
Üsteğmen Yıldırım'dan
Ben şanlı Türk ordusunun binlerce neferinden biriyim. Bugün burada bu konumdaysam vatanımın bekası ve devletimin iyiliği içindir. Ben burada bu haysiyetsizler gibi davranıyorsam binlerce insanı kurtarmak içindir.
Bulunduğum yerden her gün biraz daha nefret ediyorum, Kurt burada olmasa ne yapardım bilmiyorum. Buradaki görevim duyguları olmayan bir insanı oynamakken beni sınayan çok şey oluyor. İlk başlarda acaba beni mi test ediyorlar diye düşünsem de yıllardır onların içinde gizli görevde olan o yüce gönüllü kadından öğrendim ki iliklerime kadar nefret ettiğim her şey aslında onların gerçek yaşantısıymış.
Asıl burada olma sebebimiz için en önemli adımı geçen hafta attık. Sonunda amacımıza ulaşıp Kasap'ın yanına sızmayı başardık. Henüz onu görmemiş olsak da grubu bizzat onun eğiteceği haberi doğrulandı ve Kurt bir hafta önce o gruba katıldı. Hem de Kasap'ın bir numaralı adamının bizzat önerisi ile bu ondan asla şüphelenmezler demek. Gerçi o adamın yaptığı tüm deneyler şüphesi yüzünden ya neyse.
Dün sabah itibari ile benim aracılığımla Başkan'a gelen notta İlkay'ın tüm sınavlardan geçtiğini ve Kasap'ın ekibi ile olacağını haber aldık. Bu da artık Başkan denen adamın fişini çekmemizin tam zamanı olduğunun habercisi.
Dün tüm gece yaptığım görüşmeler sonucunda sadece Başkan'ı öldürmemin dikkat çekici olacağını düşünüp Türk askeri tarafından kampın tespit edilip, bir operasyonla içindekilerle birlikte havaya uçurulmasının daha az dikkat çekeceğine ve gerçekçi görüneceğine karar verdik.
Şimdi tek yapmam gereken kimseye belli etmeden o şerefsizi ortadan kaldırıp buradan uzaklaşmak, kalanı zaten gelecek olan tim halledecek. Kaldığım mağaradan çıktığım anda etrafta dolaşan ne kadar adam desem olmayacak, it desem hayvana hakarete, en iyisi şerefsiz diyeyim! Ha ne kadar şerefsiz varsa hepsi kaçacak delik aradı.
Gerek boyum, gerek gözümü kırpmadan içlerinden öldürdüğüm onlarcasına tanık olmaları ve de en etkilisi Kasap'ın askeri olarak anılmam hepsinin benden korkmasını sağlıyor. Bu da benim işime geliyor, eğer ben ortalıktaysam orayı en hızlı biçimde terk ettikleri için yapacağım şeyleri yapmam daha kolay oluyor.
"Duydun mu, Başkan sonunda aradığı karının ailesini bulmuş. Eğer ailesine ulaşırsa karıyı da bulur da sonunda bizi rahat bırakır. Ne karıymış onun yüzünden kaç tane adamımız öldü!"
Ne demek ailesini buldu! Ya bu operasyon bugün bitmeseydi? O insanları nasıl koruyacaktık! Kahretsin, buna nasıl izin verirler! Bunlar nasıl ulaşabiliyor bu bilgilere?
Konuşan iki kişi Başkan'ın sözde yardımcılarıydı, her işini bu ikisine yaptırıp kendi pek dağdan inmez o yüzden ilk önce nereden öğrendiğini bu salakları sorgulayıp öğrenmem lazım, bu büyük bir açık!
Yaktıkları ateşin başında oturan Başkan'a daha yakın olan adamın başında dikildim. "Kalk, işimiz var seninle bugün haber almak için bana yardım edeceksin Başkan öyle istedi." Kendimden ödün vermeden hatta zorlayıp göz bile kırpmadan kurduğum cümleden sonra rengi atsa bile erkekliğine laf ettirmemek için korktuğunu belli etmemeye çalışıp kalktı ve titreyen bacaklarıyla bana yetişmek için koşar adımlarla peşime takıldı.
"Nereye gideceğiz?" cevap vermedim.
"Uzak mı? Başkan'ın bana ihtiyacı olur keşke tek gitseydin sen." Yine cevap vermedim.
"Gerçekten sizi küçücük bir ilaçla mı bu hale getirdiler?" sabrımı zorlasa da sustum.
"Dilini mi yuttun be adam? Konuşsana!" derin bir nefes aldım, işin ucunda masum insanların canı olmasa seni anında öldürürdüm de dua et alacak birkaç dakika fazla nefesin varmış.
Kamptan yeterince uzaklaşıp keşfe çıktığım günlerin birinde bulduğum mağaraya girdik. İşte şimdi duygularımı gizlememe gerek yok, yüzümde ancak bir sadistte olabilecek o gülüş belirdi. Hayır yapacağım bu şeyden zevk almıyorum sadece çok uzun bir süre bütün duygularını gizleyince insan her şeyi zirvede yaşıyor. Benim gülüşümde korkusundan aldığım keyiften ötürü böyle, yoksa akıl sağlığım gayet yerinde.
"Hadi yap ne yapacaksan, çok uzaklaştık zaten! Burada haberi nasıl alacaksan?" bana arkasını dönüp içeriyi incelemeye başladığı için rahattı.
"Haberler sende heval! Anlat bakalım Başkan nasıl bulmuş doktorun ailesini?" keyifle konuşmam üzerine şokla bana döndü, bendeki değişimleri fark ettiğinde ise her şey için artık çok geçti.
"Sen! Sen! Seni hain, öldüreceğim ulan seni!" deyip elindeki bıçakla üzerime gelse de tek hamleyle elindekini alıp belime sabitledim. Gözlerindeki korku daha da arttı, ben üzerine yürüdükçe korkuyla geriye gitti. En sonunda sırtı mağara duvarına dayandığı zaman ortamı leş gibi bir koku kapladı.
Büyükçe bir kahkaha attım, "Ulan heval güldürdün bak beni, hayatımda ilk defa gerçekten korkudan altına yapan birini gördüm. Bunun şerefine seni acısız öldüreceğim." Dedim.
"Yapma! Yapma ne olur! İtirafçı olurum, ne bilmek istersen anlatırım hatta daha fazlasını."
"Anlatacaksın zaten oğlum, sakin ol!" yaslandığı duvar dibine omzundan baskı uygulamam sonucu oturdu. Bende tam karşısına geçtim, içerideki koku beni zorlasa da biraz daha katlanmam lazım.
"Anlat, doktorun ailesini nasıl buldu?"
"İçeri, içeri adam soktular. Bu kadının eski çalıştığı askeriyeye onun yerine gelen doktor Başkan'ın adamı. O haber verdi."
Güzel şimdilik aldığım bilgi bana yeter ama senden çok şey öğreneceğiz belli. Suratına dirseğimi vurduğum gibi bayıldı. Yanıma aldığım çantadan kalınca bir ip çıkarıp kurtulamayacağı şekilde güzelce bağladım. Ağzını da kapattıktan sonra karargâha haber vermek için telefonu çıkardım.
"Söyle Yıldırım!"
"Komutanım, hedef doktorun ailesini bulmuş hemen korumaya almanız lazım adam gönderdiler mi bilmiyorum."
"Nasıl olur böyle bir şey! Her şeyini gizledik."
"Komutanım oraya yeni gelen doktor bunların adamıymış, o vermiş bilgileri."
"Tamam halledeceğim! Senin durumun ne tim oraya ulaşmak üzere!"
"Daha önce konum bildirdiğim mağaraya bir hediye bıraktım tim geçerken alsın. Bende şimdi tekrar kampa dönüp görevi tamamlayacağım haber geçerim size."
"Tamam Yıldırım, Allah yardımcın olsun!"
"Sağ olun komutanım!"
"Haber bekliyorum." Dedi ve telefon kapandı. Tekrar adamı kontrol edip kaçamayacağından emin olduktan sonra kampa döndüm. Kimseye takılmadan Başkan'ın mağarasına girdim. İçeride önündeki haritalara bakıp sözde plan yapıp kendince notlar alıyordu.
"Heh geldin mi? Haber var mı Kasap'tan?" dedi.
"Var, çok önemli bir haber getirdim. Kimsenin duymaması lazım kulağına söyleyeceğim." İşi hiç uzatmadan bitirmek istiyorum, ayardır bu adama zor katlanırken hiç riske girmeden halletmeliyim.
Yanına yaklaşıp kulağına eğildim. "Türk ordusu selam gönderdi." Deyip tepki vermesine fırsat bile bırakmadan tek hamleyle boynunu kırdım. Sırtlanıp mağaranın arka kısmında kalan yatağına yatırdım, her ihtimale karşı nabzını kontrol ettiğimde elimde atan damarla sinirlerim gerildi.
"Ölmüyor da şerefsiz!" bu sefer yandaki yastığı alıp yüzün bastırdım ve işini boğarak bitirdim. Doktorun hayatını tehlikeye atamayacağım için tekrar kontrol edip öldüğüne emin olduktan sonra uyur gibi pozisyon verip çıktım içeriden.
Kapısında nöbet tutan iki salağa, "Başkan içeride dinlenecekmiş kimse rahatsız etmesin beni uyandıranı öldürürüm dedi haberiniz olsun." Deyip uzaklaştım oradan. İçlerinden biri bana şüpheyle bakıp içeri girdi, çok geçmeden doğru söylediğime emin olmuş olacak ki çıkıp kapıda beklemeye devam etti.
Bense kampta bir terslik olur diye her yeri görebileceğim bir konuma geçip, işimin bittiğine dair mesaj attım. Çok beklememe gerek kalmadan çevrede olan tim kampa baskın yaptı. Uzaktan yardımcı olsam da çoğu şeyi kendileri hallettiği için elzem durumlar dışında karışmadım. Ters giden bir durum da olmadığı için elimdeki belgeleri ve beni almak için gelen istihbarat görevlisinin yanına geçtim.
Asya'dan
"Anne! Annee! Annemm! Anne kalksana ya! Anne hadisene anne!" bir yandan yatağa çıkamadığı için aşağı sarkan kolumu sarsıp bir yandan da uyanmam için bağıran oğlum sabrımı mı sınıyor yoksa bunlar hep uykuya çok düşkün olduğum için aldığım bir ceza mı emin değilim.
Tek gözümü açıp komodinde duran dijital saate baktım. Saatin henüz yedi olduğunu gördüğümde ise sakin kalmak için baya uğraşmam gerekti.
"Efendim annecim, ne istiyorsun? Hem neden bu saatte uyandın sen bakalım?"
"Anne gel hadi babam gelmiş! Bahçede gördüm fotoğrafın aynısı çabuk gel!"
Ne? Ne diyor bu çocuk? Ne demek babasını gördü! Timur öldü! Gelemez! Kaşınan boynuma elimi atıp ovalasam da geçmedi bir türlü, sakin ol Asya! O daha çocuk, eksikliğini hissettiği için bu tarz davranışlar sergilemesi çok normal.
Yatakta iyice doğrulup onu kollarım arasına aldım, kokusunu derince içime çekip saçları arasına öpücükler kondurdum. Bunu şimdi yapmazsam ileride daha zor olacak, üzülmesine dayanamıyorum ama başka türlü de olmaz.
"Oğlum, biliyorsun konuştuk bunları daha öncede baban çok uzakta." Derin bir nefes aldım, bu onun için olduğu kadar benim için de fazlaca zor. "Bizim yanımıza gelmesi imkansız." Daha önce yapmadığı bir şey yaptı. Göğsüme yumruk atıp yataktan aşağı indi, "Hayır, gördüm diyorum sana! Babam geldi! Ben gördüm yalan söyleme! Yalan söylemek kötü!" kollarımı tekrar uzattım ama bana izin vermeden koşarak çıktı odadan.
"Kahretsin!"
Hayır Asya! Ağlamak yok, sen artık yetişkin bir kadınsın ve senin küçük bir çocuğun var! Sen önce onu düşünmek zorundasın, sana zor gelen bu şey ona daha da zor geliyor. Henüz bir bebek o, bazı şeyleri anlamlandıramaması çok normal. Şimdi kalkıyorsun, sakince yanına gidip ona yardımcı oluyorsun.
Tık tık tık
Gergince vurduğum kapıdan ses gelmesini beklesem de gelmedi. "Annecim, gelebilir miyim?" içeriden duyduğum ağlama sesiyle beklemeden girdim içeri.
Küçücük bedeniyle cenin pozisyonunda yatmış içini çeke çeke ağlıyor. Onun akıttığı her gözyaşı beni paramparça ediyorken daha fazla kayıtsız kalamam. Kucağıma alıp sıkıca sarıldım. Az sonra yapacağım şeyin çok yanlış olduğunu bilsem de onun iyi hissetmesi şu an için benim için daha önemli. İleride oluşacak sorunu da o zaman düşünürüz.
"Gel bir tanem çıkıp bakalım hadi dışarı, belki ben yanılmışımdır."
Hıçkırıkları devam etse de ağlaması kesildi, gözlerime umutla baktı, "Gerçekten mi anne?" dedi. Kıymadım ona, saçların yine bir öpücük kondurup, "Gerçekten tabi oğlum, hadi kalk bakalım." Hızla attı kendini yere. Koşarak odadan çıkarken her annenin klasik sözünü söyledim bende, "Koşma! Düşeceksin, yavaş ol!" ve o da her çocuk gibi, "Mamam." Dedi ve koşmaya devam etti.
Arkasından çıktım bahçeye, taş duvarların ortasında kalan demir kapıya tırmanmış bir sağa bir sola bakıyordu. "Baba!" diye bağırınca müdahale etmek istedim, insanları toplamaya gerek yok.
"Annecim yok işte gel, kahvaltıdan sonra istersen çıkıp sokakta dolaşır öyle bakarız olur mu?"
Sulanan gözleri tekrar ağlayacağının belirtisi olsa da Savaş'ın sesi gelince ağlamadı. "Paşam? Ne oldu neden bağırıyorsun?" çok şükür, en azından dikkati dağılır unutur.
Kapıyı açmadan Alparslan'ı kucağına alan Savaş içeri girdi, "Dayı anneme babamı gördüm dedim ama bana inanmadı, şimdi de annem gelmediği için babam gitti. Bizi bulamadığı için gitmiştir değil mi gelir tekrar?" Dedi.
Savaş çatılan kaşlarıyla bana baktı, idare et der gibi başımı sallayınca, "Gelir tabi aslanım, gelir. Hadi sen içeri geç çizgi filmin başlamak üzere, biz de annenle Kirli'yi tuvalete çıkaralım gelelim olur mu?" dedi.
"Hii! Dayı ben onu unuttum, tamam gidiyorum ben!" koşa koşa içeri girince ne yapacağımı bilemeyerek Savaş'a baktım.
"Sabah birini görmüş, sözde bizim bahçeye bakıyormuş. Babasıymış, fotoğrafın aynısıymış." Ağlamamak için sıktım kendimi.
"Çocuk o daha psikoloğu bu konuda uyardı bizi unuttun mu normal bunlar. Sıkma canını daha çok küçük, zamanla anlar o da."
"Çok zor Savaş, aşık olduğum adamı kaybetmekten daha zormuş. Kendimi onun emanetine yetemiyormuşum gibi hissediyorum. Bir gün dayanamayıp onu kırmaktan ölesiye korkuyorum."
"Annesisin sen onun, sende ona sonsuz kredi olduğunu ikimiz de biliyoruz boşa canını sıkma hiç."
İçeriden havlayarak Kirli çıktı, Savaş beni bırakıp onun yanına gidip sevmeye başlayınca içimdeki burukluğu biraz olsun geçirmek için gökyüzüne bakıp derin bir nefes aldım.
"Gel hadi, şu tatlı şeyi biraz sev de aklın dağılsın. İnsanın bunu sevip de unutmayacağı bir şey yok resmen." Dedi. Sana demesi kolay, sen hayat arkadaşı olarak gördüğün birisini hiç kaybetmedin ki...
Gülümsemeye çalışıp yanlarına yaklaştım bende, artık kimseyi kendi dertlerimle üzmeye gerek yok. Bazı şeyleri kendi başıma halletmem lazım. Onunla birlikte bende elimi Kirli'ye atıp sevmeye başladım.
Kirli'yi Timur'a baba olacağını söylemek için mezarına gittiğim zaman buldum. Soğuk kış gününde onun toprağı üzerine kıvrılmış yatıyordu, donmaktan son anda kurtardım onu. O günden beri de benimle, onu da Timur'un emaneti sayıp yoldaş bildim. Üçümüz güzel bir aile olduk.
"Asya benim şimdi işe geçmem lazım, akşam yine uğrarım ama sen sakin ol tamam mı?" dedi üzüntüyle bana bakıp.
"Denerim." Deyip zoraki bir gülümseme koydum yüzüme.
"Deneme, yap güzel anne." Dedi ve tıpkı benim Alparsalan'a yaptığım gibi o da benim başımdan öptü. "Ben kardeşimin bu haline alışkın değilim, sen güçlü bir kadınsın oğlun için neler yaptın! Baksana adını bile değiştirdin kızım! Bunu mu halledemeyeceksin! Unutma ben her zaman senin yanındayım."
"Teşekkür ederim Savaş, sen olmasan ne yapardım inan bilmiyorum."
"Ben her zaman yanındayım, dikkat et kendine akşam görüşürüz."
"Görüşürüz."
Onu yolcu ettikten sonra bende içeri girip oğlum için güzel bir kahvaltı hazırlamaya başladım. Madem erken kalktık günü güzel değerlendirelim bari...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 114.32k Okunma |
8.61k Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |