25. Bölüm

24. Bölüm

Azize Nur
birharfbekcisi

Ellerini nereye koyacağını unutturan, vücudunu sık sık terleten, çehresini bir yangının ortasında kalmış gibi alev alev yandıran şey; yanılmaktı. Yanılmak ve nihayetinde yanlış anlaşılmak. Hamza, dirseklerini masanın üzerine dayamış, bir boşluğa uzun uzun dalıp gitmişken Büşra'nın zihninde kurup durduğu tek şey şu an genç adamın gözünde nasıl göründüğüydü.

Bir oyun kurduğunu zannedebilir miydi?

Bunun sadece ufak bir ihtimali bile içinde kocaman bir ağlama duygusu pekiştiriyordu. Bir miktar pişmanlık ve çokça endişe...


"Ben, gerçekten o kişi sandım. Çok benziyordu, sen de gördün..."


Hamza, dalıp gittiği boşluktan gözlerini kaldırabildiğinde hafiften kendini göstermeye başlayan sakallarını ovuşturup derin bir iç çekti. Belli belirsiz gülümsedi. Öyle ki dikkatle bakılmasa fark edilmezdi bile.


"Benziyordu, biliyorum... Ama neden bu kadar gerildiğini bilmiyorum. Altı üstü kamera kayıtlarından kontrol ettirdik. Hem gece karanlığında yanlış görmen çok normal."


​"Yanlış anlamandan korkuyorum" demedi. Zaten nasıl diyecekti ki... Şayet aklında öyle bir şey yoksa bile böyle bir ihtimali düşünmesine sebep olacaktı. Bu yüzden sadece sustu ve genç adamın gözlerinden ne düşündüğünü anlamaya çalıştı. Bu da çok uzun sürmedi. Hamza, birkaç haftadır düşündüğü ancak dile getirmediği şeyi sonunda söyledi:


"Geceleri uykunda sayıklıyorsun. Birkaç kere uyanınca fark ettim. Doğruyu söyle, korkuyor musun hâlâ Büşra?"1


Birkaç sefer kabus gördüğü doğruydu fakat sayıkladığını hiç mi hiç tahmin etmemişti. Ne diyeceğini bilemedi. Esasında geçmişte olduğu kadar korkuyor değildi. Hem üvey babasını da, üvey babasının ona musallat ettiği adamı da tanıyor, kendilerinden güçlü ya da yetki sahibi kişilerden ne kadar korktuklarını biliyordu. Ama bir gerçeği fark etmişti ki bunu nasıl anlatacağını kestiremiyordu.


Hamza ne zaman yoğun iş günlerinde eve geç gelecek olsa yahut eve geldiğinde bir köşeye çekilip kendi dünyasında vaktini doldursa Büşra aynı çıkmaz sokağa düşüyordu. Onu korkutan şeyi tam olarak ifade edemiyordu ama illaki bir isim verecek olsa 'yalnızlık' diyebilirdi.5

Sanki giderek büyüyen bir boşluğun tam ortasında varlığı gitgide ufalıyor gibi tuhaf bir histi. Kayınvalidesi ya da Münire ile geçirdiği zamanların ardından herkes kendi âleminde bir yer bulurken o sanki bulamıyordu. Bulacak gibi olduğunda ise yitiriyor; yitire yitire nihayet yüreğinde yarım yamalak onlarca duygu kırıntısı kalıyordu.2

Hamza, bazen bunu fark edip kırılan bir şeyleri onarmak için çaba harcıyor, gelip yüreğine tatlı heyecanlar bırakıyordu. Yine de zaman geçiyor ve 'nisyân' denen o nimet, bir zaman sonra nikmete dönüşüyordu. Evet, Hamza da unutuyordu. Verdiği sözleri, çaba harcama isteğini, pişmanlıklarını, keşkelerini, niyelerini, pekilerini... Ama nasıl anlatmalı, her şeyi aşikâr etmeden bu yarayı nasıl göstermeliydi?

Yahut göstermeli miydi?


"Büşra?"


Genç kız, içine yuvarlandığı düşünce yumağından kendini çekip kurtarabildiğinde bir cevap bekleyen Hamza'yla göz göze geldi.


"İstersen... Psikolojik destek alman iyi olabilir. Bunu düşünüyorum bir süredir... Kolay şeyler yaşamadın. Belki de kendi kendimize bir şeyleri tamir edelim derken daha çok yıkıyoruzdur."


Hamza'nın teklifine olumlu bir cevap vermek şöyle dursun: "Hayır, istemiyorum!" diye yüksek sesle karşı çıktı. Hem anlamasını ve fark etmesini istemiyor hem de yana yakıla anlaşılmak istiyordu. Sorun sadece kendi geçmişi miydi?.. En az kendi kadar yaralı olan bu adamın geçmişi hiç mi önemli değildi?

Nedense bu düşünce, kırgınlık ve gizli bir öfkeyi beraberinde getirdi. Avuç içlerini dizlerine bastırarak önünü ardını pek düşünmeden: "Belki de senin destek alman daha iyi olur..." deyiverdi.2

İmâ edercesine dudaklarından dökülen bu cümle, kendi kulaklarında defalarca kez yankılandı. Öyle ki aynı durumu Hamza'nın da yaşadığından neredeyse emindi. Genç adam, dehşete kapılmış gibi susunca ve kaşlarını çatıp büyüyen ve korkutan bir sessizliği kuşandıkça Büşra bir an önce onun yanından gitmek istedi.

Kalkmaya niyetlendiği bir esnada Hamza: "Ne demek istedin?" diye soğuk bir sesle sordu.


Genç kız, ilk defa bu denli cesaretli bir atılımla korkusunu içinin kuytu bir köşesine gömdü ve tek nefeste içindekini söyledi:


"Tek sorun benim geçmişim değildir belki de, diyorum. Bence senin de kapatman gereken bazı sayfalar var geçmişine dair..."3


Hamza'yı, gözleri kızarıp alnındaki damarlar şişecek kadar öfkeli görmeyi beklemiyordu. Evet, buna sinirleneceğini az çok tahmin ediyordu fakat bu kadarını hiç düşünmemişti. Genç adam, hışımla ayağa kalkıp öfkesini kontrol etmek ister gibi sertçe yüzünü ovuşturdu. Salonda bir ileri bir geri gittikten sonra bir anda durdu ve beklenmedik anda infilâk eden bomba misâli -ne kadar kırıp dökeceğini hesap etmeden- bağırmaya başladı:


"Geçmişim seni ilgilendirmiyor! Hangi sayfayı kapatıp kapatmayacağımı da senden öğrenecek değilim! Haddini aşma Büşra..."5


Adam, bunu dedikten hemen sonra kapıyı çarparak odadan, ardından da hiçbir açıklama yapmadan evden çıktı. Büşra ise acı içinde dudağını ısırıp gözlerini sımsıkı yumdu. Kenara atılmış bir çöp gibi hissettiği varlığını ilk defa böylesine işe yaramaz, ilk defa böylesine ucube hissetti. Öyle değildi, insan mükerremdi; bilirdi. Lakin bu ezici duyguyu hissetmeye engel olmak öyle güçtü ki... Hamza, ona bakarken sanki düşmana bakarmışçasına kabarmış bir öfkeyle dolup taşmıştı. Ya bu denli harlanabilen bir öfke, içinde nefret tohumu barındırıyor olsaydı? Ya hesapsızca dudaklardan dökülen cümleler, her şeyin sonu olsaydı?

Hamza'nın soğuk bakışlarını tekrar gördü sanki. Kulak tırmalayan bağırışını yeniden duydu. Şok hâlinden sıyrılana kadar başa sarıp durdu aynı sahneyi. En son kendini koltuğa bırakıp yüzünü kolunun üzerine kapattığında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Geçmişin ve şimdinin tüm acılarını üst üste yığarak ağır bir yükün altında ezildi, ezildi...


***
Genç adam, üzerine sinen sigara kokusunu ardında sürükleye sürükleye eve girdiğinde gecenin bir yarısıydı. Bilerek eşinin uyuduğu bir zamanda gelmeyi tercih etmişti.

Kendisi sakinleşmiş ve durulmuştu. Yine de tekrar konuşacak olduklarında yeniden başa dönecekleri ihtimalini düşünüp temkinli davranıyordu. Onu ne kadar kırdığını kendisi de biliyordu. Geriye dönebilse öfkesini bu kadar yaralayıcı bir şekilde püskürtmez, belki sadece çeker giderdi. Fakat artık olan olmuştu.1

Sıkıntı, adeta müşahhas bir varlığa dönüşüp olanca kuvvetiyle göğsüne oturdu. Bu yüzden elini yüzünü yıkadıktan sonra odaya girmekte acele etmedi. Biraz balkonda oyalandı, mutfağa geçip bir fincan kahve içti.


Yatak odasına girdiğinde koridordaki lambanın aydınlattığı ölçüde Büşra'yı gördü. Görür görmez kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı, zorlukla yutkunup: "Büşra..." diye mırıldandı.

Genç kız, saçları dağılmış, göz çevresi morarmış bir hâlde elinde tuttuğu poşeti göğsüne yaklaştırarak başını kaldırdı. Işıktan rahatsız olmuş olmalı ki gözlerini kısıp poşeti sol eline aldı. Sağ koluyla gözlerini kapatıp inleme ve ağlamayla karışık bir sesle belli belirsiz şeyler mırıldanarak başını yastığa gömdü.

Hamza, birkaç adımda eşine yaklaşıp: "Çok kötü görünüyorsun..." diye yarı pişman yarı sitemli bir sesle söylendi.


"Migren atağı mı yoksa?"


Genç kızdan herhangi bir cevap gelmeyince ona biraz daha yaklaşıp koluna dokundu. Fakat Büşra, elindeki poşetle birlikte hızlıca arkasını dönüp kusmaya başladığında Hamza içten içe kendine en sert bir biçimde kızdı.

Benim yüzümden mi, diye düşünürken genç kızın; "Git..." diyen sesini ve hemen ardından içli bir şekilde ağlayışını işitti. Sıkıntılı nefesini dışarı üfleyip yatağın diğer ucuna gitti. Yere çömelip genç kızın elindeki poşeti alırken: "Daha önce bu kadar şiddetli olmadı hiç..." diye kendi kendine söylenir gibi mırıldandı.

Büşra'nın yüzünü kapatan siyah saçlarını geriye doğru itti. Gözlerinin çevresindeki morlukların hemen altında burnuna ve elmacık kemiklerine yayılan çillerin rengi sanki daha çok belirginleşmişti. Fakat genç kız, bir ölü gibi hissiz ve tepkisizdi.

Ne yaparsa yapsın konuşmaması ve vücudunun uyuşmuşçasına hareketsiz olması Hamza'yı iyice endişelendirdi. Suçluluk duygusunun tesiriyle epey yumuşamış olan sesiyle: "Hastaneye gidelim" diye fısıldadı. "Giyinebilecek misin?"


Büşra, tamamıyla açmaya mecâli kalmadığı gözleri yarı kapalı hâldeyken: "G-git..." diye kekeledi. Ve yanaklarına baskı uygulayan ellerin varlığından rahatsızlık duyarcasına geriye doğru gitmek istedi. Hamza ise: "Hastaneye gideceğiz" diyerek öncesinden daha net bir ifadeyle eşinin yüzüne baktı.

Onun itiraz etme çabalarına aldırmadan genç kızın uzun saçlarını gelişigüzel topladı. Komodinin üzerinde bulduğu lastik tokayla beceriksizce bağladı. Sanki bıraksa bu zayıf ve kırgın beden düşüp bayılacaktı.

Genç adam, bunun öncekilerden çok daha ağır bir atak olduğunu sezerek hızlı adımlarla dolabın önüne gitti. Kızın dışarıda giydiği siyah elbiselerden birini ve eşarbını bulup çıkardı. Büşra, artık itiraz bile edemiyor, sadece başını tutup inliyordu.


Onu nazik bir hareketle yataktan kaldırıp elbiseyi giydirmeye çalıştığında genç kızın bu derece hafif olduğunu sanki ilk defa fark ediyor gibi şaşırdı. Taşındıkları günden beri sanki mümkünmüş gibi biraz daha zayıflamıştı. Hamza'nın fark ettiği her bir detay, içindeki o ezici duyguyu daha da pekiştiriyordu.


"Özür dilerim..."

Fısıltısı sayıklar gibiydi. Eşinin sırtını yatağın başlığına yaslayıp yeniden: "Özür dilerim Büşra..." dedi. Eşarbı da en az saçlarını toplarkenki tecrübesizliğine benzer bir şekilde takmaya çalıştı. Nasıl göründüğüne aldırmadan sadece saçlarını kapatmasına dikkat ederek eşarbı da taktığında ağrıdan sayıklayan ve kendisini doğru dürüst işitmeyen karısını kucağına aldı. Evden telaşla çıktı. Zihnine aylar, aylar öncesine dair birtakım görüntüler düştü.

Büşra'yı arabanın arkasına uzandırırken o soğuk ve ıslak gecedeki kimsesizliğini yeniden gördü. Sanki göğü parçalayacakmış gibi şiddetle çakan şimşekleri, asfalta ve toprağa değdikçe çıkan yağmur sesini, rüzgârın bir ıslık gibi ve bazense uğuldayarak esişini yeniden yaşıyordu.

Arabayı çalıştırırken dikiz aynasından Büşra'nın solgun yüzüne baktı. Sessizce ağlıyor, bazen inliyor, çoğu zaman ise elini başına bastırarak iki büklüm oluyordu. Hastaneye varana dek ara ara aynadan durumunu takip etti.

***

Otoparkta zar zor uygun bir yer bulup arabayı park ettikten sonra Büşra'nın kimliğini cebinden çıkarıp aşağı indi. İşaret okunu takip ede ede yürüdü. Acil servisin otomatik kapısından içeri girdiğinde "Kayıt" yazan yerde bulunan hemşire, bilgisayarın gerisinden kaldırdığı yüzünde mimik oynamadan Büşra'ya baktı. Hamza, konuşmaya mecâli kalmayan eşinin yerine durumunu hızlıca anlattı:

"Migren atağı geçirdi. İlk defa bu kadar şiddetli oldu. Evde kustu bayağı, konuşması da kesik kesik."

Hamza, konuştukça ve kendi sesini işittikçe daha çok endişelendi. Işıktan rahatsız olup yüzünü göğsüne gömen ve bir eliyle başını diğer eliyle kolunu sıkan genç kızın ne kadar zorlandığını fark etmemek çok güçtü. Hemşire, yer yer soyulmuş ceviz rengi masanın üzerinden ateş ölçer cihazını eline alırken: "Ne zaman başladı atak?" Diye sordu.

"Bilmiyorum, eve geldiğimde çok kötü hâldeydi."

Kadın, bir şey demeden kucağındaki eşinin yüzünü yavaşça kendine çevirdi. Ateş ölçer, alnına yaklaştığında Büşra, ışıktan rahatsız olarak yüzünü tekrar hızlıca geri çevirdi.

Cihazın ekranında yazan dereceyi: "36,5." Diye mırıldanarak okuduktan sonra tekrar sandalyesine oturan hemşire: "Kimlik alayım" deyip bilgisayar ekranına odaklandı. Uzatılan kimliği alıp bilgileri karşısındaki ekrana girerken bir yandan da arkada biriken hastalara bakıyordu. Elini hızlandırıp barkod çıktısını önündeki kâğıda yapıştırdı ve Hamza'ya uzattı. Arkadaki bir yeri işaret etti.

"Şu tarafa geçin, triyaj sırasına alınacaksınız. Hastayı da tekerlekli sandalyeye alsınlar. Hemşirelerden birine söyleyin, yardımcı olurlar."

Genç adam, teşekkür bile edemeden bekleme alanına gitti. Yoğunluğu olmayan bir hemşire bulup durumu anlattı.

"Beni takip edin." Diyen güler yüzlü kadının ardısıra yürürken onu boğan bir duygunun tesiri altında kendini sorguluyordu. Sanki kollarındaki kadını aldatmış gibi garip, gerçeklikten uzak bir zannın kuvvetiyle iç çekti. Büşra'nın bir başka adamı hayal ettiğinin varsayımıyla bile gayriihtiyari kaşlarını çattı. Oysa kendisi bunu defalarca kez yapmıştı.2

Karısını hemşirenin yardımıyla tekerlekli sandalyeye dikkatlice oturturken hem pişmanlık, hem acı hem de öfkeyi aynı anda yaşıyordu.

Tekerlekli sandalyeyi yavaşça sürmeye başladı. Yan yana sandalyelerden boş olanına yaklaşıp oturdu. O esnada birkaç bitkin hastanın kendisine baktığını fark etti fakat aldırmadı. Sedyede yatan ağır bir hasta acil servisten içeri girdiğinde üzerine sinen bakışların tesirinden kurtularak yanındaki hastalarla birlikte başını kaldırdı. Boylu boyuna uzanan yaşlı adamın kan içindeki bacağını gördüğünde kayıtsız bir ifadeyle başını Büşra'ya çevirdi. Kulağına dolan inleme, ağlama ve konuşma sesleri bir uğultudan farksızdı. Antiseptik kokan havayı derince soluyup nefesini seslice dışarı verdi.

"Hâlâ ağrın var mı?"

Genç kız, sessizce sorulan bu soruya hiçbir cevap vermeden yüzünü kapatıp başını sıkmaya devam etti. Baştan ayağa 'yorgunluk' kesilmiş gibiydi. Hatta sanki cisimleşmiş bir yorgunluktu.

Ona bunu ben mi yapıyorum, diye düşündü. Artık karşısına çıkmaya çalışmayan Sevgi'nin onu allak bullak edeceğini hiç mi hiç hayal etmemişti. Hem uzak dursun istiyor hem de uzak durduğunda bir başka kişiyle ilişkisi olup olmadığını düşünüp yüreğinde istemsizce acı duyuyordu. Belki de bu yüzden son zamanlarda öfkeli ve çekilmez bir adam olup çıkmıştı.5

Annesinin söyledikleri yeniden aklına geldi. Büşra'nın değerini bilmediğini söylemişti. Sevgi için yaptıklarını eşi için yapmadığı gerçeğini adeta yüzüne yüzüne çarpmıştı. Tüm o öfke yüklü cümleleri tozlu raflardan yeniden çekip aldı Hamza. Üzerlerini silkeleyip kendi yüreğine batırdı. Canını bile isteye yaktı. Büşra'yı ve kendini seyretti. Büşra'nın aynasında baktı kendine. Uzun uzun, kusurlarına şahit olmak isteyerek... Gördüğü şey sadece felaketti.2

***

"Serum bitmek üzere. Ben doktoru çağırayım."

Hamza, ağrıları hafifleyip ölgün bakışlarına can gelen fakat hâlâ kırgınlığından dolayı yüzüne bakmamış olan eşine yaklaştı. Plastik tüpte kalan son damlalara şöyle bir göz attı.

"İyisin değil mi?"

Hissiz bir: "İyiyim" cümlesi işitmeyi bile beklemediği için bu cevap onu bir nebze olsun mutlu etti. Zaten eşi hep gizliyor ve gizleniyordu. Daha fazla sessizleştikçe Hamza derin bir suçluluk duygusuyla yüreğinin ezildiğini hissediyordu. Bir şeyler demek istedi ama yapamadı. Özür dilemek her yarayı kapatmazdı, biliyordu. Ne var ki bilmek bu sefer hiçbir işe yaramıyordu.

Biraz sonra hemşire, asistan doktorla odaya geldi. Genç hemşire, Büşra'nın serumunu çıkarırken bir yandan da anlayışlı bir tebessüm eşliğinde yüzüne bakıyordu.

"İyisin değil mi?"

"Daha iyiyim, teşekkür ederim..."

Hemşire, flasteri yavaşça kaldırıp iğneyi de aynı titizlikle çıkarırken karısının yüzü acıyla buruştu. Doktor ise ellerini beyaz önlüğünün cebine koyarak araya girdi:

"Ağır bir atak geçirmişsiniz. Çok sık oluyorsa bu ataklar, mutlaka nörolojiye gidin. Bazen şiddetli ataklarda ağrı kesiciler etki etmez. Başka hastalıklarda kullanılan daha kuvvetli ilaçlar verilebilir tetkikler neticesinde."

Büşra, 'Anladım' dercesine başını sallarken hemşire de iğneyi çektiği yere gazlı bez koyup flasterle kapattı.

"Birkaç dakika bastırın kolunuza, morarmasın."

Hamza, doktora bir adım yaklaşarak: "Yine tekrarlarsa nörolojiye mi gidelim direkt?"

"Acile de gelebilirsiniz atak çok şiddetliyse. Ama sadece bununla yetinmeyin. Tekrar ederse; özellikle de bayılma, konuşma zorluğu, güç kaybı olursa mutlaka nörolojiye gidin. Doktor, MR ya da BT çektirebilir nörolojik bir hastalık olup olmadığını teşhis etmek adına. Ben yine de etkili bir ilaç yazdım ataklar için. Fakat ilaç tamamen ağrıyı geçirmez. Sadece hafifletir. Bu ataklar bazen stresle, bazen beslenmeyle tetiklenir. Evde karanlık bir odada dinlensin eşiniz. Gürültü olmasın odada. Bol su içsin. Ağrısı tekrarlarsa yazdığım ilaçtan içirebilirsiniz. Biraz masajla da destekleyebilirsiniz. Bunlar ağrıyı hafifletir."

"Tamamdır, çok sağ olun."

"Geçmiş olsun."

Hemşire ve doktor odadan çıkınca Hamza, Büşra'ya iyice yaklaşıp koluna girdi.

"Yürüyebilecek misin?"

"Yürürüm, yardım etmene gerek yok."

Hamza, aldırış etmeden eşinin kalkmasına yardımcı olurken bir yandan da: "Yarın nörolojiye gidelim nolur nolmaz" diye mırıldandı.

Büşra, kırgınlığını belirgin bir şekilde sesine yansıtarak: "Gitmeye gerek yok." Dedi. "Bana bağırıp çağırmasan yeter..."

Konuşsun istiyordu. Biraz olsun öfkesini savursun, biraz olsun yüreğindeki aşikâr etsin... Ağır da olsa konuşsun. Konuşmadıkça anlamıyordu çünkü. Konuşmadıkça genç kızın kalbinde ne büyük yaralar açtığını fark etmiyordu.

Arabaya varana dek az önce işittiği cümlenin ağırlığını sırtında taşıya taşıya yanında sürükledi Hamza. O cümleye başka başka acı gerçekler ekleyip kendini bilinçli bir şekilde yaraladı. Öyle ki hissettiği pişmanlık çehresine dahi yansımış, gözlerinin altı iyiden iyiye çökmüştü. Eve vardıklarında bir süre Büşra'nın yanına gidemedi bu yüzden. Salonda mekik dokuyup durdu. Ellerini şakaklarında gezdirip yapması gereken şeyi düşündü. Kendisini affettirmenin özür dilemek dışında bir yolunu aradı. Fakat bulamadı.

Ani bir kararla ve esrik bir duygunun hakimiyeti altında odanın önüne gitti ve kapıyı yavaşça itti. Büşra'nın karanlık odada, yatağın üzerinde uzanmış hâlde tesbih çektiğini gördü. Genç kız, göz göze geldikleri ilk anda sanki saatler önceki dehşeti tekrar yaşıyormuş gibi bir an ürkse de çok geçmeden kendini toparlayıp gözlerini adamdan çekti.

Hamza, ilk defa eşinin karşısında bu denli suçlu hissedip utanç duyuyordu. Hatta neredeyse bu duygu sebebiyle bir şey demeden tekrar odadan çıkacaktı. Fakat Büşra, beklemediği bir şekilde: "Hamza..." deyince biraz şaşkın biraz da endişeli bir yüz ifadesiyle başını kaldırdı. İri gövdesini kapının eşiğinden zorlukla çevirip yeniden eşine döndü.

"Bir şey söylemek istiyorum. Eğer kızmayacaksan hemen... Sakince dinleyebileceksen..."

Genç kızın sesindeki tüm duygular sanki şırıngayla çekilip alınmıştı. Hamza, bir kere daha dehşete uğrarken cevap veremeden bekledi. Büşra, dinleyeceğini anlamış olmalı ki yanına gelmesini beklemeden: "Ben..." diye söze girdi.

"Ben gerçekten yapamıyorum Hamza... Böyle olmuyor... Ne senin için ne de benim için..."

Hamza, sanki pamuk ipliğine bağlı olan bu evlilik bağı bir anda kopmuş gibi sarsıldığını hissetti. Normal şartlarda duyduğu bu şeyler karşısında sakin kalamazdı. Fakat öyle suçlu ve öyle hatalı hissediyordu ki ağzını açıp tek kelime edemedi. Dudaklarının gerisinde biriken tüm kelimeleri, içindeki mânâlarla birlikte zorlukla yuttu. Ona bir adım daha yaklaşıp elini duvara dayadı ve dinlemeye devam etti.

"Zaten sınava girmeyi istiyordum. Üniversite sınavına... Başka şehirde okurum, tehlikeden uzak bir yerde... Yurtta kalırım. Benim yüzümden bana katlanmak zorunda değilsin... Mutlu olacağın bir hayatın peşinden git. Sevdiğin biriyle evlilik yap. Gerçek bir evlilik... Birbirimize daha fazla eziyet etmeyelim. Ben sırtında bir yük olarak var olmaya çalışmak istemiyorum... Çok yoruldum ben Hamza... Ait olduğum yer burası değil. Ben... ait olduğum yeri bulmak istiyorum. İzin ver, bulayım..."14

 

Bölüm : 08.02.2025 21:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...