36. Bölüm

30. Bölüm: Operasyon Adı, Yok Et

Estrella
birbakipcikiyorumm

⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️

 

.

.

.

 

‼️DİKKAT‼️

 

Unutanlar için hatırlatma!

 

Jülide Taşkıran: Armina'nın üvey annesi

 

Yılmaz Taşkıran: Armina'nın üvey babası

 

Servet Taşkıran: Armina'nın üvey abisi

 

Lidya Korkmaz: Armina'nın karıştığı kız

 

DOĞA TAŞKIRAN'I ANLAMAYANLAR İÇİN:

 

Jülide Taşkıran, yıllar önce Armina'ya layık görmediği ismi -Doğa- Lidya'ya vermek istemiş. Lidya da kabul etmiş. Lidya'yı da kendi nüfuslarına aldıklarında adı 'Doğa Taşkıran' olmuş oluyor.

 

Yıllar önce Armina'ya layık görmedikleri isim, Lidya'nın ismi oluyor.

 

ŞİMDİ BÖLÜME GEÇELİM, KEYİFLİ OKUMALAR! <3

 

 

 

Şimdi zaman

Armina'nın anlatımıyla,

 

"İmha,"

 

"Emredin komutanım!"

 

"Rotamızda devam ediyoruz. Albayın dediğine göre yaklaşık 13 saatlik yolumuz kaldı. 20 saat içersinde Ateş Timiyle bulaşacağımız noktada olmamız gerekiyor."

 

"Anlaşıldı komutanım!" dediler hep bir ağızdan.

 

"Hadi o zaman, ilerileyelim." dedim. Buradan uzaklaşmamız gerekiyordu. Eğer ki bizim burada olduğumuz bilgisi İCO'ya geçerse bizim için işler pek iyi olmazdı.

 

Hızla uzaklaşmalıydık. Yürümeye başladık.

 

"Komutanım,"

 

"Efendim Korkmaz?" dedim İkizime. Belki de o aileden beni seven tek kardeşime.

 

"Komutanım, Ateş Timi irtibata geçmek istiyor." Dedi. Elindeli telsize gitti bakışlarım. Hızla telsizi bana verdi.

 

"Kızıl Gölge," dedi karşı taraf.

 

"Benim."

 

"Bize son dakikada bir görev çıkmıştı. Hızla müdahale edeceğiz. 5-6 saat içersinde buluşma noktasında olmayı planlıyoruz."

 

"Anlaşıldı Ateş1, bizim yaklaşık 14-15 saatlik yolumuz kaldı. Bizi haberdar edin."

 

"Emredersiniz." dedi. Telsizi Teğmen Korkmaza geri uzattım.

 

13 saat sonra

Armina'nın anlatımıyla,

 

"Komutanım, 10 dakikalık yolumuz kaldı." Hiç mola vermemiştik. Time sormuştum fakat 'Biz yorulmadık komutanım!' demişlerdi. Bu yüzden hiç durmaksızın yürüyorduk.Yorulmuştuk fakat hiç birimizin umrunda değil gibiydi.

 

"Anlaşıldı Çetin." dedim.

 

Hiç birimizden ses çıkmıyordu. Yaklaşık 10 dakika sonra ıssız bir sahil görünmeye başlamıştı. Denizin ortasındaki Ateş Timini görebiliyorduk.

 

"Korkmaz, Ateş Timiyle olan telsizi ver."

 

"Emredersiniz." dedi. Telsizi uzattı.

 

"Ateş1."

 

"Emredin konutanım."

 

"Sizi görebiliyoruz, geldik." dedim.

 

"Anlaşıldı komutanım." dedi. Telsizi geri uzattım.

 

Ayaklarımız kumla buluştuğunda 6-7 kişinin bize doğru geldiğini gördüm. Yanyana dizildiler.

 

"Türk Deniz Kuvvetleri, Amfibiler bölüğü, Ateş Timi; bir Üsteğmen, dört Teğmen, üç Astsubay Kıdemli Başçavuşla emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!"

 

"Rahat, Ateş." dedim.

 

"İmha, komutan önünde hiza al!" dedi. Korkmaz Üsteğmen. Hepsi Ateş Timinin yanına dizildi. Hepsi hazır oldayken önlerinde durdum.

 

"Ben, Kızıl Gölge. İtlerin dilinde Sangre Roja. Bu operasyonun, Emir ve komutasındaki askerim. Sizlerden tek ricam, Emre itaatsizlik yapmamanız!" Bakışlarımı Yanyana duran Görgülü Üsteğmen ve Korkmaz Teğmen'e değdirdim. Korkmaz Teğmen ne yapmıştı bilmiyordum fakat Görgülü'yü biliyordum.

 

Görgülü'nün yerinde hangi asker olsa aynısı yapardı. Buna bende dahildim.

 

Yanında bir sivil bardı ve ona sivili oradan uzaklaştırmasını emretmiştim. Fakat mağarada küçük bir çocuk vardı. Eğer Görgülü onu orda bıraksaydı o küçük çocuğun yaşama şansı yoktu. Yanında siville 100'e yakın itin olduğu bir yere girmiş, ikisini de oradan sağsalim çıkartmıştı.

 

Ama bu emre itaatsizlik ettiğini değiştirmiyordu. Albay'a bunu kendisi söylemişti. Albay başını okşamış ve daha sonrasında, 'Hangi komutan olsa aynı emri verirdi ve hangi asker olsa aynı şeyi yapardı, sen en doğrusunu yaptın evlat.' demişti. Fakat ceza almak zorundaydı. Türk Silahlı Kuvvetlerinde emre itaatsizlik cezalandırılırdı.

 

"'Emredersiniz komutanım!"' diye hep bir ağızdan bağırdılar.

 

Ateş Timinin aracına bindik ve yol almaya başladık. Denizde ki dalgaların sesi, huzur vericiydi. Dalgaları izlerken düşüncelere daldım

 

Biyolojik ailemle tanışalı neredeyse bir ay olmuştu. Ahsen Hanım, annem. Çok iyi bir kadındı. Ama kendimi ona karşı uzak tutmuştum. Yalçın Bey, babam. Öyle iyi bir babaydı ki, fakat kendimi ondan da uzak tutmuştum. Korkmuştum çünkü. Anne ve baba kavramları beni öylesine korkutuyordu ki.

 

Küçücük bir kızdım annemden, babamdan sevgi aramıştım, şefkat aramıştım. Hiç birini vermemişlerdi. Vicdan aramıştım, asla yoktu.

 

Abime sığınmak istemiştim, çünkü abiler kardeşlerini korurdu. Ama o beni korumak yerine daha beterlerini yapmıştı.

 

Korkmazlarla çok vakit geçirmemiştik birlikte, ya görevim çıkmıştı ya da vurulmuştum. Bir de doğum günü var tabii.

 

Ahsen Hanım ve Yalçın Bey'den korkmuştum. Anne ve babadan gelen acıyı bir kez daha yaşamaktan ölesiye korkmuştum. Aslında yaşadıklarım hiç peşimi bırakmamıştı. Annesinin saçlarını örmesini, masallar okumasını bekleyen; babasıyla oyunlar oynamayı belki de sadece sarılmayı bekleyen o küçük kız çocuğuna yaşattıkları şeyler hiç kolay değildi.

 

İkisininde beni sevdiğini, ama benim istemsizce sergilediğim davranışlar ve ruh halimden dolayı çekindiklerini biliyordum. Zaman neyi gösterirdi

bilmiyorum ama şu an onlardan fazlasıyla çekiniyordum.

 

Sakine annem ve Arif babam farklıydı. Onlar anne ve babamdı, anne ve babamızdı. Hepimize kol kanat germişlerdi. Sevgilerini eksik etmemişlerdi. Fakat beni doğuran, dokuz ay boyunca karnında taşıyan annemi ve 9 ay boyunca benim hakkımda hayaller kuran, beni dört gözle bekleyen babamı tanım, sevmek ve onlar tarafından sevilmek istiyordum.

 

Ahsen ve Yalçın Korkmaz, eğer ki karışmasaydım bana annelik ve babalık yapacak insanlardı. Merak ediyordum, gerçekten annem olduğunu hissederek ve bilerek anneme sarılmak nasıl hissettirirdi? Babamın saçlarımı okşaması, belki de bir buse kondurması basım hissettirirdi? Küçük bir kız çocuğunun içinde ukde kalmış sorulardı bunlar.

 

Küçükken yaptığım gibi yine abilerime sığınmıştım. Güven de hissetmek istemiştim. Oysaki onların benden bu kadar nefret edeceğini düşünmemiştim.

 

Ablalık duygusunu tatmak istemiştim. Onların tüm dertlerini dinlemek, onları kanatlarım altına alıp korumak istemiştim.

 

Rüzgar, Miraç, Barın, Asya aslında onların yerine kendimi koyuyordum. Evet, bana ettikleri muameleyi etmezdim ama iyi de davranmazdın. Hele ki Lidya'nın yaşattıklarını, kardeşlerini öldürdüğünü ve tam ondan kurtulduklarını zannederken bir kız kardeş daha girdiğini... Bunları düşündükçe onlara karşı olan öfkem azalıyordu. Onları asla affetmemiştim ama onlarında yaşadıkları kolay değildi.

 

Araz... İkiz olduğumuzdandır belki, bilmiyorum. O kadar çabuk ısınmıştık ki birbirimize sanki hiç ayrılmamış gibi. Yıllar sonra gerçekten diğer yarıma kavuştuğumu hissetmiştim. Araz'ın yanımda olması gerçektende beni güvende hissettiriyordu.

 

Beni en çok kıran Ilgaz Korkmazdı. Araz dışındaki herkes benim üstüme gelirken, koruyucu bir melek gibi beni kanatları altına almıştı. Sarıp sarmalamıştı. Ama sonrasında, yaptıkları kolay kolay hazmedebileceğim şeyler değildi.

 

Ilgaz ve Barın'ın ruh halleri sürekli değişiyordu. Barınla yaşadığımız o değişik konuşma aklımdan çıkmıyordu.

 

Bana benimle tanıştıkları günü hatırlamadığını söylemişti, kafasının içinde sürekli bir ses döndüğünü... Sonrasında hiç bir şey olmamış gibi geri dönmüştü. Onunla konuşacaktım aslında fakat sonrasında bomba patlamıştı malum. Sonra görev derken zamanım olmamıştı.

 

Her şey o kadar hızlı, o kadar olaylı gelişiyordu ki oturup düşünecek vaktim bile olmamıştı.

 

"Komutanım," Ateş timinin komutanın sesini duymamala düşüncelerimden sıyrıldım. Bakışlarım hala denizdeydi.

 

"Efendim?"

 

"20 dakika kalaya yakın haber ver demiştiniz,"

 

"Sağol, iki timide güverteye topla." dedim ve bakışlarımı denizden çektim.

 

Güverteye doğru yürümeye başladım. Güverteye geldiğimde bakışlarımı elime çevirdim. Biraz sızlıyordu ama çok sorun değildi.

 

Bir kaç dakika sonra 21 askerimin hepsi önüme geçip rütbe sırasına göre yan yana sıralandı.

 

"Bomba düzenekleri bizim için çok önemli." dedim.

 

"İlk gemiye ben ve Ecel timi girecek."

 

"Aynı anda ikinci gemiye Alaca timi girecek. İki gemiye patlayıcıları yerleştirdikten sonra iki tim de buraya geri dönecek."

 

"Biz mühimmat eksiklerimizi tamamlarken ve varsa yaralılarımıza bakarken Ateş timi üçüncü gemiye bomba düzeneklerini kuracak."

 

"4. gemi, en büyük gemi. Ben, Korkmaz, Üsteğmen, Korkmaz Teğmen, Görgülü Üsteğmen ve Demir Üsteğmen 5. gemideyken İmha timinin geriye kalanları 4. gemiye gidecek." Bakışlarımı Asena'ya çevirdim.

 

"4. gemideyken emir komuta sende Üsteğmen."

 

"Emredersiniz komutanım."

 

"5. gemide en az silahlar, patlayıcılar ve uyuşturucular kadar önemli bir isim var, Teka." dedim.

 

"Aslında 5. araca gemi denmez. Büyük bir yat."

 

"Biz beşimiz Teka'yı canlı ele geçirmeye çalışacağız." Ateş timinin Komutanıydı Demir Üsteğmen, Üsteğmen Aylin Demir.

 

Bakışlarımı Ateş Timinin yardımcı komutanına çevirdim.

 

"Bizler gemideyken Ateş timinin emir ve komutası sende." dedim.

 

"Emredersiniz." dedi.

 

"Gemilere gidiş ve dönüşlerimizi siyah botlarla yapacağız. Gece karanlığında zaten görünmeyeceğiz."

 

"Hepimiz, yani 22 askerin hepsi bu gemide olduğu an bu bölgeden hızla uzaklaşacağız. Gemiler görüş açımızdan çıkmayacak. Ve patlatacağız."

 

"Allah yardımcımız olsun."

 

"Sağ ol!"

 

"Demir,"

 

"Emredin komutanım."

 

"Albayla iletişime geç."

 

"Emredersiniz." dedi ve asker selamı verip içeriye geçti.

 

"Ecel,"

 

"'Emredin komutanım."' dediler hep bir ağızdan.

 

"Mühimmat eksiğiniz yoktur diye düşünüyorum."

 

"'Yok komutanım."'

 

"Bomba imhacılar bomba düzeneklerininde bir problem var mı?"' Asena ve Uraz bir adım öne çıktı. Aynı anda konuştular. Hepimizin çantalarında on beşer tane bomba düzeneği vardı. Bir Gemi için 30-40 tane geniş alan bombası kullanacaktık. Aslında 10 taneside yeterdi fakat işimizi sağlama almalıydık.

 

"'Yok komutanım."

 

"Harika," dedim. Bakışlarımı Miraç Üsteğmene çevirdim.

 

"Telsizden iletişimde olacağız Üsteğmen, timinin mühimmat eksiğini kontrol et."

 

"Emredersiniz." Arkamdan Tomris'in geldiğini duydum. Önümde esas duruşa geçti.

 

"Albayla iletişime geçtim komutanım, başlayabiliriz." dedi. Bakışlarım timlere döndü.

 

"Hadi bakalım." dedim.

 

Ateş timi, hızla botları çıkarttı. İlk önce biz gidecektik.

 

"Ecel,"

 

"'Emredin komutanım!"' Bunu özlemiştim, Timimle 6 aydan uzun süredir göreve çıkmıyorduk. En son esir düştüğüm görevden 1 hafta önce gitmiştik.

 

"Bot bin!"

 

"'Emredersiniz!"' dediler. Bota bindik. Ateş timinden biriside bizi oraya götürmek için bota bindi. Bot öyle normal bir bot değildi. Askeri bir bottu. Biz kullanamazdık.

 

Gemiye doğru yaklaşıyorduk. Hiç birimizden çıt çıkmıyordu.

 

"Komutanım, Demir komutanımın planladığı giriş şekline göre şu sağ taraftaki basamakları görüyor musunuz?"

 

"Evet aslan parçası?" dedim.

 

"Oradan yukarıya tırmanmanız ve yeşil kapıdan içeriye girmeniz gerekiyor. Gerisi konuştuğumuz gibi."

 

"Sağ ol Teğmenim." dedim. Gösterdiği basamaklara ulaştığımızda asttan üste doğru yukarıya çıkmaya başladık.

 

"Teğmenim,"

 

"Emredin komutanım."

 

"İletişimde kalın."

 

"Emredersiniz." dedi. Basamaklara tırmanmaya başladım.

 

Hepsi kapıdan içeriye girmişti, benim için tuttukları kapıdan bende içeriye girdim. Gemi fazlasıyla büyüktü. Sevkiyat gemisi olduğu içinde pencere ve kapı sayısı azdı. Sadece 5. gemi yolcu gemisine benziyordu. Teka'nın rahatı düşünülmüştü. O rahatı çatır çutur ona yedirecektik..

 

Elimle ileriyi işaret ettim ve elimi yumruk yaparak havaya kaldırdım. Yumruğum aşağı yukarı hareket ettirdim. Bu hızlı olun demekti. En önlerine geçtim ve kapıdan dışarıyı kontrol ettim.

 

Hiç kimse yoktu. Hızla ilerlemeye devam ettik.

 

"Görgülü, Güçlü, Egeli, Aktan siz geminin sağ tarafına bombaları yerleştireceksiniz. Güçlü, emir konuta sende."

 

"Anlaşıldı komutanım." dediler sessizce. Gemiye girmeden önce kameraları pasif hale getirmiştik. Ve son üç saatin kamera görüntüleri tekrar oynatılıyordu. Yani kameraları izlerlerse. Üç saat önceki görüntüleri göreceklerdi. Ama yine de dikkatli olmalıydık çünkü geminin içinde de itler vardı.

 

"Geri kalanlar, benimle geminin sol tarafındasınız." dedim. Özütürk ve Kalyoncu başlarıyla beni onayladı.

 

"Hadi," dedim. Asena fısıldayarak üçlüye gidelim dedi. Bana bende kafamla onayladığımda uzaklaşmaya başladılar.

 

"Hadi yürüyün." dedim. Bizde yürümeye başladık. Karşımıza çıkanları susturucu takılı tabancalarımızla öldürüyorduk. Bedenlerini kimse görmesin diyede bulduğumuz odalardaki büyük kutuların içine atıyorduk.

 

En sonunda 10'a yakın adamı öldürdüğümüzde. Karşımızda teknenin güvertesine çıkan kapı vardı. Başımla ileriyi işaret ettim ve yürümeye devam ettik. Güvertenin sağ kısmına ulaşmıştık. Çok büyük konteynırlarla doluydu.

 

"Bomba düzeneklerimi döşemeye başlayalım. Güvertenin bu kısmına 20'ye yakın bomba döşeyeceğiz." dedim.

 

"Anlaşıldı komutanım." Dediler. Bombaları döşemeye başladık.

 

Bir bomba düzeneğini daha bitirdiğimde kafamı kaldırdım ve konuştum.

 

"Siz devam edin."

 

"Emredersiniz." dediker ve düzeneklere koyuldular. Uzaklaşmaya başladığım sırda seslerini duydum.

 

"Düşünsene biz geminin içindeyken patlıyormuş."

 

"Ufuk saçma saçma konuşma Allah rızası için. Yanlışlıkla patlama mı olur? Ayrıca patlarsada şerefizimle şehit oluruz."

 

"Ya ben onu mu diyorum? Efe olsa anlardı beni." dedi.

 

"Koş Efene o zaman Ufuk? Ne bekliyorsun?"

 

Sesleri gitgide az gelmeye başladı. Silahım elimde, etrafı kolaçan ediyordum. Kimse yoktu. Telsizimi çıkarttım ve konuştum.

 

"Güçlü," dedim.

 

"Güçlü dinlemede."

 

"Ne durumdasınız?"

 

"Komutanım neredeyse bitmek üzere."

 

"Anlaşıldı. Bittiği gibi gemiye bindiğimiz yere gidin."

 

"Emredersiniz." dedi. Hattı kapattım ve Alaca timiyle olan hattı açtım.

 

"Miraç Üsteğmen."

 

"Dinlemedeyim komutanım."

 

"Ne durumdasınız?"

 

"Sağ kanat bitti komutanım. Fakat biz sol kanada çıkarken önümüze çıkan 15-20 kişilik grup bizi biraz uğraştırdı. Yaklaşık 15 dakikalık işimiz kaldı."

 

"Anlaşıldı. Haberdar edin."

 

"Emredersiniz." dedi. Bende Ateş timiyle olan hattı açtım.

 

"Demir." dedim.

 

"Emredin komutanım."

 

"10 dakikaya kadar işimiz biter."

 

"Anlaşıldı komutanım, Bademciyi yolluyorum." dedi. Onunla olan telsizi de kapattım ve Albayıma bağlandım.

 

"Kızıl Gölge."

 

"Ne durumdasınız Kızıl Gölge?"

 

"İlk gemi bitti sayılır komutanım. Alaca Timi de ikinci gemiyi bitirmek üzere."

 

"Anlaşıldı." dedi ve telsizi kapattı.

 

Aradan bir 10 dakika geçtikten sonra Güçlüyle iletişime geçtim. İşlerinin bittiğini söyleyince gemiye girdiğimiz yere doğru yürümeye başladık.

 

"Burdan," dedim. Kapıyı açtığımızda Ecel'in geriye kalanlarının burda olduğunu gördüm.

 

"Hadi," dememle düşük türbeden yüksek rütbeye bota ilerlemeye başladık. En sona ben kaldığımda etrafı son kez kontrol ettim ve bende gemiden ayrıldım.

 

Bota bindim ve ilerlemeye başladık. Telsizimi çıkarttım.

 

"Kızıl Gölge," dedim.

 

"Kızıl Gölge, durumlar nasıl?" dedi.

 

"İlk iki gemiyi hallettik komutanım. Çok şükür ki yaralımız yok. Şimdi biz mühimmatlarımız tamamlarken Ateş timi 3. gemiyi halledecek."

 

"Anlaşıldı, haberdar edin."

 

"Emredersiniz." telsizi kenara koydum.

 

"İyi işti, Ecel."

 

"Sağ olun komutanım."

 

Bir kaç dakika sonra Ateş timini gördüm. Güverteden bu tarafa bakıyorlardı.

 

İyice yaklaştık ve sırayla bottan inip araca geçtik.

 

"Çok şükür sağsalim döndünüz komutanım." Tarzı sesler çıkıyordu Ateş Timinden.

 

"Sağ olun Ateş." dedim. Demir'e döndüm.

 

"Demir, Alaca?" dedim.

 

"Geliyolar komutanım." dedi ve kafasıyla arkamı gösterdi. Bende gösterdiği yöne baktım. Yaklaşıyorlardı.

 

Güverteye çıktılar. Hepsi önüme dizildi.

 

"İyi işti Alaca."

 

"Sağ olun komutanım." dediler hep bir ağızdan. Bakışlarımı sağ tarafımdaki Ateş timine çevirdim.

 

"Hazırsanız yola çıkın Ateş. Fark edilirsek hiç iyi olmaz. İşimizi hızlıca halletmeliyiz."

 

"Emredersiniz komutanım, biz hazırız." dediler.

 

"Hadi o zaman." dedim ve botu işaret ettim. Başlarıyla onayladılar. Çantalarını sortlarına taktılar. Aylin bağırdı.

 

"Ateş, bot bin!" Hepsi bota doğru ilerlediler. En son Aylin bana asker selamı verdi. Başımla onayladığımdaysa bota doğru ilerlemeye başladı.

 

Ve gözden yavaş yavaş kayboldular. Bakışlarımı İmha'ya çevirdim.

 

"İmha,"

 

"Emredin komutanım."

 

"Mühimmat odasına."

 

"Emredersiniz." dedi. Mühimmat odasına doğru ilerlemeye başladık. Odaya geldiğimizde herkes mühimmat eksiklerini almaya başladı. Bomba imhacılar bomba düzeneklerini kontrol ediyordu. Ve de ortada sohbet dönüyordu.

 

"Bu operasyonu çok sevdim. En sonunda o gemilerin patlayışını izlemek..." diyen Emre'ye döndü bakışlarım. O ise konuşmaya devam ediyordu.

 

"Kızıl Gölge komutanım," dedi.

 

"Efendim Emre?"

 

"Bizimle göreve çıkmak çok iyi değil mi? Hele benle, harika!" göz devirmek istedim fakat kendimi tuttum.

 

"Ne diyeyim ben sana şimdi?" dedim bezmiş bir sesle.

 

"Emre dersiniz komutanım." dedi. Yaptığı o buz gibi soğuk espriyi duyunca bir kaç saniye boyunca boş boş yüzüne baktım. Sonra Efe, Mert, Ufuk ve Bartu kahkaha atmaya başladı. Bense Emre'nin yüzüne boş boş bakımaya devam ediyordum.

 

"Emre,"

 

"Emredin komutanım."

 

"Allah rızası için şöyle espiriler yapma Emre."

 

"Emredersiniz komutanım." dedi. Efe, Mert, Ufuk, Bartu dörtlüsünün kahkahalarının şiddeti arttı. Emre ise kendini gülmemek için çok zor tutuyor gibiydi.

 

"Gülebilirsin Emre, gülebilirsin." dememle patlamaya hazır bir bombaymış gibi kahkaha atmaya başladı. Beşli o kadar komik gülüyordu ki bir anda hepimiz gülmeye başladık.

 

Yaklaşık 10-15 dakika sonra neredeyse her şey tamamdı. Bu arada sohbet etmeye devam etmiştik. Ateş Timiyle olan telsizi aldım.

 

"Ateş1."

 

"Ateş1 dinlemede."

 

"Ne durumdasınız?"

 

"Bitti sayılır komutanım. 20 dakika içersinde bota bineriz."

 

"Anlaşıldı, Albay'ı bilgilendirin."

 

"Emredersiniz." dedi. İmha Demir'in sözlerini duyunca gülmeye başladı. Benimde yüzümde bir tebessüm belirdi.

 

20 dakika sonra

Armina'nın anlatımıyla,

 

Güverteye çıkmış, Ateş timini bekliyorduk. Çok şükür yaralı yoktu. Asıl görevin zor kısmı şimdi başlıyordu, Teka'yı ele geçirmek. Elimize geçen istihbarata göre Teka o gemide olacaktı fakat benim düşüncem, Teka'nın o gemide olmayacağı şeklindeydi.

 

Tam o sırada bize doğru yaklaşan Ateş timini gördüm. Bu tarafa doğru geliyorlardı.

 

"İmha,"

 

"Emredin komutanım."

 

"Ateş geliyor, son kontrolleri yapalım."

 

"Emredersiniz." dediler. Ateş, gitgide yaklaşıyordu.

 

Bir kaç dakika sonra Ateş timi iyice yanaştı ve bottan inmeye başladılar. Hepsi önüme ip gibi dizildi ve Tomris bir adım öne çıktı.

 

"Üsteğmen Aylin Demir, Diyarbakır. Görev başarıyla tamamlanmıştır komutanım!" dedi.

 

"İyi işti Ateş."

 

"Sağ ol!"

 

"Bademci, sen bize eşlik edeceksin. Kaya, sen de İmha'nın geriye kalanına eşlik edeceksin."

 

"Anlaşıldı komutanım." dediler aynı anda. Bakışlarım Demir'e döndü.

 

"Mühimmat eksiğini tamamla gel."

 

"Emredersiniz." Asker selamı verdi ve hızla mühimmat odasına doğru ilerlemeye başladı.

 

Yaklaşık bir beş dakika kadar sonra yanımıza geldi.

 

"Hazır mısın Demir?" dedim.

 

"Hazırım komutanım."

 

"Ateş, burası sizde." dedim.

 

"'Emredersiniz komutanım."' dediler hep bir ağızdan. Başımla onları onayladım ve Bakışlarımı Asena'ya çevirdim. Elimi omuzuna koydum ve 'pat pat'ladım.

 

"İmha sende." dedim.

 

"Gözünüz arakada kalmasın komutanım."

 

"Benim sizler gibi askerlerim olduğu sürece gözüm arakada kalmaz." Bakışlarımı hepsinde gezdirdim ve bota doğru ilerlemeye başladım.

 

Sıra sıra bota bindik. Demir'e başımla onay verince botu çalıştırdı.

 

"Bakın," dedim. Hepsinin bakılları bana döndü.

 

"Size resmiyetten çıkarak şahsi fikrimi söylememi ister misiniz?" dedim. Hepsi başıyla onayladı.

 

"Bence, Teka o gemide değil. İnşallah o gemidedir ama onu azcık tanıyorsam o gemide olmayacak." dedim. Yılmaz Taşkıran, şüpheci bir adamdı. İstihbaratın bize gelmediğinden emin olsa bile kendini tehlikeye atmazdı.

 

Korkmaz Teğmen konuştu.

 

"Onu tanıyor musunuz ki komutanım?" sesinde bariz bir şaşkınlık vardı. Sessiz kaldım.

 

Aradan bir kaç dakika geçtikten sonra, Demir Üsteğmen konuştu.

 

"Komutanım, 2-3 dakikaya ulaşmış oluruz." dedi. Sözlerini başımla onayladım ve konuşmaya başladım.

 

"Bu bir yat. Yani büyük değil. İçeride fark edilmemiz olası. Yatta sadece 15-20 adam var ve buda Teka'nın burada olmadığı düşüncemi destekler nitelikte. Teka, eğer ki burada olsaydı yüze yakın adam olurdu o yatta. Ama yine de," derin bir nefes aldım.

 

"Yata giriyoruz, bütün herkesi öldürüyoruz ve sonrasında yatın her yerine bakıyoruz. Eğer ki bulamazsak her yere patlayı döşeyip gemiden ayrılıyoruz."

 

"Anlaşılmaya bir yer?" dedim.

 

"'Yok komutanım."' dediler hep bir ağızdan.

 

Telsizimi elime aldım.

 

"İmha3" dedim.

 

"Güçlü dinlemede."

 

"Ne durumdasınız."

 

"Komutanım, gemiye yeni giriş yaptık. Silahların ve bombaların olduğu alana doğru ilerliyoruz. Yaralımız yok."

 

"Anlaşıldı, çok önemli bir şey olmadıkça benimle iletişime geçmeyin."

 

"Emredersiniz." dedi. Hattı kapattım ve Ateşle olan hattı açtım.

 

"Ateş2" dedim.

 

"Ateş2 dinlemede."

 

"İmha'yla sık sık iletişime geçin, çok önemli bir şey olmadıkça bizimle iletişime geçmeyin."

 

"Emredersiniz komutanım." dedi. Hattı kapattım. Bu kez Albayımla olan hattı açtım.

 

"Kızıl Gölge." dedim.

 

"Yuva dinelemede Kızıl Gölge." dedi bir ses.

 

"Albay nerde?"

 

"Albay şu an Korgeneralimizle toplantıdalar komutanım."

 

"Anlaşıldı, Albayım toplantıdan çıktıktan sonra Yata ulaştığımızı ve İmha'nın kalanının da gemiye ulaştığını haber et."

 

"Emredersiniz." dedi. Telsizi kapattım.

 

"Hadi İmha." dedim. hepsi ayaklandı. Yata iyice yaklaşmıştık. Yatın kenarlarındaki merdivenden tırmanıp Güverteye ulaşacaktık.

 

Düşük rütbeden yüksek rütbeye doğru tırmanmaya başladık. 5 el ateş sesi duydum. Güvertedekilere sıkıyorlardı büyük ihtimalle. En sona ben kaldığımda Bedemci'ye gitmesini işaret ettim ve bende güverteye çıktım. Güverteye çıktığımda dediğim gibi olduğunu gördüm. Yerde beş adam cesedi vardı.

 

"Aferin," dediğim sırada bir bağırma sesi işittim.

 

"Geldiler geldiler!" diye bağırdı birisi.

 

"Kim geldi Sefa? Ne bu gürültü?!" diye sinirle sordu başka birisi.

 

"Türk askerleri! Türk askerleri geldi!" diye bağırdı.

 

"İmha, mevzi al!" diye bağırdım. Hepsi bulduğu bir şeyin arkasına geçti. Güverteye gelen herkesi öldürüyorduk. O sırada Araz'ın kısık inlemesi duydum.

 

"İmha6 ne oldu?!" diye Korkmaz Üsteğmenle aynı anda telaşla bağırdık.

 

"Omzumdan vuruldum komutanım!" dedi.

 

"Geliyorum!" dedim. Tek sıhhiyeci bendim burda.

 

Korkmaz, Görgülü ve Demir bana bakıyordu. Kafamı kaskıma iki kere vurdum. Bu 'Beni koruyun.' demekti.

 

Hızla koşmaya başladım. Görgülü, Korkmaz Ve Demir bana sıkmaya çalışan herkese sıkıp engelliyordu.

 

En sonunda Araz'ın yanına geldim.

 

"Teğmen, iyi misin?" dedim. Telaşımı sesime yansıtmamaya çalışıyordum. İnşallah başarılı oluyordum. Ama şu an bu pekte umrumda değildi açıkçası.

 

"Komutanım, baya uykum var benim." Saatlerce yürümüştük, rehineleri kurtarmıştık, birde üzerine vurulmuştu. Baygınlık geçirmesi çok normal olurdu fakat burada yetersiz malzemeyle bayılması hiç iyi olmazdı.

 

"Teğmen, sakın uyuma aslan parçası. Bir şeyler anlat bana." Güldü. Bende üzerindeki üniformayı çıkarttım. Yaraya müdahale etmeliydim.

 

"Sıyırmış." dedim. Rahatlamıştım. Teğmense beni duymamış gibiydi. Soruma cevap verdi.

 

"Ne anlatayım komutanım?" dedi.

 

"Ne bileyim oğlum? Aileni falan anlat." dedim. O konuşurken bende yarasıyla ilgileniyordum.

 

"Oo komutanım. Biz 8 kardeşiz." dedi. Beni ve Alya'yı da eklemişti. Yaşayamadan ölen minik kız kardeşimi.

 

"Annem var. Nasıl ponçik, nasıl tatlı. Ama bir sinirlensin var ya komutanım, ortalığı ateşe verir." Sözleriyle güldüm.

 

"Ee, başka?"

 

"Babam var komutanım, aslan babam."

 

"Sonra abilerim var. En büyüğümüz Ilgaz abim. Cumhuriyet savcısı. Sonra ikiz abilerim geliyor. Rüzgar ve Miraç. Rüzgar abim cerrah. Hatta komutanım, ailelerimize bakmadıysanız bilmiyorsunuzdur, Miraç abim Üsteğmen Korkmaz." dedi. Şaşırmış gibi konuştum.

 

"Siz kardeş misiniz? Ben soyadı benzerliği zannetmiştim." evet anlamında başını salladı.

 

"Sonra,"

 

"Sonra ben ve ikizim var komutanım. Ailemizin ilk kız çocuğu. Kendisi benden 2 dakika önce doğmuş fakat bunu asla öğrenmeyecek." dedi ve güldü. Bende güldüm. Öğrenmiştim bile.

 

"Ee, kız kardeşin nerde?"

 

"Komutanım, o da asker. Üsteğmen Kırşan, Ecel Timinin komutanı." dedi. Anlamamışım gibi kaşlarımı çattım.

 

"Soy adı?" dedim.

 

"Komutanım çok uzun hikaye ve benim uykum geldi. Onu sonra anlatsam?" Telaşla konuştum.

 

"Hayır Teğmen, bu bir emirdir." dedim.

 

"Komutanım," dedi. Çatışma sesleri bitmişti.

 

"Hadi Teğmen." o sırda telsizimi elime aldım.

 

"Korkmaz." dedim.

 

"Emredin komutanım." dedi.

 

"Teğmenin durumu şu anlık iyi. Siz İçeride Teka'yı arayın."

 

"Emredersiniz." dedi. Telsizi kapattım.

 

"Ee seni bekliyorum Teğmen." dedim.

 

"İkizim komutanım. Doğumda karışmış. Daha bir ay oldu birbirimizi bulalı." dedi. Moreli bozulmuştu. Konuyu değiştirmeliydim.

 

"Anlıyorum, ee 8 kardeşiz dedin?"

 

"Evet komutanım, birde Barın var. O da tıp fakültesinde."

 

"Sizin aile maşallah savcılar, askerler, doktorlar." dedim. Güldü.

 

"Nazar değmesin komutanım."

 

"Bir de en küçüklerimiz var." dedi. Sesinde hüzün vardı. İçim acımıştı.

 

"Alya ve Asya." dedi.

 

"Alya'yı doğumda kaybettik komutanım. Asya ise evin en küçüğü." dedi.

 

"Başınız sağ olsun."

 

"Teşekkürler komutanım." dedi. Yarasıyla ilim bitmişti. İğne yapmalıydım.

 

Çantamdan şırınga çıkarttım ve ucuna iğnesini taktım. Gerekli ilaçlardan yeterli miktarda aldıktan sonra konuştum.

 

"Yumruğunu sık Teğmen." dediğimi yaptı ve yumruğunu sıktı. Damarını bulunca ikacı enjekte ettim.

 

Bir kaç dakika boyunca kendine gelmesini bekledim. Yüz ifadesi rahatlamış görünüyordu.

 

"Nasılsın Teğmen?" dedim.

 

"Daha iyiyim komutanım."

 

"İyi ol aslan parçası, hep iyi ol." onu ayağa kaldırdım.

 

"Kendim yürüyebilirim komutanım." Başımla onayladım. Onunla inatlaşmak istemiyordum.

 

İçeriye doğru yürümeye başladık. Görgülü, Korkmaz ve Demir bu tarafa doğru geliyordu.

Korkmaz söze girdi.

 

"Komutanım, içerideki dört odanın dördünede baktık. Hiç bir yerde yok. Ayrıca her yere bomba düzeneği yerleştirdik." dedi. Başımla onu onayladım. Daha sonrasında bakışlarım mutfak tezgahının üstündeki kağıt parçasına düştü. Mutfak tezgahına doğru yürüdüm. Bu bir nottu. Hızla okumaya başladım.

 

Sangre Roja! Eğer ki o iğrenç gözlerin bu kağıdı okuyor, o pis ellerin bu kağıda dokunuyorsa şüphelerimde haklı çıkmışım demektir.

 

İçimden bir ses beni almaya geleceğini söylemişti, haklı çıktım.

 

Diğer gemilere girmeniz imkansız, rahatım o yüzden. O gemiler çok iyi korunuyor.

 

Kendini zeki zannediyorsun ama karşındaki Teka.

 

Acı çekmeye hazır olun, çünkü biz size acımayacağız.

 

Teka

 

Kahkaha atmaya başladım. Çok içten bir kahkahaydı bu. Acaba o girmemizin imkansız olduğunu düşündüğü gemilerin patladığı haberini alınca neler hissedecekti?

 

Kağıdı Korkmaz Üsteğmene uzattım. Sesli bir şekilde okumaya başladı. Okumayı bitirdiğinde dördü de kahkaha atmaya başladı.

 

Kahkaha atmamız bittiğinde Üsteğmen Demir konuştu.

 

"Bakalım o gemiler patlayınca ne yapacak?" dedi. Korkmaz Üsteğmen yanıtladı.

 

"Kafayı yer herhalde." dedi.

 

"Kesinlikle." dedik. Arazla ikimiz aynı anda konuşmuştuk. Araz'ın yüzüne değdi bakışlarım. Bir kaç saniye baktıktan sonra konuştum.

 

"Hadi İmha," dedim. Araz'a döndüm ve konuştum.

 

"Daha iyi misin Teğmen?" dedim. Korkmaz Üsteğmen ben olduğum için bir türlü konuşamıyordu.

 

"İyiyim komutanım." dedi.

 

"Demir benimle gel." dedim.

 

"Emredersiniz." diye yanıtladı beni. Uzaklaşmaya başladık. Korkmaz Üsteğmen hızla kardeşine sarıldı. Konuşmaya başladılar.

 

"Demir, al telsizi İmha'nın durumunu öğren ve Bademci'ye haber et gelsin." dedim.

 

"Emredersiniz." dedi. Telsizi uzattım ve gitmesini işaret ettim. O uzaklaşmaya başlayınca elimdeki eldiveni çıkarttım.

 

Elimdeki bıçak kesiği, fazla sızlıyordu. Üzerine iki kat eldiven giymek bu sızıyı çok arttırıyordu.

 

Çantamdan bir şişe su çıkarttım ve elime döktüm. Bir kaç dakika sonra eldivenimi geri taktım. Tam o sırada Demir'in bu tarafa doğru yaklaştığını gördüm. Önüme geldi ve esas duruşa geçti.

 

"İmha, bota binmiş geri dönüyormuş komutanım. Bademci ise beş dakika içersinde burda olur." dedi.

 

"Sağ ol Üsteğmen, Albay'a durum bilgilendirmesi geçtin mi?" dedim.

 

"Evet komutanım."

 

"Aferin Üsteğmen." dedim. Elimi omzuna koydum ve 'pat pat'ladım.

 

Beş dakika kadar sonra Bademci geldi. Bota bindik ve ilerlemeye başladık. Hiç birimizden çıt çıkmıyordu.

 

Aracımıza yaklaştıkça Ateş ve İmha'yı görmeye başladım. Hepsi güverteye dizilmiş, bizi bekliyordu.

 

Düşük rütbeden yüksek rütbeye doğru güverteye tırmanmaya başladık.

 

En son ben yukarı çıktım ve bademci botu içeriye soktu. İki timin önüne geçtim. Hepsi esas duruştaydı. Gemilerden gitgide uzaklaşmaya başlamıştık.

 

"Hepiniz çok iyi iş çıkarttınız. Hepinizi yürekten tebrik ediyorum."

 

"'Sağ ol!"' dediler hep bir ağızdan.

 

"Şimdi, son aşamaya geldik." dedim. Bademci elinde üst düzey bir bilgisayarla bu tarafa doğru yaklaştı. Bilgisayarı yanımdaki sehpaya bıraktı.

 

"Buyurun komutanım," dedi.

 

"Sağ ol bademci, yerine geçebilirsin." dedim. Başıyla selam verdi ve yerine geçti.

 

"Hazır mısınız?" dedim.

 

"'Türk askeri daima hazırdır komutanım!'" dediler. Gurula gülümsedim fakat onlar görmedi. Bilgisayarın 'enter' tuşuna bastım. Bademci he şeyi ayarlamıştı.

 

Tuşa basmamla paylama sesleri duymaya başladık.

 

Herkes birbirine sarılıyor, bağırıyordu. Bugün bu silahlar ellerine ulaşsaydı, çok kötü şeyler olurdu.

 

Hiç kolay olmamıştı. Ses çıkarmadan hızlıca hareket ederek bombaları döşemek, cesetleri gizlemek, kameraları pasif hale getirip eski videoları koymak... Belki bizi izleyen veya olayı bizim anlatımımızla dinleyen biri olsa 'Ee ne kadar kolay halletmişsiniz.' diyebilirdi ama aslında hiç de kolay olmamıştı. 'Anlatılmaz, yaşanır.' derler ya, tam da o cinsten.

 

1 saat sonra

Armina'nın anlatımıyla,

 

Ateş timiyle buluştuğumuz noktaya gelmiştik. Bu bir saat içersinde Albayla konuşmuş, yemek yemiştik.

 

"Komutanım, geldik." Demir'in sesiyle denizdeki bakışlarımı Demir'e çevirdim. Denizi çok seviyordum.

 

"Sağ ol Demir." dedim. İmha'ya doğru bağırdım.

 

"İmha, toparlan!"

 

"'Emredersiniz!"' diye bağırdılar.

 

Toparlandık ve gemiden indik. İmha arkamda sıra olmuşken Ateş timi önümde sıra olmuştu.

 

"Ateş timi, sizinle devrem olmak benim için büyük bir şerefti. Hepiniz, son derece kıymetli askerlersiniz. İnşallah, tekrar görüşeceğiz." dedim.

 

"'Sağ ol!"' hep bir ağızdan konuştular.

 

"O güne kadar, kendinize iyi bakın!"

 

"'Sizde komutanım"' dediler.

 

"Sağ ol Ateş." dedim ve arkamı döndüm.

 

"İmha, ileri!"

 

"Emredersiniz!"

 

Geldiğimiz yoldan yürümeye başladık. Korkmaz, Albay'a gemiden indiğimizi haber vermişti.

 

Yarım saat kadar ıssız dağlarda yürürken bir anda etrafımızın sarıldığını hissettim.

 

"İmha!" diye bağırdım. Hepsi silahlarını kuşandı ve bir halka şeklinde dönmeye başladık. 400-500 kişilik dev bir grup etrafımızı sarmıştı.

 

Bir çok drone, bize doğru yaklaşmaya başladı. Yeşil bir gaz bırakıyordu üstümüze.

 

"İmha nefes almamaya çalış!" diye bağırdım.

 

Gördüğümüz Drone'a sıkıyorduk fakat binden fazla drone, üzerimizdeydi.

 

Elimizden geldiğince karşı koymaya çalışıyorduk fakat aradan beş dakika geçtikten sonra gaz hepimizi etkisi altına almıştı. Sıra sıra tüm timin yere düşmeye başladığını gördüm.

 

"İmha!" diye kalan son gücümle bağırdım fakat dizlerimin üstüne düştüm. Ve sonrada yere yığıldım.

 

 

2 saat sonra

Armina'nın anlatımıyla,

 

Bileklerimi sıkan bir şey vardı. Rahatsızlıkla kıpırdandım. Göz kapaklarımı araladığımda simsiyah bir duvarla karşılaştım.

 

Bakışlarımı aşağıya doğru indirdiğimde ayaklarımın havada olduğunu gördüm. Bu kez de bakışlarımı yukarıya çevirdim. Zincirlerle bileklerimden tavana asılmıştım.

 

Zihnim pusuluydu. Neler olduğunu hatırlayamıyordum. Bir kaç saniye sonra zihnimdeki pusu gitti, olanlar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Saha sonrasında etrafımdan gelen boğuk sesleri duymaya başladım. Bakışlarımı seslerin geldiği yöne doğru çevirdiğimde Korkmaz ailesini gördüm. Elleri kolları bir sandalyeye bağlıydı. Ağızlarına bant yapıştırmışlardı. İçim acıdı, çok kötü hissettim.

 

"Size ne yaptılar!" diye var gücümle bağırdım. Zincirleri çekiştirmeye başladım.

 

"Onlara bunu yapan her kimse, onu cayır cayır yakacağım!" diye var gücümle bağırdım. Zincirleri çekiştirmeye devam ediyordum. Ailem, demek istemiştim ama bu kimliğimi tehlikeye atardı. Söyleyemedim.

 

Onlarsa seslerini çıkartmaya çalışıyor, fakat konuşamıyorlardı. Bakışlarımı sağ tarafa doğru çevirdiğimde Timimi ve Yüzbaşı Arslanı gördüm. Hepsi baygındı. Benim aksime onlar tıpkı ailem gibi koltuğa bağlanmışlardı. Kafamı biraz daha sağa çevirdiğimde gördüğüm yüzlerle şoka uğradım. Arslan ailesi buradaydı! Hepsi baygındı.

 

"Kağan!" diye bağırdım. Kağan'ın adını nerden bildiğimi sorgulayacaklardı fakat şu an pekte umrumda değildi.

 

Gökçe, Kağan, bir adam ve bir kadın vardı. Adamın babaları ve kadınında anneleri olduğunu varsayıyordum.

 

"Kim lan bizi buraya getiren! Senin etlerini lime lime ederim!" Sinirle bağırıyordum.

 

"Kimsin lan sen! Çıksana ortaya!" tam o sırada kapı açıldı. İçeriye giren yüzle şok üstüne çok yaşadım. Bakışlarım Korkmazlara döndü. Onların yüzünde bir şaşkınlık görmedim.

 

"Sangre Roja! Günaydın tatlım!" Lidya'nın sesiyle kendime geldim.

 

"Aa, neden benimle konuşmuyorsun?" dedi. Ve kahkaha attı.

 

"Uzatmak istemiyorum. Elektriği getirin!" diye bağırdı. İtlerden birisi, jeneratöre benzeyen bir cihazı buraya getirdi. Lidya ellerini birbirine sürttü ve kabloyu eline aldı. Bir tuşa bastı. Ve cihazdan bir ses geldi.

 

"Elektrik akımı, aktifleştirildi."

 

"Korkma, acımıyacak!" dedi be kabloyu bir anda koluma değdirdi. Vücuduma giren elektrik akımıyla titremeye başladım.

 

Bir kaç saniye sonra kabloyu çekti.

 

"Acıdı mı?" dedi.

 

"Benim canım yanmaz." dedim.

 

"Göreceğiz!" dedi ve vücuduma elektrik akımı verdi. Titremeye başladım. Korkmazlar boğuk boğuk bağırıyordu. İmha ve Arslanlarsa hala baygındı.

 

Dakikalarca devam etti. 15-20 saniye boyunca akım veriyor, sonra çekiyordu. Ve bunu sürekli tekrarlıyordu.

 

Ter içinde kalmıştım, başım dönüyordu. Kalp atışlarımın sesini duyabiliyordum. Etraftan gelen sesleri duyuyor, fakat anlamıyordum.

 

"Bu kadar elektrik yeter." dedi. Nefes nefeseydim.

 

"Bakalım 1 saatin sonunda sözlerini tekrarlayabilecek misin?" dedi. Bakışlarım yavaş yavaş ayılmaya başlayan timime ve Arslanlara düştü.

 

"Üsteğmenin sevdiceği ve Yüzbaşı dışındaki hepsinin ağzını bantlayın!" diye bağırdı. Daha sonrasında odanın köşesinden bir odun aldı ve vücuduma vurmaya başladı.

 

İtler tek tek ağızlarını bantalamaya başladı. Lidya dakikalarca bana odunla vurmaya devam etti.

 

Herkesin ayıldığını duyduğum bağırışlardan anlayabiliyordum. Bakışlarımı Kağan'ın ve Yüzbaşımın olduğu yöne çevirdim. İkisi hala baygındı.

 

Lidya'nın bu olayla alakası neydi? Karıştığımız öğrendikten sonra mı bu işlere karışmıştı, yoksa çok daha geçmişe mi dayanıyordu?

 

Düşün kızım, düşün. Ne dönüyor burada? Düşün.

 

Şaşırtıcı bir şekilde hala maskemi çıkartmamıştı.

 

Lidya en sonunda hiç ses çıkartmadığımı fark etmiş olacak ki odunu sinirle yere fırlattı ve konuştu.

 

Odunla çok sert vurmuştu. Bütün vücudumun mosmor olduğundan emindim.

 

Kağan sessizdi, sadece odanın bir köşesine bakıyordu. Canı yanıyormuş gibiydi. Ama fiziksel değil, ruhsaldı acısı. Onun acı hissettiğini hissetmek, kalbime bir bıçak saplanmasına eş değerdi.

 

Daha belki onunla doğru düzgün konuşmamıştık bile ama ben ondan hoşlanıyordum.

 

Evet, bunu ilk kez kendime itiraf edebilmiştim, tam da şu an.

 

Bakışlarım Lidya'ya döndü. Alaylı bakışlarla beni süzüyordu. Adamlarından birine kafasıyla beni işaret etti.

 

"Bırak lan! Hele bir dokun Kızıl Gölge'ye!" diye bağırdı Yüzbaşı. Lidya'nın bakışları Yüzbaşına döndü.

 

"Ne yaparsın Yüzbaşı?" diye alayla sordu.

 

"Bu dünyayı başına yıkar, yine de intikamını alırım." Bu gibi bir sesle konuşmuştu. Lidya umursamazca omuz silkti ve adamlarına döndü.

 

"Islak bez getirin." dedi ve odadan çıktı.

 

Herkes bağırıyordu.

 

"Lütfen," dedim. Konuşmakta zorlanıyordum. 10 dakikaya yakın bir süre elektrik akımı almak, zihnimin ve vücudumun dengesini alt üst etmişti.

 

"Sessiz olun." dedim. Hepsi bir anda sesini kesti.

 

"Güldürmeyin düşmanı,"

 

"Teşekkür ederim." dedim.

 

Bir kaç dakika sonra içeriye Lidya ve bir adam geldi. Adamın bir elinde kova vardı. Diğer elimdeyse bir bez parçası vardı.

 

Asma bezi kovanın içine soktu ve Lidya'ya verdi. Daha sonrasında kovayı kenara bıraktı. Bir elinde kelepçe, diğer elindeyse anahtar vardı. Hiç sesimi çıkartmadan olacakları izliyordum. Herkes, benim uyarımı dinlemiş olacak ki sessizdi.

 

İlk önce bileklerimi ve ayaklarımı birbirine kelepçeledi, sonra tavana asılı olduğum zincirleri çözdü.

 

"Buraya gelin!" diye bağırdı. 6 tane adam bu tarafa yaklaştı.

 

Beni kelepçeleyen adam bana yandaki makineyle önce elektrik akımı verdi. Titremeye başladım. Daha sonrasında akımı kesti ve karnıma tekme attı. Sırtım sertçe zeminle buluştu.

 

Altı adamın üçü bacaklarımdan, üçü de

kollarımdan tutarak beni yere sabitledi. Lidya bana doğru yaklaşmaya başladı.

 

"Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında çok şey biliyor bu." dedi.

 

"Ve hepsini öteceksin! Tüm sorularıma cevap vereceksin!"diye bağırdı.

 

"Sen öyle san." dedim. Sesim çok keskindi.

 

"Birazdan bana bülbül gibi öterken sana bu sözlerini hatırlatacağım." dedi ve yere eğildi. Islak bezle ağzımı ve burnumu kapattı.

 

Nefes alamıyordum, boğuluyordum. Bir buçuk dakika kadar nefesimi tuttum fakat daha sonrasında vücudum nefes alma ihtiyacıyla titremeye başladı. Nefes almaya çalıştığımda ciğerlerime su kaçtığını hissettim. Zangır zangır titriyordum.

 

Lidya bezi ağzımdan çektiğinde şiddetli bir şekilde öksürmeye başladım.

 

Lidya çenemi kavradı ve yüzlerimizi hizaladı.

 

"İlk soru!" dedi. Saçımı geriye doğru çekti. Öksürüklerimin şiddeti azalmıştı.

 

"Sevkiyattan nasıl haberiniz oldu!" diye bağırdı.

 

Üsteğmen Tomris Kılıç. Bordo bereli İstihbaratçımız. Bir timi yoktu. Albay kısa bir süre içersinde görevinin sona erceğini, bir time atanacağını söylemişti.

 

İtlerin içine sızmıştı. 1 yıldan uzun süredir itlerin içindeydi ve onlardan bize bilgi aktarıyordu.

 

Cevap vermeyince kafamı yere sertçe çarptı ve bezi tekrardan yüzüme kapattı.

 

Yaklaşık iki dakika sonra bezi yüzümden çekti. Az öncekinden de şiddetli öksürmeye başladım.

 

Lidya tekrar çenemden tuttuğu sırada itlerden biri konuştu.

 

"Heval, ne diye yüzünü açmiyruz biz bunun?" dedi. Lidya güldü.

 

"Sürprizi sona saklıyoruz diyelim." dedi. Bakışları bana döndü.

 

"Bir kere daha sormam." dedi.

 

"Sevkiyattan, nasıl haberiniz oldu!" Bağırışı başımın ağrısını arttırdı.

 

Cevap vermeyince bezi yüzüme tekrar yüzüme kapattı. Farklı sorular sordu, cevap vermedim. Neredeyse 3 saat boyunca devam etti. Yumrukladı, elektrik verdi, boğdu. Sivillerden ve askerlerimden ses çıkmıyordu.

 

Bense sadece düşünüyordum, İhtimaller oluşturuyor, onları eliyor ve yeni ihtimaller oluşturuyordum.

 

Lidya konuşmayacağımı anlamış olacak ki sinirle bağırdı.

 

"Eh, yeter be!" dedi ve karnıma bir kez daha vurup geri çekildi.

 

"Kamerayı getirin!" dedi. İtlerden birisi odadan çıktı. Lidya başka bir ite bağırdı.

 

"Ahsen ve Yalçın'ı şu duvarın önüne getirin!" diye sinirle bağırdı. Daha sonrasında iki it Anne ve babamın sandalyelerini sürüklemeye başladı.

 

"Bırak lan onları! Seni öldürürüm! Svili karıştırma!" dedim zincirleri çekiştiriyordum. Ayaklarım da birbirine kelepçeliydi. Onu da çekiştiriyordum fakat açılmıyordu.

 

İkisini de dedikleri duvarın önüne getirdiklerinde Lidya konuştu.

 

"Sevgili anne ve baba. Nasılsınız?" dedi. İkisini de süzdü.

 

"Anlaşılan pek de iyi değilsiniz." dedi ve kahkaha attı.

 

"Bana soracak olursanız ben çok iyiyim!" dedi ve annemin yüzüne yumruğunu geçirdi. Babam var gücüyle ipleri çekiştirmeye başladı. Sandalyesini üç kişi aynı anda tutuyor, babamı zor zaptediyorlardı.

 

"Sakin ol Yalçın Korkmaz, sizi neden buraya getirdim dersiniz?" dedi.

 

"Biricik kızınızı buraya getirmek için sizin videonuzu çekeceğim." dedi ve kahkaha attı. Adamlarına başıyla anne ve babamı işaret etmesiyle ağızlarındaki bantları çıkarttı. Annemi üç, babamı da üç adam zar zor zapdediyordu. İkiside bu dünyayı yakıp yıkacakmış gibi bakıyordu Lidya'ya.

 

"Kızıma hele bir dokunmaya çalış! Seni bu dünyadan silerim! Yok ederim! O karıma dokunan elini sana yediririm!" Babam bağırıyor ve debeleniyordu. Kamera onları kaydediyordu.

 

"Heleki çocuklarıma elini sür! Seni yakarım!" Annem öyle bir bağırdı ki ben bile korktum, gözlerindeki öfke etrafı yakabilecek olduğunu bağırıyordu.

 

"Eh!" dedi ve bağırdı.

 

"Kapatın ağızlarını!" diye bağırdı. Annem ve babam hala tehditler savuruyordu. Ağızlarını kapattıklarındaysa bağırmaya devam ettiler.

 

Daha sonrasında video kapandı.

 

"Videoyu mühendise götür. Farklı bir ip adresiyle Üsteğmene göndersin."

 

"Emredersin heval." dedi ve kamerayı da alıp odadan çıktı. Aklıma gelenlerle gülümsedim.

 

D.T.

 

Bir yapboz parçası daha yerine oturmuştu, Jülide Taşkıran, kızına vermek isteği ismi gerçekten vermişti. Kızıysa babasının izinden gitmişti. Ve annesinin yıllar önce ona vermek istediği ismini kullanarak fazlasıyla zekice oynamıştı. Bu hamleyi asla çözemeyeceğimizi düşünmüşlerdi fakat unuttukları bir şey vardı, karşılarındakiler onlardan daha zekiydi, Türk Silahlı Kuvvetleri.

 

Bakışlarımı etrafta gezdirmeye başladım. Korkmazlara ilişti ilk önce bakışlarım. Annem, babam ve kardeşlerime. Hepsinin başı dikti. Asya'nın ağlayacağını düşünmüştüm ama hiç korkmuş gibi bir hali yoktu. Ya çok iyi rol yapıyordu ve korkusunu gizliyordu, ya da çok iyi rol yapmıştı ve o gün korkmamasına rağmen korkmuş numarası yapmıştı.

 

Bakışlarım Arslanlara ilişti. Kağan'ın, Yüzbaşımın, Anneleri olduğunu düşündüğüm kadının, Gökçe'nin ve babaları olduğunu düşündüğüm adamın, hepsinin başı dikti. Karşılarındaki kadına öfkeyle bakıyorlardı. Almak istedikleri bir intikam varmış gibi büyük bir kin ve hırs vardı gözlerinde.

 

Üzerindeki gözleri hissetmiş olacak ki o iğrenç bakışlarını üzerimden çekti. Arslanlarda tek tek gezdirdi.

 

"Evet, merak ettiğiniz soruyu cevaplayayım. Göksel'i ben öldürdüm. Son sözleri çok acıklıydı. Anlatmamı ister misiniz?" dedi ve kahkaha attı.

 

"Kes sesini!" Doktor öyle bir bağırdı ki kulak zarlarımın yırtıldığını an be an hissettim. Saatlerdir gördüğüm işkenceden sonra yüksek desibeldeki ses baş ağrımın artmasına sebep olmuştu.

 

"Kağan, yapma abim." dedi Yüzbaşım.

 

"Aa evet Kağan, abini dinle. Yoksa senin için iyi şeyler olmaz. Daha Gökselle olan anılarımı anlatacağım. Hemen celallenme." dedi. Tam tekrar konuşacağı sırada, kapıdan içeriye az önce giden it girdi.

 

"Heval, videoları gönderdim. Gördüğü gibi burada bitecek." dedi.

 

"Seni acıdan kıvrandıracağım Üsteğmen, o videoları izledikçe kahrolacaksın." dedi ve kahkaha attı. Kahkaha attığı sırada bakışlarımız kesişti. Kahkaha atmayı bıraktı.

 

"Neredeyse seni unutuyordum." dedi ve bana yaklaşmaya başladı.

 

"Sana işkence etmek zevkliydi Sangre Roja." dedi ve kahkaha attı. Onunla beraber odada ki 15-20 itin hepsi kahkaha attı. Bir konuşma yaparcasına konuşmaya başladı.

 

"Karşınızdaki, Sangre Roja! Resmiyetteki lakabı Kızıl Gölge. Türk Silahlı Kuvvetlerinin en gözde askerlerinden kendisi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kimliği bu kadar gizli tutulan tek askeri. Öyleki, çok yüksek rütbedeki köstebeklerimiz dahi kimliğine ulaşamadı. Ve kendisi," dedi yüzüme hırsla bir tokat yapıştırdı. Başım yana doğru eğildi. Hızla başımı yeniden dikleştirdim.

 

"O yüksek rütbeli tüm ajanlarımızı tesbit edip, hepsini hapse attırdı!" Hırsla bir tokat daha attı. Başım tekrar yana düştü fakat bozuntuya vermeyip hemen dikleştirdim.

 

"Ama bunun bir önemi yok. Çünkü, elleri kolları bağlı benim önümde!"

 

"Şimdi, kimmiş bu asker öğreneceğiz." dedi. Elleri maskeme yaklaştı. Herkes bağırıyor, çırpınıyordu fakat bu onun pekte umrunda değil gibiydi.

 

Maskemi çıkarttı. Ses değiştirici cihaz yere düştü. Kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes şok olmuş bir şekilde suratıma bakıyordu. İtler bir şey anlamamıştı fakat o anlamıştı. Çıkarttığı maskem, şokla elinden kaydı ve yere düştü.

 

"Ben Armina Korkmaz, sen de Doğa Taşkıran olmalısın." dedim. Sesim buz gibi soğuktu. Bakışlarım keskindi. Elindeki şarap kadehi yere düştü ve kırıldı.

 

"Ne demiştin bana?" dedim. Dudağımın kenarı kıvrıldı. Cevap vermeyince konuşmaya devam ettim.

 

"Oyun daha yeni başlıyor Lidya, yoksa Doğa mı demeliyim?"

 

.

.

.

 

~5833 kelime~

 

Merhabalar!

 

Nasılsınız, iyisinizdir inşallah.

 

AŞIRI AŞIRI AŞIRI DERECE KENDİMİ AŞTIM.

 

Kendime bir alkış istiyorum çünkü 5833 kelime!

 

Bölüm biraz geç geldi ama değdi bence.

 

KENDİME BİR ALKIŞ İSTİYORUM👏🏻

 

Bölümü yazmayı az önce bitirdim, alıntı kısmı önceden aklıma gelmişti ve yazıp atmıştım. Sizi biraz heyecanlandırmak istedim🤭 Araları sonradan yazdım.

 

Bu bölümede kısa derseniz artık gerçekten 😡

 

BU HAFTA DA DENEMEMİZ VAR!

 

VE SONRAKİ HAFTA DA YAZILILAR BAŞLIYOR!

 

Şaka mı? Okullar daha dün açılmadı mı ya?

 

Her neyse canlarım, daha gidip denemeye çalışacağım🫡

 

Bölüm çok uzundu, aralarda illaki yazım hatası yapmışımdır.

 

Yazım hatalarım varsa affola.

 

EN EN EN MERAK ETTİĞİM KISMA GELDİK

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻

 

 

Bir sonraki bölüme kadar sağlıcakla kalın!

Bölüm : 19.10.2024 22:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Estrella / SANGRE ROJA / 30. Bölüm: Operasyon Adı, Yok Et
Estrella
SANGRE ROJA
GİRİŞ1. Bölüm: Sangre Roja2. Bölüm: Operasyon3.Bölüm: Hastane4.Bölüm: Geçmişin Acılı İzleri5. Bölüm: Verilen İlk Şans6. Bölüm: Begah Karan7. Bölüm: Evin Prensesi8. Bölüm: Kardeş9. Bölüm: Doğum Günü10. Bölüm: İkizim11. Bölüm: Havaalanı📢DUYURU📢12. Bölüm: Bağ13. Bölüm: Mavili14. Bölüm: Yoldan Geçen Biri15. Bölüm: AlyaKarakter Tanıtımı-116. Bölüm: İçtima17. Bölüm: Yalancı18. Bölüm: İnternational Capture Organization19. Bölüm: Anne20. Bölüm: Bilinmeyen Zamanlar21. Bölüm: Sus22. Bölüm: Aile YemeğiD.T.’den Sevgilerle23. Bölüm: Bomba24. Bölüm: Baba25. Bölüm: Arslanlar26. Bölüm: Üsteğmen Kırşan27. Bölüm: Kod Adı, Kızıl GölgeKİTAP KAPAĞI28. Bölüm: İmha Timi29. Bölüm: Baskın30. Bölümden Alıntı30. Bölüm: Operasyon Adı, Yok Et31. Bölüm: Esir32. Bölüm: Ölümün İntikamı33. Bölüm: Patlama34. Bölüm: Acının Gözyaşı35. Bölüm: Nabız36. Bölüm: Yüzbaşı37. Bölüm: Küçük Kız38. Bölüm: Karanlar39. Bölüm: Mavilim40. Bölüm: Küçüklüğümün Sözleri41. Bölüm: İs Kokusu📢42. Bölüm: Miraç43. Bölümden Alıntı43. Bölüm: Khatar44. Bölüm/Part144. Bölüm/Part245. Bölüm: Sarı Elbise46. Bölüm: Mesaj47. Bölümden Alıntı47. Bölüm: Acı48. Bölüm: Yemek49. Bölüm: Kurabiye50. Bölüm: Şüphe51. Bölüm: İsteme52. Bölüm: Geri Dönüş53. Bölüm: Pusu54. Bölüm: İntikam (1. Kitap Finali)MUTLAKA OKUYUN55. Bölüm: Al Bayrak56. Bölüm: Ölüm Birliği57. Bölüm: Birlikler, Kategoriler, Bölgeler58. Bölüm: Kırk Dokuz Gün59. Bölüm: Kurtuluş60. Bölüm: Kırşan61. Bölüm: Ragnar62. Bölüm: Video63. Bölüm: Bilinç Hattı64. Bölüm: Ejder Timi65. Bölüm: 14. Yaş ve 52 Gün66. Bölüm: Plaka67. Bölüm: Birgen Taşkıran68. Bölüm: Klon69. Bölüm: Tutsaklık70. Bölüm: "Her zaman."71. Bölüm: Bilinmezliğe Doğru72. Bölümden...72. Bölüm: Tutun Bana
Hikayeyi Paylaş
Loading...