
Bu yaşıma kadar hiç bu kadar hastaneye gelmemiştim.
Önce Baki, sonra Bora… şimdi de babam yatıyordu aynı koridorlarda.
O antiseptik kokusu, o beyaz duvarlar… artık içimi kaldırıyordu.
Birkaç ayda, bir ömürlük acı yaşamıştım.
Annem, İstanbul’daki görevinden izin alıp sırf benim için gelmişti. Sonra babam vurulmuştu.
Onu ilk gördüğümde içimde bir düğüm çözülmüştü; belki ilk kez “anne” diyebilmiştim.
O an gözlerinde öyle bir mutluluk vardı ki, sanki yıllardır aradığı kelimeyi sonunda duymuş gibiydi.
Bir annenin yüreğini ısıtan, eksik bir parçayı tamamlayan o tek kelime: “Anne.”
Sonra uzun uzun konuştuk.
O anlattı, ben dinledim.
Babamla birbirlerini nasıl sevdiklerini, dedemin onlara nasıl karşı çıktığını, iki aileyle de bağlarını nasıl kopardıklarını...
Yıllarca bilmediğim bir hikâyeydi bu.
Karanlıkta kalan tüm taşlar birer birer yerine oturuyordu.
Birkaç ay önceye kadar kimsem yok sanıyordum.Ama yanılmışım.
Artık bir ailem vardı.Eksik parça tamamlanmıştı.
Annemle birlikte babamın odasına doğru yürüdük.
Koridorun sonundaki kapının önünde bir süre durduk.
Kalbim sanki göğsümde değil, elimde atıyordu.
Annem kapıyı açtı, içeriye tek başına girip babamla bir şeyler konuştuktan sonra dönüp gülümsedi:
“Bak, seni görmeye kim geldi Kahraman.”
Odaya yavaşça girdim.
Babamın gözleri dolmuştu, belli ki ne diyeceğini bilemiyordu.
Yatağında doğrulmaya çalıştı, kollarını açtı.
Bir süre öyle kaldı, ben hâlâ hareket edememiştim.
Sonra tam umutsuzca kollarını indirirken, boğazımdan bir kelime döküldü:
“Babam…”
Koşup sarıldım.
O an, yılların bütün özlemi, bütün kırgınlığı o sarılışın içinde eriyip gitti.
Kocaman adam, çocuk gibi ağlıyordu.
Titreyen elleriyle saçlarımı okşadı.
“Bizi affettin değil mi, kızım?” dedi, sesi kısık, yorgun ama umut doluydu.
“Affettim, baba. Artık üzülmek yok. Sizi bir daha kaybetmeyeceğim.” dedim, gözyaşlarımı silerek.
Annem bize bakıyordu. Gözlerinde hem sevinç, hem hüzün vardı.
“Sizin bu halinizi Güven de görseydi keşke…”.
“Bir yıl oldu göreve gideli, hâlâ haber yok.”
Babamla göz göze geldik.
Bana belli belirsiz başını salladı... “söyleme” der gibi.
O an anladım ki, annem hâlâ bilmiyordu.
Güven’in ordudan atıldığını… hain olduğunu…
Derin bir nefes alıp sesimi toparladım.
“Görev bitsin, gelir anne. Bizim meslek böyle. Gitmek zorunda kalırız bazen.”
Annem başını eğdi, dudakları titredi.
“Gelecek ama,” dedi inançla.
“Biliyorum, ben evladımı. O beni bırakmaz. Giderken bana
‘Döndügümde benimle gurur duyacaksın anne’ demişti. Gelecek. Benim oğlum. Bugüne kadar verdiği sözden döndüğünü görmedim. Yine dönmeyecek bilmiyorum sözünden"
Kalbim sıkıştı.
Ona “Gelmez anne” diyemedim.
Yeni bulduğum annemi, o anda üzemezdim.
Konuyu değiştirdim.
“Anne, benim karargâha gitmem gerek. İşlerimi halleder halletmez geleceğim.”
Odan çıkarken, babamın gözlerinde minnet, annemin gözlerinde umut vardı.Arabaya yeni binmiştim ki telefonum çaldı.
Ekranda Baturalp Komutan yazıyordu.
“Neredesin, Deva?”
“Karargâha geçeceğim, komutanım.”
“Sana bir konum atacağım. Oraya gelebilir misin, çok acil.”
“Kötü bir şey mi var, komutanım?”
“Hayır, merak etme. Dediğimi yap, bekliyorum.”
Telefon kapandı.Ekrana bir süre baktım.İçimde garip bir merak vardı.
Eve uğradım, ışık hızıyla üzerimi değiştirdim.Üniformamı çıkarıp kot pantolon ve beyaz tişört giydim.
Aynada kendime kısa bir bakış attım.Yorgun ama güçlüydüm.
Yirmi dakikalık yolun sonunda, konuma vardım.
Karşıma, göl kıyısında, sessiz bir cennet çıktı.Su, gün batımının altın rengiyle parlıyordu.
Rüzgâr hafif hafif esiyor, suyun yüzeyinde minik halkalar bırakıyordu.
Hiç bilmediğim kadar huzurlu bir yerdi.Arabadan indim, sessizce yürümeye başladım.
Baturalp biraz ileride, gölün kenarında oturuyordu.
Beni görünce hemen ayağa kalktı, iki adımda yanıma geldi.
Gülümsemesi sıcaktı.
“Hoş geldin, Deva.”
“Komutanım, beni neden buraya çağırdınız?”
“Gel, benimle.” dedi ve elini uzattı.
Bu sefer tereddüt etmedim.Elini tuttum.
Parmaklarının sıcaklığı avuçlarımda yankılandı.Biraz ileride bir sofra kurulmuştu.
Sofranın etrafı beyaz papatyalarla çevriliydi.
Her şey sade ama özenliydi; belli ki saatlerce uğraşılmıştı.
“Bugün her şeyden uzaklaşmak istedim,” dedi otururken.
“Sadece ikimiz olalım istedim. Ne acı, ne görev… sadece huzur.”
Papatyalardan birini koparıp bana uzattı.Kokusu, baharın ilk sabahı gibiydi.
Birlikte bir şeyler yedik, konuştuk, sustuk.
Sonra “Birazdan gelirim.” diyerek kalktı.
Yaklaşık on beş dakika sonra elinde çiçeklerden yapılmış bir taçla döndü.
Gülümseyerek, “Ben beceremedim, ilerdeki çocuklarla gelen bir ablaya rica ettim.”
Gülüştük.
Saçlarımdaki tokayı çıkarıp papatya tacını yerleştirdi.
Ellerinin dokunuşu hafifti, sanki saçlarımı değil kalbimi okşuyordu.
Sonra göl kenarına uzandım.Gözlerimi kapattım.
Rüzgâr saçlarımın arasından geçiyor, papatyaları savuruyordu.
Uzaktan kuş sesleri, suyun kıyıya vuruşu…İlk defa bu kadar huzurluydum.
Ne silah sesi vardı, ne emir, ne kayıp.Sadece ben vardım, doğa ve sessizlik.
Ne kadar sürdü bilmiyorum.
Gözlerimi açtığımda, Baturalp’in adımlarını duydum.
Yanıma gelmiş, sessizce bakıyordu.
“Deva, seni uyandırdım mı?”.
Gülümsedim.
“Sanırım sen benim asker olduğumu unutuyorsun, Baturalp.”
Bir an durdu, şaşkınlıkla baktı.
“Ne dedin az önce?”
“Asker olduğumu unutuyorsun, dedim.”
“Hayır,” dedi, adım adım yaklaşarak.
“Daha öncesini soruyorum.”
“Baturalp dedim… komutanım. Özür dilerim, adınızla seslendim.” dedim ama sesimde bir oyun vardı.
Hoşuna gittiğini biliyordum.
Gözlerinde bir sıcaklık, bir umut ışığı parladı.
“Senden adımı duymak için yıllarca bekledim, Deva.”
“Artık anla,seni ne kadar sevdiğimi. Her anında yanında olmak istiyorum.
Sen üzülürken sadece uzaktan bakmak… beni kahrediyor. Eğer mutlu olacaksak, birlikte olalım. Ağlayacaksak da birlikte ağlayalım.”
Bir süre sustum.Kalbim deli gibi çarpıyordu.
Sözler ağzımdan dökülürken ben bile inanamadım:
“Tamam.”
Bir an anlamadı.
Yüzünde şaşkın bir ifade vardı.
“Biliyordum, yine kabul etmeyeceğini.” dedi burukça .
“Tamam dedim, Baturalp. Kabul ediyorum.”
“Bir dakika…” dedi heyecanla.
“Sen… kabul ediyorum mu dedin bana? Yoksa ben mi yanlış duydum?”
“Eğer bir kere daha sorarsan, kabul etmeyeceğim.” dedim, gülerek.
O an, bir çocuk gibi sevindi.
“Allah!” diye bağırdı, beni bir anda kucakladı.
Etrafında döndürürken kahkahası gölün sularına karıştı.
“Asla, Deva! Asla pişman olmayacaksın kabul ettiğine!”
Ben de ilk defa, kalbim korkmadan birini sevmenin ne kadar güzel olduğunu anladım.
Bütün yaralarımın arasında filizlenmiş bir umut gibiydi o an.
Ve ben, yıllar sonra ilk kez, savaşta değil…
huzurun kıyısında galip gelmiştim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 45.19k Okunma |
4.21k Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |