50. Bölüm

FİNAL

Bir Bulut Kalemi
birbulutkalemi

"Anne! Anne kalksana babam yok!" yüzümdeki minik ellere daha fazla dayanamayıp gözlerimi açtım. Dün gece Timur'la uzandığım koltukta üzerimde bir battaniye ile yatıyordum. Bunu üzerime ben almadığıma göre Timur örttü.

"Anne kime diyorum ya! Babam yok kalksana, nereye gitmiş? Ara onu hadi gelsin geri ben daha bir sürü şey yapacağım babamla."

İlk başta uyku sersemliği ile endişelensem de burnuma gelen mantarlı omlet kokusu ile rahatladım. Burada ben ve Timur dışında yapabilecek kimse yok, ben yeni uyandığıma göre mutfakta olsa gerek.

"Annecim her yere baktın mı?" dedim doğrulup Alparslan'ı kucağıma alarak.

"Yanımda değildi, banyoda yok, sizin odanızda da yok. Hani anne babalar aynı odada kalıyor ya oraya da baktım, e senin yanında da yok. Yok işte babam anne! Geri mi gitti, gitmesin ki ben onu çok özlemiştim hiç oynayamadım. Ne olur gitmesin geri gelsin anne, ara lüffen onu."

Panikten konuşmasında kaymalar olması kulağıma çok sevimli geliyor, özellikle lütfen yerine lüffen demesi yok mu öldürüyor beni. Biliyorum bulunduğu durum kötü bu korkuyu yaşamasa çok daha iyi olurdu ama babası artık hep bizimle, zamanla yenecek bu korkusunu.

Daha fazla üzülmesine dayanamadım, ayağa kalkıp onu da kucağıma aldım, "Gel bakalım, bence babanın sana bir sürprizi var. Şöyle çek bakalım kokuyu bir içine." Dedim.

Söylediklerimi idrak ederken aynı Timur gibi tek kaşını kaldırıp yüzüme baksa da dediğimi yapıp gözlerini kapatıp kokuyu içine çekti.

"Annee mantar kokuyor! Ne zaman yaptın?" bir an için hiç beklemediğim bir şekilde mantarı çok seven oğlum en sevdiği şeyin kokusunu alınca babasını unuttu.

"Ben yapmadım, beni sen uyandırdın unuttun mu?" dedim burnunu ısırıp.

"Hii! Babam mı yaptı?"

"Evet baban yapmış bence, mutfağa gidip bakmaya ne dersin?"

Eminim tüm bu tantanayı mutfakta olsa bile dinleyen Timur yaptığı yemekler yanmasın diye yanımıza gelemedi. Bu huyunun da değişmemiş olması beni çok mutlu etti. Eskiden de böyleydi ben yemek yaparken genelde bir şeylere dalıp unutup yakarken onun yaptıkları şeflerle yarışır gibi olurdu. Kendisi yaptığı her şeyi ciddiye aldığı gibi yemek işini de fazlaca ciddiye alırdı.

Mutfak kapısına geldiğimizde tam da tahmin ettiğim gibi ocak başında menemen yaptığını gördüm. Allah'ım şükürler olsun sana bu anı o kadar özlemişim ki karşımda olması bile yetmedi. Sızlayan burnum ve bulanıklaşan gözlerim birazdan ağlayacağımın habercisi olduğu için Alparslan'ı kucağımdan indirip titreyen sesimle, "Siz başlayın ben geliyorum hemen." Deyip odama koştum. Fark ettiğini bilsem de oğlumuzu korkutmamak için yanıma gelemediğine eminim.

Sesim çıkmasın diye dudağımı ısırıp sessiz hıçkırıklarla çöktüm yatağın dibine. Niye ağladığımı bile bilmiyorum. O burada, yanımda ve durumu da iyi ama içimdeki bu acı geçmiyor.

Kapı sesiyle kafamı kaldırmasam da onun geldiğini anladım. Kokusu kendisinden önce geliyor. "Asya'm, güzelim ne oldu?" yanıma oturup sımsıkı sarıldı bana. Endişeden kalbi bir kuşunki gibi hızlı hızlı çarpıyor.

"Ben bilmiyorum Timur, seni öyle mutfakta bizim için bir şey hazırlarken görünce kötü oldum. O kadar hasret kalmışım ki sana, tutamadım kendimi mutluluk göz yaşları sanırım ya da biraz rahatlamaya ihtiyacım vardı herhalde bilmiyorum. Sen yokken kendimi hep o kadar sıktım ki oğlumuza psikolojik bir zarar vermeyeyim diye şimdi sen gelince rahatladım, en ufak bir şey bile böyle yapıyor. Ben bilmiyorum, emin değilim tahmin sadece." Duraksayarak tane tane konuşmamı bölmeden dinledi beni.

"Hiç önemi yok, ben buradayım artık. Ne yapmak istersen onu yapacaksın, ağlamak mı istiyorsun ağla ya da gülmek mi katılana kadar gül. Ben artık yanındayım ne yaparsan yap hiçbir şeyden endişe etmene gerek yok tamam mı? Her şeyi ben halledeceğim. Sen çok savaştın, sıra ben de artık." Sırf görevi uğruna yanımızda olamadığı için kendisini suçlu hissetmesine gönlüm razı gelmedi.

"Sen yanımda, yanımızda ol da o yeter bana."

"Hadi bakalım Asya Hanım bugün yapacak çok işimiz var bir an önce kalkın da kahvaltımızı yapalım."

"Allah Allah ne işimiz var acaba? Benim neden şimdi haberim oluyor?"

"Sen uyurken annemlerle konuştum, anlattım her şeyi az çok tanıdın annemi yerinde duramadı kaldırmış evdekileri buraya geliyorlardı zor ikna ettim yarın gelin diye. Eh bende madem onlar geliyor dedim sizinkileri de aradım."

"Ne?" Şokla bakakaldım yüzüne, umarım annemler birden Timur'la konuşunca kalpten gitmemişlerdir.

"Merak etme açıkladım her şeyi. Dedim ya artık ne kadar sorun varsa hepsini ben halledeceğim, senin yapman gereken tek şey artık rahat bir nefes alabilmek. O yüzden onlar gelmeden kahvaltımızı yapıp biraz oğlumuz ve seninle vakit geçirmek istiyorum."

"Tamam, sen git Alparslan'a bak ben de bir elimi yüzümü yıkayıp geliyorum."

Yine geldi ve sanki hayatım sihirli bir değnek dokunmuş gibi değişmeye başladı. O kadar uzun zaman bütün problemlerle kendi başıma uğraştım ki şimdi her şeyi bir başkasının benim yerime yapması, bütün problemlerin birden yok olması imkansızmış gibi geliyor.

Onsuz geçen tüm o zamanı yok saymaya karar verdim tam da bu anda. Öncesinin bir önemi yok, artık geçmişte yaşamak istemiyorum. Önüme bakacağım çünkü biliyorum ki eğer Timur'a bir seçenek sunulsaydı o benim acı çekmemi hiç istemezdi. Tamam belki görevi kabul etmezdi diyemem ama acı çekmemize izin vermezdi diyebilirim hem de tüm kalbimle! Zira o bir asker, eğer bir askerle birlikteyseniz onlar için vatan aşkının çoğu zaman hatta genellikle her şeyin önüne geçebileceğini bilmeniz gerekir. Bir Türk askeri önce vatanı sonra ise o vatanın içindeki sevdiklerini düşünür. Eğer vatana bir zeval gelirse içindekilerin hiçbir önemi kalmaz...

"Anne!"

"Asya! Hadi seni bekliyoruz."

Düşüncelerimi babalı oğullu böldüklerinde kalkıp yüzümü yıkamak için lavaboya girdim, bugün hayli uzun olacak belli.

*

Bütün günümüz ailecek oyun oynayıp, animasyon izleyerek ve bir şeyler yiyerek geçti. Ara ara Timur telefonla konuşmak için yanımızdan ayrılsa da bu kalan hayatımızın düzene girmesi için yapması gereken görüşmeler olduğu için fazla takılmadım.

Şimdi ise akşam olmuş Alparslan'ı yatağına yatırmış yanına da kendisi uzanmış Timur'un elindeki kitabı inceleyen ikiliyi izleyip sonunda bu günleri görebildiğim için şükrediyorum.

Çok geçmeden oğlumuzun yorgunluktan uyuyakaldığını fark etsem de hemen söylemedim. Onu bu halde biraz daha izlemek istiyorum. Bu hayalini bile kurmaya korktuğum bir görüntüydü bir zamanlar, şimdi ise karşımda kanlı canlı duruyor hala inanılmaz geliyor.

Elindeki kitabı kapatıp yandaki şifonyerin üzerine bıraktı. Zaten ben neden fark etmediğini düşünüyorum ki ne kadar iyi bir asker olduğunu unutmuşum, çevresindeki her şeyi fark etmek onun işi. Uyandırmamak için dikkatlice kalkıp üzerindeki yorganı düzeltti.

"İtiraf et hadi bir kez daha âşık oldun bana değil mi?" dedi yüzünde muzip bir gülümsemeyle.

Kapıyı kapattıktan sonra bana dönmesini fırsat bilip parmak uçlarımda yükseldim ve dudaklarımı dudakları ile buluşturdum, "Hem de her bir zerrene." diye fısıldadım.

Geniş göğsü derin bir iç çekişle yükseldi, "Odaya senin için bir şey bıraktım, benim için onu giyip gelebilir misin?" diye sordu.

"Ne bıraktın? Bir yere mi gideceğiz, Alparslan evde yalnız kalamaz Timur."

"Sen sadece git hazırlan, gerisi bende. Merak etme kuzenine ulaştım birazdan burada olur biz gelene kadar o bekleyecek. Hadi sen de daha fazla soru sorma git ve giyin."

Gözlerime öyle bir baktı ki hayır demek içimden gelmedi. Son bir kez öpüp odaya geçtim, o ise çalışma odası olarak kullandığım odaya.

Yatağımızın üzerine beyaz satenden dökümlü bir elbise yine aynı renkte bir ayakkabı bırakmış, ne zaman bıraktığına dair ise en ufak bir fikrim bile yok. Tıpkı dediği gibi hiçbir şeyi sorgulamadan sadece ona uymaya karar verdim. Fazla bekletmemek için hızlıca giyince, elbisenin büyüsünü bozmamak adına doğal tonlarda makyaj ve saçlarıma ise doğal dalgalar yaptım.

Ben saçımı yaparken duyulan kapı sesiyle Savaş'ın geldiğini de anlamıştım tabii. Bu kıyafetle burada gidilecek çok fazla mekân olmaması da beni ayrı bir meraklandırsa da gittiği yere kadar çenemi kapalı tutup yıllar sonra bana yaptığı ilk sürprizin büyüsünü bozmamaya çalışacağım.

"Büyüleyici görünüyorsun, yakışacağını biliyordum ama bu halin hayallerimin de ötesinde Asya." Ne ara geldiğini anlamadığım Timur kapının pervazına yaslanmış beni izliyordu. Üzerinde beyaz bir gömlek ve krem tonlarında bir pantolonla onu görmeye hiç alışık olmadığım bir tarza bürünmüştü ve bu beni iyice meraklandırdı.

"Sen de çok şıksın, ilk defa bu tarz da görüyorum seni. Daha çok giymelisin bence yakışmış."

Elindeki beyaz fuları gösterip "İste yeter ki güzelim, izin verirsen şunu da gözlerine bağlayalım ki tam olsun ne dersin?" dedi.

"Şimdi mi?"

"Evet."

Başımla onaylayınca birkaç adımda arkama geçti, fularla nazikçe kapattı gözlerimi. Sonrası ise benim için oldukça yavaş ve merak uyandırıcı bir yolculuk oldu ama sonunda duran arabayla geldiğimizi anladım.

"Bekle inmene yardım edeceğim, henüz görmemen lazım."

"Tamam." Diyebildim sadece ve sonrasında arabanın kapılarının sesleri ile ellimde ellerini hissettim.

"Korkma seni kucağıma alacağım bu ayakkabılarla gidebileceğinden emin değilim biraz yanlış bir seçim olmuş heyecanıma ver olur mu?" dedi mahcupça.

"Hiç önemli değil, kollarında olmayı her zaman sevmişimdir zaten."

Kucağında benimle ağır ağır yürürken bana karşılık vermekten de geri kalmadı elbette.

"Demek kucağımda olmayı seviyorsun. Bunu öğrendiğim iyi oldu."

"En az seni sevdiğim kadar." Diye karşılık verdim. Geçen birkaç dakikanın ardından, "İşte geldik, şimdi seni yavaşça indireceğim." dedi ve dediği gibi yavaşça indirdi. Kollarıma değen gömleğinden hemen arkamda olduğunu anladım ve gözümdeki fuları çözen elleriyle de buna emin oldum.

Gözlerimi açtığında ise karşımda sürekli ağlamak ve onu anmak için geldiğim tepeyi gördüm. Yere bir örtü serilmiş, etrafı mumlarla donatılmış ve arkasındaki büyük ağacın dallarına ise fenerler asılmıştı.

Kelimenin tam anlamıyla büyülendim. Benim için acılarıma ev sahipliği yapan bu yer şimdi o kadar güzel ki bu görüntü karşısında ne tepki vermem gerektiğini dahi bilmiyorum.

Şoktan biraz çıkıp arkama dönmüştüm ki Timur'u dizlerinin üzerinde elinde bir yüzük kutusu ile buldum. O an Dünya benim için durdu, yeryüzünde yalnızca o ve ben kaldık. Güneşe benzettiğim gözleri arkamdan yansıyan ışıklarla iyice sarılaşmış, yüzünde ise şimdiye kadar gördüğüm en yumuşak ifadeyle bana bakıyor.

"Buraya gelene kadar bu anı kafamda milyonlarca kez tekrarladım. Hatta öyle ki görevde boş kaldığım her an bu anın hayali ile ayakta durdum. Dedim ki dayan oğlum şimdi zorlanıyorsun ama dönüşte sevdiğin kadına kavuşacaksın, işte şimdi buradayım. Dizlerimin üzerinde bundan sonra hayatımın kalanını yanında geçirmek istediğim kadına benimle yaşlanmak isteyip istemediğini soracağım ama bir türlü doğru kelimeleri bulamıyorum. Sana ne söylesem, nasıl sorsam az kalırmış gibi geliyor, o yüzden doğruca süslü kelimelere hiç girmeden soracağım ama bil ki benim bütün kelimelerim sana olacak. Asya'm benim güzel sevgilim, bundan sonraki hayatının tüm günlerini bu huysuz adamla geçirmek ister misin?"

Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyor, bilincim öyle uzaklaştı ki benden şu anda taşikardi geçirip geçirmediğimi bile anlayamıyorum. Sesimi kontrol edebilmek adına boğazımı temizlemeye çalışıp, "İsterim. Dünya'da bundan daha fazla isteyeceğim hiçbir şey yok şu an, evet seninle evlenirim Timur..."

Birbirimizden aldığımız küçük öpücükler, bolca sarılma ve de muhteşem güzellikte hazırlanmış bu yerin keyfini tüm gece çıkardık. Tıpkı hayalini kurduğum gibi o sabah güneşi birlikte izleyip bundan sonraki hayatımız için yeni bir adım attığımız ilk günü karşıladık. Tüm gece ayakta kaldık ama değdi...

*

"Kızım baban sosladığımız etleri soruyor, nereye koydun?"

"Orada anne masanın üzerinde, ağzını kapatmıştım sosu iyice çeksin diye."

"Tamam yavrum ben bunları çıkarıyorum, Gülten Hanım'a seslen istersen namaz kılmaya girmişti içeri birazdan hazır olur, diğerleri pişti sıcak sıcak yiyelim."

"Tamam salata bitsin bakarım ben şimdi. Timur'la Alparslan geldi mi?"

"Aman kocasını da merak edermiş, geldiler merak etme babana yardım ediyorlar."

O Büyülü günün üzerinden tam bir hafta geçti. Sabah eve geçtiğimizde hem kendi annemleri hem de Timur'un ailesini bahçemizde bulduk. Hepsinin gözünde hem merak hem de büyük bir mutluluk vardı. O gün akşama kadar özlemle, mutlulukla birbirimize kenetlenip bolca vakit geçirdik. Hayatımın belki de en mutlu olduğum günlerinden birisi olabilir.

Akşamına ise aldığımız bir haberle ertesi gün soluğu belediyede alıp hemen nikah için işlemleri başlattık. Bundan sonra bir dakika bile ayrı kalmak istemediğimiz ve de aynı yere atamamızın olması için evlenmemiz gerektiğinden düğündü nişandı istemedik. Artık tek isteğimiz hiç ayrılmamak. O sebeple iki gün önce küçük bir törenle nikahımız kıyıldı, aile arasında küçük bir kutlama olması için de bugün bahçemizde mangal yapmaya karar verdik.

"Asya, yardım lazım mı kızım? Var mı yapılacak bir şey?" Gülten annem girdi içeri, ona anne demek hala çok tuhaf gelse de alışmaya çalışıyorum. Önceden de onunla iyi anlaşıyorduk ama sanki şimdi çok daha iyiyiz ya da evlendiğimiz için ben de öyle hissediyor olabilirim hiç emin değilim. Her şey daha yeni, çok yeni hem de sadece zaman lazım biraz.

"Yok anne geç sen bahçeye her şey hazır, salatayı soslayıp geleceğim ben de zaten."

"Tamam kızın."

Sosu da salataya ekleyip karıştırdıktan sonra alıp bahçe kapısına çıktım. Kısa bir duraksayıp bahçede neşe içinde sohbet eden aileme baktım. Mutluluk bu olsa gerek sanırım.

Hepsi masada otururken Alparslan babasının omuzlarına çıkmış, Timur'sa mangaldaki etleri çeviriyordu. Biliyorum onun için büyük bir travma oldu babası gidecek diye yanından hiç ayrılmak istemiyor ama o da alışacak. Artık babası hep yanında olacak, dediğim gibi biraz zaman lazım zamanla her şey oturacak.

Sanki burada olduğumu bilir gibi kafasını kaldırır kaldırmaz baktığı için Timur'la göz göze geldik. Onun yüzünde de aynı bende olduğu gibi huzurlu bir tebessüm vardı.

Masaya ulaştığımızda ikimizde elimizdekileri masaya bıraktık, "Ver bakalım torunumu da bugün yemeğini ben yedireyim evladım." Babamın Timur'a seslenmesiyle Timur oğlumuzu indirip babamın yanına oturttu.

"Dede ben yemek yemeyi biliyorum ki annem öğretti bana, kendim yiyebilirim." Oğlumuzun konuşmasıyla masada gür bir kahkaha tufanı koptu.

"Tamam o zaman küçük bey iki dedenin ortasına otur da biraz özlem giderelim sen kendin yemeğini yerken."

"O olabilir dede, tamam giderelim. Nasıl yapacağız peki? Sarılıp mı yemek yiyeceğiz? Ben ne zaman annemi özlesem ya da babamı hep sarılmak istiyorum."

Sözleriyle herkesin yüreği burkulsa da artık o günlerin geçmesi içimizi ferahlatan bir durum haline geldi. Onlar kendi aralarında konuşmaya dalarken kulağımda Timur'un nefesini hissettim.

"Haber geldi, istediğin gibi Mardin'e gideceğiz. Yeni hayatımıza orada devam edeceğiz."

Heyecanla döndüm ona, "Gerçekten mi?" dedim tekrar onaylatma ihtiyacı ile çünkü ne yalan söyleyeyim hala içimde bir yerde olmama korkusu vardı.

"Evet iki gün içinde orada olmamız lazım. İznim bitiyor maalesef ki artık görev başına dönmem lazım ama rütbem yükseldiği için biraz daha geriye çekilip belli görevlere gideceğim daha çok işin planlama kısmını falan halledeceğim. Size daha fazla vakit ayırabileceğim."

"Timur çok mutlu oldum!" deyim dayanamayıp sarıldım.

"Asya ne oldu kızım neye mutlu oldun?" dedi annem. Kollarımı Timur'dan çekip masadakilere bakınca hepsinin yüzünde aynı meraklı ifadeyle bana baktıklarını gördüm.

"Görev yerlerimiz belli olmuş, artık Mardin'de yaşayacağız! Daha da iyisi Timur'un rütbesinin yükselmesiyle artık görevlere daha az çıkacakmış!"

Daha sonrası ise tebrikler ve Gülten annemin şükür doğalarıyla geçti. O gün tüm akşam o masada ailemizle birlikte uzun uzun sohbet ettik. Ertesi gün ise onlar hep bir elden daha önce oğlumla yaşadığımız evi toparlarken ben açtığım kafeyle ilgili ne yapabilirim diye konuşmak için kafeyi yöneten Mert'le görüşmeye gittim. En sonunda tüm haklarını Savaş'a devredip yeni bir alıcı bulana kadar onun ilgilenmesine karar verince işlemleri hallettik.

Eve döndüğümde ise her şey hazırlanmış, yanımıza alacağımız şeyler kolilerdeyken kalanları ise ihtiyacı olanlara dağıtmak yine Savaş'ın sorumluğuna kalmıştı. Ailelerimizle yaşadığımız uzun vedadan sonra ise hala bende olan ama evimin garajından bir kere bile çıkarmadığım Timur'un arabasında Mardin'e doğru yol almaya başladık. Benimki biraz küçük olduğu için Timur bir arkadaşından rica etti arkamızdan o getirecekti. Bakalım Mardin'de yeni hayatımızda bizi neler bekliyordu?

*

3 Ay Sonra Mardin, Timur'dan1

"Benim atışımla başlıyoruz, bakın son kez uyarıyorum tırnağının ucu kırılan olursa hesabını tüm time sorarım!"

"Emredersiniz komutanım!" aynı anda birkaç farklı tondan aldığım onayla dudağımın bir köşesi yukarı kıvrılsa da göreve odaklanmak için toparladım hemen kendimi.

Bu 31 yaşında Yüzbaşı olarak çıktığım ilk görev, daha da önemlisi döndüğümden beri çıktığım ilk görev. Önceden de ardımda birilerini bırakıp göreve çıkmak zor gelirdi ama şimdi evde karım ve çocuğum beni beklerken ben birkaç şerefsiz gözünü bizim topraklarımıza dikti diye şimdi buradayım. Bundan asla gocunmam ama aradan uzun zaman geçip sürekli de onlarla olmaya alıştıktan sonra burada olmak zor geldi biraz, özlem ağır bastı.

Beklediğimiz adam karşımızdaki eve girince artık sona yaklaştığımız için mutlu oldum. Suçüstü yapabilmek için biraz daha beklememiz lazım, alışverişi gerçekleştirecek adam henüz ortada yok.

"Atmaca 1 rapor ver!" yolun diğer tarafını gözetlemesi için yerleştirdiğim askere diğer adamı sordum.

"Olumsuz. Bir dakika bir araç yaklaşıyor, takipteyim."

Yattığım yerde rahatsızca kıpırdandım. Normalde tehlikeli sayılabilecek bu hamle biraz da çevreyi tarayıp bizi izleyen kimse olmamasının verdiği rahatlıktan. Adamlar kendilerine o kadar güveniyor ki çevreyi taraması için kimseyi koymamışlar bile, sadece kapı ve bahçedeki nöbetçiler var.

"Hedef göründü! Beklediğimiz kişi araçta."

"Beyler dikkatli oluyoruz, ikisinin de kaçmaması lazım!"

"Komutanım, kaçmaya kalkarlarsa biz bunları keklik gibi avlayamayacak mıyız şimdi?" bu konuşan timin çaylağıydı.

"Seni bir avlarım görürsün kekliği, bacağından falan vurup durdurun işte oğlum onu da ben mi söyleyeyim!"

"Emredersiniz komutanım!"

Araba sesiyle alışverişi gerçekleştirmek için bahçeye çıkan Rıdvan'la tam çantaları değiştirirken yanlarındaki adamları öldürmeye başladık. İlk başta korkup sinseler de daha sonra silahlarına davranıp bulunduğumuz konuma doğru tahmini atış yapmaya çalıştılar.

"Emrah! Uyuyor musun oğlum nasıl keskin nişancısın sen!"

"Hemen hallediyorum komutanım, ben biraz arkadaşlara da kalsın diye ağırdan alıyordum."

"Hallet! Oğlumu özledim bir an önce işimizi bitirip dönelim."

"Ne yalan söyleyeyim bende özledim komutanım, hele o yaşından büyük konuşmaları yok mu deli ediyor adamı."

"Öyle sıpa abi, nereden öğreniyor anlamıyoruz bile." Aramızda yaşça en büyük olan Hasan abiye sevecenlikle cevap verdim. Kendisi askere gelip daha sonrada ömrünü bu vatana adayıp asker olarak kalanlardan.

Bir yandan konuşup bir yandan da alt tarafta kalan soysuzları hallederken sona kalan iki kişi de ölünce başları olan iki adam kılıklı şerefsiz kaçmaya yeltenirken Emrah tam ayak uçlarına sıkınca kaldılar yerlerinde mecburen.

Sonrası ise malum çevre güvenliği, bizi alacak aracı bekleme ve tabura dönme. Yüzbaşı olmanın bir iyi bir de kötü tarafı var. İyi tarafı ülkene ettiğin hizmetin karşılığı rütbenin artması, söz hakkının daha çok olmasıyken kötü tarafı artık eskisi kadar görevlere çıkamıyor olmak, genelde resmi evrak işleri ve düzenle ilgilenmek. İyi yöne birde bu sebeple aileme daha fazla zaman ayırmamı da ekleyebiliriz tabii.

Tabura geçmeden yolda gördüğüm çiçekçi ile aklıma güzel eşim geldi. "Oğlum biraz sağa çek şurada bir işim var iki dakikalık." Dedim. Duran arabayla hızlıca inip çiçekçiden tıpkı sevdiği gibi güzel bir zambak buketi yaptırdım.1

"Oo komutanım yine çok romantiksiniz. Valla yapmayın ama bu kadar ya sonra bizimkiler de bekliyor. Bizim aklımıza gelmiyor böyle şeyler."

"Gelsin oğlum, karısını mutlu edemeyen adam mı olurmuş! Yapın böyle şeyler seviyorlarsa, onlar size emanet. Nasıl ki bir şeyi ödünç alınca bir zarar görmesin başına bir şey gelmesin emanet diye özen gösteriyorsanız, eşinize de aynı özeni gösterin. Bir çiçek ya da küçük bir hediye almak sizden bir şey eksiltmez aksine mutlu kadın mutlu erkektir. Sevin oğlum, hayatınızdaki insanı sevin. Değer verin onlara, asıl adamlık budur. Yoksa herkes becerir kalp kırmayı önemli olan içinde kendinizin olduğu o kalbi diri tutmaktır. Gönlünü kırmayın hayatınızdaki kadınların."

Benden böyle bir konuşma beklemiyor olsalar ki kısa bir sessizlik oldu.

"Haklısınız valla komutanım." Dedi Semih. Zaten o arada da gelmiştik, "Siz bunları alın misafirhanemize, ha unutmadan sorun bir eksikleri falan olur ihmal etmeyin!" dedim kinayeyle.

"Tabii ki hallederiz biz komutanım." Diyen Hasan abiye başımla onay verip elimde çiçeklerle revire, karımın yanına gitmek için tam ters istikametlerine yürüdüm.

Soğuyan havalara aldırmadan revirin önündeki bankta oturup kahve içen karımı görmek biraz sinirlendirse de özlemim ağır bastı, çatılan kaşlarımın yerini yüzümdeki gülümseme aldı. Zaten ben ona hiçbir zaman kıyamam ki...

Arkasından sessizce yaklaşıp elimdeki çiçekleri önüne uzattım, "Hi!!" korkuyla irkilip yerinde sıçrasa da "Şişt benim." Sesimi duyunca yerinden hızla kalkıp boynuma atladı.

"Timur! Çok özledik seni!"

Aslında diğerlerine oranla oldukça kısa süren üç günlük bir göreve gitmiş olsak da biliyorum ki gidişimle kötü şeyleri hatırlayıp kendine günleri zehir etmiştir kesin.

"Geldim güzelim, geldim güzel karım benim. Ben de çok özledim sizi."

"İyi misin? Yaran var mı?" telaşla ellerini üzerimde gezdirirken ben onu durdurmasam biliyorum ki bırakmaz sormayı.

"Sakin ol gayet iyiyim, iyiyiz. Bir problem yok. Gittik, aldık ve geldik o kadar. Şimdi ben gidip hemen üzerimi değiştiriyorum sonrada gelip seni alıyorum ve evimize gidip özlem gideriyoruz. Oğlumuzu da çok özledim."

"Baba!!!"

Şaşkınlıkla arkama bakınca Yarbay'ın elinden tutmuş buraya gelen oğlumu gördüm. Buraya gelince bakıcı bulana kadar mecburen tabura getirmek zorunda kalmıştık. O ara tanışıp kendini sevdirince arada getirmemizi istiyor Yarbay, Alparslan'ı torunu gibi görüyor.

"Oğlum..." sıkıca sarıldım üzerime atlayan oğluma.

"Sizin oğlanı da asker yapacaktım ama kabul etmiyor kerata." Dedi Yarbay neşeyle.

"Evet, çünkü ben kahramanlık yapmaya gidersem annemle babam beni çok özler. Bende o yüzden kahraman olmayacağım, hem annem dedi ki kahraman olamasam da onlara yardımım dokunabilirmiş. Ben çok zekiyim ya kahramanlar için bir sürü alet icat edicem, hepsini kullanıp daha çok kahraman olacaklar. Hem doktor bana baktı ben çok zekiymişim yapabilirim." Konuşması bitince emin olmak ve onaylatmak istemiş olacak ki Yarbay'da olan bakışlarını bana çekip, "Yapabilirim değil mi baba?" dedi.

Asya ve Alparslan geçenlerde savunma sanayisiyle ilgili bir belgesel izlemişler. O zaman anlatmış ve Alparslan o günden beri bunu dile getiriyor. Elbette mesleğinin o olmasını çok isterim fakat daha çok küçük eminim ki ileride fikri birçok kez değişir ama şimdi hevesini kırmamak için bunu söylemek yerine onu onaylayıp destek oluyoruz sadece.

"Tabii yapabilirsin oğlum."

Orada aramızda geçen küçük muhabbet sonrası sıcacık olan evimize geçip önce güzel bir masa hazırladık ve yemek yedik. Her ne kadar Asya dinlen görevden geldin dese de o da akşama kadar çalıştığı için kıyamayıp yardım ettim.

Şimdi ise üçümüz oturmuş televizyonda oynayan bir animasyon filmini izliyoruz, işte huzur bu...

Ailem yanımda, sevdiklerim iyi ve şimdi de günün en sevdiğim vakti huzurla birlikte vakit geçiriyoruz.

Bugün ve bundan sonraki günlerde de olacağı gibi daima yan yana ve birlikte...2

 

SON

 

Bölüm : 02.12.2024 20:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...