17. Bölüm

17. Bölüm

Hayatın akışında kendini bulmak
birufakyolculuk

 

Çatışma bitmişti.

Toprağın ve barutun hâlâ üzerimizdeydi.

Sessizlik çökmüştü ama o sessizlik bile çığlık atıyordu sanki.

Herkes susmuştu, yalnızca rüzgârın taşların arasından geçerken çıkardığı uğultu duyuluyordu.

Bir eve daha ateş düşmüştü o gün. Benim kardeşim dediğim ailem bildiğim biri şehit olmuştu.

Taş taş üstünde bırakmamıştık; ama bazı yıkımlar, ne top mermisiyle ne silahla olurdu ... içten ve yürekten olurdu.

Bizden biri gitmişti. Bora.

Tim’in en gür sesi, en çok güleni, en çok hayal kuranı. O kadar hayal kurtardi ki! Bir ev alacaktı para biriktiriyordu.

O an ne kadar güçlü görünsem de, içimden bir şey kopmuştu.

Komutan olmam, bir yürek taşımadığım anlamına gelmiyordu.

Giydim üniformamı. Her bir düğmesini iliklerken ellerim titredi.

Sonra kapının önünde durdum.

Bora’nın evine, annesinin evine…

Elimi kapıya uzattım.

Nasıl çalınırdı bu kapı?

Nasıl söylenirdi o cümle?

“Bora şehit oldu.”

Bu söz dilimden dökülürse, bir anne, bir nişanlı, bir ev ... paramparça olacaktı.

Parmaklarım titreyerek kapıya dokundu.

Zili çaldım.

Kapı açılmadan önce içeriden gelen kahkaha sesleri, kadınların konuşmaları duyuldu.

Düğün hazırlığı vardı belli ki.

Bir hafta sonra Bora evlenecekti.Kapı yavaşça aralandı.

Karşımda Kübra duruyordu... yüzünde makyaj kalıntısı, ellerinde kınadan izler…

Göz göze geldiğimiz anda, dünyadaki bütün sesler sustu.

Bir anlığına nefes almadı sanki.Sonra göz bebekleri büyüdü.Anlamıştı.

Bir şey söylememe bile gerek kalmamıştı.

“Hayır…” dedi, dudakları titreyerek.

“Hayır, Deva abla, sakın o cümleyi söyleme. Bora hasta de… hastanede yaralı de… ne dersen de ama o cümleyi kurma! Bora beni bırakıp gitmez!”

Sesi çatladı, sonra dizlerinin üstüne çöktü.

Ben ise öylece donup kalmıştım.Yutkunamadım.

Boğazımdaki düğüm nefesimi kesti.Elimi uzattım, sarıldım ona.

Kübra’nın sıcaklığı avuçlarımda eriyordu sanki.

“Ben… ben… çok özür dilerim…” dedim hıçkırıklarım arasında.

O artık biliyordu.Hiçbir söze gerek yoktu.

“Deme!” diye bağırdı Kübra.

“Deme dedim sana! Bora gitti deme! Bir hafta sonra düğünümüz var, bana bunu yapamaz! Gitmez, anladın mı, gitmez!”

Sesi o kadar acılıydı ki, içimdeki tüm barikatları yıktı geçti.

Evdeki herkes kapıya koştu.Annesi, babası, komşular…

Bir anda feryat figan yükseldi evden.O çığlıklar gökyüzünü bile yarar gibiydi.

Bir anne bayıldı, bir kardeş ağladı, bir kadın dizlerinin üzerinde, ellerini göğe kaldırıp haykırdı:

“Allah’ım, neden o? Daha gencecikti, neden o?”

O evin duvarlarına daha dün kahkaha sinmişti.Bugün yas vardı.

Ne umutlar vardı o evde dün; beyaz duvaklar, kahve fincanları, çeyiz bohçaları…

Hepsi şimdi sessizdi.Bir odaya girip ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum.

Kübra’nın sesi hâlâ kulaklarımdaydı:

“Bora beni bırakıp gitmez!”

Borayi mezarlığa al bayrak ile tasidigimizda herkes feryat figan bağırıyordu.

Ailesi memleketlerine değil şehit olduğu topraklara defnedilmesini istediler.

Bizde şehit olduğu şehrin şehitliğine defnettik. Herkez dağılmışti. Bir tek ben kaldım baş ucunda... Ağladım saatlerce. Bir avuç aldım topragindan :

" Affet beni kardesim seni koruyamadim affet. Şimdi bana ne kızıyorsundur.

Komutanım ben hep istediğim gibi şehit oldum diyorsundur bana. Ama erkendi be bora çok erken. Senin hayallerin yarın kaldi." Çok seslendim ama duymadi beni.

Gitmişti.Toprağın altına, sessizliğe, ölümsüzlüğe.

Günler geçti.

Kübra, defalarca bayıldığı için hastanede tedavi altına alınmıştı.

Doktorlar “ağır sinir krizi” dediler.

Psikolojik destek alması şartmış.Bir haftadır hastanedeydi.

Yanına girdiğimde uyuyordu.Yüzü bembeyazdı.

Göz kapaklarının altında, uykusuzlukla savaşan mor halkalar…

Yavaşça bir koltuğa oturdum, onun nefesini dinledim.

İlaçların etkisine rağmen, dudaklarından dökülen tek kelime “Bora”ydı.

Bir süre sonra gözlerini araladı.Yağmur gibi yaşlar dökülmeye başladı o an.

“Deva abla,” dedi titreyen bir sesle, “çok canı yandı mı Bora’nın? Çok acı çekti mi?”

Yutkundum.

Bir asker kadar güçlü görünmek zorundaydım ama bir kadın kadar yıkılmıştım.

“Kübra…” diyebildim sadece.Sonrasını getiremedim.

Boğazımda bir yumru, yüreğimde koca bir boşluk…Ayağa kalktım, odadan çıktım.

Hastanenin bahçesine indim.

Çimlerin üzerine oturdum.

Ayağımdaki postalları çıkardım, yan yana koydum.

Toprak soğuktu ama içim yanıyordu.Gözlerimden yaş gelmiyordu artık.

Bütün gözyaşlarım tükenmişti.Sadece içim ağlıyordu.

O sırada arkamdan adım sesleri duydum.Dönüp baktığımda, Baturalp oradaydı.

Sessizce yanıma geldi.Hiçbir şey demeden ellerimi tuttu.

İlk defa…O güçlü, sert adamın parmakları titriyordu.

“Deva,” dedi yavaşça.

“Ben yanındayım. Ne zamana kadar böyle yalnız yaşayacaksın acını?

Lütfen artık gör beni. Seni nasıl sevdiğimi gör. Sen yalnız değilsin.”

Nefesim kesildi.

“Komutanım, ben…” dedim ama kelimeler boğazıma dizildi.

“Bak,” dedi. “Yaşadıklarımız çok ağır, biliyorum. Ama bana bir şans verirsen, her şeyi birlikte atlatabiliriz.

Ben gerçekten seni seviyorum, Deva. Senin üzülmene dayanamıyorum. Tek başına bu kadar acıya dayanamiyorsun. İzin ver seninle paylaşayım acilarini"

Gözlerimi yere indirdim.

Rüzgâr saçlarımı savurdu.Kalbim hızla atıyordu ama dilim susmayı seçti.

“Bunu yapamam. Size ümit veremem… sevemem sizi,” diyebildim sonunda.

Ama içim öyle demiyordu.Aslında seviyordum onu.Sadece kabul edemiyordum.

Kendime bile söyleyemiyordum bunu.Tek huzur bulduğum, tek güvende hissettiğim yer onun yanıyken bile… kaçıyordum.

Baturalp başını eğdi.

“Deva, lütfen bir düşün,”

“Seni ilk gördüğüm günü unutamıyorum. Üzerinde beyaz bir kazak, siyah bir pantolon vardı.

Parkta tek başına oturmuş, denizi izliyordun. Saçların rüzgârda uçuşuyordu. O an donup kalmıştım. O kadar güzeldin ki… O gün sevdim seni.

Sonra albay birinin time katılacağını söylediğinde seni görünce… şaşırdım. Ama bir o kadar da sevindim.”

“Komutanım… burası yeri değil, lütfen,” dedim boğuk bir sesle.

“Biliyorum,” dedi. “Ama artık bilmeni istedim. Çünkü artık açini tek başına yaşama ben varım senin için herşey yaparım lütfen izin ver"

Sessizlik çöktü aramıza.Bir yanda ölüm, bir yanda itiraf…

Bir yanda geçmişin enkazı, bir yanda geleceğin korkusu.

“Tamam, komutanım,” dedim sadece.

O an, ne fazlasını söyleyebilirdim ne eksik.Baturalp derin bir nefes aldı.

“Keşke şu an senin komutanın değil de, sevdiğin olabilseydim, Deva. Ama sen nasıl istiyorsan öyle olsun.”

Gözlerim doldu.

“Sağ olun, komutanım,” dedim kısık bir sesle.

“Gerçekten… biraz zamana ihtiyacım var. Kafamı toparlamam gerek. Dayanamıyorum artık, ben de insanım. Her şey üst üste geldi.”

Tam ayağa kalkacakken o durdu, bana baktı.

“Deva… bir şey daha var,”

Sesi bu kez daha ağır, daha karanlıktı.

“Bunu sana nasıl söylerim bilmiyorum ama… sanırım Bora’nın katili… senin kardeşin.”

Zaman o anda durdu.Rüzgâr sustu.

Dünya bir anlığına dönmeyi bıraktı.Yalnızca kalbimin sesi kaldı:

“Bu kadar acıya bir yürek nasıl dayanır?

 

Bölüm : 13.01.2025 12:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...