8. Bölüm

Kız kacirma

Hayatın akışında kendini bulmak
birufakyolculuk

Hemen koşarak izin alıp karargahta yedek olarak bulundurdugum sivil kiyafeylerimi giydim.

Ahmet, arabayı karargâhın önüne çekmiş, beni bekliyordu. Hava ağırdı; sabahın , sessizliğini askeri nizamın sertliğine bırakmıştı.

Göz göze geldiğimizde, Ahmet’in yüzünde hem endişe hem umut vardı. Elindeki anahtarı alıp sert bir ses tonuyla,

“Ben kullanırım. Acele edelim, yolumuz uzun,”

Arabaya atladım. Yollara düşmüştük. Gözlerim önümüzdeki asfaltın sonsuzluğuna dalarken sordum:

“Nereye gidiyoruz, Ahmet?”

Ahmet başını önüne eğdi. Sesi kısık ama titrekti.

“Düğün İzmir’de, komutanım… Oraya götürmüşler Çiçek’i. Yarın düğünü var… Yetişemeyiz, asla.”

Söylediği her kelime içime işliyordu.

“Yetişeceğiz. Gerekirse bir saniye bile durmayacağız. Ama o düğüne yetişecegiz, Ahmet. Onu o düğünden alıp geleceğiz. Şimdi sakin ol. Bana güven.”

Yüreğim sıkıştı bir an. İzmir… Annemin mezarı oradaydi. Doğup büyüdüğüm yer orasiydi.

Annemin mezarı başında verdiğim o yemini hatırladım:

“Seni bu toprağa koyanı, ben de ömür boyu gün yüzü göstermem.”

O günden sonra İzmir’e bir daha gitmemiştim.

Ama bu başka bir şeydi. Ahmet benim kardeşim gibiydi. Kimsesi yoktu.

Tıpkı benim gibi… Yetimhanede büyümüş, hayata tırnaklarıyla tutunmuştu. Onun hikâyesini en iyi ben anlıyordum.

Kaç kere Ahmet’in haberi olmadan Çiçek’in babasıyla konuşmuştum. Asıl mesele, Ahmet’in dediği gibi “asker” olması değil, “kimsesiz” oluşuydu.

Babası, gözlerimin içine bakarak “Ben kızımı kim olduğunu bilmediğim birine vermem. Çiçek benim tek kızım,” demişti.

Ahmet’e söyleyemedim. Duysa, paramparça olurdu.

Gece yarısını çoktan geçmişti. Yol karanlık, farların aydınlattığı asfalt sessizdi. Sadece motorun uğultusu ve içimizdeki fırtına vardı.

Benzin almak dışında hiç durmamıştım. Ahmet pencereye bakıyor, susuyordu. Düşüncelere dalmıştı, belli.

“Bana bak, Ahmet!”

Dalmış olacak ki irkildi, toparlandı.

“Buyrun, komutanım?” dedi, oturuşunu düzelterek.

“Toparlan biraz...Bu hâlinle olmaz.”

“Emredersiniz, komutanım. Elimden geleni yaparım.”

“Bak. Eğer Çiçek gelmek isterse seninle, elimden geleni yapacağım.

Ama sen de artık şu dalgınlığı bırak. Gel, biraz sen kullan arabayı.

Ahmet arabaya geçip kullanmaya basladi.

O kadar hızlı sürüyordu ki;

"Lan düzgün kullan su aranayi...Yoksa bu hâlinle kullanırsan ... daha Çiçek’e kavuşmadan Rabbimize kavuşacağız.”

Arabayı kenara çek biraz., motoru durdu..

Ahmet gülümsedi. Tam tekrar hareket edecekken, yarım saattir çalan telefonu fark ettim.

Ekranda “Binbaşı” yazıyordu.

“Bir dakika,” dedim, “Binbaşı ile görüşeceğim.” Arabadan indim, telefonu açtım.

“Buyrun, binbaşım.”

Sesi sakindi, ama tedirgin bir ton vardı.

“Deva, bir sorun mu var? İzin alıp çıkmışsın. Daha önce bir kez bile izin aldığını görmedim. Önemli bir şey mi var? İyi misin?”

Derin bir nefes aldım.

“İyiyim komutanım. Acil bir iş için iki üç günlüğüne izin aldım. Siz izinde olduğunuz için haber vermedim.

Şahsi bir mesele, ama önemli bir sorun yok. Halledemeyeceğim bir şey değil. İlginiz için teşekkür ederim.”

“İyiysen sorun yok,” dedi, sesi biraz yumuşayarak. “Ben biliyorum o ‘önemli işi’. Madem söylemek istemiyorsun, görüşürüz.”

Ve telefonu sertçe kapattı.

Bir an durup gülümsedim.

“Kendi kendime,” dedim sessizce, “Bu neydi şimdi?”

Arabanın arka koltuğuna geçtim.

“Sür arabayı Ahmet, ben biraz uyuyacağım.”

Yorgunluk üzerime çökmüştü. Far ışıkları titreşerek geceyi yararken, gözlerim ağırlaştı. Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum. Ahmet’in sesiyle irkildim:

“Komutanım, geldik.”

Sabah olmuştu. Hava aydınlanmış, etrafta düğün hazırlıkları başlamıştı. Müzik uzaktan yankılanıyordu.

Ahmet’e döndüm.

“Sen burada bekle...Ben Çiçek’in arkadaşı olduğumu söyleyip bir şekilde yanına varacağım. Sakın bir delilik yapıp her şeyi berbat etme.”

Arabadan indim, bahçede balon şişiren bir çocuğa yaklaştım.

“Ben Çiçek’in arkadaşıyım.Onunla görüşecektim.”

Çocuk şaşkın gözlerle baktı.

“Abla, onlar yarım saat önce nikah salonuna gittiler. On beş dakika kaldı nikaha,” dedi, kolundaki saate bakarak.

Daha sözünü bitirmeden koşmaya başladım. Kalbim göğsümü dövüyordu. Arabaya varıp nefes nefese Ahmet’e bağırdım:

“Ahmet, çabuk arabaya geç! On beş dakika sonra nikah varmış, yetişmemiz lazım!”

Hemen direksiyona geçip kontağı çevirdim.

“Adresine bak hemen!”

“Komutanım...Yetişiriz değil mi… Çiçek’e?”

Elleri yumruk olmuştu, tırnakları avuçlarına batıyordu.

“Ahmet, sakin ol...Biz seninle sayısız operasyona girdik, kaç kişiye yetişip kurtardık. Şimdi o nikaha da yetişeceğiz.”

Arabayı son sürat sürdüm. Asfalt altımızda bir gölge gibi akıp gidiyordu.

Nikah salonuna vardığımızda ikimiz de kapıya doğru koştuk. Görevliye nefes nefese sordum, “Çiçek korkmaz nerede?”

“İçerideler, masaya ilerliyorlar,”

Ahmet, duyduğu anda koştu. Salondaki kalabalık bir anda sessizleşti.

Çiçek onu gördüğünde, gözleri doldu.

“Geldin,” dedi kısık bir sesle.

Ahmet elini uzattı, “Hadi Çiçek, gidiyoruz buradan,” dedi. Gözleri öfkeyle Çiçek’in babasına çevrildi.

Bir anda ortalık karıştı.

Ahmet bir yandan bağırıyor, Çiçek’in babası karşılık veriyordu. Herkes ayakta, kimse ne yapacağını bilmiyordu.

“Yeter!” diye bağırdım. Sesim salonda yankılandı.

“Susun!”

Bir sessizlik çöktü. Çiçek’e döndüm.

“Sen bu adamla evlenmek istiyor musun?”

“Hayır!” dedi, gözyaşları içinde. “Asla istemiyorum! Babam zorluyor. Ben Ahmet’i seviyorum!”

Ahmet’in yüzü bir anda aydınlandı. Gözlerinde hem sevinç hem öfke vardı.

Çiçek’in babasına döndüm.

“Bana bak lan...Kaç kere söyledim sana, yakma kızının hayatını diye. Şimdi Ahmet’le Çiçek buradan gidecek...

Eğer tek bir söz edersen, olacaklardan ben sorumlu değilim. Kızını sevdiğiyle bırak. Mutsuz olacağı bir hayata mahkûm etme.”

Sonra Ahmet’e döndüm.

“Hadi Ahmet...Al Çiçek’i, gidiyoruz.”

Ahmet, Çiçek’in elini tuttu. Tam birlikte çıkacaklardı ki, Çiçek’in nişanlısı öfkeyle bağırdı:

“Hiçbir yere gidemezsiniz! O benim nişanlım, birazdan da karım olacak! Siz kimsiniz?!”

Ahmet artık kendini tutamadı, yumruğu adamın yüzüne indi. Salon bir anda karıştı. İnsanlar bağırıyor, sandalyeler devriliyordu. O sırada kapıdan bir ses geldi.

Arkama döndüğümde, Gördüğüm suretle şok icinde kaldım.

Binbaşı Baturalp ve timden herkes salona girmişti. Üniformaları, duruşları, sessiz otoriteleriyle ortam dondu kaldı.

O an herkes sustu.

Ahmet, gözleri dolu bir şekilde Çiçek’in elini daha sıkı tuttu.

Artık hiçbir güç onları ayıramazdı.

 

Bölüm : 01.01.2025 23:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...