluyor. O yüzden umudunuzu yüksek tutun.”
Ben de hafifçe gülümsedim. “Biz mücadele etmeye alışkınız.”
Doktor detaylı bir takvim hazırlayacağını ve ilaç tedavisinin başlayacağını söyledi. İlk adım, Umay’ın vücudunun sürece hazırlanması için birkaç hormon ilacı kullanmasıydı.
“Yarın sabah ilk iğnenizi yaparak başlıyoruz.” dedi doktor. “Birkaç hafta içinde yumurta toplama aşamasına gelmiş olacağız.”
Umay elimi daha sıkı tuttu. “Başlıyoruz yani…”
Başımı salladım. “Evet. Bu sefer kazanacağız.”
Hastaneden çıktığımızda, akşam güneşi gökyüzünü turuncuya boyamıştı. Bütün o savaşlardan, operasyonlardan sonra… Bu, en büyük mücadelemiz olacaktı.
Ama Umay yanımdaydı.
Ve biz bu savaşı kazanacaktık.
Doktor, iğnelerin nasıl yapılacağını anlatırken Umay biraz tedirgin görünüyordu. “Kendin yapabilirsin ama zorlanırsan eşinden yardım alabilirsin. Sonuçta özel kuvvetler eğitimi almış bir askersin, basit bir iğne seni zorlamaz.” dedi hafifçe gülümseyerek.
Tam o anda atıldım. “Ben yaparım!”
Umay kaşlarını kaldırıp bana baktı. “Gerçekten mi?”
Omuz silktim. “Sonuçta operasyonlarda bundan çok daha karmaşık şeyler yaptım. Basit bir enjeksiyon işini halledebilirim.”
Doktor başını sallayarak devam etti. “Düzenli kullanmanız önemli. Hormon dengenizi en iyi şekilde sağlayabilmemiz için aksatmamanız gerekiyor.”
Bir an düşündüm, sonra aklıma takılan başka bir soru geldi. “Peki, cinsel birliktelik yaşamak şansımızı artırır mı?” diye sordum.
Doktor hafifçe gülümsedi, belli ki bu soruyla daha önce de karşılaşmıştı.
“Aslında, tüp bebek tedavisi sırasında doğal yolla ilişkiye girmek süreci olumsuz etkilemez. Ancak, yumurtalıkların uyarıldığı dönemde dikkatli olunmalı. Fazla zorlamamak önemli.”
Umay yanımda hafifçe boğazını temizledi, yan gözle bana baktı. “Altay…” dedi uyarır gibi.
Gülümsedim. “Ne? Bilimsel bir soru sordum.”
Doktor gülümsemeye devam etti. “Merak etmeyin, eşinizin askeri disiplini gibi bir planla ilerleyeceğiz. Yani zamana ve duruma göre hareket edeceğiz.”
Başımla onayladım. “Emredersiniz, komutanım.” dedim şaka yollu.
Umay hafifçe dirseğiyle beni dürttü ama gülümsediğini de saklayamıyordu. “Hadi bakalım, ilk iğneye hazırlan.” dedi.
Doktor bizi uğurlarken, “İlk doz önemli, dikkatli olun. Eğer zorlanırsanız çekinmeden yardım isteyin.” diye ekledi.
Ben hiç tereddüt etmeden atıldım. “Hallederim.”
Umay kaşlarını kaldırdı. “Öyle mi? İlk kez iğne yapacaksın ama hemen özgüven patlaması yaşıyorsun.”
Omuz silktim. “Özel kuvvetlerde eğitim aldım, bununla mı zorlanacağım?”
Umay gülerek başını iki yana salladı. “Pekâlâ Altay, görevi sana veriyorum.”
Birkaç saat sonra, evde küçük tıbbi kiti açarken kendimi bir operasyon hazırlığında gibi hissettim. Ellerimi dezenfekte ettim, iğneyi dikkatlice kontrol ettim.
“Hazır mısın?” diye sordum.
Umay derin bir nefes aldı. “Sen hazır mısın asıl?”
Gözlerimi kıstım. “Bana güven.”
Ve iğneyi, özel kuvvetlerden öğrendiğim gibi, titiz ve kararlı bir şekilde yaptım.
Umay şaşkınlıkla bana baktı.
“Hiç acımadı…” dedi şaşkınlıkla.
Gülümsedim. “Ne sandın? Ben bu işte de iyiyimdir.”
O an, bizim için yepyeni bir sürecin başladığını hissettim. Bu bir savaş değil, ama kazanılması gereken bir mücadeleydi.
Ve biz her zaman olduğu gibi birlikte savaşacaktık...
Ertesi sabah, Umay’ın telefon alarmı çaldığında gözlerimi açtım. Yatakta yanımda dönüp yüzüme baktı, gözleri hâlâ uykuluydu ama içinde bir heyecan vardı.
“Bugün ikinci iğne.” dedi hafifçe gülümseyerek.
Başımla onayladım. “Tıbbi personel Altay göreve hazır.” dedim ciddi bir sesle.
Umay gülerek kafasını yastığa gömdü. “Senin bu aşırı özgüvenin gerçekten bazen sinir bozucu.”
“Hayatım, özel kuvvetlerde özgüvensiz olanlar sağ çıkamaz.” dedim omuz silkip.
O sırada Aybars’ın sesi koridordan yükseldi. “Baba! Açım!”
İkimiz de gülerek yataktan kalktık. Umay mutfağa yönelirken ben de Aybars’ı kucağıma aldım. Oğlumun saçlarını karıştırdım. “Bugün kahvaltıda ne istiyorsun küçük adam?”
Aybars düşündü. “Pankek!” dedi neşeyle.
Gözlerimi Umay’a diktim. “Bir şef yeteneğim daha var, pankek yapıyorum.”
Umay kollarını göğsünde kavuşturdu. “Bakalım bu iddialı sözlerinden sonra mutfakta ne kadar başarılısın.”
Kahvaltıyı hazırladıktan sonra Umay iğne için mutfağa oturdu. Kutuyu açıp iğneyi hazırladım. O an Umay derin bir nefes aldı.
“Sence başarılı olacak mıyız?” diye sordu.
Elimi sırtına koyup hafifçe sıvazladım. “Biz bugüne kadar neleri başardık, bunu da başarırız.”
İğneyi yaparken gözleri bana kilitlendi, güven doluydu. O güveni boşa çıkarmayacaktım.
Ve her yeni günle birlikte, bu yolculukta bir adım daha ilerleyecektik.
Cuma'ya gitmek için hazırlanırken,
Aybars’ın cümlesini duyunca gülümsedim. Daha önce camiye gitmek istediğini hiç söylememişti. Küçücük ellerini uzattı, elimi tuttu.
“Tabii ki gelirsin küçük adam.” dedim, saçlarını karıştırarak.
Umay kapının eşiğinde durup bize baktı. “Babasının oğlu.” diye mırıldandı gülümseyerek. “Oğlum, baban gibi sakın içeride uslu duramayıp sağa sola bakınma tamam mı?”
Aybars hemen ciddi bir ifade takındı. “Ben çok uslu durucam.” dedi büyük bir ciddiyetle.
Beraber camiye doğru yürürken Aybars birden durdu ve yukarı baktı. “Baba, İlteriş amcanın kız çocuğu olursa, benim gibi mi olur?”
Gözlerimi kırpıştırdım. “Yani… Biraz farklı olur. Sen erkeksin, o kız olur ama ikiniz de çocuksunuz.”
Aybars düşündü, sonra başını salladı. “O zaman ona da oyuncaklarımı veririm.”
Gülerek başımı salladım. “Senin kadar cömert birini zor buluruz Aybars Bey.”
Camiye vardığımızda Aybars, küçük adımlarıyla önümde yürüyordu. Oğlumla yan yana saf tuttum. Namaz boyunca ara ara ona göz ucuyla baktım. Küçücük ellerini dua için açmıştı. İçim bir tuhaf oldu.
Namazdan sonra yanıma gelip “Dua ettim baba.” dedi gururla.
Eğilip sordum. “Ne diledin bakalım?”
Gözlerini kocaman açıp “İlteriş amcanın çok güzel bir kızı olsun ve beni hiç üzmesin diye.” dedi.
Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Küçük adam, büyük dualar ediyordu.
İlteriş namazı bitirip tespihiyle yanımıza geldi.
İlteriş kaşlarını kaldırarak bana baktı. “Ne oldu lan, camide gülünecek ne var?”
Kendimi toparlamaya çalıştım ama Aybars’ın saf ciddiyeti aklıma gelince tekrar gülmeye başladım. Aybars da bana bakıp kıkırdamaya başlayınca İlteriş iyice sinirlendi.
“Altay, adam gibi anlat da biz de gülelim.” dedi, sabrını zorladığımı belli eden bir ifadeyle.
Derin bir nefes aldım, sonra eğilip Aybars’ı gösterdim. “Sen anlat oğlum.”
Aybars hemen dik durdu, İlteriş’e baktı ve tamamen masum bir ifadeyle:
“İlteriş amca, ben dua ettim. Kızın çok güzel olsun ve beni hiç üzmesin diye.”
İlteriş bir an dondu. Gözleri kocaman açıldı. Sonra bana çevirdi bakışlarını.
“Altay, bu çocuğu sen mi doldurdun?”
Ellerimi havaya kaldırdım. “Yemin ederim kendi düşündü.”
İlteriş bir süre Aybars’a baktı, sonra başını iki yana salladı. “Ulan daha doğmamış çocuktan ricacı olmuşsun be Aybars.” dedi ve istemsizce güldü.
Aybars hemen savunmaya geçti. “Ama üzmesin istedim.”
İlteriş eğilip onun omzuna hafifçe vurdu. “İyi yapmışsın koçum. Ama söz veremem, bakarsın tam tersi çıkar, seni mahveder.”
Aybars gözlerini kıstı, ciddi ciddi düşündü. Sonra başını salladı. “Olsun, ben oyuncaklarımı yine de veririm.”
Bu sefer hem ben hem de İlteriş kahkahayı bastık. Çocuk dediğin böyle temiz kalpli olurdu işte.
İlteriş kollarını kavuşturup hafifçe sırıttı. "Ya erkek olursa?"
Ben gülerek omzuna vurdum. "Olursa olursa, adam gibi adam olur! Ama ben asıl senin kızın olursa diye düşünüyorum."
İlteriş'in yüzündeki ifade bir anda değişti. Gözleri kısıldı, dudakları büzüldü. "Benim kızım mı?" diye tekrarladı, sesi bir oktav düşmüştü.
Burak hemen araya girip kahkahayı patlattı. "İşte şimdi işler karıştı!"
Ben devam ettim, keyifle İlteriş’i izleyerek. "Düşünsene, senin bir kızın olacak... Büyüyecek, güzel bir genç kız olacak..."
İlteriş kaşlarını çatıp bana ters ters baktı. "Ne demek istiyorsun sen, Altay?"
Kollarımı açtım. "Ne olacak İlteriş? Kızın büyüyünce, bizim Aybars’a gelin olacak."
İlteriş’in gözleri kocaman açıldı. "Ne?!"
Burak yere diz çöktü, kahkahalar içinde karnını tutuyordu. Yavuz bile başını iki yana sallayıp kısık sesle güldü.
İlteriş ise ciddileşmişti. "Bak Altay, benim kızım varsa, o kimseye gelin gitmez! Hele hele senin veledine asla!"
Ben kaşlarımı kaldırıp meydan okur gibi gülümsedim. "Ben de Aybars’ın en iyi damadı olacağına inanıyorum. Düşünsene, hem en güvendiğin adamın oğlu hem de özel kuvvetler kanı taşıyor. Daha ne olsun?"
İlteriş kafasını iki yana salladı. "Benim kızım kimseye gitmez kardeşim, unut bunu."
Gülerek başımı iki yana salladım. "Zaman gösterecek, İlteriş. Zaman gösterecek."
O an ikimiz de anladık. Ben onun kızını isterken, o benim oğlumu kesinlikle istemiyordu.
Burak ise gülmekten nefessiz kalmıştı. "Dünürler arasındaki savaş, daha başlamadan efsane oldu!"
İlteriş kaşlarını çatarak bana bir adım yaklaştı, gözleri hâlâ şüpheyle daralmıştı. "Altay, ben seni severim ama oğlun konusunda henüz kararımı vermedim. Çocuk daha yürümeyi yeni söktü, bana dünürlük pazarlığı yapıyorsun."
Ben omuz silktim, kendinden emin bir şekilde. "Şimdiden temelleri atıyoruz, dostum. Stratejik hamleler önemli."
Burak, hâlâ kahkaha atarak İlteriş’in sırtına vurdu. "Adam resmen uzun vadeli yatırım yapıyor! İlteriş, kabul et, Altay bir dahiyane planın içindesin."
İlteriş derin bir nefes aldı, sonra başını iki yana salladı. "Benim kızım, benim kurallarımla büyüyecek. Onun kiminle evleneceğini ben belirlerim."
Yavuz araya girip sırıttı. "Tarih boyunca böyle diyen babalar sonunda düğün salonunda ağlayarak dans etti."
Burak hemen fırsatı kaçırmadı. "O sahneyi hayal edebiliyor musunuz? İlteriş, takım elbiseyle, kızıyla dans ediyor, arka planda duygusal müzik çalıyor. Ve Altay köşede sırıtarak ‘Ben demiştim’ bakışı atıyor!"
İlteriş, Burak’a keskin bir bakış attı. "O sahne asla yaşanmayacak!"
Ben kollarımı bağlayıp keyifle izledim. "İlteriş, dostum, senin de yumuşayacağını biliyorum. Bir gün bu konu açılınca tekrar konuşuruz."
İlteriş iç çekti. "O gün asla gelmeyecek."
Burak kahkahalar içinde İlteriş’in omzuna yaslandı. "Gelecek, dostum. Hem de sandığından daha çabuk."
Ben keyifle iç geçirirken, bir şeyin farkına vardım:
Ne kadar zorluk yaşarsak yaşayalım, bu ekip hep burada olacak. Birbirimizle dalga geçecek, savaşacak, koruyacak ve birlikte gülecektik.
Dünürlük savaşı mı? Daha başlamadan efsane olmuştu bile.
Aybars hâlâ yere yapışmış Burak’ın üzerine oturmuştu, elinde oyuncak tabancasıyla suçları sıralamaya devam ediyordu.
"SEN! ÇOK KONUŞUYORSUN! BU DA SUÇ!"
Burak pes etmiş halde başını yere koydu. "Tamam aslanım, tamam. Suçluyum, teslim oluyorum. Ama bari infazı ertelesek?"
Aybars başını iki yana sallayarak kaşlarını çattı. "HAYIIIR! SUÇLU CEZASINI ÇEKMELİDİR!"
Yavuz kıkırdadı, İlteriş kollarını kavuşturup Aybars’ı izlerken başını salladı. "Bu çocuk fazla otoriter, gelecekte sıkıntı olacak."
Ben oğlumu kollarımdan çekip havaya kaldırdım. "Aslanım, komutan olmak için biraz büyümen lazım. En azından önce düzgün konuşmayı öğren."
Aybars kollarını kavuşturup kaşlarını çattı. "Ben gayet güzel konuşuyom baba! Sen anlamıyosun!"
Burak araya girdi. "Yo yo, ben gayet iyi anladım. Çocuk bizi köle yapmaya çalışıyor."
Aybars hızla döndü ve Burak’ı işaret etti. "ŞİMDİ SANA EK CEZA VERİYORUM! ÇOK ŞİKAYET ETMEK!"
Burak gözlerini devirdi. "Bunun üst mahkemesi falan yok mu?"
İlteriş başını salladı. "Yok, Aybars mahkemesinin kararı kesindir."
Tam o sırada, camideki diğer adamlar merakla yaklaşıp olanları izlemeye başladılar. Biri gülerek sordu:
"Küçük adam ne için yargılama yapıyor?"
Ben kollarımı açtım. "Bilmiyoruz, ama hepimiz suçluyuz."
Adam kahkahayı bastı, ardından Aybars’ı işaret etti. "O zaman sen de cezalı olmalısın küçük bey."
Aybars anında başını kaldırdı. "HAYIIIIR! BEN KOMUTANIM!"
Burak gözlerini kısarak sinsice gülümsedi. "Eğer herkes suçluysa, o da suçlu olmalı!
Bir anda herkes Aybars’a dönüp suçlayıcı bakışlarla yaklaşmaya başladı.
"Vay vay vay, demek Aybars da suçlu ha?"
Aybars panikle gözlerini kocaman açtı. "HAYIIIR! BEN MASUUUM!"
Ama Burak kollarını açıp üzerine yürümeye başlayınca, Aybars bir çığlık attı ve küçük bacaklarıyla kaçmaya başladı.
Koca tim, camide kahkahalar içinde, 20 aylık küçük bir veletin peşinden koşturuyordu.
Ve ben, oğlumu kollarımı bağlayıp gülümseyerek izliyordum.
Bu velet tam bir baş belasıydı.
Aybars omzumda çırpınırken kahkahalar atıyordu. "Baba! İndir! Ben kaçcam! Beni bırak! Kurtulucam!"
Elbette bırakmadım. Onu biraz daha sıkı tutarak gülümsedim. "Yok öyle kaçmak aslanım. Suçlu yakalandı, cezasını çekecek!"
Burak arkamızdan koşup nefes nefese bir halde dizlerini tutarak durdu. "Altay! Onu kaçırıyorsun! Adam mahkemeden firar etti!"
Yavuz alaycı bir sesle, "Sanırım kaçan mahkûm değil, sen oldun Burak." dedi.
Aybars zafer kazanmış gibi yumruğunu havaya kaldırdı. "Baba benim kahramanım!"
Omzumda iyice yayılıp başını kaldırdı, küçük parmaklarını alnına götürüp selam verdi. "Ben, Komutan Aybars, seni kahraman ilan ediyorum baba!"
Kahkaha atmaktan kendimi alamadım. "Teşekkür ederim Komutan Aybars! Ama biraz ağırlaşmışsın, yemeni biraz azaltsak mı?"
Aybars kaşlarını çattı, yanaklarını şişirdi. "Hayır! Yemek güçlü yapar! Büyüyünce daha güçlü olcam!"
İlteriş kollarını kavuşturup başını iki yana salladı. "Senin oğlun tam bir bela olacak Altay. Şimdiden ordunun başına geçmeye niyetli."
Camiden çıkarken güneş yüzümüze çarptı, sıcağı hissettik ama Aybars’ın gülüşü her şeyden daha sıcaktı.
Onu omzumdan indirip yere koydum, küçük bedenini önümde düzelttim. "Tamam aslanım, hadi bakalım. Önümüzde uzun bir gün var."
Aybars, kendinden emin bir şekilde çenesini kaldırdı ve ellerini beline koydu.
"O zaman GÖREVİMİZ BAŞLIYOOOR!" diye bağırıp öne doğru koşmaya başladı.
Ve ben de, gülerek onun peşinden yürüdüm.
Kapıyı açtığımızda mutfaktan gelen mis gibi yemek kokusu yüzümüze çarptı. Aybars, daha ayakkabılarını çıkarmadan burnunu havaya kaldırdı, kokuyu içine çekti ve gözlerini kocaman açtı.
"Baba! Annem yemek yapıyor! Açlıktan ölüyoruz hemen yiyelim!" diye çığlık atarak mutfağa koştu.
Ben arkasından gülümseyerek yürüdüm. Umay, mutfakta ocağın başında, saçlarını gelişigüzel toplamış, elinde tahta kaşıkla karıştırdığı tencereye odaklanmıştı. Gözleri parlıyordu, belli ki uzun zamandır mutfağa girmemişti ve bunu özlemişti.
Aybars, tezgâhın yanına tırmanmaya çalışırken "Anne ne yapıyooon? Acıktık!" diye sordu.
Umay, kaşığı bırakıp gülerek döndü. "Senin en sevdiğin yemeği yapıyorum ufaklık. Karnıyarık ve pilav!"
Aybars, yumruklarını havaya kaldırıp sevinç çığlığı attı. "Baba duydun mu! En sevdiğim yemek! Annem harikasın!" dedi ve mutfağın ortasında dönmeye başladı.
Ben Umay’a yaklaşıp belinden tuttum, hafifçe yana eğilip saçına küçük bir öpücük kondurdum. "Evde olmak güzel." diye mırıldandım.
Umay başını bana doğru yasladı. "Evet... Çok güzel."
O an, dışarıdaki dünya, savaşlar, tehlikeler hepsi uzak geldi. Burası bizim sığınağımızdı.
Aybars ise yemek kokusunun etkisiyle çoktan sandalyeye tırmanmış, çatalını eline almış bekliyordu.
"Tamam tamam, hadi yemek yiyelim!" diye bağırdı.
Gülümsedim. Evdeydik. Birlikteydik. Ve her şey yolundaydı.
Umay yemekleri masaya koyarken Aybars sabırsızca sandalyede zıplıyordu. "Hadi hadi hadi! Çok açız!" diye ellerini çırptı.
Ben sandalyeye oturup başımı iki yana salladım. "Aslanım, açız da masayı devirmeye gerek yok."
Aybars kaşığını alıp masaya vurdu. "Ben büyüdüm baba! Artık çok yiyorum!"
Umay gülerek tabakları önümüze koydu. "Büyüdün mü? Sen daha yeni konuşmaya başladın bıdık!"
Aybars kaşlarını çatıp ciddiyetle cevap verdi: "Ama kocaman adam oldum! Bak bıyığım bile çıkıyor!"
Ben ve Umay aynı anda kahkaha attık. Ben ona eğilip çenesini tuttum, minik yüzüne yakından baktım. "Bıyık mı? Oğlum senin ancak süt bıyığın olur."
Aybars hemen eliyle dudaklarını kontrol etti, sonra kıkırdayarak "Olsun, yakında çıkacak!" dedi ve çatala uzandı.
Tam yemek yiyecektik ki kapı aniden çaldı.
Umay merakla kapıya yöneldi. Ben kaşığı bırakıp içgüdüsel olarak bir an tetikte kaldım. Kapıyı açtığında karşımızda Burak ve Burçe vardı.
Burak gözlerini kıstı. "Siz bizden kaçıyor musunuz?"
Burçe kollarını bağladı. "Evet evet, kesin bir şey çeviriyorsunuz!"
Aybars ağzına kocaman bir pilav kaşığı tıkarken "Yok ya, yemek yiyoruz! Açsanız gelin!" diye ağzının dolusuyla konuştu.
Burak gözlerini devirdi. "Yemek bahanesiyle bizden kaçıyorlar diyorum sana Burçe!"
Ben derin bir nefes alıp sandalye geriye ittirdim. "Gelsenize lan içeri, kapıda dram yapmayı kesin."
Burak ve Burçe birbirlerine bakıp sırıtınca Umay iç çekti. "Allah’ım, bu evden kaos eksik olmuyor."
Ve böylece, sakin bir aile yemeği hayalimiz suya düşerken, yemek masasına yeni iki davetsiz misafir daha eklenmiş oldu.
Burak sandalyeye çöktü, bir yandan pilavı kaşıklıyor, bir yandan da homurdanıyordu. "Bıktım abi, gerçekten bıktım! Bir insanın sevgilisiyle tanışması neden bu kadar zor olabilir ya?!"
Ben kaşığımı masaya koyup sırıttım. "Evlilik ne zaman Burak?"
Burçe hemen Burak’a döndü, gözlerini kocaman açtı. "Evet evet, biz de merak ediyoruz Burak. Ne zaman geliyor o yüzük?"
Burak anında isyan bayrağını açtı. "Yahu ben daha kızı göremiyorum! Halil Komutan yüzünden tanışmaya bile gidemedim!"
Umay kaşlarını kaldırdı. "Nedenmiş o?"
Burak kaşığı sinirle havaya kaldırdı. "Beni layık görmüyor! Yiğenine uygun değilmişim! Neymiş efendim, ben fazla çenesi düşük biriymişim! Neymiş, ben ciddi biri değilmişim!"
Ben kahkahayı bastım. "Ee, yanlış mı söylüyor?"
Burak bana ters ters baktı. "Altay, şu an destek olman gereken bir noktadayız, taş koyma."
Burçe kaşlarını çattı. "Ciddiyeti mi sorguluyor? Senin ciddi tarafın da var ama, adam gibi konuşsan belki ikna olur?"
Burak derin bir nefes aldı, masaya yaslandı. "Bilmiyorum ya… Sanki ne yapsam boşuna gibi hissediyorum."
Aybars birden kaşığını masaya koyup Burak’a döndü. "Burak amca, ben konuşayım mı Halil amcayla?"
Herkes bir an sustu, sonra biz gülmeye başladık ama Aybars ciddiydi. "Ben ikna ederim, bak çok güzel konuşuyorum!"
Burak ona sarılıp yanağını sıktı. "Aslanım benim! Belki de son çare olarak seni gönderirim ha!"
Ama gözlerinde hala üzüntü vardı. Belli ki bu durum ona gerçekten dokunuyordu. İlk kez Burak’ı böyle çaresiz görüyordum.
Ben iç çektim, ona döndüm. "Bak Burak, belki gerçekten oturup ciddi bir konuşma yapmanın zamanı gelmiştir. Bırak şakaları, git adam gibi anlat derdini. Eğer kız da seni istiyorsa, kimse sonsuza kadar karşı koyamaz."
Burak başını salladı. "Bilmiyorum abi… Ama deneyeceğim."
Umay elini omzuna koydu. "Sadece kendin ol Burak. Gerçek seni görmeleri yeterli olur."
Burak derin bir nefes aldı, sonra gülümsedi. "Hadi bakalım, Burak operasyonu başlasın!"
Ve böylece, yeni bir maceranın ilk adımı atılmış oldu.
Burçe, Burak’ın yanına geçip elini sırtına koydu. “Bak Burak, bu işi birlikte halledeceğiz. Sen yalnız değilsin.”
Burak ona döndü, kaşlarını kaldırdı. “Sen nasıl halledeceksin? Dayın beni görünce bile kaşlarını çatıyor.”
Burçe gözlerini devirdi. “Ona senin nasıl biri olduğunu anlatacağım. Sadece dışarıdan gördüğü Burak’ı değil, benim sevdiğim Burak’ı.”
Burak biraz yumuşadı ama yine de temkinliydi. “Yani, dayının gözünde nasıl biriyim?”
Burçe iç çekti. “Dobra olacağım, tamam mı? O seni çenesi düşük, ciddiyetsiz ve sorumluluk almaz biri olarak görüyor.”
Burak anında tepki verdi. “OHA! Ne alaka ya?! Ben operasyonlara giriyorum, adam vuruyorum, devlete hizmet ediyorum, daha ne yapayım?”
Burçe ellerini kaldırdı. “Biliyorum Burak, ama dayım senin asker Burak olduğunu göremiyor. O sadece sürekli espri yapan, şımarık ve rahat birini görüyor. Ama ben ona, gerçek seni anlatacağım.”
Burak kollarını göğsünde kavuşturdu. “Gerçek Burak nasıl biriymiş?”
Burçe gülümsedi. “Sadık, cesur, sevdikleri için her şeyi yapabilecek biri. Evet, espri yapmayı seviyorsun ama bu, seni ciddiyetsiz biri yapmaz. Amcama da bunu göstereceğim.”
Burak biraz düşündü, sonra başını salladı. “Yani sen arkada cephaneyi hazırlayacaksın, ben de cephede savaşacağım?”
Burçe başını salladı. “Aynen öyle, Asker.”
Burak gülümsedi, gözleri umutla parladı. “Tamamdır Burçe, Halil Komutan’a meydan okumaya hazırım.”
Burçe ona sarıldı. “Birlikte halledeceğiz.”
Ben ve Umay birbirimize baktık, sonra Aybars’a döndüm. “Oğlum, bunlar galiba savaşa gidiyor.”
Aybars kaşlarını çattı, kollarını göğsünde birleştirdi. “Ben de geleyim mi baba?”
Burak kahkahayı bastı. “Aslan parçası, seni son koz olarak saklıyoruz!”
Herkes gülerken Burçe elini masaya vurdu. “Tamam! İlk adımı atıyoruz! Burak, yarın akşam yemeğine davetlisiniz.”
Burak’ın gülümsemesi bir anda soldu. “Şaka yapıyorsun?”
Burçe gözlerini kıstı. “Sen bu savaşı istedin, Askerim. Şimdi cesaretini göster.”
Burak derin bir nefes aldı, sonra başını salladı. “Tamam… Tamam! Yarına hazır olacağım.”
Ve böylece, Burak’ın hayatının en zorlu operasyonu başlamış oldu.
Göz kırptım. "Halil Komutan’ı ikna etmenin bin tane yolu var. Önce sen adam gibi tanış, eğer olmazsa biz devreye gireriz."
Burçe onayladı. "Evet Burak, önce sakin bir akşam yemeğiyle başlayalım. Belki düşündüğün kadar kötü geçmez."
Burak derin bir nefes aldı. "Ya kötü geçerse?"
Omuz silktim. "O zaman plan B’ye geçeriz."
Burak kaşlarını kaldırdı. "Plan B ne?"
Gülümseyerek elimi kaldırdım. "Henüz uydurmadım ama kesin vardır bir şeyler."
Burak başını iki yana salladı. "Yemin ediyorum sizinle iş yapmak askeriyede operasyona gitmekten daha stresli."
Umay kahkahasını tutamadı. "Ama sonuç garantili."
Burçe Burak’a dönüp ciddi bir şekilde baktı. "Ne olursa olsun, ben yanındayım. Bunu unutma."
Burak biraz gevşedi, başını salladı. "Tamam… Ama bu akşam yemeğinde başıma bir şey gelirse, bilin ki sizden bilirim."
Ben sırtına bir şaplak attım. "Sık dişini Burak. Daha nişan, düğün, isteme var. Bunlar daha fragman."
Burak gözlerini kocaman açtı. "LAN! Şimdi fark ettim! Daha çiçek almam lazım değil mi?! Ne alacağım ya? Beyaz gül mü, kırmızı mı? Yoksa orkide mi?!"
kahkaha attım. "Sen karışma, ben hallederim."
Burak derin bir nefes aldı, elini göğsüne koydu. "Oh be! Bir an panikledim."
Umayla birbirimize bakıp gülümsedik. Bu işin sonunda kesinlikle çok eğlenecektik.
Aybars elini beline koydu. ''bende İlte'nin kızını alcam.'' dedi.
Odada bir an sessizlik oldu. Herkes birbirine baktı. Sonra Burak kahkahayı patlattı, yere kapanıp karnını tuttu.
"AHAHAH! Yemin ediyorum, çocuk babasından hızlı çıktı! Altay, bence gurur duymalısın!"
Ben şaşkınlıkla Aybars’a döndüm. "Oğlum, sen ne diyorsun?"
Aybars elini hâlâ belinde tutuyor, minicik yüzüyle ciddi ciddi bana bakıyordu. "İlte'nin kızını alcam! Ben büyüyünce o benim eşim olacak!"
Umay elini ağzına kapatarak kıkırdadı. Burçe gözlerini kocaman açmıştı. Yavuz hafifçe başını salladı. "Bak İlteriş’e bunu söylediğinde kaçma planın hazır olsun."
Burak hızını alamayıp Aybars’ı omuzlarından tutup hafifçe salladı. "Beni dinle küçük adam! Cesaretin büyük, planın sağlam ama… Ölmek için çok gençsin!"
Aybars kaşlarını çattı, çenesini kaldırdı. "Ben güçlüyüm! Babam gibi savaşçıyım!"
Ben başımı iki yana salladım, elimi alnıma götürdüm. "Yemin ederim bu çocuk kesin Burak’tan etkileniyor."
Tam o sırada kapı açıldı ve İlteriş içeri girdi. "Ne oluyor burada?"
Aybars anında döndü, kollarını göğsünde birleştirip İlteriş’e meydan okuyan bir ifadeyle baktı. "Ben büyüyünce senin kızını alcam!"
İlteriş dondu. Kaşları yavaşça çatıldı. Odanın içi ölüm sessizliğine büründü.
Burak, Yavuz ve ben anında geriye doğru çekildik. Umay ve Burçe gülmemek için kendilerini zor tutuyordu.
İlteriş gözlerini kıstı, Aybars’ı süzdü. "Öyle mi diyorsun?"
Aybars hiç geri adım atmadan başını salladı. "Evet!"
İlteriş derin bir nefes aldı, sonra çömelerek göz hizasına indi. "O zaman iyi dinle ve aklında tut. Eğer benim kızıma talipsen, en güçlü olmalısın. Onu koruyabilecek misin?"
Aybars gözleri parlayarak başını salladı. "Koruycam! En güçlü ben olcam!"
İlteriş bir süre onu süzdü, sonra hafifçe gülümsedi. "Göreceğiz bakalım küçük adam. O zamana kadar çok çalışman lazım."
Aybars yumruklarını sıktı. "Çalışcam! Hemen başlıcam!"
Burak kahkahayı bastı. "Evlilik değil, düello vaat ettin çocuğa resmen!"
İlteriş bana döndü, başını hafif yana eğdi. "Bunu duymadım sayıyorum, Altay."
Ben iç çekerek omzumu silktim. "Ben bir şey demedim, oğlum kendi kararını verdi."
İlteriş başını iki yana salladı, sonra Aybars’a son bir bakış atıp ayağa kalktı. "O zaman iyi şanslar, küçük damat adayı. Ama unutma… Benim kızı almak o kadar kolay değil."
Aybars dimdik durdu, yumruğunu göğsüne vurdu. "Ben zor olanı başarırım!"
Bizim kahkaha atmamak için zor tuttuğumuz o an, İlteriş’in hafif gülümsemesi ve Aybars’ın ciddiyetiyle tamamlandı.
Ve o anda fark ettim… Dünürler arasındaki savaş resmen başlamıştı.
İlteriş, son bir kez Aybars’a bakıp başını salladıktan sonra kapıya yöneldi. Ama tam çıkarken durdu ve göz ucuyla bana baktı.
"Altay, bu savaşta tarafsız kalamayacağını biliyorsun, değil mi?"
Ben derin bir nefes aldım. "Beni karıştırmayın. Ben sadece babayım."
Burak hemen lafa girdi. "Aynı zamanda da geleceğin kayınpederi!"
Ben ona ters bir bakış attım. "Seni unutmadım Burak, ilk fırsatta hesaplaşacağız."
O, kahkahasını bastırmaya çalışırken İlteriş arkasını dönüp çıktı. Odanın kapısı kapandığında herkes birbirine baktı. Umay artık kahkahasını tutamıyordu. Burçe gülmekten gözleri yaşarmıştı.
Aybars bir an duraksadı, sonra yumruklarını sıkarak bana döndü. "Baba, ben gerçekten güçlü olmalıyım. Ne yapmam lazım?"
Yavuz başını iki yana sallayarak "Bu çocuk ciddiye aldı!" diye mırıldandı.
Ben, Aybars’ın ciddi bakışlarını görünce iç çektim. "Öyle olsun bakalım. Yarın sabah erkenden eğitim alanında ol. Eğer gerçekten güçlü olmak istiyorsan, sana ne yapman gerektiğini göstereceğim."
Aybars gözleri ışıldayarak başını salladı. "Tamam! Çok çalışacağım!"
Burak kıkırdayarak omzuma vurdu. "Baba olarak mı, kayınpeder olarak mı eğitiyorsun? Netleştir de ona göre destek verelim."
Ona sert bir bakış atarak derin bir nefes aldım. "Eğer bana bir daha kayınpeder dersen, eğitim alanında ilk dayağı sen yersin."
Odanın içinde kahkahalar yankılanırken, Aybars çoktan antrenman hayalleri kurmaya başlamıştı. Ve ben… Ben de başıma açılan işlerin hesabını yapıyordum.
Çünkü biliyordum. Bu daha başlangıçtı.
Kapı birden açıldı ve Ulaş içeri süzüldü. Timin en bakımlı adamı, yüzünde parlayan aloe vera kabuklarıyla, adeta bir güzellik ritüelinden çıkıp gelmişti.
Burak, Ulaş’ı görür görmez dayanamadı. "Allah’ım sabır! Ulaş, sen cidden savaşçı mısın yoksa spa merkezi mi işletiyorsun?"
Ulaş, sakince başını dik tutarak odaya girdi. "Cildinize iyi bakmazsanız, savaş meydanında kuruyup çatlayan bir deriyle dolaşırsınız. Düşmanınızdan önce aynalarla savaşmak istemezsiniz."
Ben elimle yüzümü kapattım, Burak yere kapanıp kahkaha atıyordu. Aybars, Ulaş’a hayranlıkla baktı. "Bu ne işe yarıyor?"
Ulaş, ciddi bir ifadeyle çömeldi ve Aybars’ın omzuna dokundu. "Geleceğin savaşçısı, unutma! Güçlü bir vücut kadar, sağlıklı bir cilt de önemlidir. Bakım yapmayan adam, zırhına iyi bakmayan adam gibidir. Paslanır, eskir ve sonunda çöker."
Yavuz gözlerini devirdi. "Bu çocuk zaten yeterince karmaşık şeyler düşünüyor, bir de krem mi sürecek?"
Ulaş hızla ayağa kalktı, üstündeki görünmez tozu silker gibi yaptı ve ciddi bir ifadeyle İlteriş’in çıktığı kapıya baktı. "Duyduklarıma göre dünürler arasında bir savaş başlamış. Hazırlık yapmalıyız."
Burçe, Ulaş’ın yüzündeki aloe vera kabuklarına bakarak kıkırdadı. "Sen önce yüzündeki savaşı kazan da sonra büyük savaşlara bakarız."
Burak hâlâ kendine gelememişti. "Düşünsene, Aybars İlteriş’le düello ederken Ulaş bir kenardan maske önerileri veriyor!"
Ulaş kollarını göğsünde bağladı ve başını iki yana salladı. "Cilt bakımıyla alay edenler, gün gelir pişman olur. Unutmayın, savaşın ortasında bile bakımlı olmak bir erdemdir."
Ben derin bir nefes aldım, başıma gelecekleri düşünerek gözlerimi kapattım. "Bu timde nasıl hayatta kalıyorum, bazen gerçekten bilmiyorum."
''Ben Belçika'ya gidiyorum.'' dedi Ulaş.
Oda bir anda sessizliğe büründü. Hepimiz, yüzünde aloe vera kabuklarıyla dimdik duran Ulaş’a bakıyorduk.
Burak gözlerini kıstı, ciddiyetle sordu: "Ulaş… Sen Belçika’ya ne yapmaya gidiyorsun?"
Ulaş derin bir nefes aldı, ellerini arkasında kavuşturdu ve manalı bir şekilde gözlerini uzaklara dikti. "Yaseminkanın ikizini bulmaya."
Bu cümle odadaki havayı iyice elektriklendirdi. Hepimiz zaten onun bir ikizi olduğunu biliyorduk ve uzun zamandır arıyorduk. Ama şimdi Ulaş tek başına Belçika’ya gidiyordu.
Ben kaşlarımı çatıp sordum: "Tek başına mı gidiyorsun? Plan ne?"
Ulaş başını salladı, gözleri kararlıydı. "Belçika’da bazı izler bulduk. Onları takip edeceğim."
Burçe kollarını bağladı. "Ve biz burada düğün savaşlarıyla uğraşırken sen Avrupa’da casusluk yapacaksın… Güzel."
Burak yere kapandı, kahkahasını zor tuttu. "Allah’ım… Biri düğün için güç kazanıyor, biri bakım yapıyor, biri Belçika’da kayıp ikiz avına çıkıyor. Altay, bunu yazmak zorundayız. Timin akıl sağlığı kalmadı."
Ben iç çekip başımı salladım. "Önce şu düğün meselesini çözelim, sonra Belçika işini masaya yatırırız."
Ulaş kapıya yöneldi, omzunun üzerinden son bir kez baktı. "Merak etmeyin… Onu bulacağım."
Ve biz, gerçekten de bu işin nereye varacağını bilmiyorduk.
Tam o sırada kapı hızla açıldı ve Yaseminka içeri girdi. Elinde tuttuğu kağıdı havaya kaldırıp gözlerini kıstı. "Beyler, gelin adayının istek listesi geldi. Kaçamayacaksınız."
Oda bir anda buz kesti. Burak, Ulaş’ın arkasına saklandı. Yavuz başını eğip dua etmeye başladı. Aybars hiçbir şey anlamadan bana baktı. "Baba, bu ne listesi?"
Ben derin bir nefes aldım. "Oğlum, bu… ölüm fermanı olabilir."
Yaseminka listeyi düzeltti, sesini temizledi ve ciddiyetle okumaya başladı: "Düğün, en az üç gün sürecek. Geleneklere uygun olacak ama modern dokunuşlar da istiyorlar. Ayrıca…" — burada duraksadı, kaşlarını kaldırdı — "Güç gösterisi isteniyor."
Oda yine sessizliğe gömüldü. Sonra Burak çığlığı bastı. "LAN BİZ SAVAŞA MI GİRİYORUZ, DÜĞÜNE Mİ?!"
Yavuz başını salladı. "Düğün değil, meydan savaşı planlıyorlar."
Ulaş kaşlarını çattı. "Bu organizasyon için cilt bakımımı erkenden yapmam gerekecek."
Ben ellerimi yüzüme sürdüm. "Allah’ım, ben bu timi neden yönetiyorum?"
Yaseminka listeyi katladı ve ciddi bir ifadeyle önümüze koydu. "Kaçış yok. Bu düğün yapılacak. Ve biz bunu alnımızın akıyla başaracağız!"
Oda bir anda kaosa sürüklendi. Çünkü düğün değil, tam anlamıyla bir savaş düzeni gerekiyordu…
Yaseminka listeyi masaya koydu, gözlerini kısarak bize baktı. "Beyler, hatırlatırım. İlteriş ve benim düğünümüzü ertelemiştik. Sade bir nikahla geçiştirdik ama bu, düğün yapmayacağımız anlamına gelmiyor."
Burak derin bir nefes alıp başını iki yana salladı. "Yani şimdi hem Aybars’ın düğün iddiasıyla uğraşıyoruz hem de sizin düğününüzü planlıyoruz? Bu timi kim düğün organizatörüne çevirdi?"
Yavuz kaşlarını kaldırıp Yaseminka’ya baktı. "Bunu daha önce yapabilirdik. Neden şimdi?"
Yaseminka kollarını kavuşturdu, hafifçe gülümsedi. "Çünkü artık hevesliyiz. Ve bu sefer ertelemeyeceğiz."
Oda yine sessizliğe gömüldü. Burak hafifçe Yavuz’un kolunu dürttü. "Bence İlteriş henüz bu konudan haberdar değil."
Yavuz hafifçe başını salladı. "Kesinlikle değil. Haber vermek isteyen var mı?"
Ben iç çektim, Yaseminka’ya baktım. "Peki, İlteriş bu kararı duyduğunda kaçma planın hazır mı?"
Yaseminka kendinden emin bir şekilde gülümsedi. "Kaçmasına izin vermem. Zaten eninde sonunda bu düğünü yapacağız."
Burak başını iki yana salladı. "Tamam, o zaman. Düğün savaşı resmen başladı."
Ve hepimiz anladık ki, bu düğün olacaksa, hiçbirimiz normal hayatımıza dönemeyecektik…
Tam o sırada kapı yeniden açıldı ve İlteriş içeri girdi. Üzerindeki ciddiyetle odaya göz gezdirdi. "Ne oluyor burada?"
Herkes bir anda sessizleşti. Yaseminka hızla listeyi arkasına sakladı, Burak gözlerini kaçırdı, Ulaş yüzündeki aloe vera kabuklarını gizlemeye çalıştı.
İlteriş gözlerini kısarak bana döndü. "Altay?"
Ben derin bir nefes aldım. "Kardeşim… Şimdiden söyleyeyim, sakın sinirlenme."
İlteriş kollarını göğsünde bağladı. "Daha sinirlenmedim. Ama sanırım birazdan sinirleneceğim."
Yaseminka derin bir nefes aldı, sonra bir adım öne çıkıp dik bir duruşla İlteriş’e baktı. "Düğünümüzü yapıyoruz."
Oda bir anda tamamen sessizleşti. İlteriş’in kaşları hafifçe kalktı, sonra yavaşça çattı.
"Ne?"
Burak araya girdi. "Tepki beklediğimizden daha sakin geldi. Bu iyiye işaret mi?"
Yavuz başını iki yana salladı. "Henüz şoku atlatamadı."
İlteriş gözlerini Yaseminka’ya dikti. "Biz bu düğünü ertelemiştik."
Yaseminka gülümseyerek başını salladı. "Evet, erteledik. Ama bu iptal ettiğimiz anlamına gelmiyor. Artık hazırız, artık hevesliyiz. Ve sen kaçamazsın."
Burak dayanamayıp kahkahayı patlattı. "Bunu bir savaş ilanı gibi söyledi!"
İlteriş derin bir nefes aldı, bir an düşündü. Hepimiz onun geri adım atmasını beklerken, o birden başını salladı.
"Peki."
Oda yine sessizleşti. Hepimiz şaşkınlıkla birbirimize baktık. Burak fısıldadı: "Bu kadar kolay mı oldu? Bir tuzak olmalı."
İlteriş Yaseminka’nın gözlerinin içine baktı ve hafifçe gülümsedi. "Eğer düğün olacaksa, en iyisi olmalı."
Yaseminka da gülümsedi. "Bunu zaten biliyordum."
Ben derin bir nefes aldım ve omuzlarımı silktim. "Peki… O zaman başlıyoruz."
Ve böylece, İlteriş’in kaçamadığı, bizim de artık geri dönemediğimiz düğün savaşları resmen başlamış oldu.
İlteriş derin bir nefes aldı, yüzünde hafif bir gerilim vardı. "Annen hâlâ sinirli mi?" diye sordum fısıltıyla.
Bana yan gözle baktı. "Sence?" dedi, sesi ifadesizdi ama içinde fırtınalar koptuğunu hissedebiliyordum.
Burak araya girdi, kaşlarını kaldırarak sordu. "Tam olarak ne kadar sinirli? Hani düğünü iptal etsek affeder mi?"
İlteriş’in gözleri hafifçe kısıldı. "Burak, düğünü iptal edersek sadece sinirli olmaz. Gelip bizzat bizi toprağa gömer."
Oda bir an sessizleşti. Çünkü hepimiz biliyorduk ki, İlteriş’in annesi bu evliliğe en başından beri karşıydı. Ona göre bu düğün olmamalıydı. Sade bir nikahla geçtiğimizde belki biraz olsun sakinleşmişti ama büyük bir düğün yapmamız fikri bile onu çileden çıkarmaya yeterdi.
Burçe başını iki yana salladı. "Yani kısacası… Annen bu düğünü istemiyor ve biz buna rağmen yapıyoruz."
İlteriş başını eğdi. "Aynen öyle."
Ben derin bir nefes aldım, elimle alnımı ovuşturdum. "Harika. Yani düğün sadece bir düğün değil. Aynı zamanda İlteriş’in annesine karşı verilmiş bir meydan okuma."
Burak arkasına yaslanıp gözlerini kapattı. "Yemin ediyorum, bu timde bir gün olsun huzur yok."
Ve böylece, sadece düğünü organize etmeye değil, aynı zamanda İlteriş’in annesinin gazabından sağ çıkmaya çalışmak zorundaydık. Bu iş, düşündüğümüzden çok daha tehlikeliydi....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 13.99k Okunma |
4.36k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |