
Asya'dan
O günün üzerinden tam dört gün geçse de Alparslan gerçeği bir türlü kabullenemedi. Yemek yemek dışında pencere önünden bir dakika bile ayrılmadan babasını bekliyor. Psikolojimiz iyice bozuldu, onun babası için benimse oğluma bir şey yapamadığım için. Yıllardır ailemi internet haricinde bir kez bile görememenin verdiği özlem, oğluma bir yardımımın dokunmaması, peşimdeki tehlikeli adamlar hepsi birden üzerime üzerime geliyor artık. Sokakta yürürken bile arkamda birisi olduğu anda tedirgin oluyorum! Artık gerçekten kafayı yemek üzereyim ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.
"Anne babam yine gelmedi." Oturduğum koltuğa gelip başını dizlerimin üzerine koydu. Elimi saçları arasına daldırıp yavaş yavaş okşadım, biraz uykusu gelsin de en azından uyursa daha az üzülür.
"Annecim, bebeğim benim anlattım ya sana güzel oğlum baban buradan çok uzakta o gelemez ki ama eminim gelebilmek için bir şansı olsa bir kez bile düşünmez gelirdi."
Biraz sustuktan sonra "Anne..." dedi çekingen bir ifadeyle.
"Efendim oğlum?"
"Hani... Babam beni hiç görmedi ya sever mi ki beni? Belki sevmediği için gelmiyordur, seni sevmiş hep yanındaymış ama ben gelince gitmiş."
Sen daha sadece üç yaşındasın çocuk bunları nasıl düşünüyorsun. Baban seni çok severdi, yaşasaydı eminim bu hayatta en çok sevdiği insan sen olurdun. Sırası değil şimdi ağlayamazsın Asya şimdi olmaz! Tut kendini senin artık bir oğlun var canın ne kadar yanarsa yansın sen ağlayamazsın, onu üzemezsin...
Sen bir annesin!
"O nasıl laf annecim! Sen babanın şu hayatta en çok sevdiği insansın." Dedim göğsüme çekip sarıldım ona. Ağlamamak için direnen gözlerim oğluna miras bıraktığı kokusunu alınca daha fazla dayanamadı. Sesim çıkmasın, fark etmesin diye dudağımı ısırıp bir kez de oğluna hiç sarılmayan onun yerine sarıldım.
"Ama Fırat abi öyle dedi, onun arkadaşının babası artık arkadaşını sevmediği için onları bırakıp gitmiş. Benim babam da beni sevmiyor değil mi anne."
Allah'ım yardım et bana! İnsanlar, özelliklede çocuklar nasıl bu kadar acımazsız olabiliyor.
"Hayır annecim o yanlış söylemiş, senin baban çok iyi kalpli bir adamdı. Hatta o kadar iyi ki tüm ülkenin kahramanı o! Senin baban bu kadar büyük bir kalbe sahipken, hiç seni sevmez olur mu? Ha annecim?"
"Neden gelmiyor ki o zaman anne, gelsin artık! Sen hiç özlemedin mi, onu arasana gelsin. Bak Savaş dayım gittiğinde beni çok özleyip gelmişti, sen söyle ona anne lütfen! Ben seni özledim, gel artık de anne. Özledin sen de değil mi?"
"Özledim annecim, hem de çok özledim." Keşke gelebilse annem keşke. Onu öyle özledim ki sen olmasan bir dakika beklemem giderim yanına...
Daha fazla tutamayacağım kendimi, benim hemen uzaklaşmam lazım. "Annecim, benim biraz işim var seni dayına bıraksam olur mu?"
"Anne ama ya babam gelirse, gitme onu bekleyelim."
"Kapıya not bırakırız annecim, olur mu? Yanına gelirse dayının evine gelir."
"O zaman olur ama sen yine de çabuk gel tamam mı?"
"Tamam annecim çabuk gelirim."
Alparslan'ı hazırlayıp hemen birkaç ev yanımızda oturan Savaş'ın kapısını çaldım. Açınca yıllardır olduğu gibi hemen anlayıp "Oo paşam hoş geldin, geç bakalım içeri." Dedi. Oğlum bana bakıp onay aldıktan sonra içeri girince, "Yine mi Asya?" dedi bana.
"Alparslan iyice kötü oluyor Savaş, bana babam beni sevmediği için mi gelmiyor diye sordu." Dedim daha fazla dayanamayıp gözlerimden akan yaşlarla.
"Ah be kızım, büyümüşte küçülmüş bu üzme kendini, henüz ölümü anlayacağı bir yaşta değil. Büyüyünce seni anlayacak, sadece biraz daha sabır güzelim, biraz daha sık dişini." Dedi.
"Artık dayanamıyorum Savaş, çok özledim. Oğlum için hayatta kalıyorum sadece, yanında daha fazla ağlamadan durmayacağımı fark edince kaptım geldim. Beni ağlarken görüp içine kapansın istemiyorum. Sen biraz idare et ben kendimi toparlayıp geleceğim."
"Tamam, merak etme sen ben bakarım ama ne olur şu telefonu yanından ayırma aradığımda ulaşabileyim olur mu?"
"Tamam ayırmam."
Ardımı dönüp orman yoluna saptım, ne zaman onu özlesem tıpkı onu kaybettiğim yere benzeyen bir dağı var buranın oraya gidiyorum. Sanki oraya gidince ona bir adım daha yaklaşmış gibi hissediyorum. Biliyorum asla burada değil ama psikolojik olarak kendimi güvende hissettiriyor.
Her zaman oturduğum ağaca sırtımı dayayıp bıraktım kendimi yere. Sonunda kendimi tutmayı bırakabilirim artık, burada beni gören kimse yok...
Yol boyunca aklımda akan düşünceler artık daha da gürültülü, zihnimde sadece oğlumun "Babam beni sevmediği için mi gelmiyor?" cümlesi yankılanıp duruyor. Canım çok yanıyor Timur! Bak sensiz yapayalnız kaldım... Bak tam üç yıl oldu, herkes alıştı sensizliğe bir ben alışamadım Timur! Bir ben alışamadım... Ben senden önce nasıl yaşıyormuşum hatırlamıyorum ki sanki gözümü seninle açmışım gibi sen olmadan hep bocalıyorum ne yapacağımı bilmiyorum, oğlumuza bile bakamıyorum ki!
Artık sessiz olan ağlamalarım çığlıklara döndü, kendimi sıkmayı bıraktığım bu anlar zaten o gittiğinden beri hep böyle oluyor.
"Bitsin artık, yeter bitsin!" elimi yerlere vurup bağırarak söylemek içimdeki acıyı hafifletmese de bunu şimdi yapmasam oğlumun yanında kriz geçirmekten ölesiye korkuyorum. Bir kere, sadece bir kere sürekli babasını sorduğu bir anda geldi ve geçirdiğim krizden öyle korktu ki artık benimle konuşurken babasını korka korka soruyor. Şimdi biraz olsun düzelmişken tekrar aynı şeyler olmaması için krizin geleceğini hissettiğim ilk an kendimi buraya atıyorum.
Bayılmamak için derin nefesler almaya çalışsam da hıçkırmaktan pek işe yaradığını söyleyemem. Oğlumun sözleri içimde öyle bir yeri kanattı ki daha fazla yanamaz dediğim canım şimdi parça parça oldu.
"Asya..."
Bu sefer gözyaşlarımın arasında kahkaha atmaya başladım, çok güzel şimdi de hayal görmeye başladım. Kulaklarımda onun sesi çınlıyor, oysa ben sesini bile unuttuğumu sanıyordum. Öyle pişmanım ki o yanımdayken hiç video çekmediğimiz için, sesine hasret kalmışım. Zihnim şimdi bana oyun oynamasa gerçekten de sesini unuttum sanmıştım.
"Asya, kurban olduğum ağlama artık yeter."
Yok!
Yok ben iyice deliriyorum artık! Sakin ol Asya, bu bir hayal! Sadece hayal, çok özleyip kötü hissettiğin için beyninin uydurduğu bir halüsinasyon!
Yok! O burada olmaz! O öldü, o Şehit oldu! O senin gözlerin önünde patladı! Yok...
"Asya, dön arkanı."
Kafama vurmaya başladım, "Hayır, hayır yok! Olmaz!" bütün vücudum özlemle kavrulup artık gözyaşlarımdan hiçbir şeyi göremesem de bu riski almayı istemiyorum, dönersem gidecek! Kaybolacak, çok özledim... Lütfen biraz daha sesini duymaya ihtiyacım var.
"Asya'm, buradayım dön hadi bana. Bak geldim, buradayım."
Omzumda bir sıcaklık hissettim, burnuma o aşık olduğum kokusu doldu.
"Yapamam, yapamam çok özledim! Sadece biraz daha duymak istiyorum sesini dönemem."
Arkamdan bana dolanan kollarla bilincim gider gibi oldu. Uzaktan sesler duyuyorum ama algılayamıyorum.
Timur'dan
Üç Yıl Önce Savaş Sığınağı
İçeride ben, Onur ve Yiğit kalırken diğerleri çıkıyordu. Karşımda üzeri kâğıtlarla dolu masaya yaklaşıp kâğıtları kontrol ettiğimde gördüğüm şeyleri görmemeyi diledim.
"Hemen karargâha bağlanın ve Yarbay'la acil görüşmek istediğimi söyleyin!"
"Komutanım ters bir durum mu var?"
"Şu an bilgi veremem, siz ikisini alın dışarı çıkın ben konuşup geleceğim."
"Komutanım Yarbay hatta."
Elinden aldığım telsiz telefonla çıkmaları için işaret verdim, "Komutanım hedefi yakaladık ama bir problem var. Kırmızı listede aranan Kasap lakaplı Radgo Miladiç ile çalıştıklarına dair belgeler var ve kan dondurucu planları var. Eğer başarılı olurlarsa sonuçları tüm dünya için çok ağır olur komutanım."
"O ne demek asker? O kadar büyük ne planlıyorlar?"
"Komutanım burada kimyasal bir ilaç geliştirdikleri ve insanların kontrollerini ele geçirdiklerine dair bir deneyin raporları var. Sanırım Kasap'a teslim etmek için biriktiriyorlar bunlar Maho için fazla detaylı planlar. İçeriğinde..." tam bulduğum detaylardan bahsederken bir ses duydum,
"Tahliye! Acil tahliye füze geliyor!"
"Timur ne oluyor orada?"
"Komutanım füze atmışlar, büyük ihtimalle dışarıda gözcü vardı ve şuan size anlattığım planları ele geçirmememiz için ölmeyi göze aldılar."
Kısa bir sessizlik oldu, "Hadi hadi hadi boşalt! Füze geliyor!"
"Belgeleri al planı yaparız sonra."
"Emredersiniz komutanım!"
Hızla toparladığım belgeleri alıp başına bir şey gelmemesi için dışarı doğru koşmaya başladım. Kapıya yaklaştıkça dışarıdakilerin çıkmam için bağırtıları kulaklarıma doldu, az sonra karşıma Onur çıktı, "Komutanım acele edin!" daha da hızlı koşmaya başladım ama ayağımın takılmasıyla elimden kayıp düşen dosyaları toplamak için durdum. Onur arkasına bakmadan çıktığında hızla toparlayıp tekrar kalktım ve koşmaya devam ettim.
Aklımda iki şey var, birincisi ben buradan çıkmazsam Asya ne yapar? İkincisi ise elimdeki bilgilerin başına bir şey gelmeden buradan çıkabilecek miyim?
Tam aydınlığı görüp bir adım daha attım ki önce büyük bir ateş parçası sonra ise ortalığı inleten bir gürültü ve sallanan yer. Bedenim önce havada savruldu ve ardından yerle buluştum sonrası ise derin bir karanlık...
"Ne zaman uyanır fazla vaktim yok benim!"
"Doktor birazdan kendine geleceğini söyledi, bu iyi bile adamı çökmüş bir sığınaktan çıkardık. Bulunduğu yerdeki eşyalara dua etmek lazım düşen parçalar onların üzerine gelip hayat üçgeni oluşturmuş, yoksa kim bilir kaç ton betonun altında kalacaktı buna bile şükür yani, ucuz atlattı."
Duyduğum konuşmalarla tüm yaşadıklarım zihnime düştü. Ara ara gelip giden bilincimle beni bulup çıkarmaları, helikopter sesi ve en son Yarbay'ın benimle konuşma çabaları.
"Kaç gün oldu?" diye fısıldadım, sesim ne kadar çıktı bilmiyorum zira boğazım pek sağlam değil tam konuşamıyorum.
"Maalesef dinlenmene izin veremedik, belgedeki bilgiler doğruysa hemen konuşmamız lazım o sebeple sadece bir gündür kendinde değilsin. O da Kurt'un gelmesini beklerken kendini toparlaman içindi."
"İyiyim ben komutanım, iyi yapmışsınız. Belgedeki bilgilere göre yarın teslim edilmesi lazım."
"Evet iyi korumuşsun belgeleri, inceleme fırsatı bulduk. Haklısın bu çok büyük bir iş, devletin zaten bundan haberi varmış bu yeni bir bilgi değilmiş ama sadece çalışmalarda bu kadar ileri olduklarını bilmiyorlarmış. Kurt birkaç yıldır bu olayı takip ediyormuş. Maho konusunda bize yardım etme sebebi aralarındaki bağlantıdan dolayıymış. Şimdi burada onunla konuşup sağlam bir plan yapmamız lazım ama önce bir doktor baksın sana. İyice kendine gel, zihnin sağlam lazım bize."
"Emredersiniz komutanım!"
Sonrası ise hayli hızlı geçti, birkaç doktorun kontrolünden geçtikten sonra kendimi birden hastanenin çatısında bir helikopterde buldum.
"Komutanım, diğerleri nasıl hala bir şey söylemediniz hepsi iyi mi? Asya nerede, yalnız bırakmaz o beni! Bir şey olduysa lütfen söyleyin. Endişelenirim elbet ama görevin ciddiyetinin farkındayım tamamen konsantre olacağıma emin olabilirsiniz."
"Gidince konuşacağız evlat, merak etme hepsinin sağlıkları yerinde senin dışında içeride kalan yoktu."
İçim rahat etmese de mecburen "Emredersiniz komutanım." Dedim ve havada süzülen helikopterin bir an önce bizi gideceğimiz yere ulaştırmasını beklemeye başladım. İçimde hiç iyi şeyler olmadığına dair bir his var, umarım ben yanılıyorumdur.
Helikopter Milli İstihbarat Teşkilatı'nın Kale olarak adlandırdığı binasının pistine indi. Bunu beklemiyordum işte, tamam durum son derece ciddi ama olaya bu kadar dış müdahale sandığımdan da ciddi olduğunu gösteriyor.
İçeri girer girmez karargâhın aksine burada işlerin hayli farklı yürütüldüğünü gördüm. İnsanlar adeta bir arı gibi oradan oraya gidip sürekli bir yere yetişmeleri gerekiyor gibi çalışıyorlar. Uzun zamandır devlet için çalışsam da hiç buraya gelmemiştim. Zaten gelebilmek için de hayli seçkin bir konumda olmanız lazım pek de şaşırmamak gerek.
Kurt'un önderliğinde girdiğimiz toplantı odasında bulunan takım elbise giyen üç kişinin yanında bir Albay ve de Tuğgeneral olmasını elbette beklemiyordum. Hızlıca esas duruşa geçip bekledim. Selam verip masaya oturan Yarbay'ın ardından "Gel asker, otur." Diyen albayla boş kalan tek yere oturdum hızlıca.
Odada uzun bir süre sessizlik oldu, bir süre birbirlerine bakmalarının ardından lafa Yarbay girdi, "Timur bu nasıl söylenir bilmiyorum ama direkt konuya gireceğim, sen artık ölüsün. Dün itibari ile sığınakta yanan bedenin bulundu ve Ankara'da defnedildin." Dedi.
Tepki vermeden durabilmek için kendimi sıkmam ne kadar başarılı oldu bilmiyorum ama Yarbay devam etti, "Tüm Türkiye senin şehit törenini izledi ve dağlarda ne kadar elemanımız varsa kulaktan kulağa hepsi senin ölümünü yaydı. Sen de tahmin edersin ki Yıldırım lakaplı bir bordo berelinin ölümü küçük bir şey değil. Şimdi gelelim asıl meseleye." Dedi
O sırada araya takım elbiseli adam girip konuştu, " Öncelikle Kurt tanıştığınızdan ve zamanında birlikte yaptığınız bir operasyondan bahsetti, yani birbirinize yabancı değilsiniz ve sırrı bilen sayılı kişilerden oldun, sana bu konuda güvenebileceğimizi söylüyor herkes ve biz de öyle olmasını umuyoruz." Dedi.
"Elbette." Diyebildim sadece, hala aklımda ölmüş olduğum gerçeği dolanıyor ama onu şimdilik sonra düşünmek üzere bir kenara attım. Sadece şimdiye ve bu göreve odaklanmam lazım, madem bu görev için öldüm hakkını vermem lazım ki yakınlarımın çektiği acı boşa olmasın.
"İlkay tam üç senedir aralarında, Kasap denilen adamı bulmak için uğraşıyor ama adam sadece sokaktan bulup kendi büyütüp yetiştirdiği adamlara güvendiği için ona sonsuz bir sadakatle bağlılar ve bu sebeple ona ne zaman yaklaşsak asla sonuca erdiremedik. Senin bulduğun ilacın planlarını uzun süre önce yapsa da üretmeye yakın olduklarını düşünüyorduk sadece ama anlaşılan sonunda başarmışlar ve dediğimiz gibi etrafında sadece kendi çevresindekiler olduğu için asla tamamen doğru bir bilgi edememiştik."
Onun susmasının ardından lafa diğer adam girdi, "Senin getirdiğin belgeleri inceleyince gördük ki ilaç tamamlanmış ve denenmesi için küçük terörist grupları üzerinde çalışmışlar. Bunları ayarlayıp yöneten kişi de Maho. Onu konuşturmayı başardık, bilgileri doğruladı. Bunları zaten öğrendiğin için bilgilerin daha fazla yayılmasını önlemek adına görevi mecburen sana vereceğiz. Ne kadar süreceğini ya da orada hayatta kalıp kalmayacağını bilmediğimiz ve de tanınma ihtimaline karşı seni patlamada öldü göstermek mecburiyetinde kaldık."
Derin bir nefes alıp devam etti, "Anne ve babanla cenazeden sonra iletişime geçip durumu aktardık yaşlarından dolayı ama sadece ikisi başka kimseye bahsedemeyiz buna kardeşin, kız arkadaşın hatta ve hatta silah arkadaşların da dahil. Bize kalsa anne ve babana da söylemezdik ama Harun Bey yaşlarından ötürü kaldıramayacaklarını düşünüp bizi ikna etti. Şimdi her şey netleştiğine göre görevde izleyeceğimiz yoldan bahsedelim."
Bu sefer söze Kurt girdi, "Ele geçirdiğin bilgilere göre yarın saat 15.30'da..." projeksiyondan bir bölgeyi elindeki lazerle gösterdi ve, "Burada Kasap'ın adamıyla buluşman lazım." Dedi.
"Maho'dan aldığımız bilgiye göre adama, "Postalar iyice birikti bende siz gelmeyince kendim getirdim diyeceksin." Şifre buymuş." Dedi.
"Bilginin doğruluğundan emin miyiz?" dedim zira ona tırnağımın ucu kadar bile güvenmiyorum.
Yüzünde sadistçe bir gülümseme belirdi ve, "Eminiz sıkıntı yapma orasını." Dedi.
"Buluştuktan sonra adama Maho'nun dosyaları başka bir yerde sakladığını ve onlara iletmek için de seni görevlendiğini canın pahasına korumanı emrettiğini falan anlatacaksın sen yaparsın onu zaten ama ne yap ne et seni de yanına almasını sağla. Zaten benim yerleştiğim kampa haber geldi, kasap her kamptan birkaç kişiyi yanına alıyormuş o adam boşa almaz ilaçları denetip kendine sadık hale getiriyordur. Sen o an gözlem yapıp sen de ilacı alıyor gibi davranacaksın. Tüm ilaçları biriktir ve bizim sana gönderdiğimiz biriyle bize ilet ki inceleyip bir panzehir oluşturabilelim."
Bir Sene Sonra
"Evet Kasap'ın sadık askerleri, sizler seçilmiş kişilersiniz! Artık tüm eğitiminiz bitti. Size son bir test yapıp görev yerlerinize göndereceğiz, bundan sonra Kasap'la diğerleri arasındaki tüm iletişimi sizler sağlayacaksınız! Anladınız mı?"
Yüz ifademi sabit tutup tıpkı çevredeki diğer elli kişi gibi yalnızca Erman'ın gözlerinin içine bakarak "Evet." Dedim tekdüze bir tonda.
"Güzel, hepiniz yandaki masadan birer hançer alsın." Dedi. Söylediklerini ikiletmeden hepimiz gidip bir hançer aldık.
"Şimdi karşılıklı olarak iki sıra olun!" dedi ve yine adeta sadık birer köpek gibi verdiği komutu uyguladık. Karşımdaki adamın tıpkı benim gibi ilacı almadığını bilmeme rağmen asla belli etmedim, ben ülkem için almazken o sadece korkudan almayıp tıpkı benim gibi içtiğini sanmalarını sağladı.
Karşımdaki adamın şakaklarından aşağı bir ter damlası süzüldü. Bu bile almadığını belli eden en büyük etkenken karşımdaki salaklarda bunu anlayacak kafa asla olmadı. İlacı gerçekten alan birisi hiçbir duygu hissetmediği için rahat olduğundan bu tepkileri göstermez.
"Şimdi bıçağı kaldırın!" ve dediğini yapıp kaldırdım.
"Ve kendinize saplayın!" dedi yine onu asla ikiletmeyip hızlıca gözümü bile kırpmadan sağ bacağıma sapladım. Sonuçta nereye saplamam gerektiğini söylemediler. İlaç her ne kadar duyguları yok edip onlara bağımlı yapsa da beynimizi kullanmamıza engel olmuyor sadece hisler, duygular yok ve sonsuz sadakat sağlıyor. Ne kadar zekiysen işlerine o kadar yararsın ve o kadar yükselirsin, onu öğrendim. Bizden önce eğittikleri elli kişide aynen öyle oldu, kampta kaldığım bir sene boyunca çoğu şeyi gözlemleme fırsatım oldu ve bunun meyvelerini şu an yiyorum.
Karşımdaki adam hariç hepsi vücudunun çeşitli yerlerine sapladığı bıçakları çıkardı. Erman bana bakıp, "Demek bütün operasyon bilgilerini sızdıran sendin! Sen hemen karşındaki haini öldür!" dedi.
Bense gözümü bile kırpmadan elimdeki bıçağı yan tutup tereddütsüzce boğazını kestim. Başımı çevirmeden gözümle Erman'a baktığımda bana memnun olmuş gibi bakıyordu.
"Sen artık olmuşsun Doğu Kampı'na yola çık hemen, haftanın her cuma günü kampın batısındaki iki kapılı mağarada benimle buluşup sana verdiğim emirleri söylediğim günde ona ileteceksin. Mutlaka her gün kamptan yarım saat ayrılıp etrafta dolaş ki ne günü ne de nerede buluştuğumuzu anlasınlar. Ben gerekli bilgileri vereceğim kimse sana karşı gelemez, anladın mı?" dedi.
"Evet, anladım." Dedim.
Salak beni hiç de uğraşmadan en rahat edeceğim yere, Kurt'un sızdığı kampa gönderiyor. Sonra hiç kimseye bakmadan aylardır yaptığım gibi dik bir duruşla kaldığım çadıra girip eşyalarımı topladım ve kamptan ayrıldım.
Karargahla iletişim kurmak için sakladığım düzeneğin olduğu mağaraya da gidip tüm gelişmeleri aktarınca orayı da toparlayıp ne kadar süreceğini bilmediğim bir görev için kampa gitmek üzere yola çıktım. Umarım sağ salim çabucak biter de içimdeki bu hasreti dindirebilmek için aileme, Asya'ma giderim.
Bu özleme katlanmamın tek sebebi peşine düşen adama rağmen Kurt'un onu sakladığı yerde güvende olduğunu bilmem yoksa bir an görevi bile bırakıp gidecektim ama ona güvenim tam. Sadece haklarında biraz daha bilgi alabilsem içim rahatlayacak ama o kadarına izin yok, Türkiye ile olan tüm bağımı kesmemi istediler, onun peşinde olduklarını duyduğum zaman delirip görevi riske attığım için. Şimdi ise tek duam bir an önce bu işi bitirmek...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 114.32k Okunma |
8.61k Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |