
Asya'dan
Yüzümde hissettiğim hafif dokunuşlarla gözlerimi açmaya çalıştım, sanırım yine uyuya kaldım ve oğluma ait olmayacak kadar büyük olan bu eller Savaş'ın ama kokusu neden Timur'a benziyor!
Tamamen gözlerimi açtığım an aslında uykuda olduğumu fark ettim. Zira karşımda Savaş yerine Timur'un olmasının başka bir açıklaması olamaz!
Hızla göğsüne çekti beni, "Sonunda Asya, sonunda uyandın! Kafayı yemek üzereydim! İyi misin bir yerin acıyor mu ya da bir şeyin var mı?" diye telaşla sorularını sıraladı.
Sırtıma değen rüzgarla odağımı ondan ayırıp etrafa baktım. Ne zaman bunalsam geldiğim tepede, onun dizlerinde yatıyordum. Bu nasıl bir rüya?
"Asya'm kurban olduğum konuş bir şey yap! Tamam biliyorum çok şaşırdın ama her şeyin bir açıklaması var şimdi sadece bana iyi olduğunu söyle!" dedi telaşla.
Bir dakika, ne? Tüm bunlar gerçek mi? Timur gerçekten şu anda benim karşımda ve benimle mi konuşuyor? Bu nasıl olabilir?
"Timur? Gerçek misin, hala uyuyor muyum ben?"
Gözlerinden süzülen bir damla yaş alnıma düştü, hemen tek eliyle silip, "Buradayım, gerçeğim, hayır rüya değil. Sen sakin ol her şeyi anlatacağım, her şeyi konuşacağız ama senin sakin olman gerekiyor tamam mı? Yapabilir misin bunu?" dedi.
Onu öldü sandığım yılların ardından şimdi burada karşımda olması bana ne hissettirmeli bilmiyorum sadece uğuldayan kulaklarım ve hızla çarpan kalbimin farkındayım.
İttim onu üzerimden, "Hayır! Hayır sen burada olamazsın! Öldün sen! Sen içerideyken patladı orası, yandın sen, vücudun bile çıkmadı yalnızca kemiklerin vardı." Elimi boynuma atıp künyesini çıkardım. Sıcaktan eriyip yarım kalan künyesini, "Bak yandın sen bu bile erimiş nasıl karşımda olursun!" ağlayarak başımı sağa sola sallamaktan başka yaptığım hiçbir şey yok, hayır bunu kabul edemem o yok ki, öldü o!
"Asya, ölmedim bak buradayım. Gel hadi bak, dokun bana buradayım."
Sağ elimi kaldırıp ona uzattım ama cesaret edip dokunamadım, titreyen elimi geri indirdim. "Hadi güzelim, hadi dokun bana! Bak göreceksin buradayım." Dedi.
Elimi bir kez daha kaldırsam da cesaret edemedim. Bundan önce her rüyamda olduğu gibi kaybolmasından korktum, tam tekrar indirecektim ki izin vermedi. Havadaki elimi o yakaladı ve sağ yanağına koydu.
Ağlamam daha da şiddetlendi, elimin altında hissettiğim uzayan sakalları beni gerçek dünyaya döndürdü. O hiç sakalını uzatmaz ki ama şimdi karşımdaki adamın sakalları sanki günlerdir kesilmemiş gibi uzun. Tekrar kaybolacağının verdiği korkudan yüzüne bile odaklanamamışım ki...
Sakalları uzamış, sol şakağının hemen üzerindeki saçlarının bir kısmı beyazlamış ve göz çevresi kırışmış. O çok değişmiş, karşımdaki adam sanki on yaş birden almış.
"Timur?" dedim sorarcasına.
"Benim, benim Asya." Dedi.
"Sen, burada nasıl? Sen öldün?" ne dediğimi ben anlamasam da o anlamış gibi ilk geldiğimde oturduğum yere oturup sırtını ağaca dayadı. "Gel, her şeyi anlatacağım." Dedi.
Hala karşımda olmasının verdiği şaşkınlığı atlatmaya çalışarak oturdum yanına, her şey hala rüya gibi olsa da şimdi burada! Gerçekten yanımda, kokusunu alıyorum, sesini duyuyorum ve en önemlisini yıllardır muhtaç olduğum varlığını hissediyorum.
Söze nasıl başlayacağını bilemiyor olacak ki uzun bir süre düşündü, en sonunda derin bir nefes alıp, "O gün o mağarada vardım doğru ama orada yanmadım. Ufak tefek yaralarla çıkarmışlar beni. Gözümü Kilis'te bir hastanede açtım. Detay vermem yasak olduğu için içeriğine pek değinemesem de o gün orada çok önemli bilgilere eriştim. Önemli ve gizli kalması gereken bilgilere." Sustu, başını bana çevirip özlemle gözlerime baktı.
"O kadar alçakça bir amaçları vardı ki gerçekleştirseler bırak Türkiye'yi tüm Dünya'daki insanlar tehlike altında olacaktı. MİT ve sınırlı sayıda askerin bildiği özel bir göreve çıkmam gerekti. Benim bir bekleyenimin olmadığı bir göreve, çünkü dönüp dönemeyeceğim ya da orada başıma nelerin geleceğini kestiremediğimiz olaylar vardı. Bunların birisi de her şeyi unutup vatan haini olabileceğim gibi bir ihtimaldi." Dedi.
Şaşkınlıkla ona baktım, "Nasıl? Timur sen tanıdığım en vatansever insansın. Ülkesine, bayrağına senden daha düşkün kimse olamaz, nasıl böyle şeyler söylersin?"
"Asya olay öyle değil, bak söylememem gerek ama bazı şeyleri anlaman için ufak tefek detay versem iyi olacak. Peşinde olduğum adam çok tehlikeli birisi ve aynı zamanda da hasta. Kimseye güveni olmadığı için birkaç tane alanında uzman bilim adamını kaçırıp kendisi için beynin işlevini değiştirecek bir ilaç ürettirmiş ve bu sayede kendisine tamamen bağlı insanlar yetiştiriyor. Benim mağarada bulduğum belgelerde o adama ulaşmak için tek kozumuzdu ve bunu kullanmak zorunda kaldık. MİT tüm bu ihtimalleri göz önünde bulundurunca hiç bilmediğimiz bir şeye karşı savaştığımızdan herkesi koruma altına almak için en uygun şeyin benim ölümüm olduğuna karar vermiş. Hem beni onlardan hem de sizi benden korumuş oldular böylece." Dedi.
Anlattığı şeyler korkunç! Kim bilir orada nelerle mücadele etti. Peki ya biz, bize söyleselerdi ya bilseydik en azından bu kadar üzülmezdik ama doğru ya askeri bilgi öyle kolay kolay paylaşılmaz. Kafam karman çorman olsa da tek bildiğim o hala aynı kişiyse bizi asla bile isteye üzmez.
"Ben ne düşünmem ya da ne söylemem gerektiğini bilmiyorum."
"Çok normal Asya, beklediğimden daha bile sakin karşıladın beni. Sorun değil tamam mı sadece az önce olduğu gibi kendine zarar verme yeter."
"Beni nasıl buldun?" diye sordum aklıma gelen şeyle. Eğer o bulduysa peşimdekiler de bulabilir mi?
"İlkay söyledi, olanlardan haberim var. Öğrendiğim an her şeyi boş verip peşine düşecektim ama seni canı pahasına koruyacağını söyleyip ikna etti. Buraya yerleştirdikten sonra güvende olduğuna dair birkaç evrak, fotoğraf ve videoda gösterince dayanamasam da peşine düşen adamın, seni bulunca kendi yanında tutabilmek için peşinde olduğumuz adamdan ilaç istediğini öğrenince engel olmak için mecburen ona güvendim. Yoksa emin ol gelir seni canım pahasına korurdum."
Allah'ım tüm bunlar gerçek mi? Ben farkında olmadan neler olmuş!
"O adam, hala peşimde mi?" diye korkuyla sordum.
"Hayır buraya gelmeden önce onu kendi ellerimle öldürdüm. Artık peşinde kimse yok, rahatça hayatını yaşayabilirsin." Dedi.
O adamdan kurtulmanın vermiş olduğu sevinçle bir an her şeyi geride bırakıp boynuna sıkıca sarıldım. Biliyorum aslında bunu en başında özlemden kavrulan ruhum için yapmam gerekse de onun yanımda olmasının verdiği şoktan çıkamadım ki aklıma bile gelmedi. Şimdi sarılınca daha çok fark ettim onu ne kadar özlediğimi.
"Çok özledim Timur, seni çok özledim!"
"Bende özledim güzelim, üç yıl boyunca her Allah'ın günü seni düşünmediğim tek bir an bile olmadı. Senden bir haber alabilmek için Harun Yarbay'a ne kadar yalvardım bilemezsin ama ters bir durum olurda onu öğrenirsem operasyonu mahvederim diye izin vermediler. En son peşine düştükleri haberini kampta alınca her şeyi boş verip yanına gelmek için çabaladım diye sadece ayda bir iyi olduğun bilgisi geldi o kadar, onu da İlkay onlardan gizli yaptı." Dedi.
"Ben iyiyim, sadece ilk başlarda yokluğunla delirecek gibi olunca çalışmanın bana iyi geleceğini düşünüp gönüllü oldum ama başıma gelenleri öğrenmişsin. O zamandan beri buradayım. Sen ne zaman döndün?"
"Aslında birkaç gün oluyor ama İlkay adresi yanlış verdi sanırım. Söylediği adreste başka bir aile kalıyordu. Ben de mahallede olacağını düşünüp bunu söylemekten utanıyorum ama tek tek tüm evleri gözetledim bir süre. Sonra ise seni gördüm bir adamla köpek seviyordun, o an hayatına devam ettiğini düşündüm, ne yapmam gerektiğini bilemedim. Kafamı toplamak için gelmedim, ne yapmam gerektiğine karar vermem gerekiyordu ama en son bugün seni ağlayarak bahçeden çıktığını görünce dayanamadım takıldım peşine hayatında birisi varsa da senden duymak gerçekleri anlatmak istedim, bilmiyorum çok karışığım bende."
"Hayatımda senden başka kimse olmadı." Gerginlikle bana bakan yüzü yumuşadı.
Şimdi ona söyleyip söylememekte kararsız kaldım. Bir oğlu olduğunu elbette bilmeli ama bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Üstelik hala yaşamasının, şu an karşımda olmasının verdiği şoku da atlatamadım. Sanırım onun gelerek bana yaptığı sürprizi bugün ben de aynı şekilde ona yapacağım.
"O ev kuzenimin, burayı seçme sebebim de o zaten. Hem az bilindik bir yer hem de yanımda tanıdığım birisi olsun istedim. Ben başka bir yerde yaşıyorum."
"Bundan bahsetmemiştin bana." Dedi kuşkuyla.
"Evet, bana kızgındı ve benimle uzun zamandır konuşmuyordu o sebeple hiç denk gelmediğin için anlatamamışımdır. Zor durumda olduğumu görünce her zamanki gibi abiliğini yaptı ve yine yanımda oldu."
"Neden kızgındı, bak sana kötü davranmadı değil mi Asya?"
Senin yokluğunla öyle perişandım ki beni gördüğü anda her şeyi yok saydı diyemedim.
"Hayır o öyle birisi değil, bana da benim iyiliğimi istediği için kızgındı. Sonra konuşuruz bunları hava kararıyor artık eve gidelim mi? Nerede kalıyorsun sen?"
"Otelde hallediyorum işlerimi ama birkaç gündür seni bulmakla öyle meşguldüm ki arabada sabahladım." Dedi ensesini kaşıyarak. Hala bazı huylarının değişmediğini görmek güzel. Ayrı geçirdiğimiz senelerde ikimizin de dış görünüşü değişse de onu o yapan özelliklerin çoğunun değişmediğini görmek beni mutlu etti.
"Arabada eşyaların varsa direk bana gidelim mi? Senden bir dakika bile ayrı kalmak istemiyorum." Cümlem biter bitmez aklıma en son bu cümleyi kurduğum zaman geldi ve sonrasında senelerce ayrı kalışımız.
"Yok hayır öyle demek istemedim! En son bu cümleyi kurunca senelerce ayrı kaldık. Ben sadece artık senden ayrı kalmak istemiyorum evet, evet böyle demek istedim!"
Aklıma hücum eden yalnız geçirdiğim o tüm zamanlarla tekrar gözlerimden akmaya başladı yaşlar.
"Şist tamam buradayım ben, sakin ol. Uzun bir süre de yanından ayrılmaya niyetim yok tamam mı?"
"Timur, ben seni çok özledim. O kadar kötü zamanlar geçirdim ki sensiz olmak bir yana senden ayrı aldığım her nefes ayrı bir cehennem gibiydi. Şimdi bile hala burada olduğuna inanamıyorum."
"Benim içinde öyleydi Asya, çok zordu. Tahmin bile edemeyeceğin kadar zordu."
"Tamam ben artık yokluğunla ilgili konuşmak istemiyorum. Hepsini silmek istiyorum aklımdan."
"Tamam güzelim, o zaman son bir şeyi de konuşup tüm üzüntülerimizi burada bırakıp gidelim bu tepeden olur mu?"
"Ne konuşacağız? Yoksa kötü bir şey mi var Timur?"
"Hayır, sadece artık eski hayatına geri dönebilirsin. Burada mı yaşamak istersin yoksa başka bir yerde mi? Onu seçmen gerekli, ben seninle her yerde olurum ama bir saat içinde karargâha bildiride bulunmam lazım. Sürem dolmak üzere."
"Nasıl yani artık burada kalmama gerek yok mu? Kurt adamı halletse bile bir süre daha burada kalıp güvenli olduğuna iyice emin olması gerektiğini söylemişti."
"Merak edeceğin bir durum kalmadı. O iti de çevreye dağılmış ne kadar adamı varsa da hepsini tek tek hallettik. Tamamen güvendesin şimdi."
"Peki sen ne olacaksın? Öyle her yere gitmene bir şey demeyecekler mi?"
Onun mesleğini ne kadar sevdiğini biliyorum, dağlara yakın olup timiyle yaptığı dillere destan operasyonları da ama ben şimdi İstanbul'u istiyorum desem peşimden sorgusuz geleceğini de biliyorum.
"Zorunlu görev süremin çok çok üzerinde doğuda kaldım, tabi yine belli zamanlarda özel operasyonlar olur ama onun dışında nerede istersen orada yaşayabiliriz."
Onu sevdiği bir şeyden mahrum bırakmak istemiyorum hem de benim de gönlümde olan her zaman gidip hayatımın bir döneminde orada yaşamak istediğim bir yeri söylemek istiyorum.
"O zaman Mardin'e gidelim. Hep çok merak etmişimdir ama hiç gidip görmek nasip olmadı. Hem senin işin için de iyi olacağını düşünüyorum."
Şaşkınlıkla bana baktı, "Sen ciddi misin Asya?" dedi. Evet onu şaşırttığımı biliyorum ama onca zaman ondan ayrı olunca benim de artık boş şeyler için onu üzecek bir anım bile kalmadı. Ha İstanbul ha Mardin yanımda o olunca her yer bana Dünya'nın en güzel yeri gibi gelir.
"Evet ama artık gerçekten gitmemiz lazım. Hadi kalkalım bunu sonra daha detaylı konuşuruz. Sen Mardin olarak bildirebilirsin gerçi ben oraya gelebilir miyim bilmiyorum. Uzun zamandır kendi mesleğimi yapmadım onu araştırmam lazım."
"O sorun değil, devlet korumasındasın ben hallederim onu. Neden bu kadar acele ediyorsun anlamadım ama gidelim bakalım evinize Asya Hanım." Dedi beni güldürmeye çalışarak. Sanki o yanımdayken mutsuz olabilirmişim gibi... Sadece bir oğlun olduğunu öğrenince ne yapacaksın çok merak ediyorum Timur. Umarım mutlu olursun.
Ağaç dibinden kalkıp yürümeye başladığımız an elimi sıkıca tuttu. İşte o an fark ettim ki o da en az benim onu kaybetmemden korktuğum kadar beni kaybetmekten korkuyor.
Yolu yarıladığımız an Savaş'a oğlumuzu yarım saate getirmesini yazmıştım ve şimdi ben evin kapısını açarken gerginlikten anahtarı bile tutamıyorum. Timur'sa çatık kaşlarıyla eve bakarken bir yandan da benim bu halimin sebebini öğrenmek için bana bakıyor.
Tam anahtarı yuvasına sokmuştum ki beklediğim şey oldu, "Babaa!" minik adımlarının sesi ve ardından Timur'un bacaklarına sarılan oğlumuz.
Arkamı döndüğüm an hem Timur'un hem de Savaş'ın şokla öylece durduklarını gördüm.
Savaş gözlerime durumu anlamaya çalışır gibi bakarken zira evin her köşesinde fotoğrafı olan bir adamı tanımamasına imkân yok, Timur ise soru işaretleri ile bakıyor.
Timur'a gözümden akan bir damla yaştan sonra onaylamak için başımı salladım. Kendimi hiç konuşabilecek gibi hissetmiyorum şimdi. Hem o beni konuşmasam da anlar... Savaş'sa neler olduğuna anlam veremese de bir şeylerin farkına varıp, bana bir baş işareti yapıp çıktı kapıdan. Bu daha sonra konuşacağız ama şimdi durumu çözmen lazım demekti.
"Baba! Bir daha gelmeyeceksin sandım, çok korktum!"
Başımı tekrar bu hayatta âşık olduğum tek ikiliye çevirdiğimde ise hala aynı pozisyonda durduklarını gördüm. Timur şokla bacağına sarılan oğluna bakarken, Alparslan sonunda babasına kavuşmuş olmanın heyecanı ile ona bakıyor.
Timur'a kendine gelmesi için zaman kazandırmak adına Alparslan'a eğilmek için hamle yaptığım an bana bakıp yapma der gibi başını salladı ve yıllardır hayalini kurduğum, kafamda binlerce kez canlandırmaya çalıştığım o sahneyi gerçekleştirdi. Oğluna sıkıca sarılıp kucağına aldı, onu tanıdığım andan beri bir kez bile titremeyen elleri oğlunu kucağına alırken öyle bir titriyordu ki bu anı hayatımın sonuna kadar hatırlayacağıma emin oldum.
"Geldim, geldim oğlum..." dedi. Oğlum derken sesi öyle bir titredi ki daha fazla tutamadım kendimi, usul usul bir kez daha aktı gözlerimden yaşlar. Bugün resmen ömrüm boyunca yetecek kadar ağladım.
Oğluna o kapı önünde dakikalarca gözleri kapalı, burnu saçlarında kokusunu derin derin içine çekip öylece sarıldı. En sonunda gözlerini açıp bana baktığında kıpkırmızı gözlerini görmemle burukça gülümsedim ona.
"Anne haklıymışsın babam beni seviyormuş! Bak geri döndü, seviyormuş! Sevmeseydi gelmezdi! Seviyorsun değil mi baba?" ilk cümleleri bana olsa da son sorusu ona oldu. İşte o an bana bakan gözerinden binlerce duygu geçti. Keder, suçluluk, pişmanlık ve daha nicesi. İşte o an anladı benim nelerle mücadele ettiğimi. Gözlerinden geçen son şeyse büyük bir özür oldu, gözlerime tüm yaşananlar için özür diler gibi baktı. Onu her zaman anladığım gibi bu sefer de anladım ama artık yanımızda ve ben gerçekten onsuz olan her anı silip atmak istediğim için sadece gülümsedim. Gülümsemem acı dolu olsa da içinde artık rahatlığı ve mutluluğu da barındırıyor.
"Seviyorum oğlum, çok seviyorum hem de." Diyebildi sadece. Artık içeri girmemiz gerektiği için kapıyı bu sefer hızlıca açıp geri çekildim geçebilsinler diye, Timur kucağında Alparslan'la kapıdan adım atınca tam karşısında duran kocaman portresini görüp duraksadı.
"Seni tanısın, bilsin istedim." Diye fısıldadım. Oysa yalnızca şükreder gidi baktı gözlerime.
Kucağındaki oğlumuza baktığımda babasının kolları arasında huzurla uyuduğunu gördüm. Günlerdir camda onu bekleyip, o küçücük aklıyla kafasındaki düşüncelerden doğru dürüst uyumadığı için şimdi babasının kollarında rahatlayıp uyumuş olmalı.
"Uyumuş." Dedim.
Kafasını biraz eğip bakınca yüzünde bir gülümseme oluştu, "Odasına yatıralım istersen, rahat et sende." Dedim anlayışla.
"Biraz daha kalabilir mi?" diye sordu çekingence. İşte o an kalbimde derin bir sızı hissetim. Yeni kesilen ağlamam tekrar başlamasın diye yanaklarımın içini ısırıp başımla onayladım.
Koltuklara oturduğumuz an hala bana rüya gibi gelen bu sahneyi izledim öylece. Ben onu, o oğlunu...
"Adı ne?" dedi uyanmaması için kısık bir tonda hala titreyen sesiyle.
"Alparslan... Senin adın başarılı bir kumandan ismi olunca ben de oğlumuza senden bir şeyler kalsın istedim. Senin gibi vatan aşkıyla yanan, ülkemizi Türklere yurt yapan büyük kumandan Alparslan'ın adını verdim. İsimlerinizi aldığınız yöneticiler gibi senin gibi ülkesini, halkını, bayrağını ve vatanını seven iyi bir insan olsun istedim."
Gözleri gururla parladı, hala kolları arasında olan oğlunun kokusunu tekrar içine çekip saçlarına öpücükler kondurdu.
"Ah Asya'm, kim bilir nasıl zorlandın..." dedi hüzünle, sonra aklına bir şey gelmiş gibi bana baktı ve "Nasıl öğrendin?" dedi.
Ona Tüm gerçeği söylemek istemedim, "Suriye'ye çıkarken iğne olduğum için adetim kesildi sanıyordum, oradayken hiç farkına varamadım. İlkay beni aldıktan sonra Türkiye'ye döndüğümüzde bayıldım, beni hastaneye götürmüş orada üç aylıkken öğrendim. Sonrası ise onu korumak için ne gerekiyorsa, İlkay ne derse onu yaptım, işte şimdi buradayım."
Durup derin bir nefes aldıktan sonra devam ettim, "Arada senin mezarına gelmek için Ankara'ya gelmemiz dışında hep buradaydım." Dedim yine hatırladığım için boğuklaşan sesimle.
Çekinerek, "Ailenin haberi var mı? Nasıl karşıladılar?" diye sordu. Eminim bu halinin tek sebebi beni yalnız bıraktığı için duyduğu suçluluk.
"Pabucum dama atıldı, benden çok seviyorlar artık ama güvenlik sebebiyle yalnızca görüntülü konuşabildik. Aslında senin annenlere de haber vermek istedim ama ulaşamadım onlara hiç. Oğlunuzdan kalan emanetinizi getirdim size diye evinize gittim fakat taşındıklarını öğrendim. Elimde olan numaraları da kullanmıyorlardı, özür dilerim haber veremedim onlara ama gerçekten ulaşmak için elimden gelen her şeyi yaptım. Hastane kayıtlarından bile sorgulattım ama bir anda yok oldular sanki." Dedim kendimi açıklamak için.
"Senin suçun değil, deşifre olma ihtimalime karşı devlet tarafından koruma programına alındılar. Ben biliyorum seni, bana açıklama yapmana gerek yok tamam mı?"
Konuşmamızı bölense Alparslan'ın birden "Baba!" diye bağırarak uyanması oldu.
"Şişt buradayım oğlum, sakin ol!" dedi aynı bana yaptığı gibi onu da telkin etmeye çalışarak.
"Gittin sandım baba! Çok korktum."
"Buradayım oğlum, artık öyle uzun süreli gitmek yok. Hep yanınızda olacağım."
Baba oğul sarılıp hasret giderirken yüzümde uzun zamandır görülmeyen gerçek bir gülümsemeyle ikisini izledim. Oğlumuzda mutluluk ifadeleri giderek artarken Timur'da ise şoktan yeni çıkmasının verdiği şaşkınlık vardı.
"Baba biliyor musun biz annemle sana gelmiştik, hem de bir sürü yol gittik. Büyüdüğün evmiş orası hatta babaannem de orada yaşıyormuş ama işleri çıkmış sen de yoktun zaten bana ben biliyordum sen yine süper kahramanlık yapıyordun kesin ben biliyorum. Sonra annem beni orada doktora götürmüştü..."
Timur endişeyle bana baktı, henüz baba olduğunun haberini yeni almış olsa da çabuk adapte oldu.
"Sonra doktor abiler bana dedi ki sen çok zekisin! Yaa ben çok zekiymişim annem sana çektiğimi söylüyor hep, gerçekten sana mı çekmişim baba?"
İlk önce ne yapacağını bilemez gibi bana baksa da sonrasında yüzünde anlayış dolu bir gülümseme ile oğluna baktı, "Eminim hem bana hem de annene çekmişsindir oğlum. Hem öyle olmasan da bu bir problem değil ama artık geç oldu senin şimdi uyuman gerekmiyor mu?" dedi.
Konuşmamız gereken çokça şey olduğunun o da farkında olmalı ki bize alan açmak için uyumasını istemesi oldukça doğal.
"Hayır! Uyumayacağım, o zaman gidersin!" Alparslan babasına kızıp bağırsa da davranışının aksine sıkıca sarıldı ona.
"Oğlum..." dedi şefkatle ve tutuşunu güven vermek için biraz daha sıkılaştırıp başına şefkat dolu bir öpücük konurdu, "Ben geldim, artık hep seninle olacağım. Endişelenmeni gerektiren bir şey yok. Seni şimdi ben uyutayım söz veriyorum sabah kalktığın an hemen burada yanında olacağım, birlikte güzel bir kahvaltı yapıp sonra ise en sevdiğin filmi birlikte izleyip ne oynamak istersen onu oynayacağız tamam mı?"
"Söz mü?" dedi umutla babasının gözlerine bakıp.
"Söz, baba sözü hem de! Babalar verdiği tüm sözleri tutarlar."
"Tamam ama ben uyuyana kadar yanımda kalsan olur mu baba?"
"Kalırım oğlum, kalırım tabii."
Ayağa kalktım, "Hadi o zaman, ben sütünü ısıtırken sende babanı odana götür ve pijamaların giydirsin sana sonrada doğruca rüyalar alemine küçük bey!" dedim otoriter olmasını istediğim bir tonda. Zira küçük oğlum maalesef ki süt içmekten pek hoşlanmıyor ama gelişimi için önemli olduğundan biraz zorluyorum bu konuda.
"Ama anne..." diye söylense de tamamlamasına izin vermeden süt içmemek için gireceğimiz münakaşayı kesmek için, "Bak baban burada şimdi ona sorabilirsin süt içtiği için mi bu kadar güçlü ve uzun olduğunu, bana inanmıyordun." Dedim bir yandan da Timur'a bana uyması için gözlerine bakarken.
Timur oğlunun merakla ona baktığını görünce, "Evet, kesinlikle annemin verdiği her şeyi yiyip süt içtiğim için bu kadar uzun oldum." Dedi. Bizim küçük beyse başını biraz daha geri çekip kolları arasında durduğu babasını baştan ayağa süzüp bana dönüp telaşla söylendi, "Hadi anne bir an önce getir sütümü hemen içmem lazım. Ben de babam gibi olacağım!" dedi hevesle.
"Emredersiniz beyefendi, hemen geliyor sütünüz."
*
Alparslan uyuyana kadar yanında durmuş tıpkı hep hayal ettiğim gibi birlikte onu uyutmuştuk. Şimdi ise tıpkı eski zamanlardaki gibi dip dibe oturmuş başım göğsünde onca yılın acısını çıkarırken bundan sonra neler olacak diye düşünüyorum.
"Nesi var? Neden doktora götürdün Asya hasta değil o iyi değil mi?" dedi en sonunda endişeyle.
"Değil, o iyi merak etme. Sadece gözlemlerim sonucu diğer çocuklardan biraz farklı olduğunu anlayınca emin olmak istedim."
Oturduğu yerde dikleşip bana baktı, bende bu hareketiyle yüz yüze gelebileceğimiz şekilde kalktım göğsünden ama hala dizlerimiz yapışık temas halinde durdum. Çünkü ona bir an dokunmasam buradaki varlığı hayal gibi geliyor.
"Alparslan özel bir çocuk Timur. Diğer çocuklara göre her şeyi çok erken oldu, konuşmaya başlaması, yürümesi ve en önemlisi algısı o yaş aralığı için hep çok erken gerçekleşti. Ben de onu çocuk gelişim uzmanlarına götürdüm."
"Bu iyi bir şey mi?" kaşları çatılmış anlattıklarımın ne anlama geldiğini çözmeye çalışır gibi bana bakıyor.
"O üstün zekalı. Şu an fiziksel olarak üç yaşında olsa da zihin gelişimi açısından tahmini beş altı yaşındaki bir çocukla aynı düzeyde. Bunun üzerine gider de gelişimini desteklersek ileride kendisini çok daha fazla geliştirebilir. Bu konu henüz yeni netleşti, test sonuçları falan. Emin olmak için bir süre gerekliydi, raporlar da bir hafta önce elime ulaştı zaten. Eh bir de gizlilik durumu vardı, daha erken gidemedim. Kafama göre buradan ayrılamadığım için anca işte."
Gözlerinde şefkatle bana baktı, "Asya seninle öyle çok gurur duyuyorum ki ne söylesem az kalır. Hayal edebileceğimden çok daha mükemmel bir anne olmuşsun ve oğlumuz... Ah hala çok tuhaf geliyor resmen bir günde baba oldum ve oğlum üç yaşında ama o, o kadar güzel ki ne desem bilmiyorum. Beni seçtiğin için teşekkür ederim."
"Aslında en çok annene teşekkür etmek lazım unuttun mu her şey onun sayesinde başladı, flörtünü aradan çıkardım ben sadece." Dedim ona takılarak, tıpkı eski günlerdeki gibi.
Ne yapmaya çalıştığımı anlamış olacak ki yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu ve "Tabii nasıl unuturum, son flört bükücüydün sen." Dedi o da bana oyunbaz bir ifadeyle sonra ise önce dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu ve beni tekrar göğsüne çekti.
Kurduğumuz son cümleler bunlar olsa da yaptığımız son şey üzerinde oturduğumuz küçük koltukta göğsüne iyice gömülmem ve onunda beni sıkıca sarmasıyla yıllardır ilk kez gönül rahatlığıyla kapattığımız gözlerimiz oldu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 114.32k Okunma |
8.61k Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |